CİN
| |
Hzl: Şahap Nazmi
COŞKUNLAR
Sosyoloji
ve Etimoloji üzerindeki sekiz, on önemli eseriyle dünya çapında şöhret kazanan
Londra Üniversitesi Cemiyet İlimleri Profesörü Filozof Edward Westermarck’ın
«İslâm Medeniyetinde eski putperestlik, cahiliyet devrinden sızıp yaşayagelen
inançlar» mealindeki kitabının «Cin» ve «Nazar Değmesi» kısımları birer broşür
halinde basılabilmiştir.
★
En
büyük mürşid’in, yol gösteren’in ilim olduğu anlaşılmadığı sürece bütün İslâm
âlemi ayakaltında kalmıştı. Şimdi müsbet ilim kafasını işleten bütün İslâm
memleketleri sür’atle ilerlemeye başladılar.
★
1962
yılı fikri, İçtimaî, ahlâkî, İktisadî kalkınmanın yeni ve verimli, plânlı,
sebatlı bir hamle başı olmasını yürekten dileyelim.
1/1/1962 Ş. N. C.
Müellifin en mühim eserlerinden ikisi :
Westermarck,
Edvard Alexander (1862 - 1939).
The
origin and development of the Moral ideas, by Edward Westermarck. 2 ed. London,
Macmillan and, C., lknted; 1924 — 26. 2 V. 23 cm.
Westermarck,
Edward Alexander, (1862 - 1939).
Pagan
Survivais in Mohammedan civilisation by Edward Westermarck... London Macmillan
and co., limted 1933. VIII, 190. P. illus 22 cm.
Bütün Müslümanlarda pek umumî ve göze çarpan; bir duygu vardır ki o
da « Cin korkusu» dur.
İtikadlarınca cin, insandan
evvel yaratılmış, göze görünmez bir cins mahlûktur. Fas sultanlığı adiyle
tanınmış olan Marok ülkesinde cin dedikleri şey hakkında ne düşünüldüğünü,
neler öğrendiğimi hulâsa, özet olarak anlatacağım:
Cin esasen topluluk bildiren
isimlerden ise de Fas’ta Arapça çoğul olan «cünun» sözü tekil olarak
kullanılıyor. «Fas’ta Âyin ve İtikat»
(Ritual and Belief in Marocco) kitabımda göstermiştim ki Fas (cünun) u Doğu
cinlerine köklerin (esasların) hepsinde ve dal budağın (teferruatın) birçoğunda
benzemektedir.
Cinlerin asıl vatanları tam manasıyla
yer altıdır; fakat onlar hiçbir yere bağlı değildirler, ille yer güzüne çıkmayı
pek severler, orada insanlarla münasebet te bulunurlar ve kendilerini onlara
pek çok şekillerde gösterirler. En çok insan suretinde görünürler. Halk
arasında, meselâ çarşıda, insan kıyafetine girmiş pek çok cinler vardır. Birçok
adamlar bilmeyerek yanlışlıkla bir, (cinniyye), yani cin 'karısı' ile
evlenebilirler! Bu kadın bir müddet için ona karşı çok iyi eş olabilir, hattâ
ona servet -kazandırır; fakat nihayeti ergeç onu ya öldürür ya delirtir, aklını
kaybettirir.
Cin kadın umumiyetle kocasından
başkasına görünmez bununla beraber ben bunlardan bir tanesini gördüm: Bir
Bedevi köyünün öğretmeninin karısı bana geldi, kocasının döğdüğünden şikâyet
etti. Bundan dolayı o adamı tekdir ediyordum. Adam pek ciddî bir tavırla bana
eğildi, fısıldar bir sesle şöyle dedi: Bana darılmayın; o, kadın değildir, (cinniye)
dir!
Pek
sık olarak cinler hayvan şeklinde görünürler. Keçi, eşek, deve, .kedi, köpek,
kaplumbağa, kurbağa, yılan ye daha birçok diğer hayvanlar şeklinde... .Eğer
bir Faslı- gece vakti kazarâ bir kediye vuracak olursa bu kedinin hemen bir
başka mahlûk şekline gireceğinden şüphelenir. Bu sebepten dolayı karanlıkta bir
köpeğe taş atmak tehlikelidir. İlle çarşıda güneş doğmadan evvel birçok
emlerin' köpek şekline girip orada toplandıklarını herkes bilir. ,
Cinler her ne kadar görülemezse
- de birçok hallerde sesleri işitilebilir. Varlıkları garip, âdete uymayan,
uğursuz ve tehlikeli bir takım hâdiselerle meydana çıkar. Kum ve tozları direk
gibi (sütun şeklinde) kaldıran kasırgaların sebebi bir cindir. Akan yıldızlar
(şihab) lar gökteki bir nöbetçinin cinlere attığı ok’ tur; çünkü cinler kötü
insanlara yardım maksadıyla oralara sokulup meleklerin: konuştukları şeyleri
dinlemek ve büyücülere lâzım olan-gizli sırları çalmak isterler.
Karanlıkta birisinin ayağı bir
şeye dokunursa hiç kimse şüphe etmez ki bir (cin) e çarpmış olmasın, .Birisi
uyurken dişlerini ; gıcırdattı mı belli ki cinler onunla temasa geçmiştir.:
Birisi çok yiyip te hâlâ doymaksa muhakkak vücudunda bir cin vardır ve yediğinin
bir kısmını yutmaktadır.
Cinlerin kendilerini en çok gösterdikleri saha sağlık alanıdır. Bilhassa
âni olan rahatsızlıklara ihtilâclâra, sara nöbetlerine ve inmeli (felçli) lere,
româtizma ve sinir ıstıraplarına ve delilik nöbetlerine onlar sebep olur;
kolera ve çiçek gibi salgın hastalıkları da yaparlar. Bütün
bu hallerde cin, arzusunu ya şikârının, avının, vücuduna girerek, yahut
dışardan çarparak, bazan da, salgın hastalıklar da okla vurarak yerine getirir,
Bazı vakalar sadece, cin'in.
vücuduna, delâlet ettiği halde, diğer bazıları da vardır ki yolsuz ve uğursuz
halleriyle ânı ve korkunç çarpmalara, sadmelere -sebep olur. Meselâ birisi
yemekten evvel Bismilllâh (Allahın adiyle) demeyi ihmal ederse cinler ve
şeytanlar onunla beraber yer.
Eğer gece aynaya bakarsanız bir
cingözünüze girebilir, gözü iltihaplandırır, ağrıtır. Hiddetlenen veya bir
şeyden fazla korkan şahıs cin tarafından çarpılmağa daha ziyade maruz kalır,
işte bundan dolayı uyuyanı birden bire uyandırmak fenadır. Yavaşça, nazikçe,
küçük parmağının ucuyla veya avuç içi
ile dokunmalı ve (Elhamdülillah) cümlesini zikretmelidir; böyle olmazsa tehlikeli
bir korkuya çarpılabilir. ,
Bazı sınıf insanlar cinlerin
hücumuna daha ziyade uğrarlar. Yeni doğmuş çocuklar ve loğusa kadınlar büyük bir
tehlike içindedir. Gelinler, güveyler de öyledir. Bazı (cinniyye) ler çocukları
diğer bir çocukla değiştirmeğe gelir. Diğer bâs, cinin bilhassa gelinleri
kaçırmak ihtisasıyla tanındığını söylerler. Zenciler, büyücüler, caniler, ve
kasaplar cünun tarafından bir düzüye yoklanır. Câniler ve kasaplar döktükleri
kan dolayısıyla... Zira kan her şeyden ziyade cin getirir.
Hayvanlardan, ağaçlardan başka
cinlerle münasebette olan birçok yerler vardır. Birçok mağaralarla, su
membaları cinlerin tanınmış olan durak yerleridir. Zaten her su az çok telkin
değildir. Ateşleri, ocakları ziyaret ederler., Eğer birisi başını ocağa yakın
bir yere koyup uyursa cin çarpmasına maruz -kalması pek muhtemeldir.
Evde cinin çok uğradığı yer
eşiktir. Hiç kimse eşiğe oturtmağa izinli değildir. Çünkü oturanların ya
kendisi hastalanır yahut ev halicinin ve o eşiğin üzerinden geçirilen gelinin
başına belâlar gelir. Ev Efendileri, sahipleri denilen cinler daimî surette
eşik üzerinden girip çıkarlar. Her evin, hattâ her yerin cinden bir sahibi
vardır., Bunlar iyi iseler ev halkı mes'ut olur; fena iseler her nevi felâkete
uğrayacaklar ve çok geçmeden öleceklerdir.
Bazı evler öyle bir derecede
cinlenmiştir ki orada kimse oturtmağa- cesaret edemez.
Yeryüzünde cinlerin en çok
miktarda oldukları ve faal bulundukları zaman «Vakti asır», ikindi namazından
sonraki vakittir. Günün bu saati onların sabahlarıdır, yani ayağa Kalktıkları
zamanlarıdır. Bu sırada birçok hareketlerden çekinilecek veya mahsus ihtiyatlı
hareket edilecektir. Kaç defa (Vakti asır) ikindi
vakti girdiği için cinler hakkındaki konuşmalarımı der hal kesmeğe mecbur
olmuştum.
Bir gün yerli kâtibimle bu
mevzu üzerinde konuşurken biraz gecikmiştik; kâtip çok endişe ile
rahatsızlandı. Ve bu rahatsızlık, hizmetçinin yeni boşalan çay bardağını
kırmasına kadar devam etti! Hizmetçi bu suretle kendi tabirince (felâket) in
önüne geçmişti!
Bu adamların şahıslarına,
mallarına hu kadar fena- ve tehlikeli olan cinlere karşı kendilerini muhafaza
etmek için ellerinden geleni yapacakları gayet tabiîdir. Şu veya bu tarzda
birçok araçlar keşfetmişlerdir ki bunlar la bu görünmez mahlûklar kendilerinden
uzak tutulmuştur. Bu araç (vasıta) ları bu amaç (Hedef) için kullanmakta
bükmüyorlar.
«Cünun» (Cinler) karanlığı
sever ve ziyadan korkar. O halde loğusa kadından, yeni doğan çocuktan,
gelinden, güveyden, henüz gömülmemiş cenazelerden., .onları uzaklaştırmak için
kandil yakmak bir vasıtadır ve çaredir. Tuz dan nefret ederler; onun için
sayısız denecek kadar çok vesilelerle
tuz, cinlerden koruyan bir vasıta olarak, kullanılır. Demirden, bilhassa
çelikten korkarlar. Katran ve barut, kokusundan kaçarlar. Katran yalnız onların
tecavüzüne karşı bir koruma-vasıtası (vaaki) koruyucu olarak değil çok defa
cinlerin yaptıkları hastalıkların tedavisi .-için (şâfi) olarak da
;-kullanılır. Cinlerin barut kokusundan korkmaları, -mağrib (Fas Emirliği ve
havalisi) yerli düğünlerinin en aşikâr hususiyetini gösterir, pek göze çarpan
bir vasıfları olan, ardı arası kesilmeksizin silâh atma
âdetlerinin membaını - büyük ölçüde aydınlatır. (Güneydoğu düğünlerinde de
çoktur.) Fakat tüfek, gürültüsü aynı zamanda insanı sağırlaştıran sert çalgıları
ve kadınların kulağı delen gürültüleri cinsinden bir maksada da hizmet 'eder.
Cinlerin boğulmalarının veya uzaklarda
kalmalarının temini için bir takım, maddeler kullanılır:
Şap, kenevir, sedef çiçeği. (Rue, biberiyeden kokulu bir ot. Römarin, Rosmary), kişniş
tohumu, ödağacı, Gum, ac, aselbend, Benzoin,. kına vesaire.... .
Bu- maddelere, bir kısmının
kendi tad ve kokularının veya dumanlarının sertliğin den, bir kısmının da onlara
atfolunan tabiat, dışındaki özelliklerinden dolayı faydalanmak, için müracaat olunur,
Tuzun hususiyeti yalnız keskin çeşnisinden dolayı değil
kuvvetten düşmeyi tanzim eder esrarlı bir özelliği olduğundandır,:
Demirin dünyanın başka birçok
memleketlerinde ki ruhlara olduğu gibi cinlere de korku verdiğine bakılırsa bu
ruhların esasen eski taş devrikle ait bulunduğunu, yeni madenin onlara kin ve
nefrete lâyık müzir bir şey göründüğünü, Taylor la beraber, kabul etmeğe ciddî
sebepler mevcut, olduğu görülür.
İnsanları
tehdit eden cinlere karşı koruyucu veya onları uzlaştırıcı çarelerin
hiçbirisine Kur’an’ın mukaddes kelime ve ayetleri kadar tesirli nazariyle bakılmaz. Öyle cinler var
ki, tuzdan .da çelikten, de korkmazlar,; fakat hepsi mukaddes kelimeden
korkarlar.
Bir istisnası, var Cinci hocaları, kâtipleri
. '(Scribe). Bunlar dindar, halim, selim
mahlûklardır,.. İnsana en küçük bir
fenalık , yapmayı düşünmezler.
Cinlerin
zararlarını önlemek için nihayet pek umumî surette; tatibik edilen usul
(kurban) usulüdür.
Bir ev yapıldığı, yeni bir çadır kurulduğu,
yahut eski, yer değiştirildiği, bir kuyu kazıldığı zamanlarda yapılan (âyin)
lere ait birçok misaller, zikredebilirim. Bu kurban en çok bir belânın
kaldırılması maksadını güder (istihdaf eder), fakat bir
kısmı hediyedir, yâni cinlere yemek ziyafeti demektir. Bir vücuda girmiş olan,
(cin ,tutmuş insanların vücudundan) cini sürüp çıkarmak için de ekseriya
kurbanlara ve hediyelere baş vururlar.
***
İnsanlarla cinler arasındaki
münasebetlerin daima böyle hoşa gitmeyen bir tarzda olduğu ve insanların
bunları daima uzakta bulundurmak veya kaçırmak meylinde olacakları zannedilirse
aldanılır. Birçok durumlar olur ki
tersine olarak insanlar onları çağırırlar ve yardıma davet ederler. Onlardan
bir hırsızlığın failini ye istikbalin nasıl olacağını öğretmelerini beklerler
gizli hâzineleri keşfetmelerini isterler. Sihirbazlığa ait bazı teşebbüslerde
onları celbederler. Bu işin tekniğini,
usul ve kaidesini bilen bir yazıcıya ihtiyaç vardır. O da daha kendini bilmemiş
(baliğ, ergin olmamış) bir erkek çocuğun iştirakine lüzum gösterir.
Bir defa Fas’ta hırsızlığın vukubulduğu bir mahalde bu
ameliye yapılmıştı: Yazıcı, çocuğun sağ elini yıkıyor, sonra içinde beyaz ve
siyah aselbend yanan bir mangalın üzerine uzatıyor ve açık avucunun ortasına
biraz siyah mağrip (Fas ve dolayları) mürekkebi döküyor. Bundan sonra gene sağ
eliyle çocuğun alnına dokunuyor mürekkebe gözlerini dikmesini tembih ediyor ve
sihirli söz makamımda Kur’an’dan ezber bir parça okuyor, sonra soruyor :
—Bir şey görüyor musun?
Eğer cevap menfi «Olumsuz» ise okumağa tekrar başlıyor ve
çocuk «görüyorum» deyinceye kadar bu ameliyeyi takibediyor ;
— Ne
görüyorsun?
— Bir takım
adamlar...
— Onlara söyle
ki bize silâhlı kuvvet lâzım!
Çocuk dediği gibi söylüyor ve atlı bir takım askerler mürekkebin
içinde görünüyor!
— Onlardan rica
et, hırsızı getirsinler!...
Çocuk söylüyor ve eğer gözünün önüne getirilen hırsızı tanırsa adını kâtibe söylüyor . Kâtip
çocuğa avucundaki mürekkebi hokkaya' döktürüyor ve bulaşığı kalmasın diye
çocuğun avucunu kendisi dikkatle yalıyor. Eğer çocuk mürekkepte görünen hırsızı
tanımazsa kâtip gördüğünün eşkâlini soruyor. (Bu, yüksek sesle olmamalıdır) ve
eşkâli, çalınan şeyin sahibine bildiriyor; o halde şimdi ikiden biri: Ya mal
sahibi yapılan tarife göre hırsızı tanır; o zaman ameliyat bitmiştir.
Yahut da tanımaz. Bu takdirde kâtip cin lisanından birkaç
kelime ile Kur'andan bir parça demek olan bir büyü (sihir, tılsım) yazar. Bu
büyü kutu, taş gibi ağırca bir şeyin altına konur. Bu tedbir, çalman şey nerede
ise orada sabit kalmasını temin edecektir. Sonra kâtip mal sahibine ilk
kurulacak muayyen bir pazar yerine gitmesini söylüyor. Mal sahibi orada çalman
şeyi veya bir kısmını bulacaktır. Yazıcı bir başka tılsım (büyü) daha yazar;
bununla bazı cinleri teşvik eder ki çalan adamı kandırsınlar ve o şeyi satmak
için o günlerde pazara götürmeğe sevketsinler... İşte bu, insanların arzularını
yaptırmak için cinleri çağırıp kullandıklarına bir misaldir ve bütün geçmiş
Evliyaların emirlerini icra edecek ve keramet göstermelerine yardım edecek müslüman
cinlerden muntazam çalışan emirerleri, hizmetçileri vardır.
Sh:1- 9
Din tarihi yazanlar umumiyetle
dinî hâdiseleri çok dar kalıplara dökmek hatasına düşüyorlar, «Atalara tapma»
mezhebine mi totemciliğe mi ait olduğu karıştırılıyor. Cin mefhumu büyük bir
ölçüde genişlemeğe meyleder. Cin fikri insanlara bilhassa korku telkin eden
sebepler yüzünden garip ve esrarlı hâdiseleri izah için icad edilmiştir.
Cinlerin bilhassa temas ettiği
yerlerin aynı zamanda vahşî hayvanlara da en çok uğradığı yerler olduğu iddia
ediliyorsa da bu fikri vakıalara kat'iyyen uymuyor. Başlıca durakladıkları
yerler ormanlar olsa da,., gördük ki tesirli bir manzarası olan, her hangi bir
tarzda bir sürpriz veya korku ilham eden yerlerle fazla temas ediyorlar.
İnsanların, pek az gayrı tabiilik, her hangi bir küçük olağanüstülük gösteren
hâdiseler karşısında derhal cinlerin mevcudiyetini hissetmekten ve her şeyi
onların faaliyetlerine yormaktan (atfetmek) ten geri durmadıklarını da
görüyoruz.
Cinler sık sık hayvan
şekillerine giriyorlarsa da bu, fikrime hayvanlarla cinler arasında zatî bir
münasebet olduğundan değil, cinlerin faal kuvveti temsil etmelerinden ve canlı
şeyler arasında hayvanların en esrarlı mahlûk olmalarındandır. İşaret etmeğe
değer ki görünüşü bize fena tesir yapan mahlûklar — yılan ve sair yerde
sürünenler hemen daima «tebdili kıyafet» etmiş cinler olarak tanınır.
Gelinlerin, damatların cinlerin hücumuna daha fazla maruz olmaları itikadı bir
cihetten bunların yeni bir hayata girmeleri hâdisesinden — tekrar evlenen dul
erkek ve kadınlar aynı musibete uğramazlar, çünkü evlenme onların halinde yeni
bir şey değildir — diğer cihetten cinsî münasebete kirliliğin ve bazı ahvalde
fenalığın esrarlı- sebebi gözüyle bakıldığından, evlenmenin "hususî
karakterinden ileri gelmiş olsa gerektir. Eşiğe cinlerle bulaşık nazariyle
bakılması,• başka bölgeleri» başka cinlerinin bir eve, aydınlıktan karanlığa,
ilk girişlerinde, hurafeci (batıl fikirlere saplanıp kalan) halkın duymağa
müsteid bulundukları «uğursuzluk» hissinden ileri gelmesi muhtemeldir. Hasılı -
şeâmet, uğursuzluk hissi cinlerin varlığı itikadının daima -esasım ‘teşkil
ettiği görülmektedir.
Bu sebepten cinler diğer
esrarlı, kuvvetlere bağlanmıştır. Fas memleketinde cinlerin -üstüne atılan uğursuzlukla
[uğruab] bas dedikleri gayri şahsî felâket, kuvvetlerinin fenalıklarını birbirinden
ayırmak kabil değildir hattâ Bas’ın cünun olduğunu söylediklerini de işittim.
Cin itikadıyla nazar değmesi, kötü göz- 'korkusu sıkı sıkı bağlıdır. İnsanların
bu türlü düşmanlarının .-sebebiyet ver
dikleri felâketler de aynı geniş ölçüdeki ve böylece birçok sınıfları daha
hususî surette ona maruzdur. Büyükler onlara karşı kullanılır.-. Meselâ-hem- cinlere- hem de kem göze (nazar değmesi - isabeti ayn)
e karşı yardımına. koşulan Kur’ân-ı Kerim âyeti' aynıdır; : Cezayir deki Ause’te bir yazıcı
Mister Hilton Simpsonu memleketinde yaşayıp giden fikirler hakkında 'tenvir
-ediyor; ki şu suretle Hulâsa edilebilir: «ne –vakit gözden "bir takdir ve
beğenme bakışı çıkarsa ona hemen-bir cin katılır, o, imrenilesi şeye kadar
nazarla beraber gider. İşte o-şahsa -veya
o şeye gelen musibetin sebebi bu cin dir ve halk ona-nazar' değdi der.
'Cinlerle (Bereket) veya
(mübarek) liğin, evliyalığın da sıkı bir münasebeti - vardır. Bunlar üzerinde hüküm
süren evliyaların hizmetlerindemüslüman cinler vardır. Ve Mevlây Abdulkadir (O Cezayirden Osmanlı İmparatorluğu çekildikten
sonra Fransızlara karşı İstiklâl Savaşı yapan zat: Emir Abdülkadir- (1807
—.1883) hem evliyaların hem cinlerin
sultanıdır. Ricalullah
tabiri «Allahın adamları» manası da gelir ki içinde evliyalar ve müslüman
cinler vardır. Ye mübarek cinlerle evliyalar arasındaki hudud hemen hemen
silinmiştir, Azgın delilere cin çarpmış nazariyle bakılır; halbuki kimseye taarruz
etmeyen, yarı deliler, Meczuplar 'evliya gibi hürmet görür. Bazı hayvan
cinsleri Baraka, (bereket) li ise ya: cinler tarafından kendilerine temas
pâyesi verilmiştir, yahut bunlar
şekil değiştirmiş cinlerdir. Her ne kadar «cünun» sık sık kedi halinde
görünürse de gene kedilere (Bereke, mübareklik) izafe olunur. Kurbağaya da bazı
bazı mübarek denilir. Birçok defalar da cinlenmiş sayılmış veya kendisi cin
itibar edilmiştir. Bir evde veya çadırda bulunan yılan cin de olabilir evliya
da... Eğer yılan bir sandûka, mezar içinde bulunursa vefat eden evliyadan
birinin ta kendisi olduğuna hükmolunur.
‘Mübarek ağaçlar ve cinli ağaçlar da vardır.
Bazı ağaçlara., insanların bir kısmı da cinli, cine uğramış, yani «iyi saatte
olsunlar» la bulaşık tutmuştur. Bununla beraber birçok yerler ve kırlar vardır
ki — kayalar, mağaralar, pınarlar, deniz — cinlenmiş sayıldıktan kadar
evliyalarla da iş birliği etmiş, ermiş farz edilir. Mukaddes yerlere cin gece
uğrar ve filân zatın hakikaten bir evliya ile münasebette bulunduğu veyahut
sadece orada bulunan cinlerle ilgili olduğu zannedilir,
(Bereke) (Baraka) gibi «bas»
gibi cinler de böylece esrar âlemine aittirler. Bunlar tabiatta bilinmeyen
şeylerin şahıs halinde tasavvur edilmesinin yahut bilinmeyen her vakanın hayalî
sebepleridir. (Uğurlu, uğursuz cinler)
Diğer müslüman ahalî arasında
Cin meselesi aynıdır ve eski Arapların cine hürmetlerinin şimdiki haleflerinin
itikatlarından farklı olmadığını kabul etmek için birçok sebepler vardır. Hattâ
isimleri bile bu fikri telkin eder.
Nöldeke ve Wellhausen cin
kelimesinin (örtülü), karanlık, manasına gelmek ihtimali olduğunu
(göstermişlerdir.
Cin umumiyetle (ferd) olmak cihetinden eksikltir. Onların
ayıran vasıfları ekseriya soy ve kabile halindedir. Türlü kabilelerinin çeşitli
dinleri türlü fikir durumları birbirinden başka şart altında ve başka
günlerdedir. Şahsî isimleri olan cinler de vardır. Mübareklik fikrini; hastalık
ve saire fikrini taşıyan cinlerin isimleri cin davetinde ve büyü işlerinde çok
ehemmiyet alır fakat bütün fertler şahsî hiçbir farkı haiz olmayan pek hayalî
ve karanlık mahlûklardır..,
Ferdî isimler taşıyan ve
umumiyetle cin adı altında toplanan diğer bir takım ruhlar muayyen bir
karaktere ve açıklığa (vuzuha) maliktirler: Bunlardan birisi Ghöla. Gule, Ghul
dır ki Afrika ve şark müslümanları arasında geniş bir surette tanınmıştır.
(Gulyabani) eski Arap edebiyatında ve halk hikâyelerinde en tehlikeli mahluk,
insan yemeğe çok haris dişi cin, Dev olarak zikredilmiştir.
Diğer çok enteresan dişi
ruh da Ayşe (Âisha Qandîsha) denilen
cinniyedir ki şimalî Fas sahillileri arasında buldum. Bu orta yaşlı güzel yüzlü
bir kadın suretinde görünüyor. Ayağı
keçi ve eşek ayaklarıdır. Yahut kadın bacakları üstünde sarkık memeli bir keçi
şeklinde göründüğü de olur. Çok şehvete düşkündür bilhassa yakışıklı
delikanlıları baştan çıkarmaktan hazzeder. Farkı az olanlar müstesna, cinlerin
az çok bir birinden ayrı şahsiyetlere malik olanlarından bu cihet ten temayüz
eder. Diğer müslüman memleketlerin tasvirlerinde Aişe Kandişe adını
zikredildiğini işitmedim buna rağmen onun adı muhakkak şarka mensuptur, Qedesha
Kenanî «Canaanitish» mezhebinde fahişeler mabedinin adıdır. Âdı da, evsafı da
bumi Ashtart (Fransızlardaki şekliyle Astarté) mezhebine bağlıyor ve mevkiini tesbit
etmiş oluyor. O, nehirlerde, sularda, denizde yaşar, Âstarté de mahsul darlığın
sebebi olan su ile işbirliği yapmıştır. Adı (sulanmış olmak) manasına gelen bir
kök söze (maddei asliyeye) dayanır. Ve îlâhî, bir esasa işaret olarak tefsir
edilir. Finike müstemlekelerindeki çeşme ve derelerde birçok periler mabudeler
«nympfas» yalnız Astarte'nin türlü şekilde görünüşünden, tecellilerinden ibarettir.
İşte bu faraziye, Ayşe Kandişe
meselesindeki Mağrip itikadına uygun gelir. Onların itikadında açık bir
destekleme ve tasdik sahası bulur. Âstarte yalnız Kenanlı (Arzı Kenan) halkı
tarafından değil Musevîler ve Finikeliler tarafından da sevildi, tapıldı,
(perestiş edildi)- Finike' müstahdemlerinde fuhş ilâh! hizmette dinî bir yol gibi,
kabul edilmişti. Meselâ Karaca’da Astarte mezhebinin mensuplarından bazı
kadınlardan bahsedilir. Kartaca müstemlekesi ahalisi Fas’ta mevcuttur. Bu
müstemleke ahalisinin en eskileri Hanno, Scylasc’m Thoymiaterion'u şimdi pek
muhtemeldir ki Rabat şimalinin mehdiyesi olsun.
Fas'ın her hangi bir
kabilesinden ziyade tam. oralarda komşulukta yaşayan Beni Âlisen kabilesinin
canlı Bedevileri arasında bu Âişe Kandişe ve kocası Hammu *Qaiyu inancını
bulmaklığım belki sadece tesadüften ibaret değildir. Bundan dolayı bu fettan
Âişe Kandişe’nin eski aşk mabudesi olduğunu, Büyük Âstartenin fena şöhretli
mağrip cinniyyesi derecesine düştüğünü farz etmekte büyük hakkımız olduğunu
zannediyorum. Haşmetli, görkemli (Şatafatlı) bir mabudun hazin, acıklı akıbeti.
Bu tahmin bizi şu faraziyeye götürür: Ayişenin kocası Hamu Kayu (Hammu Qaîyu)
ihtimal Kartacalıların Mabudu (Tanrısı) Hamandır!
Sh: 16-23
Not : Ahlâk ve din
sosyolojisinde birçok eser ve ihtisas sahibi olan Prof. Westermarck'ın 6
bölümlük kitabınıın başındaki değerli giriş yazısı «Nazar Değmesi İnancı»
kısmının başında basılmıştır. (Çeviren)
(Bu meşhur
incelemenin ikinci kısmı da «Nazar Değmesi» adıyla ve aslındaki resimlerle
yayınlanmıştır»)
Kaynak:
Westermarck, Edvard Alexander (Londra Üniversitesi sosyoloji Profesörü), İslâm
Medeniyetinde Puta Tapma Devrinden Artakalan Ve Kalıntı Halinde Yaşayagelen
İtikadlar, Birinci bölümü, Çeviren : Şahap Nazmi Coşkunlar,
1962, Ankara
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder