İSTANBUL GECELERİ VE KANTOLAR
| |
Ergun Hiçyılmaz
Önsöz ....................................................................................... v
Teşekkür ..
... ... ....................................................................... . 6
BÖLÜM 1 Kantonun Doğuşu ................................................ 7
Kanto
Sahneleri .... ....... .. .... .............. ... ........................ 11
Kanto Dili ............. .......................................... ... ..... ..... . 14
Seyirlik Kantolar ................................................................... 16
Kanlı
Sahneler ...... ....... ....... ..... ... ........................ ..... . 18
Agavni'nin Ölümü ...................................................... 19
Çingene
Kantoları ................... ... .. ............ ... ............. ... .. .. 20
Esnaf Kantoları ....................... ..... ................. ......... .. ... ...21
Düettolar ...... ... ... ....................................................... 23
Kanto Mecmuaları .................. ..... ... ................................ 24
Direklerarasının Sonu ... ................ ... ................................ 25
Zorunlu Değişim ..................................... .. ..... .. ... ... ... ... 27
Yeniden Yaşatanlar ..
... ......................................... ... ........ ... 29
BÖLÜM
2 Kanto
Yıldızları
'Minyon Virjini' ... ... ... ....................... .. .. ........................ 31
Peruz
. ... .. ...... ... ...... ....... .............. ........ ......... ..... .. . 34
Şamram Hanım .................................................................... 38
Mari Ferha ........................................................................... 39
Büyük
Amelya .. ....... .. ... .. ........ ... ............. ... ..... ..... ... . 41
Küçük Amelya .. .............................................................. 42
Verjin Hanım ........ ....... .. ... ... ........... .. .. .................... 44
Amelya Hanım ............... .............. ............ ... ... .. .. .. ... ... . 45
Zarife Hanım .. .. .. .. ... ................ ............ .. ... ... ... ... .. .. . 47
Sondaki Işık: Garibe . ................................................... 51
'Meşum Kadın' Kamela ......................................................... 53
Beyoğlu Gülü Kamelya
... ....... .. ..................... ...
... .. 55
Diğer Kantocular . .. .......................................................... .. 57
BÖLÜM 3 Kanto ve
Düetto Sözleri ....................................... 63
Kanto Yazarları ve Mekanları ............................................ 147
Sözlük ........................................................................... 152
Kaynakça
...... ... ....... .. ........ ... ............... ... ... . ... ....... 157
Resimler
..
... ... ..... ... .. ........ ..... ... .. ... ... .................... 48
Her
yönüyle renkli ve bir daha yaşanması mümkün olmayan bir hayat...
Ve
bu hayatın içindeki insanlar...
İstanbul
her dönemde geçmişin aynası olmak özelliğine sahip... Osmanlı döneminde
'merkez' olmak niteliğini, sosyal anlamda da taşıyan Dersa- adet, bu açıdan
geçmişi kucaklıyor...
Dönemlere
göre çeşitli din ve dile sahip kitlenin farklı yaşayış tarzları, sonuçta çok
renkte, toplumsal olarak bütünleşmiş bir yapıyı ortaya koyuyor.
"İstanbul
hayatından kesitler"in seyirlik tarafı, özellikle son dönemin
araştırmacıları tarafından ele alınmıştır. Genel anlamdaki tiyatro sahnesi, bu
yöndeki çabaların başında gelmektedir.
Ses
ve beden birleşiminin sahne takdimindeki en çarpıcı yanını taşıyan İstanbul
Geceleri ve Kantolar kitabımızın, bu yöndeki çabalara katkıda bulunmasını
diliyoruz.
Musiki
yetkinliğinin 'makam'ını konunun uzmanlarına bırakarak, kantonun geçmiş hayat
içindeki izlerini sürmek gayretinde bulunduğumuzu ifade etmek isteriz. Buna
rağmen genel sahne gelişimi ile müziğin ayrıntılarına bir katkımız olursa,
bundan da ayrı bir kıvanç duyacağız.
Her
kitap yazar için yeniden doğuştur...
Ancak
bazen bu doğuşlar pek kolay olmuyor. Bu kitabın oluşumunu
önemseyen ve teşvik edenler, şüphesiz bu çabaların yazarı kadar pay sahibidir.
Zafer
Mutlu ve Selahattin Duman, Sabah Gazetest'nin başta Star ve diğer haftalık
ekleri ile birlikte sayfalarını açarak, bu yöndeki çalışmalarımızı sürekli
kılmışlardır. Onlara ve Takvim Gazetest'nde bu yöndeki çabalarımızı bilgisi
ile destekleyen Tevfik Yener'e müteşekkirim.
'En
sadık okur'larımdan Hıncal Uluç, tükenmez teşviki ile bu çalışmanın
sonuçlanmasından mutlu olacak bir başka okur 'yazar'dır.
Murat
Bardakçı'nın özel koleksiyonundan esirgemediği, Peruz ve diğer kantoculara ait
besteler, bu çalışmayı güçlendinniştir. Müteşekkir olduğumu ifade etmek
isterim.
Turgut
Kut'un takdim ettiği Ermeni Harfleriyle Türkçe Basılmış Şarkı ve Kanto
Mecmuaları çalışması da önemli bir eksiğimizi gidermiştir.
Kut
ve bu yöndeki çalışmalarıma her zaman dostane ve karşılıksız destek veren
Cengiz Şahin ile, Osmanlıca metinlerde yardımını esirgemeyen Fazıl Mecit'e, ön
araştırma ve yazım aşamasındaki gayreti için Sema Ok'a, fotoğraf ve belgelemeyi
gerçekleştiren Aydın Soylu'ya teşekkür ediyorum. Şüphesiz Sabah Kitapları
ekibinin eserin oluşumundaki paylarını şükranlarımla belirtmem gerekir.
Kitabın
kaynak açısından ilk bilinmeyenlere pencere açmasında meraklı ve araştırıcı bir
yöntem benimsenmiştir. Türkçe ilk kez yayınlanan kanto sözleri kadar
defterlerde kalmış çok sayıda güfteyi de sayfalarımıza katmış bulunuyoruz.
Okurlarımız kanto güftelerindeki bazı sözcükleri aynen verdiğimizi ve üzerinde
aslının bozulmaması için düzeltme yapmadığımızı kolayca farke deceklerdir.
Ve
sonuç olarak bu çalışmadan haberdar olan ve şevkini esirgemeyen fakat ne yazık
ki, kitabın tamamlanmasını göremeden aramızdan ayrılanlar da olmuştur. Sanatçı
dostlarım Sezer Tansuğ, Alaattin Eser, Esin Engin ve Barış Manço'yu da rahmet
ve sevgiyle anarak, bu kitabı onlara ve kardeşim Namık Hiçyılmaz'a adıyorum.
BÖLÜM 1
Kantonun
Doğuşu
Doğuşu
19. yüzyıl olarak kabul edilen kantonun başlangıcı olarak, çoğunlukla 1870
tarihi verilir.
Kanto
adı, İtalyanca şarkı söylemek anlamına gelen 'Cantare'den alınma bir deyim
olarak, İstanbul'a gelen gezginci bir tiyatrodan kalmıştır.
"Sahnede
hareket ederek şarkı söylemeye ve bu yolda yazılmış özel şarkılara kanto
denir."
Tiyatro
Ansiklopedisi yaptığı bu tanıma ayrıntılar da getirir ve şarkıların ilk defa
Güllü Agop Tiyatrosu'nda, programı çeşitlendiren, 'tamamlayıcı' bir unsur
olarak yer aldığını ifade eder.
'Baletto,
raks, şanson, şansonet' adları ile sunulan bu çeşitlemeler 'eklenti'
eğlenceler olmakla beraber sanat değeri de taşımaktaydılar. Ancak Galata'daki
'baloz'lar ile 'kafeşantan'lardaki uygulamalar bu tarifin dışında kalıyordu.
Güllü
Agop Tiyatrosu'ndan sonra ilk yönelme alanının neresi olduğu konusunda farklı
görüşler vardır. Mekanlar bir görüşe göre Galata ve Beyoğ- lu'dan Şehzadebaşı
Direklerarası'na uzanmıştır.
Karşıt
görüş ise şöyle aksettirilir:[21]
"Bu
kanto ve kantocu kız, Şehzadebaşı tiyatrolarına da tuluatçılar tarafından
getirildi. Zamanın kadın mahremiyeti içinde bulunan İstanbul tarafı halkının
iştahlarını kamçılamak için yarışa çıktılar. Manakyan Tiyatrosu'ndan başka
bütün öteki tiyatroların kadın oyuncularının hepsi veya çoğu kantoya
çıkarlardı.”
Tiyatronun
öncü isimlerinden İsmail Dümbüllü, kantonun tarifi yanında, ilk kantoya çıkan
sanatçının adını da verir.
"Bizim
çiftetelli dediğimiz kırık oyun tarzı ile karıştırılarak, kanto adı ile bir tip
sahne dansı halinde tuluat tiyatrolarımıza da geçmiştir. Trompet, davul, keman
gibi çalgılardan kurulmuş bir takımla icra edilen kantonun ilk kez Kadıköy
Yoğurtçu Parkı'ndaki salaş tiyatroda oynandığı söylenir. İlk kez kimin
tarafından sahneye getirildiği hakkında kesin bir bilgi yoksa da kantocu Ara-
nik Hanım'ın adı geçmektedir. "
Vasfi
Rıza Zobu'nun hatıralarında ise bir başka isim Kadriye Hanım yer alır. Bu
görüşe göre İlk Müslüman Türk kadın aktristi 1889 yılında Papasköprülü Amelya
takma ismiyle 1889'da Nazilli'de sahneye çıkan Kadriye Hanım'dır.[22]
[23]
Vasfi
Rıza Zobu, "Müslüman Türk kadının sahneyfe çıkma hadisesi İstanbul'da
Afife ile başlamış değildir" diyerek Galata'daki ünlü tuluat kumpanyaları
arasında 'Hüsnü Efendi'nin sahnesini gösterir ve bu 'Komik' Hüsnü Efendi olarak
bilinen sanatçının Karamanlı Mihaliki'nin oğlu Anastas olduğunu ifade e.der.
Bu konudaki bilgileri Behzat Butak'ın notlarından aldığını belirten Zobu,
Kadriye Hanım'la ilgili şu bilgileri vermektedir:
"Kadriye
Hanım sahneye şarkılı sözlü Amelya olarak çıktığı yıllarda Ankara'daki bir
konağa temsile gitmişlerdi. İlk gün Kadriye Hanım, allı pullu elbiselerle
meydana çıktığında, Yozgat'tan tanıdığı Nefise Hanım'ı koltukların birinde
oturur görünce, beyninden vurulmuşa dönüyor. Temsilden sonra gizlice oteline
kaçan Kadriye Hanım'ı konaktan bir araba göndertip tekrar aldırırlar. Nefise
Hanım gözlerine inanamıyor. O zaman bu cüreti hiçbir kadın gösteremez ki...
Nefise Hanım babası Abidin Paşa'ya her şeyi anlattı. İlk icraatı tüm
oyuncuların Ankara'yı terketme emrini vermek oldu. Arkasından da hacısıyla,
hocasıyla bir meclis kurdurup her ikisine de nikah yaptırdı. Böyle- ce Hüseyin
Hüsnü efendi Ankara Mahpushanesi Müdürlüğü'ne tayin edildi."
Kadriye
Hanım Ertuğrul Sancağı Adliye Başkatibi olan eşinin genç yaşta ölümü üzerirre
dul kalmış Şehzadebaşı'ndaki konaklarına yiyecek getiren Karamanlı Bakkal
Mihaliki'nin oğlu Anastas ile tanışmıştı. Sevdalılar önce Bursa'ya daha sonra
İzmir'e kaçacak ve böylece 'Aşk Turnesi' beraberinde 'Tiyatro Turnesi' de
getirecekti.
Vasfi
Rıza Zobu'nun anlattığı Kadriye Hanım'la, Anastas arasındaki beraberlik,
tiyatro beraberliğini de sağlamıştı ...
Anastas
Hüsnü adını almış, Kadriye Hanım da adını Amelya'ya çevirterek sahneye
çıkabilmişti. Amelya yani Kadriye daha sonra uğruna isim değiştirdiği
Anastas'dan (Hüsnü) ayrılmış ve Kabile Kadriye adıyla 1925 sonrasında ebelik
yapmıştı.
'Sahnedeki
ilk Müslüman kadın sanatçının kimliği' konusunda Zobu ile aynı görüşü
pa'.ılaşanlar da vardır.
Özdemir
Nutku'nun "Kadriye hem kantoya, hem oyuna çıkmış" ifadesi, 1890
tarihi itibariyle, Amelya Kadriye Hanım'ın sahnedeki 'ilk Müslüman Türk kadını'
ve 'İlk Türk kantocu' oluşunu pekiştirmektedir. Nutku, bu konuya M. Kemal
Küçük'ün 1932'de Darü/bedayi Dergisi'nde yayınlanan 'Temaşamızdaki Türk
Kadını' yazısı ile temas etmişti.[24]
"Sahneye
çıkış tarihi 1890 olarak verilen Kadriye'nin 'Amelia' adını alarak sahneye"çıkması
bir gönül bağıyla olmuş ve ilk Nazilli'de oynamıştır. Kadriye hem kantoya, hem
oyuna çıkmış ve bir Rum kadını olarak tanındığından, seyircileri lehçesinin
doğruluğuna hayran etmiştir. "
Ahmet
Fehim Bey'in hatıralarında da konuya temas edilir:[25]
"Komik
Efendi işi sahneciliğe dökerek, karısının da ismini Seniye iken Amelya yapmış,
kadını kantoya çıkartmaya başlamış."
Fehim
Bey, anlatımında Kadriye Hanım'dan Senihe olarak söz etmekte ama Amelya ismini
doğrulamaktadır.
