YA RABBÎ ARAMIZA NEDEN GİRDİLER?
| |
Mevlâna Celaleddin Rûmi
(Kuddise sırruhu’s-sâmî) buyurdular ki:
1720. Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban,
şöyle söylenip duruyordu:
“ Ey kerem sahibi Tanrı!
Neredesin ki sana kul, kurban
olayım.
Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım..
Ulu Tanrı, sana süt ikram edeyim.
Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım.
Uyuma vaktin gelince yerceğizini
silip süpüreyim.
Bütün keçilerim sana kurban olsun.
Bütün nağmelerim, heyheylerim senin
yâdınladır Tanrım!”
1725. O çoban, bu çeşit saçama sapan
şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle
konuşuyorsun?” diye sordu.
Çoban,
“ Bizi
yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
Musa
dedi ki:
“ Vah ,vah, sen
sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun, Bu ne saçma söz, bu ne
küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka. Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din
kumaşını yıprattı.
1730. Çarık, dolak, ancak
sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var?
Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş
gelir, halkı yakar.
Zaten
ateş gelmedi de bu duman ne? Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?
Tanrının
her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu
hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
Akılsız
dost, zaten düşmandır. Ulu Tanrı, bu çeşit hizmetlerden ganidir.
1735. Sen bunları kime söylüyorsun.
Amcana, dayına mı? Tanrı sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı?
Büyüyüp
gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.
Eğer
bu dedikodu, kulu içinse… Tanrı, onun hakkında da “ O, benim” dedi. Yine
beyhude ve bâtıl.
Tanrı,
onun hakkında, “ Hastalandım da yine halimi hatırımı sormadın? Yalnız o
hastalanmadı, ben de hasta oldum” demiştir.
Bu
çeşit sözler, “ Benimle duyar, benimle görür” haki katına erişen kişi içinde
bâtıldır.
1740. Tanrı haslarıyla edepsizce konuşmak
gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar.
Sen
bir erkeğe Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla beraber,
İmkân
bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve mülâyim olsun!
Fatma
sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi tesir
eder.
El
ayak.. bizim için övünç vesilesidir; fakat Tanrının arılığına nispetle kusur.
Doğma,
cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur.
Çünkü
doğan, Kevnü Fesat âlemindendir, aşağılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir
meydana getiren lâzım.”
Çoban,
“ Ya Musa ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın” dedi;
Elbisesini
yırtıp yana, yana bir ah çekti, başını alıp çöle doğru yola düştü.
Ulu Tanrı’nın Musa’ya çoban yüzünden darılması
1750. Musa’ya Tanrı’dan şöyle vahiy geldi:
“ Kulumuzu bizden
ayırdın. Sen ulaştırmaya mı geldin,
yoksa ayırmaya mı?
Kaadir oldukça ayrılığa ayak basma. Bence en
hoşlanılmayan şey ayrılıktır.
Ben, herkese bir huy, herkese bir çeşit
ıstılah verdim.
Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre
baldır, sana göre zehir!
1755. Bizse temizden de münezzehiz, pisten
de. Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!
Kullara
ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil, kullara
ihsanlarda bulunayım diye.
Hintlilere,
Hintlilerin sözleri metihtir. Sintlilere, Sintlilerin.
Onların
beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla
kendileri temizlenirler.
Biz;
dile, söze bakmayız; gönle hale bakarız.
1760. Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız,
isterse sözünde kulluk ve aşağılık olmasın!
Çünkü
gönül cevherdir.. söz söylemekse araz. Bu yüzden araz, âriyettir, maksat
cevherdir.
Mânası
gizli kapalı, yahut başka olan bu çeşit lâflar, ne vakte kadar sürecek? Yanıp
yakılmak isterim ben, yanıp yakılmak. O ateşe düş!
Canda
sevgiden bir ateş tutuşur.. düşünceyi, sözü, baştanbaşa yakıver!
Musa,
edep bilenler başka, canı, ruhu yanmış âşıklar başka.
1765. Âşıklara her nefeste bir yanış var.
Yıkık köyden haraç, âşar alınmaz.
Hatalı
söz söylerse bile ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit olursa yıkamaya
kalkışma.
Şehitlere
kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ!
Kabenin
içinde kıbleden eser yoktur, dalgıcın ayağında dolak olmazsa ne gam!
Yürü,
sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme.
1770.
Aşk şeriatı, bütün dinlerden
ayrıdır. Âşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de.
Lâlin, lâl olduğunu ispat eden bir damgası
olmasa da ne çıkar? Aşk, gam denizinde gamlanmaz ki!
Musa Aleyhisselem’a o çobanın mazur olduğuna
dair vahiy gelmesi
Ondan sonra Hak, Musa’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi;
Musa’nın gölüne sözler döktüler..
görmekle söylemeyi birbirine karıştırdılar.
Nice defa kendisinden geçti, nice
defa kendisine geldi.. kaç kere ezelden ebede uçtu!
1755. Eğer bundan ötesini anlatmaya
kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum. Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın
ötesindedir.
Söylesen
akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
Musa Tanrıdan bu azarı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koştu.
O hayran âşığın izini izledi,
çöldeki otların tozunu silkti.
Âşık
ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen belli
olur.
1780. Âşık, Ruh gibi bir ayağını yukardan
aşağıya atar; bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar.
Bazen
bir dalga gibi bayrak diker, yücelir. Bazen balık gibi suyun içinde gider,
görünmez.
Bazen
de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar.
Musa
nihayet onu bulup gördü. Dedi ki:
“Müjdemi ver!
Tanrı’dan izin geldi.
Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan
gönlün ne isterse onu söyle!
1785. Senin küfrün, din, dinin can nuru..
Sen emniyete erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
Ey “ Tanrı dilediğini yapar” sırrına erişip o
sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi
kendi gönlümün kanına bulandım.
Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da aşmış, oradan
bile yüz binlerce yıl öte gitmişim.
Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı,
kâinatı aştı.
1790. Nâsutumuzun
mahremi Lâhut’u olsun artık.Aferin eline koluna!
Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu
söylediğim de benim ahvalim değil.
Ayna da bir suret görürsün ya.. fakat o senin
suretindir, aynanın değil.
Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu
nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı, neyzenin
harcı mı?” dedi.
Kendine
gel, kendine! Tanrı’yı övsen de bu övüşünü, çobanın lâyık olmayan övüşü gibi
bil, öyle tanı.
1795. Senin övüşün, çobanın övüşüne
nispetle daha iyidir. Ama Tanrı’ya nispetle onun da değeri yok, onun da sonu
gelmez.
Ne
vakte dek ben Tanrı’ya hamlederim deyip duracaksın? Perde kaldırılınca oldu
sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar.
Tanrı’yı
anışımın mâkul olması Tanrı rahmetindendir. Âdeta istihaze olan kadının namaz
kılması gibi bir ruhsattan ibarettir.
Onun
namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Tanrıyı anışına da benzetiş ve zannediş
bulaşmış!
Kan
pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,
1800. Tanrı’nın lütuf suyundan gayrı bir
şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.
Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş
olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”’nın mânasına ereydin!
“Tanrım secdem de varlığın gibi sana lâyık
değil. Sen, kötülüğe iyilikle mukabele et” diyeydin.
Bu
yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir,
çiçekleri bitirir.
Bizim
pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.
1805. Kâfir vergide, cömertlikte topraktan
daha aşağı, daha verimsiz verimsiz olduğunu görüp,
Varlığından
çiçek ve meyve bitmediğini, hattâ bütün temizlikleri bozup pislemekten başka
bir şey yapmadığını anlar da
“ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke
toprak olsaydım;
Keşke topraktan sefer etmeseydim,keşke bir
avuç toprak gibi ben de bir tane düşürüp yetiştirseydim..
Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan
etti, bu yolculuktan ne armağan getirdim ki?” der.
1810. Kâfir yolculuğundan bir fayda
görmez, ondan dolayı da bütün meyli toprağadır.
Adamın
yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır…yüzünü yola çevirmesi; doğruluktan
niyazdan.
Büyümeye
meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne gelişir!
Fakat
başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
Ruhunun
meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de orasıdır.
1815. Aksine olarak başını yere eğdin mi
battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demiştir.
Mesnevî-i Şerif c.II
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder