Bastırılmış benlik
![]() ![]() ![]() ![]() |
Sen akıllı bir kızsın.
Ama akıllıca olabilir
tehlikeli, küçüğüm
ve sadece başkaları için değil.
Bastırılmış her şey geri döner. Sigmund
Freud.
Bu cümle Freud'un insan ruhunu anlamak
için ortaya koyduğu psikanaliz kuramının
temel taşlarından biridir. Freud'a göre
insanlar toplum kuralları, ahlak, din ya
da aile baskısı nedeniyle bazı duygu ve
arzularını, özellikle cinsel isteklerini
bastırmak zorunda kalırlar. Ancak bu
bastırma arzuyu yok etmez. tam tersi
daha çok birikmesine hatta kılık
değiştirmesine ve kendini başka yüzlerle
açığa çıkarmasına neden olur. 1947
yapımı Siyah Nergiz adlı film Freud'un
bahsettiği bu bilinç dışı dönüşümü
estetik biçimde anlatan nadir
yapımlardan biridir. Film her ne kadar
uzak bir mana sıra gelen rahibelerin
hikayesini anlatıyor gibi görünse de
aslında felsefesi bambaşka bir şeye
odaklanır. Kadınların saklı kalmış
cinsellikleri, özlemleri ve engel
olamadıkları arzularla yüzleşmelerine.
Yani bu film Freud'un bastırılmış olan
duygular canavarlaşmış olarak geri
döner. Tezini somutlaştırır. Bir
rahibenin bakışlarındaki huzursuzluk,
bir diğerinin kıyafetlerini değiştirip
ruj sürmesi, bazı sahnelerde doğanın
neredeyse nefes alıyor gibi görünmesi.
Tüm bunlar bilinçaltında kaynayan ama
dışa vurulamayan arzuların işaretidir.
Siyah Nergiz, bastırılmış duyguların
insanı nasıl yavaş yavaş çökerttiğini ve
nihayetinde nasıl bir felakete
sürükleyebileceğini gösteren güçlü bir
sinema örneğidir.
1930'ların sonlarında Himalayaların uzak
bir köyünde geçen bu film, batıdan gelen
bir grup rahibenin yüksek bir dağın
tepesinde terk edilmiş bir sarayı
manastıra çevirme girişimini konu alır.
Bu saray zamanında yerel bir generalin
kadınlar için yaptırdığı bir haremdir ve
duvarları hala eski yaşamın izlerini
taşır. Kadın bedeninin, arzunun ve
hatıranın bastırılamamış enerjisi bu
binanın taşlarına adeta işlenmiştir. Bu
yönüyle yapının kendisi rahibelerin
ruhsal çatışmalarını tetikleyen bir
mecra haline gelir. Manastıra
dönüştürülmek istenen bu harem aslında
rahibelerin bilinç dışının sembolik
sahnesidir. Zaten tek başına yaşamaya
inanmadığınız bana söylenmişti. Bide
insanların bu yere ne dediğini biliyor
musunuz?
Cariyeler evi.
Grubun başında yer alan Rahibe Cloda,
soğukkanlı ve disiplinli kişiliğiyle öne
çıkar. Fakat onun bu katı görünüşü
zamanla çözülmeye başlar. Dağın havası,
bölgenin sert coğrafyası ve sarayın
kendine has atmosferi Kodağ'ın
geçmişteki anılarını günyüzüne çıkarır.
Bir zamanlar genç bir kızken bir adama
karşılıksız aşık olmuş. Ancak adam işsiz
olduğu için başka bir ülkeye göç ederek
kızı yalnız başına bırakmıştır. Adı
çıkan genç kız şehrini terk edip
rahibelerin arasına katılmak zorunda
kalmıştır. Kodağ'ın gençlik günlerine
bir adama duyduğu aşka dair geri dönüş
sahneleri onun ruhsal çatışmasını
belirginleştirir. Aşk ve cinsellik
ruhunda çözülmemiş bir yara olarak
varlığını sürdürmektedir. Bu yeni ortam
yarasını yeniden kanatır.
Hayır buradan gitmek istemiyorum. Kalan
hayatım boyunca burada böylece kalmak
istiyorum.
[Müzik]
Ekibin diğer üyeleri de benzer
psikolojik mücadeleler yaşar. Bunlar
arasında en çarpıcı dönüşüm Rahibe
Ruth'a aittir. Ruot başlangıçta görev
bilinciyile hareket eden ölçülü bir
kişiliktir. Ancak kısa süre sonra
bölgedeki İngiliz ajan Bayd'e karşı
saplantılı bir ilgi geliştirmeye başlar.
Dinin rahat tavırları, maskülen
karizması ve doğaya karşı kayıtsız uyumu
Ruth'un iç dünyasında bastırdığı
cinselliği tetikler. Başta yalnızca bir
etki olarak başlayan bu yakınlık zamanla
takıntıya dönüşür. Ruth'un gözleri,
bakışları ve davranışları değişmeye
başlar. uyuyamaz olur. Kıyafetlerini
değiştirir, ruj sürer ve sonunda
rahibelik giysisini çıkararak arzu
nesnesine yönelir. Bu dönüşüm Freud'un
bastırılmış arzuların nevroz ve psikoza
dönüşebileceği teziyle birebir örtüşür.
Sanırım
kendini durmadan baydiğini düşünmekten
alıkoyamıyorsun.
Rahibe, Rahibe sen çok geç olmadan senin
gözünü açmalıyım. Yine de onu görmenin
seni ne kadar memnun ettiğinin
farkındayım.
Manastırın bulunduğu mekan hem doğa
koşulları açısından hem de sembolik
olarak psikolojik bir baskı alanıdır.
Sürekli esen rüzgarlar, uçurum
kenarları, aşırı parlak gün ışığı gibi
doğal unsurlar sanki karakterlerin
psikolojik çözülüşlerine eşlik eder.
Görüntü yönetmeni manzaranın güzelliğini
değil de onun tehditkar çekiciliğini öne
çıkarır. Bu görsel tercihler
karakterlerin bilinçaltındaki
çatışmalarla örtüşür. Doğa bir sığınak
değil, karakterlerin ruhunda kopan
fırtınaların aynısı haline gelir. Filmde
sessizliğiyle dikkat çeken kutsal adam
karakteri ise özel bir yere sahiptir.
Dağın yamaçlarında hiçbir şey söylemeden
oturan bu keşiş köy halkı tarafından
büyük saygı görür. Tek kelime etmeden
öylece bekleyen keşiş arzularını tamamen
terk etmiş bir ruh halini temsil eder.
Filmdeki bir sahnede rahibenin biri
ağlayarak Clod'a gelir ve burada ya
Baydin gibi umursamayarak yaşarsın ya da
kutsal adam gibi adanarak der. Clod ise
ikisi de bize göre değil diye yanıt
verir.
Sanırım bu yerde yaşayabilmenin iki yolu
var.
Ya Benin gibi yaşayacaksın
ya da kutsal adam gibi. Ya aldırma ya da
kendini ada.
Her iki yolda bize uymaz.
Bu diyalog Rayibelerin ne bedene ne de
bütünüyle ruha ait olamayışlarının
Freud'un ikili dürtüler kavramıyla
açıklanabilecek çıkmazlarını işaret
eder. Ne iide tam olarak kapılabilirler
ne de süper egoyu tümden bastırmayı
başarabilirler.
Seni seviyorum.
Eğer öyleyse hemen unut gitsin.
Ama
filmin sonuna doğru Rot'un çözülüşü
hızlanır. Her sahnede bu kadının daha da
çöktüğünü görürüz. Arzuu bütün bedenini
ele geçirir ve sonunda Ru aklını
kaybederek çıldırır. Hızlıca Raibe
kıyafetini indirip kışkırtıcı giysisini
giyinerek Baydini baştan çıkarmaya
çalışır. Ancak reddedilince aralarında
duygusal bağ olduğunu sezdiği Raybe
Cloda'ı öldürmeye yeltenir. Bu saldırı
bastırılmış arzuların yıkıcı güce
dönüştüğü son patlama anıdır. Rut
nihayetinde kazara uçurumdan düşerek
ölür. Bu ölüm bastırılan dürtülerin
kontrolsüz bir şekilde geri dönüşünün
bireyi hem ruhen hem fiziken yok
edebileceğini gösteren trajik bir son
olur. Cloda ise travmayla, suçluluk ve
inançla örülü çelişkileri içinde
manastırı terk eder.
[Müzik]
Freud'a göre insan ruhu üç ana yapıda
işler. İğ, ego ve süper ego. İğid haz
ilkesine bağlı olarak çalışan ve tüm
dürtüleri barındıran bilinç dışı
yapıdır. Süper ego, kültürel yasaları,
ahlaki kuralları, dine ve otoriteye
itaat mekanizmalarını temsil eder. Ego
ise bu ikisi arasında denge kurmaya
çalışan gerçeklikle ilişkili bilinçli
kısımdır. Bu yapı filmdeki karakterler
üzerinden net biçimde temsil edilir.
Örneğin Rahibe Rut filmin en önemli
psikanalist figürüdür. Ruth bastırılmış
cinselliğin en yoğun şekilde temsil
edildiği kişidir. Başlangıçta katı
kurallara uyan bir figür gibi görünse de
Biden'e karşı duyduğu çekim içindeki
libidinal enerjinin dışa vurumunu
tetikler. Küçük çatışmalarla başlayan
ruhsal çözülme, zamanla kıskançlık, öfke
nöbetleri ve halüsülasyonlarla nevrotik
bir hal alır. Nihayetinde şiddet ve
ölümle sonuçlanır. Freud'un bastırılanın
dönüşü kavramı burada tam anlamıyla
gerçekleşir. Bastırılan cinsellik geri
dönmekle kalmamış, ayrıca kişiyi psikoza
sürüklemiştir. Rut'un arzusu yıkıcıdır.
Çünkü süper ego yani dinsel yasaklar ve
rahibilik yemini gibi toplumsal normlar
suçluluk duygusu üretir. Bu da onu hem
nesneye saldırmaya hem de daha acıklısı
kendini yok etmeye itar.
Bana iyi davranan bir tek sen.
Seninle hiç konuşmadım bile.
Evet konuştun. Yaşlı kadının ölümcül
kanamasını durdurduğumda bana minnettar
olduğunu söyledi.
Biden filmde Freud'un ego kavramını
temsil eder. Din dürtüsel olarak güçlü
ama bastırılmış değildir. Doğayla uyum
içinde arzularını yatsımayan ve
gerçekliğe karşı sağduyulu davranan bir
figürdür. ne mistik bir bağlanmaya
sahiptir ne de her şeyi inkar eden bir
nihilistir. Dağın fiziksel koşullarına,
yerel kültüre ve kadınların psikolojik
çözülmelerine gerçekçi davranır. Dinin
Rut'un ilgisine karşı koyması Frodan
anlamda egonun iyidi kontrol etme
çabasına denk gelir.
Ve o gün beni salonda gördüğünde şöyle
demişti.
Her ne dediysen bir anlamı yoktu. Film
boyunca ses etmeden oturan kutsal adamın
eylemsiz tavrı doğunun arzuyu yatsıyan
mistik bilinç yapısını temsil eder.
Kutsal adamın bu durumu süpergonun uç
noktasıdır. Arzuların tamamen terk
edildiği, hazdan tümüyle vazgeçilmiş bir
ruh durumudur. Freud'a göre bu tür bir
bastırma bireyin cinselliği tümüyle
inkar ederek içsel huzura ulaşması gibi
görünse de aslında bir tür arzu
ölümüdür. İnsanın kendini tüm arzulardan
arındırması esasında yaşama karşı pasif
bir intiharı seçmesi anlamına gelir.
Oysa Freud'a göre arzunun yokluğu ruhsal
sağlığın değil patolojik içe kapanmanın
göstergesidir. Arzu bastırılarak değil
yönlendirilerek ve dönüştürülerek
aşılır. Filmde bastırılmış arzular bir
kişide ölü gibi yaşamak olarak dışa
vururken diğerinde söz gelimi Rut'ta
patlama yaratır. Biri tamamen içe
kapanırken öteki dışa taşar. Sonuçta
ikisi de bir çeşit ölüm getirir. Freud'a
göre bastırma dediğimiz şey bireyin bazı
arzularını bilinç dışına itmesiyle
oluşur. Bu bastırılan enerji sembolik
yollardan geri döner. Filmde bu geri
dönüş özellikle Rot'un bedeninde görünür
hale gelir. Terlemeler, titremeler,
kıskançlık krizleri, gece
uykusuzlukları, bilinç bulanıklığı gibi
psikosomatik belirtiler gösterir. Rut'un
nihai çöküşü bastırılan cinselliğin
artık sembolik olarak değil de gerçek
eyleme dönüşmesiyle olur. Önce Klodah'ı
öldürmeye çalışır. Sonra kendini
uçurumdan aşağı atar. Bu kasıtlı olup
olmadığını bilmediğimiz intihar Freud'un
ölüm dürtüsü dediği Tanatos kuramıyla da
ilişkilendirilebilir.
Arzu nesnesine ulaşamayan birey ya onu
yok etmeyi ya da kendini yok ederek
çatışmayı sonlandırmayı seçer. Rut da
benzer şekilde içindeki çatışmayı
söndürmek, kutsal adam gibi
hareketsizliğe ulaşmak için kendi
varlığını ortadan kaldırmıştır.
Hoşça kal.
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder