Print Friendly and PDF

İSTANBUL GECELERİ VE KANTOLAR

|

 


 Ergun Hiçyılmaz

Önsöz ....................................................................................... v

Teşekkür .. ... ... .......................................................................  . 6

BÖLÜM 1 Kantonun Doğuşu ................................................   7

Kanto Sahneleri ....  .......  .. ....  ..............  ... ........................  11

Kanto Dili .............  ..........................................  ... .....  .....  . 14

Seyirlik Kantolar ...................................................................  16

Kanlı Sahneler ......  .......  .......  .....  ... ........................  .....  . 18

Agavni'nin Ölümü ......................................................            19

Çingene Kantoları ...................  ... .. ............  ...  .............  ... .. ..      20

Esnaf Kantoları .......................  .....  .................  .........  .. ... ...21

Düettolar ......  ...  ... .......................................................         23

Kanto Mecmuaları ..................  .....  ... ................................   24

Direklerarasının Sonu ... ................  ... ................................   25

Zorunlu Değişim .....................................  .. .....  .. ... ... ... ...  27

Yeniden Yaşatanlar .. ... .........................................  ...  ........  ...      29

BÖLÜM 2 Kanto Yıldızları

'Minyon Virjini' ... ... ... .......................  .. .. ........................    31

Peruz . ... ..  ......  ...  ......  .......  ..............  ........  .........  .....  .. . 34

Şamram Hanım ....................................................................   38

Mari Ferha ...........................................................................   39

Büyük Amelya ..  .......  .. ... .. ........  ... .............  ... .....  .....  ... . 41

Küçük Amelya   .. ..............................................................     42

Verjin Hanım ........  .......  ..  ... ... ...........  .. .. ....................    44

Amelya Hanım ...............  ..............  ............  ...  ... .. ..  .. ... ... . 45

Zarife Hanım .. .. ..  .. ... ................  ............  .. ... ...  ... ... .. .. . 47

Sondaki Işık: Garibe . ...................................................           51

'Meşum Kadın' Kamela ......................................................... 53

Beyoğlu Gülü Kamelya ... .......  .. ..................... ... ... .. 55

Diğer Kantocular . .. .......................................................... ..  57

BÖLÜM 3 Kanto ve Düetto Sözleri ....................................... 63

Kanto Yazarları ve Mekanları ............................................   147

Sözlük ...........................................................................         152

Kaynakça ......  ...  .......  .. ........  ... ...............  ... ... .  ... ....... 157

Resimler .. ... ... .....  ...  .. ........  .....  ... ..  ... ... ....................  48

Onsöz

Her yönüyle renkli ve bir daha yaşanması mümkün olmayan bir hayat...

Ve bu hayatın içindeki insanlar...

İstanbul her dönemde geçmişin aynası olmak özelliğine sahip... Osman­lı döneminde 'merkez' olmak niteliğini, sosyal anlamda da taşıyan Dersa- adet, bu açıdan geçmişi kucaklıyor...

Dönemlere göre çeşitli din ve dile sahip kitlenin farklı yaşayış tarzları, so­nuçta çok renkte, toplumsal olarak bütünleşmiş bir yapıyı ortaya koyuyor.

"İstanbul hayatından kesitler"in seyirlik tarafı, özellikle son dönemin araştırmacıları tarafından ele alınmıştır. Genel anlamdaki tiyatro sahnesi, bu yöndeki çabaların başında gelmektedir.

Ses ve beden birleşiminin sahne takdimindeki en çarpıcı yanını taşıyan İstanbul Geceleri ve Kantolar kitabımızın, bu yöndeki çabalara katkıda bu­lunmasını diliyoruz.

Musiki yetkinliğinin 'makam'ını konunun uzmanlarına bırakarak, kanto­nun geçmiş hayat içindeki izlerini sürmek gayretinde bulunduğumuzu ifade etmek isteriz. Buna rağmen genel sahne gelişimi ile müziğin ayrıntılarına bir katkımız olursa, bundan da ayrı bir kıvanç duyacağız.

Teşekkür

Her kitap yazar için yeniden doğuştur...

Ancak bazen bu doğuşlar pek kolay olmuyor. Bu kitabın oluşumunu önem­seyen ve teşvik edenler, şüphesiz bu çabaların yazarı kadar pay sahibidir.

Zafer Mutlu ve Selahattin Duman, Sabah Gazetest'nin başta Star ve di­ğer haftalık ekleri ile birlikte sayfalarını açarak, bu yöndeki çalışmalarımızı sürekli kılmışlardır. Onlara ve Takvim Gazetest'nde bu yöndeki çabalarımı­zı bilgisi ile destekleyen Tevfik Yener'e müteşekkirim.

'En sadık okur'larımdan Hıncal Uluç, tükenmez teşviki ile bu çalışmanın sonuçlanmasından mutlu olacak bir başka okur 'yazar'dır.

Murat Bardakçı'nın özel koleksiyonundan esirgemediği, Peruz ve diğer kantoculara ait besteler, bu çalışmayı güçlendinniştir. Müteşekkir olduğu­mu ifade etmek isterim.

Turgut Kut'un takdim ettiği Ermeni Harfleriyle Türkçe Basılmış Şarkı ve Kanto Mecmuaları çalışması da önemli bir eksiğimizi gidermiştir.

Kut ve bu yöndeki çalışmalarıma her zaman dostane ve karşılıksız des­tek veren Cengiz Şahin ile, Osmanlıca metinlerde yardımını esirgemeyen Fazıl Mecit'e, ön araştırma ve yazım aşamasındaki gayreti için Sema Ok'a, fotoğraf ve belgelemeyi gerçekleştiren Aydın Soylu'ya teşekkür ediyorum. Şüphesiz Sabah Kitapları ekibinin eserin oluşumundaki paylarını şükranla­rımla belirtmem gerekir.

Kitabın kaynak açısından ilk bilinmeyenlere pencere açmasında meraklı ve araştırıcı bir yöntem benimsenmiştir. Türkçe ilk kez yayınlanan kanto sözleri kadar defterlerde kalmış çok sayıda güfteyi de sayfalarımıza katmış bulunuyoruz. Okurlarımız kanto güftelerindeki bazı sözcükleri aynen verdiği­mizi ve üzerinde aslının bozulmaması için düzeltme yapmadığımızı kolayca farke deceklerdir.

Ve sonuç olarak bu çalışmadan haberdar olan ve şevkini esirgemeyen fa­kat ne yazık ki, kitabın tamamlanmasını göremeden aramızdan ayrılanlar da olmuştur. Sanatçı dostlarım Sezer Tansuğ, Alaattin Eser, Esin Engin ve Barış Manço'yu da rahmet ve sevgiyle anarak, bu kitabı onlara ve karde­şim Namık Hiçyılmaz'a adıyorum.

BÖLÜM 1

Kantonun Doğuşu

Doğuşu 19. yüzyıl olarak kabul edilen kantonun başlangıcı olarak, çoğun­lukla 1870 tarihi verilir.

Kanto adı, İtalyanca şarkı söylemek anlamına gelen 'Cantare'den alınma bir deyim olarak, İstanbul'a gelen gezginci bir tiyatrodan kalmıştır.

"Sahnede hareket ederek şarkı söylemeye ve bu yolda yazılmış özel şar­kılara kanto denir."

Tiyatro Ansiklopedisi yaptığı bu tanıma ayrıntılar da getirir ve şarkıların ilk defa Güllü Agop Tiyatrosu'nda, programı çeşitlendiren, 'tamamlayıcı' bir un­sur olarak yer aldığını ifade eder.

'Baletto, raks, şanson, şansonet' adları ile sunulan bu çeşitlemeler 'ek­lenti' eğlenceler olmakla beraber sanat değeri de taşımaktaydılar. Ancak Galata'daki 'baloz'lar ile 'kafeşantan'lardaki uygulamalar bu tarifin dışında kalıyordu.

Güllü Agop Tiyatrosu'ndan sonra ilk yönelme alanının neresi olduğu ko­nusunda farklı görüşler vardır. Mekanlar bir görüşe göre Galata ve Beyoğ- lu'dan Şehzadebaşı Direklerarası'na uzanmıştır.

Karşıt görüş ise şöyle aksettirilir:[21]

"Bu kanto ve kantocu kız, Şehzadebaşı tiyatrolarına da tuluatçılar tarafın­dan getirildi. Zamanın kadın mahremiyeti içinde bulunan İstanbul tarafı hal­kının iştahlarını kamçılamak için yarışa çıktılar. Manakyan Tiyatrosu'ndan başka bütün öteki tiyatroların kadın oyuncularının hepsi veya çoğu kantoya çıkarlardı.”

Tiyatronun öncü isimlerinden İsmail Dümbüllü, kantonun tarifi yanında, ilk kantoya çıkan sanatçının adını da verir.

"Bizim çiftetelli dediğimiz kırık oyun tarzı ile karıştırılarak, kanto adı ile bir tip sahne dansı halinde tuluat tiyatrolarımıza da geçmiştir. Trompet, davul, keman gibi çalgılardan kurulmuş bir takımla icra edilen kantonun ilk kez Ka­dıköy Yoğurtçu Parkı'ndaki salaş tiyatroda oynandığı söylenir. İlk kez kimin tarafından sahneye getirildiği hakkında kesin bir bilgi yoksa da kantocu Ara- nik Hanım'ın adı geçmektedir. "

Vasfi Rıza Zobu'nun hatıralarında ise bir başka isim Kadriye Hanım yer alır. Bu görüşe göre İlk Müslüman Türk kadın aktristi 1889 yılında Papasköprülü Amelya takma ismiyle 1889'da Nazilli'de sahneye çıkan Kadriye Hanım'dır.[22] [23]

Vasfi Rıza Zobu, "Müslüman Türk kadının sahneyfe çıkma hadisesi İstan­bul'da Afife ile başlamış değildir" diyerek Galata'daki ünlü tuluat kumpan­yaları arasında 'Hüsnü Efendi'nin sahnesini gösterir ve bu 'Komik' Hüsnü Efendi olarak bilinen sanatçının Karamanlı Mihaliki'nin oğlu Anastas oldu­ğunu ifade e.der. Bu konudaki bilgileri Behzat Butak'ın notlarından aldığını belirten Zobu, Kadriye Hanım'la ilgili şu bilgileri vermektedir:

"Kadriye Hanım sahneye şarkılı sözlü Amelya olarak çıktığı yıllarda Anka­ra'daki bir konağa temsile gitmişlerdi. İlk gün Kadriye Hanım, allı pullu elbi­selerle meydana çıktığında, Yozgat'tan tanıdığı Nefise Hanım'ı koltukların birinde oturur görünce, beyninden vurulmuşa dönüyor. Temsilden sonra giz­lice oteline kaçan Kadriye Hanım'ı konaktan bir araba göndertip tekrar aldı­rırlar. Nefise Hanım gözlerine inanamıyor. O zaman bu cüreti hiçbir kadın gösteremez ki... Nefise Hanım babası Abidin Paşa'ya her şeyi anlattı. İlk ic­raatı tüm oyuncuların Ankara'yı terketme emrini vermek oldu. Arkasından da hacısıyla, hocasıyla bir meclis kurdurup her ikisine de nikah yaptırdı. Böyle- ce Hüseyin Hüsnü efendi Ankara Mahpushanesi Müdürlüğü'ne tayin edildi."

Kadriye Hanım Ertuğrul Sancağı Adliye Başkatibi olan eşinin genç yaşta ölümü üzerirre dul kalmış Şehzadebaşı'ndaki konaklarına yiyecek getiren Karamanlı Bakkal Mihaliki'nin oğlu Anastas ile tanışmıştı. Sevdalılar önce Bursa'ya daha sonra İzmir'e kaçacak ve böylece 'Aşk Turnesi' beraberinde 'Tiyatro Turnesi' de getirecekti.

Vasfi Rıza Zobu'nun anlattığı Kadriye Hanım'la, Anastas arasındaki bera­berlik, tiyatro beraberliğini de sağlamıştı ...

Anastas Hüsnü adını almış, Kadriye Hanım da adını Amelya'ya çevirterek sahneye çıkabilmişti. Amelya yani Kadriye daha sonra uğruna isim değiştir­diği Anastas'dan (Hüsnü) ayrılmış ve Kabile Kadriye adıyla 1925 sonrasın­da ebelik yapmıştı.

'Sahnedeki ilk Müslüman kadın sanatçının kimliği' konusunda Zobu ile aynı görüşü pa'.ılaşanlar da vardır.

Özdemir Nutku'nun "Kadriye hem kantoya, hem oyuna çıkmış" ifadesi, 1890 tarihi itibariyle, Amelya Kadriye Hanım'ın sahnedeki 'ilk Müslüman Türk kadını' ve 'İlk Türk kantocu' oluşunu pekiştirmektedir. Nutku, bu konu­ya M. Kemal Küçük'ün 1932'de Darü/bedayi Dergisi'nde yayınlanan 'Tema­şamızdaki Türk Kadını' yazısı ile temas etmişti.[24]

"Sahneye çıkış tarihi 1890 olarak verilen Kadriye'nin 'Amelia' adını ala­rak sahneye"çıkması bir gönül bağıyla olmuş ve ilk Nazilli'de oynamıştır. Kadriye hem kantoya, hem oyuna çıkmış ve bir Rum kadını olarak tanındı­ğından, seyircileri lehçesinin doğruluğuna hayran etmiştir. "

Ahmet Fehim Bey'in hatıralarında da konuya temas edilir:[25]

"Komik Efendi işi sahneciliğe dökerek, karısının da ismini Seniye iken Amelya yapmış, kadını kantoya çıkartmaya başlamış."

Fehim Bey, anlatımında Kadriye Hanım'dan Senihe olarak söz etmekte ama Amelya ismini doğrulamaktadır.

Ahmet Refik Bey de Kadriye Hanım'ın sahne serüveni ile ilgili görüşünü Ahmet Fehim Bey'in anlatımına temel dayanak yapmaktadır:[26]

"Merhum Aktör Fehim Efendi, mutlakiyet devrinde Abdülhamid'in saltana­tı zamanında istanbul'da bir kazazker kızının konaklarındaki çubukçubaşıyı sevdiğini, babası öldükten sonra onunla evlendiğini, çubukcubaşının haya­tını kazanmak için tuluat aktörlüğü ettiğini, karısını da sahneye çıkararak oyun oynattığını bana söylemişti. Bu kadının ismi Kadriye Hanım'mış. Sah­nede tanınmasın, başına iş gelmesin diye Amelya ismi ile yaşarmış... "

Ahmet Refik Bey'in Fehim Efendi'den naklettiği bu anlatımda dikkat edi­lirse Amelya Hanım'ın asıl ismi Kadriye olarak belirtilmektedir.

Amelya Kadriye Hanım'ın Afife Jale'den önce sahneye çıkan ilk Türk Müslüman kadın oyuncu olduğuna ilişkin iddia tartışmaya açıktır. Ancak Amelya Kadriye Hanım'ın sahnedeki ilk Türk kantocusu olduğu da bu kay­naklardan anlaşılmaktadır.

Kanto dünyası şüphesiz ne Amelya Kadriye, ne de Peruz'la sınırlıdır... Yüzlerce isim bu kanto sahnelerinin pek aydınlık olmayan dönemlerine ışık düşürmüştür.

Kel Hasan'ın Hayalhane-i Osmani Kumpanyası'nda kantoculuğa 14 ya­şında başlayan ve hayat defterini 54 yaşındayken kapatan Sivaslı Perviz Hanım ilk öncüler arasında yer alır.

Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nun karşısındaki binada faaliyet gös­teren bu tiyatronun sahnesine nice yıldızlar çıkmıştı. Küçük ve Büyük Virjin'ler, yine Küçük ve Büyük Emilye'ler (Amelya'lar), o yaşanması bir da­ha mümkün olmayan gecelerin ilk büyük yıldızları olmuşlardı.

Şehzadebaşı Vezneciler'deki Handehane-i Osmani Kumpanyası'nın karşı­sında Büyük Pandomim Kumpanyası vardı ve işletmeci Mösyö Foti, kadın oyuncuları da sahneye çıkarmıştı. Bu oyuncular danslı oyunlarla sahneyi renklendiriyordu. 1800 sonlarının Ramazan ilanlarında adını gördüğümüz Tereza Hanım da bu oyunculara katılmıştı. Tereza Çukacıyan bu ilanlarda Osmanlı Tiyatrosu'nun en güçlü artistlerinden birr olarak gösterilmişti. 7

Emilye Hanım, Amerikan Tiyatrosu'nun Küçük Amelya olarak bilinen ünlü kantocusudur ve kocası Todori ile düetlerin unutulmazları arasına girmiştir.

'Hayalhane-i Osmani Kumpanyası,' 'Sahte Peder,' 'Sefil Familya' ya da 'Leyla ile Kays' oyunlarının arasına hem ince saz, hem de önemine binaen kanto takımı programlarını yerleştirmişti. (Sabah Gazetesi, 5. 2. 1897)

Virjin Hanım (Karakaşyan) 1839'da başlayan hayatının en çarpıcı sahne renklerini olgunluk döneminde yansıtmış ve yaşı 30'u aştığında bile kanto­ları ile yürekler hoplatmıştı.

Müzik araştırmacısı Cemal Ünlü, taş plakların kantolarına ilişkin çalışma­sında, plak firmalarının şarkılara, gazellere ve taksimlere ağırlık verdiği dö­nemlerde, kantolara da yöneldiğini ifade etmekte, Madam Pepron ile bazı sanatçıların adını vermektedir:[27] [28]

"Kadın sanatçılar arasında kantonun yanısıra Türkçe şarkılar söyleyen azınlıklar Mme Vıctoria, Mme Eugenie, Kamelia ve Minyon Virgin Hanımlar­dır. Nassip, Gülfidan, Şevkidil Hanımlar büyük olasılıkla çingene asıllıdır. "

Eski İstanbul Ramazanlarının eğlence hayatı doğal olarak sahneyi de renklendirmişti. Sahnenin en önemli rengi de kanto olmuştu.

Naşit Bey, Fahri Bey ile Ramazan gecelerinde Millet Tiyatrosu'nun perde­lerini ses muganniyesi Hamiyet Hanım'la açıyor, Şamram, Hermine ve Ay- ten Hanımlar da kantoya çıkıyordu.

Beyoğlu'nun kaybolan pasaj ve geçitleri üzerine bir çalışma yapan Behzat Üsdiken, Konkordiya Tiyatrosu'nun eğlence merkezi olduğuna işaret eder.

Saint Antoine Kilisesi'nin bulunduğu yerde, ahşap bir binada faaliyet gös­teren Konkordiya Tiyatrosu eğlence dünyasında önemli bir yere sahip ol­muş, sahnelerinde nice yıldız parlamıştır.

Repertuvarında müzikli oyunlara yer ayıran tiyatroda Viyana'dan getirilen dans öğretmenleri de görev almıştı.

Batı tarzının ilgi görmesi diğer eglence merkezlerini de aynı yönde göste­ri yapmaya sevketmiş ve böylece, tiyatrolar ardı ardına yabancı aktristler getirmeye başlamıştı. Kanto da bundan etkilenecekti.

Galata'nın Tophane Caddesi'ndeki Alkazar Amerikan Tiyatrosu, eğlence­lere 'mey' de katmış, pandomim, şarkılı oyunlar ve bilhassa kantolarla İs­tanbul gecelerini şenlendirmişti.

Bu şenlikli programlara bir yerinden mutlaka kanto da katılırdı. Örneğin Katip Salih Efendi, Karagöz'ün envai çeşit takdimi ile yetinmez, 'Gülünçlü Oyun'larına 5 perdelik muhavereli kantolar da eklerdi.

Osmanlı Kukla Kumpanyası da Mehmet Bey'in idaresinde program alanı­nı hayli genişlettiğini ve programlarında 'Avrupalı' oyunculara yer verdiğini ilanlarla duyurmuştu:

"Mezkur tiyatroda her akşam meşhur üç İngiliz rakkasesi tarafından türlü türlü ayak oyunları icra ve kantolar teganni edilecektir. "

Kanto Sahneleri

Özellikle kafes arkası çağının kadın hasretini, gizliliğini ve vücut estetiği­ni ortaya koyan aşk motifleri ile dolu, seyreden erkekleri baştan çıkaran, omuz, göbek, kalça, baldır, bacak hareketleriyle ve davet vadeden kaş oy­natmalarıyla süslenen bir çeşit 'Ballet Pantomime' olarak da tanımlanan kantonun iç mekan görüntüsü çeşitli biçimlerde tasvir edilmiştir. Bu tasvir­de doğal olarak kantocunun da anlatımı yer alır.

"Sahneye yakın bölümler tıkabasa doludur. Sahneyi kenarlarına doğru lo­calar çevirir. "

Tiyatromuzun öncülerinden Ahmet Fehim Bey'in oğlu ressam Münif Fehim'in Direklerarası kantolarına dönük çizgilerinde, bu locaları iki katlı olarak görürüz. Üst locaların genelde fiyat olarak daha ucuz olduğunu, çizi­len seyirci tiplerinden anlamak mümkündür. Üst loca müşterileri hem kıya­fet, hem de tipleme olarak 'hali vakti yerinde' olan kesimi yansıtmaktadır.

Kanto seyircilerinin bir diğer kesimi de 'hususi loca' müşterileridir. Bu locaların seyirciler boyunbağı takmış ve üst düzey kişiler olduklarını öne çı­karan 'Avusturya fesleri'ni özenle giymişlerdir. Kıyafet geceye mahsus ve münasip olup, Osmanlı burjuvazisini yansıtmaktadır.

Tiyatronun kantolardaki sahne düzeni hayli renklidir. Renk derken bir uyumdan söz etmek mümkün değildir. Daha çok kırmızının hakim olduğu perde, bütün sahneyi kaplamakta ve bu işle görevli bir 'perdeci' bulunmak­tadır. Kantocular eğer düet yapmıyor ve mutlak surette biçimsel bir gö­rüntüye ihtiyaç duymuyorsa, sahne tiyatro oyunları takdim edilene kadar bu düzenini muhafaza edecektir.

Arkada ağaçları, çiçekleri ve diğer unsurları ile doğayı yansıtan bir renk karmaşası vardır. Kanto gösterileri sırasında iç mekan şartlarının zorluğu nedeniyle bazen bu sahneye hiç dokunulmaz ve dekor, kantocunun ihtiyaç duyduğu eşya ile takviye edilirdi... Örneğin 'Gemici' gibi oyunlarda 'miço' görünümlü kantocu böyle bir dekora ihtiyaç duyacaktır. Bisiklet kantosunun ses kadar görüntü ile takdimi gerekir ve kanto bu sebeple bisikletli olarak icra edilecektir.

Anadolu yakası tiyatrolarında çevre ve mekan olarak daha farklı bir manza­ra vardı. Apollon Tiyatrosu da alafranga sınıfın mekanı olarak öne çıkmıştı.

Kuşdili Tiyatrosu ise gezinti ve eğlence alanının-girişinde bulunduğu için daha kitlesel bir durum arzediyordu. Kuşdili Çayırı'ndaki (Salı Pazarı'nın bu­lunduğu alan) tiyatro, özellikle yaz akşamları her kesime mensup seyircile­rinin akına uğrardı. Sol tarafta dere üstünde sandallar görülür, kenarında ise Hamdi'nin Gazinosu yer alırdı. Bu gazino, içlerinde Hafız Burhan gibi ünlü sanatçıların yer aldığı incesaz takımı ile meşhurdu.

Kuşdili Tiyatrosu ise çok geniş bir alanı kaplıyordu ve tek kat locaları var­dı. Sahnenin daimi dekoru, iri gövdeli ağaçların yer aldığı bir kır veya orma­nı yansıtırdı. Kantolar ve bir kısım oyunlar bu dekorun önünde oynanırdı.

Yazlık bahçenin en önemli ismi Hasan Efendi idi. Kumpanyasında Meş­rutiyet döneminin önemli ismi Hakkı Necip ile karısı Madam Agavni de yer alıyordu. Naşit Bey (Özcan) ise hem Kuşdili hem de Mısırlıoğlu Bahçesi'nde geniş ve kanto takviyeli kadrosu ile temsiller verirdi. Sonradan Hale adını alan Apollon da müşterilerin ilgi gösterdiği bir alandı. Sadece Kadıköy'de değildi bu bahçeler. İstanbul'un her tarafına yayılan açık hava tiyatroları ile bahçelerinde kanto ve temsiller oynanırdı.9

9.     İstanbul'un diğer önemli açık hava tiyatroları ve bahçeleri şunlardır: Arr'ıavutköy Çiçek tarlası Bahçesi, Bağlarbaşı Çırağan Bahçe Tiyatrosu, Bebek Belediye Bahçesi, Beşiktaş İskele Gazinosu, Beşiktaş Suat Park Sineması, Beşiktaş Şen Sinema Tiyatrosu, Beykoz İskele Gazinosu Bahçe Tiyatrosu, Beykoz Park Tiyatrosu, Beylerbeyi İskele Aile Gazino­su, Bostancı İskele Gazinosu, Büyükada Plaj Oteli Gazinosu, Cağaloğlu Çiftesaraylar Bahçesi, Defterdar İskele Aile Bahçesi, Halk Sinema Tiyatrosu, Fıkaraperver Sineması, Heybeliada İskele Gazinosu, Kadıköy Kuşdili Lale Sineması, Kadıköy Kuşdili Papazın Bahçesi, Kadıköy Vidalıköşk Bahçesi, Kadıköy Yeldeğirmeni Şifa Bahçesi, Zafer Sinema Tiyatrosu, Kadıköy Zambaoğlu Bahçesi, Karagümrük Uzunbahçe Sinema ve Tiyatrosu, Kasımpaşa Geyikli Aile Tiyatrosu, Kasımpaşa Kışlık Aile Tiyatrosu, Kasımpaş Yavuz Sh neması, Kumkapı Kadırga Aile Bahçe Tiyatrosu, Küçükçamlıca Bahçesi, Libade Bahçe Th yatrosu, Narlıkapı Şafak Bahçesi, Nişantaşı Film Stüdyosu yanındaki Aile Bahçesi, Orta- köy Emek Sineması, Sarayburnu Park Gazinosu, Sarıyer Fındıksuyu Mesire Bahçesi, Sir­keci Azeri Sinema Tiyatrosu, Şehremini İnrişah Bahçesi, Taksim Altıntepe Aile Bahçesi,

Yaygınlaşan salon ve bahçelerin seyircinin ayağına kadar gitmesi, prog­ramların zenginliği, oyunlar ile oyuncuların kalitesi de izleyenleri tatmin edi­ci olmuyordu. Sadece 'Gişe' değildi sorun...

Avrupa'yı yansıtan yayınların takip edilir olması, seyirciyi daha farklı ve daha çarpıcı bir bakışa itmişti. Tiyatro salonlarında ve açık hava bahçele­rinde seyirciye hürmetin ifadesi ile takdim edilen sanat ağırlıklı programlar giderek daha zenginleşecekti ... Seyirciler çok perdeli 'facia'lar kadar renk­li programlar beklemektedir.

Nasıl bir renk istendiğinin cevabını, Kel Hasan ile sahneye tahterevanla çıkan Peruz arasındaki bir konuşmada bulabiliriz. Peruz bir gün Kel Hasan'ın fotininin yırtık tarafını gösterip onun pintiliği ile alay ettiğinde şu cevabı almıştır:

"Ne yapalım, biz sizin gibi tahteravana binmiyoruz, yürüyerek sahneye çı­kıyoruz."

Kel Hasan'ın bu cevabında, patronluğun ekonomik sıkıntısı kadar, Peruz'un seyirciyi etkileyecek bir konumda, yani tahterevanla sahneye çık­ması da vardır.

Seyirciyi sesi kadar bedeniyle de etkileyen Peruz'un buna 'mizansen' ek­lemesi de gerekmiş, böylece seyirciler 'çok renkli sahne'den memnun ol­muşlardır.

Kantocuların sahne görünümleri ve onların seyirci kesiminde oluşturduğu heyecanı en ince ayrıntılarına kadar dönem tanıklarından dinleyebiliriz. Hü­seyin Cahit Yalçın'ın anlatımı şöyledir:10

"Bunlar kısa etekli, kol ve bir dereceye kadar göğüsler açık, allı pullu fis­tanlar giyerlerdi. Perde arasının çalgı sesleriyle karışık gürültüsü, birinci çın­gırağın ince sesi işitilince birden bire kesilirdi. Sabırsızlanmaya başlayan göğüsler ince bir nefes alır, iskemleler fesler düzeltilir, bıyıklar burulur, sa­tıcılar yerlerine çekilmek için acele etmeye başlarlar, sonra hiç gürültüye meydan vermemek için şimdiden birkaç kere fazla öksürülür. İkinci çıngıra­ğın birçok kalpte heyecan uyandıran titrek sesinden sonra çalgı başlıyor, perde nazlı nazlı kalkıyordu."

Ardından ufak bir bekleme anı gelecek, soluklar durur gibi titreyecektir. Sahnedeki kadın alabildiğine cezbedicidir. Kollarını ta omuzlarına kadar kaldırmakta ve yalvaran bir eda ile ellerini alnına bağlamaktadır. Gerdanı al­datıcı bir renkle pembeleşmiş, adeta yeniden canlanırcasına belini ve göğ­sünü ileri geri uzatmaktadır. Kimi zaman utanmakta, kimi zaman yalvar-

Taksim Operet Bahçesi, Tophane Karabaşa Yüksel Aile Bahçesi, Üsküdar Bağlarbaşı Aziziye Bahçesi, Üsküdar Fıstıkağacı Beyleroğlu Bahçe Tiyatrosu, Üsküdar Hale Sinema^ sı, Üsküdar Selimiye Tiyatrosu.

10.     Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, M. Nihat Özün, Baha Dürder, Yükselen Matbaası, 1967. makta ve kesik sesi ile yavaş yavaş yürümektedir.

Hüseyin Cahit Yalçın'ın kalemi şüphesiz çok kanto görmenin rahatlığı için­de kimilerine abartılı gelse de, sanki kantocu ile sahneyi dolaşmaktadır.11

"Eller alında, baş geriye düşmüş, bütün göğüs, gövde, bel sıcak ve bay­gınlık veren bir okşama içinde gibi ileriye uzanmış, dar bir şalvar içinde bütün tombulluklarıyla hissedilen kalça durmadan çalkalanarak, üzerine bağlanmış bir kordela ile dikkati avlayan göbek durmadan oynayarak nefe­si kesik, kalbi çarpıntı içinde işveler yaparak, bütün tiyatroya iltifatlar saça­rak, kırılarak oynaşıyor. Arada bacağını havalandırarak göbeğini şiddete çalkalayarak, bütün tombul göğsünü titreterek süzülüyordu/

Kanto Dili

Danseden kantocunun sesini ikinci plana düşürmesi çoğu zaman kanto­daki güfteyi bozmuştu. Bu sebeple kantolar dil ve ifade yanlışlarıyla icra edilmişti.

"Kantocuların değişik o ara nağmeleri, cümleye 'e' diye girmeleri, bitişte ters bir vurguyla ilgisiz bir tiz not çıkarıp bitirmeleri, galiba seslerinin olma­yışından, şarkı söylemeyi bilmeyişlerindendi. Ufak sesleri ile finallerde not değiştirip, bilgisiz bir biçimde şarkı bitirişlerinin başka nedeni olamazdı. O .

zamanlar genellikle Ermeni, Rum olan bu hanımlar nedense o günler Avru­pa usulü olsun diye oynadıkları çiftetellinin başına dört satırlık da olsa bir şarkı ekliyorlar ve çengilikten şarkıcılığa, yani kantoculuğa terfi ediyorlardı. "

Gülriz Sururi, Direklerarası oyunu için kantocu Zarife ile yaptığı ön çalış­malarda bu kanıya varacak ve sözü edilen 'e'li kantoyu Zarife'den bize ulaştıracaktı:

"Sevdim dostlar e ben bir çiçek

Aman ne zehirli böcek

E ben kıskanırım o güler

E gam çekme der enfiye çek

E bu dünyada aşk çekmeyen

Ahirette sopa yiyecek"

Sanatçının ifade ettiği gibi yukarıdaki görüşleri doğrulayan örneklere kan­to plaklarında da rastlamak mümkündür.

Sururi, konu ile ilgili şu yorumu da yapacaktı: 12

"Çok güzel kanto söylemek diye bir şey yoktu aslında. Çünkü kanto, kötü,

11.      A. g. e.

12.      Kıldan İnce Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Miİliyet Yayınları, 1978. yanlış söylerken sempatik bir biçim, bir stil ortaya çıkaran Ermeni çengile­rin marifetiydi. Eğer aynı şarkıyı güzel söylerseniz, o 'şarkı' söylemek olur­du, 'kanto' değil. Sıkıştığı yere bir 'e' koyup nefes alan, şarkının sonunu sesi yetmediği için garip feryatlarla bitiren kantoculara ve kantolara bayılı­yorum. Anımsıyorum. Adalet Cimcoz'un evinde doğum gününü kutluyorduk. O gece Adalet Cimcoz coşmuş ve nefis bir kanto söyleyip, ardından inanıl­maz güzellikte bir çifetetelli oynamıştı. Galiba ben ilk kantoyu Adalet Ha- nım'dan izlemiş oluyordum böylece. "

Musiki çerçevesi bir tarafa, ekleme, çıkarma, abartma ve kimi zaman yok edilen bir Türkçe ile karşılaşmak nadirattan sayılmazdı.

Dili kimi zaman 'Frenkçe' özentisine yönelir ve ortaya anadilin uzağında dörtlükler çıkardı. Taksim Bahçesi o sıralarda sefirlerden edebiyatçılara ka­dar ekabirin yeridir. Hem burası, hem Tepebaşı onlar için 'Jarden' olarak tanınır. Şamram Hanım da burada sahneye çıkmış, kantosunun adını da 'Jardenler Bahçesi' koymuştur.

"Jardenlerde gezerim

Muzikayı dinlerim

Eteymi şık tutarak

Ben promenad ederim

Matmazel/er, mösyöler

Kolkola gezinir/er

Aşku sevdadan bahsedip

Ezilip büzülürler"

İlk dörtlükte kantocu 'Jardenler'de gezerken eteğini değil, 'eteyni' şık tut­makta 'hafif yürüyüş'le, 'tenezzüh' yerine 'promenad'ı tercih etmektedir.

İkinci dörtlükte ise bayanlar ve baylar yerine 'matmazeller' ve 'mösyöler' vardır. Tiyatrolar, kalitesi ne olursa olsun, kantoyu da kantocusunu da sa­nat değerlerini dikkate alarak seçmemiştir. Çünkü İstanbul yüzlerce kanto­cuya sahip değildir ve seyirciler takdirlerini bedeni önde tutan bir anlayışla sunmaktadır. Ayrıca patronların da oyuncu seçişlerinde seçkinci davran­mak gibi bir temel kavramı olmamıştır.

Bırakın 1900 öncesini Meşrutiyet ve sonrasında sahnelerin alaturka ve alafranga arasında bocalayıp, Şark bedenine Garp kıyafeti giydirdiği yıllar­da tiyatroların durumu pek övgüye değer değildir... Adaptasyon bir kenara, üç perdelik bir oyuna fabrikasyon usulü bir perde daha eklenmesi ve seyir­cinin alakasına uygun 'facia' haline getirilmesi doğal karşılanıyordu. Oyun­larda çoğu zaman kimin ne dediği belli değildi. Bu ülkede yaşamalarına rağ­men Türkçe'yi çok zor ya da hiç konuşamayan oyuncular vardı. Bu durum ise temel tiyatro kavramı ile bağdaşmıyordu.

Bu ana eksiklik tiyatroda telafasi güç bir durum yaratıyor, bu yetmiyormuş gibi kanto da, bedensel ve işveli tarzı ile alkış alıyordu.

Seyirlik Kantolar

Seyirlik kantolar hem seyredenler, hem de kalem erbabı tarafından za­man zaman irdelenmiş ve kimi zaman oyunlar ve oyuncular 'seyre değer' olarak ifade edildiği gibi, bir bölümü de 'adaba mugayyir' telakki edilmişti.

Giysileri son derece çarpıcıdır. Alaca bulaca ve aynı derecede açık saçık. Figürler abartılıdır ve ses çoğunlukla beden hareketlerinin altında kalır. Şar­kılı bir oyun oynadıklarını da söyleyebiliriz.                                                '

Bütün mesele şarkıyı makama uydurmaktır ama asıl mesele şarkının be­denle birleşimidir. Böylece ortaya daha çok 'bedensel makam' çıkacaktır. Bu makamın ne olduğu da belirgin bir biçim taşımaz. Her kantocu bu ro­lünü aynı görünmekle birlikte her programda aynı olarak ortaya koyabilir. Farklılık sadece bedenin değil, makamın takdiminde de görülür. Tabiri ca­izse herkes her telden çalmaktadır. Topluluğu, dinleyiciden çok seyredici olarak vasıflandırabiliriz.

Musahipzade Celal'e göre halk için Peruz'un kıvrak oyunlarını görmek, Şamram'ın şarkılarını izlemek bir zevkti. Seyretmek ve dinlemek olarak iki zevki tespit eden Celal Bey, yorumunu söyle yapıyordu:13

"Sahnede gördükleri (dinledikleri değil) Rum ve Ermeni kantocu kadınla­rın kıvrak dansları ve şarkıları yüzünden bu gençler aşık olup, bu surette tu­luat hayatına atılmıştır. "

"Kantocu kızların kantolarını söylerken zıplayıp hopladıklarını, sahneyi dört dönerken bedenlerinin anafora kapılmışçasına titrediklerini anımsıyorum. n

Anımsayan Salah Birsel'dir.

Konkordiya'da keyfini bira ile cilalayanlar için bu tür kanto nefis bir 'alt­lık' olarak görülür.

'Çeribaşının gelini / Çerkeye dayamış belini' ile beden kıvrımlarını ritm ile ortaya koyanların sesine değil de seyrine doyum olmazdı.

Oyuncu kızlar, her türlü oyuna açıktılar. Bu sebepten oyun içi tavır oyun dışında da hayran kitlesi oluşturacaktı.

Mabeyn hafiyesinden orkestranın kemancısına, sokak satıcılarından Ka- palıçarşı esnafına kadar uzanan geniş bir hayran kitlesi...

Bitmedi... Mekteplisi de vardır, gözü açılmamış mirasyedileri de... Tulum­bacı reisleri, Nizamiye çavuşları, Galata kaldırım sakini ile kürekçi esnafı

13.      Eski İstanbul Yaşayışı, Musahipzade Celal, Türkiye Yayınevi, 1946.

da bu kaleme dahildi.

Göğsü nişan dolu saray erbabı, Samatya, Edirnekapı, Yeniçarşı, Sulu Ma­nastır kabadayısı da oyuncu kızlara 'oynaş' olacaktır.

Galata taraflarının kantocuları günün meşhur kantolarını söylerken mana­ya eş bir tavır takınır, işve ve cilve ile gözlerine kestirdikleri seyircilere pas verirlerdi.

Galata'nın Amerika ve Avrupa Tiyatrosu ile Beyoğlu gecelerinin alanı Kon- kordiya veya balozlar, başta Ahmet Rasim olmak üzere çok kimse tarafın­dan 'fuhuşun tahrik merkezleri' olarak vasıflandırılmıştır.

'Fuhş-i Atik' de bazı satırlar konuya bu tür ışıklar düşürür:[29]

"Amerika Tiyatrosu'ndaki Küçük Amelya, Avrupa tiyatrosundaki Peruz Ha- nım'lar ile peyklerinden 'Eranik' vesair isimlerindeki şantözler, aktristler, yeni yeni istidatını gösteren Eleni ve emsali, göz, kaş işaretleri, el, mendil parolaları sayesinde alınma, benimseme tarzındaki ilk tahassüslere yine uğruyordum. Görüyor ve anlıyordum ki, bunları yüzlerce kimse seviyordu. Localar, ön sandalyeler, hususi yan koltuklarda oturanlar bu aşıklar zümre­sini teşkil ediyordu. Piyesler birer bahane, bu kadınlar ayrı ayrı gaye hük­münde bulunuyordu."

Bu sebepten Osmanlı Kumpanyası'nda faaliyet gösterenler 'aktrist,' Galata tiyatrolarını mensupları ise en fazla 'oyuncu kız'dır. Onların bestesi itibarıyla en bayağı kantoda bile alkışa layık görülmeleri geçmiş dönemde de eleştirilere sebep olmuştu. Buna karşın müziği icra edenler ile bedeni icra edenler arasında bir ayırım yapmayanlar olacaktı. Seyircilerin bu kesi­mi oyunu, 'seyirlik oyun' telakki edebilir ve ayrıca söyleyenin güzelliğine meftun olup, bunu 'seyrine doyum olmaz' olarak ifade edebilirdi.

Neydi seyrine doyum olmayan?

Birincisi seyir telakki edildiği için kıyafetle 'mütenasip' hale getirilmiş bir kadın... İkincisi ise 'tahrikkar ve tahripkar' bulunan sesin hareketle birleş­tiği tavırdır.

Sahneler yanlışlar ile eksikler arasına şüphesiz kimi zaman doğruları da koyuyordu. Ama daha çok ortaya konulan bir hayli cezbedici unsurlar ol­muştu. Yani çok program, çok' insan... Ve tabi ki çok kadın...

Seyircinin 'oyuncu kadınlar'a ve 'şarkılı oyunlar'a olan ilgisi, ekonomik sı­kıntı yaşayan ve sürekli arayış içinde olan tiyatrocuların çabalarını, doğal olarak bu yöne sevketmişti.

O zaman kantolara ağırlık vermek gerekecek, bir değil, hatta iki üç kan­tocu iç gıcıklayıcı görüntülerle müzik eşliğinde sahne alacaklardı. En beğe­nilen en son çıkacak, diğerleri 'solist altı' gibi asıl yıldıza 'altlık' olacaktı.

Kantoya kibrit çakan ve tutuşturan bu alt takımdı. Tuluat sonrası uzunca süren bir fasılı, kanto faslı izleyecek ve alt takıma mensup kadınlar bir ve­ya iki kanto ile görüneceklerdi.

Seyircinin onlara sunduğu takdir hissi yıldız kantocuların yanında bir hayli yoksul kalırdı. Sahnelerde kısa fistanların görüldüğü dönemlerde uzaktan da da olsa bir kadın bacağı görmek, bazıları için sanatı görmekten çok daha önem taşıyacaktı. Bu durum seyredilen ve seyredenler kadar patronlar için de söz konusuydu. Oyuncu, seyirci ve patron bu anlayışa ortak olmuştu.

Kanlı Sahneler

Cezbedici ve seyirci ile içiçe oluşları kantocular! ister istemez hayranları ile yakın kılmıştı.

Seyirci ile kantocu arasında daima bir sıcaklık vardı ve bu hararet hem parçanın, hem de kantocunun takdimi ile yükseliyordu.

Seyirci, kantocunun cilve ve işvesini kendine mahsus bir davranış olarak algılayabilir.

Kantocunun oyununu takdiminde kimi zaman dozu kaçırmış olması ve se­yirciye gereğinden fazla alaka göstermesi, bu yakın ilgiyi ateşliyordu.

Sahneye çiçeklerin, gümüşlerin serpilmesi ile alakaya mazhar olan kan­tocu, bu görünüş içinde s_adece bedii değil, bedeni olarak da bir hayli 'er­keksi takdir'e maruz kalmıştı.

Takdiri sunmanın çeşitli biçimleri yaşanmıştı.

Kanto dünyasının zirvesinde görülen Peruz Hanım, geçmişten günümüze akseden bilgilere bakılırsa her bakımdan 'en fazla takdire mazhar' bir kan­tocudur.

Ama ona layık görünen takdir ifadesi çok değişik ve kimi zaman ölçüsüz­dür. Bir dolu sevdalısının içinde külhanisi de vardır, paşazadesi de... Ve ta­bi ki Şevki Bey gibi sanatının doruğuna çıkmış gerçek tiyatro sanatçıları da ... Şevki Bey ve paşazadelerin iltifat ve teveccühünü kazanmış ama ba­zen 'Bıçakçı Petri' örneğindeki gibi 'bıçak kemiğe dayanmıştır.'

Kabadayıların sevgilerini ifade ediş tarzında 'kaba'dayılık da vardır, zor­balık da ...

Hayatı sahneler içinde geçen Nazım Güneş, Sadi Yaver'in Dümbüllü İs­mail Efendi kitabında bu görüşü doğrulayacak bilgiler verir:

"Efendim bunlar (kantocular) sahnede seyirciye envai çeşit cilveler yapar­lar, kaşgöz oynatırlar, adeta 'oyundan sonra yanıma gel aslanım' gibilerin­den işmarlarda bulunurlardı. Bu kendilerine dikkati çekmek, beğendirip ilgi uyandırmak için artistlerin dozunu kaçırmamak şartıyla her vakit yapmaya mecbur oldukları şeylerdir. Mesela Peruz olsun, Şamram olsun, güzellikleri­ne güzel ... Onlar da sahnede dikkati Üzerlerine çekecek hareketlerde bulu­nurlardı. Ama sınırlı bir hava içinde. Cilveyi sanat haline getirmiş kadınlardı."

Aslında bu tip hadiseler genel eğlence düzeni içinde yaşanıyordu. Özellik­le Beyaz Ruslar'ın akınına uğrayan İstanbul'da, eskinin geleneksel eğlence hayatı dikkate değer bir değişime uğramıştı.

Agavni 'nin Ölümü

Kantocu hanımların sayısız aşkları olduğu tabiidir. Bu yüzden birçok aile yuvasının yıkıldığı hakkındaki rivayetleri Dümbüllü İsmail Efendi de doğrula­makla beraber Peruz, Şamram ve diğerleri gibi ünlü kantocuların sahnede­ki hafif ve cilveli hareketleri dışında, özel hayatlarının gayet mazbut geçtiği­ni ve her birinin yuva sahibi olduğunu, daha doğrusu yuva sahibi olmanın özlemi içinde yaşadıklarını söylemektedir. Bazıları ilgi göstermese de ken­dilerinin arzu ve inisiyatifleri dışında hayran ve sevda kitlesi oluşmuştur.

"Kantocu Agavni bu kurbanlardan biridir. Anlatıldığına göre; Agavni devrin saraya mensup paşalarından birine aşıkmış, paşa da ona tabi. Kadının ay­rıca 'Mart Dokuzu' adında bir de belalısı varmış. Bir Ramazan gecesi iki aşık da tiyatroya gelmişler. Damat paşa sahneye bir çiçek demeti atınca, dan dan... Mart Dokuzunun tabancasından çıkan iki kurşun sahnedeki ka­dıncağızı yere sermiş. "

Sadi Yaver Ataman'ın Dümbü/lü İsmail Efendi kitabındaki bu kanlı kanto hadisesini, Dümbüllü'nün yakın sahne arkadaşı Hüseyin Erişen teyit etmez.

Gerekçesi şöyledir:

"Galata tiyatrolarında böyle hadiseler olurdu. Direklerarası'nda olmazdı. Çünkü Şehzadebaşı tiyatrolarına ayak takımı pek gelmezdi."

Bu anlatıma ekleyeceğimiz bir başka husus öldürülen ya da öldürüldüğü öne sürülen bu Agavni'nin, sahnelerin en cüsseli kantocusu olan ve bu yüz­den 'Fil Agavni' lakabıyla tanınan kantocu olmadığıdır.

Bir başka örnekle 'kanlı bıçaklı' hadiselerin daha çok Direklerarası dışın­da yaşandığını görüyoruz.

Talimhane Meydanı'nda kurulan çadır tiyatrolarının kantocusu Duruhi'nin Tarlabaşı'nda yakılarak öldürülmesi gazetelere de aksetmişti. Duruhi, Di- reklerarası'nın değil, Galata ve Beyoğlu çevresinin kantocusuydu.

Erişen, bu tip sahnelerden söz ederken işin içinde saraylıların da olduğu­nu belirtmektedir:

"Çoğunun yavuklusu paşazade Saraya mensup varlıklı, hatırlı kimselerdi. Cilveyi de zaten çoğu bunlar için yapardı. Adam zaten oraya içmeden sar­hoş gelmiş, aşık, umutlu da. Eee ... Yavuklusunun başkasına kaşgöz etme­si, cilvelenmesi onu çileden çıkarmaya yeterli. Bunu kendisine hakaret sa­yıyor, iradesini de yitirince çekiyor tabancayı ... Agavni'yi sahnede öldüren bu tip bir aşıktı. n

Kantocu Rana Dilberyan'ı sahnede vuran kişi de 'aynı tip' olarak nitele­nir. Arada yaşanmış veya yaşanması muhtemel bir ilişki yoktur. Ama seyir­ci belki bir övgünün nişanesi, belki bir beklentinin ifadesi olarak sahneye çiçek atacak, kantocu da bu çiçeği bilerek ya da farkında olmadan çiğne­yecektir. Erişen örneklemeyi şöyle yapıyor:

"Vayy ... Bu bana büyük bir hakarettir diye çekmiş piştovu, veryansın et­miş, etmiş ama bereket versin iyi tutturamamış. Yosma da hafif bir yara ile ölümden kurtulmuş. Yara unutulup, heyecan durulunca güzel kadın yine sahneye çıkacak, kantoculuğun havası olan cilveli bakışlarını, kalça ırgala­malarını, gerdan kırıp göz süzmelerini sanatı uğruna olsa da sürdürecektir. Nitekim Rana Dilberyan da bunu yapmaya devam etmiştir. Ta ki, alaza gençliğin kaynar kazanı duruluncaya dek...

Çingene Kanto/an

Çingene kantoları her daim alaka uyandıran bir türdü. Neredeyse her ko­nuda tanzim edilen kantolara baskın çıkardı.

Çingene kantolarının ünlü isimleri arasında Peruz, Şamram, Büyük Amel- ya, Virjini, Küçük Amelya ve Eleni başı çekerdi.

Kantocuların seyirciyle kurduğu iletişimde aksesuar ve kostüm önemli yer tutardı. Sıradan kantocuların bile bu unsurlarla dikkati çekmesi ve da­ha çok alkış mümkündü. Çünkü seyirci bir tiyatro ortamında kıyafetinden hareketlerine kadar oyuncuları alabildiğine renk içinde görmek istiyordu. Bu sebeple, tabire caizse etli butlu ve o nispette fingirdek, işveli kantocular sahnedeyken müzik geri planda kalıyordu.

Dekor çingene hayatını temsil eder ve kantocu oba çingenesi kıyafetinde sahneye çıkardı. Kantolar ise kıvrak oyun havaları ile beslenmişti. Ayvansa- ray ve Sulukule çingenelerinin hareketli 'keriz' denilen fasıl repertuvarların- da bu kantoların çoğu görülür.

Çingene kantoları tekdüze bir hayatı dar kapsamda vermez. Kantolarda bu dünya çok geniş olarak yer alır. Çingene dünyasının her kesimi kantolar­la dile getirilir. Bu dünyanın hoş sohbet, neşeli insanları bazen falcı, demir­ci ve çiçekçi olarak takdim edilir.

'Bir bakmışsınız gemide tayfa, bir bakmışsınız kalabalıkta bir çingene' diyen Ahmet Rasim, sahnelerden bir de çingene kantosunu örnek olarak verir:[30]

"Ortaya maskeli fakat arasına yapma güller takılı baş örtülü, kollarında sepet, sırtlarında soluk mavi yeldirme olan kıpti karıları kıyafetli iki kadın atladı, sepetleri bıraktılar. Saz bir anda coşarak;

Çeribaşının gelini

Çerkeye dayamış belini

Arap çıkarmış dilini

Korkarım ısıracak elimi

Ha! ha! ha! Maşallah ha ha ha inşallah

Anayisi, babayisi

Kavurması, kıvırması da çalka!

Ne ahenk! Ne raks... Fakat salon boğazına Kadar dolu. En nihayet oynayan iki maskeli Sepetlerini aldılar. Etvar-ı kıptıyane yürüyerek: -Falcı!... Falcı! ... Kokozlu falım var!

Narasını izdiham yarıp çıktılar. "

Lavantacılarla, labadacılarla renklenen sahnede çapkın beyler, can yakan dilberler kantolarla dile getirilir. Çingene kantoları, her kesimin alakasına mazhar olduğundan bütün sanatçıların repertuvarlarında yer almıştı.

'Çolak' ya da 'Todi' adı verilen erkekler, 'Naile' veya 'Pembe' adlı çinge­ne güzellerine aşık olurdu. Çiçekçi ya da lavantacı kızların yer aldığı çingene kantolarının değişik biçimlerini, başka bir mekan ve dekor içinde görmek mümkündü. Daha çok tiyatroların kuruluş yıllarında moda olan aktrist-kan- tocular türlü isimlerle 'çiçekçi kantoları' takdim etmişlerdi.

Esnaf Kanto/an

Eski İstanbul'un 'ayak esnafı' ve satıcıları sadece rengarenk kılık ve kı­yafetleriyle değil, sesleri ile yaşamışlardı.

Ayak esnafı ve satıcıların dil-işve zenginliği ile enginleşen nükteleri, sah­ne kadar halk musikisine de girmişti. Esnaf ve satıcılar üzerine kantolar yazılıp bestelenmişti. Kanto yıldızlarının, geçen asrın sonlarında, kitlenin esnaf kesimine ağırlık vererek yönelmesi, çok sayıda kantonun ortaya çık­masına neden olmuştu. 'Orfeon Rekord'dan çıkan 'Dondurmacı' kantosu en çok benimsenen kantolardan biri olmuştu.

'Dondurmam şekerli kaymak / İnanmazsan tadına bak' diyen kantocu, 'Keten Helvacı'yı da diğer kantolara nazaran başka bir 'ağız tadı' ile söyle­yecekti. Dondurmaya ve keten helvaya getirdiği biçimsel davranış, bir hay­li etkileyiciydi. Dondurmacı'da 'Çıtı pıtı beylere / Parasını almadan tattır- marn,' Keten helvacı da 'Nane suyu, nane şeker / Benim canım seni çe­ker' sözleri uygun hareketlerle seyirciyi tahrik edici biçimde söyleniyordu.

Peruz 'Mısırbuğdaycısı' kantosunu rasttan okuyor ve Reşat Ekrem Koçu'nun "İstanbul'un bir sınıf uçarı halkı" diye tanımladığı kitlenin bu kan­toyu yıllarca terennüm etmesine yol açıyordu:16

"Sesim kısılıyor benim Sokak sokak bağmrken Mısır buğday kıtır kıtır Taze pişmiş çıtır çıtır"

Ayak satıcıları ve esnaf, kantolarda hep yiyecek ve içecek bölümünden alınmamıştır. Güldürü unsuruna elverişli nice mesleğin kantosu yapılmıştır. Turşucudan arabacıya, paçavracıdan Acem ve Yahudi satıcılarına kadar uzanan 'işkolu,' kantocuların vazgeçemediği tür olmuştu ... Bu tür kantolar­da kimi zaman methiye öne çıkmaktadır:

"Ey Hüdai perverdigar Ademi yoktan ider var Bu nimeti celilenin Bilmek gerekir kıymetin

Şanına layıktır paçavracı ismimiz Çalışmaktır kesbimiz

Minnet idüp kimseye Asla aman dimeyiz. "

(Kantocu Rozali/Rast)

Esnaf takımı arasında 'Turşucular' da unutulmamıştır:

"Biber turşusu yaparım Sokakları gezmek karım Lahana patlıcan katarım Domates salatalık satarım Lahana biber turşusu Hani ya bunun ekşisi... "

Bileyciler, leblebiciler, aşçılar, berberler, tellaklar, basmacılar, balıkçılar, börekçi ve çörekçiler, ciğerciler, paçacılar, çıracı ve çiçekçilerden arabacı-

16.     İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Kocu, İkinci cilt, Fasikül 18. lara kadar uzanan ve saymakla bitmeyecek kadar çoktur kantolarda mes­lek erbabı ...

Diyor ki Reşat Ekrem Koçu:

"Eski tuluat tiyatrolarının seyircileri arasında hovardalıkları ile tanınmış İstanbul arabacılarını hoşnut etmek için tanzim edilmiş arabacı kantoları, bilhassa sevdalısı arabacı kabadayılardan olan kızlar tarafından okunur ve coşkun bir fori ile karşılanırdı."

"Hopla hopla hopla hey

Kayıkla gitmeyiniz

Arabaya bininiz

Hopla hopla hopla hey. "

Kağıthane sefası üzerine söylenen bu kantoda, eğlence alanına gidiş için, 'arabacı' tercihi yapılmakta ve kayıkçı yerine de arabacı önerilmektedir.

Arabacılar ve diğer meslek erbabı bu kantolarla övülmekte kimbilir kanto­ya bir çeşit 'pazar' yaratılmaktadır:

'Bizim çayır boştur / Beni çayıra koştur / Ne güzel eğleniştir / Cana sa­fa veriştir.' Kanto ile arabacılar hoşnut edilmektedir ama kayıkçıların kızma­sı da başka övücü bir kanto ile önlenmektedir.

Düettolar

Düetto, kantoların iki kişinin müzikli bir oyunu şeklinde sahneye kon- masıydı. Rengarenk bir sahne, cıvıl cıvıl iki kantocu karşılıklı tartışma içine girerdi. Seyirlik unsuru çok olan düettolarla, kanto dünyasının en renkli bö­lümü oluşmuştu.1

Düettoya çoğunlukla iki kadın çıkardı. Ama bazen Yervart-Eleni'de olduğu gibi biri erkek olabilirdi. Kantocuların Küçük Amelya gibi erkek kılığında dü- ettoya çıkması seyirciye hayli çarpıcı gelirdi.

Düetto güldürür, fazla atışmalarla dolu olduğu gibi alaycı ve övücü de ola­bilir. Mesela Luçika ile Virjini'nin rast düettosunda kocalar, 'Bulunmaz Hint Kumaşı'dır. Todori ile Küçük Amelya'nın karciğar düettosu erkekle kadın arasındaki 'aşki bir durum'u yansıtır.

Kızın adı diğer çingene kantolarında olduğu gibi Penbe'dir. Kağıthane'de raks eden Penbe (Pembe değil) Çolak adındaki gence fazla yüz vermez ve:

'Aman Çolak çatma bana / Benim gönlüm olmaz sana' der.

Bir başka düettoda Madam Eleni ile Yervart Efendi de, çarpan bir yüreğin sesini duyururlar. Düettonun adı 'Tiktak' olup, Eleni aldatılmış bir kadının

17.      Eski İstanbul'da Muhabbet, Ergun Hiçyılmaz, Cep Kitapları, 1995. hissiyatını ifade eder:

'Merhametsiz bi vefa / Aldattın beni nayfa. ’

Peruz'la Şamram'ı Hicaz düettosunda bir arada görmek mümkündür. Bu­rada da çingenenin adı Pembe'dir. Düetto çingene dünyasından bir kesit verir. Peruz düettoda Şamram'ın deyimi ile 'Güzel Beyaz'dır. Peşinde küçük beylerin dolaştığı kadife cepken giyen Peruz, ızgara maşa yapan Şamram'la kapışır.

Ancak kim kimden üstündür?

Kanto dünyasının onca yıldızı arasından birini seçmenin çeşitli güçlükleri vardır. Çeşitli unsurları birleştiren kantonun sadece ses olarak ele alınması mümkün değildir. Ama kimin ünlü olduğu sorulursa, hem yaşadığı hayatın rengi, hem de bir döneme adını vermesi ile Peruz,,bu dünyanın bir numara­sıdır. Şamram Hanım'ı ikinci sıraya koyar, Virjini ve Kamelya'yı üçüncülük kürsüsüne çıkarabiliriz.

Küçük Virjini, Rozika, Eleni, Viktorya, Mari, Luçika ve Tereza diğer önem­li isimler arasında gösterilir.

Kanto Mecmua/an

Sahne ve taş plakların dışında müziğin kitleye ulaşmasında 'Şarkı Mec­muaları' köprü teşkil etmişti. Plak döneminin bitimine kadar ilgi alanı geniş olan bu şarkı mecmuaları, Şamlı İskender Kutmani gibi İstanbul'un belli başlı notacıları tarafından yayınlanırdı. Son döneme kadar seyyar şarkıcılar, güfte içeren yayınları, müzik aleti olmadan söylemek suretiyle satıyorlardı.

Son ve Nadide Şarkılar ya da En Son Şarkılar gibi isimler taşıyan bu ya­yınların içinde Ermeni harfleriyle Türkçe basılmış şarkı ve kanto mecmuları da vardı.18

Ermeni harfleriyle Türkçe basılan Yeni Şarkılar ve Yeni Yeni Kantoları neşreden istanbul'un en önemli kitapçılarından Garbis H. Balamudyan'dır. Garbis Efendi'den sonra, büyük kardeşi Misak ve yeğeni Jan Jak Balamu- doğlu ile 1960 sonlarına kadar yaşatılan Zaman Kitabevi 1897'de ku­rulmuştu. Adı geçen mecmuada biri Arapça olan on üç kanto, üç düetto ve çeşitli makamlarda on beş şarkı ile bir de Eğin Türküsü vardır.

Mecmuada, Eleni Hanım'ın dışında Verjin Hanım'ın 'Yeni Bülbül' ile 'Kelebek' kantoları da bulunmaktadır. Şarkı ve kantoları da olan Udi Abdul­lah'ın yanı sıra Komik Hasan Efendi'nin 'Çingene Kantosu'nu da bu mec­muada görmemiz mümkün oluyor. Nadir kantolara Eleni ile Aşod Efendi'nin düettosunu, Peruz'un (Terzakyan) Trompet, Minyon Verjin'in Çoban, Abdul­lah Zühtü'nün Yandım Aman kantolarını örnek verebiliriz.

18.     Turgut Kut, Müteferrika Kitabiyat Dergisi, Yıl 1993, Sayı 1.

Bir başka mecmua ise Güldeste-i Musiki yahut Kantolar ve Şarkılar Mec- muası'dır.19

Mecmuada üç kanto yer almaktadır. 'Aynalı Pembe' adına yapılan kanto, sözleri itibarıyla hayli ilginçtir:

UAynalı Pembe derler bana

Hayde de bakalım hayde (Hayda) Geriz atalım (göbek atalım) hayde Yeni yeni şarkılar ne na nay tım tım Kara gözlü yosmalar ne na ne na na Güzelim var söyleyecek ne na na ne na na Ah aman of...

Yar üstüne yar sevmek Hata diyelim mi canım Hayde bakalım hayde Geriz atalım hayde"

Neşe-i Dil yahut Nevasul Şarkı Mecmuası, en kapsamlı yayınlar arasında olup dört yüz on şarkıdan kırk üçünü kantolar kapsar.20

Piyasa udilerinden Şnork Efendi ile Anuş Hanım'ın 'Neva' kantoları ise Yeni Şarkı ve Kantolar Mecmuası'nda yayınlanmış, 'Nisahat Destanı,' 'Ga­zeller ve Saire'de 37 kanto ile birlikte yer almıştı.

Direklerarasının Sonu

Sadece kaybolan Direklerarası değildi elbette. Kadıköy Papazın Bahçe- si'nden Üsküdar Tophanelioğlu'na, Millet Bahçesi'nden Adalar'a, Gök­su'dan Makriköy'e (Bakırköy) uzanan kantolu sahnelerin önce dekorları, ar­dından da mekanları uçup gidecekti.

Direklerarası ilk ciddi sarsıntıyı Meşrutiyet sonrası geçirmiş ve 1910'da tarihi direkleri yıkılmıştı.

Yol eski güzelliğini ve mimari görünüşünü yitirmişti.

Direklerarası'ndan tramvay geçmişti...

Buna rağmen yine de insanlarını çağıran ve direnen bir taraf olmalı ki, ge­leneği oyunlarla yaşatmaya çalışacaktı.

Direklerarası giderek kendi dramını seyretmeye başlamıştı. 1919'da Be­yaz Ruslar'ın sığınma olayında, onların yaşadığı sefalet kadar İstanbul gecelerinin yaşadığı dram da önem taşıyordu. Kendi dünyası içindeki Der- [31] [32] saadet, yokluğun ve çaresizliğin kamplarından sokak köşelerine, otellerden gazinolara sürüklediği onbinlerle tanışacaktı.21

Getirdikleri yaşama biçimi içinde 'gece hayatı' da önem yer tutuyordu.

Gazetelerde değişik ve alışılmamış eğlence ilanları vardı.

"Rus matmazelleri tarafından güreş, 9 kısımdan mürekkep, fiyatlar 15 kuruş. "

Nasıl güreştikleri önemli değildi. Bazıları için kantonun nasıl söylendiği­nin önemli ol mayısı gibi...

Güzel ve oynak vücutlu, aynı zamanda kıvrak ve kolay elde edileceği inti­baını bırakan sarışın ve mavi gözlü kadınlar her tarafı sarmıştı.

İstanbul ekabiri artık Direklerarası'nın dışındaki bu eğlence dünyasına yö­nelmişti. Meddah Sururi Direklerarası'na elveda demiş ve Divanyolu'ndaki Dıyaribekir Kıraathanesi'nin yolunu tutmuştu. Karagözcüler mahalle kahve­sine, ünlü komikler Kadıköy'e taşınmışlardı.

Sadece Komik-i Şehir Naşit Bey direniyordu.

Milli, 'Milli' olmaktan çıkmış, ince ten fanilalar içindeki cambaz kızlara sahnelerini açmıştı. İthal anlayışla sadece iç değil, dış giyim de değişecek ve çarşaflara yırtmaç yapılacaktı:

"Yandan yırtmaç çarşaflar

Görünüyor tombul bacaklar

Kapayın şeytan postallar İmreniyor gören esnaflar"

Bu tarz söylemler dönemi yeterince aksettiriyordu.

Sadece Direklerarası kaybolmuyor, toplumsal değerler de yok oluyordu. Mekanlarla birlikte o mekanların sanatçıları da bu 'sosyal darbe'den nasi­bini alacaktı.

Uyuşturucu kol geziyordu ve sahneden içeri de girecekti. İlk Müslüman Türk kadın oyuncusu kabul edilen Afife Jale ilk kurban olmuştu. Afife Jale Akıl Hastanesi hücresinde duvarları tırnaklarıyla kazıya kazıya ölürken top­lum ve sanat çevresi 'iane"nin dışında, sessiz kalacaktı.

Bırakın sanatçı dayanışmasını, insani olgular birer birer ölüyordu. Tıpkı açlık ve yokluğun alkol ve uyuşturucuya yönelttiği diğer sanatçıların ölüme terkedilişleri ile Dersaadet bir 'Facia-ı Dram' sahneliyordu.

Tek başına tiyatro kabul edilen ve hayatını sahneye verenler de bodrum köşelerinde ve turnelerin soğuk gecelerinde ölüp gideceklerdi. Bazıları he­men ölecek kadar şanslıydı, çünkü sürünmemişlerdi.22

21.      Beyaz Ruslar, Berat Günçıkan, Orion Yayınları.

22.       Beni Toprağıma Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar, 1996.

Kimileri bu acıyı yıllar sonrasına taşıyıp, 'Othello Kamil' gibi bedenin her uzvunu yavaş yavaş kaybedecekti. Sahneden sahneye koşan Kamil Bey koşamamıştı, çünkü ayakları kesilmişti. Örnekler bir zamanlar beraberce sahneye çıkanların, yine ayaklarına taş bağlayıp yine beraberce intihar et­mesine kadar uzayıp gidiyordu.

Şamram'lar, Virjin'ler ile Amelya'ların geçkin ve tombul dünyasının yerini ince varyeteciler almıştı.

Cazbant müzik aletlerini, perdeciler dekorlarını, kantocular da valizlerini topluyordu. Geride ise birkaç hatıra ve albümden başka bir şey kalma­yacaktı.

Kanto susmuştu... Cazbant susmuştu ...

Direklerarası eğlencehanelerinin kapı önlerini şenlendiren ve tam mana­sıyla müzikle cazgırlık yapan davullar, trombon Arap Basri, Klarnetçi Lüfer Mehmet ve Kambur Rıfat, Davulcu Hakkı, Zurnacı Salih susmuştu, nefes­leri kesilmişti.

Bir zamanlar kantonun sesini yükseltenler, kanto nağmeleri ile İstanbul'u sarsan dilberler gibi onlar da susmuştu.

Oysa Şehzadebaşı'nın Ferah Tiyatrosu'nda şark sahnesinde müziğin yük­sek mertebesine erişmiş 'hoca'lar da çalıyordu.

Aksaray'lı trompetçi Küçük Hayri, Saffet Bey, klarnetçi Hayri Bey, büyük usta Yanki Bey'in talebeleriydi.23

Trompetçi Arap Recep, klarnetçi Girit'li Ahmedaki, trompetçi İzmir'li Hak­kı, flütçü Hasan Bey de Şehir Bandosu'nun mümtaz simalarıydı. Trompetçi Hikmet ve Hayri ile Kurt Ömer yavaş yavaş müzik aletlerini topluyordu.

Sahne ışıkları sönmüş, kanto dünyası da kararmıştı.

Sonrasında 31 kısım filmlerin dünyası ile tiyatrolardan sinemaya dönü­şen Şehzadebaşı alanı, ta Vezneciler'den Saraçhane'ye kadar yoksul ve harabe görüntüsüne kavuşacaktı ...

Kereste depoları, pasajları ve işportacıları ile Direklerarası yürekler acısı olmuştu...

Perde kapanmış, oyun bitmişti. ..

Kanto da mekan kadar seyirci ve dinleyici arıyordu.

Zorunlu Değişim

1930'1arın sahneleri, öncesinin Ferah'ı gibi değildi. Tiyatrolar hem me­kan biçimselliğinde hem de sahneleme özünde farklılığa uğramışlardı.24

Ferah Muhallebicisi'nin yanındaki 38 numaradaki tiyatro binasının cephe-

23.      Tevfik Yener, Perde Arkası, Sabah gazetesi yazıları, 1998.

24.       Necdet Sakaoğlu, İstanbul, Üç Aylık Dergi, Ocak 1999.

sini görkemli panolar süslemişti. Panolarda dansedenler çıplaktı. Tıpkı, 'Beynelminel Varyeteler'in programlarına çıkan 'Avrupalı Artizler'lerin çıplak oluşu gibi... Binanin özellikle çati katınin neredeyse dökülecek halde eski oluşu kimseyi ilgilendirmiyordu.

Tiyatro eski ama program yeniydi.

Bu görünüş içinde kantocuların yerlerini 'Beynelminel' ya da arz-ı ulusal varyetecelere terketmeleri mukadderdi. Ve böylece zaman içinde kanto dünyasi Anadolu'ya açılacakti. Tiyatrolar kumpanyalara bölünmüş, döne­min çok çok ünlü tiyatro oyunculari bile kantoya çıkmışlardi.

Eski kantocuların kantoya zorunlu sarilişı ile, çadir tiyatrolarinda bu ateş bir süre daha yanik kalacakti.

Ama 'ateş düştüğü yeri yakardi' ve asır öncesi Aesilden nesile seyirciyi ya- kip kavuran kanto artik kendini yakiyordu. Renkler kim zaman şatafatlı, ki­mi zaman solgundu. Cumhuriyet döneminde ise bir parlayip bir sönecekti.

1940'a kadar yine seyirci bulan, kimi zaman kumpanya ile Anadolu'yu dolaşan, kimi zaman İstanbul başta olmak üzere kent tiyatrolarınin oyunla­rında bir sahnelik yer bulan kantonun ateşini hep 'eski'ler yanik tutmuştu.

Osmanli ile Cumhuriyet arasinda kalmak ve zamana ayak uyduramamak sadece geçkin kantocular için söz konusu değildi. Sahne anlayışi, seyirci anlayişi ile değişmiş ve 'Jardenlerde gezerim' diye başlayan 'Matmazel ve Mösyö'lü kantolar repertuvardan, kilolu kantocular da çaptan düşmüştü.

Bisiklet mucize buluş olmaktan çıktıği için 'velesbit'li kantolar da yoldan çıkacak ve otomobilli dünya, 'arabalı' kantolara yol vermeyecektir.

Değişen sadece sahne anlayışı değildir ve kostüm farklılığa uğrasa bile beden artık hiç değişmeyecektir. Seyirci her yönden kendi anlayışı içinde 'kalite'aramakta, özellikle bu kalite kent alanlarında 'bedensel bakış'da yo­ğunlaşmaktadır.

Kanto artıl.; kentlerde 'tek başına' değildir veya oyun içinde eritilmekte ya da eski özelliğine binaen zaman zaman hatırlanmaktadır.

Kanto dünyasının zorunlu Anadolu göçü işte bu sebepten dolayı başlamış ve kumpanyaların programlarındaki yerini 'hatıra binaen' almıştı. Eskinin hakiki kantocuları ile sahneye yıllarını vermiş oyuncuları, büyük afişlerden kumpanya ilanlarına düşmüşlerdi. Artık 'hususi sıra' ve 'loca" yoktur, artık sahneye atılan çiçekler de solmuştur

Meşrutiyet döneminde azınlık mensubu şarkıcıların sahnede kıvrak hare­ketlerle, dansı öne alan ve kimilerince 'açık saçık' bulunan kantolar, ilk normal seyrini takip ettikten sonra değişime uğramıştı.

"Yeniden "Yaşatanlar

1960'1arın Ramazan gösterileri ile gündeme gelen kanto hayatı, tiyatro­larda yer bulmaya yine devam ediyor, çoğunlukla birlik ve kurumların özel ilgisi ile yaşatılıyordu.

O yıllarda Altınyurt Kulübü'nün düzenlediği Ramazan eğlenceleri ilanında, amaç şöyle ifade edilmişti:

"Sayın misafirlerimiz. Bu yıl sizlere Ramazan eğlenceleri programının dör­düncüsünü sunuyoruz. Amacımız sizlere eski Ramazan gecelerini yaşat­mak, dolayısıyla birkaç saat hoş vakit geçirmenizi sağlamaktır. Programı­mız iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde kantolar, ikinci bölümde Musa- hipzade'nin oyunu sunulmaktadır. "

Ekibin tamamen amatörlerden kurulu olduğu belirtilen ilanda yardımları için teşekkür edilen isimlerin başında Enise Can, Fulya Akaydın gibi sanat­çılar bulnmaktadır.

Programın Kantolar bölümünde şu isimler yer almaktadır. (1967)

"Gülistan: Nuray Dinçer, Bebeciğim: Erdal Şenol, Bana Zevzek Hoppa Derler: Ezel Denizolgun, Hovarda: Ünvan Pepemehmet, Kayseri Kanto: Gü­lay ve Fahir Güneri, Sarhoş Rasih: Vedat Manuysal, Elmalı: Muhittin Yavaş, Ağzıburun Ufacık: Yılmaz Yükler, Köşebaşı: Gülay Güneri, Bak Şu Kızın Fi­dan Boyuna: Hikmet Okçu, Çoban Kanto: Nuray Dinçer, Erdal Şenol, Vedat Manuysal, Dünyaya Geldim Gülmek İçin: Fezal Denizolgun, Çık Güzelim Pencereye; Hikmet Okçu ... "     .

Eskinin yaşatılması konusunda Enise Can, Fulya Akaydın gibi sanatçıla­rın verdiği sevgiye dayalı destekle 'müzikli sahneler' amatör anlayışla bir 'perdee' diyordu.

Nurhan Damcıoğlu Türk tiyatrosunun rahle-i tedrisinden geçmiş bir oyun­cusu olarak yıllarını kantoya veriyor ve ifade etmek gerekir, eskinin onca kantocusundan daha başarılı oluyordu. Kantonun taş plaklardan sonra 45'1ik ve uzun çalara dönmesi belki de bir hasretin ifadesiydi. Dinleyicinin eski hastalığı nüksetmişti.

Altan Karındaş, Seden Kızıltunç, Oya Alasya, Ayben Erman, Meral Küçü- kerol, Can Birim ve Seyfi Dursunoğlu bu yönde çabalar vermişti. Nurhan Damcıoğlu'nun plaklarında eski kantoların sesi, sahnesinde ise kantocula­rın bir hayli latif ve cezbedici bedeni vardı. Kantoyu özümsemiş ve sahne­sine oyun gücü getirmişti. Beden ritmi ile kanto ritmi uygunluk arzediyor, üstelik o çok tenkid edilen dil hatalarına düşmüyordu.

Damcıoğlu uzunçalarında Ben Kalender Meşrebim, Dingala, Fındık Kurdu, Yangın Var ve Çingeneler gibi kanto örnekleri vardı.25

25.     Balet LBA 195, Derleyen Fehmi Ege, Yöneten: N. Demirci.

Seyfi Dursunoğlu (Huysuz Virjin) sahneye sadece 'Virjin' adını değil, ek­ran programlarına kantoyu da taşıyacaktı. Sahneyi onca yıl özümseyen Dur- sunoğlu'nun özellikle 'yoldan çıkmış kanto'da son derece başarılı olduğu­nu ve dönemin Galatalı oyuncusunu çok iyi uyarlamasına 'Katina' veya 'Daktilo' kantolarını misal olarak verebiliriz.

Eski Sosyal Sigorta Kurumu Memuru Seyfi Dursunoğlu 1977'de kendisi ile yapılan bir röportajda 'kantoyu şimdi de bir erkek yeniden sahneye geti­riyor' şeklinde tanıtmıştı.26

"Beylerbeyi Kültür Cemiyeti'nde amatör olarak sahneye çıktığım zaman bakan da gelip görmüş, bir şey söylemedi. Kantolar, düettolar yapardık. Ar­kadaşlarımın her birine kişisel özelliklerine göre isimler vermiştik. Birimizin adı Peruz'du. Benim ki Virjin. Dostlar beni biraz4itiz ve huysuz bulurlar. O münasebetle çekinmeden 'Huysuz Virjin' diye anons etmişlerdi."

Seyfi Dursunoğlu, kantoya çıkmadan önce yaşlı kişilerle konuşup, kıdem­li sahne sanatçılarıyla görüşüp eski kantoyu sormuştu:

"Bu arada Niko ve Amelya gibi bu sanatla doğrudan temasa geçmiş kim­seleri tanıdım. Kantocunun okuyuş tavrı ve uslübu hakkında bilgi edindim. Şimdi oldukça zengin bir repertuvarım var. Kadın görünümünde bir erkek olarak sahneye çıkışım ayrıca ilgi görüyor... "

Murat Belge'nin 'Seveni çok olduğu zamanlarda da ciddiye alınmamıştı' yorumu, müziğin çok hafife alınıp alınmamasını akla getiriyor. Önce sahne, sonra plaklarda bedensel işlevin ön plana geçmesi ve parçanın taklit, gül­dürü ya da sulu fantazi ile bezendirilmesi, doğal olarak sıradan bir icrayı ele alıyordu. Bir başka deyişle kantonun hafife alındığını gösteren çok örnek olacaktı. Belge, kantoyu Türkiye'nin kültürel tarihinde popüler sanatın ilk ürünleri olarak tanımlar:27

"Özellikle popüler diyorum. Folk anlamında halk sanatı dememek için. Bu ikincisinin çok örneklerini biliyoruz hepimiz; ama kentleşmiş bir toplumda bu tür sanatın artık dinamik bir müzik için yeterli olmadığını da kavramamız gerekiyor. "

Doğrudur, folk anlamında 'halk sanatı' değildi ama sadece oluşup geliş­tiği zamanda değil, Cumhuriyet döneminde de yine halk adına, halk için ya­pılıyor ve günümüzün yaklaşımı ile 'halk böyle istiyor' diye piyasaya sürülü­yordu. Hem sahnede, hem 78'1iklerde yaşayan bu durum, sosyal değişimin sonucu değildi. Kitlenin değişim heyecanından yararlanmaka suretiyle ka­dının kullanılması ön plana alınmış ve doğal olarak da müziğin icrası değil, bedenin icrası söz konusu olmuştu. Plaklarda kadın görünmüyor ama icra­da alabildiğine ortaya çıkıyordu. Önde olan müzik değil kadındı.

26.     Hayat Dergisi, Hikmet Münir Ebcioğlu, Sayı 13, Mart 1977.

27.     Tarihten Güncelliğe, Murat Belge, İletişim Yayınları, 1997.

BÖLÜM 2

Kanto Yıldızları

'Minyon Virjini'

Fasulyacıyan ile Benliyan'ın Büyük Dram Kumpanyası'nda henüz boy ver­memiş bir fidandır Virjini.

Küçük bir rolle büyümeye çalışan ve henüz kanto ile tanışmayan Virjini bir yıl çalıştıktan sonra rağbetin kaynağını keşfetmiştir. Ama bu keşfinde ne teşvik edeni, ne de öğreteni vardır.

Sahneyi kaplamış ve halkın sevgisine mazhar olmuşların yanında tecrü­besiz bir ismin kantoya çıkması pek kolay olmasa gerek.

'Minyon'un bu noktada takdir edilecek tarafı bilgisi kadar azmi ve hırsı­dır. Peruz'u ve Eleni'li bir dünyada üstelik Şehzadebaşı'nda kantoya çık­mak, 1950'1erin radyosuna çıkmak kadar zordur.

Fasulyacıyan Kumpanyası'ndan ayrılalı bir ay olmuş ama sahneye ilk çık­tığında kantosuna fevkalade oyunlar katmıştır. Farklı oyunu, çapkın ama ay­nı zamanda delişmen tavrı ile Şehzadebaşı'nda hengame koparmıştır.

"Hiçbir zaman sahneden korkmadım. Eskiden kanto söyleyen kadınların hafiyelerinden, tulumbacılardan, mavnacılardan, köprü altı bıçkınlarından, kahveci çıraklar kadar mektepli efendi ve gözü açılmamış mirasyedilerden velhasıl her çeşit insandan sevdazadeleri vardı. Kız kantoya çıkıp da nazlı nazlı kantosunu söylemeye, kıvıra kıvıra oynamaya başladı mı hepsinin ağzının suyu akar ve ondan bir iltifat bakışı dilenirdi. Bir gülüşe, bir iltifata nail olamayan bazen üstünü başını paralardı. Sahneye tabanca sıkıp, bıçak atanlar bile vardı."[33]

Ahmet Rasim, sahneye dönük yazılarında başka kantocuları diline dolayıp bedensel tetkik de yapar. Darvin'den söz ettikten sonra şöyle diyecektir:

"Hayır. İnsan maymunlardan azma değildir. Maymunlar insandan az­madır. İşte Sahne-i Alem hakikaten eğlenceli. Peruz Hanım'la Vir... Virr... Virjin-i Minyon Hanım'ın düette tarzında okudukları şarkılar bahusus... (kim­senin hatırı kalmasın, benim bir münasebetim yok ha!)

Sahne-i Alem'deki bir geceyi tarifinde ise hem salon hem de kişiler vardır.

Sigara dumanları top top olarak büküle büküle harice akıyor. Sahnenin ön tarafı firdolayı memeli, banklar hıncahınç, yukarıdan bakılınca gelincik tarlasında beş on dal papatya bitmişe benziyor. Muhtelif muhtelif sesler.

- Bu gece Minyon Virjini de var.

- Sahi mi!                                                        -

Ma parol! Sabahtan ilanı vardı ... Bak! Bak! 6 numaraya muharrirler de gelmiş...

Çın Çın? Perde açılacak.

Ah kantocular! İşte Minyon Virjini... Aman ne minyon!"

Ahmet Rasim, kantocuyu 'süzgün gözleri, buruşuk saçları pudralı yanak­ları ve hafif gerdanı' ile tarif eder. Minyon'a bakışında bedenin beyazlığı da vardır:

"Bütün nasiyesi kireç ocaklarının zemin-i sefidini andırıyor. O kollar gah kalbe, gah sineye dokunuyor.

Bu kavuniçi fistanlı kim? Peruz Hanım mı, şimdi Minyon'la beraber düet- toya çıkacak! İncesaz kıpırdıyor.

'Ben halimi arz eyledim a güzel sana

Ey aşıklar himmet edin ram olsun sana'

diyorlar, fakat Minyon'un vakti mi var? Hepimizin elinden alıyor:

'Kendi halimde gezerken divane oldum

A benim tombul çobanım sana kul oldum'

diye vuslat oluyor. "

Münir Süleyman Çapanoğlu'nun konuyla ilgili olarak yazdıklarında hem kanto hem de Minyon'un dünyasına açılan çok pencere buluruz:

"Benim çocukluğumda allı morlu bürümcük elbiseler, sarı kırmızı ve be­yaz renkli pullarla iri iri güller işlenmiş, bol etekli fistanlar giyen bir takım Rum ve Ermeni kızları vardı. Bağlarbaşı, Kuşdili gibi tiyatrolarda, Şehzade- başı sahnelerinde kantolar söyleyerek göbek atarlar, ayak oyunları, çiftetel­li oynarlardı."

Çapanoğlu'nun sözünü ettiği kantonun en basit takımıdır. Beste ve güfte itibarıyla hiç değeri olmayan bu kantolarda dinlenen değil, görülen beden önem taşırdı. Güzel göğsü, geniş kalçası ve nihayet iyi göbek atışı ile salo­nu inim inim inleten kadınlar için kanto bir çeşit kurtarıcı olmuştu. Sahne­ler, Minyon'undan delişmenine kadar yeni yıldızların arayışı içindeydi.

Peruz yaşlanmış, Şamram kulislerde dolaşır olmuştu. Elle tutulacak ha­kiki bir kantocu da parmakla gösterilecek kadar azdı. İşte bu sırada sahne­ye çıkmak cesaret istiyordu.

"Jardenlerde gezerim / Muzikayı dinlerim / Nerede bir şık bey görsem / Ona ben göz ederim."

Nağmesi tatlı, işvesi ballı, bakışı da can alıcıydı. Fevkalade etkili göz sü- züşü ile çıkar ve öbürlerinden farklı ve adabın sınırlarını zorlamayan 'be- den'i hareketlerine başlardı.

Bir bacağını havaya kaldırıp döndürür, daha sonra tempo haline dönüşe­cek olan fısıltılar ve tepinmeler başlardı. Islıklar ve arkası kesilmeyen alkış­lardan sonra sıra pek revaçta olan kantoya gelirdi.

"Mısırımı kavururken / Dumanını savururken / Ayaklarım yoruluyor / So­kak sokak dolaşırken. n

Çapanoğlu Minyon için şöyle bir final yapar: 29

"Yıllar ewel onu alkışlayan ellerimle, onun romatizmalı ellerini tuttuğum zaman, çapkın bakışlı Minyon'un ewelki gülüşlerini hatırladım ve hemen yüzüne baktım: Cami yıkılmıştı fakat mihrap yerindeydi."

İfade gayet açık ve manidar. Yaşlıyken bile çarpıcı ve güzel olduğunu an­lıyoruz.

Minyon iltifatlara, alkışlara ve sevgiye mazhar olmanın mutluluğunu yaşa­mıştır. Ama yaşadıkları içinde dikkate değer olaylar da vardır. Bütün misal­lerini görmüştür, hayatın...

Kendi İfadesi ile 'tatlı' olarak nitelediği bazı ta;;ıruzlara da uğramıştır.

"Uğradığım taaruzlar daima tatlı taaruzlardı. Tabanca yerine arabama şe­kerleme kutuları, ipekli mendiller atıldı. Benden önce Eleni ile Amelya'ya birkaç kere bıçakla taaruz edilmiş ve burunları kesilmek istenmiş idi. Fakat benim başımdan böyle bir hadise geçmemiştir. "

Virjini bunları yaşamamıştır ama yanlış anlama ile hapsi de boylamıştır. Abdülhamid döneminde komitacılık yüzünden Zaptiye Nezareti de tedbirle­ri arttırmış ama bazen dozu da kaçırmıştır.

Virjini'nin başı derde bir şarkının sözlerinden girmiştir.

•Hay nare nare nare / Başımız yandı nare..."

Nezaret mensuplarından İncirliköylü Ali Bey tarafından daireye götürülen Minyon Virjini, kadınlar tarafında bir gece misafir edildikten sonra bırakıl­mıştır.

Minyon bir süre sonra neden gözaltına alındığını öğrenecektir. Jurnal, kantodaki kelimelerden dolayı yapılmıştır. 'Hay' kelimesi Ermenice 'Erme­ni,' Nar ise Arapça'da 'Ateş' demektir.

29. Hafta Dergisi, Eylül 1935, Sayı 78.

Bu sözler Yıldız'a oır 'hayli manalı' gelmiştir.

Minyon Virjini renkli hayatını kimseye muhtaç olmadan sürdürmüştü. Şiş- li'de ki evinin kirası ile yaşamıştı. Hiç kimsesi yoktu ve var olan sadece ha­tıralarıydı. Hayatta kimsesi olup olmadığına dair sorulan bir soruya verdiği cevap kantodan çok dostlardan çekmiş bir insanın cevabıdır:

'Çok şükür düşmanlarım yok.'

Peruz

Eski İstanbul çapkınlarını deli divane edip birbirine katan, kattığı yetmi­yormuş gibi vuruşturan Peruz Terzakyan...

İsmail Dümbüllü Peruz'u zamanın 'en birinci' kantocusu sayar ve 'hem beste yapar, hem de güftelerini kendisi yazardı' diyerek Şamram Hanım'la Peruz'un hala çocukları olduğunu teyit eder. Nuhbe-i Elhan Mecmuası'nda- ki 89 nota içinde Peruz'a ait 12 kanto, Dümbüllü'nün sözlerinin bir belge­si gibidir:

'Hicran,' 'Kekeleme,' 'Pencereden Gördüm Ayı,' 'Sevda Pazarında,' 'Köylü,' 'Ah Ninem Bir Gelin Olsam,' 'Aman Dostlar Bakın Yavuklum Ne Dedi?,' 'Vay Vay Bir Dilbere Vuruldum,' 'On Yedi Tek Düz Rakı İçtim,' 'Kal­bi Sevdazadeler,' 'Kara Kaşlı Penbe Geldi,' 'Keriz' (Şamram'la) ve 'Çoban Düettosu' ...

Peruz'un musiki bildiğini, kantolarını bestelediğini Nazım Güneş de öne sürmekte ve onu 'afeti devran' olarak nitelemektedir.

'Davudiye yakın, muhrik (yanık) bir sesi vardı. Tombulca, sütbeyazı tenli, alımlı bir kadın güzeliydi. Peruz namuslu bir kadındı. Öyle seyirciye, şuna buna pas vermezdi. Ama onunda bir yavuklusu vardı. Ayvansaray'lı bir deli­kanlı, sonradan hamal kahyalığı yapmıştı. Peruz öyle paraya pula gönül kaptıranlardan değildir.'

Reşat Ekrem Koçu Tercüman gazetesinde 'Gün İçinde Tarih' sütununda bu sevdaya şu satırları düşmüştü:

"Asrımız başlarının namlı kantocularından bir Peruz Hanım vardır. Ayvan- saray'da kalafat yerinde amele ve o semtin yangın tulumbacı uşaklarından, gayet esıner oluşundan kinaye (Çingene Cevdet) diye anılmış bir kopuğa aşık olmuş. Meşhur tulumbacı kantosunu o kara oğlan tiyatroya geldiği ak­şamlar yalnız onun şanında okurmuş. İşte o kantonun son nağmeleri:

Yangın var... Yangın var... Nerede?

Kıztaşı'nda... Kıztaşı'nda gönül evinde

Yangın var... Yangın var... Nerede?

Ayvansaray'da kalafat yerinde ... "

Cevdet Ayvansaray'lı... Bir ekleme daha yapalım. Peruz'un evlerinden bi­ri de o sıralarda Ayvansaray'da bulunuyordu.

Yani 'gönül yangını'na her şey müsait... Tutuşan mekan da, söndürecek tulumbacı da aynı semtte ...

Nazım Güneş (Paşa) Peruz'un sahnesine avuç avuç para atıldığını ama onun paralara yan gözle bakmadığını, perdecilere toplatıp önündeki çalgıcı­lara attırdığını ifade etmektedir.

'Paşa' denilen Nazım Bey doğma büyüme İstanbul'ludur ve hayatının ta­mamı Direklerarası'nda geçmiştir. Naşit Bey'in tiyatrosunda sahneye çık­mış ve onunla karşılıklı 'Kahya' ve 'İhtiyar'ı oynamıştı.

Ama yine de Peruz için anlatılanlar, anlatılmayanlardan azdır. Kaç yürek yaktığının hesabını kimse bilemez. Çünkü Peruz sevdalarına pek 'çetele' tutmamıştır. Yani aşkı hesaba gelmez.

Yüreği çok yanmış sevdaların eski bir tüfeğine göre, hem hesapsız, hem de kitapsızdır.

Onun için sert konuşanlar da vardı:

"Çok kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahpedir..."

Udi İhsan'ı iyice yoğurup posasını çıkarmış, sevdada maraza çıkınca da in­tikam yolunu hicivde aramıştır. Eşref değildir ama 'eşref saati' gelince müt­hiş bir kanto yapmış ve İhsan Efendi'yi süprüntü kovasına benzetmiştir.

"Kalafata yatmış köprü dubası / Biçimine bakmaz süprüntü kovası "

Oysa İhsan Bey'in nezaket ve suküneti kilosuna uygun enginliktedir. Sev­danın büyüdüğü dönemlerde hiç akla gelmeyen beden anlaşılıyor ki, Peruz'un uygulamalı 'beden eğitimi'nin bitiminden sonra eleştirisel bir an­lam kazanmıştır.

Sevdiğini köprü dubası gören Peruz'un da dal gibi bir bedene sahip oldu­ğu sanılmasın. Ama ne var ki, 'Balık eti'nin de üstünde beden ölçüsüne sa­hip olan Peruz'un iki 'löp' bacağı vardır.

Musiki her zaman takdire değer bir alaka görse de salonları dolduranlar tıpkı bugün olduğu gibi geçmişte de sadece işveye bürünmüş sesi, 'ud'ili- ğe tercih etmektedir.

Kadın sesi udiden daha etkili olmaktadır...

Salonu şenlendiren kadınların sahne ve beden edevatı musikişinasın edevatından önde gidişi de sadece o dönemlere mahsus değildir. Ve tabi ki sadece Peruz'a da mahsus olmayacaktır.

"Kantocu Peruz'un en ateşli zamanıydı, Avrupa Tiyatrosu'nda her gece hayranlarını birbirine katardı" diyen Üsküdar'lı Vasıf Hoca, Peruz'un tutkun olduğu arabacı Mestan'dan söz eder:[34]

uBahriye Nazırı Hasan Rami Paşa'nın arabacısı idi. Peruz Şumnu'lu bu arabacı güzeline tutkundu. Ekabirden biri oğlanın şanında bir kanto tanzim edip Peruz'a vermiş. Peruz'dan Mestan'ın geldiği zamanlar bu kantoyu dört beş defa dinledim. Küberadan birisinin kızı bu arabacı güzeline gönül ver­miş ve kendisini kaçırmasını istemiş. Silivri'de yakalanmışlır. Mestan'a zaptiyedi öyle bir dayaka atılmış ki, hastahaneye kaldırılırken yolda ölmüş."

Vasıf Hoca, Mestan adına yazılmış 'Elinde kırbacı / Kuweti de pek acı / Bir civana gönül verdim / Bıçkın arabacı' diye başlayan bu kantoyu Peruz'un bir daha hiç okumadığını da ilave ediyor.

'Bıçakçı Petri' lakaplı külhani zorba da Peruz'un azılı sevdalısıdır. Peruz'un sadece kalbini değil kalçasından da bir parça almıştır. Falçatanın izini soranlara afetin verdiği cevap ilginçtir.

"Bu çizik bir şey değil, siz asıl benim kalbimdeki yarayı sorun...

Anlaşılıyor ki 'şiddet'li ve marazi bir aşktır yaşanan...

Peruz Avrupa Tiyatrosu'nun sahnesinden sık sık şu kantosuyla seslenir­di aşkına:

"Galata 'da kahve tamam

Meyhane baloz tamam Haraç verilirse bıçkına Bıçağını koyayım kınına •

Bıçağını sık sık kınından çıkarma alışkınlığına sahip kabadayı Petri, bir defasında altmış kişinin içinde Peruz için birini bıçaklayacaktı. Ahmet Ra- sim düştüğü dehşeti şöyle anlatmıştır:

"Bıçakçı Petri'nin vurduğu adamın sağ kalıp kalmadığını bilmiyorum ama benim bir buçuk ay kadar Galata semtine geçmediğimi pek iyi hatırlıyorum. •

Şimdi Peruz'un sevda defterinde önemli bir sayfaya bakalım.

Şevki Bey İstanbul Gümrüğü'nde mümeyyizdir. Rıhtımdaki gümrük binası­nın çevresi de o sıralar tiyatrolar, balozlar ve bilumuıı eğlence yerleriyle do­nanmıştır. Her delikten müzik ve kadın çıkar da genç mümeyyiz bunlara göz­lerini ve kulaklarını kapatır mı?

Kulakların ve gözlerini açtığında önce gördüğü Peruz'dur. Bu afet-i devran uğruna sahne aleminde kan gövdeyi götürmüştü. 'Madik' atamamıştır. Sa­dece bıçkınlara değil, 'kalantor'lara da tutsak olmayan Peruz'un, Şevki Bey'e sevdalanması sanatçının beyefendiliğinden kaynaklanmıştı. Şevki Bey, endamı kısa, muhabbeti uzun olan Peruz'a evlenme teklifinde de bu­lunmuş ve 'Sen de gel tiyatrocu ol. O zaman mümkündür' cevabını almış­tır. Şevki Bey'i sahnelere tutsak eden ve tiyatromuzun öncülerinden biri haline getiren belki de bu Peruz aşkıdır.

Peruz'a meyyal olanların listesi bir hayli uzun... Evini barkını kaybedip sü­rünenler, aşk-ı memnu'dan helak olup gidenlere sayısız örnek vardır.

İffet Bey dedikleri Sultani'nin (Galatasaray lisesi) rahle-i tedrisinden geç­miş, Hukuk'dan mezun bir dilbazdır. Ama sevda bu, aşkın hukuku olur mu?

İffet Bey 'okumuş'tur ama Peruz da onun canına okumuştur.

Mısır kethüdası Şefik Bey'in oğlu, ağzı açık kese ile gezen bir mirasyedi olup, kantocu yollarına gül kadar altın dökmüştür. Sonuncusu Peruz'dur ve bu 'yürek yangını' büyük olur. Tiyatroya merakının özünde aslında kantocu merakı gizlidir. Fecr-i Ati mensuplarından, cümle sanat meftununa kadar ay­dınlar onun konağında toplanırdı.

İffet Bey'in konaklarında 'çifte sağırlar' oyunu bile oynanmıştır. Safi, Necip, Salih, Fuat, Hıfzı Tevfik ve Enis Behiç Bey de bu temsillerde yer almıştı.

Sonuçta İffet Bey'in sanat ve Peruz aşkına harcadıklarının bilançosu tam bir iflası gösterir. Peruz ve sahne için Divanyolu'ndaki konak, Gedik- paşa'daki eski cambazhane meydanı, Güllü Agop'un oyunları ile şenlenen arsalar, Aksaray'daki bahçeli köşk elden çıkarılmıştır. Sonuç vahim ve hazin... Malı mülkü haraç mezat satılan İffet'in Bey'in sonunda beyliği de gitmiş, Peruz'un aşkı da bitmiştir.

Muhteşem Peruz kimilerine göre Beşiktaş Değirmencileriçi'nde kimileri­ne göre de Karaköy'de bir çatı katında ölmüştür.[35] [36]

Ölümüne yakın yıllarda sahne ışıklarını arayan yoksul bedeni artık karan­lıktadır. Aynı zamanda ne erkek, ne de sanat yükü taşıyamayacak kadar yorgundur. Aynı zamanda ezgin ve bezgin...

Geçmişin ışıkları, o dehlizin karanlık duvarlarını aşıp geçecek kadar güç­lü olmayıp aşk hatıralarını da aydınlatmaktan mahrumdur. Bir el sarılsın is­temiştir o balık etine. Bir hayran dudağı değsin istemiştir tenine... Ve tabi ki geri gelmesini dilemiştir bütün aşklarının... Oysa sığındığı viranenin kapı­sı bile yoktur.

Eski tuluatçılarımızdan Fahri Gülünç, Peruz için 'Memleketimizin Sara Bernard'ı idi' ifadesini kullanmıştı. Onun ilk günlerindeki yaşamını şöyle an- latıyordu:32

"Hususi arabalara, apartmanlara, çifter çifter hizmetçilere sahipti. Tulua­tın en fazla kazanan yıldızı idi."

Hayatının 'usul' ve notaya uygun olduğu söylenemez. Ama notayı tam ma­nasıyla bilen ve geleceğe besteleri kalan tek notalı kantocu olarak anılaca­ğı söylenebilir.

Şamram Hanm

Şamram Hanım iki büyük komikle Naşit Bey ve İsmail Dümbüllü ile düet yapmıştı.

Dümbüllü'nün Şamram Hanım'la yaptığı düetler arasında Leblebici, Tur­şucu, Bozacı, Keten Helvacı, Ocakçı, Kabakçı ve Dondurmacı unutulmazlar arasına girmişti. Düetler daha çok 'esnaf' ve 'olay'a dönüktür ve kıyafet, güldürü ve sahne zenginliği ile seyirciyi tiyatroya çekmişti.

Metin And'ın 'Tuluatçılar ve Kantocular Üzerine Notlar'ında Şamram Ha- nım'ın Peruz ile teyze kızı olduğu ve sahneye 27-28 yaşlarında çıktığı belir­tilir. Şamram sahnede ilk olarak 'Pembe Kız' düetini söylemişti. Şamram Hanım Ramazan sezonunda 60 altına kadar yükselen geliri ile en çok ka­zanan kantocular arasında yer almıştı.

Peruz'la su yüzüne çıkmayan gizli bir çekişmesi vardı. Peruz'un 'Yangın Var' kantosuna karşı Şamram Hanım da bu yangına körükle gitmiştir. Üs­telik notalı başka bir yangın kantosu ile:

"Yangın var... Yangın var... Ofyanıyorum

Yetişin kardaşlar (a dostlar) tutuşuyorum

Çıtı pıtı, mini mini, mis kokulu hanımeli Müsaadesiyle koklayım çiçeğim vermem seni Yangın var...

Yangın var...

Of yanıyorum

Yetişin a dostlar tutuşuyorum"

'Yangın Var' Ferah Tiyatrosu'nda para, Şamram Hanım'a da şöhret ka­zandırmıştı.

Direklerarası'nın ünlü eğlence mekanı, Şamram Hanım sahneye çıkacağı zaman kırmızı renklere bürünürdü. Kantocu ise kıpkırmızı dekor içinde san­ki bir ateş parçasıdır. Ellerine ziller takmış şıngır mıngır oynadığında, seyir­cileri de yakacaktır. Sahneyi dolanarak yaptığı bu girişten sonra, iş göbek faslına gelir:

"Yangın var, yangın var / Ben yanıyorum / Yetişin a dostlar / Tutuşuyo­rum" dedikçe salon bu aşk ateşini söndürmeye can atacaktır.

Şamram Hanım'ın uzun süre sahnelediği 'Yangın'ı, seyircilerin bıkkınlığı değil, Ferah'ın gerçekten yanması söndürmüştü.[37]

O dönemi yaşayanların bir bölümüne göre Şamram Peruz'dan bazı yönle­ri ile üstün tutulur.

Ama sahne hakimiyeti ve seyirci etkileme açısından Peruz öndedir. Kan­lı bıçaklı olmamışlar hatta dostane geçinmişlerdir. En azından ikisine de ye­tecek seyirci vardır ve bu sebeple 'Karakaşlı Pembe kerize' gibi bazı kanto­lara beraber çıkmışlardır.

Onun da sahnesine hayranlığının ifadesi olarak avuçlarla paralar saçıl­mış, çiçekler atılmıştır. Çiçekler arasındaki anlı şanlı Şamram'ın son yılla­rında solup kurumuş bir çiçeği andıracağına hiç kimse inanmamıştır.

Mari Ferha

Mari Ferha kanto kadar hayatını da 'usulüne uygun' yaşamış bir kadındır.

Sahnede doğmuş ve kantolarla büyümüştü. Sahnede ilk yürümeye başla­masından sonra, düettolar ve operet şarkıları da ayrılmaz parçaları olarak onunla birlikte büyümüştü. Onun için çocukluğunu yaşamadan büyümek zo­runda kaldığı söylenebilir. Sahnelerin çoçuğu olarak kulisten kulise, alkış­tan alkışa yazılan 'alın yazısı' bir 'intihar'la noktalanmış ve geriye hayatın bazı bilinmez yazıları kalmıştır.

Mari Ferha'nın kızı Şevkiye Hanım da (May) hayata annesi gibi bir ihtihar- la veda etmeden önce günümüze miras olarak geçmişin kanto izlerini bı­rakmıştı.

"Babam Şevki Fuat Paşa'nın torunu, Miralay Akif Bey'in oğluydu. Sarayda yetişmiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Vazife yaptığı İstanbul Gümrüğü'nün çev­resi ise tiyatro ve balozlarla doluydu. Gümrük mümeyyizi babam, sanata son derece meraklı olduğu için gazinoların müdavimleri arasında yer alıyordu/

Şevki Bey'in eğlence gecelerine masa ayırttığı bu dönem de kantocu Peruz'a kalbinin bir köşesinde yer ayırttığı malumdur. Bu Peruz'lu eğlence gecelerinde, Mari Ferha'yı gördüğünde gözleri hem ailesini, hem de Peruz'u artık göremez olacaktır.

"Babam çok sevilen bir sanatçı olmuş. Kendi adıyla bir tiyatro kurmuş ve Şehzadebaşı ile Bağlarbaşı'nda temsiller vermiş. Bu sırada tiyatrosuna yeşil ela gözlü Mari Ferha adında dilber bir kantocu girmiş. Babam onunla evlenmiş. Annem Mari Ferha'da tiyatro sevgisi küçük yaşta başlamış. Cemela adlı bir arkadaşı ile evin perdelerine keser, kanto fistanları yapar, kantolar söylerlermiş. Bir gün bir tiyatronun sahibi annemi görmüş beğen­miş. 'Gel tiyatroma oyna' demiş. Evden karşı koyamamışlar. Yalnız anne­annesi 'ben bu kızı bırakamam' demiş. Torunu oynarken o da kulisten seyredermiş. Kuliste otura otura müziğe merak sarmış. Mari Ferha kanto okurken davul çalmaya başlamış. Bu arada Şehzade-i Civanbaht Ziyaeddin Efendi anneme aşık olmuş. Her oyununa gelir, oyun aralarında yaveri ile de­met demet çiçek, kutu kutu mücevher yollarmış. Hediye ettiği 'Akarsu' pa­ha biçilmez bir değerde imiş. Bu Akarsu'nun bir sırası hem yüzük hem bi­lezik, hem de küpe olarak kullanılabilirmiş. "

Şevkiye May'ın anlattığı bu beraberlik aslında sadece 'dest-i izdivaç'ın bir gereği olarak sadece evde yaşanmaz. Sahnelerde de beraber yaşamakta­dırlar:

"Ferah Tiyatrosu'nda Büyük Varyete ve Eğlencehane-i Osmani Kumpanya­sı, idare-i Şevki ve aktrist Mari Ferha Hanım ile birlikte -Tiyatro, sinema, in­cesaz, kuartet, 40 kişilik büyük bando, muzıka tarafından konser-Muşaşa bir gece- Müsamere-i fevkalade... "

Büyük bando eşliğinde 'Müsamere-i fevkalade' geceier yaşanır. Onları bir arada tutan tek başına aşk değildir. Tiyatro sevgisi ile aşkları her dem sı­cak kalır.

Şevki Bey fevkalade üzgün ölmüştür. Çünkü 'Zevce-i meşru'm dediği Mari Ferha ile oyunculuğu seçişi yüzünden ailesi tafafından reddedilmişti. Mari Ferha'ya 'Bu yüzden aile mezarlığında bana yer yok' diyerek yaptığı vasiyet dikkate değerdir.

"İşine bırakmayasın. Şevkiye'ye (Şevkiye May) iyi bak ve n'olur arkamdan ağlayıp güzelim gözlerini bozma. n

Takvimler bir bir kopup 'son'a yaklaştığında artık kendi hayatını değil, ailesinin hayatını düşünmeye başlamıştı. Sevgiden, mektuptan başka ne bırakabilirdi ki, geriye?

Mari Ferha'nın gözleri güzeldir ama herkesin değil. Onda 'ela,' etrafta 'kem' göz vardır. Ve bu nazar sadece bir güzelliği ve saadeti değil, aile bo­yu sürecek bir hayatı da çatlatmıştır.

Mari Ferha'nın hayata bakışında yanılgılar olabilir. Ama etrafın ona bakı­şında yanılgıdan çok, 'ayıp' vardır.

Şevki'siz kaldığında idame ettirmeye çalıştığı hayat onun karşısına inanıl­maz kötülükler çıkarmıştır.

En basiti ile 'göze gelmek'ten başka bir şey değildir, Mari Ferha'nın ya­şadığı son. Karşı koyulması mümkün olmayan acıları yaşamış, kızı Şevkiye May da tıpkı annesi gibi bu çileli hayata 'intihar'la nokta koymuştur.

'Komik Şevki'nin ailesinde yaşanan ve ender rastlanan bir trajedi...

Şimdi Şevkiye Hanım'ı dinleyelim:

"Annemin gözlerinin güzelliği şiirlere bile geçmiş. O sahneye çıkınca, se­yirciler 'gözün kör olsun emi' derlermiş. Ramazan geceleri Mari Ferha Hanım edep dışı kantolar söylüyor diye tiyatroyu birkaç kere basıp annemi karakola çekmişler. Seyircilerin takdire dayalı bu sözleri tutmuş olacak ki, annemin gözlerine perde indi. Bu onu intihara kadar sürükledi. n (1955)

Karakola çekilme konusunda korunan adap değildir. Bu muhteşem kadı­nı çok yakından görebilmek ve ona aşina olabilmek gibi bir duygu ile orta­ya konan bu tavır, tabiyatıyla hem aktrist. hem de çevresi için menfi tesir göstermiştir. Belki de isteklere mukabelede bulunmayışından dolayı bazı

yüksek zevadın baskısı ile sahne hayatının engellendiği de akla gelebilir.

Sadece onun değildir alın yazısındaki bu trajik son... Kızı Şevkiye de bu hazin hayat hikayesinde aynı hüzünlü sayfaları yaşamıştır.

Zorluklar baş gösterince eldekiler ufak ufak tükenecek veya çalınacaktır. Son kalan parasını da bir Ramazan gecesi tavassutla kapısını çalan bir de­fineciye kaptırır.

Orhan Tahsin bu vesile ile Hayat Mecmuast'nda 'Hürriyet Tepesi'nde ka­zılmadık yer bırakılmadı ve sadece taş toprak çıktı' diye yazmıştı.34

Şevkiye May da tiyatronun unutulmaz afişlerinde 'kapalı gişe' oynayan bir yıldız olarak yaşamıştı. Babası ve annesinin ona bıraktığı övgüye değer sa­nat mirasını yıllarca yaşatmış ve alkışlara nice perdelerin çekildiğini gör­müştü.

En çok dram oynamıştı.

Bilmiyordu ki, dram hep annesi ve babasında olduğu gibi onun da haya- tındaydı.

İsmail Dümbüllü'ye göre Şevkiye May'ın asıl adı Eftalya idi. Babası Şevki Bey'in dileği kadar kendi isteği ile Müslüman olmuş ve Şevkiye adını almıştı.

Büyük Amelya

il. Abdülhamid devrinin kantocularından olan Büyük Amelya, ilk kez Pirinç- çi Gazinosu'nda sahneye çıkmış ve Kuşlu Tiyatrosu sahnelerinde kanto yıl­dızı olmuştur.

Resmedilmiş kantocu tipleri içinde enine boyuna dolgun bedenler arasın­da ön sırayı alırdı. Beyaz bir tene sahiptir. Karakaşlı ve karagözlü olup, 'gö­zünü budaktan sakınmaz'dı.

Amelya için 'Ermenice hoşur (Eti budu yerinde) tabirine uygun, otuz beş­lik bir kantocu' tabirini kullanan Ahmed Rasim, kantocunun her sınıftan, her milletten sevdazadelerinin olduğunu da ifade eder.

"Üstü açık faytonda

Gezerim piyasada

Harf atarım kızlara

Bırakırım merakta "

Amelya'nın piyasası bu kanto ile yükselmiş ve böylece salonlardaki hay­ran zincirine sürekli yeni halkalar eklenmiştir.

Bu zincirin halkalarındaki sevdazadeler kimlerdi?

Külhani zorbası, kumarbazı efendisi, kemale ermişi, yeni yetmesi, bıyıklı­sı bıyıksızı ve cüzdan büyütmüşü ile ense büyütmüşü bu listede yer alırdı.

'Bir daha... Bir daha...' olarak tanımlayacağımız 'Bis... Bis' nidalarının onun kantoları ile yayıldığı söylenir. Ahenkli ve cezbedici sahnesine, seyir­ci ıslık ve alkışla katılır, ardından yere tempo ile ayak ve baston vurularak 'tekrar' istenirdi. 'Fori yapmak' sahneye Büyük Amelya ile yerleşmişti. Kuş­lu Tiyatrosu'ndaki günleri ile en parlak dönemini yaşamıştı.

Büyük Amelya geçkin denilebilecek dönemine kadar yani 35 yaşına ka­dar sahnelerde rüzgarını estirmişti.. Eski sevdazadeleri yok olmuştu ama Abdi'nin Kel Hasan ilanlarında her zaman yer bulabilmişti.

Amerikan Tiyatrosu'nun direktörü Sotiraki ile evlendikten sonra sahneler­den tamamen çekilmişti. Parlak dönemleri diğer kanto yıldızlarında olduğu gibi eskiyecek ve hüzünler kapısını çalacaktı. Hem de gürültü ile, hem de acımasızca...

Büyük Amelya'nın Darülaceze köşelerinde öldüğünü ilk dönem tiyatronun öncülerinden Fahri Bey (Gülünç) ifade etmektedir.35

Küçük Amelya

Çekik gözlü 'tatarımsı' bir yüz... Gözler siyaha çalan laciverttir. Donuk ba­kışlarından olsa gerek, pek 'güleryüz'lü olarak anlatılmaz.

Sadece komik, seyircinin gülmesinin beklendiği durumlarda mütebessim çehresini takınır, daha 'çok hareketleri ile ortaya çıkardı. Sahne aldığı dö­nemde diğerlerine nazaran çok genç ve daha bir oyrıaktı. Sahnede olması gerektiğinden daha fazla fırdöner ve bazıları benimsemese de bedeninin alakaya mazhar olan ayak ve kalçasına işveli hareketler getirirdi.

Beden eğitimi de 10 numaradır, Beden terbiyesi de...

Şöhreti, Amerika Tiyatrosu'nun şöhretine uygundu ve kantocular içinde en 'fıkırdak' oyuncu olarak tanınırdı.

Galata Tiyatrosu'nun aktörlerinden Todori'nin karısı olan Küçük Amelya il. Abdülhamid devrinin ünlü kantocularındandı.[38] [39]

Her akşam kocası ile düettoya çıktığından 'Düettocu Amelya' olarak da anılmıştır... Mesela çoban düettolarında Todori çoban ya da çobana aşık olan kız babasıdır. Küçük Amelya ise çobana aşık olan maşukadır. Sürmeli gözle­ri, kıpkırmızı dudakları, al al boyalı yanakları, avamı tahrik eden cazibesiyle sahneye çıkıp 'yandım ben bu çobana' dediğinde Todori cevap verecektir:

"Hele bir yüzüme bak

Söz atma kıvrak kıvrak

Kaş oynatmak, gerdan kırmak"

Tiyatroyu dolduran bahriyeliler, nizamiye nefer ve çavuşları, manav, kayık­çı, salapuryacı ve hamamcılar ise hep birlikte 'Yandım' diyerek ortalığı çın- latacaktır.

Sesi falso, dili Rum çetrefilli olarak kalmıştır. Buna rağmen Amerika Ti- yatrosu'nun en muteber oyuncuları arasında iltifata mazhar olmuştu.

İflah etmez 'kekremsi dili ile arz-ı endam ettiği sahnelerde, geniş hayran çevresine sahipti.

Küçük Amelya Hanım'ın yer aldığı Tophane Caddesi'ndeki bu tiyatro (Galata Doğruyol No: 216), Ramazan geldi mi repertuvarını takviye ederdi. Milli dramlar, incesaz heyeti ve kantoların eklenmesiyle salon her akşam ana baba gününe dönerdi.

Bilhassa 'miço' kıyafetine bürünüp, 'sarhoş yıkılması' taklidi ile söyledi­ği kanto uzun yıllar dilden düşmeyecekti:

"Haydi tayfalar

Gemi yalpalar İçelim şarap Olalım harap "

Salah Birsel o dönemin 'kısa fistan çağı' olduğundan söz edip, 'uzaktan bile olsa bir kadın baldırını görmek, göz için bir başarı sayılırmış' der.[40]

Birsel'in günlüğünde Küçük Amelya ortalığı şöyle karıştırır:

"Kızcağız kantosuna başladığı vakitte fesini çıkaranların, baston şemsi­ye vuranların, şapkasını sahneye atanların, ıslık çalanların, mendil peşkir sallayanların, iskemle üstüne fırlayıp horoz gibi çırpınıp ötenlerin, dahası kişneyenlerin, anıranların, işaret parmağını ağzına takıp horalop yapanların sayısı belli değildir. "

Ahmet Rasim bu matmazele bir hayli iltifatkar davranır. Bu şansonet yıl­dızının her hareketi ile 'fori'lerin tiyatroyu çınlattığını, titremeler, baston vurmalar ve haykırmalarla seyircilerin kendini kaybettiğini bilhassa söyler. Hele hicazdan Feryat Kantosu'nda 'Gaddar felek bak halime / Gönlüm düş­tü bir zalime' diye oynadığında büyük alkış alırdı.

Verjin Hanım

Yorgi Efendi devrin hayat güzelliklerinden nasibini almış, takdirkarlığını 'bozuk para' gibi harcamamıştır. Kam il ve dörtbaşı mamur bir beyefendi olup, aynı zamanda müzisyendir. Yakışıklıdır ve kemanının her teline, o za­manlar bir 'sevda' konmaktadır.

Makamı yerinde olan bu keman, bazı akşamlar Verjin Hanım'a da uzan­mıştı.

Kemanın iç gıcıklayıcı sesi, bu arada başka sevdalara da uzanmaktadır. Hatunlar ona sadece göz değil, çiçek ve laf da atmaktadır. Verjin hanım ise 'kıskanç kadın'ı sadece oynamakla kalmayan ve yaşayan biridir.

Kulis perdesinde bir delik açıp Yorgi Efendi'yi,'yani kocasını 'tarassut' al­tında tutmuş ve 'aşna fişne'ye pek fırsat vermemiştir.

Eskiler, onu 'Bülbül'ü okudu mu, etraftaki hakiki bülbüller ufak ufak ka­çar ve o sesiyle büyüdükçe büyürdü'şeklinde tarif eder.

Verjin Hanım sahneye atılış hikayesini şöyle anlatacaktı:

"Bir gün okuldan eve geliyordum. Komşularımızdan biri Verjin diye bağır­dı. Gittim, elime bir paket tutuşturdu. Şunu iki sokak ötede komşuya götü­rür müsün? dedi."

Küçük Verjin paketi alıp eve gitmiş ve gayet iyi karşılanmıştır. Kadın pa­keti alıp yukarı çıktığında pek keyiflenen Verjin, günün moda kantolarından birini söylemeye başlar. Merdiven başında dinlendiğinin farkında değildir.

"A benim dilber kızım, sesin de pek güzelmiş. Hadi gel seni kantocu ya­palım."

Verjin'in sesini dinleyip, onu elinden tuttuğu gibi sahneye çıkaran kişi, di­ğer kantoculara da el uzatan Peruz'dur.

Peruz Küçük Verjin'le yakından alakadar olur ve ona yeni kantolarını öğ­retir. Ayrıca sahne hakimiyetinin ne olduğunu, seyircilerin nasıl etki altına alınacağını gösterir.

Bundan sonrası Verjin'in yeteneği ile alakalıdır. Torpilsiz, arkasız ve des- teksii koşmaya başlar istikbale doğru. İşte kemani Yorgi ile bu sıralarda ta­nışacaktır.

'İkinci' marka cigara tüttürmeyi seven neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl bir ka­dındır. Ve bu hayat kızına da yansıyacaktır.

Verjin Hanım'ın latifkar kızı Amelya ile Naşit Bey arasındaki büyük aşk 'de­li divane' cinsindendir. Ama ne var ki, Naşit Bey o zamanlar tapuludur ve bu yüzden anasını pek andıran o küçümen Amelya için çok çile çekip, savaş vermiştir... Bu çilenin bir sebebi de Naşit Bey'dir. Diyor ki Verjin hanım:

"Çok severdim onu. Kızım Amelya'yı ilk istediğinde kanım ısınmamıştı. Naşit Bey'e 'ihtiyar' demiştim, 'evli' demiştim. Amelya onu delicesine se­viyordu. Sonunda Naşit karısını boşadı. Amelya ile evlendi. " (Bkz. Amelya bölümü.)

Verjin Hanım kızmakta pek haksız değildir. Çünkü Naşit Bey iki ayrı eve iki file taşıyıp iki sofra kurmakla kaynanayı bir hayli kızdırmıştır.

Naşit Bey 'medeni hali'ni yoluna koyduktan sonra aradaki buzlar erimiş ve ortalık güllük gülistanlık olmuştur. Ama şöhretin doruğundaki, tiyatro sa­hibi ve sahnelerin hakimi Naşit Bey'in (Özcan) misillemesi hem sert hem de ilginçtir. Hem sadece damat değildir ve patron sıfatı da taşımaktadır. Kanto da 'Verjin' denildi mi akla, 'Bülbül' kantosu gelirdi.38

Naşit Bey ona 'Bülbül'ü sadece kendisi için söyletmiş ve oyunlarda ona daima Eyüp Sabri'nin karısı rolüne çıkarmıştır. Çeyrek asır süren bir ceza işte ...

Naşit Bey tiyatro patronluğunda tam bir sahne işçisi gibi çalışmış ve ha­yat boyu bu işçiliğini sürdürmüştü.

Varlığı sahneler için tam bir 'piyango' olan sanatçının piyango bileti satı­cılığı da hayatın ona ayrı bir piyangosudur.

Böyle bir piyango herkese pek isabet etmez...

Amelya Hanım

. Amelya Hanım sahnelere sadece kanto değil, bir sanat soyunun izlerini bırakmıştır. Onun hayatı bir erkeğin hayatı ile bütünleştiğinde ortaya 'deva­mı var' denilen türde 'aile boyu' bir eser çıkacaktır.

Her şey Naşit Bey'in ona vurulması ile başlamıştır.

"Aşk nedir bilmezdim / Seni gördüm bend oldum."

Ufacık tefecik bu kız dönemin şarkısını söylerken koyu kestane saçları, bembeyaz teni ve fıldır fıldır dönen ela gözleri ile Naşit Bey'i tam 12'den vurmuştu.

Naşit Bey ise daldan dala konardı ve kaçamaklarının dışında, evinde ol­maktan memnundu. Tiyatrosu vardı. Parası ve şöhreti vardı. Bazen 'neyim eksik?' diye düşündüğünde dalıp gidiyor ve sadece çocuk özlemi ile yandı­ğını anlıyordu. Bir de Küçük Amelya'ya yanacaktı. ..

Türkçe'yi tam olarak konuşamayan Amelya sadece azınlığın dilberi de de­ğildi. O dönemlerde sanatın ve güzelliğinin milliyeti üzerine laf edilmez, özellikle sahneler Ermeni ve Rum sanatçılar tarafından renklendirilirdi. Os­manlı İmparatorluğu, kendisini Osmanlı sayan cümle vatandaşına kucağını açmıştı. Dönemin ünlü sanatçılarından Verjin Hanım'ın kızı olan Amelya 'Aşk Nedir Bilmezdim' şarkısı ile meftunu olan Naşit Bey'e, asla evlilik şar-

38. Direk/erarası, Burhan Arpad, MAY Yayınları, 2. baskı, 1974. tı getirmemişti. Çünkü gönül kuşu dalına konduğunda Naşit Bey, Leman Hanım'la zaten evliydi.

Tiyatroda sadece hasılatın paylaşılmadığı o güzelim galalarda, onlar yü­reklerini de paylaşmasını bilenlerdendi. Beş yılı aşkın beraberliğin bitme noktasına gelmesi klasik kaynana karşı çıkışından kaynaklanmıştı. Ama Verjin Hanım haklıydı. Diyordu ki kızına:

'Bu böyle sürüp gitmez. Milletin ağzı sakız değil ki, hep seni ve Naşit Bey'i çiğnesin.'

Naşit Bey, Leman ve Amelya Hanımlar arasında mekik dokuduğu sıralar­da 9 yıllık evliydi. isteseydi Amelya ile hemen evlenebilirdi. Çünkü Medeni Kanun henüz yürürlükte değildi. Ama 'kırkından sonra azan, iki karılı Naşit' demesinler diye bir türlü karar veremiyordu. Ne yardan ne serden vazgeçe­meyen Naşit, iki ayrı yere file ve sevgi taşımaktan helak olmuştu.

Dananın kuyruğu koptuğunda İstanbul 1926'yı, Naşit Bey ile Amelya da bu 'aşk-ı memnu'yu yaşıyordu. Dedik ya 'Amelya güzeller güzelidir' diye. Boş bırakır mı ekabir takımı? Onunla dest-i izdivaç eylemek yarışı hızlandık­ça hızlanmış, Kapalıçarşı havlucularından Gedikpaşa fırıncılarına kadar, bi­lumum tüccar ve müstecir sınıfı hücuma geçmiştir. Ama hücuma karşı hü­cum harekatı uygulayan Naşıt Bey'dir.

"Seni başkasına ram etmem" diyerek kulisten içeri dalan büyük aktör tabancasını oyun icabı değil, gerçekten ateşlemişti. Kurşun meme ucunu sıyırıp geçmiş ve 'yandım anam' diye haykıran Amelya kanlar içinde yere se­rilmişti.

"Ona acı vermektense ölmeyi tercih ederdim sadece korkutmak istemiş­tim. Ama oldu bir kere" diyen Naşit Bey, sonrasında Kapalıçarşı'nın hatırı sayılı havlucularından Kerami Bey'i, beyaz ve siyah kabzalı iki tabancası ile safdışı bırakmıştı.

Nasıl mı?

Naşit Bey oluklu Bursa bıçağını da almayı ihmal etmemiş ve iki elde taban­ca ile fotoğrafçıdan içeri girmiştir. Ellerini çapraz tutup, fesini yan yatırır. Ar­ka panoda ağzında gönül mektubu taşıyan ebabil kuşu kanat çırpmaktadır.

Fotografisini çektirir ve arkasına "Eğer bu gece nişan olursa hepinizi du­man ederim " diye yazar ve bir çocukla Amelya'nın evine gönderir. Havlucu Kerami Bey de mesajı alacak ve Millet Tiyatrosu'nun üst katındaki nişan evinden kaçacaktır.

Naşit Bey, sonradan Leman Hanım'ı boşayıp 'Emel' adını alan Amelya'yı nikahlar. Unutamadığımız ve her perde çekilişinde hatırladığımız Adile Na- şit ile Selim Naşit işte bu izdivacın çocuklarıdır.

Zarife Hanım

Direklerarası dünyasını tekrar yaşamak ve yaşatmak çabası, kimi zaman karanlıkların bir nebze de olsa aydınlığa çıkmasına yardımcı olmuştu.

Gülriz Sururi böyle bir düşünceyi ilk önce Haldun Dormen'le paylaşmış ve Keşanlı Ali Destanı'ndan sonra Direklerarası'nı anlatan bir oyun düşün­müştü.

Oyunu Refik Erduran yazacaktı:

"Ama Eylül'de elimizde olması lazım. Çok seviniyor Refik ve eşi Leyla Erduran (Umar) Benim düşündüğüm kahraman az çok şöyle. Bir gazinoda yaşlı helacı kadın, önüne atılan beş on kuruşla yaşamını sağlıyor. Ermeni bu helacı kadın. Ak saçlı, buruşuk yüzlü, belki biraz da kambur. Ve o gazi­noda çalışan ufak dansöz bir kıza gazino boş iken anılarını anlatıyor. Belki para çanağındaki paraları sayarken. Paşaların, vezirlerin paylaşamadığı, uğ­runa servetler tükettiği güzel, genç kantocu sonunda keman çalan yakışık­lı gence vuruluyor. Bu kahramanlar üstüne bir hikaye istiyordum işte. Bu arada eski Direklerarası'nı, eski tiyatro yaşamını, Kavuklu Hamdi'yi, eski kantocuları, belki Manukyan Efendi'nin dramlarının bir parodisini görüyoruz sahnede. Otantik eski kantolar söyleyelim diyorum."

Direklerarası oyununun başlangıcı böyle... İşte bu başlangıçla birlikte bir son tekrar ortaya çıkıyordu. Bu son, 'Kantocu Zarife Hanım'dır.

Projenin gerçekleşmesi üzerine, Gülriz Sururi Direklerarası'nın ön çalış­malarında Arif Erkin ve Mehmet Akan'la, o dünyanın ışığını aramaya başla­yacaktı.

Zarife Hanım döneminin 'akıllı uslu' tabir edilen sanatçılarındandı. Geri­de bazı isimler gibi gürültülü ve şatafatlı izler bırakmamıştı. Son bıraktığı iz İstanbul Radyosu'nun bantlarıydı. Bir Ramazan günü için yapılan canlı yayında Zarife Hanım eski günlerden ünlü parçalarını sunmuştu. Gülriz Su- ruri bu programı seyrettikten sonra etkilenecek ve Direklerarası gündeme geldiğinde Zarife Hanım'ı hatırlayacaktı:

"Oyundı;ı kahramanımız kantocu Kamelya aslında Türk'tü ve kendine Er­meni süsü vererek sahneye çıkıyordu. Bu hikaye pekala gerçek olabilir ama bir türlü giremiyoruz işte havasına... "

İşte Gülriz Sururi'yi kantocu Zarife'yi aramaya sevkeden buydu. Şüphesiz tiyatro ile doğmuş, tiyatro ile büyümüştü ve aileden gelen temel üzerine En­gin Cezzar ve diğerleri ile çağdaş yapıyı kurmuşlardı.

Suzan-Lütfullah Sururi gibi 'ses' veren ailenin miras yapısını, diğer Suru- ri'lerle birlikte günümüze taşımıştı. Oynayacağı rolün biçimselliği ile yetin­meyen ve özüne ulaşma çabası veren bu anlayışla, Zarife Hanım'ın kapısı­nı çalacaktı.

Geçen zaman Zarife Hanım'ı Direklerarası'ndan koparmamıştı. Ermeni sanatçı Şehzadebaşı'nın arka sokaklarında oturuyor ve Gripin İlaç Fabrika- sı'nda çalışıyordu:

"Zarife Hanım'ın evinde geçirdiğim bir gece vardır ki, ölünceye kadar unutmama imkan yok. Kokusuyla, rengiyle bile o gece burnumun direğini sızlatır. Engin, Mehmet ve ben gittik bir akşamüstü, güç bela bulabildiğimiz adreste Zarife Hanım'la buluşmaya. Ev diyemeyeceğim bir yerde oturuyor­du zamanın ünlü kantocusu Zarife. Eşyasız örtüler gözümün önünde. San­ki elektrik yoktu evde. Mum ve gaz lambası ışığındayız. Galiba yirmi mum­luk çıplak bir ampul sarkıyor tavandan. "

Sanatla zenginleşmiş bir dünyanın nasıl olup da böylesine yoksullaşabi­leceğine inanmayı istemiyoruz. Direklerarası'nın o' muhteşem gecelerine ayrı bir ışık düşüren kantocunun şimdi 20 mumluk bir ışıktan medet um­ması aslında geneldeki bir sanatçı sonuna misal teşkil ediyor. Bütün bun­lara rağmen kalabilmiş gücünü, eskimiş bir bedenden farkedebiliyoruz.

"Loş gölgeler içinde Zarife'nin çakmak çakmak, uzun kıvrık kirpiklerinin arasından ve kırışık göz kapaklarının altından hala şuh bakan yeşil yemye­şil gözlerini unutamıyorum."

Şüphesiz o çakmak çakmak bakan gözleriyle yakmıştır herkesi... Ama asıl yanan odur ve sığındığı o göz odada, belki de 'gözgöze' gelip de, göre­mediği gözleri aramaktadır. Sürüp giden hayatın yorgun düşürdüğü ve bir fabrikanın gündelikçisi yaptığı bu kadın, alkışlarla yücelen kadını aramakta­dır. Ama gelecek, geçmiş kadar aydınlık değildir ve sahnenin güçlü kadını Sururi, kimbilir Zarife'de bir sanatçının düşüşünü görmüştür. Ve bunun gi­derek nasıl bir küskünlüğe, nasıl bir kırıklığa yol açtığını daha sonraki satır­lardan anlayabiliyoruz.

"Ondan eski kantoların nasıl söylendiğini öğreneceğim ve biraz hal, tavır, belki de dans olmasa bile bir iki ayak atış, el tutuş. Bunları bir iki kez yap­sa bir şeyler kapacağım. Engin, Mehmet ve ben kandırana kadar çok uğ­raştık. Resmen cilve yaptı bize. Nazlandıkça güzelleşiyor Zarife. Fabrika dönüşü ayaklarını uzatmak isteyen yaşlı yorgun işçi değil artık. Kendisine yalvardıkça nazlanan, nazlandıkça yanakları al al olan, dili ile dudaklarını ıslatıp, şuh kahkahalar atan kadın, alkışa beğeniye koşan kantocu işte o anda söylemeye başladı:

İşittiniz mi pu kantoyu

Bir varmış, bir yokmuş Zannetmeyin masaldaki Bir varmış, bir yokmuş. "

Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Ah Zarife Hanım diyorum, hari­kaydınız, bir tane daha söyleyin hatırım için'

Yıllardır hasretini çektiği iltifatları duymak fiziğini bile etkiliyordu Zari- fe'nin.

Gülriz Sururi Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin isimli kitabında, tiyatro hayatı- 'nın bu unutulmaz rengiyle bir daha görüşemediklerini ve söz verdiği halde kantocunun tiyatroya gelmediğini ifade eder.39

"Yirmi mumluk ampulun ışığından uzaklaşmak istemedi belki de kimbilir. "

Emeline ulaşmış mıydı ya da hayat bu Zarife kadına gereği kadar zarif davranmış mıydı?

Anası ile babasını çok küçük yaşta yitirmiş ve anneannesi tarafından bü­yütülmüştü.

Kız kolejinde okurken bir Musevi kızının aracılığı ile cazibesine dayanama- dığı kanto dünyasına adım atmıştı:[41] [42]

"Sanata karşı duyduğum ilgiyi okulda arkadaş edindiğim bir Musevi kızı körükledi. Meşhur kantocu Peruz Hanım uzaktan akrabamız olurdu. 'Ona gi­delim, artist olalım' dedi. Kabul ettim. Bir gün Peruz Hanım'ın Galata'daki evinin kapısını çaldık. Heyecan içindeydim. Acaba ne diyecekti. Çünkü onun dudaklarının arasından çıkacak tek söz tiyatro aleminde 'ferman' ye­rine geçerdi. Peruz Hanım beni dizinin dibine oturttu.

'Bildiğin bir şarkıyı söyle' dedi. 'Gam Çekme' kantosu o yıllarda moday­dı. Onu söyledim, çok beğendi."

Zarife Emre Hanım, Peruz'la kanto dünyasına adım atışını da şöyle anla­tacaktır:

"Yarın gel seni Naşit Bey'e götüreyim dedi. O gece hiç uyumadım. Ertesi sabah Peruz Hanım'la Naşit Bey'in tiyatrosuna gittik. Naşit Bey 'Peki Madam Peruz, bir deneyelim' dedi. Sahne hayatımın ilk umut ışığı işte o an­da yandı."

O gün yanan umut ışığı giderek enginleşecek ve Direklerarası'nda sıkışıp kalmayacaktı.

Meşhur olmuş ve adına maniler, manzumeler yazılmaya başlanmıştı. Günde en az 10 sevda mektubu alıyor ve hem sahnesi, hem de hayranla­rının sayısı büyüyordu:

"Bunlar benim ruhuma değil de, sesime ve oyunuma aşık olan, her çiçeğe konan erkeklerdi. Bana yazan Matild'e de, Mihri'ye de ilan-ı aşk ediyordu."

Hayranları saymakla bitmeyecek kadar çok olan Zarife kendi ifadesi ile hayatı boyunca tek bir kişiye aşık olmuştu.

'Sahneler Kelebeği' adı ile tanınmış, sonrasında halk ona 'Çapkın' laka­bını takmıştı. Oysa o anlamda da bir çapkınlığı olmamıştı. Sahnedeki son lakabı 'Kumru' olmuştu ama o henüz hiç kimse ile 'kumrular' gibi seviş- memişti.

Kimbilir ürkmüştü sevmekten... Ve bu yüzden çiçeklere yönelecekti. 'Sah­neler Kelebeği' olarak:

"Sevdim dostlar ben bir çiçek

Aman ne zehirli böcek

Her gün kadın, kız peşinde Öpmek, sevmek hevesinde Ben kıskanırım, o güler ' Gam çekmeden enfiye çeker Bu dünyada aşk çekmeyen Ahrette sopa yiyecek "

Doğrusu bu ya Zarife Emre, hayat sillesini ya da onun kantoda söylediği gibi 'sopa'sını yaşarken yemişti.

"Bugün tahtını, tacını yakınlarını kaybetmiş bir kraliçeden farksızım."

Zarife Hanım'ın, Gülriz Sururi'nin gerçekten samimi davranışına tam ma­nasıyla karşılık veremeyişinin sebebi, işte bu yukarıdaki ifadede yatıyordu.

Tahtını ve tacını yitiren kraliçe yalnızdı. (1958)

Kraliçe mahzun, kraliçe yoksuldu...

'Sahneler Kelebeği'nin, 'Kumru'nun konacak bir dalı yoktu.

Vezneciler'deki küçücük odayı ne geçmişin şöhreti ısıtabiliyor, ne hayran bakışları aydınlatabiliyordu...

Açtı ... Kimi zaman ekmeğe, kimi zaman övgüye ...

Oysa kapısını hiçbir zaman kilitlememişti, 'Gelir de geri dönerler' diye...

Hiç kimse gelmeyecekti, hiç kimse çalmayacaktı kapısını Gülriz'den baş­ka. Oysa sanıyordu ki, sahnenin dışında da o hayranları yine olacak, dost­ları ona sofra kuracak...

'Kurtlar Sofrası'ndaki, küçümen 'Kumru'nun hayalleri hiçbir zaman ger­çekleşmeyecekti:

"O zaman elime su dökemeyenler, arkamdan bizi unutma e mi? Sahne­ye yine dön diye kovayla su dökenler kapımı bile çalmıyorlar artık. "

Peruz'un Galata'daki evinde başlayan umut ışığı 20 yıl boyunca yanmış, sadece kantoda değil, komedi, operet, vodvil ve drama dönmüştü ...

Ne var ki, dramların 'fevkalade' sanatçısına hayatın oynadığı oyunu, tek bir kişi bile farkedemiyecekti.

Onun dramında seyirci yoktu ve 'yerler boş'tu...

Galiba oynadığı oyunların eh muhteşemini 1933 Ramazan'ında oynamıştı.

Tükenen Ramazan gecelerinin en parlak yıldızlarındandı. Çeşitli renklerle duvarları süsleyen tiyatro ilanlarında kimilerinin adı 'Bey,' kimilerinin adı 'Bayan' yazılmıştı.Sadece onun adı farklıydı, üstelik de büyük harflerle: 'SAHNELER KELEBEGİ ZARİFE HANIM.'

O hilal kaşlı, rengarenk sahne kelebeği, ne yazık ki bir 'Kelebek koleksi- yoncusu'nun ihtimam ve alakasına da mazhar olamamıştı.

Direklerarası'nın yıkılıp giden enkazında taş, toprak ve tahta parçaları arasında nice yıldızın fotografıleri gibi onun da geçmişi uçup gidecekti.

Adına uygun 'zarif' bir kelebeğin ufalanıp ölüşü gibiydi hayatı. ..

Sondaki Işık: Garibe

Viyana'lı bir sirk yıldızıydı.

Yazgısı onu İstanbul'a sürüklemiş ve evlenip İslamiyeti seçmişti.

Sidonya, Sıdıka olmuştu.

Dansı bilen, şarkı söyleyen Sıdıka Hanım için sahne hayatını sürdürmek aslında pek zor değildir. 1908 Meşrutiyeti'nden sonra batı anlayışının yer­leştiği Dersaadet sahnelerinde de sadece geleneksel tiyatro anlayışı yok­tur. İstanbul tiyatro kapısını hem Anadolu'ya hem Avrupa'ya açmıştır.

Bir kısım tiyatrocular çeşitli illerde oynamakta ve aynı biçimde Avrupa'lı sanatçılar da İstanbul sahnelerinde görünmektedir.

Sıdıka Hanım sahneye çıktığında, ülke Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çık­mıştır.

Cumhuriyet kurtuluşun onurunu, Sıdıka Hanım da doğacak çocuğunun ağırlığını taşımaktadır.

Çocuk doğar, yani Garibe...

Sıdıka Hanım yine sahneye Çıkmaktadır. Garibe de kimbilir sahneye be­bek olarak çıkan nadir kişilerden biri olacaktır.

Anne Sıdıka sahnede, bebeği Garibe de hava deliği açılmış bir bavulun içindedir.41

Garibe'nin sahne hayatı işte bu garip buluşla başlamıştı.

Garibe (Gündem) Hanım'ın ifadesi ile biberonla verilen sütün içine karış­tırılmış konyak onu uyutmakta ve hayatı sahnenin bir kenarına konulan ba­vulun içinde teneffüs etmektedir.

Bir akşam 'Zavallı Necdet' adlı oyunun hırsızlık sahnesinde hırsız rolünü oynayan aktör, bavulu sapından tutup kaldırır, birden kapak açılıverir. Gari­be düşer ve ağlamaya başlar. Hemen kulise taşınır ve kendisine bir beşik

41. Hayat Mecmuası, Sayı 36, Eylül 1977.

yapılır. Anne sahnede oynarken, çocuk arkadaki beşikte sallanarak büyütü­lür. Böylece sahnenin havasına alışan Garibe üç yaşında bir çocuk temsi­linde oynar ve yıllar sonra kantoya başlar.

'Sarı Efe' ile şöhret yapmıştır. Bir de metreyi aşan uzun saçları ile ...

'Uzun saçlı Garibe' olarak anılan kantocu Direklerarası'nın giderek artan göçüne katılacak ve ufku diğer sanatçılar gibi Dersaadet dışında arayacak­tı. Kimilerine göre 'Fındık Kurdu' kantosu onun için yazılmış ve söylenmişti.

"Bana derler fındık kurdu

Çok aşıklar hapı yuttu "

Madam Sidonya iken bayan Sıdıka olan sirk yıldızınıh kızı Garibe için son­rasında hayat pek kolay olmayacaktır.

Kantonun eskimesine rağmen o hep yenilikçidir. Bu yeniliği sadece sah­ne kıyafetlerinde de yapmaz. Bunu oyunlarına da yansıtır. Sadece kanto yapmakla kalmaz, sanatını müzikli dans gösterisine dönüştürür.

Garibe Hanım'ın kanto için öne sürdüğü ilginç ama tartışılır görüşleri var­dır. Kantocu kıyafetini şöyle anlatır:

"Bacak göstermezdik. Kırk kırk beş yıl önce (1930'1ar) dize kadar inen lastik külot giyerdik, bunun altına da siyah çorap. Bizden öncekiler tenleri­nin görünmemesi için kollarına bile ten renginde çorap geçirirlermiş. n

Garibe Hanım'ın kantolarını hangi kıyafetle sunacağı veya sunduğu şüphesiz kendi anlayışı ile ilgilidir. Ama tetkiklerimizin neticesi olarak say­falarımızda sunduğumuz kantocu fotoğrafları, Garibe Hanım'ın yorumu ile bağdaşmamaktadır.

Anlaşılıyor ki Garibe Hanım, hem 1900 başlarını, hem de 1930'1arı ken­di anlayışı ile ifade etmiştir.

Garibe Gündem'in görüşlerinden yola çıkan dönemin dergisi Hayat, eski kanto ile yeni kanto düşüncesini şöyle açıklamıştır:42

"Eski kantocular şüphesiz bu günkülerden (1977) çok farklı ölçüler için­de çalışıyorlardı. Sahne prensiplerinden tutun da kıyafetlere, hatta şarkı çe­şitlerine kadar sayısız fark. Mesela günümüzdeki kanto sanatçıları oldukça açık kıyafetlerle gösteri yapıyorlar. n

Yazarın farklı ölçüler içinde gördüğü sahne prensiplerinin kaç kantocu için geçerli olduğunu söyleyebiliriz?

Kamelya'lar, Virjin'ler, Şamram'lar ve Peruz Hanım...

Bu isimlerin dışında kimlerin sahne prensiplerinden söz edebiliriz ki?

Garibe Gündem anlatımını şöyle sürdürüyor:

"Çiftetelli, Bahriyeli, Laz, Zeybek havaları ustalara aitti. Mesleğe bir gün sonra başlayan kişi, bir gün ewel başlayanı kıdemli sayardı. Ve sahneye çık­madan önce kıdemli saydığımız oyunculara 'Ablacığım, hangi şarkıları söyle­meme müsaade edersiniz?' diye sorardık. Bizi tokatla içeri iterlerdi. Gösteri sırasında sağa sola bakmamız yasaktı. Daima ileri bakardık. Şarkı gerektiri­yorsa laubali olmamak kaydıyla cilve yapabilirdik. Kısacası tatlı bir disiplin al­tındaydık. Nerede kaldı ki, şarkının içine 'Ay, ayy'lar, Vay vayy'lar' katabile­lim. Programımızı tamamlayınca da seyircileri gayet saygılı biçimde selamlar, odamıza çekilirdik. Sonra perdeci sahneye fırlatılan Mecidiyeleri toplardı?

Garibe Hanım kanto hayatının bütün çileli safhalarını yaşamış ve sahne­yi bıraktıktan sonra yeni kantocular yetiştirmişti.

'Meşum Kadın' Kamela

Kantoya ve kantoculara dönük hatıralarda kimi zaman cevap arayan so­rularla karışılaşırız.

Sermet Muhtar Bey (Alus) eski hayat tarzını çeşitli renklerle aksettiren bir yazardır. Onun Resimli Milli Roman olarak sunduğu kitap, bu hayatın için­deki olay ve kişileri takdim eder. Anlatım ve kişiler kimi zaman resimlendi- rilmiştir. Bu resimlerin bir bölümü gerçektir.

Tıpkı isimlerin de bir bölümünün gerçek oluşu gibi...

Sermet Muhtar'ın Pembe Maşlahlı Hanım'ında konumuzla ilgli olarak önemli bir bölüm vardır.

'Kantocu Aşkı' olarak başlıklandıracağımız bu anlatım, 'Meşum Aşk' ya da 'Facia-ı muhabbet' beraberinde şu soruyu da getirecektir:

Sermet Bey'in kahramanı hangi Kemela'dır?

Saray cinayetine kurban giden Kamelya mı, yoksa bazı kaynaklarda Ka- mela olarak rastladığımız kişi mi?

Ya da Sermet Muhtar'ın bu benzer isimlerden yarattığı bir örnekleme kan­tocu kadın mıdır?

Kanto hayatını Kemela ile öne çıkaran Sermet Muhtar bu 'meşum aşk'ı mağdurenin dilinden anlatmaktadır: [43]

"Tel auvak takdığım günden itibaren güler yüzüm solmuş, hoppa mizacım uçmuş, gam kasavet yüreğime dolmuştu. Kocam iki ay geçmeden evini büs­bütün unuttu. Yüzü görünmez oldu. En körpe en güzel demlerimde bir oh! diyemedim. Gözyaşı dökmeden başımı yastığa koyamadım. Rahat bir nefes alamadım. Vereme dönmüştüm. Benzim solmuş, yanaklarım çökmüş, ke­miklerim de çıkmıştı. Halbuki öyle sıhhatli, şen, şakacı bir kızdım ki. Yana­ğımın alını görenler yüzünde allık varmı diye suratıma mendil sürerlerdi. Vü­cudumun etliliğinden, göğsümün dolgunluğundan elbiselerim dar gelirdi. ..

Böylesine körpe ve etine buduna dolgun bir kadındır ve bu bedensel gö­rünüşünün dışında da güzellikler taşımaktadır:

"Elime udu alınca 'Udi Selim kadar çalıyor' derlerdi. Kanunu dizlerimin üzerine koysam Kanuni Şemsi'den farksız bulurlardı. Sesim o kadartatlı ve muhrikti ki, hanende Nasip Hanım'dan üstün tutanlar çıkar, piyanomu Ko- mendinger'in kaynanası Madam Pons'tan ayırt etmezlerdi."

Ama ne var ki kocası bütün bu güzelliklerin dışındadır ve ne sesine kulak vermiş, ne udunu ne de kanunu dinlemiştir. Sebep başka kadındır:

"Nihayet işin içyüzü meydana çıktı. Kocam Şevki'nin1iyatrosunda (Komik Şevki bölüm içinde temas ettiğimiz gibi, önce Peruz Hanım'la beraberdi. Daha sonra Mari Ferha ile evlendi. Tiyatro sanatçısı Şevkiye May'ın baba­sı) Kemela'ya aşık, onu çılgınca seviyor. Bunu kendi ağzı ile açıkça ifade etmişti. Kemela'yı seviyorum demişti. Artık saklamaya hacet görmüyor, Ke- mela ah, of ediyor, uyurken bile Kemela'yı sayıklıyordu. Meğerse ilk güvey girdiğim akşam, gece yarısı gelip söylediği benim de ilahi zannettiğim mırıl­tı Kemela'nın Arapça kantosu imiş. Bu kanto ağzından düşmüyordu: Ente ehlunnasi finnazari. "

Kanto dünyasının bir kesiminde yaşananları aydınlatan bir anlatım... Sa- deçe mirasyedilerin, serüvencilerin, kabadayı ve külhanilerin değil, koca­ların bile baştan çıkabildiği bir başka sahne... Çarpıcı, etkileyici ve yoldan çıkaran bir sahne:

"Peruz, Küçük Eleni, Şamram gibi bu isim de bana yabancı değildi. Onu mutlaka görmüş olacaktım. Fakat adamakıllı hatırlamıyor, gözümün önüne getiremiyordum. "

Kemela'nın saçları kumral, gözleri eladır. Eşini de Kemela gibi görmek is­ter. İstediği kadını da şöyle tarif edecektir:

"Kadına biçim endam yaraşır. Şişko midilliler gibi olacağına boyunu uzat, zayıfla, adama benze de o zaman nazlı civan ol."

O zamanlar Şevki Bey Kadiköy'dedir ve sadece Salı günleri Zamboğlu Bahçesi'ndeki tiyatroda oynamaktadır. Aldatılan kadın bu vesile ile tiyatro­ya gidecek ve rakibesini görecektir. Onun gördüğü kantocu kadın, ne koca­sının, ne de başkalarının çizdiği kantocu tipine benzer.

Tam aksidir...

"Sıska mı sıska, çökük çökük yanaklar, değnek gibi birvücut, göğüs, bel, kalça bir ende. Kısık, çatlak akortsuz bir ses. Aman yarabbi! Aklımı oynata­cağım. Mirasyedilerin, paşazadelerin çıldırdıkları, karılarını, ailelerini feda ettikleri kadın bu mu?"

Kemela'nın bu sırada dişli hafiyelerden biri ile ilgisi olduğunu öğreniyo­ruz. Hafiye onu kıskanmaktadır. Müthiş bir oyun oynanır ve Avrupa'daki Jöntürk'lerle ilgisi olduğu için yakalanacağı Kemela tarafından fısıldanır. Önce o kaçacak, Kemela da arkadan gelecektir.

Kaçış gerçekleşir ama Kemela hiçbir zaman gitmez...

Kemela adından bazı kaynaklar çok olumlu satırlarla söz eder. Nadir bir­kaç pozu, onun 'Dansçı Madam Kemela' sıfatına uygun bir bedene sahip ol­duğunu göstermektedir. Pozlarına bakılırsa orta boylu olup, o günkü ölçü­ler içinde 'endamı yerinde' sayılır. Ve bu görünüş, diğer kantocuların balık etini bir hayli aşan bedenlerine oranla sahneye daha uygun düşmektedir. Yani ne Sermet Muhtar Bey'in romanındaki 'kuru, cılız Kemela, ne de diğer yazarların 'löp vücutlu' kantocularından değildir.

Metin And Kamela için İbrahim Ali imzası ile Musawer Tiyatro dergisinde bu dansçının 'sanat bakımından hepsinden üstün' olduğu görüşünü naklet­mektedir.

1912 yılının şantözler listesinde de kantocuların arasında Kemela değil, Kamela ismi vardır.

Beyoğlu Gülü Kamelya

Kamelya dedikleri orta boylu, eti budu yerinde buğday tenli bir dilberdir. Arnavutköy'lü, papaz Dimitros'un torunu Kamelya kestane renkli gözleriyle Nurettin Paşa'ya vurulduğunda 32 yaşındaydı, ama henüz ununu eleyip, eleğini duvara asmamıştı.

Tam tersine, annesi Eleni'den gelen gür sesine işve katarak ortalığı kırıp geçirirdi. Sadece Taksim Bahçesi'ni değil, bilumum İstanbul gecesini de aydınlatan bir 'zevk-ü sefa' ışığı olduğunu da ekleyelim.

İşte etini dolgun, yaşına olgun bu afitabın keskin gözleri, Nurettin Paşa'yı ihtimal ki Taksim Bahçesi'nde görmüştür.

Eskiler onu, 'Sarayın harem dairesine bile bu letafette bir kadının girmesi enderdir. Değil, Nurettin Paşa'yı, Sultan Hamid'i bile cezbedebilecek güzelli­ğe sahipti. Ağız ve bilhassa burun, Venüs'ü andıran çehresi ve doğallığın bo­yadığı alev dudaklar onu daha bir ateşli yapardı' şeklinde tasvir ederler.

Anlaşılıyor ki Kamelya 'yere bakan yürek yakan' cinsi olmayıp, duyguları­nı açıkça ortaya koyan dobra bir kadındır. Saklısı gizlisi yoktur ve onun öte­sinde 'hanedan'a kancayı takacak kadar da cüretkardır...

Nurettin Paşa, Abdülhamid'in kızı Zekiye Sultan'la evlidir. Abdülhamid'in en az kızı Zekiye Sultan kadar sevdiği Nurettin Paşa ise, zaman zaman fe­lekten gece çalar. Saraya duyurmadan yaptığı bu gecelik çapkınlıklar, kula­ğa gelse de gözardı edilir ve olay başka Nurettin'lere yüklenirdi.

'Mızraklı Süvari Alayında memur Nurettin Paşa yapmıştır' veya 'Şirket-i Hayriye'den (vapur işletmesi) Nurettin Efendi olabilir' yorumuyla, paşanın çapkınlıkları geçiştirilirdi.

Padişah damadının, Zekiye Sultan gibi padişahın çok sevgili kızının üstü­ne bir 'Beyoğlu Gülü' koklaması öyle kolay örtbas edilecek türden bir mu­habbet değildi.

1887'de Yıldız Sarayı'nın kapısı önünde, saray erkanına mahsus bir 'ku- pa'nın kapısı Cevher Ağa'nın işaretiyle açılacak ve Zekiye Sultan, vekilhar­cı, nedim ve harem emini ile merdivenleri çıkacaktı. Padişahın en büyük sevdiği kızı babasını ziyarete gelmişti.

Yıldız Sarayı Başkatibi Emin Bey eğer bu olayı Necdet Rüştü Efe'ye anlat- masaydı, geçmişin bu büyük aşkı ve buna bağlı olarak müthiş bir cinayet açığa çıkmayacaktı:44

Zekiye Sultanın davet almadan saraya gelmesini hayretle karşılamıştık. Etekleri altın sırma işlemeli, koyu kahverengi bir ferace giymişti. Sırtında aynı renkte kolsuz bir jile bulunuyordu. Kalın tül yaşmağının altında yüzü solgun ve sarıydı. Çatılmış kaşlarından sinirli ve üzgün olduğu anlaşılıyor­du. Sultanı derhal harem dairesine alıp şevketliye haber götürdüm. Sultan Hamid bu ani ziyarete şaşırmış, 'Hayrola?.. .' diye sormuştu. Hiçbir şey bil­mediğimi söyleyince 'çağır gelsin' dedi.

Abdülhamid daha sonra Zekiye Sultan'ı kütüphane salonuna alacaktı. 40 dakika süren görüşmenin ardından kapı çuhadarı (muhafız ve emir nöbet­çisi) Halim Efendi, Saray Başkatibi Emin Bey'i Sultan Hamid'in huzuruna götürecekti.

Abdülhamid tek bir soru sormuştu:

- Emin Efendi, Nurettin Paşa'yı nasıl bilirsin?

- Kerimelerinin zevci bahis konusu ise biz ve memleket paşa hazretleri­ni efendimize layık bir damat olarak tanırız.

Paşa'nın hal ve hareketine dair sorulan sorulara mümkün olduğu kadar müsbet cevap verilmişti.

Nurettin Paşa'nın Beyoğlu semtinde dolaştığı rivayet şeklinde anlatılıyor ve onun bu semte gitmesinin sebebi, 'Frenk eğlencesini yakından tetkik ar­zusu' olarak ifade ediliyordu.

Zekiye Sultan'ın gidişinden sonra başkatip Emin Efendi tekrar huzura ça­ğırılmış ve Nurettin Efendi'nin ülfet ettiği Kamelya için derin bir araştırma­ya girilmesi buyrulmuştu.

Hafiyeler Galata'dan Tatavla'ya kadar dağılmıştı. 2 gün sonra Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa'nın gözü keskin, kulağı delik hafiyesi, 'Çolak İsmail

44. Tarihte Güzel Kadınlar, Necdet Rüştü Efe, Güzel Kamelya, Eserler Dizisi.

Bey' raporunu sunmuştu:

'Beyoğlu Kalyoncu Kulluğu'nda annesi ve emektar uşağıyla oturan bu ka­dın, ekseri pazar akşamları Taksim Bahçesi'ne devam eder. Büyük babası Dimitros Efendi olup, babası ise bir marangozdur.'

Nurettin Paşa'nın 'Beyoğlu Gülü'yle dilltre destan aşkı Hünkar Yaveri Ga­ni Bey' in (İttihat Teraki Örgütü'nde adı çok geçen Esat Toptani'nin kardeşi) olaya el koyması ve 'paşanın sivil kıyafetle bu kadının evine girdiğini gör­düm. Akşama kadar halvet oldular' raporuyla bitmişti.

Artık ferman padişahındı.

Sultan Hamid'in 'Yarın bir karar alırız' demesine rağmen bazı kişiler yarı­nı beklemeyecekti.

2 gün sonra gazeteler 'Korkunç bir cinayet... Beyoğlu Gülü Kamelya'ya kıydılar' başlığı altında cinayeti duyurmuştu. Kamelya, annesi ve uşağı ge­ce yarısı meçhul kişiler tarafından katledilmişti.

Abdülhamid olay sonrası Gani Bey'in o gece sarayda olup olmadığını sor­muş ve 'hayır' yanıtını alınca işin iç yüzünü keşfedercesine başını üzüntü­lü biçimde sallamıştı. Ama yapılacak bir şey yoktu.

Kamelya'nın ölümünden sonra Nurettin Paşa aylarca Selamlık Daire- si'nden hareme geçmemişti.

Kamelya'yı kimin öldürdüğüne gelince... Saray başkatibi Emin Bey'in se­zinmelerinden başka bir kanıt yoktur.

Kamelya'nın 'bir sultana gönül verdim' kantosu uzun yıllar başka Beyoğ­lu gülleri tarafından söylenmiş ve akla hep bu 'gülün soluşu'gelmiştir...

Diğer Kantocular

Kantocuların oyunlara, oyuncuların kantoya çıktıkları her dönem olmuştur.

1912'de aktristler, şantözler ve kadın oyuncular listesi yapılmıştı. Liste, sınıflamanın hangi bakış ve hangi kıstasla yapıldığına ışık getirmiyor, kimi aktrist, kimi şantöz de aktrist listesine alınıyordu.[44]

Şantözler listesinde Şamram Hanım, Küçük Şamram, Nıvart Hanım, Kü­çük Virjin, Minyon Virjin, Kamela Hanım, Küçük Peruz, Rana Dilberyan, Yalfraz Hanım, Agavni Arapyan ve Mari Ferha Hanım yer almıştı. Metin And, belirtilen dönemin gazete ve ilanlarını tarayarak kadın oyuncular listesi yap- mıştı.[45]

Bu listede şu kantocular bulunuyordu: Avantiye, Oranya, Raşel, Rozali, Viktorya, Virjin, Zarife...

Kantocular arasında bazen aynı ismi taşıyan iki hatta üç ismi görmek mümkün oluyordu. Bu durumda kimileri 'Küçük,' kimileri 'Büyük' sıfatları al­mıştı / takılmıştı. Mesela ikinci Peruz (Trabzonlu) K.Peruz olarak biliniyor­du. Ama 'Küçük' ya da 'Minyon' olarak bilinen kantocuların tümü 'Büyük'le- rin gölgesinde kalacaktı.

Bazı istisnalar da olmuyor değildi. Mesela iki Agavni arasındaki fark kimi zaman bedensel bir yaklaşımla ortaya konuyordu. İri cüssesi ile sahneyi çö­kerten ve bu yüzden 'Fil' lakabı takılan Agavni Hanım'dan söz eden Ahmet Rasim onu 'Galata alemlerinin yadigarlarından' biri olarak ifade etmişti.

Gerçekten yadigardır ama son zamanlarında 120 okkayı geçen 'çok ağır' bir yadigar...

Aynı ismi taşıyan kantocuların dışında kimbilir bilemediğimiz daha ne ka­dar Amelya, Peruz veya Kamelya vardır. Şöhretli kantocu kopyalarına nere­deyse batakhaneye dönmüş, Galata mekanlarında rastlamak mümkündü. Onlar da 'Hoşor' yani eti budu yerinde kadınlardı. Bedenleri önde, sanatla­rı arka plandadır.

Bazılarının ise hiç büyük isme ihtiyaçları yoktu. Onlar zaten kantocu sıfa­tını 'usulen' taşıyorlar ve öbür anlamda müthiş icracı olarak biliniyorlardı.

il. Abdülhamid döneminin en çarpıcı isimlerinden biri olan Aniki sesinden çok alüfteliği ile tanınan, dilberliğine eş tanımaz bir Karadeniz'lidir. Aslında ses telleri de ud mızrabı da eşsizdir. Tam bir afet-i devran, yani dünya gü­zeli... Ama kimin hangi güzelliğe meyyal olacağı bilinmez.

1900'1erde Trabzon'dan Sinop'a kadar tüm sahilde üstüne türküler yakı­lan, anlaşıldığı kadar etrafını bir hayli yakan biri ... Yanan da yakılan da, bu Anika türküsü söylemiştir.

"Anika'm al udunu çal bakalım

Bir taraftan keyfe varalım

Çalgı bitsin Anika 'm yatalım "

Şen, şakrak curcunalı türkülerin kahramanı Anika'nın başına ne geldiyse, hep bu güzelliğinden gelmiştir. Güzelliği ile nam salıp kaçırıla kaçırıla, na­sıl aklını kaçırmamıştır hayret!

Düzden dağa son çıkarılışında, Kadri Bey-ki Büyük Türk lugatı müellifi ve Tanin Gazetesi naşirlerinden Hüseyin Kazım Bey' in babasıdır -Trabzon Va­lisi iken zaptiyelerini zorbaların üstüne salmış ve onu kurtarmıştı.

Mecburen kapağı istanbul'a atan Anika ufat tefek sahne denemeleri yapmış ve bu yüzden de hem kendisinde, hem etrafta huzur bırakmamıştır. Yoluna avuç dolusu para dökülen bir dilber olarak Kağıthane, Göksu ve Sa­rıyer'de 'ihtişam' içinde yaşamış, keyfe keder kantoya da çıkmıştır.

Onca paşazade varken, bir segerdeye tutulup, dayalı döşeli saray yavru­su konaklardan ahşap bir eve girecektir. Müslüman olmuş ve Kasımpaşa Kulaksız'da Anika'lığı bırakıp 'Hadiye' olmuştur.[46]

Kantonun son perdesini yarıda kesen, Anika'nın jübilesi değil, 'oluklu Bursa' bıçağıdır. Ve alınyazısında, kıskanç kocası tarafından sekiz yerinden bıçaklanışı da yazar.

Ahmet Rasim yine 'Ah! Kantolar!' diyerek bilinen isimler kadar, pek su üstüne çıkmamış kantoculardan söz eder:

"İşte Viyolet, üç karış gövde, bir avuç saç, avuç kadar yüz, kara kaş, ka­ra göz, kuzu gerdanlı, ince belli, tarak ayak, kısıla kasıla çıkan sesiyle haykırmak istiyor. Oynuyor, adeta zıplıyor. El şakırtılarından hazzediyor. Sol­daki localardan birine sık sık bakıyor. Mini mini kurnaz, kimseye çaktırmı­yor. Diyorlar ki bu 'surpet' büyüdükçe bir afet olacak!

Ah! Kantolar! Matmazel Flora ah! Bu Balkan kızı. Sahihü'l-bünye. Lapiska saçlarını toplamış, mavi yeşil gözle;-iyle, henüz acemi nigahıyla bir şeyler arıyor. Kolları daima mukawes. Hay hay hay! Dey dey dey!

"Sarhoşum arkadaş dilim dolaşır" diye iki tarafa yıkılıyor. Ne kadar ko­mik! Hücum-ı handeden katılacağım. Fakat bu da çiçek! Viva! Çak Flora!

Bakın kimler çıkıyor? Matmazel Amelya! Hala ötüyor. Alın düz, göz kenar­ları buram buram. Nazar yeni çıkmış soba ateşi gibi sönmeye meyyal."

Ahmet Rasim Hoca'nın tarifi ile dokuz numara fes, ufak minyon kulak, çe­kik kaş, çizgili siyah pantalon, lostrin potinlerle faytonun bir köşesine kuru­lan piyasa beyleri için de kantolar duyulur:

"Üstü açık faytonda

Gezerim piyasada Harf atarım kızlara Yar için terelelli Yar için terelelli hah hah hay"

'Minyon' ve 'Büyük' dışında bir başka Virjini daha olduğunu İsmail Düm- büllü'nün anlatımı ile o dönemin aşklarından öğreniyoruz:[47]

"Kimi paşalar ve yüksek makamdakiler tiyatrolara gitmekten kaçınır ve Peruz gibi ünlüleri konaklara davet ederlerdi. Cariyelere musiki ve dansla birlikte kanto da öğretildiği oluyordu. Kantoculara abayı yakmış bir hayli ko­nak çocuğu ve beyi vardı. Kantocu sevdası ile sıfıra düşüp Direklerara- sı'nda bu aleme katılan ve bir daha da sahneden ayrılamayan Paşazade Refet Bey gibi çok kimse görülmüştür. Aksaray Yüksekkaldırım mahallesi imamı Hakkı Efendi de bu ateşe düşmüş ve 'Dikburun Virjini' ile yanıp tu­tuşmuştur. "

İsmail Dümbüllü'nün anlattığı Virjini'lerin üçüncüsü o sırada İsmail Efen­di Kumpanyası'nın ünlü kantocularındandır. Hakkı Bey aşkı yüzünden önce imamlığı, ardından da tarikat şeyhliğini bırakmıştır.

'Dikburun Virjini' ile evlenen Hakkı Efendi için Malik Aksel şunları yaz­mıştır:

"Bu zat ilk defa Komik Şevki'nin tiyatrosu'nda oyuna çıkmıştı. Abdi gibi iri yarı olmasına rağmen en çevik hareketleri de kolaylıkla yapardı. Oynar­ken sadece seyircileri değil, oyuncuları da güldürürdü. Komiklikte Şevki da­hi onunla başa çıkamazdı. Yedi sene fasılla aynı işe aevam eden nev'i şah­sına münhasır bu adamın yaşlıların hafızalarında kalan hatıralarından gay­ri birşey kalmamış... Ne bir fotoğraf, ne de bir yazı hatırası... Bir gün Abdi, Kel Hasan, Küçük İsmail İmam Hakkı'nın bulunduğu Rüfai tekkesine uğrar­lar, hem zikr ve devran sırasında. İmam Hakkı bunları görünce şaşırır, el değdirmeden başındaki tarikat tacını bir anlına, bir de ensesine doğru gö­türür, ayini oyuna çevirir. Bu davranışını tuhaf bulanlara verdiği cevapta 'Ba­na bir hal oldu, kendimi tiyatroda sandım" der.

Hakkı Bey'ler kantoculardan yana aynı kaderi yaşamışlardır. İkisi de sev­dikleri kantocularla evlenmişlerdir.

Ester, dönemin Musevi kantocularından olup, diğer Hakkı Bey'i (İsmail) Evkaf Mümeyyizi iken yakmıştır. Ester Müslüman olup İsmail Hakkı Bey ile evlendikten sonra Hikmet adını almış ve sahnelerin kadını yerine evinin ka­dını olmuştur.

Küçük ve Büyük Amelya'lardan sonra sahnede yer tutabilen Küçük Ele- ni'de Büyük Eleni kadar alkış almış bir isimdi.

Bazı kaynaklarda ilk kantocu olarak belirtilen Aranik Hanım'ı öncü kabul edersek, sonrasında bir hayli isim hatırlarız. Hele tuluata çıkanları ve ikisi­ni bir arada yürütenleri eklersek liste bir hayli uzayacaktır.

Viktorya, Kikina, Agavni, Pipina, Fil Agavni, Bayzar, Mari Hasibe, Madam Blanş, Novart, Rana Dilberyan, Matild, Sıdıka, Saadet, Avantiya, Despina (Avantiya'nın ablası), Verjin Dandispanyan, Hermine, Minyon Viyolet, Haçık- yan, Araksi, Anjel, Arabacı kantosu ile ünlenen Büyük Mari, 'O Güzel Göz­lere' kantosunun oyuncusu Eleni ve diğerleri...

Cinayete kurban giden Agavni ve Kamelya'dan, yakılarak öldürülen Duru- hi'ye kadar uzanan asırlık bir zincir..

Bir başka Amelya da 'Dişikırık' lakaplı olarak tanınıyordu. Özellikle Ana­dolu sahnelerinde epey görünmüş ve Komik Hüsnü'nün bulunduğu kum­panya ile diyar diyar gezmişti.

Ahmet Fehim Nemlizade'lerin tiyatrosunda temsiller vermek üzere gelen kumpanyanın komiği Hüseyin Efendi'den söz ederken aşina olduğu sanat­çılar arasında 'Dişikırık Amelya'nın adını belirtir. Sonraları Kel Hasan'ın direktörlüğünü yapan 'Kürklü Kamil Bey' ile Samsun temsilleri sırasında Fe- him Bey ile karşılaşan sanatçılar turne maceralarını dile getirmişlerdi.

'Dişikırık Amelya' Hanım'ı belki de 'en gezgin' kantocu yapan hususiyeti kumpanyanın komiği Hüseyin Efendi'den geliyordu.

'Tokatlı,' 'Amca' Hüseyin lakapları ile tanınan Hüseyin Efendi'nin üçüncü adı da 'Firari Hüseyin'di. Askerlik nedeniyle daima kaçak olan Hüseyin Efendi bu sebeple bir yerde sürekli kalamaz ve daima bavulu hazır bekler­di. Kumpanya bu yüzden her daim 'tetikte olur' ve onun bavulu hazırlama­sı ile güzergah değiştirirdi. Amelya hanım da bu kaçışta yer alacak, dolayı­sıyla Direklerarası'ndan uzakta kalacaktı.

Bu kaçışlar sırasında hem abayı yakmış, hem de yaktırmıştır. Bir turne buluşmasında Fehim Bey'in bilgi ve yardımına başvuran Firari Hüseyin kad­roya Komik Arifi de dahil etmek istemişti:49

"Amelya Hanım da söze karıştı. Çünkü söz konusu komik Arif Efendi'yi ar­zu eden, hem de can ve gönülden getirtmek isteyen kendisi idi. Arif'e bü­yük bir tutkunluğu, içli bir sevdası vardı. Elini omuzuma koydu, merhamet dileyen yaralı bir insan gibi yüzüme baktı. 'Ama Fehim Efendi' dedi. Arif fe­na mı? Müşteri tutar... Çok güldürür. Hüseyin Efendi de çok komik. Ama o da gelsin. Söyle hakkım yok mu?"

Artık durumu anlamıştım. Önüme sürülen kadeh kadeh rakılar, hindi dol­maları, balıklar ve seçilmiş mezeler, bu işi yoluna koymam içindi. Ben bir hakem sıfatıyla çağırılmıştım. Vaziyeti kurmak için maharet lazımdı. Zira iki ayrı cinsiyetin arasını bulacaktım. Suya sabuna dokunmadan konuşuyor­dum. Lakin gemi azıya aldılar. Birbirlerinin kirli çall2aşırlarını dökmeye baş­ladılar. Firari Hüseyin Efendi bağırdı:

"Amelya Hanım benim bulunduğum kumpanya her yerde pahalı bilete oynar. Sen de biliyorsun ki, biz de on kuruştan aşağı yer yok. Bize gelenler hep kelli felli eşraf, erkan, hanedan insanlar. Halbuki Arif sizi Girit'te, Hanya'da Kale içinde yirmi otuz paraya oynatırdı ..."

Bütün bu tartışmaların sonunda Arifin kadroya alınmasına karar verile­cektir.

'Aşkın gözü kördür.' İşte bazı aşıkları akıl almaz yollarla birleştirir, bazen de sevdayı trajediye çevirir.

Mari'nin bir gözü sakattı ve bu yüzden adı 'Kör Mari'ye çıkmıştı. Oyunculu-

49. Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları, Hafi Kadri Alpman, Tercüman, 1001 Temel Eser, İs­tanbul 1977.

ğunda bir eksiği olduğu söylenemezdi. Seyirciler ona gözlerini dikerek, o da seyircilere gözlerini kaçırarak bakardı. Sadece seyirci değil, objektife de ...

Daima profil durur sahnede yan yan hareket ederdi. Bir gözünü görenler için gerçekten güzeldi. Oyunların her çeşidi için aranılan bir kadındı Mari. Sahne kıyafetleri içinde de son derece çekiciydi ve bu yüzden zaman za­man başı derde girecekti.

Pera'da yılbaşı eğlenceleri sırasında maskeli baloya katılmıştı. Kıvrak be­deni ve maskeli yüzü ile alabildiğine çekici ve gizemliydi. Masalar donan­mış ve şampanyalar açılmıştı. Zengin ve çapkın hayranı bir süre sonra aş­ka gelip dayanamayacak ve Mari'nin maskesini çıkaracaktır. Olay bununla da bitmeyecek ve çapkın maskenin altındaki yüzü de maske sanacak ve 'İkinci maskeyi de çıkar' diyerek, sanatçının yüzünE! karşı tam manasıyla 'yüzsüzllük' edecektir.

Dönemin tiyatro sakinleri için 'Kör Mari,' öbür adıyla 'Keyifli Mari,' son derece iyi kalpli ve sevimli bir kadın olarak tanımlanır.

 

 

 

 

BÖLÜM 3

Kanto ve Düetto Sözleri

Hüzzam Kanto

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Şamram: Durma karşımda püser

Nedir san'atın göster

Peruz: Menem sanatım duhter

Nane suyu, nane şeker

Severim ben seni duhter

Saplarım ciğerime hançer

Bana cemalini göster

Bu biçare onu ister

Şamram: Ben duhterim, namım Şamram

Söyle nedir meram

Yaktın yaktın meni balam

Beyaz penbe keten helvam

Peruz: Men püserim, namım Peruz

_          ..•

Duramam aşkınla henüz

Parasızım menem kokoz

Men yanarım gece gündüz ' 

 

Okuyan: Eteni

Makamı: Uşak

Çalsın davul dümbelek ile zurna zurna

Göz süzerek oynarım ben sana ben bana

Niçin durdun ya vur ki niçin?

Çal bir daha bir daha -

Haydi çalsana

Gücenirim ben sana, darılırım ben sana

Gene durdu, niçin durdun

Çal bir daha, çal bir daha

Kanto söylerim hem raks ederim

Ben sana, ah sana, ah sana

Çalsana çalsana

Ah ben sana, ah ben sana

Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Suzinak

Açılmış rengarenk çiçekler

İlkbaharda gonca güller

Çimin üzeri dolsun meyler

Bülbül çeker hazin demler

Çağlar dide ay gönül ağlar

Bir taraftan sular çağlar

Zerrin ile sünbül elvan

Büyüler çok ah gülistan

Solmaz rengi o gonca gül

Durma dem çek ah canım bülbül 

 

Okuyan: Verjin

Makamı: Rast

Bir güzele kul oldum

Ta gönlümden vuruldum

Sevdim ama yoruldum

Ben de bilmeme ne oldum

(Nakarat)

Yar seni gaip etmişim

Güç ile şimdi bulmuşum

Şu gelen kimin kızı

Yanakları kırmızı

Gerdanında beni var

Hayret etti hep bizi

Felek Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Hüzzam

Bak ne etti bana felek

Pek çok sevdim çektim aman

İftirakı çekmek ah gerek

Boşa gitti ah bu dilim pek

Böyle bir ah karar tutmaz

Çeşmim yaşı akar durmaz

Talihim bahtım hiç uymaz

Çekerim çilem ah durmaz

Aşık olmuş bülbül güle 

 Kantosu

Hey işvebaz nedir bu sendeki naz

Merhamet it acı bana çalma saz

Bak yüzüme ol derdime çare saz

Meclise gel dinleyelim ince saz

Zülfü siyah pek yazıktır suzinak

Merhamet it acı bana çalma saz

Neva Kanto

(Şnork Efendi)

Sütü halis çinganeyim

Köçek oynar bir taneyim

Zurnaya ben def çalarım

İlkbaharda sefak oynarım

Arada bir çakarım

Taze rastık kaşlarıma

Altun boncuk gerdanıma

Gül karanfil yanağıma

Parlak baro gel yanıma

Fal bakmaya yok hevesime

Şarkı söyler durmaz sesim

Ayvansaray, Sulukule

Selamsız da yokdır eşim

Arada bir çakarım

Taze rastık kaşlarıma

Altun boncuk gerdanıma

Gül karanfil yanağıma

Parlak baro gel yanıma

Bir kız bana dedi ki: Pek çok güzelsin

Burnun kumruya benzer, beni süzersin

Dedim ben seni almam, çirkin kıza aldanmam

Elbette bir güzel çıkar, bana vermeye kalkar

Ah, ah, ah, ah, ah, ah

Nedir bu sevda ben de, başımı saldım derde

Bebek Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Segah

Kabil değil ah sevmemek

Seni görüp de ah bebek

Bakışın gitti hoşuma

Alsam seni aguşuma

Yanıyorum ah bitiyorum

İnsaf et mini mini bebeğim

Ah gözlerini seveyim

Benim şirin bebeğim

Meftun oldum hayran oldum

Baygın mahmur bakışına

Başın için üzme beni

Bebeklerin ah bebeği

Yanıyorum merhamet

Bitiyorum insaf et

Cazibeli bebeğim

Ah didelerini seveyim

Güzelim şanında değil bana

Ah çektirmek zira

Sönmez ateştir ah

Sevip de ah solmamak 

Okuyan: Verjin

Sevda pek zalim imiş

Çok aşıkları mahvetmiş

Neler etmiş neler etmiş

Çok aşıkları incitmiş

Dilerseniz ben size

Söyleyeyim cümlenize

Bak aşk bana neler etti

Anlayınız, dinleyiniz, biliniz

Aşk beni yandırır, söndürür

Yakar yakar mahveder

Gözleri karartır, yüzleri sarartır

Oynatır, zıplatır, hoplatır

Sıçratır, bağırtır, çağırtır

Haykırtır, ağlatır, inletir

Olmaz bulmaz derdime derman

Olmaz aşk sevdaya çare bulunmaz

Kanto

Okuyan: Şamram

Makamı: Rast

Yangın var yangın var yanıyorum

Yetişin gardaşlar (A dostlar) tutuşuyorum

Mis kokulu hanımeli

Müsadesiyle koklayım

Çiçeğim vermem seni

Yangın var yangın var yanıyorum

Yetişin gardaşlar tutuşuyorum

Meftunlar Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Hicaz

Bu meftunlar pek çoğaldı

Hakiki aşk nerede kaldı

Bilmem idim aşk ve sevdayı

Bak başımı derde saldı

Bende sende, bende sende ah!

Bende yandım aşk narine

Acep mecnun nerde kaldı

Aşkına çaresiz yandım

Arşa çıktı feryadım

Gece gündüz ah ederim

Ağlamaktan usandım

Bende sende, bende sende ah!

Bende yandım aşk narine

Acep sevdiğim nerede kaldı

Kedi Kantosu

Okuyan: Büyük Amelya

Taliim. ah taliim ah, taliim

Dolabımı açtı döktü yemeğim

Boşuna mı gitti benim emeğim

Dolabımı açtı, ekmeğimi kaptı

Beni görünce tavana kaçtı

Kediyi ben yakaladım

Bir iyice patakladım

Mırnav, mırnav, mırnav, mırnav

Miyav, miyav, miyav, miyav

Kant. Kantosu

Okunana Şamram

Makamı: Rast

Yeter artık felek yeter

Oldum öksüzden beter

Büyük yara açtın sineme aman

Ah yanıyorum dayanamam (tekrar)

Karadır bahtım ah kara

Feryadıma can dayanmaz aman

Gözümün yaşları dinmez

Vefasız yare kapıldım aman

Yarama melhem olmaz

Hangi tabibe sorayım aman

Derdime derman bulamaz

Tabibim güzelim aman

Lütuf ile kurbanım aman

Çok yalvarırım güzelim aman

Neler ettin neler bana

Canımdan çoktan usandım

Ah kurban olsun bu can sana

Çigene Kantosu

Çingene derler bize

Meylimiz var kerize

Biz içer eğleniriz

Gece gündüz zevk ederiz

Çalar göbek atarız

Sonra biz fala bakarız

Çalsın zurna, def, dümbelek

Atalım biz de birer tek 

bak Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Rast

Efendiler, beyler şaşacak

Şamram kantoya çıkacak

Elinde süslü kabak

Hem çalacak, hem oynayacak

Şöyle göbek atacak, böyle göbek atacak

Kabağım pek süslüce

Telleri gümüşlüce

Kendisi sedeflice

Boncuklu, püsküllüce

Çalarım heveslice, çalarım heveslice

Ah çeker dinleyin bahar

Bayılıverirler kor güller

Ağlıyorlar bülbüller

Dinleyin seyir edenler

Efendiler ah beyler

Şamram kanto söyler

Arapça, Türkçe gazeller

Söylüyor bak bu teller

Arabacı Kantosu

Bizim araba boşdur

Bin de çayıra koşdur

Hopla hopla hey

Kayıkla gitmeyiniz

Arabaya bininiz

Geliniz eğleniniz

Hopla hopla hey

  Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Hüzzam

Adam aldatmak güçmüş meğer

Kumar oynamakta hüner

Nerede bildiğimiz sersemler

Ele geçerse ise derler

Hain kumarbazlar

Elinden yüreciğim pek yandı

Zamparalık tıngır mıngır

Bir paracığım kalmadı

halime bir kere gülmeyip baksanız

Merhamet bari etseniz

Yandım kumarda dumanımı görürseniz

İmdadıma yetişseniz

Çingene Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Hüzzam

Çeribaşı demir döver

Gacıları kürek çeker

Maşa kürek kebap şişler

Haydi Pembe, haydi Pembe

Çal zurnayı dümbelek de

Falım yalan hiç söylemez

Bakla atmaya aklım ermez

Kerizde kusur etmem

Güler oynar cefa çekmem 

e Kantosu

Okuyan: Eteni

Makamı: Nihavend

Haydi sazlar çalınsın, hep efeler

Oynasın bir taraftan, kemanlar

Kadehlerle şaraplar

Gelsin efeler eğlensin

Neşelensin, zevklensin

Haydi bıçak, haydi bıçak

Çeksem yarim korkacak

İşte bulduk zevkimizi

Feda olsun canımız

Dağlardır mekanımız

Efeyim ben küçücük

Hem oynayıp söyleyecek

Çingene Kantosu

Okuyan: Eteni

Çingeneler gam kasavet asla bilmezler

Gezerler hem seyir ederler hiç sıkılmazlar

Söyler şarkı, çalar oynarlar

Kederimiz kalmasın def edin beyler

İşte kuklalar karşında

Oynatırım genç yaşımda

Beyler bakın seyrediniz

Bebekleri bakın görünüz

Efendiler hep bakınız

Bebekler oynar yalnız 

  Kantosu

Okuyan: Vetjin

Makamı: Rast

Zuhur etti bu dilber

Tombul yumuşak eller

Latif latif diller

Kara kaş, kara gözler

Bitirdi beni sözler

Yan yan bakmalar

Kırıtarak gezmeler

Yanarım dostlar bu dilbere

Latif latif dillere

Yandım aman pamuk ellere

Tombul tombul beyaz ellere

Yar Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Hüzzam

Bir zalime esir oldum aman

Derdinden deli divane oldum

Bu yar ile belalı oldum

Ömrüm bittin divane oldum

Şimdi beni sever çıldırır aman

Ah kavgadan usandırır

Hem zirzoptur hem deli

Dostlar kurtarın beni

Ah çanım ah aman

Nispetine dayanamam

Kavgaya dayanamam

  ,

  Kantosu

Ziya saçarsın yar etrafına

Yazık oldu yazık fena bahtıma

Kara gözleri benzer kara yazıma

Acıyın dostlar bana ağlarım

Karadır bahtım kara bağlarım

Uçurdum elimden dilbazımı

Derde gel bul çare sarım

Obur Kantosu

Okuyan: Şevki Efendi

Makamı: Segah

Ben pisboğaz meşrebim a zevat

Lezzeti hoş tam isterim olsun

Terbiyeli çorba, zeytinyağlı dolma

Biraz da helva olsun

Kadınbudu taze olur ise olsun

Bir tabakta tavukgöğsü mutlaka olsun

Baklavalar ballı, muhallebi tatlı

Pilav da yağlı olsun

Pilav üstünde tavuk

Hoşaflar da pek soğuk

Olur ise cümlesi, cümlesi olsun

Sütlü yağlı çörek

Biraz da gevrek olsun

Salatalar yan baksın, turşular can yaksın

Güllaçla baklava cana da can katsın

Kompostolu ayva, türlü tüılü meyva

En nihayet kahve de olsun 

Kantosu

Okuyan: Ame/ya

Makamı: Hicaz

Bak şu güzel kızın beyaz yüzüne

Ben mail oldum kara gözüne

Tombul tombul yavaş yavaş

Seke seke yürü gel

Yaktı beni kara gözlüm

Amanın civanım

Seni candan severim

Senin için yatar ağlarım

Bakın bakın beyaz yüzüne

Ok saplandı ah ciğerime

Tombul tombul yavaş yavaş

Seke seke yürürsün

Yaktı beni kara gözleri

Seke seke gel

Göbek Kantosu

Okuyan: Marika

Makamı: Rast

Ne hoş olur ilkbaharda

Köçek oynasın ziller ile

Ziller çalınsın parmakla

Meyler, meyler içsin beyler

Oynasın hep çengiler

Haydi raksa başlayalım

Kederi defedelim eğlenelim

 

 

 

 

 

 

Makamı: Hicaz

Hovardayım hovarda

Savul karşımdan varda

Mantar yemem ben asla

Tosunum tosunum hayda

Meyhaneler gezerim

Kabadayı severim

Bana çatan olursa

Bir yumrukta ezerim

Ah var mı bana yan bakan?

Anam babam kardeşim

Şöyle gel be yoldaşım

At rakıyı omuzdaşım

Helal olsun kardeşim

Yedik içtik kime ne dedik

Kime dedik ne dedik

Hayda hayda

Oyna dedik

Atlas mintan giyerim

Kadifedir yeleğim

Ayakta yırtık potin

Ben niçin evlenmeyeyim

Müstear Kanto

Gönül gamzene bend oldu

Özüm bu duhteri buldu

Tigi ebrusunu vurdu

Bu bağrım kan ile doldu

 

 

 

zacı /(iıntosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Nihavend

Darıdan boza yaparım

Sokakta gezer satarım

Satıp satıp bitirince

Odamda hem keyfime bakarım

Ekşi de var, tatlı da var

İster iseniz tarçın da var

Bozayı ah bir içince

Size verir ah neşe

Alınız bir bakınız

Hile var mıdır içinde

Bozacı Şamram'dır namım

Geze geze pek yoruldum

Yürümeye yok mecalim

Benim bozamı içenler

Bir daha içmek isterler

İşte artık gidiyorum

Ustalar beni beklerler

Çingene Kantosu

Haydin kızlar, haydin kızlar

İşte geldi ilkbahar

Kuşanmış dağlar, karşı ki dağlar

Ah saklıdır ilkbahar

Haydin haydin oynayalım

Eğlenelim zevk edelim

Ah ah yeşillendi dağlar

Saklıdır ilkbahar 

7 7I- K fn

üm Kantosu

Okuyan: Peruz

Beğendim seni bırakmam asla

zalim elimden

Yeter artık kan geliyor ah

ciğerimden

Yandım güzelim yandım ah ah

ah senin elinden

Etti aşk ciğerim pare pare

Ah ah ağlarım inlerim

Yürek yare yandı aman senin elinden

Yeter ah yeter güzelim kederimden yoktur medet

Sevda Kantosu

Okuyan: Şamram

Dinleyiniz ağalar

Vay başıma geldi neler

Bir kız sevdim çok sevdiğim

Bal dudakları emdiğim

Kaşlar, gözler ah sevdiğim

Yazıklar oldu bana ah

Ateşten gömlek imiş

Kabahat bende değil gönül sevmiş

Aman yar, zalim yar öldürdün beni

Ben bir deste gül idim, soldurdun beni

Sus dedi

Pus etti

Kandırdı beni 

ngene Kantosu

Okuyan: Eleni

Çingene aklı zevk ve sefada

Satarız ızgara maşa

Gelincik ile labada

Gece gündüz çalışırız

İşimiz yok cefadan

Çalışırız eğleniriz

Yan geliriz

ızgarada gelirimiz az

İskemle yapmaya yok saz

Çeribaşı gel etme naz

Eğlensin dudiler biraz

Gül Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Hüzzam

Gülüm çakmış çakıştırmış

Ud çalmayı yakıştırmış

Küçücükten alıştırmış

Tirilay, tirilay, tiri li li li lam

Garip garip ben gezerim

Gülüm gelirse ben ibterim

Goncalarından severim

Dikenlerini ben sezerim

Gülümün halinde şeker

Kimi görse hemen sever

Gayri benden de vazgeçer

Sonra da belasını çeker

 

 

 

 

 

 

Göbek Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Hicazkar

İşte çapkın rakkase geldi meydane

Naz etmek bilmez oynar merdane

Sağa sola bakıp şöyle süzmeli

Haydi haydi haydi bakalım

Mini mini adım atalım

Şıkır şıkır ziller çarpalım

Oh oh oh a canım

Göbek atalım

Çalsın musiki biz oynayalım

Zurna ile çalsın çiftetelli

Hüner budur civanım o görünmeli

Şöyle ayak atıp gezmeli

Çingene Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Rast

Bizim ay bu çeribaşı

Altmışı geçmiştir yaşı

Kocasının gözü şaşı

Altmışı bulmuştur yaşı

Ben dedim aynalı penbe

Raks edeyim görünüz böyle

Sever çıngarı bu olmaz böyle

Kart karı çeribaşı

Bulmuş yazı 

 

Okuyan: Anuş

Makamı: Segah

Bağa indim üzüm yok

El yerinde gözüm yok

Ben yarimi küstürdüm

Barışmaya yüzüm yok

Oh oh mini mini maşallah

Konuşuruz inşallah

Kapım iki kanatlı

Yarim elma yanaklı

Yarim pek güzel amma

Azıcık çocuk inatlı

Denizde kaya balık

Yüreğim sana yanık

Seni görmek isterim

Burası kalabalık

Oh oh mini mini maşallah

Konuşuruz inşallah

Çingene Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Suzinak

Çalışkandır çingeneler

Erkekleri karıları

Fal bakıp, gelincik satıp

Raks etmektir karları

Biter mi bu alemde hiç

Çingene mantarları 

 

Falcı Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Rast

Fal fal bakar bakla atar

Bana derler çifte benli

Yallelli, yalelli, yalelli, yalelli

A be, a be mangiz uçlan bakayım

Çalsın davul dümbelek

Ben de zurna çalayım

Ah tri tri ah ah tri tri tri tri

Kırmızı yanaklı, benekli teknesi var

Aynalı gacısı var

Yalelli, yalelli, yalelli, yalelli

Oyna kız çifte benli

Şarkı mani okuyalım

Beyleri memnun edelim

Mangizi çokça vermeli

Yalelli, yalelli, yalelli, yalelli

Bahşişi çokça vermeli

Kanto

Bizim araba boştur

Bin de çayıra koştur

Ne güzel eğleniştir

Cana sefa veriştir

Hopla hopla hey

Kayıkla gitmeyiniz

Arabaya bininiz

Geliniz, eğleniniz

Hopla hopla hey 

varda Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Hicaz

Hovardayım kabadayı

Kabadayıyım tosundayı

Severim hovarda hayda

Boş yere hır çıkarmam severim hovardayı-

Meyhanede çakarım, peykesinde yatarım

Ben camları kırarım, hır çıkarır kaçarım

Var mı böyle tosundayı

Ben marizden kaçarım

Var mı böyle kabadayı

Ben dayaktan korkarım

Sen benimsin çapkının kızı

Ne gülersin arkadaş

Ne bakarsın be kardaş

Bende yürek mermer taş

Savul karşımdan dolaş

Bulaşığım be kardaş

Hır çıkar yavaş yavaş

Süpürgeci Kantosu

Okuyan: Şamram

Sırma gibi süpürgemin ince teli

Hiç toz kondurmaz temizler her yeri

Çağırma beyim nafile döndüm ben geri

Hasır süpürgesi, hasır süpürgesi

Gelin alın lazım olur

Güzel uşaklar memnun olur

 

Kantosu

Okuyan: Şamram

 

 

 

 

 

Makamı: Hüzzam

Elele verelim elele

Tutuşalım bel bele

Kaldırınız kolları

İndiriniz solları

Sağ elini sok koynuma

Sol elini sok boynuma

Sıkma sakın bir yeri

Darılırım yüz kere

Bir daha çatma bana

Kalmadı sözler sana

Toplanıp orta yere

Açılalım bir kere

Halkamızı yapalım

Horonumuzu tepelim

Pek darılır giderim sana

Yalvarırım ben sana

(Canım bana)

El ele tutuşalım

Çingene Kantosu

Okuyan: Verjin

Çingeneyiz bir sefakar

Yoktur cihanda cilvekar

Çayırlarda yan atarlar

Şarkı mani çağırırlar

Çalınca şu çeribaşılar 

Hüseyni Kanto

u

Küçücükten bir yar sevdim

Şiveli, şiveli, şiveli, şiveli, şiveli, şiveli ah

Edası çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri

Niçin sevdim nazlım ezeli, ezeli, ezeli, ezeli, ezeli

Edası çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri ah

Şu karşıki hicran dağıdır ah              -

Gece gündüz

Şimdi onun sevilecek çağıdır, çağıdır, çağıdır, çağıdır, çağıdır ah

Edası çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri ah

Boykot Nihavend Kanto

İşitdiniz mi bana ne oldı

Cananımızla aramız bozuldı

Bu halimi görenler hep şaşdı

Gül bezim sararıp soldı

Artık istemem güler oynarım

Koca istemem budır kararım

Ah bu zavallı kadınlar

İki sözle her şeye kanarlar

Bu cici beyleri ne yapmalı

Biraz canlarını acıtmalı

Artık istemem güler oynarım

Koca istemem budır kararım

Şantözlükte vardır biraz mefkım

Of uçdı aklım benim zevkim

A zirzop deli çok üzdün beni

İstemem seni, istemem seni 

 

Okuyan: Mari

Efeler çok çapkındır, gözleri baygındır

Belinde silahlar hep gümüşten kaplıdır

Yaman olur efeler, hayda bu efe

Haydi şimdi gel keyfe

Kanto

Okuyan: Amelya

Sana mı kaldı beyzadem, dünyanın gamı kederi

Gez, dolaş meyhaneleri, doldur boşalt kadehleri

Ahh, ahh pek şekersin, pek şekersin

Pek kaymak, pek çalımlı, pek kostak

Hadi bana, hadi bana bir çapkın bak

Ayy bakma, kalbim duracak duracak kalbim

Bu zevki devrini, bir gün arar bulamazsın

Gün bugündür nazik beyim, vur patlasın çal oynasın

Ahh ahh pek şekersin, pek şekersin

Pek kaymak, pek çalımlı, pek kostak

Hadi bana, hadi bana bir çapkın bak

Ayy bakma, bakma kalbim duracak

Fırıldak Amelya adım, bende neler var neler

Gösteririm yakışıklım, gelirsen benle beraber

Ahh ahh pek şekersin, pek şekersin

Hadi bana, hadi bana bir çapkın bak

Ayy bakma, bakma kalbim duracak 

  ..

lence Kantosu

Okuyan: Verjin

Ah kalp sevdazadeler

Tambur, keman, neyler

Ah ne güzel eğlenceler

Çalmalı, çalmalı

Neşeli ol göbek at

Böyle geçer bu hayat

Durmayınız mahzun çalsın

İnce saz

Bu bir hayaldir ağlayan çok, gülen az

Ayıplamayın dostlar eğlencemizi

Çünkü zaptedemez

Deli divanemi

Çingene Kı ntosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Segah

Dudilerde çok dilber var

Fal bakmakta hüner var

Kerizi çok, mangizi yok

Çingenede sefa çok

Davul, zurna haydi çalarak

Çalsın davul oynayayım zilleri çarparak

Haydi dudi çalsana

Oynayayım ben sana

Haydi dudi çalsana

Göbek atayım sana 

  Kanto

Bir şuhe bend oldu gönlüm ah ah ah

Verdi bana hüzn ü alem

Nedir bu sevdalı haller

Bu halima bülbül ağler

Terahhüm itmez mürewet kılmaz

Her dem cefa, etmez vefa

Perişandır benim halim ah ah ah

Acem Kantosu

Nazlı civan gel etme sen naz

Aşka rahim eyle biraz

Gece gündüz eylerim niyaz

Nazlı dilber sev beni biraz

Şüphe etme sen benden asla

Beni senden ayrılır sanma

Bir bakışta canımı yakma

Bende tahammül kalmadı zira

Aşk yolunda ölürüm ama

Vefakar ol sen bana cana

Her derdine derman olayım

Nagehana kurban olayım

inan artık şivekarım

Sevdim seni emin ol emin

Ver elini koy sineme

Vur hançeri ta ciğerime

Feda olsun bu can sana

Gel güzelim gidelim bağa 

 

Göbek Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Peruz

Hani ya da benim elli dirhem düz rakım

İçerim içerim merakım yar yar

Konya'lım yürü yürü yürü

Arslanım yürü Konya'lıdır biri          -

Aldı gitti geri elde eyler biri

Vermiyorlar kızı

Yanağında duruyor dişlerimin izi

Hani ya da benim elli dirhem kestanem

Konya'lıdan başka kimseyi istemem yar yar

Hani ya da benim elli dirhem tekerim

Sen sallan gel ben civanı çekerim yar yar

Hani ya da benim elli dirhem fındığım

Bilmez misin benim sana yandığım yar yar

Hani ya da benim elli dirhem fıstığım

Bilmez misin benim sana küstüğüm

Tra1npet I<.antosu

Okuyan: Peruz

Ne güzeldir trampet çalan

Çinganedir karşısında duran

Vurursun çomağı

Patlar trampetin heman

Senden de bir tek benden de bir tek

Yağlıca bombar tuzluca şirden

Olsa da yesek sek sek sek 

 

Göbek Kantosu

Okuyan: Vetjin

Makamı: Segah

Gördüm güzel neşeli

Hem zirzoptur, hem deli

Hem cilveli, hem işveli

Bunu böyle bilmeli

Sevdaya inanamam

Nispete dayanamam

Vefasıza kanamam

Budalaya aldanmam

Böyle böyle gülmeli

Ne güzel kanto söyler

Balolarda rakseder

Raks ederek mey içer

İşte böyle zevzekler

Zirzopları görmeli

Minyon Verjini keyif eder

Böyle böyle içmeli

Acem Kantosu

Makamı: Nihavend

Garib gönlüm aşkına daldı

Bir nigahta kalbimi yaktı

Beni candan usandırdı

Sensin seseb berbadıma

Yetiş Virjin ah imdadıma

Bülbül ağlar efganıma

Vurdu neşter cengahıma

Ahım yakar elbet seni

Bu afetten kurtar beni 

 

/ender Kantosu

Okuyan: Vetjin

Makamı: Hicazkar

Kalenderim arkadaş sen bana bakma

Kimse görmüyor sanıp işaret çakma

Şişman olsun, zayıf olsun

Esmer olsun, beraz olsun '

Genç olsun, ihtiyar olsun

Güzel olsun, çirkin olsun

Olsun da bir şey olsun

Düz rakıyı ben yuttum, kafayı ben yuttum

Ne olursa razıyım, kafayı ben yuttum

Kel olsun, kör olsun

Topal olsun, kambur olsun

Çatlak olsun, patlak olsun

Kırık olsun, dökük olsun

Olsun da bir şey olsun

Kelebek Kantosu

Okuyan: Vitjini

Düşürdü aşkın beni böyle dağlara

Yalvarırım, yalvarırım konma yüksek dallara

Ben senin şey(y) adınım itme bana cefa zira

Girersin elbet bir gün elimdeki ağlara

Sayd iderim mor kelebek

Kanadları rengarenk

İşte geldim zevk iderek

Dilden gamı def iderek 

üze/ /(antosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Nihavend

Burunisi başında

Rastığı kaşında

On beş yaşında

Bir körpe madam

Göz kırptım ona

O güldü bana

Cilveli madam

Gül gibi handan

Cin gibi fettan

Hem yosma madam

Tuttum elinden

Sıktım belinden

Emdim dilinden

Pek tatlı madam

Vuslat için hem

Söz verdi ewel dem

Deli oldu muzurum

Pencereden Gördüm Ayı

Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Hüzzam

Pencereden gördüm ayı

Güzelin du budur payı

Semaverde kaynar çayı

Ah men anın vah cananım

Güneş batandan sonra gel 

lender Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Hüzzam

Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam

Gönlüme bir eğlence isterim olsun

Saçları sarı, gözleri mahmur

Biraz da nazlı olsun

Yan bakışı yaksın

Şivesi de yıksın

Endamı şanlı, sohbeti tatlı

Biraz da şair olsun

Arabacı Kantosu

Arabacı sarhoş, müşterisi sarhoş

Aman aman aman bakışları pek hoş

Arabacı hey!

Emret küçük bey!

Çal kamçıyı gidelim

Sazlı sözlü çakarak

Bir muhabbet edelim...

Aman beyim nereye?

Fulya Tarlası'na, Gümüşsuyu'na

Bayıldım ben senin nazik huyuna

Aman aman aman hey

Bir bade sun küçük bey

Topçularda top atar

Arabacı muradım

Nazlı yariyle yatar

ban Kantosu

Okuyan: Küçük Virjin

Koyunlarım otlamakta

Yavruları uyumakta

Bir kız gördüm

Görünce gönlüm aktı

O da bana baktı ah çetki

Aklım başımdan gitti

Şimşek gözler, kara kaşlar

Yakdı beni nazik dilber

Koyunlarım me me meler

Fikrim aşka daldı

Koyunlarım mahzun kaldı

Çingene Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Suzinak

Çalsın zurna, darbuka, ziller, maşalar

Darbuka, def, dünbelek

Kemanda hazır derler

Darbuka, maşalar, davulda, zurnalar

Hele bakın çalsınlar

Çeribaşı bana der ki

Aynalı keriz etme naz

Gerdan kırarım, gözleri süzerim

Endaz atarım

Canlar yakarım, şöyle mi böyle mi

Yoksa da böyle şöyle mi

Şöyle mi de böyle mi

  

ngene Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Rast

Bahar geldi mi ah! Oldu mu yaz

Bülbül öter eyler niyaz

Haydin kızlar etmeyin naz

Eğlenelim şimdi biraz

Ah kayıkçı yavaş yavaş

Çek küreği etme telaş

Başa sünbül gülleri

Takınca o g"'-zle biz bakınca

Can alırız can veririz

Bir kerecik sarılınca

Dudi Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Rast

Haydi çergiye yanaşalım

Atalım, çakalım, yan yatalım

ızgara, maşa yapalım

Atalım, çakalım, yan yatalım

Aman aman turnam, mail oldum sana

Aman aman turnam

Ağlarım ben yana yana

Aman turnam, canım turnam

Al beni turnam, sar beni turnam

Izgara maşa satalım

Al beni turnam, sar beni turnam

t Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Hicaz

Bu afet beni mahvedecek

Ne zaman sevdiğim ruhum eyleyecek

Ah ve figanla ömrüm geçecek

Bu afet beni mahvedecek

Güzelim sendeki tavır

Sendeki eda bir gün beni mahvedecek

Süzme çeşm-i anını kırma gerdanını

Anlıyorum bir gün beni mahveyleyecek

Böyle kaş, böyle göz

Böyle tavır, böyle eda el aman

Çingene Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Rast

Çingenenin var sefası

Ne hoş olur oynaması

İşte bu dudi havası

Benim çerginin ustası

Ziller taksam parmağıma

Gül, karanfil kulağıma

Haydi çalın raks edeyim

Size şarkı söyleyeyim

İşte bu dudi havası

Benim çerginin ustası 

 

Okuyan: Peruz

Makamı: Aksak usul

Efeyim severim ben zevk u sefayı

Gam bilmem ne imiş attım ben cefayı

Hangi efe sevmez hangi güzel sevmez

Su başında sefayı su başında sefayı ,

Efeyim takarım kulaklı pıçağı

Merd olur Aydın'ın uşağı

Hangi efe sarmaz hangi çapkın sarmaz

Tarabulus kuşağı Tarabulus kuşağı

Efeler sevmez sahray ilen ovayı

Bir vakit bozmazlar iğidler yuvayı

Hangi efe bilmez hangi iğid bilmez

Meclisi sahbayı meclisi sahbayı

 

Naz etme gel dilber severmiş beni meğer

Şüphen mi var dilber

Gel inandır beni, sevemem seni

Etme cefa bana nazlı dilberim sen

Kafi değil bu teminat inanmam ben

Merhamet et ah, merhamet ah bu muhabbet yalandır

Vah...Gönlüm ateş kaşandır inandım ey aşık

Bahtiyarız artık bahtiyarız ah bahtiyarız

Ah bahtiyarız ah

Oynayalım zevk edelim, eğlenelim zevk edelim

Oynayalım eğlene:im, mesud olup zevk edelim 

Kuzu Kantosu

Bana layık değil ağlamak gülmek

Nerde kaldı sevdiceğim tükendi yürek

Ne müşküldür bir güzelin arzusunu çekmek

Arzu edip bir güzelin yolun beklemek

Çifte kameri mendil elde güzel hoplar

Hiç ayrılmaz bu aşıklar sevimli canlar

Kuzularım me me meler, ben yan yatarım

İşte böyle gel çobanım kavalım atarım

Arabacı Kantosu

Arabacı, arabacı

İşte sana kiracı

Arabacı da arabanı çeek

- Nereye?

Kathaneye!

Arabacı arabanı da sür

Nereye?

Beyoğlu'na!

Haydindi paldır küldür

Yallah yallah

Haydindi tıngır mıngır

Yallah yallah

Arabaya biz binelim

Kathaneye sür gidelim

Beyoğlu'na sür gidelim

Arabacı da arabanı sür

Haydindi paldır küldür

Haydindi tıngır mıngır

Yallah yallah

 

 

Çingene Kantosu

 

 

 

 

Okuyan: Vefjin

Makamı: Beyatı

Cilveli Pembe işte ben

Edalı Pembe işte ben

Aldanmaz beni seven

Saz çalıp da raks ederek

yarimi meftun ederim

Beyleri meftun ederim

Gerdan kırıp da gözleri süzerek

Cilveli Pembe işte ben

Aldanmaz beni seven

Neva Kanto

Okuyan: Anuş Hanım

Çaya indim ağlarım

Gülü deste bağlarım

Biri öz canım için

Birini yare yollarım

Behey Anuş, Anuş Anuş

Ağzı şeker dili nuş

Behey Anuş niçin niçin

Ölürüm senin için

Hep ahbaplar düşman oldı

Ben seni sevdiğim için

Evleri taş kapulı

Sevdiğim misk kokulı

isterim evine gelem

Mahalleniz pek korkulı

Behey Anuş, Anuş Anuş

Ağzı şeker dili nuş 

 

Çergimiz çayıra karşı

Görürüz sokak çarşı

Maymuncunun oğluZubi

Ah kuruyor bana bir turşu

Bir yandan keriz atarız

Evirip, kıvırıp yan yatarız

Mangizi çokça kaparız

Pembe'dir komşunun kızı

Kör eder haspanın gözü

Fal bakmaktır onun işi

Şarkı söyler yoktur işi

leni Bülbül Kantosu

Okuyan: Ame/ya

Ah şu dağlar zümrüt meş'al

Bülbülde yok asla mecal

Hazin hazih her dem ağlar

Bülbülniyaz eyler her an

Gonca şefkat etmez bir an

Gel ağlama ey biçare

Başa gelmiş ah ne çare

Bülbül alem senin haline hayran

Bahar oldu açıldı gül

Ay aşık oldu ona bülbül

Gönül açan değilim

Ah arar işi arar işi

Aşık oldum eyvah sana

Kaçma benden kıyma bana

Asla terk etmem

Ah senin pişeni 

Okuyan: Şamram

Makamı: Suzinak

Çingeneler hem çeriler

Kuruluyor çergiler

Davul zurna köçekler

Oynuyor hep gacılar

Kız Naile oynuyor

Ellerde zilleri çarpıyor

Şık şık şık şıkır şık

A beİbo'yu seviyor

Pek çok sevda çekiyor

Çingane Kantosu

Çinganeler ah neler oynar

Davul tümbelek zurna çalar

Sürer sefa, bilmez cefa

Çinganede yokdır vefa

Mantar toplar, ucuz satar

Fala bakar hem canlar yakar

Güzel çingane kızları

Davul ile rakkasları

Pek nazikdir oyunları

Geçer her sokakları

Raks idelim keşt ü güzar

Seyr idenlerden para toplar

Elbisemiz pek tuhafdır

Gönlümüz daim ferahdır

Keder bizden pek uzakdır

Böylelikle yaşamakdır 

[Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Rast

Hem tef çalarım, hem güzel oynarım

Hem güzel tef ile raksa başlarım

Raksa başlayayım tef çalınca

Hem tef çalayım, hem oynayayım

Ah hazır olun arkadaşlar

Çalınca tefler

Eğlenelim, oynayalım eğlence zevkler

Hopla hopla ah hopla

Hopla hopla hopla

Felek Kantosu

Okuyan: Şamram

Felek bana neler etti

Bu gençliğim elden gitti

Bu iftirak cana yetti

Ben gibi zavallı olmaz

Gözlerimin yaşı durmaz

Nedir halin diye sormaz

Yeter artık felek yeter

Oldum öksüzden beter

Bin yare açdın sineme

Ay yanıyorum dayanamam

Karadır bahtım eyvah kara

(Kulisten seslenir)

Yazık oldu eyvah sana 

 

Okuyan: Şamram

Makamı: Nihavend

Hayda da sazlar çalınsın

Bu dudi kızı oynasın

Canım ilkbahar gelince

Kağıthane'de gezeriz

Bahşişi biz kazanınca

Fıkır fıkır da kaynarız

Mangizi biz alınca

Böyle de göbek atarız

Şıkır şıkır da oynarız

Yeni de yeni kantolar

Okusun bu yosmalar

Zerrin sünbül takarız

Kaşları şöyle çatarız

Böyle de baygın bakarız

Şöyle de yan yan yatarız

Hüzzam Kanto

Meftundur ağlar sana

Ne bu çektiğim cana

Cevrü cefa etme bana

Canım feda olsun sana

Rahmeyle gel feryadıma

Cana yetiş imdadıma

Geçti firkatın canıma

Cana yetiş imdadıma

Yareler açdın sineme

Çare yokdur bu derdime

Ey püser sen rahmeyle

Acı bana israf eyle 

Kedi Kantosu

Okuyan: Şamram

Makamı: Hicaz

Ah şu kediler kedisi

Dadandı bana birisi

Tencerede yemek koymadı

Komşunun hırsız kedisi

Tutsam tutsam şu tekiri

Öldürürsem vardır yeri

Devirdi hep yemekleri

Kaptı kaptı ekmekleri

Miyav miyav miyav

Geldi gene hırsız kedi

Bütün yemekleri yedi

Yandım artık bittim şimdi

Aman yandım, aman öldüm

Aman yandım senin elinden

Hırsız tekir, sarı kedi

Aman geldi, tekir sarı

Kapamalı dolapları

Yakalarsam kuyruğundan

Atacağım dayakları

Devirir, kırar, döker tabakları

FeryadKantosu

Okuyan: Küçük Ame/ya

Makamı: Hicaz

Ah feryad ...Ben sana yandım

Gece gündüz ah ile geçti zamanım

Gaddar felek bak halime

Düştü gönlüm bir zalime

Merhamet etmez halime

Oldum divane...

 

 

 

 

em Kantosu

Okuyan: Öjeni

Makamı: Hüzzam

Müjdeler olsun a beyim

Mehperi bir can gelecek

Hüsnü güzel (?) çeşmi siyah

Gözleri ahu gibidir

Naz ile neftar edecek

Ayağında kundurası

Penbe ipek kundurası

Nazlı civanım gelecek

Hüzzam Kanto

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Şamram: Durma karşımda püser

Nedir san'atın göster

Peruz: Menem sanatım duhter

Nane suyu, nane şeker

Severim ben seni duhter

Saplarım ciğerime hançer

Bana cemalini göster

Bu biçare onu ister

Şamram: Ben duhterim, namım Şamram

Söyle nedir meram

Yaktın yaktın meni balam

Beyaz penbe keten helvam

Peruz: Men püserim, namım Peruz

Duramam aşkınla henüz

Parasızım menem kokoz

Men yanarım gece gündüz

em Kantosu

C)

Okuyan: Küçük Virjin

Makamı: Rast

Sevdi gönlüm bir dilberi

Feda kıldım canü seri

Kim göre olmaz müşteri

Sevdim seni vardır yeri

Mehparedir ol gülcemal

Dil bülbül, kaşı hilal

Tavrı endamı huri misal

Böyle güzel mehpeykeri

Sevdim seni Küçük Virjini

Neva Serhoş Kantosu

Serhoşum aman falso yapmam

Olur olmaz hovardaya kulak asmam

Naarayı basar davranırım

Ağur ağçik görsem sulanırım

Paralı da parasız da meyhaneci

Verir bana vermez ise kırar

Döker kaçarım vermez misin vermez misin

Şimden sonra artık geç bizi geç

Bir bir daha atarım nerede olsa yatarım

Son kadehte insanlıktan çıkarım of of aman

Keyfim tamam of of yavrim yakdın beni

Sevdim seni..

 

 

Okuyan: Küçük Eleni

Makamı: Hüseyni

Ben köylüyüm ne güzel raks iderim

Can yakarım güzelleri bend iderim

Bana aşık olan insan

Aklı var ise olur peşiman

Vah, vah, vah...

Sana aşık oldum amma

Sevdanı terk idüp da beni yakma

Vah, vah, vah ...

Şölelendi göynümdeki yanar dağlar

Fena halim, cümle alem bana ağlar

Kendim itdim kendim buldum

Gül gibi sarardım soldum

Vah, vah, vah...

İmdadıma yetiş ya Rabb

Bu hal itdi beni harab

Vah, vah, vah...

Yandım Anam Kantosu

Nice feryad itmeyeyim zalim aşk senden

Aman aman yandım aman yandım mührik sevdadan

Gönül hali kalmaz bir dem sevdadan

Nakarat

Yandım aman yandım aman yandım mührik sevdadan

Sabr u takat kalmadı artık bende

Hiç merhamet yok mu sende

Nakarat

Yandım aman yandım aman yandım mührik sevdadan 

r-

nto

v

Okuyan: Verjin

Makamı: Hüseyni

Benim sevdiğim bahçenin gülü

Güzeli olan olmaz mı deli

O güzel adın ağlatır beni

Bir ela gözlü yardan ayrıldım

Bir samur saçlı yardan ayrıldım

Yandım Kantosu

Okuyan: Küçük Amelya

Makamı: Hüseyni

Kız sana yandım ben Salı gecesi

Salı gecesi, Salı gecesi

Altın yüzük parmağında

Ah tepesi yar yar ah tepesi

Acem Kantosu

Makamı: Hüzzam

İsfahan'da bir kuyu var

İçinde tatlı suyu var

Her güzelin bir huyu var

Ne yaman Acem güzeli!

İsfahandan ben geçerim

Dolu badeyi içerim

Hem içerim hem biçerim

Ne yaman Acem güzeli 

> Kanto Uşşak

Atum var, kayığım var

Üstünde yeğkenim var

Alıp seni kaçarım

Ninenin hatırı var

Nakarat

Ah dini dindi dindani çifte yanar momları ,

Pullu olsun yarimin gelinlik urbaları

Kar yağar patur patur

Bizim köyün tağına

O kızlar kurban olsun

Tozluğumun bağına

Hamsi koydum tavaya, başladı oynamaya

Gitdim baktım hamsi yok, başladım ağlamaya

Gittim kocayemeşe, ne yedum ne de bişe

Alacağum yarimi, saracayum bu gice

Ayağımda yemeni, o da yenidir yeni

Haçan almazsan beni, niçün aldatdın beni

Ben buradan enemem,İriçe'ye gidemem

Küçüciksin sevdiğim, sözüne güvenemem

Filikamız boyalı, gidemem yalı yalı

Sana çok recam vardır, acab aslın nereli

Kesdim ben kakülleri, seni deyi yar yana

Ay o şirin sözlerin, cana deyi yar cana

Niçün sorarsın beni, benim aslım Rize'li

Tab ü tüvan kalmadı, seni sevdim seveli

to

(Şarkı - Kaynana)

Kaynanam kişniş yemez

Açlığını kimseye demez

Eşeğe binip de çüş demez

Nakarat

Hayna hayna kalk kızım

oyna

Kaynanama dime

Bir mastika yolla

Çalması benden

Oynaması senden

Hürüz yavrum hürüz

Akşama durmaz geliriz

Kaşıklığa sıçan gelmiş

Kaşıkları seçen gelmiş

Kaynanamın tualeti için

Yeni usul yağlar gelmiş

Penceresi demir gelin

Ne buyurdun emir gelin

Oğlanı ben doğurdum

Bil sözünü ey gelin

Sağ yolından gelir bendi

Hep çektiğim oğul derdi

Ben gelinimi bilirim

Her dem severim seni derdi

 

 

Karcihar Kanto

Gidelim Girason'a

Hayde de kızlar meyhanesine

Orda bir garip ölmüş

Hayde de varmam cenazesine

Nakarat

İçme de beyim içme içme

Serhoş olursun

Saat beşden sonra

Püşman olursun

Irmak başdan çağlayor

Çağlatmayalım

Hovardalar ağlıyor

Ağlatmayalım

Girason dedikleri

Hayde de şekerdir yedikleri

Hiç aklımdan çıkmayor

Hayde de o yarin dedikleri

Nakarat

İçme de beyim içme içme

Serhoş olursun

Saat beşden sonra

Püşman olursun

Irmak başdan çağlayor

Çağlatmayalım

Hovardalar ağlayor

Ağlatmayalım

 

 

 

 

 

Okuyan: Verjin

Makamı: Şehnaz

Gönül sana söyler iken

Aklım fikrim ermez iken

Güzel çirkin seçmez iken

Yüreğim tıp etmez iken

Kalbimden yakalandım

Sevdayı bir şey imiş sandım

Aşka düştüm inandım

Sırma mı, sırma mı, sırma mı, saçları

Samur mu, samur mu kaşları

Mahmur mu, mahmur mu gözleri

İnci mi, inci mi, inci mi dişleri

Kırmızı elma mı yanağı

Kiraz kiraz mı dudağı

Kanlı kanlı parmağı

Sedef sedef mi tırnağı

Yusyuvarlaktır boyu

Ufacıcıktır burnu

Aktı ağzımın suyu

Gayet güzeldir huyu

Şöylece şöyle yaptım

Kaşı gözle işmar çaktım

Bir güzele ben çattım

Bir buse aldım kaçtım

Aklım başıma geldi aman

Aman amanın terelelli

Sevdim güzeli yalelli

 

 

 

 

 

Okuyan: Şamram

Makamı: Rast

 

Kumpanyanın reisi

Dar yollardan birisi

Keder edip düşünme

Kör deliktir iyisi

Biçareler neylesin

Talihine ağlasın

Bizim potin patladı

Allah imdat eylesin

Pantalonu kelim bak

Paçaları oldu şak

İçini dışına çevir

Gül oyna keyfine bak

Olmayanlar neylesin

Talihine ağlasın

Setre de kalmadı

Allah imdat eylesin

Hep irfane eylesin

Tiyatroya gideriz

Su içecek para yok

Bir güzel zevk ederiz

Parasızlar neylesin

Talihine ağlasın

Demiryolu çıkmadı

Allah imdat eylesin

Ayağında moda fotin

Fistanı mor moda gün

Yürüyüşü pek tuhaf

Taştan taşa hep tın tın

Fukaralar neylesin

Talihine ağlasın

Moda böyle kalırsa

Allah imdat eylesin

Şemsiyesi hep ipek

Kenarı vardı hep renk renk

Etrafı salkım saçak

Olmuş saçaklı köpek

Bırakır ise neylesin

Talihine ağlasın

Bu görenek kalırsa

Allah imdat eylesin

 

Okuyan: Şamram

Makamı: Hüzzam

İsfahan'da olur servi

Yanağında çifte beni

Acem 'kızı ince belli

Dükkanımda çay satarım

İçine anber katarım

Koynuma alır yatarım

Sevdim seni

güzelim aman

Meftun oldum hayli zaman

Namım Acem,

memleketim İran

Kokolu tönbeki keşan

Müptela oldum ben sana

Penbe beyaz keten helva

Sevdim seni aman duhter

Saplandı ciğerime hançer

Nane suyu, nane şeker

Bu da gelir bu da geçer

Van ne şeker, vah ne

şeker

Benim canım seni çeker

Her güzelde vardır keder

Çabuk alın şimdi gider

Keten helva ne beyazdır

Alın dudağı kirazdır

Gerdanı sütten beyazdır

Keten helvayı ben satarım

Her güzele harf atarım

Koynuma alır yatarım

Mahmutpaşa vatanımız

Var tütüncü dükkanımız

Hep rakiptir her yanımız

Ne yamandır Acem güzeli

Neylemeli, neşlemeli

Dükkanımı bellemeli

Ustasına söylemeli

Edasına, cilvesine

Can dayanmaz gülmesine

Hiç rahmi yok bendesine

,şucu Kantosu

Okuyan: Verjin

Makamı: Hüzzam

 

 

 

Biber turşusu yaparım

Sokakları gezer satarım

Lahana, patlıcan katarım

Domates, salatalık

satarım

Lahana, biber turşusu

Hani ya bunun ekşisi

Lezzetlicedir biberim

Mahalleleri gezerim

Gayet ağırcadır fıçım

Yoruldu benim dizlerim

Patlıcan, biber turşusu

Daha çoktur ekşisi

Lahana, kereviz, domates

Bayılıyor bakan herkes

Sokaklarda bağırmaktan

Kalmadı bende ah nefes

Pancar, havuç turşusu

Var mıdır daha ekşisi

Sırtımda fıçı taşırım

Sokakları dolaşırım

Geze geze mahalleyi

Yoruldum sırtımda taşırım

Haydi sarmısak turşusu

Vardır daha ekşisi

Lahana, biber pek ekşi

Arkamdadır koca fıçı

Turşu dolu onun içi

Geliyor fıçı turşusu

Kereviz turşusu

Daha çoktur ekşisi

Yaparım ben güzel biber

Turşu yapmaktır hüner

Fıçı ile, kova ile

TurşucuVerjin gezer

Ala biber turşusu

Pek çok vardır ekşisi

 

Makamı: Rast

 

Hovardalık bize nam

Düz içerim ben her akşam

Merak, keder kalmaz gam

Dumanlıdır ah kafam

Gel atalım anam babam

Sanki çamurdan adam

Çamurlarda yatarak

Meyhanede atarak

Rakı şarap çakarak

Hem de nara basarak

Hayda hayda hayda

Yaman, bıçkın hovarda

Narayı basar sokaklarda

Hovardalık bize şan

Meyhanedir bize mesken

Parlat tosunum hemen

Tosunum aman mana

Hem yiğit hem kahraman

Görünüz hovardayı

Tosunum kabadayı

Hayda hayda hayda

Çapkın bıçkın hovarda

Yatarlar çamurlarda

Meyhanede sızarlar

Düz rakıyı içerler

Sokaklarda yatarlar

Atarım ben narayı

Şen edelim burayı

Yaman içer yaman içer

Görünüz hovardayı

Bakınız kabadayı

Hayda, hayda

Amanın tosun dayı

Çapkın, bıçkın, kabadayı

 

Okuyan: Peruz

 

Elinde kırbacı

Kuweti de pek acı

Bir civana gönül verdim

Bıçkın arabacı

Sür civanım sür yallah

Uğrunda ölürüm billah

Yar terelelli terelelli

Kakülleri sırma telli

Nazlıdır yarim belli

Hem fidan boylu,

hem ince belli

Al fesi düşmüş

samur kaşa

On dokuz yirmi biçtim

yaşa

Gezdirdiği beyle paşa

Ben öleyim sen yaşa

Yar terelelli terelelli

Civanım arabacı güzeli

Çal oynasın çiftetelli

Aman arabacı arabacı

Yoluna düştüm

çiğneme acı

Savur etrafa kırbacı

Topukları yumru yumru

Eli güvercin, ayağı kumru

Gidiyor Kathane'ye doğru

Gidiyor Tersane'ye doğru

Yar terelelli terelelli

Poturun sallanır ağı

Belde Trablus kuşağı

Civanım Rumeli uşağı

Beş yukarı, üç aşağı

Arabacım geçiyor merdane

Bin civan içinde bir dane

Adı Mestan

Gözleri fettan

Bıçkınım arabacı güzeli

Yar terelelli terelelli

Ağzı Burnu Ufacık  Kantosu

Dayanılmayor dostlar            Ağzı burnu (ve gayrihüm)

güzelin cilvesine        Gel birer tane çakalım

Hem şirin hem toparlak        Mezesini bol dudaktan alalım

ayva da göbeklisine

Bayılırım o yarin tatlı da        Sarılalım sarmaşalım yatalım

şeftalisine       Şu dünyanın anasını satalım

Sevapdır hem hayırdır

Nakar':t           Şu güzelin dediğini yapalım

Ağzı bu.rn,u ufacık

Kaşı gözü karacık

Bilsen niler idiyor

Amanın şu kahpecik

Temas ettim azıcık

Fındıkçıymış kahbecik

Şekerlenmiş dudaklar

Mis kokuyor yanaklar

Nakarat

Ağzı burnu ufacık

(ve gayrihüm)

Az sadaka çok belayı

defider

Bir kerecik o pembe

yanakdan ver

Nakarat

Okuyan: Şamram

Makamı: Rast

 

 

Biricik kulunuz kendim

Size takdim ederim

Aşıkdaşlık hünerim

Güzelleri severim

Avrupa'yı dolaştım

Çok kızlara sataştım

Ben bir kurnaz tilkiyim

Dedim sana ah yandım

Boyum, posum yerinde

Zenaatim kemalde

Öylesi var mı? Söyleyin

Bana doğru söyleyin

Benden hiç çekinmeyin

Oynadığım Polka'da

Bir kusur var ise deyin

Yolda bir güzel görsem

Ona gönlümü versem

Ah!Zift sakız olsam

Bırakmam eğer uyarsam

Kovsa beni çıldırmam

Dövse de horozlanmam

Sarılırım öperim

On iki sefer tamam

Kaş, göz burnum yerinde

Benim adem kemalde

Bana zevzek diyorlar

Öyle şey var mı bende

Her gün balolar olsa

Bana davet olmasa

Doğrusu kızar koşarım

Saat, kordon cebimde

Dar pantalonbedende

Bana zevzek diyorlar

Öyle şey var mı bende

Üstü açık paytonum

Gezerim piyasada

Harf atarım kızlara

Bırakmam merakta

Hep mektup yazdım

Şeker çiçek yolladım

Fındıkçılık sağ olsun

Hepsini aldattım kaçtım

Param dersen hiç yoktur

İtibarım pek çoktur

Dalkavukluk ederim

Daim karnım toktur

Bazı kızlar kızarlar

Bana dayak atarlar

Lakin suratım alıştı

Bu surat var iken bende

Hiç utanmam cihanda

Bana zirzop diyorlar

Öyle şey var mı bende

gene Kantosu

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Makamı: Hicaz

 

 

- Sana derler çengi Pembe

Fal bakarsın her yerde

Çeribaşıya çatarsın

Mangizi avuçlarsın

- A be Beyaz çatma bana

Hazırım ben çıngara

A be Beyaz çatma

karışmam sonra

- ızgara, maşa yaparım

Sokakta gezer satarım

Bana derler güzelBeyaz

Sende tepeli kaz

Labada, mantar toplarım

Şunu kafana atarım

A beBeyaz tut çeneni

Sana mariz ben atarım

- Hah hah hah rastıklı

Pembe'sin sen

Kar gibi beyazım ben

- Kara tavuk tepeli

Şu sepeti yamalı

Haydi şuradan zomkinos

Aman sonboloz kiros

Atlas mintan giyerim

Kolumda bileziklerim

Kadifede cepkenim

- Atlas fistan giyerim

Kolumda sepetlerim

Kadifede cepkenim

Atlas mintan giyerim, daha.

vardır nelerim

Ah nare, ah nare, ah nare,

ah nare '

Songur da hongur

Songur da hongur

Zongur, zongur, zongur

Kızları görünce şaştı

Ahlat armuduna bak

Bici bici leblebici

Ay ayı leblebici

Leblebici: Kızlar gidelim bize

Neler yidürem size

Pekmezlü hem cevüzlü

Helve yedürem size

Leblebiyi kavuram

Vış dumanını savuranı

Kızlar: Alışık değil midemiz

Cevizli helva yimeyiz

A yontulmamış ahmak

Biz bir şey istemeyiz

Bici ... bici... bici

Bozburun leblebici

Leblebici: Gızlar goözüm

garariyye

Bakın benzim sarariyye

Koötü kelam etmeyin bağna

Ayranım gabariyye

Leblebiyi gavuram

Kızlar: Gelin kızlar bakalım

Biz şu kazı yolalım

Başında püsküllsüz fesi

Of kokuyor nefesi

Bici. .. bici... bici

Kel horoz leblebici

Leblebici: Geydüğüm adi şalvar

Kemerimde altun var

Yamacıma gelin bakayım

Beşi birlik dakayım

Leblebiyi gavuram

Kızlar: Bici... bici... bici...

bici

Ah anam leblebici

Doğru söyle dolu mu

Ah şu kemerin içi

Bici bici bici

Leblebici: Gelin biz

barışalım

Kızlar: Gelin biz barışalım

Leblebici: Kolkola

tutuşalım

Kızlar: Kolkola tutuşalım

Leblebici: Kaşıkla

oynayarak

Kızlar: Kaşıkla oynayarak

Leblebici: Köyümüze

varalım

Kızlar: Köyümüze varalım

 

 

Balo Kantosu

Okuyan: Peruz

Makamı: Nihavend

Ben bu gece mutlaka

Gideceğim baloya

Şık bir mösyö bulunca

Gireceğim koluna

Tuvaletim pek muvaffak

Bayılıyor elbet şık

Görünce beni şıklar

Pek çok yalvaracaklar

Aç yüzünü göreyim

Ne istersen vereyim

Açınca yüzümü dideler

Hay gidi gidi gidi

Gidi gidi maskara

Tuvaletin yolunda hay gidi

Gidi gidi seni gidi

Gidi çapkın maskara

Yanakların tombulca hay

Gidi gidi gidi mi

Seni zevzek maskara

Dans ederim baloda

Du ru lu lu lu lu ha ha

Hay gidi gidi gidi

Çapkın maskara

Seni çapkın maskara

 

 

 

 

 

 

 

az Kantosu

Okuyan: Luçika

Makamı: Hüseyni

 

 

 

Trabzon'a gittin mi?

Laz bacıyı gördün mü?

Filika dolusu

Hamsi balığı gördün mü?

El uşağı vurur dizi

Eller görmesin bizi

Babamın kesesinden

Sayacağım beş yüzü

El uşağı uşağı

Fistan düğmelerini

Görüyorum sıkıştırmış

Turunç memelerini

Trabzon uşağı

Ah mert olur, mert olur

O kiraz dudağı

lsırsam ne olur

Altın verdim almazsın

Sen altında kalmazsın

O şeker dudağını

lsırırsam kanmazsın

Ah gelini gelini

Tutamadım elini

Gece gündüz yanıyor

Saramadım belini

Güzeli sevmekten

Ah doyulmaz, doyulmaz

Sen seversin o sevmez

Onda lezzet olmaz

Başında kare başlık

Gel olalım kardaşlık

Güzel bacın var ise

Sana vereyim harçlık

Filikamın üstünde

Vardır tente var tente

Bu bir fani dünyadır

Hem sende var hem bende

Güzeller durur iken

Çirkinlere kim bakar

Yeni yar geldi

Eskisine kim bakar

 

 

'Bak aynalı geriz etsin Nayile" düettesonun notası

 

 

 

Sevda Düettosu

 

 

 

 

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Nihavend

İştirak etme bana çektirme elem cefa

Hiç merhamet yok mu cana ruhum hep sana

Aşk sevda çekerim, seni çoktan severim

Bu dehşetli ateşimden, korkarım yanar ciğerim

Sensin benim hayıtım, fedadır sana canım

Benim gibi bir güzeli, güç bulursun böyle geleni

Olmayasın kurban bilmedin kadrimi bir an

Hiç merhamet yok mu zalim, bak halime yaşta gencim

Bir gün çıktım dağlara, yaslanırdım çayıra

Beni yakalayıp bağladılar bir ahıra

Güzel senin aşkından, eriyip bitti bu can

Uğruna yar feda olsun, bin beş yüz patlıcan

Seveceksen sev gel beni, defol ezilmiş domates

Hüzzam Düetto

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Şamram: Aşkına düştüm halim yaman

Sevda ile yandım aman

Gönül muhabbet nedir

Aşkın bildir ey nevcivan

Peruz: Ciğerim pare pare

Yüreğim pare pare

Var mıdır bu derde çare

Biçaresin yanıma nare 

 

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Makamı: Hicaz

Hele bak bak mini mini yavruya

Rakkasmış, rakkasmış kendisi güya

Yavrum öğrense ne ala

Beğenmiyor beni bu asla

Göreyim oyunun senin

Acep beğenir miyim ben

- Ben güzel polka oynarım

Pire gibi hoplarım

Seni gidi küçücük maskara

O kadar usta mısın acaba

Eğer oynar ise benden iyi polka

Var benden çok bravo sana

Gazete Düettosu

Okuyanlar: Rafael - Peruz

Makamı: Rast

- Bugün bir gazete aldım

Bakalım neler yazıyor

Zira bana merak oldu

Ne havadis yazıyor

Şemsiyemi açayım, zira yağmur yağıyor

Beş liralık elbise, zira boşa gidiyor

- Paradan dandini monşer

Sana bu elbise pek çok yaraşır

- Bilir miydin matmazel şemsiyemi

Vurur idim suratına, pek güzel olmasaydın 

 

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Nihavend

Oynayalım zevk edelim

Oynayıp şad edelim

Ah, ah, ah, ah, ah

Merak etme sen civanım

Oynayalım hem gülelim

Haydi benim gel şaşkınım

Benim küçük çapkınım

Bilmiş ol ki ben dargınım

Ben de sana baygınım

Barışalım gel yanıma

Ateş bıraktın canıma

Oynayalım zevk edelim

Haydi şimdi dem edelim

Bestenigar Düetto

Peruz: Meftun oldum sana ey peri

Derig etme sen bu kemteri

Şamram: Yaktın yandırdın ah beni

Feda ettim can ile teni

Peruz: Ebru keman, hokka dihan

Nazik meyan nazlı hüban

Şamram: Tig müjgan sim gerdan

Servi fidan, huri gilman

Peruz: Aşk ateşi sinemde nihan

Çeşmim akar hep kızıl kan

Şamram: Vay aman balam balam

Ben oldum sana meftun 

Okuyanlar: Todori - K. Amelya

Makamı: Hüseyni

Todori-Ne sevimli çoban kızı

Yakdı ah kaşı gözü

Pek latiftir hele sözü

Küçük Amelya-Kalmadı tende dermanım

Ah vah ile geçti zamanım

Yandım ben de sana

Yandım ah çobanım

Çingene Düettosu

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Segah

Kağıthane çayırında

Çolak bana, çatma bana

Haydi şimdi çatma bana

Göbeğini atma bana

Aman çolak gel bu yana

Gönül verdim ben sana

Benim gönlüm olmaz sana

Bak şu maymuna

Oğlan çolak halim yaman

Ayağında paçalı tuman

Zıpla oynasın

Oradan tenezzül etmem ben

Çolak sana atarım kötek

İstemem seni şebek

Çingeneye bakan şimdi

Kart çingene aşka düştü

Ağlama oğlan eşek gibi zırlama

Zıpla oyna sen patla

Eşek gibi sen çatla

r?..

ban Düettosu

C)        Okuyanlar: Küçük Amelya - Todori

Makamı: Rast

Küçük Amelya: Biz çabanız raks ederiz

Raks ederiz

Todori: Koyunları hem güderiz

Hem güderiz

Mee... me...

Koyunları otlatırım otlatırım

Derelerden atlatırım

Me... me... me... me...

Düetto

Okuyanlar: Todori - Amelya

Amelya gel aguşuma

Seni sevmem asla

Kıyma tatlı canıma

Gel yalvara yalvara

Niçin beni sevmiyor

Seni çirkin buluyor

Aslan gibi duruyor

Budala gibi ağlıyor

Şaşırtmış bu ne sevda

Amelya gir koynuma

Bekle tamam bir hafta

Zevzek budala

Amelya çok ettin naz

Ben senden etmem haz

İstisnayız biraz

Git oradan kaz oğlu kaz

Amelya gel aguşuma

ı:ga Düettosu

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Rast

Niye sana vardık, sözlerine kandık

Başımı derde saldık, sokaklarda kaldık

Git istemem artık seni

Ay, ay, ay, ay

Seni kalın kafa

Gelsene insafa

Saman ye kaba kaba

Başlamış yulafa

Yok mu bir metelik

Cepleri düşmüş dilin

Otur cebini dik

Hani ya iğne iplik

Budala Düettosu

Okuyanlar: Amelya - Todori

Makamı: Rast

Karşımdan defol budala

Defol oradan istemem asla

Severim seni ah oldum müptela

Ölürüm ayrılmam asla, can verdim sana

Beni sevmiş budala şaşkın

Hah, hah, hah, hah, hah

Kıvırınca güzelsin

Ah, ah, ah

Acımaz halime, olacağım divane

Raksa devam edip, şad olmayız her zaman

Aşk ateşinden gayri el aman, aman 

uda/a Düettosu

s

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Uşak

Haydi git buradan ahmak budala

İsmine oldum müptela

Ben sana layık değilim git budala

Ölürüm ayrılmam asla

Can verdim sana

Çünkü güzelsin ah ah ah

Beni üzersin ah ah ah

Rahim etmez halime olacağım divane

Yanacağım pervane

Acıdım haline

Raksa devam edip şad olalım her zaman

Aşk ateşinden gayri elaman elaman

Çingene Düettosu

Okuyanlar: Luçika - Verjini

Makamı: Hicaz

- Kaynanam falcı karı, yoktur onun emsali

Dün akşam çergide çalmış

Kocamın paralarını

- Koluna sepet takar, sokaklarda fal bakar

Güzel olurum diye, başına çiçek takar

- Kocam seni beğenmez, asla sözüne güvenmez

Kocama gözünri diktin

Seni gidi utanmaz

Seninki süpürgeci

Meşelikten ne haber

Seni kahpenin piçi

 

Makamı: Rast

Gel gidelim arayalım

Enfiyemizin kutusunu

bulalım

Ne olacak toplayacak

ho ho ho

Acep gördünüz mü siz

Zira bulamadık biz

Verin rica ederiz

Nerede kayıp oldu

Yoksa yolda defoldu

- Şurada yok, burada yok

Orada, burada, şurada yok

- Acep gördünüz mü siz

Zira bulamadık biz

Verin rica ederiz

Ho ho hay, ho ho hay

- İsterim kaybolmuş

enfiyemin kutusu

Oy oy başıma

Enfiyesiz kalır isem

burnum döner patlıcana

- Hoy hoy hoy isterim.

Bulunmuş şu enfiyemin

kutusu

Ay ay ay bu başka saadet

- Ayıplamayın dostlar zira

bu başka alet

Hoy hoy hoy elimde

Cadı ni ni nay nay nay

Cay ni ni ni nay nay nay

nanay

 

 

Hüzzam Düetto

Okuyanlar: Şamram - Peruz

Şamram: Böyle değildim eyvah

ne oldum

Aşkınla yandım sararıp soldum

Peruz: Aşkımdan yanmış

sararmış, solmuş

Ben müptelası, o aşk delisi

Şamram: Gel ey meh rü

Kalbim aşkınla doldu

Lütfeyle keremkar

Kurbanım cilvekar

Peruz: Yazık çare yok

İtme bana serfürü

Aşk nedir bilmem

Gönlümü sana vermem

Şamram: İtme bu nazı,

yandım ben sana

Rahmeyle güzel yazıktır bana

Peruz: Aşkınla yanayım

Bedbaht mı olayım

Şamram: Yanma sen civanım

Sana ben kul olayım

Peruz: Bana ne oldu, bana

ne oldu

Kalbim tık tık vurdu

Sevda nedir anladım

Ben de sana yandım

Şamram: Cana gel bana

gidelim

Şivekarım, bahtiyarız

Bahtiyanz, bahtiyarız (.

 

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Makamı: Uşak

 

 

Avcı Güzeli DüettosU

Okuyanlar: Luçika - Verjin

(Kızın Babası) *

 

 

 

Haydi bakalım

Masa yapalım

• Ucuz satalım

Ucuz satalım

Amşam olunca yan yatalım

- Çalalım, çakalım, çığırtalım

- Çalayım dümbeleği hazır

olun kerize

A be Beyaz, etmem

naz ağam dedi

Masa yap sat, çalınça

Elbet biz de oynarız biraz

- ızgara, maşa, hindibağ

satar

Burnum zurna çalar

Çalsın zurna, dümbelek

Oynayalım biraz gülerek

- Burnu ile zurna çalar

Va, ra, ra, ra, ra, ra, ram

Va, ra, ra, ra, ra, ra, ram

Va, ra, ra, ra, ra, ra, ram

Haydi kız Naile, tur atalım

kerize

Gerdan kırarak, şive

saçarak

Şıngıl, şıngıl, şıngıl, mıngıl

 

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Rast

 

 

At Yanşı Düettosu

Okuyanlar: Şamram - Verjin

Makamı: Nihavend

 

Hop hop haydi arkadaş

Biz çok yorulduk

At yarışında bak biz bulunduk

Bu ne eesur şey imiş

Fıçı gibi şişmiş

Haydi oradan attan korkan

Gel su iç fıçıdan

İşte yarış edelim, birbirimizi

geçelim

İşte budur er meydanı,

durmayıp gidelim

Asla senden korkan yok

Senin gibi gördüm çok

Seninle söyleşsin

Geçen alkışlansın

Gel barışalım hop hop hop

Şimdi başlayalım hop hop hop

Bizde hüner pek çok çok

Alırız şimdi pek çok aferin

Türlü hünerler ile yarışı ederiz

Haydi güzelim alırız biz şimdi

Pek çok aferin

Türlü hünerler ile yarış edeli

 

Okuyanlar: Şamram - Peruz

Bir şantöz var bana benzer

Güya güzel şarkı söyler

Ağzını burnunu eyer beni beğenmez

Ay ya seni gidi maymun seni

Şimdi kırarım kemiklerini

- İşte al sana bir dayak

Haydi oradan bal kabak

Hele miskin şantöze bak

Vay vay seni tembel miskin seni

Haydi haydi haydi öldüreyim seni

- Söyle benden ne istersin

Sende benden dayak yersin

İşten daim çok kaçarsın

Tiyatroda hep çatarsın

İşitmeyeyim bu lafları

Ağla böyle zarı zarı

Defol oradan miskin karı

Karnına yersin sopaları

- Uyuz şantöz

Süprüntü şantöz

Sümüklü şantöz

Zilli şantöz

Bülbül gibi şantöz

Aman canım şantöz

Küp kapağı şantöz

Kalk yıkıl şantöz

Ah ne güzel dayak yersin şantöz

 

 

 

Okuyanlar: Todori - Amelya

Makamı: Nihavend

Koca gayri ben çekemem her gün kavga, maraza

Koca bilmem çıkar bir gün, şu elimden bir kaza

Ah ne gün imiş, ne kara saadet

Git istemem ben seni, koca yerlere bat'

Sen bat karı, sen ağzını topla

Hiddet ben de artıyor

İtaat et sözüme

Kanım salep gibi kaynıyor

Bırakırım seni olursun pişman

Sonra seni kimse almaz

Bırakırım seni olursun halin pek kayak

Sonra seni kimse almaz balkabak

Haydi miskin bumun akar, pis kokulu uğursuz

Kokmayasın bari koca, gel ekeyim biraz tuz

Uğursuz, yüzüme bak a maymun

Kızlar sana yan bakıyor, cümlesi benden memnun

Bende gideyim hem evleneyim

Seni burada kocasız bırakayım

Koca seni kıskanırım, ayrılmam ben senden

Canım karı deli olma

Ayrılır mı can bedenden

Maraza bitti nihayet

Karı koca barıştı ne saadet

Maraza bitti bitti nihayet

 

 

 

Çingene Düettosu

 

 

 

 

Okuyanlar: Luçika - Verjin

Makamı: Rast

 

Güzel fala bakarım

bakla açarım

Mangizi bol verince size

göbek atarım

Sulukule çergisi çingeneler

çingenesi

Çingeneyim ben ne ne

var rastık kaşında

Saç yok başında bak ben

tazeyim

Hem bir taneyim

Haydi şuradan boyalı be-

bek

Saçlarında dolu kepek

- Kocan beni sever,

hiddetinden sen de geber

- A be kocam sana bakmaz

Tırnağını böyle atmaz

- Bayılmışım kel kocana

Miskin başında parala

- Haydi şuradan be

utanmaz

Dayaktan hiç aldırmaz

Senin gibi fala bakmam

Herkese ben göbek atinam

- Hırlama, zırlama bakma

bana

Fal bakarım baklalar

A be şıllık çatma bana

Boncuklarım katar katar

Kocan eşek sevdi satar

Benim kara kocacığım

Ayı gibi bayılırım

Şebek midir, mayman mudur

A be kocam sana bakmaz

Sıska karıdan hoşlanmaz

Ayı gibi iri karı

Yersin benden yumrukları

Yumruğumu fırlatırım

Ayı gibi bayıltırım

Ben de sana tef çalayım

Ayı gibi oynatayım

Ben de sana tef çalayım

Maymun gibi zıplatayım

 

izdivaç Düettosu

Okuyanlar: Peruz - Şamram

Gel matmazel inat etme

İpek gibi delikanlıyım ben

Pek çok kızlar pencereden

beni görünce

Bayılıyorlar beni görünce

katılıyorlar

Bakın bakın şu ahmak

budalaya

Gezme gezme demedim mi

sana ardım sıra

Defol artık zevzek sersem

budala

Boş yere yanma...

Kız aşkından ben harap

oldum

Yana yana bak ben kül oldum

Azıcık görünce sevdim

ben seni

Şu yanmış gönlümü

Fıçıya benzersin sen

Aşk zırzırısın sen

Bak biraz suratına haydi

Orada durma

Burada maymuna

benzersin sen

Zor bulursun bu kelepiri

Fenerlerle arasın beni

Evde kalıp pişman olursun

Bulamazsın benim gibi

güzel kocayı

 

 

 

 

Kavga Düettosu

Okuyanlar: Şamram - Verjin

- Pencereye çık matmazel,

işte geldim yine

Yalvarırım matmazel,

insaf et bu hale

Ne istersin sen

kapımdan, hoşlanmam asla

Sen defol oradan,

maymun maskara

Gece gündüz ağlamatan,

uyku girmez gözüme

Bir kere yüzünü görsem,

deyme artık keyfime

- Bakın şunun biçimine,

benzemez mi dubaya?

Bu suratla aşık olmuş,

defol maymun maskara

- Hakaret etme güzelim,

yanıyorum seraba

Diz çökerek ağlayarak,

işte geldim yanına

- Sokulma gelme yanıma

Haydi zevzek budala

Elinde var gitarası,

kızların maskarası

- Niçin beni istemezsin sen

Çirkin miyim bu kadar?

Boyum bosum yusyuvarlak

Herkes böyle koca arıyor

- Katıldım a budala

Turp sıkayım aklına 

r:J

^ Düetto

Cj

Ben bir köylü kızıyım, böyle gezerim

Ah şu öksüz kalbimde, neler sezerim

Anam da yok, babam da yok, kimsem yok

Hep derdimi şuracığımda gizlerim

Tan yeri ağarırken hemen kalkarım

Giyinir, kuşanır, damımdan çıkarım

Şu geniş ormanlar, şu güzel çiçekler

Güneşten ewel hepsi de beni bekler

Kaval çalar sürülerle koyun meler

Benim yarim oturur hep beni gözler

İşte bakın şimdi şu ormana ’

Salınarak yarim gelir buraya

Önünde oynaşıp durur davarlar

Hele bakın ne acıklı kaval çalar

Ah gel gel sevgili yarim çabuk gel

Ben bir işçiyim, sen zavallı bir çoban

İkimizin hali aman pek yaman

Seni canı gönülden sevdim artık inan

Köylülerin hepsi olmuş düşman

Acaba sen de beni seviyor musun?

Yoksa yüzüme gülüp geçiyor musun?

Dur şimdi dur, ben seni çabuk anlarım

Kendimi şuracıkta güzel saklarım

F*

Ben bir talihsiz çobanım, hep ağlanm

C) Ah yüreğimi ince ince dağlarım

Bilmez halimi kimse ona yanarım

Yanarım, yandıkça yarimi anlarım

Fakat niçini niçin vaadini unuttu

Demek ki yarim beni şöyle avuttu

Merhamet etmez ise bana o vefa

Onsuz bu yerlerde bulamam sefa

Söyle dilber sen bana

Niçin gösterirsin aşkıma cefa

Candan seviyorum seni inan bana

Merhamet eyle sabrım kalmadı zira

Sus artık olsun artık yeter

Sözlerin hep yüreğime tesir eder

Anladım, anladım seni şimdi artık

Kalbinde var bana muhabbetten eser

Ah zaten pek iyi bilirsin ki sen

Severim aşığın olmuş olmuş ezeli

Yeter yeter artık hicranlı söyleme

Kalbim senindir, fakat sen de benim ol

 

Çoban Düettosu

Okuyanlar: Peruz - Şamram - Şevki

Makamı: Hüseyni

Kuzuları otlatırım

Ben şu karşıki çayırda

Ben de seni ah görünce

Meyil verdim gel güzelim konuşalım           '

Ateş bıraktın benim canıma

Yanyana ağlayarak, işte geldim yanına

Ben de senin ateşine yanayım

Hem anamdan, hem babamdan kaçıp sana geleyim

Alıp seni kaçayım ben

Aman, aman, aman

Ala gözlü, sarı saçlı, gayet güzel çobanım

Kar gözlü çoban seni severim

Bir canım var, ister isen onu dahi veririm

Hay, hay, hay, hay

Hele bakın kızım ile şu çobana

Kuzuları bırakmışlar, yüz üstüne orada

Ağlama zırlama sor kızına

Yandım babacığım ben şu çobana

Yanacağım

Babacığım

Baygınım

Öyle mi olmuş, böyle mi olmuş

Ben ne yapayım ikinizi

Haydi böyle doğru köye gidelim

Düğün kurup, pilav zerde yiyelim

 

Kanto Yazarları ve Mekanları

Abdürrezzak Efendi: Tuluat oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1845 yılında İstanbul'da doğ­du. İlk olarak Küçük İsmail'in idaresinde çalıştı. 1885 yılında kendi adına bir tiyatro kur­du. 'Gülünçhane' adını verdiği bu tiyatroda ilk olarak 'Balıkçı Abdi' oyununu oynadı. Söz­lerinde ve nüktelerinde aşırı gitmemiş olması ile kendisine 'Abdülreuak-ı udhuke-ahlak' lakabı takılmıştır. Bu şöhreti onun il. Abdülhamid döneminde saray tiyatrosuna alınma­sını sağlamıştır. Abdülreuak il. Meşrutiyet'e kadar sarayda kaldı. Meşrutiyetin ilk gürül­tülü oyunlarından 'Vatan-yahut-Silistre'de canlandırdığı Abdullah Çavuş rolu ile başarı ka­zandı. 11.9.1914'de öldü.

Ahmet Rasim: 1864 yılında doğdu. İlk yazılarını Ahmet Mithat Efendi'nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya bayladı. 1927-1932 döneminde İstanbul milletvekilliği yaptı. 140'a varan eser yazan Ahmet Rasim 21 Eylül 1932'de öldü. Eserlerinden bazı­ları Fuhş-i Atik, Hamamcı Ülfet, Gecelerim ile Birlikte, Muharrir Bu Ya, Eşkal-i Zaman'dır.

Altınyurt Kulübü: istanbul'un özellikle voleybolda ün salan kulübü. Mehmet Fuat yöneti­minde milli takımlara ve kulüplerimize onlarca yıldız kazandırdı.

Amerikan Tlyatrosu: Galata'da Tophane Caddesi 216 numaralı binada faaliyet gösteren bir nevi içkili gazino idi. Kantocuları ile ün yapan tiyatronun müşterileri daha çok gemici­lerden oluşurdu. Tiyatro aynı zamanda Alkazar ve Alkazar Amerikan adları ile de anılırdı.

Apollon Tlyatrosu: Kadıköy'de faaliyet gösteren bir tiyatro idi. Afife Jale'nin bu tiyatro­da sahneye çıkmasıyla birlikte sık sık polis baskınına uğramasıyla bilinir. Ahmet Nuri Bey'in 'Ceza Kanunu,' 'Dört Cihar,' 'Belkis' gibi oyunları Apollon Tiyatrosu'nda oynan­mıştır. Daha sonra Hale ve Reks sinemaları adları altında faaliyet gösterdi.

Aranlk: Oyuncu. Küçük İsmail'in Temaşahane-i Osmani Tiyatrosu'nda 'Asılmış Adam' piyesinde oynamıştır.

 Burhan: 1910 yılında Mudanya'da doğdu. Sanat hayatına 1936'da Servete Fünun dergisinde başladı. Birçok gazetede çalışan Arpad'ın 15 kadar çeviri kitabı vardır. Başta Direklerarası olmak üzere sahnelerimizin geçmişine ışık tutan önemli eserler verdi.

Astlk: Eski müzikli tiyatro oyuncularındandır. 1885 yılında doğdu. Kardeşi Siranuş ile şarkılı oyunlarda oynadı. 'Jirofe Jirofe'de Venüs rolünü oynadı. Benliyan trupu ile yaptığı bir Selanik turnesinden dönüşte İstanbul'da öldü. (1884)

Ferah Tiyatrosu: Şehzadebaşı'nın ünlü tiyatrolarından biridir. Bir süre sonra yanmış ve yeniden yapıldıktan sonra Yeni Ferah adı ile faaliyete başlamıştır.

Fersan Refik: 1893 yılında doğdu. Hafız Mehmed Şemsettin Bey'in oğludur. Tamburi Cemil Bey'den 12 yaşından itibaren tambur dersleri almaya başladı. Şarkı, peşrev ve saz semailerinden oluşan birçok eseri mevcuttur. Eserlerinden bazıları Dün Yine Günü­müz Geçti Beraber, Herkes Gitti Yalnız Kaldım Meyhanede, Rüzgar Uyumuş Ay Dalıyor, Her Taraf lssız'dır.

Darulbedayi: 1914 yılında dönemin Belediye Başkanı Dr. Cemil Topuzlu'nun girişimi ile kurulan ilk tiyatro okuludur. Daha sonra Odeon Tiyatrosu Müdürü Andre Antoine'nin çağırılması ile Şehzadebaşı'nda (Letafet Apt.) bir yer kiralandı ve çalışmalara başlandı. Kuruluşun adı 'Darülbeday-i Osmani' olarak kayıtlara geçti. 1915 yılında bir tüzük hazır­landı. İlk maddesi tiyatro öğreniminin kurulan bir sahnede edebi eserlerin oynanması ile sanatçı yetiştirilmesini içeriyordu. Böylece tiyatro oyunları yazanların da çoğalması sağlanacaktı. Darülbedayi'den birçok tiyatro sanatçısı yetişti. 1931 yılında 'İstanbul Vilayeti Umumi Meclisi' tarafından hazırlanan tüzükle İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatro- su'nun kurulmasına karar veriliyordu. Darülbedayi'nin faaliyeti 1934 yılına kadar devam etti. Bu tarihte 'İstanbul Şehir Tiyatrosu' adını aldı.

Darüte mslll Osmanl: Osmanlı tiyatro evi.

oambaııa İsmall: Direktör, tuluat ve perde oyuncusu. 1897 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülhamid'in silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi idi. İlk ılarak Kristal Gazinosu'nda çalışmalara başladı. Daha sonra Şehzadebaşı'nda Hasan Efendi ile devam etti. 1917 yılında başladığı tuluat sahnesinde ün kazandı.1944 yılında Feriha Hanım ile evlendi. 50 yılı aşkın sahnelerden ayrılmayan İsmail Dümbüllü 5 Kasım 1973'de öldü.

Gana Agop: Direktör, rejisör ve tiyatro müdürü. 1840 yılında İstanbul'da doğdu. Şark Tiyatrosu ve Gedikpaşa Tiyatrosu'nda çalıştı. Daha sonra Türkçe oyunlar veren bir kum­panya kurdu. Üsküdar, Tophane gibi semtlerde tiyatrolar kurdu. Müslüman olarak Yakup Efendi adını alan Güllü Agop 1902 yılında öldü.

Handehane-1 Osmanl Kumpanyası: Abdürreuak tarafından kurulan bir kuruluş.

Hayalhane-i Osmanl: Şehzadebaşı'nda Ferah Tiyatro karşısına rastlayan bir binada idi. Tam karşısında Kavuklu Hamdi'nin ortaoyunu kumpanyası vardı. Kel Hasan sanat haya­tının sonuna kadar bu binada oynamıştır.

Koçu, Reşat Ekrem: 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Bursa Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini kazandı. Mezun olduktan sonra (1930) uzun

yıllar İstanbul liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. 1944 yılından itibaren yayınına başla­dığı İstanbul Ansiklopedisfni tamamlayamadan öldü. Günümüze kaynak olarak birçok eser bırakan yazarın başlıca kitapları Eski İstanbul meyhaneleri, Darülaceze Tarihi, Os­manlı Padişahları, Erkek Kızlar, Haşmetli Yosmalar, Patrona Ha/ifdir.

Kavuklu Hamdi: Orta oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1841 yılında İstanbul'da doğdu. Dönemin ünlü orta oyuncusu Hacı Bekçi'nin topluluğuna çırak olarak girmiş ve sanat ha­yatına atılmıştır. 1873 yılında Kavuklu'ya çıkmak için ustasından pazat aldı. Sultan Aziz zamanında saraya alındı ve 1875 yılına kadar sanat hayatına burada devam etti. Küçük- pazar, Yeşiltulumba Gazinoları, Hayalhane-i Osmani gibi sahnelere çıkan Kavuklu Hamdi 1895 yılından sonra şöhretini yitirmeye başladı. 28.11.1911'de öldü.

Kel Hasan: Tuluat oyuncusu. 1874 yılında İstanbul'da doğdu. İlk olarak Kuşdili'nde Kü­çük İsmail"in tiyatrosunda ikinci komik olarak sahneye çıktı. Daha sonra kendi adına bir tiyatro kurdu. Kendi yarattığı Aptal Uşak rolü ile ün kazandı. 1908 Meşrutiyeti ile bir boca­lama devresine giren Kel Hasan geçmişteki parlak devresini bulamadı. 1929 yılında öldü.

Kuşdili Tiyatrosu: Kadiköy'de şimdiki Tramvay Müzesi.

Küçük İsmail: Orta oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1854 yılında ilk olarak orta oyunu ile sanat hayatına atıldı. Kavuklu Kör Mehmet'in oğlu rolü ile ün kazandı. 'Küçük' lakabı ile tanınan oyuncu, tuluat kumpanyası kurarak genç aşık rollerinde oynadı. 1883 yılında Te- maşahane-i Osmani trupunu kurdu. Trabzon, Halep ve Adana'da uzun süreli turneler ya­pan Küçük İsmail 1928 yılında öldü.

Küçük M. Kemal: Oyuncu ve yazar. 1901 yılında Girit Adası'nda doğdu. 1920 yılında stajyer olarak Oarülbedayi'ye girdi. Şehir Opereti ve Türk Tiyatrosunda çalıştı. Tiyatro isimli bir kitapta tiyatro kurslarında verdiği dersleri topladı (1930). Birçok piyes ve oyu­na imzasını atan M. Kemal Küçük 23.4.1936'da öldü.

Mahmure Şenses: Mahmure Şenses'in Sahibinin Sesi'nden çıkan taş plakları 1934 listesinde 8 tane olarak görülür. 16 parçanın tamamında ağırlık espri üzerinedir. 'Yeni Moda Kanto,' 'Yanıyorum A Dostlar,' 'Züğürt Aşık,' 'Sıtkı Baba'nın Şansı,' 'Hop Hop Ge­len Var,' 'Erkek Bakınca Az Baygın,' 'İçtik Coştuk' taş plaklarından bazılarıdır.

Mahmure Handan: 1915 yılında İstanbul'da doğdu. 'Kıymetli muganniyelerimizden bi­ri' olarak vasıflandırılır. Sahibinin Sesi ve Odeon firmalarına plaklar yaptı. 'Kollarımın Ara­sında,' 'Dün Gece Koynumda,' 'Filika,' 'İsmin Nedir,' 'Zaif,' 'Şişman Aranır mı,' 'Mini Mini Bir Kızdın,' 'Kah Alırsın Kucağa,' 'Fikrimce' taş plaklarından bazılarıdır.

Manakyan: Oyuncu, yazar, rejisör ve direktör. İstanbul'da doğdu. 1857'de amatör ola­rak sahneye çıktı. Manakyan 1888 yılında Osmanlı Dram Kumpanyası'nı kurdu ve otuz yıl bu tiyatroyu yönetti.

Millet Tiyatrosu: Şehzadebaşı'nda faaliyet gösterirdi.

Milli Sahne: Şadi Fikret'in 1923 yılında Darülbedayi'nin İzmir yolculuğundan sonra An­kara'da kurduğu trupun adı.

Musahipzade Celal: Tiyatro yazarı. 31.8.1868'de İstanbul'da doğdu. 111. Selim'in mu­sahiplerinden bestekar İzzet Şakir Ağa'nın torunudur. İlk eserini 1912 yılında yazdı. 1927 yılından sonra genellikle Osmanlı sosyal hayatını anlatan komediler yazmaya baş­ladı. 1912-1932 yılları arasında yazdığı 18 komedisi toplu olarak 1936 yılında basıldı. 20.7.1959'da öldü.

Nezihe Hanım: 1897 yılında İstanbul'da doğdu. İlk derslerini Kemani Salih Bey'den al­dı. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde konserler verdi. Kalaycı Kantocu en önemli parçala­rından biridir. 'Seni Gidi Çapkın Seni,' 'Gurbet Ellerde,' 'Serpilmiş Uyurken,' 'Pek Küçük­tün' diğer parçalarıdır.

Neriman Hanım: Beşiktaş'lı Kemal Şenman ile düet yapan, Colombia firmasına 25 taş plakla en çok okuyan sanatçılardan biridir. Rlm müziklerinde, özellikle Leyla ile Mecnun filminde 'Oh Oh Ne Güzel Şey,' 'Hey Pınar Derin Pınar' parçalarını okumuştur. Beşiktaş'lı Kemal ve Hafız Burhan ile de plak yaptı. 'Balıkçılar,' 'Kapıyı Tak Tak,' 'Kara Kız,' 'Ada­nalı Kız,' 'Fındık,' 'Bana Yakın Gel,' 'Taka,' 'Sosyete Avcısı,' 'Patlatalım Biraları,' 'Sar­maşık,' 'Güzelim Gel Yanıma' diğer plaklarıdır.

Ortaç, Yusuf Ziya: 1896 yılında İstanbul'da doğdu. İzmit Sultanisi'nde başladığı ede­biyat öğretmenliğinden sonra, Orhan Seyfi Orhon ile birlikte dergi çıkarmaya başladı. Ser- vet-i Fünun, İnci, Büyük Mecmua, Türk Yurdu gibi dergi ve gazetelerde çalıştı. Eserlerin­den bazıları Binnaz, Nikahta Keramet, Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğ­madan ve Göz Ucuyla Avrupa'dır.

Othello Kamll: Oyuncu. 1889 yılında İstanbul'da doğdu. İlk olarak 1908 yılında sah­neye çıktı. 1914'de Darülbedayi'nin imtihanına girdi ve kazandı. Ancak okulun başlaya- maması yüzünden Gavril'in Komedi-Dram Kumpanyasına katılarak Anadolu turnelerinde çalıştı. Othello piyesindeki rolünden dolayı 'Othello Kamil' lakabı ile anılıp, ün kazandı. 1932'de öldü.

Ruhat Hanım: Sahibinin Sesi'nden çıkan taş plakları arasında 12 önemli parçası var­dır. İpek Saçlı düettosu ön plandadır. •Şu Kızın Gözleri,' 'Çobanın Aşkı,' 'Ana Baba Nasi- hatı,' 'Karıkoca Anlaşması' taş plaklarından bazılarıdır.

Sahne-i Alem: Yalnız gündüzleri oynayan ve en çok kantoya önem veren bir tiyatro top­luluğu.

Sanayi Nefise: Güzel Sanatlar.

Seyhan Hanım: 1913 yılında İstanbul'da doğdu. Musikiye olan merakı dolayısıyla orta tahsilini bitirdikten sonra İstanbul Konservatuvarı'na giderek Mösyö Talariko'dan ders almaya başladı. Türk Ocağı konserlerine iştirak etti ve büyük başarı gösterdi. Tango, fokstrot, rumba türünde eserler okudu. 'Daha On Beşindesin,' 'Çapkın,' 'Yıldızların Altın­da,' 'Şen Kuzu Gibi,' 'Kadın Nedir Senin Adın' ve 'Alev' taş plaklarından bazılarıdır.

Suheyla Bedriye Hanım: 1910 yılında İzmir'de doğdu. Müzik dünyasına küçük yaşta başladı. Sahibinin Sesi firmasından çıkan kanto ve düettoları mevcuttur. 'Karşıyakalı,' 'Sarıyar, ' 'İkimiz de Bir Olsak Kanto,' 'Sazına Tel Bağladım,' 'Beyoğlu Güzeli' taş plakla­rı arasındadır.

Şnoı1< Efendi: 20. yüzyılın başında piyasanın önemli udilerinden idi.

Tepsi Burhanettln: Oyuncu ve tiyatro müdürü. 1882 yılında Tarsus'ta doğdu. Babıa­li'de önemli bir memurluğu bırakarak Avrupa'ya gitti. 1908 Meşrutiyeti'nden sonra yur­da dönen Burhanettin Tepsi, tiyatro için düşündüklerini bir bir uyguladı. Muhsin Ertuğrul, Şadi i. Galip ve Afife Jale ile çalıştı. 1947 yılında öldü.

Tüı1< Opereti: Celal Sururi, Lütfullah Sururi gibi bazı operet oyuncularının kurdukları bir trup.

Uşaklıgll, Halit Ziya: 1866 yılında doğdu. Reji İdaresi'nde muhasiplikten sonra Servet­i Fünun topluluğuna girdi. 1909-1912 arası Sultan Reşad'ın mabeyn başkatipliğini yap­tı. Son Posta Gazetesinde hatıralarını yazdıktan sonra köşesine çekildi. 25 kitapta top­lanmış 150'den fazla hikaye, tiyatro, şiir, hatıra, makale türünde 60'ı aşkın eseri bulu­nan Uşaklıgil 27 Mart 1945'de öldü.

Varyete Tiyatrosu: Beyoğlu Halep Çarşısı'nda kurulan bir tiyatrodur.

Yalçın, Hüseyin Cahlt: 1874 yılında Balıkesir'de doğdu. Meşrutiyet'in ilanından sonra memurluktan ayrıldı ve Tanin gazetesini çıkardı. Mütareke döneminde İngilizler tara­fından Malta'ya sürülen Yalçın, ikinci sürgününü siyasi nedenlerden dolayı Çorum'da ya­şamıştır. 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun'un roman ve hikayecilerinden biri olarak ün yapan yazarın 60'a yakın eseri mevcuttur. Bunun yanında çeviriler de yapan Yalçın, 1957 yılında İstanbul'da öldü.

Zobu, Vasfi Rıza: Oyuncu ve yazar. 1902 yılında istanbul'da doğdu. Birçok tiyatro ese­ri ve çevirileri mevcuttur. 1921'de İki Çiçek ve Bir Böcek'le başlayan ve 1965'de Modern Aile'ye kadar uzanan çok sayıda eseri tiyatromuza kazandıran Vasfi Rıza Zobu ayrıca Da- rülbedayi 'de de görev yapmıştır.

Sözlük

A Afet-1 Devran: Dünya güzeli.

Afitab: Güzel, parlak yüzlü.

Aguş: İki kolun açılmış çevresi, kucak.

Ağur ağçlk: Ermenice güzel kız.

Avam: Aşağı sınıftan sayılan halk.

Azamet: Büyüklük.

B Baro: Çingenece büyük seçkin adam.

Baloz: Özellikle Galata çevresindeki kimi müzikli meyhane, eğlence yeri.

Bedii: Güzellik ölçülerine uyan, beğenilen.

Bend olmak: Bağlanmak.

BIU!ıhare: Sonra.

Bombar: Geviş getiren hayvanların kalın bağırsağının sonundaki küçük yağlı bağır­saktan yapılan dolma.

Bosko: Tabiatla öne çıkan açıklık, dağlık, kır görünüşlü dekor.

c Cazgır: Pehlivanları yüksek sesle izleyicilere tanıtan kimse.

Civan: Genç.

Çapari: Çok iğneli olta.

Çeribaşı: Eskiden Askerbaşı anlamında iken şimdi çingenelerin ileri gelenlerine ve­rilen ad.

Çerçi: Köy gibi küçük yerlerde dolaşarak ufak tefek eşya satan gezginci esnaf.

Çerge: Derme çatma çadır, çingene çadırı.

Çergl: Çingene çadırı.

Çetele: Eskiden ekmekçi, sütçü gibi esnafın uzunlamasına ikiye bölüp üzerine ker-

tikler atarak hesap tuttukları ağaç dalı.

Çorbacı: Tiyatro patronu.

D Dlrtıem: Gümüş para, okkanın 400'de biri.

Dem: Gözyaşı.

Duba: Saçtan ya da ağaçtan dikdörtgen prizma ya da buna benzer şekillerde yüzer ağaç.

Dubara: Tavla oyununda her iki zarın ikili düşmesi, oyun, düzen.

Düet: İki çalgı ya da ses için düzenlenmiş müzik parçası.

Düetto: Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı.

Dükkan: Tuluatçıların diliyle tiyatro.

Düzden dağa çıkanlmak: Dağa kaçırılmak, düze inmek eşkiyalıkla ilgilidir. Düze inen silah bırakır.

Desise: Gizli hile, oyun.

E    Edevat: Aletler.

Elado etmek: Çekip almak.

Elvan: Renkler.

Endaz: Atan, atıcı anlamıyla kelimeleri sıfatlaştırır.

Enfiye: Çürütülmüş tütünden yapılan ve keyif için buruna çekilen toz.

Envai: Çeşitler.

Erkan: İleri gelenler.

F    Faci dram: Acı dolu oyun.

Fevkinde: Üstünde, yapılan.

Feyz: Bolluk, ihsan, ilerleme.

Figan: Bağırma, çağırma, inleme.

Filika: Harp ve ticaret gemilerinde bulundurulan sandal.

Furi: Seyircinin yüksek alkışı.

G Gacı: Kadın.

Gaip etmek: Görünmemek.

H Harl>i Umumi: Birinci Dünya Savaşı.

Hengame: Kavga, gürültü.

Hiciv: Yergi, bir kimseyi, bir düşünceyi, bir alışkıyı sanatlıca verme.

Hoşor: Eti budu yerinde, topluca ve güzel kadın.

j     İftlrak: Ayrılma, perişan olma.

İstiğfar: Tanrı'dan günahı bağışlanmasını dileme.

İzhar: Belirtme, gösterme, açığa vurma.

K Kalafat: Geminin kaplama tahtaları arasını üstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçir­mez duruma koyma, bir görevliyi yetkilerini kullanamayacak başka bir yere vermek.

Kalantor: Ensesi kalın, hali vakti yerinde.

Kamera: Oda dekoru.

Kameri: Ay ile ilgili.

Kanto: Sahnede hareket ederek şarkı söylemeye yönelik sanat dalı için yazılmış özel şarkı.

Kawklu: Orta oyunu kişilerinden.

Ket Ucla: Kahya.

Kıtıblyoz: Değersiz, bayağı, sünepe.

Kişniş: Bir tür meyve. Üzeri şeker ile kaplanmış şekline kişniş şekeri denir. Ayrıca

Anadolu'da kara kimyon diye de adlandırılır.

Komlk-1 Şehir: Tuluat tiyatrosundaki baş komik.

Koyuntu: Kulis.

Kuartet: Dört kişilik müzik topluluğu ve bu topluluğun çaldığı ya da söylediği parça.

Kumpanya: Tiyatro topluluğu.                         '

Kübera: Ulular, büyükler.

Külhanı: Külhanbeyi. Hafif küfür gibi kullanılan bir okşama sözü: 'Külhani neler de biliyor.'

L Lüp: Argoda hiç emek vermeden ele geçirilen şey.

Lüpçü: Lüpe konmasını seven.

Latif: Yumuşak, hoş.

M Madik atmak: Hile yapmak, dolap çevirmek.

Maharet: Ustalık.

Mali olmak: Düşkün olmak.

Mangiz: Argoda para.

Manzara-ı umumiye: Genel manzara.

Maruf: Bilinen, tanınmış.

Ma'şuka: Sevilen kadın.

Mavnacı: İç deniz taşıtı tayfası.

Mecidiye: Abdülmecid zamanında çıkarılmış altın lira.

Meftun: Büyülenmiş gibi kendine sahip olamayacak derecede tutkun.

Merdane: Erkeğe yakışır surette.

Meş'al: Işık kabı.

Meşreb: Yaratılışta olan nitelik.

Meşum: Uğursuz.

Mey: Şarap.

Meyyal olmak: Düşkün olmak, fazla eğilmek.

Muaşaka: Karşılıklı sevişmek.

Muganniye: Şarkı söyleyen.

Muhatap: Kendisiyle söz söylenilen, kendisiyle konuşulan kişi.

Muhavere: Konuşma.

Mukadr : Önceden karar verilmiş.

Müdavim: Devam eden.

Mükahhal: Sürmeli, sürme çekilmiş

Mürekkeb: İki veya daha ziyade şeyin karışmasından meydana gelen.

MQmeyylz: İyiyi, kötüyü, doğruyu ayırdeden. Bir dairede katiplerin yazdıklarını düzel­ten katip.

Munhasır: Her tarafı kuşatılmış. Yalnız bir şey veya bir kimseye mahsus olan.

Munekkld: Tenkitçi.

Muste'cir: Bir şeyi kira ile tutan, işleten.

N Nagehan: Ansızın, birdenbire.

Nazaran: Göre.

Nazır: Bakan

Nebze: Az şey.

Niyaz: Yalvarma.

Nuş: Farsça'da tatlı dilli.

o Operet: Eğlenceli ve içinde sessiz konuşmalar olan sahne yapıtı.

Orta oyunu: Tuluata dayanan bir Türk halk oyunu.

Otantik: Esas, doğru.

p    Pandomlm: Yalnız hareketlerle oynanan sözsüz sahne oyunu.

Pano: Üzerinde bildiri, tanıtma ya da açıklama kağıtları tutturmak için hazırlanmış levha.

Parsa: Seyircilerden toplanan para.

Peşlman: Pişman, nedamet getirmiş.

Peyk: Uydu.

Potin: Koncu ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağcıklı ya da yan tarafı lastik­li ayakkabı.

R Rabıta: İki şeyi birbirine bağlayan nesne, ilgi, münasebet.

Raksetmek: Oynamak, dansetmek.

Ram etmek: Teslim almak.

Rengarenk: Türlü renkler.

S Sarfiyat: Harcama.

Seciye: Huy, yaradılış, karakter.

Sefak: Arapça zarif ve güzel konuşan.

Serklsof: Osmanlı döneminin tanınmış ve 'Şimendifer' olarak ünlenmiş Rus kös- tekli saati.

Sukat-u hayal: Hayal kırıklığı.

Ş Şad etmek: Sevindirmek.

T    Tavas ut: Araya girme, aracılık.

Tefrik: Ayırma, ayrı tutma, seçme.

Telakki: Anlayış, görüş.

Tevatur: Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması.

Tiran: Tuluatçı ağzı ile hain kötü adam.

Tirat: Bir tiyatro oyununda oyuncuların uzun soluklu konuşmaları.

Trombon: Bir çeşit nefesli çalgı.

Toka etmek: Vermek.

Tuluat: Akla gelen doğal şeyler.

V Varit olmak: Gelmek, erişmek.

Varyete: Şarkı, dans, temsil gibi aralarında ilişki bulunmayan farklı oyunlardan olu­şan gösteri.

Vodvil: Hareketli ve eğlenceli bir konuya dayanan içinde şarkılara yer verilen hafif güldürü.

Vuslat: Sevenin sevdiğine kavuşması.

Z Zenaat: Meslek.

Zevat: Kişiler, zatlar.

Zevc^ Meşrua: Meşru eş.

Zikir: Anma, söyleme.

Ziya: Işık.

Zuhur: Görünme, belli olma.

Kaynakça

Darülbedayi'nin Elli Yılı, Doç. Dr. Özdemir Nutku, Ankara Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fa­kültesi Yayınları, 1969.

Karagöz, Nafi Atuf Kansu, CHP Yayınları, 1941, Ankara.

Yıldız Sarayı 'ndan Mütarekeye Kadar Hatıralar, Celal Esat Arseven, Dünya Gazetesi, 1960.

Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, Salah Birsel, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1982.

Kıldan İnce Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Milliyet Yayınları, 1978.

O Günden Bu Güne, Vasfi Rıza Zobu, Milliyet Yayınları, 1977.

Eski İstanbul Ramazanları, Halit Fahri Ozansoy, İnkilap ve Aka Kitapevleri, 1968.

Sahibinin Sesi Türkçe Plakların Esamisi, No 4, Yıl 1930.

Tarihten Güncelliğe, Murat Belge, İletişim Yayınları, 1997.

Dümbüllü İsmail Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi Yayınları.

Pembe Maşlahlı Hanım, Sermet Muhtar, Akşam Kütüphanesi, 1933.

Colombia Türkçe Plakları Umumi Kataloğu, Numune Matbaası, 1941.

Colombia Plak Genel Kataloğu, Zeki Basımevi, 1946.

Seksen Yıllık Hatıralarım, Cemil Topuzlu, 1951.

İstanbul Nasıl Eğleniyordu, Refik Ahmet Sevengil, İletişim yayınları, 2. Baskı, 1985.

Sahibinin Sesi Türkçe Plakların Adları, İstanbul Kağıtçılık ve Matbaacılık A.Ş.

Bir Avuç Saçma, Refik Halid, Semih Lütfü Kitabevi, 1939.

Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Prof. Dr. Şerif Aktaş, Kültür Bakanlığı, 1988.

Şehir Mektupları 1,2, Ahmet Rasim, Arba Yayınları, 1977.

Beni Toprağıma Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar.

Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları, Hafi Kadri Alpman, Tercüman 1001 Temel Eser, İstan­bul, 1977.

İstanbul'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1977.

1855'de Türkiye, J.H.A Ubicini, 1001 Temel Eser, 1977.

Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, M.Nihat Özün, Baha Dürder, Remzi Kitapevi, 1967.

Kantolar, Kalan Arşiv Serisi, FRS Matbaacılık.

Geleneksel Türk Tiyatrosu, Metin And, Bilgi Yayınevi, 1969.

Kırk Gün Kırk Gece, Metin And, İstanbul, 1959.

Türk Temaşası, Meddah, Karagöz, Orta Oyunu, Selim Nüzhet Gerçek, Maarif Matbaası, İstanbul, 1942.

Fuhş-i Atik, Ahmet Rasim, İstanbul Matbaası, 1958.

Ataç Tiyatro'da, Metin And, Kent Yayınları, 1963.

Yakm Çağlarda Türk Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Kanaat Kütüphanesi. 1934.

Tanzimat Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Devlet Konservatuvarı Yayınları, 1961.

Tiyatro Sanatı, Selami izzet Sedes, Akşam Matbaası, 1956.

Sanat Antolojisi, İsmail Tunalı, İst. Üni. Ed. Fak. Yayınları, 1^65.

Tiyatroya Dair, Selami İzzet Sedes, Kenan Basımevi, 1938.

Tiyatro, M. Kemal Küçük, Türkiye Yayınevi, 1944.

20. Yüzyıl Türk Tiyatro Tarihi, Dr. Niyazi Akı, Ank. Üni. Basımevi, 1963.

Eski İstanbul Meyhaneleri ve Alemleri, Ergun Hiçyılmaz, Pera Orient Yayınları, 1992.

Chez /es Turcs, Metin And, (Forum Editeurs a Ankara), 1965.

İstanbul Hayatı, Ahmet Refik, Enderun Kitapevi, 1988.

Çengiler, Köçekler, Dönmeler, Lezolar, Ergun Hiçyılmaz, Cep Yayınları, 1989.

Direklerarası, Burhan Arpad, May Yayınları, 2. Baskı, 1974.

Eski İstanbul'da Muhabbet, Ergun Hiçyılmaz, Cep Yayınları, 1989.

Kanto Mecmuası, Udi Şamlı Selim, Kaspar Matbaası, 1323 (Hicri).

Yeni Şarkı ve Kanto Mecmuası, Hasan Tahsin, Şirket-i Mertebiyye Matbaası, 1318.

The Director in the Theatre, (Collier Macmillan ltd), Londra, 1963.

Teodor Kasap, Cevdet Kudret. Elif Yayınları, 1965.

Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde, Halit Fahri Ozansoy, Ak Kitabevi, 1964.

Tiyatro Konuşmaları, Selami izzet Sedes, Kenan Basımevi, 1936.

Cumhuriyet Çağı Tiyatrosunda Rkir Unsuru, Doçentlik tezi, DTCF, 1966.

Komik-i Şehir Hasan ve Kumpanyası, Sermet Muhtar Alus, Akşam, 19.3.1939.

Eski Türkler, Prof. Dr. A. Cevad, Yağmur Yayınları, 1974.

Ramazan Sohbetleri, Ahmet Rasim, Bahar Matbaası, 1967.

Beni Toprağıma Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar, 1997.

Süreli Yayınlar

Tarih ve Toplum Dergisi.

İstanbul Dergisi.

Vakit Gazetesi 22 Haziran 1944.

Varlık Dergisi.

Milli Mecmua Dergisi.

Temaşa Dergisi.

Resimli Tarih Mecmuası.

Tarih Dünyası Dergisi.

Yeni Tarih Dergisi.

Perde ve Sahne Dergisi.

Devlet Tiyatrosu Dergisi.

Hayat Dergisi.

Muhit Dergisi.

Radyo Dünyası Dergisi.

Müteferrika Dergisi.

Sabah Gazetesi, Perde Arkası, 1997-1998 sayıları.

Sabah Gazetesi eki Star Dergisi.

Sabah Gazetesi haftalık PX Dergisi.

Yeni Adam Dergisi, Haftalık Rkir Gazetesi, İ.H.Baltacıoğlu, 235, 313.

TRT Gecenin İçinden Programı, Ergun Hiçyılmaz'ın konuşmaları.

İstanbul Şehir Tiyatrosu Repertuvar tutanakları.

Takvim Gazetesi, Dünden Bugüne, Ergun Hiçyılmaz'ın yazıları 1997-1999.

Pera Orient Koleksiyonu Taş plakları ve notaları.

İstanbul Ansiklopedisi.

Yedigün Dergisi.

Yeni Yüzyıl Gazetesi, Hayat Sayfaları, Ergun Hiçyılmaz.

Türk Tiyatrosu Dergisi.

Metin Erksan, Alaattin Eser, Nurhan Damcıoğlu, Turgut Kut, Selim Naşit, Esin Engin, Tevfik Yener ile kişisel görüşmeler.

 



[21] Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, M. Nihat Özün, Baha Dürder, Remzi Kitapevi, 1967.


[22] Dünıbüllü İsmail Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi Bankası, İstanbul.


[23] Hayat Mecmuası, Vasfi Rıza Zobu, Sayı 1 ve 2, Ocak 1961.


[24] Darülbedayi'nin Elli Yılı, Özdemir Nutku, A.Ü.D.T.C. F. Yayinları, Ankara 1969.


[25] Ahmet Fehim Bey'in Hattralan, Hafi Kadri Alpman, Tercüman 1001 Temel Eser, İstan­bul 1977.


[26] Yaktn Çağlarda Türk Tiyatrosu,l.Cilt Refik Ahmet, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934.


[27] Tarih Toplum Dergisi, Sayı: 99, Mart 1992.


[28] Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 94, Ekim 1991.


[29] Fuhş-i Atik, Ahmet Rasim, İskit Yayınları, 1959.


[30] Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Şerif Aktaş, Kültür Bakanlığı, 1988.


[31] Birinci Cüz, Stambol Kütüphanesi, Kaspar Matbaası, 1902.


[32] Zareh N. Berberyan Matbaası, Dersaadet, 1908.


[33] Şehir Mektupları, Ahmet Rasım, Yayına Hazırlayan Nuri Akbayar, Arba Yayınları, İs­tanbul 1992.


[34] İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu, Koçu Yayınları, 2. Cilt, İstanbul.


[35] İstanbuf'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1977.


[36] Yedigün Dergisi, En Eski Tuluatçımız Fahri Gülünç, Sayı 94, Yıl 1934.


[37] İstanbul'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı, 1977.


[38] Yedigün Dergisi, Naci Sadullah, Sayı 94, 1934.


[39] Yeni Tarih Dünyası Dergisi, Reşat Ekrem Koçu, Sayı 5, Kasım 1953.


[40] Kuşları Örtünmek, Salah Birsel, Ada Yayınları.


[41] Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Milliyet Yayınları, 1978.


[42] Hayat Dergisi, Sayı 79, Yıl 1958.


[43] Pembe Maşlahlı Hanım, Sermet Muhtar Alus, Akşam Kitaphanesi Neşriyatı, İstan bul 1933.


[44] Karagöz Salnamesi, 111, Yıl 1912.


[45] Meşrutiyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And, İş Bankası Yayınları, 1971.


[46] Yosmalar, Kabadayı/ar, Ergun Hiçyılmaz, Pera Orient Yayınları, İstanbul 1996.


[47] İsmail Dümbüllü Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi Yayınları.

















Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar