Print Friendly and PDF

Abdurrahman Gubârî Hayatı Ve Eserleri

|

 


Hayatı

Abdurrahman Gubarî, XVI. yüzyılda yaşamış Nakşibendi şeyhlerinden ve bu yüzyılın şâir ve hattatlarındandır. Hayatının ilk devirleri hakkında çok kesin bilgiler yoksa da [1] pek çok kaynak onu günümüze taşıyacak önemli bilgiler ihtiva etmektedir.

Kaynaklara göre Gubârî’nin asıl adı Abdurrahman olup, babasının adı Abdullah’tır.[2] Doğum yeri hakkında kaynaklar farklı yerleri göstermektedir. Mesela Âşık Çelebi Hamîdeli,[3] Latifî Karaman’a mülhâk Larendeli,[4] Şemseddin Sâmi Karaman’a bağlı Aksaraylı[5] olduğunu söylerler. Beyânî,[6] Hasan Çelebi[7]ve Ahdî[8] ise Akşehirli olduğunu kaydederler.

Fakat Gubârî kendi eseri olan Kâbenâme’de[9]

Mekke şehri dilde çün berk eyledim

Akşehir’i ol zaman terk eyledim

Mevlidimdir gerçi ol şehr-i şerîf

Lâkin olmaz Mekke şehrine harîf

diyerek Akşehirli olduğunu bizzat kendisi söylemiştir.

İlk tahsilini Akşehir’de babasından görmüştür.[10] Daha sonra İstanbul’a gelerek zamanın meşhur müderrislerinden Kınalızâde Ali ve Müslim Çelebi’lerden ders almıştır.[11] Bir taraftan da Şeyh Hamdullah-zâde Mustafa Dede’den aklâm-ı sitte[12] adı verilen yazı türlerinden meşk etmiş, gubar yazı nevcinde gösterdiği kabiliyet kendisine büyük bir şöhret kazandırmıştır.[13] Şiirlerinde ve yazılarında Gubârî mahlasını kullanması da bu sebepledir.

Tahsilini tamamladıktan bir süre sonra medreselerde müderrislik etmişse de bu konuda kesin ve net bilgiler yoktur. 1534 yılında Kânûnî Sultân Süleymân’ın Irak seferine ordu kâtibi olarak katıldı.[14] Bu sefer esnasında “sor” redifli şu gazeli yazıp şuc ârâya gönderdi.

Ne bilür ışkı her Mecnûn sen ol ahvâli benden sor

Ne anlar kıssa-i Şîrîn ü Hüsrev kûhkenden sor

Görelüm ey sabâ bu şicr-i sihr-âmîze âlemde
Nazîr olur mı her bir şâir-i şîrîn-suhandan sor

Gubârî makdem-i şâhîden istersen haber almak

Gubâr ol yollar üstünde gelenden sor gidenden sor

gazelinin maktac beyitini gören Surûrî, Gubârî’ye tacnla şu cevabı göndermiş:

Bir iki türkî beyt ile gurûr itmek revâ mıdur

Sen insâf eylemezsen bâri bir ehl-i suhandan sor[15]

1535 yılında bu seferden dönen Gubârî, tasavvufa olan meyli dolayısıyla resmî hizmetten ayrılıp Nakşibendî şeyhi Ahmed Emir Buhârî zâviyesi postnişini Şeyh Abdullatif Efendi’ye intisâb eyleyerek, Şeyh Vefâ Tekkesi’nde seyr ü sülûkunu tamamladı.[16] Burada geçirdiği günlerini

Ser-i kûy-ı Vefâ’nın hâk-sârı

Ayaklar toprağı yani Gubârî[17]

beyitiyle anan şâir, bu sırada yazdığı ilâhi aşkı anlatan şiirleriyle şöhret buldu.

Gubârî burada tarîkat âdâbını öğrendikten sonra bir müddet Akşehir’de Sultan Abdullah Zaviyesi’nde Nakşî şeyhliği yaptı, daha sonra şeyhi Abdullatif Efendi’nin işâretiyle[18] 1537’de kara yolu ile yaya olarak hacca gitti. Orada uzunca bir süre mücâvir[19] olarak kalan Gubârî,[20] daha sonra Nişancı Ramazan Çelebi- zâde Mehmet Çelebi’nin himmetiyle surre eminliğine[21] getirildi.[22] İlk eserlerinden biri olan Kâbenâme’yi burada kaleme aldı. 1546’ya kadar Mekke’de dervişâne bir hayat süren Abdurrahmân Gubârî, buradan dostlarına yazdığı şiirlerinde de onlara her türlü gösterişten uzak durmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Bilhassa tarikat yoldaşı Molla Surûrî’nin dervişlik yolunda ilerlerken dünya makâmına dalarak, Şehzâde Sultan Mustafâ’ya hoca oluşunu şiddetli bir dille tenkîd ederek, şu beliğ şiiri

Ey sidre-nişîn-i carş-pervâz

Vey tâ':ir-i kuds-i câlem-i râz

beyitiyle başlayan beliğ şiirini göndermiştir. [23]

Surûrî Efendi de bunun üzerine Gubârî’ye nükteli bir cevap yazarak barıştıklarını göstermiştir.[24]

Gubârî, 1546’ya kadar Mekke’de kalarak dervişâne bir hayat sürmüştür. Bu sene içinde geri dönerken Kütahya’ya uğrayarak Kanûnî’nin burada sancak beyi olan küçük oğlu Şehzâde Bayezid’in hizmetine girmiştir. Önce kapı kullarına muallim tâyin edilen Gubârî, kısa sürede liyâkâtı ve kabiliyeti sebebiyle kendisini sevdirerek Şehzâde’nin büyük oğlu Orhan Çelebi’ye hoca tâyin edilmiştir. Böyle bir vazifeyi kabul edişi zamanın ulemâsı tarafından alay konusu olmuş, daha önce tenkîd ettiği Sûrûrî tarafından tenkîde uğramıştır. Âşık Çelebi, Surûrî ile Gubârî’nin bu konuda şöyle bir farkları olduğunu söyler ki; Sûrûrî padişahın emri ile bu göreve gelmişken, Gûbârî kendi isteği ile gelmişti.[25] Diğer taraftan Gubârî bu vazife dolayısıyla kendini sevdirme imkanı bulmuş, Kânûnî’nin gözüne girerek onun emriyle 1551 (959) yılında en önemli eseri[26] olan Şâhnâme’yi yazmaya başlamıştır. Fakat o esnada Şehzâde Bayezid ile Şehzâde Selim arasında ilk önce sancaklarının değişmesi sebebiyle başlayan daha sonra şiddetlenerek Konya Ovası’nda askeri bir çatışmaya dönüşen münâferet hâdisesinde Şehzâde Bayezid’in mağlub olarak İran’a kaçması üzerine onun adamıdır diye tevkif olunarak Yenihisar’a hapsedilmiştir.[27]

Bir müddet sonra Ferhad Paşa ve Abdurrahman Çelebi’nin yardımıyla serbest bırakılan Gubârî, Yenihisar’da hapiste iken İran şâirlerinden Fettâhî’nin Şebistân-ı Hayal adlı eserine nazîre yazmaya başlamıştır. Yenihisar’dan tahliye olunduktan sonra bir süre açıkta kalan Gubârî, daha sonra bazı dostlarının tavsiyesiyle Kânûnî tarafından 1562’de Mahmil kadılığı göreviyle tekrar Mekke’ye gönderilmiştir.[28] Burada bir taraftan resmî vazîfesi olan kadılık hizmetini götürürken bir taraftan da eserlerini tamamlamaya çalışıyordu. Diğer taraftan Kanûnî’nin Haremeyn’i tamiri sırasında onun adına yaptırdığı Nakşibendiyye zâviyesinde halkı irşâdla meşgul oluyordu. 974(1566) yılında ölerek Mekke’nin meşhûr mezarlıklarından Cennetü’l-Mualla’da Ebtah mevkiine gömülmüştür. Gubârî’nin mezarını bir ziyâret yeri olarak tavsîf eden Evliyâ Çelebi, onun Mekke mollalığı yaptığı sırada öldüğünü söyleyerek son görevinin Mekke mollalığı olduğunu tespit etmiştir.[29] Fakat diğer kaynaklar onun son vazîfesinin Mahmil Kadısı olduğunu kaydederler.[30]

İlmî ve Edebî Şahsiyeti

Tezkireciler Gubârî’nin usta bir şâir olduğu hususunda birleşirler.[31] Gubârî, Türkçe ve Farsça eserler vermiş bir şâirdir.[32] Farîsî dilinde “malumatı hûb ve eşcâr-ı mahabbet -işcârı ser-â-ser merğûb ve tabc-ı şerifi rûz u şeb semt-i şicre râgıb ve zurafâ- yı cihân içre mahbûb-ı musâhabeti ve âdâb-ı sohbeti ve şöhret-i zâtı eşcârma gâlib” olarak tavsîf edilir.[33]

“Hakka budur ki ol nîkû-halef bakıyye-i şucarâ-yı selefdür”.[34] Mutasavvıf bir şâirdir. Eserlerinde dinî ve tasavvûfi konuları işlemiştir.[35] Hasan Çelebi Tezkîresi’’ nde onun

Gafil olma gözün aç c âlem-i kübrâsın sen Sidre vü levh u kalem carş-ı mucallâsın sen

beyitiyle başlayan terci-i bendiyle şâirler arasında şöhret bulduğu, hüneriyle de beğenildiği kaydedilmektedir.35 [36] Bu eseriyle devrinde pek çok şâiri etkilediği gibi etkisi kendinden sonra Şeyh Galip’e kadar da sürmüştür.

Abdurrâhmân Gubârî kuvvetli bir şâir olup nazmının halâveti ve şiirlerinin belâgatı ile herkesçe bilinmektedir. Vefâ’da iken söylediği

Ser-i kûy-ı Vefâ’nın hâk-sârı

Ayaklar toprağı miskin Gubârî

37 beyti onun yumuşak yaratılışını göstermektedir.[37]

Beyânî, Tezkîresi’’ nde ise onun kendini beğenen, kendini fazlaca metheden bir kişi olduğunu kaydeder.[38]

Ey Gubârî senin eşcânna hîç Kimse bir zerrece toz konduramaz

Meger ol kâtib-i müstaccil kim

Ta kuruyunca mürekkeb turamaz

beyitleri herkese duyurmuş olduğu fahriye-i şâirânesindendir.[39]Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm’da bu beyitlerin Gubârî adındaki bir başka şâire ait olduğunu söylerse de Âşık Çelebi, Beyânî, Gelibolulu Âli ‘de kayıtlı olan bilgilere göre bu beyitler de Abdurrâhman Gubârî’nindir.

Kânûnî Sultân Süleymân devrinde kâtiplik hizmeti ile Irakeyn seferine katılan Abdurrâhmân Gubârî orada inşâ eyleyip Rûm’a gönderdiği manzumesiyle meşhûr olmuştur.

sor redifli bu manzumenin bilhassa

Gubârî makdem-i şâhiden istersen haber almak

Gubâr ol yollar üstünde gelenden şor gidenden şor[40]

beyiti meşhûr olmuş, Gelibolulu şâir Surûrî, buna bir nazîre söylemiştir.

Abdurrahmân Gubârî, oldukça velûd bir şâir olup düşünce terazisinde tartarak yazdığı şiirleriyle manzum bir eser oluşturmuştur.[41] Ünlü şâirin

Nakş iden hakk-ı hilâli tâk-ı mînâ üstüne

Görmedüm ebrû ben ol ebrû-yı garrâ üstüne

Yâ kaşın râdur kamer altında ey mâhım benim

Nûndur yâhud yazılmış nûr-i zibâ üstüne

Kâtib-i kudret kitâb-ı hüsnün içre kaşını

Rây-ı garrâdır ki yazmış cayn-i rac nâ üstüne

beyitleriyle başlayan gazeli meşhur olmuş ve pek çok şâir nazîre söylemiştir.[42]

Abdurrâhman Gubârî Yenihisar’dan tahliye olduktan sonra bir süre açıkta kalmış daha sonra halini padişâha arz etmiştir. Bu dilekçesinde

Şimdi bildüm kim imiş Mahmil’e kâdî olsun

mısracmı söylemiştir.Daha sonra kazasker eliyle bu göreve getirildiği kendisine haber verildiğinde

Şöyle hizmet ideyin kâfile râzı olsun

mısracmı söyleyerek şiir söylemedeki ustalığını ortaya koymuştur.[43] [44]

Gubârî’nin şiirdeki ustalığını gösteren beyitlerinden birisi de

Ey Gubârî mey-i nâb olmayıcak işte ğubâr

Şu bulunmazsa zarûretde teyemmüm cfriz'1'1

beyitidir.

Abdurrâhman Gubârî’nin şâirliğinin yanısıra hattatlığı da dikkat çekmektedir. Osmanlı hattatlarının pîri sayılan Şeyh Hamdullah’ın oğlu Mustafa Dede’den yazı meşk eden Gubârî, ”gubârî” adı verilen yazıdaki ustalığıyla tanınmaktadır.

Abdurrâhman Gubârî, şiirlerinin yanında musîkî ile de ilgileniyordu. Nevâ-yı uşşak ve rast makamında kendini geliştirmiştir. [45]

Eserleri

3.a) Şahnâme : Abdurrâhmân Gubârî’nin bu eseri Süleymannâme adıyla da bilinen Kânûnî’nin isteği üzerine 959 (1551) yılında kaleme alınan Farsça manzum bir eserdir. Eser Firdevsi-i Tusî’nin Şehnâme’sine nazîre sayılmaktadır. Eserde Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve İran seferleriyle, Gubârî’nin bizzat şâhit olduğu Kanûnî Sultan Süleyman devrinin ilk yılları anlatılmaktadır. Eser bir methiye özelliği taşımakta Kanûnî methinde birçok şiir bulunmaktadır. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi, Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 764’te kayıtlı bir nüshası ve Manisa Genel Kütüphânesi, Murâdiye, nr. 1346’da kayıtlı eksik bir nüshası bulunmaktadır.

Manisa Genel Kütüphanesi’ndeki nüshanın dış kısmı 254 x 168; iç kısmı 172 x 102 ebadında olup 150 varaklıdır. Her sâhifede 15 beyit vardır. Yazı çeşidi nesih olup kağıdı aharlı adi kağıt, cildi kenarları zırhlı meşin ve ebru kağıt kaplı mıkleplidir.

3.b) cbenâme : Gubârî’nin Mekke’de ilk ikâmeti esnâsında yazmaya başladığı bu eseri 963 (1556)’da tamamlanmıştır. Eser Kânûnî’nin Haremeyn’de yaptırdığı tamirat, vakıf ve hayratla, Osmanlılar tarafından Harem-i Şerif’e yaptırılan tesislerden bahseder. Bunların dışında hac farizâsı ve Harem-i Şerif’in kudsiyetini de anlatan bir eserdir.Eser padişaha ithâf edilmiştir.

Eser aruzun Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezninde yazılmış olup, beyit sayısı 3213’tür.

Kabenâme, şâirin şiir söylemedeki ustalığının görüldüğü, kendi hayatını da aydınlatmaya yardımcı olan, bu isimle yazılmış tek eserdir.[46]

Eserin iki nüshası vardır. Tam nüshası Üsküdar-Selim Ağa Kütüphânesi, Kemankeş Emir Hoca Kitapları, no. 223’de kayıtlıdır.Eksik bir nüshası da Manisa Genel Kütüphânesi, Çeşnigir Kitapları, no. 4952’de kayıtlıdır.

Eser üzerinde yapılmış iki çalışmadan birincisi Özay Karadağ’ın hazırlamış olduğu yüksek lisans tezidir. Abdurrahman Gubârî ve Kacbenâmesi (Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü). Diğer bir çalışma ise Nuray Şimşek tarafından hazırlanmış olan yüksek lisans çalışmasıdır. Abdurrahman Gubârî ve Kacbenâmesi (MÜSBE).

3.c) Şebistân-ı Hayal : Tasavvûfî aşkı anlatan bir mesnevî olup İran şâirlerinden Fettâhi-i Nisâbûrî’nin aynı isimdeki mesnevîsine nazîre olarak yazılmıştır. Gubârî bu eseri 1561 (969)‘da Şehzâde Bayezid vakıasından dolayı Yenihisar’da mahpus bulunduğu sırada yazmaya başlamış 1562 (970)’de Mekke’de tamamlamıştır.

Eserin iki nüshası mevcuttur. Süleymâniye, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3830’da kayıtlı nüsha ile Manisa İl Halk Kütüphânesi, Murâdiye, nr. 2715’de kayıtlı birer nüshası vardır. Manisa nüshası münaca’at, na3t ve Kânûnî’ye ithaf edilen bir kasîde ile başlar. Bundan sonra tasavvûfî remizlerle, aşk ve âşık gibi bazı kelimelerdeki harflerin taşıdığı tasavvûfî manaları îzâh eden eserde hece sırasıyla devam eden birçok tasavvûfî şiir yer almaktadır. Dış kısmı 220 x 147, iç kısmı 172 x 90 ebadında 34 varaktan mürekkep olan eserin yazısı sülüs, cildi ebru kağıt kaplıdır. Kenarları meşin zırhlı ve mıkleplidir. Müellifin rivâyetine göre 800 beyitten oluşmuştur.

3.d) Yusuf u Züleyha : II.Selim’e ithâf olunan bu eser Gubârî’nin son eseridir. İranlı şâir Abdurrâhmân Câmi ve Türk şâirlerinden Hamdî’nin aynı adı taşıyan eserlerine nazîre olarak yazılmıştır. Şâir bu müelliflerin konuyu geniş tutup onu esas mahiyetinden uzaklaştırdıklarını, kendisinin ise eserini Kur’an’daki Yusuf Sûresi’ne sâdık kalarak yazdığını bildirir. Gubârî Türkçe olan bu mesneviyi 1566 (974)’de tamamlamıştır. Eser 2044 beyittir.

Eserin tek nüshası Manisa Genel Kütüphânesi, Murâdiye. nr. 1215/5 ‘de kayıtlıdır. 203 x 140 ebadındaki bu nüsha 74 varaklı olup her sahifesinde 15 satır vardır. Cilt itibarıyla kenarları zırhlı meşin, mukavva adi cilt ve mıkleplidir.

3.e)                    Menâsik-i Hac : Tez konumuz olan bu eser hakkında ayrıntılı bilgi II.Bölüm’de verilmiştir.

Abdurrahman Gubârî’nin bunlardan başka Mesâhatnâme adlı bir eseri kaydedilmektedir.[47] Mekke’deki bazı eserlerin inşâ tarihi ve bunların mimârî ölçüleri hakkında bilgi veren bu eser müstakil bir eser olmayıp, Menâsik-i Hac adlı eserin içinde yer alan mensur bir risâledir. Eserin ayrıca Süleymâniye Kütüphanesi’nde de bir nüshası vardır.

Abdurrâhmân Gubârî’nin bunlardan başka Gazavât-ı Midilli adlı târihî bir eseri olduğu da kaydedilmektedir.[48] Fakat bazı kaynaklar bu eserin Gubârî’ye ait olmadığı bilgisini vermektedir.[49] Yine Bursalı Mehmet Tâhir, Gubârî’nin Tercüme-i Târih-i Cennâbî adlı bir eseri olduğunu kaydeder ki,[50] Gubârî, 974(1566) yılında vefat ettiğine göre 588’de tamamlanıp III.Murad’a ithâf edilen bu eserin ona ait olması mümkün değildir.

Kaynak: T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüilâhiyat Ana Bilim Dalı İslâm Tarihi Ve Sanatları Bilim Dalı Abdurrahman Gubârî’nin Hayatı Eserleri Ve Menâsik-İ Hac Adlı Eseri (Edisyon Kritik) Yüksek Lisans Tezi Âmine Gül



[1] İsmet Parmaksızoğlu, ”Abdurrahman Gubarî’nin Hayatı ve Eserleri”, TD, sy. 2 (1950), s. 348.

[2] İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m, s. 347; Bursalı Mehmet Tahir, ”Gubârî (Abdurrahman bin Abdullah)”, Türk Yurdu Dergisi, Yıl 3, sy. 51(Ekim 1913), s. 55.

[3] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, (nşr. G. M. Merdith Qwens), Londra 1971, vr. 285a.

[4] Latifî, Tezkire, İstanbul 1314, s. .252.

[5] Şemseddi Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm, İstanbul 1314, V, 3256.

[6] Beyânî Mustafa bin Cârullâh, Tezkiretü’ş-şuara (haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1997, s. 191. (Bundan sonraki dipnotlarda Beyânî olarak belirtilecektir.)

[7] Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuara (haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1981, s. 712. (Bundan sonraki dipnotlarda Kınalızâde olarak belirtilecektir.)

[8] Süleyman Solmaz, Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı, Ankara 2005, s. 451.

[9] Ali Alparslan, ”Gubârî,Abdurrahman”, DİA, XIV, 168.

[10] Kınalızâde, Tezkire, s. 712.

[11] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 285a; Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı(haz. Mustafa İsen), Ankara 1994, s. 229.

[12] aklâm-ı sitte: Eskiden altı türlü olarak kabul edilen yazı.

[13] Müstakimzâde Süleyman Sâdüddin Efendi, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s. 354.

[14] Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 229; Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1342, III, s. 112.

[15] Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 229; Kınalızâde, Tezkire, s. 714.

[16] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 285a; Kınalızâde, Tezkire, s. 712; Beyânî, Tezkire, s. 191; Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm, s. 3256.

[17] Latîfî,  Tezkire, s. 253;       Beyânî,    Tekire,    s. 191;   Kınalızâde,   Tezkire,   s. 712;   Âşık   Çelebi,

Meşâirü’ş-şuarâ , vr. 285a.

[18] Ali Alparslan, “Gubârî,Abdurrahman”, DİA, XIV, 168.

[19] mücâvir: Yurdunu ve diyârını terk ederek zamânını Harameyn-i Şerifeyn’de ibâdetle geçiren kimse.

[20] Âşık Çelebi, a.g.e., vr. 285b; Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm, s. 3256; Beyânî, Tezkire, s. 191; Kınalızâde, Tezkire, s. 713; Bursalı Mehmet Tâhir , Osmanlı Müellifleri, s. 112.

[21] surre emini: Hac zamanlarında pâdişâh tarafından Mekke’ye ve Medine’ye gönderilen parayla ilgili vazifelendirilen kimse.

[22] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 285b; Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 247.

[23] Âşık Çelebi, a.g.e., vr. 285b ; Kınalızâde, Tezkire, s. 713; Beyânî, Tezkire, s. 191; Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 229.

[24] Gelibolulu Âli, Künhü’l- Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 230.

[25] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ , vr. 286a.

[26] İsmet Parmaksızoğlu, “Abdurrahman Gubarî’nin Hayatı ve Eserleri”, TD, sy. 2 (1950), s. 349.

[27] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 286a; Gelibolulu Âli, s. 247; Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm, s. 3256; Kınalızâde, Tezkire, s. 715; Beyânî, Tezkire, s. 192.

[28] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ , vr. 286b.

[29] Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul 1935, IX, 791.

[30] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ , vr. 286b; Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-Âlâm, s. 3256; Kınalızâde, Tezkire, s. 716.

[31] Haluk İpekten, Tezkîrelere Göre Dîvan Edebiyatı’nda İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s.162.

[32] Özay Karadağ, Abdurrahman Gubârî ve Kâbenâmesi( yüksek lisans tezi, Cumhuriyet Ünv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 1999), s. 3.

[33] Süleyman Solmaz, Ahdî ve Gülşen-i Şu aâs,., s. 452.

[34] Süleyman Solmaz, a.g.e. , s. 452.

[35] Özay Karadağ, Abdurrahman Gubârî ve Kâbenâmesi, s. 3.

[36] Kınalızâde, Tezkire, s. 712.

[37] Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 247.

[38] Beyânî, Tezkire, s. 192.

[39] Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, s. 113; Bu beyitler Âşık Çelebi, Gelibolulu Âli, Şemseddin Sâmi’de şu şekildedir:

Ey Gubârî bu cihan içre benim

Kimse eşcânma toz konduramaz

Meger ol kâtib-i müstac cel kim
Hatt-i şic rim kuruyunca turamaz

[40] Bursalı Mehmet Tâhir, a.g.e., s.113.

[41] Kınalızâde, Tezkire, s. 716.

[42] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 286a.

[43] Kınalızâde, Tezkire, s. 715,716; Gelibolulu Âli, Künhü2l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 248.

[44] Gelibolulu Âli, a.g.e., s. 247; Bu beyitin ikinci mısra'ı Âşık Çelebi’de “Çün bulursan şu bulunmazsa teyemmüm câ3 iz” şeklindedir.

[45] Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr . 285a; Kınalızâde, Tezkire, s. 712.

[46] Özay Karadağ, Abdurrahman Gubârî ve Kâbenâmesi, s. 4.

[47] Ali Alparslan, ”Gubârî,Abdurrahman”, DİA, XIV, 169.

[48] Âmil Çelebioğlu, Kanûni Sultân Süleymân Devri Türk Edebiyâtı, İstanbul 1994, s. 89.

[49] Ali Alparslan, ”Gubârî,Abdurrahman”, DİA , XIV, 169.

[50] Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri, s. 114.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar