Kayıtlar

Santurama

[audio src="https://ia601509.us.archive.org/27/items/sedatanarsanturtaksimi/Sedat%20Anar%20-%20Santur%20taksimi.mp3" autoplay="yes" loop="yes"] Sonsuz sevdam… Nasılsın? Uzun zamandır sana yazamadım. Şu an hatırımda değil ama bir şey olmuştu..”benim için böyle hiçbir şarkı yazmadın ve bestelemedin” “hani” demiştin. Bende çok üzüldüm…elim kolum varmıyordu ki…kaleme ve santurama. Öyle donmuş camid gibi, taşlaşmış kalp mi bile diyemediğim bir halde suskunluğa düşmüştüm. Dün senden bir mektup geldi. Çölde kuruyan çiçek gibi suya hasret kalmış can gibi, sana hemen yazmak istedim. Yaşıyorum derler, bende yaşıyorum…ama hayat nasıl bir şey unuttum galiba…dün ayıkınca anladım. Ne çok özlemişim seni…ben sana sorayım “nerelerde idin der” gibi. Sabah kalktım, cennet çalgısı santuramın önüne diz çöktüm, biraz çaldım…nameleriyle içim yoğruldu eridi yumuşacık oldu. İnan ki sevginin lezzetini seninle duydum, diyebilirim. Sevgiyi bilmez biri değilim. Ama sen olunc

Ellim Beşime Tutundu

Sevgiliye... İnsanın hayatında bazı gördüğü şeyler çok geç gelir mi…gelirmiş. Çok yıllar unutulduğumdan, hatırlanmak ve ilk defa, biraz garip oluyor… Kim hatırlanmayı istemez ki… Hayatın içinde… sevilmek ne güzel…senin tarafından…varlığına bin şükür iyi ki varsın Bugüne kadar duyduğum en güzel şarkı sendin Elinden içtiğim en hoş kokulu çayım. Tatlım ki içimdeki aşkın mumunu yakmış üfürmeye kıyamacak kadar güzel Kesilen parçam gibi içimde kattım seni ben Sen benim, ben seninim kadar yakınken hayran bakan meleklerimiz vardı kalbimize bakan… Dedikodumuzu ettiler galiba semada…kıskanmazlar inşaallah Teşekkürler hayat Temiz bir sevgiye layık birileri var…tertemiz…pak. Gözlerim artık uyuyun. Ölebilirim diyecek kadar mutluyum. Daha ötesi yok onun… Beni kim ister bilemem ama benim tek istediğim sensin… Vücudumda bir bardak sonunda kalan damla kadar bile olsa…bende bir gerçeğin var… Teşekkürler…

Seçim Meselesi

hayat bir seçim meselesi hiçbiri şey yeni değildi yani kurban olmayı ya da olmamayı seçmekti sonra sadakat hem iyi hem de kötü zamanlarda aile önce gelmeli üzülme seni sevmiyorlar, senden hoşlaşmıyorlar diye sen farklısın senden korkuyorlar eninde sonunda farklı olan, insanları korkutur seçimini yap kurban mısın değil misin? normali tanımlama bitirmen gerek bitirmen gerek neye başladıysan

Hiç mi yok

iç kanatan bir yara duymaya gerek yok ve söylemeye hangi derdin artığı yalnız değil ancak yükseklere çok çıkmanın bedeli ağır ödeniyor ulaşılmaz yerlere bakıyorsun erişince çaresiz durgun sular gibi aşağıya akması gerekirken hep yukarıya bakıyor çok şey bıraktı gerilerde duyan ve bilenlere yine yalnızlığında acısını çekmekte bu değildi ama ey Tanrım çok benzetmeseydin onu...sana ağladığı duyulmadı anlıyorum ki sen en çok ağlıyorsun dayanılmazlığını hep görüyoruz gel gör dedin... her şeyi bırak yine sensiz değil ama yalnız bunun için mi geldik bu dünyaya gel de gör... gitte gör... neyi... sarılacak bir taşın mı var ısıtacak bir gövde... soğuk ne çekilmez sancı içe sadece karanlık havalar veriyor... kimden kime duyulacak bu ses... duyulmasın diyemeyiz de çığlıkları herkes duyar...evet sende duydun ama yalnızlık içten çıkmıyor... çaresiz toz olmayan bir yerden bahsettiler toz bile olmak istenmiyorsa sen yoksun sen yoksun böyle mi olsun kim istedi o seni sen onu bildin ama buluşamadınız

VAGİNA DENTATA /Dişli Vajina....BABAFİNGO'YA KARŞI...

Margaret Atwood'un söylediği gibi tüm kadınlar "iki ayaklı rahim" muamelesi görüyor. Ama dişli vajinanın babafingoyla mücadelesi yüzyıllardır sürüyor... Erkek çocuk, annesinin vajinası olduğunu bilmez, onun da penisi olduğunu sanır. Buna mukabil kız çocuk da bilmez kendinde vajina olduğunu. Budanmış bir penis olan klitorisine, her şeyi dışlar şekilde yatırımda bulunur, erkek organına engelleyemediği, tüm psiko-cinselliğini etkileyen bir haset duyar. Penis sahibi olamayacağını anlayınca da babasının penisinin, kendi içine girip ona bir çocuk vermesini arzu eder. Annelik, ulaşılması olanaksız bir erkekliğin taklidinden başka bir şey değildir; çocuk penisin ikamesidir... Freud’un Cinsel Monizm Kuramı’na, kadındaki tüm hasedi ve histeriyi, penis özlemiyle açıklayan bu görüşe (fallosantrizm) göre, kadının cinsel organı ve cinsel kimliği kendisi için birincil bir anlama sahip olmaktan ziyade, penisin ve erkek cinsel kimliğinin negasyonu (olumsuzlanması) olarak ikincil bir anlam

Yaman Dede /Yak sinemi ateşlere

https://youtu.be/s2VVJMxHqWI Yak sinemi ateşlere efkanıma bakma Ruhumda yanan ateşi miranıma bakma Hiç sönmeyeçek aşkıma imanıma bakma Ağlatma yak hali perişanıma bakma Yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın O ateşle yaşar yaşla değil yaresi aşkın Yanmaktır Efendim biricik çaresi aşkın Ağlatma da yak hali perişanıma bakma

Labirent

Sevgilim! Bu kul senin kulundur. Sana Sevgilim diye hitap etmenin benim için ne büyük saadet olduğunu bilsen. Çünkü sen benim hem dert, hem de emel yoldaşım oldun. Nâil olduğum şu bahş eylediğin zevk ve surur unutulacak şey mi, değil tabii ki.. Kalbim rûhâniyetinden her zaman feyz almakta…durmadan eşiğine yüzümü, gözümü sürüyorum. Yine kapına geleceğim gözyaşlarımla silip temizlediğim yüzümü eşiğine sürecek ve öpeceğim… Bu hayret verici hayatımda…sevgilim, nedir senin gerçeğin? Sevgi, boşluğa asılmış bir köprü gibi…bizim için…ah birde kavuşamamak  korkusu yüzünden en basit şeyler bile üzüntü sebebimiz oluyor, zihnimizdeki hayalleri fırtınaya çeviriyor. İçinden çıkılmayan labirentler içinde ne çok ter döküyoruz. Senden önceki hayatımda doldurmayı beceremediğim derin birçok boşluk vardı. Benim kuşkularımı aydınlatmanı isterim. Mekânın ve zamanın ötesinde özel dünyamıza derinlemesine nasıl gireriz, merak ediyorum. Sevgilim yine de beni bırakıp gitme hissi gelip duruyor…bu hiç olmasın Ayrı

Bilecektir

Yazdığımız metinlerde “sevgi” sözcüğü çok sık geçiyor. Herkesin böylesine çok kullandığı ve tükettiği bu sözcüğün arkasına neler gizlediği hakkında olumsuz bir düşünce varmış. İnsanın hayallerini fazlasıyla besleyen aşk/sevgi bir zehir gibi sararken, âşıkların ölmeyi istemesine neden oluyormuş. Yavaş yavaş bu aşk etkisiyle ve gizemiyle  aşıklar hayatlarını  yok etmekteymişler. Evet, aşıklar için ölüm bir sorun teşkil etmez. Sonra her insan için öldü illaki söylenecek. Neden, niçin veya kim için öldüğü düşünülmeden. Ancak gerçek seven tek kalpliler hariç…onlar nedeni ve sebebi bilecektir. Çünkü onlar aynı kalbi taşımaktadırlar…

Gerçek Sevgi

Sevgi verilmeden bir laboratuvarda büyütülen maymunlar bile gerçek bir anne olamayıp, kedere kapılıyor, kendilerini ölüme terk ediyorlar. Bazı insanlar sevginin kaynağı olduklarını sanırlar. Bilmez ki yaydığı ışıltı kendi içinden gelmemektedir. Işık gerçek değil, yalnızca onda yansıyan bir ışıktır. Mutluluk, yaşama karşı duyduğu sevgi, gerçekte ona ait değildir, yalnızca bir ayna işlevi görmektedir. O kişi ışığı alır ve yansıtır. Kaynağını kaybedince her şey yeniden matlaşır. Onun için gerçek sevgili ebedi olana olmalı, ondan aldığımız ışık sönmez. Bizde sevginin kaynağına yakınlığımızla alakalıdır.

Bal Peşinde…

Aşkı ilk kez tattığında üzerinde nasıl değişik etkiler yarattığını göreceksin. Âşık olana dek, yüreğin özgür kaldığı sürece, hiçbir insanın dikkatini çekmezsin; sonra bir tek insana kapıldığın anda, sen artık başkalarını hiç umursamazken, herkes peşine düşer, sana tatlı sözler söylerler, sana kur yaparlar. Bu, sana daha önce sözünü ettiğim boyutlara açılan pencerelerle ilgilidir. Bunlar açıksa beden ruha, ruh da bedene müthiş bir ışık verir. Ayna gibi birbirlerine yansırlar. Kısa bir süre içinde çevrende altın renginde, sıcak bir hare belirir, bu hare bütün insanları, balın ayıları çekmesi gibi sana doğru çeker. Ama doğru terim “düşünmek”. Öyle ki düşünmekten çok, sevdiğin içinde, sende onun içinde yaşıyorsun…her hareketinde, her düşüncende tek bir insan olursunuz.

Koku mu?

Bir zamanlar gazetede okuduğuma göre, son kuramlar aşkın yürekte değil, burunda başladığını söylüyor. İki kişi karşılaşıp, birbirlerinden hoşlandıkları zaman adını anımsayamadığım minik hormonlar salgılarlarmış, bu hormonlar burundan girip beyne kadar çıkar ve orada gizli bir kıvrımda aşk fırtınasını başlatırlarmış. Sonuç olarak, duygular gözle görünmez kokulardan başka bir şey değildir, diye bitiyordu makale. Olabilir mi? Yaşamında gerçek aşkı, o büyük ve sözle anlatılamayan aşkı tadan biri bilir ki busavlar yüreği sürgüne gönderme çabalarının başarısız bir örneğidir. Elbette insanın kendi kokusu da büyük heyecan dalgaları yaratır. Ama onu uyarmak için, önce başka bir şey olması gerekir, bu başka bir şey de eminim basit bir kokudan daha başka bir şeydir. Bir kere görmeyle başlayanlar veya kelimelerle sevenler, aşk nasıl bir şey olmalı bence bir sır taşıyor içinde.

Yüzüme Tebessümler Kondurdu

Sonsuz sevdam… Nasılsın diyemem, nasılız desem daha iyi olur. Üzüldüğünü bildiğimden benim üzüntümde katlandı istemeyerek. Söylediğin hususu üzerine alman benim demeni hiç bir şekilde kabul edemem. Seni anlıyorum aynı şeyleri aklımızdan geçirebiliriz. Bu çok normal. Kabullenemiyorum. Üzme artık kendini. Biz zamanla bu konuyu çözeriz…daha iyi oluruz bilirim. Ancak sen sakin olmalısın. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Hayatımda seni tanımak benim için bir şans…seni sevmekse ölmeden cennete girmek gibi. Unutma…her şey geçer…bizim sevdamız ebedi kalacak. Aslında üzüntü insanı yıkmıyor. Belki kaybetmek korkusu…şu an varsın ve beraberiz…Ancak şu yaşananlardan sonra, seni beni sevdiğinden çok daha fazla seviyorum. İyi ki varsın. Ah…benim gizli sığınağım…gölgesinde dinlendiğim asırlık çınarım…zirvesinde huzur bulduğum yüce dağım…ırmaklarında serinlediğim yemyeşil ormanım… koruyanım… sahiplenenim…merhamet ve sevgiyle sıcacık kucaklayan sevdiğim. Kalbimdeki titreyen vuruşlar kulağıma

Günahı Benim

Kalbim, kanım, ruhum, sevgilim… Söz vermiştik günahta ve sevapta beraberiz, diye. Ve karar vermiştik hayatımızda ilk defa… buluşacaktık… beraber tadacaktık sevgimizi. Hayallerimiz... otağımızda birlikte oyunlar oynayacaktık. Sonra ne oldu? Kurallar, akla nerden geldilerse…kara bulutlar gibi günümüze gecemize karıştılar. Sen ağladın, bense şaşkın…bitkin kaldım. Kederliyim, nedeni, senin içinin acısı... Büyük bir korkuyla doldurdu kalbimi. Üzüldüm. ... Biliyor musun, isteyipte yapamadığım ne çok şey var? Olmuyor olmasına… çözümü de yok. Belki unutmak… bir de uyku. Sığındığım karam. Ağlamaktan başka ne yapabildim bizi kurtarabilmek adına. Ve sen üzgün. Unutur muyum seni ben.. hani düşmüştüm ihtiyacım vardı. Ve sen gelmiş…beni bir sen anlamıştın halimi. Böyleyken...nerede benim umudum? Sende elimden tutmasan. Biliyorum bu hayat bize izin vermiyor … hiçbir şey de yapmıyoruz.. Bende seninde beklediğin gibi sonun gelmesini bekliyorum … Nefsimin soluk aldığı tek mabe

Yeryüzünde cenneti mi bulduk?

Sonunda düşler gerçek mi oldu?  İnsanlar arası etkileşimden kaynaklanan, herkesin bildiği, o akıllardan hiç çıkmayan çelişik huzur ve mutluluk veren ne var ki büyük  ve görünmez tehlikelerle dolu duygular nihayet çözüm mü buldu? Bu  konu hakkında fikir ayrılıkları var. Yine de bunların hepsinin bir bedeli  olduğu düşünüldüğünde gönüllü ödenmeye yanaşılmayacak kadar  yüksek bir bedel tartışma götürmez. Çünkü ‘her zaman açık’ hale  geldiniz mi bir daha asla tam anlamıyla ve sahiden yalnız kalamazsınız. Ve hiç yalnız kalmazsanız (yine Profesör Zimmerman’ın sözleriyle)  keyif için kitap okumak, resim yapmak, pencereden dışarı bakmak  ve başka dünyaları hayal etmek ‘sizin için’ çok zorlaşır... Yakın çevrenizdeki gerçek kişilerle iletişim kurmanız zorlaşır. Arkadaşları bir  tık ötedeyken (Muazzam sayılarda ve büyüleyici bir çeşitlilikteler.  Facebook’ta 500’den fazla ‘arkadaş’ edinebileceğinizi atlamayayım.)  kim aile muhabbetini tercih eder ki? Yalnızlıktan kaçarken, tekbaşınalık şansınızı