Ahmet
Refik Bey de Kadriye Hanım'ın sahne serüveni ile ilgili görüşünü Ahmet Fehim
Bey'in anlatımına temel dayanak yapmaktadır:[26]
"Merhum
Aktör Fehim Efendi, mutlakiyet devrinde Abdülhamid'in saltanatı zamanında
istanbul'da bir kazazker kızının konaklarındaki çubukçubaşıyı sevdiğini, babası
öldükten sonra onunla evlendiğini, çubukcubaşının hayatını kazanmak için
tuluat aktörlüğü ettiğini, karısını da sahneye çıkararak oyun oynattığını bana
söylemişti. Bu kadının ismi Kadriye Hanım'mış. Sahnede tanınmasın, başına iş
gelmesin diye Amelya ismi ile yaşarmış... "
Ahmet
Refik Bey'in Fehim Efendi'den naklettiği bu anlatımda dikkat edilirse Amelya
Hanım'ın asıl ismi Kadriye olarak belirtilmektedir.
Amelya
Kadriye Hanım'ın Afife Jale'den önce sahneye çıkan ilk Türk Müslüman kadın
oyuncu olduğuna ilişkin iddia tartışmaya açıktır. Ancak Amelya Kadriye Hanım'ın
sahnedeki ilk Türk kantocusu olduğu da bu kaynaklardan anlaşılmaktadır.
Kanto
dünyası şüphesiz ne Amelya Kadriye, ne de Peruz'la sınırlıdır... Yüzlerce isim
bu kanto sahnelerinin pek aydınlık olmayan dönemlerine ışık düşürmüştür.
Kel
Hasan'ın Hayalhane-i Osmani Kumpanyası'nda kantoculuğa 14 yaşında başlayan ve
hayat defterini 54 yaşındayken kapatan Sivaslı Perviz Hanım ilk öncüler
arasında yer alır.
Şehzadebaşı'ndaki
Ferah Tiyatrosu'nun karşısındaki binada faaliyet gösteren bu tiyatronun
sahnesine nice yıldızlar çıkmıştı. Küçük ve Büyük Virjin'ler, yine Küçük ve
Büyük Emilye'ler (Amelya'lar), o yaşanması bir daha mümkün olmayan gecelerin
ilk büyük yıldızları olmuşlardı.
Şehzadebaşı
Vezneciler'deki Handehane-i Osmani Kumpanyası'nın karşısında Büyük Pandomim
Kumpanyası vardı ve işletmeci Mösyö Foti, kadın oyuncuları da sahneye
çıkarmıştı. Bu oyuncular danslı oyunlarla sahneyi renklendiriyordu. 1800
sonlarının Ramazan ilanlarında adını gördüğümüz Tereza Hanım da bu oyunculara
katılmıştı. Tereza Çukacıyan bu ilanlarda Osmanlı Tiyatrosu'nun en güçlü
artistlerinden birr olarak gösterilmişti. 7
Emilye
Hanım, Amerikan Tiyatrosu'nun Küçük Amelya olarak bilinen ünlü kantocusudur ve
kocası Todori ile düetlerin unutulmazları arasına girmiştir.
'Hayalhane-i
Osmani Kumpanyası,' 'Sahte Peder,' 'Sefil Familya' ya da 'Leyla ile Kays'
oyunlarının arasına hem ince saz, hem de önemine binaen kanto takımı
programlarını yerleştirmişti. (Sabah Gazetesi, 5. 2. 1897)
Virjin
Hanım (Karakaşyan) 1839'da başlayan hayatının en çarpıcı sahne renklerini
olgunluk döneminde yansıtmış ve yaşı 30'u aştığında bile kantoları ile
yürekler hoplatmıştı.
Müzik
araştırmacısı Cemal Ünlü, taş plakların kantolarına ilişkin çalışmasında, plak
firmalarının şarkılara, gazellere ve taksimlere ağırlık verdiği dönemlerde,
kantolara da yöneldiğini ifade etmekte, Madam Pepron ile bazı sanatçıların
adını vermektedir:[27]
[28]
"Kadın
sanatçılar arasında kantonun yanısıra Türkçe şarkılar söyleyen azınlıklar Mme
Vıctoria, Mme Eugenie, Kamelia ve Minyon Virgin Hanımlardır. Nassip, Gülfidan,
Şevkidil Hanımlar büyük olasılıkla çingene asıllıdır. "
Eski
İstanbul Ramazanlarının eğlence hayatı doğal olarak sahneyi de renklendirmişti.
Sahnenin en önemli rengi de kanto olmuştu.
Naşit
Bey, Fahri Bey ile Ramazan gecelerinde Millet Tiyatrosu'nun perdelerini ses
muganniyesi Hamiyet Hanım'la açıyor, Şamram, Hermine ve Ay- ten Hanımlar da
kantoya çıkıyordu.
Beyoğlu'nun
kaybolan pasaj ve geçitleri üzerine bir çalışma yapan Behzat Üsdiken,
Konkordiya Tiyatrosu'nun eğlence merkezi olduğuna işaret eder.
Saint
Antoine Kilisesi'nin bulunduğu yerde, ahşap bir binada faaliyet gösteren
Konkordiya Tiyatrosu eğlence dünyasında önemli bir yere sahip olmuş,
sahnelerinde nice yıldız parlamıştır.
Repertuvarında
müzikli oyunlara yer ayıran tiyatroda Viyana'dan getirilen dans öğretmenleri de
görev almıştı.
Batı
tarzının ilgi görmesi diğer eglence merkezlerini de aynı yönde gösteri yapmaya
sevketmiş ve böylece, tiyatrolar ardı ardına yabancı aktristler getirmeye
başlamıştı. Kanto da bundan etkilenecekti.
Galata'nın
Tophane Caddesi'ndeki Alkazar Amerikan Tiyatrosu, eğlencelere 'mey' de katmış,
pandomim, şarkılı oyunlar ve bilhassa kantolarla İstanbul gecelerini
şenlendirmişti.
Bu
şenlikli programlara bir yerinden mutlaka kanto da katılırdı. Örneğin Katip
Salih Efendi, Karagöz'ün envai çeşit takdimi ile yetinmez, 'Gülünçlü
Oyun'larına 5 perdelik muhavereli kantolar da eklerdi.
Osmanlı
Kukla Kumpanyası da Mehmet Bey'in idaresinde program alanını hayli
genişlettiğini ve programlarında 'Avrupalı' oyunculara yer verdiğini ilanlarla
duyurmuştu:
"Mezkur
tiyatroda her akşam meşhur üç İngiliz rakkasesi tarafından türlü türlü ayak
oyunları icra ve kantolar teganni edilecektir. "
Özellikle
kafes arkası çağının kadın hasretini, gizliliğini ve vücut estetiğini ortaya
koyan aşk motifleri ile dolu, seyreden erkekleri baştan çıkaran, omuz, göbek,
kalça, baldır, bacak hareketleriyle ve davet vadeden kaş oynatmalarıyla
süslenen bir çeşit 'Ballet Pantomime' olarak da tanımlanan kantonun iç mekan
görüntüsü çeşitli biçimlerde tasvir edilmiştir. Bu tasvirde doğal olarak
kantocunun da anlatımı yer alır.
"Sahneye
yakın bölümler tıkabasa doludur. Sahneyi kenarlarına doğru localar çevirir.
"
Tiyatromuzun
öncülerinden Ahmet Fehim Bey'in oğlu ressam Münif Fehim'in Direklerarası
kantolarına dönük çizgilerinde, bu locaları iki katlı olarak görürüz. Üst
locaların genelde fiyat olarak daha ucuz olduğunu, çizilen seyirci tiplerinden
anlamak mümkündür. Üst loca müşterileri hem kıyafet, hem de tipleme olarak
'hali vakti yerinde' olan kesimi yansıtmaktadır.
Kanto
seyircilerinin bir diğer kesimi de 'hususi loca' müşterileridir. Bu locaların
seyirciler boyunbağı takmış ve üst düzey kişiler olduklarını öne çıkaran
'Avusturya fesleri'ni özenle giymişlerdir. Kıyafet geceye mahsus ve münasip
olup, Osmanlı burjuvazisini yansıtmaktadır.
Tiyatronun
kantolardaki sahne düzeni hayli renklidir. Renk derken bir uyumdan söz etmek
mümkün değildir. Daha çok kırmızının hakim olduğu perde, bütün sahneyi
kaplamakta ve bu işle görevli bir 'perdeci' bulunmaktadır. Kantocular eğer
düet yapmıyor ve mutlak surette biçimsel bir görüntüye ihtiyaç duymuyorsa,
sahne tiyatro oyunları takdim edilene kadar bu düzenini muhafaza edecektir.
Arkada
ağaçları, çiçekleri ve diğer unsurları ile doğayı yansıtan bir renk karmaşası
vardır. Kanto gösterileri sırasında iç mekan şartlarının zorluğu nedeniyle
bazen bu sahneye hiç dokunulmaz ve dekor, kantocunun ihtiyaç duyduğu eşya ile
takviye edilirdi... Örneğin 'Gemici' gibi oyunlarda 'miço' görünümlü kantocu
böyle bir dekora ihtiyaç duyacaktır. Bisiklet kantosunun ses kadar görüntü ile
takdimi gerekir ve kanto bu sebeple bisikletli olarak icra edilecektir.
Anadolu
yakası tiyatrolarında çevre ve mekan olarak daha farklı bir manzara vardı.
Apollon Tiyatrosu da alafranga sınıfın mekanı olarak öne çıkmıştı.
Kuşdili
Tiyatrosu ise gezinti ve eğlence alanının-girişinde bulunduğu için daha
kitlesel bir durum arzediyordu. Kuşdili Çayırı'ndaki (Salı Pazarı'nın bulunduğu
alan) tiyatro, özellikle yaz akşamları her kesime mensup seyircilerinin akına
uğrardı. Sol tarafta dere üstünde sandallar görülür, kenarında ise Hamdi'nin
Gazinosu yer alırdı. Bu gazino, içlerinde Hafız Burhan gibi ünlü sanatçıların
yer aldığı incesaz takımı ile meşhurdu.
Kuşdili
Tiyatrosu ise çok geniş bir alanı kaplıyordu ve tek kat locaları vardı.
Sahnenin daimi dekoru, iri gövdeli ağaçların yer aldığı bir kır veya ormanı
yansıtırdı. Kantolar ve bir kısım oyunlar bu dekorun önünde oynanırdı.
Yazlık
bahçenin en önemli ismi Hasan Efendi idi. Kumpanyasında Meşrutiyet döneminin
önemli ismi Hakkı Necip ile karısı Madam Agavni de yer alıyordu. Naşit Bey
(Özcan) ise hem Kuşdili hem de Mısırlıoğlu Bahçesi'nde geniş ve kanto takviyeli
kadrosu ile temsiller verirdi. Sonradan Hale adını alan Apollon da müşterilerin
ilgi gösterdiği bir alandı. Sadece Kadıköy'de değildi bu bahçeler. İstanbul'un
her tarafına yayılan açık hava tiyatroları ile bahçelerinde kanto ve temsiller
oynanırdı.9
9. İstanbul'un
diğer önemli açık hava tiyatroları ve bahçeleri şunlardır: Arr'ıavutköy Çiçek
tarlası Bahçesi, Bağlarbaşı Çırağan Bahçe Tiyatrosu, Bebek Belediye Bahçesi,
Beşiktaş İskele Gazinosu, Beşiktaş Suat Park Sineması, Beşiktaş Şen Sinema
Tiyatrosu, Beykoz İskele Gazinosu Bahçe Tiyatrosu, Beykoz Park Tiyatrosu,
Beylerbeyi İskele Aile Gazinosu, Bostancı İskele Gazinosu, Büyükada Plaj Oteli
Gazinosu, Cağaloğlu Çiftesaraylar Bahçesi, Defterdar İskele Aile Bahçesi, Halk
Sinema Tiyatrosu, Fıkaraperver Sineması, Heybeliada İskele Gazinosu, Kadıköy
Kuşdili Lale Sineması, Kadıköy Kuşdili Papazın Bahçesi, Kadıköy Vidalıköşk
Bahçesi, Kadıköy Yeldeğirmeni Şifa Bahçesi, Zafer Sinema Tiyatrosu, Kadıköy
Zambaoğlu Bahçesi, Karagümrük Uzunbahçe Sinema ve Tiyatrosu, Kasımpaşa Geyikli
Aile Tiyatrosu, Kasımpaşa Kışlık Aile Tiyatrosu, Kasımpaş Yavuz Sh neması, Kumkapı Kadırga Aile Bahçe
Tiyatrosu, Küçükçamlıca Bahçesi, Libade Bahçe Th
yatrosu, Narlıkapı Şafak Bahçesi, Nişantaşı Film Stüdyosu yanındaki Aile
Bahçesi, Orta- köy Emek Sineması, Sarayburnu Park Gazinosu, Sarıyer Fındıksuyu
Mesire Bahçesi, Sirkeci Azeri Sinema Tiyatrosu, Şehremini İnrişah Bahçesi,
Taksim Altıntepe Aile Bahçesi,
Yaygınlaşan
salon ve bahçelerin seyircinin ayağına kadar gitmesi, programların zenginliği,
oyunlar ile oyuncuların kalitesi de izleyenleri tatmin edici olmuyordu. Sadece
'Gişe' değildi sorun...
Avrupa'yı
yansıtan yayınların takip edilir olması, seyirciyi daha farklı ve daha çarpıcı
bir bakışa itmişti. Tiyatro salonlarında ve açık hava bahçelerinde seyirciye
hürmetin ifadesi ile takdim edilen sanat ağırlıklı programlar giderek daha
zenginleşecekti ... Seyirciler çok perdeli 'facia'lar kadar renkli programlar
beklemektedir.
Nasıl
bir renk istendiğinin cevabını, Kel Hasan ile sahneye tahterevanla çıkan Peruz
arasındaki bir konuşmada bulabiliriz. Peruz bir gün Kel Hasan'ın fotininin
yırtık tarafını gösterip onun pintiliği ile alay ettiğinde şu cevabı almıştır:
"Ne
yapalım, biz sizin gibi tahteravana binmiyoruz, yürüyerek sahneye çıkıyoruz."
Kel
Hasan'ın bu cevabında, patronluğun ekonomik sıkıntısı kadar, Peruz'un seyirciyi
etkileyecek bir konumda, yani tahterevanla sahneye çıkması da vardır.
Seyirciyi
sesi kadar bedeniyle de etkileyen Peruz'un buna 'mizansen' eklemesi de
gerekmiş, böylece seyirciler 'çok renkli sahne'den memnun olmuşlardır.
Kantocuların
sahne görünümleri ve onların seyirci kesiminde oluşturduğu heyecanı en ince
ayrıntılarına kadar dönem tanıklarından dinleyebiliriz. Hüseyin Cahit
Yalçın'ın anlatımı şöyledir:10
"Bunlar
kısa etekli, kol ve bir dereceye kadar göğüsler açık, allı pullu fistanlar giyerlerdi.
Perde arasının çalgı sesleriyle karışık gürültüsü, birinci çıngırağın ince
sesi işitilince birden bire kesilirdi. Sabırsızlanmaya başlayan göğüsler ince
bir nefes alır, iskemleler fesler düzeltilir, bıyıklar burulur, satıcılar
yerlerine çekilmek için acele etmeye başlarlar, sonra hiç gürültüye meydan
vermemek için şimdiden birkaç kere fazla öksürülür. İkinci çıngırağın birçok
kalpte heyecan uyandıran titrek sesinden sonra çalgı başlıyor, perde nazlı
nazlı kalkıyordu."
Ardından
ufak bir bekleme anı gelecek, soluklar durur gibi titreyecektir. Sahnedeki
kadın alabildiğine cezbedicidir. Kollarını ta omuzlarına kadar kaldırmakta ve
yalvaran bir eda ile ellerini alnına bağlamaktadır. Gerdanı aldatıcı bir
renkle pembeleşmiş, adeta yeniden canlanırcasına belini ve göğsünü ileri geri
uzatmaktadır. Kimi zaman utanmakta, kimi zaman yalvar-
Taksim
Operet Bahçesi, Tophane Karabaşa Yüksel Aile Bahçesi, Üsküdar Bağlarbaşı
Aziziye Bahçesi, Üsküdar Fıstıkağacı Beyleroğlu Bahçe Tiyatrosu, Üsküdar Hale
Sinema^ sı, Üsküdar Selimiye Tiyatrosu.
10. Türk
Tiyatrosu Ansiklopedisi, M. Nihat Özün, Baha Dürder, Yükselen Matbaası, 1967.
makta ve kesik sesi ile yavaş yavaş yürümektedir.
Hüseyin
Cahit Yalçın'ın kalemi şüphesiz çok kanto görmenin rahatlığı içinde kimilerine
abartılı gelse de, sanki kantocu ile sahneyi dolaşmaktadır.11
"Eller
alında, baş geriye düşmüş, bütün göğüs, gövde, bel sıcak ve baygınlık veren
bir okşama içinde gibi ileriye uzanmış, dar bir şalvar içinde bütün
tombulluklarıyla hissedilen kalça durmadan çalkalanarak, üzerine bağlanmış bir
kordela ile dikkati avlayan göbek durmadan oynayarak nefesi kesik, kalbi
çarpıntı içinde işveler yaparak, bütün tiyatroya iltifatlar saçarak, kırılarak
oynaşıyor. Arada bacağını havalandırarak göbeğini şiddete çalkalayarak, bütün
tombul göğsünü titreterek süzülüyordu/
Danseden
kantocunun sesini ikinci plana düşürmesi çoğu zaman kantodaki güfteyi
bozmuştu. Bu sebeple kantolar dil ve ifade yanlışlarıyla icra edilmişti.
"Kantocuların
değişik o ara nağmeleri, cümleye 'e' diye girmeleri, bitişte ters bir vurguyla
ilgisiz bir tiz not çıkarıp bitirmeleri, galiba seslerinin olmayışından, şarkı
söylemeyi bilmeyişlerindendi. Ufak sesleri ile finallerde not değiştirip,
bilgisiz bir biçimde şarkı bitirişlerinin başka nedeni olamazdı. O .
zamanlar
genellikle Ermeni, Rum olan bu hanımlar nedense o günler Avrupa usulü olsun
diye oynadıkları çiftetellinin başına dört satırlık da olsa bir şarkı
ekliyorlar ve çengilikten şarkıcılığa, yani kantoculuğa terfi ediyorlardı.
"
Gülriz
Sururi, Direklerarası oyunu için kantocu Zarife ile yaptığı ön çalışmalarda bu
kanıya varacak ve sözü edilen 'e'li kantoyu Zarife'den bize ulaştıracaktı:
"Sevdim
dostlar e ben bir çiçek
E
gam çekme der enfiye çek
E
bu dünyada aşk çekmeyen
Sanatçının
ifade ettiği gibi yukarıdaki görüşleri doğrulayan örneklere kanto plaklarında
da rastlamak mümkündür.
Sururi,
konu ile ilgili şu yorumu da yapacaktı: 12
"Çok
güzel kanto söylemek diye bir şey yoktu aslında. Çünkü kanto, kötü,
11.
A. g. e.
12.
Kıldan İnce
Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Miİliyet Yayınları, 1978. yanlış söylerken
sempatik bir biçim, bir stil ortaya çıkaran Ermeni çengilerin marifetiydi.
Eğer aynı şarkıyı güzel söylerseniz, o 'şarkı' söylemek olurdu, 'kanto' değil.
Sıkıştığı yere bir 'e' koyup nefes alan, şarkının sonunu sesi yetmediği için
garip feryatlarla bitiren kantoculara ve kantolara bayılıyorum. Anımsıyorum.
Adalet Cimcoz'un evinde doğum gününü kutluyorduk. O gece Adalet Cimcoz coşmuş
ve nefis bir kanto söyleyip, ardından inanılmaz güzellikte bir çifetetelli
oynamıştı. Galiba ben ilk kantoyu Adalet Ha- nım'dan izlemiş oluyordum böylece.
"
Musiki
çerçevesi bir tarafa, ekleme, çıkarma, abartma ve kimi zaman yok edilen bir
Türkçe ile karşılaşmak nadirattan sayılmazdı.
Dili
kimi zaman 'Frenkçe' özentisine yönelir ve ortaya anadilin uzağında dörtlükler
çıkardı. Taksim Bahçesi o sıralarda sefirlerden edebiyatçılara kadar ekabirin
yeridir. Hem burası, hem Tepebaşı onlar için 'Jarden' olarak tanınır. Şamram
Hanım da burada sahneye çıkmış, kantosunun adını da 'Jardenler Bahçesi'
koymuştur.
"Jardenlerde gezerim
Muzikayı dinlerim
Eteymi şık tutarak
Ben promenad ederim
Matmazel/er, mösyöler
Kolkola gezinir/er
Aşku sevdadan bahsedip
Ezilip büzülürler"
İlk
dörtlükte kantocu 'Jardenler'de gezerken eteğini değil, 'eteyni' şık tutmakta
'hafif yürüyüş'le, 'tenezzüh' yerine 'promenad'ı tercih etmektedir.
İkinci
dörtlükte ise bayanlar ve baylar yerine 'matmazeller' ve 'mösyöler' vardır.
Tiyatrolar, kalitesi ne olursa olsun, kantoyu da kantocusunu da sanat
değerlerini dikkate alarak seçmemiştir. Çünkü İstanbul yüzlerce kantocuya
sahip değildir ve seyirciler takdirlerini bedeni önde tutan bir anlayışla
sunmaktadır. Ayrıca patronların da oyuncu seçişlerinde seçkinci davranmak gibi
bir temel kavramı olmamıştır.
Bırakın
1900 öncesini Meşrutiyet ve sonrasında sahnelerin alaturka ve alafranga
arasında bocalayıp, Şark bedenine Garp kıyafeti giydirdiği yıllarda
tiyatroların durumu pek övgüye değer değildir... Adaptasyon bir kenara, üç
perdelik bir oyuna fabrikasyon usulü bir perde daha eklenmesi ve seyircinin
alakasına uygun 'facia' haline getirilmesi doğal karşılanıyordu. Oyunlarda
çoğu zaman kimin ne dediği belli değildi. Bu ülkede yaşamalarına rağmen Türkçe'yi
çok zor ya da hiç konuşamayan oyuncular vardı. Bu durum ise temel tiyatro
kavramı ile bağdaşmıyordu.
Bu
ana eksiklik tiyatroda telafasi güç bir durum yaratıyor, bu yetmiyormuş gibi
kanto da, bedensel ve işveli tarzı ile alkış alıyordu.
Seyirlik
kantolar hem seyredenler, hem de kalem erbabı tarafından zaman zaman
irdelenmiş ve kimi zaman oyunlar ve oyuncular 'seyre değer' olarak ifade
edildiği gibi, bir bölümü de 'adaba mugayyir' telakki edilmişti.
Giysileri son derece çarpıcıdır. Alaca
bulaca ve aynı derecede açık saçık. Figürler abartılıdır ve ses çoğunlukla
beden hareketlerinin altında kalır. Şarkılı bir oyun oynadıklarını da
söyleyebiliriz. '
Bütün
mesele şarkıyı makama uydurmaktır ama asıl mesele şarkının bedenle birleşimidir.
Böylece ortaya daha çok 'bedensel makam' çıkacaktır. Bu makamın ne olduğu da
belirgin bir biçim taşımaz. Her kantocu bu rolünü aynı görünmekle birlikte her
programda aynı olarak ortaya koyabilir. Farklılık sadece bedenin değil, makamın
takdiminde de görülür. Tabiri caizse herkes her telden çalmaktadır. Topluluğu,
dinleyiciden çok seyredici olarak vasıflandırabiliriz.
Musahipzade
Celal'e göre halk için Peruz'un kıvrak oyunlarını görmek, Şamram'ın şarkılarını
izlemek bir zevkti. Seyretmek ve dinlemek olarak iki zevki tespit eden Celal
Bey, yorumunu söyle yapıyordu:13
"Sahnede
gördükleri (dinledikleri değil) Rum ve Ermeni kantocu kadınların kıvrak
dansları ve şarkıları yüzünden bu gençler aşık olup, bu surette tuluat
hayatına atılmıştır. "
"Kantocu
kızların kantolarını söylerken zıplayıp hopladıklarını, sahneyi dört dönerken
bedenlerinin anafora kapılmışçasına titrediklerini anımsıyorum. n
Anımsayan
Salah Birsel'dir.
Konkordiya'da
keyfini bira ile cilalayanlar için bu tür kanto nefis bir 'altlık' olarak
görülür.
'Çeribaşının
gelini / Çerkeye dayamış belini' ile beden kıvrımlarını ritm ile ortaya
koyanların sesine değil de seyrine doyum olmazdı.
Oyuncu
kızlar, her türlü oyuna açıktılar. Bu sebepten oyun içi tavır oyun dışında da
hayran kitlesi oluşturacaktı.
Mabeyn
hafiyesinden orkestranın kemancısına, sokak satıcılarından Ka- palıçarşı
esnafına kadar uzanan geniş bir hayran kitlesi...
Bitmedi...
Mekteplisi de vardır, gözü açılmamış mirasyedileri de... Tulumbacı reisleri,
Nizamiye çavuşları, Galata kaldırım sakini ile kürekçi esnafı
13.
Eski İstanbul
Yaşayışı, Musahipzade Celal, Türkiye Yayınevi, 1946.
da
bu kaleme dahildi.
Göğsü
nişan dolu saray erbabı, Samatya, Edirnekapı, Yeniçarşı, Sulu Manastır
kabadayısı da oyuncu kızlara 'oynaş' olacaktır.
Galata
taraflarının kantocuları günün meşhur kantolarını söylerken manaya eş bir
tavır takınır, işve ve cilve ile gözlerine kestirdikleri seyircilere pas
verirlerdi.
Galata'nın
Amerika ve Avrupa Tiyatrosu ile Beyoğlu gecelerinin alanı Kon- kordiya veya
balozlar, başta Ahmet Rasim olmak üzere çok kimse tarafından 'fuhuşun tahrik
merkezleri' olarak vasıflandırılmıştır.
'Fuhş-i
Atik' de bazı satırlar konuya bu tür ışıklar düşürür:[29]
"Amerika
Tiyatrosu'ndaki Küçük Amelya, Avrupa tiyatrosundaki Peruz Ha- nım'lar ile
peyklerinden 'Eranik' vesair isimlerindeki şantözler, aktristler, yeni yeni
istidatını gösteren Eleni ve emsali, göz, kaş işaretleri, el, mendil parolaları
sayesinde alınma, benimseme tarzındaki ilk tahassüslere yine uğruyordum.
Görüyor ve anlıyordum ki, bunları yüzlerce kimse seviyordu. Localar, ön
sandalyeler, hususi yan koltuklarda oturanlar bu aşıklar zümresini teşkil
ediyordu. Piyesler birer bahane, bu kadınlar ayrı ayrı gaye hükmünde
bulunuyordu."
Bu
sebepten Osmanlı Kumpanyası'nda faaliyet gösterenler 'aktrist,' Galata
tiyatrolarını mensupları ise en fazla 'oyuncu kız'dır. Onların bestesi
itibarıyla en bayağı kantoda bile alkışa layık görülmeleri geçmiş dönemde de
eleştirilere sebep olmuştu. Buna karşın müziği icra edenler ile bedeni icra
edenler arasında bir ayırım yapmayanlar olacaktı. Seyircilerin bu kesimi
oyunu, 'seyirlik oyun' telakki edebilir ve ayrıca söyleyenin güzelliğine meftun
olup, bunu 'seyrine doyum olmaz' olarak ifade edebilirdi.
Neydi
seyrine doyum olmayan?
Birincisi
seyir telakki edildiği için kıyafetle 'mütenasip' hale getirilmiş bir kadın...
İkincisi ise 'tahrikkar ve tahripkar' bulunan sesin hareketle birleştiği
tavırdır.
Sahneler
yanlışlar ile eksikler arasına şüphesiz kimi zaman doğruları da koyuyordu. Ama
daha çok ortaya konulan bir hayli cezbedici unsurlar olmuştu. Yani çok
program, çok' insan... Ve tabi ki çok kadın...
Seyircinin
'oyuncu kadınlar'a ve 'şarkılı oyunlar'a olan ilgisi, ekonomik sıkıntı yaşayan
ve sürekli arayış içinde olan tiyatrocuların çabalarını, doğal olarak bu yöne
sevketmişti.
O
zaman kantolara ağırlık vermek gerekecek, bir değil, hatta iki üç kantocu iç
gıcıklayıcı görüntülerle müzik eşliğinde sahne alacaklardı. En beğenilen en
son çıkacak, diğerleri 'solist altı' gibi asıl yıldıza 'altlık' olacaktı.
Kantoya
kibrit çakan ve tutuşturan bu alt takımdı. Tuluat sonrası uzunca süren bir
fasılı, kanto faslı izleyecek ve alt takıma mensup kadınlar bir veya iki kanto
ile görüneceklerdi.
Seyircinin
onlara sunduğu takdir hissi yıldız kantocuların yanında bir hayli yoksul
kalırdı. Sahnelerde kısa fistanların görüldüğü dönemlerde uzaktan da da olsa
bir kadın bacağı görmek, bazıları için sanatı görmekten çok daha önem
taşıyacaktı. Bu durum seyredilen ve seyredenler kadar patronlar için de söz
konusuydu. Oyuncu, seyirci ve patron bu anlayışa ortak olmuştu.
Cezbedici
ve seyirci ile içiçe oluşları kantocular! ister istemez hayranları ile yakın
kılmıştı.
Seyirci
ile kantocu arasında daima bir sıcaklık vardı ve bu hararet hem parçanın, hem
de kantocunun takdimi ile yükseliyordu.
Seyirci,
kantocunun cilve ve işvesini kendine mahsus bir davranış olarak algılayabilir.
Kantocunun
oyununu takdiminde kimi zaman dozu kaçırmış olması ve seyirciye gereğinden
fazla alaka göstermesi, bu yakın ilgiyi ateşliyordu.
Sahneye
çiçeklerin, gümüşlerin serpilmesi ile alakaya mazhar olan kantocu, bu görünüş
içinde s_adece bedii değil, bedeni olarak da bir hayli 'erkeksi takdir'e maruz
kalmıştı.
Takdiri
sunmanın çeşitli biçimleri yaşanmıştı.
Kanto
dünyasının zirvesinde görülen Peruz Hanım, geçmişten günümüze akseden bilgilere
bakılırsa her bakımdan 'en fazla takdire mazhar' bir kantocudur.
Ama
ona layık görünen takdir ifadesi çok değişik ve kimi zaman ölçüsüzdür. Bir
dolu sevdalısının içinde külhanisi de vardır, paşazadesi de... Ve tabi ki
Şevki Bey gibi sanatının doruğuna çıkmış gerçek tiyatro sanatçıları da ...
Şevki Bey ve paşazadelerin iltifat ve teveccühünü kazanmış ama bazen 'Bıçakçı
Petri' örneğindeki gibi 'bıçak kemiğe dayanmıştır.'
Kabadayıların
sevgilerini ifade ediş tarzında 'kaba'dayılık da vardır, zorbalık da ...
Hayatı
sahneler içinde geçen Nazım Güneş, Sadi Yaver'in Dümbüllü İsmail Efendi
kitabında bu görüşü doğrulayacak bilgiler verir:
"Efendim
bunlar (kantocular) sahnede seyirciye envai çeşit cilveler yaparlar, kaşgöz
oynatırlar, adeta 'oyundan sonra yanıma gel aslanım' gibilerinden işmarlarda
bulunurlardı. Bu kendilerine dikkati çekmek, beğendirip ilgi uyandırmak için
artistlerin dozunu kaçırmamak şartıyla her vakit yapmaya mecbur oldukları
şeylerdir. Mesela Peruz olsun, Şamram olsun, güzelliklerine güzel ... Onlar da
sahnede dikkati Üzerlerine çekecek hareketlerde bulunurlardı. Ama sınırlı bir
hava içinde. Cilveyi sanat haline getirmiş kadınlardı."
Aslında
bu tip hadiseler genel eğlence düzeni içinde yaşanıyordu. Özellikle Beyaz
Ruslar'ın akınına uğrayan İstanbul'da, eskinin geleneksel eğlence hayatı
dikkate değer bir değişime uğramıştı.
Kantocu
hanımların sayısız aşkları olduğu tabiidir. Bu yüzden birçok aile yuvasının
yıkıldığı hakkındaki rivayetleri Dümbüllü İsmail Efendi de doğrulamakla
beraber Peruz, Şamram ve diğerleri gibi ünlü kantocuların sahnedeki hafif ve
cilveli hareketleri dışında, özel hayatlarının gayet mazbut geçtiğini ve her
birinin yuva sahibi olduğunu, daha doğrusu yuva sahibi olmanın özlemi içinde
yaşadıklarını söylemektedir. Bazıları ilgi göstermese de kendilerinin arzu ve
inisiyatifleri dışında hayran ve sevda kitlesi oluşmuştur.
"Kantocu
Agavni bu kurbanlardan biridir. Anlatıldığına göre; Agavni devrin saraya mensup
paşalarından birine aşıkmış, paşa da ona tabi. Kadının ayrıca 'Mart Dokuzu'
adında bir de belalısı varmış. Bir Ramazan gecesi iki aşık da tiyatroya
gelmişler. Damat paşa sahneye bir çiçek demeti atınca, dan dan... Mart
Dokuzunun tabancasından çıkan iki kurşun sahnedeki kadıncağızı yere sermiş.
"
Sadi
Yaver Ataman'ın Dümbü/lü İsmail Efendi kitabındaki bu kanlı kanto hadisesini,
Dümbüllü'nün yakın sahne arkadaşı Hüseyin Erişen teyit etmez.
Gerekçesi
şöyledir:
"Galata
tiyatrolarında böyle hadiseler olurdu. Direklerarası'nda olmazdı. Çünkü
Şehzadebaşı tiyatrolarına ayak takımı pek gelmezdi."
Bu
anlatıma ekleyeceğimiz bir başka husus öldürülen ya da öldürüldüğü öne sürülen
bu Agavni'nin, sahnelerin en cüsseli kantocusu olan ve bu yüzden 'Fil Agavni'
lakabıyla tanınan kantocu olmadığıdır.
Bir
başka örnekle 'kanlı bıçaklı' hadiselerin daha çok Direklerarası dışında
yaşandığını görüyoruz.
Talimhane
Meydanı'nda kurulan çadır tiyatrolarının kantocusu Duruhi'nin Tarlabaşı'nda
yakılarak öldürülmesi gazetelere de aksetmişti. Duruhi, Di- reklerarası'nın
değil, Galata ve Beyoğlu çevresinin kantocusuydu.
Erişen,
bu tip sahnelerden söz ederken işin içinde saraylıların da olduğunu
belirtmektedir:
"Çoğunun
yavuklusu paşazade Saraya mensup varlıklı, hatırlı kimselerdi. Cilveyi de zaten
çoğu bunlar için yapardı. Adam zaten oraya içmeden sarhoş gelmiş, aşık, umutlu
da. Eee ... Yavuklusunun başkasına kaşgöz etmesi, cilvelenmesi onu çileden
çıkarmaya yeterli. Bunu kendisine hakaret sayıyor, iradesini de yitirince
çekiyor tabancayı ... Agavni'yi sahnede öldüren bu tip bir aşıktı. n
Kantocu
Rana Dilberyan'ı sahnede vuran kişi de 'aynı tip' olarak nitelenir. Arada
yaşanmış veya yaşanması muhtemel bir ilişki yoktur. Ama seyirci belki bir
övgünün nişanesi, belki bir beklentinin ifadesi olarak sahneye çiçek atacak,
kantocu da bu çiçeği bilerek ya da farkında olmadan çiğneyecektir. Erişen
örneklemeyi şöyle yapıyor:
"Vayy
... Bu bana büyük bir hakarettir diye çekmiş piştovu, veryansın etmiş, etmiş
ama bereket versin iyi tutturamamış. Yosma da hafif bir yara ile ölümden
kurtulmuş. Yara unutulup, heyecan durulunca güzel kadın yine sahneye çıkacak,
kantoculuğun havası olan cilveli bakışlarını, kalça ırgalamalarını, gerdan
kırıp göz süzmelerini sanatı uğruna olsa da sürdürecektir. Nitekim Rana
Dilberyan da bunu yapmaya devam etmiştir. Ta ki, alaza gençliğin kaynar kazanı
duruluncaya dek...•
Çingene
kantoları her daim alaka uyandıran bir türdü. Neredeyse her konuda tanzim
edilen kantolara baskın çıkardı.
Çingene
kantolarının ünlü isimleri arasında Peruz, Şamram, Büyük Amel- ya, Virjini,
Küçük Amelya ve Eleni başı çekerdi.
Kantocuların
seyirciyle kurduğu iletişimde aksesuar ve kostüm önemli yer tutardı. Sıradan
kantocuların bile bu unsurlarla dikkati çekmesi ve daha çok alkış mümkündü.
Çünkü seyirci bir tiyatro ortamında kıyafetinden hareketlerine kadar oyuncuları
alabildiğine renk içinde görmek istiyordu. Bu sebeple, tabire caizse etli butlu
ve o nispette fingirdek, işveli kantocular sahnedeyken müzik geri planda
kalıyordu.
Dekor
çingene hayatını temsil eder ve kantocu oba çingenesi kıyafetinde sahneye
çıkardı. Kantolar ise kıvrak oyun havaları ile beslenmişti. Ayvansa- ray ve
Sulukule çingenelerinin hareketli 'keriz' denilen fasıl repertuvarların- da bu
kantoların çoğu görülür.
Çingene
kantoları tekdüze bir hayatı dar kapsamda vermez. Kantolarda bu dünya çok geniş
olarak yer alır. Çingene dünyasının her kesimi kantolarla dile getirilir. Bu
dünyanın hoş sohbet, neşeli insanları bazen falcı, demirci ve çiçekçi olarak
takdim edilir.
'Bir
bakmışsınız gemide tayfa, bir bakmışsınız kalabalıkta bir çingene' diyen Ahmet
Rasim, sahnelerden bir de çingene kantosunu örnek olarak verir:[30]
"Ortaya
maskeli fakat arasına yapma güller takılı baş örtülü, kollarında sepet,
sırtlarında soluk mavi yeldirme olan kıpti karıları kıyafetli iki kadın atladı,
sepetleri bıraktılar. Saz bir anda coşarak;
Çeribaşının gelini
Çerkeye dayamış belini
Arap çıkarmış dilini
Korkarım ısıracak elimi
Ha! ha! ha! Maşallah ha ha ha inşallah
Anayisi, babayisi
Kavurması, kıvırması da çalka!
Ne ahenk! Ne raks...
Fakat salon boğazına Kadar dolu. En nihayet oynayan iki maskeli Sepetlerini
aldılar. Etvar-ı kıptıyane yürüyerek: -Falcı!... Falcı!
... Kokozlu falım var!
Narasını izdiham yarıp çıktılar.
"
Lavantacılarla,
labadacılarla renklenen sahnede çapkın beyler, can yakan dilberler kantolarla
dile getirilir. Çingene kantoları, her kesimin alakasına mazhar olduğundan
bütün sanatçıların repertuvarlarında yer almıştı.
'Çolak'
ya da 'Todi' adı verilen erkekler, 'Naile' veya 'Pembe' adlı çingene
güzellerine aşık olurdu. Çiçekçi ya da lavantacı kızların yer aldığı çingene
kantolarının değişik biçimlerini, başka bir mekan ve dekor içinde görmek
mümkündü. Daha çok tiyatroların kuruluş yıllarında moda olan aktrist-kan-
tocular türlü isimlerle 'çiçekçi kantoları' takdim etmişlerdi.
Eski
İstanbul'un 'ayak esnafı' ve satıcıları sadece rengarenk kılık ve kıyafetleriyle
değil, sesleri ile yaşamışlardı.
Ayak
esnafı ve satıcıların dil-işve zenginliği ile enginleşen nükteleri, sahne
kadar halk musikisine de girmişti. Esnaf ve satıcılar üzerine kantolar yazılıp
bestelenmişti. Kanto yıldızlarının, geçen asrın sonlarında, kitlenin esnaf
kesimine ağırlık vererek yönelmesi, çok sayıda kantonun ortaya çıkmasına neden
olmuştu. 'Orfeon Rekord'dan çıkan 'Dondurmacı' kantosu en çok benimsenen
kantolardan biri olmuştu.
'Dondurmam
şekerli kaymak / İnanmazsan tadına bak' diyen kantocu, 'Keten Helvacı'yı da
diğer kantolara nazaran başka bir 'ağız tadı' ile söyleyecekti. Dondurmaya ve
keten helvaya getirdiği biçimsel davranış, bir hayli etkileyiciydi.
Dondurmacı'da 'Çıtı pıtı beylere / Parasını almadan tattır- marn,' Keten
helvacı da 'Nane suyu, nane şeker / Benim canım seni çeker' sözleri uygun
hareketlerle seyirciyi tahrik edici biçimde söyleniyordu.
Peruz
'Mısırbuğdaycısı' kantosunu rasttan okuyor ve Reşat Ekrem Koçu'nun
"İstanbul'un bir sınıf uçarı halkı" diye tanımladığı kitlenin bu kantoyu
yıllarca terennüm etmesine yol açıyordu:16
"Sesim kısılıyor benim Sokak
sokak bağmrken Mısır buğday kıtır kıtır Taze pişmiş çıtır çıtır"
Ayak
satıcıları ve esnaf, kantolarda hep yiyecek ve içecek bölümünden alınmamıştır.
Güldürü unsuruna elverişli nice mesleğin kantosu yapılmıştır. Turşucudan
arabacıya, paçavracıdan Acem ve Yahudi satıcılarına kadar uzanan 'işkolu,'
kantocuların vazgeçemediği tür olmuştu ... Bu tür kantolarda kimi zaman
methiye öne çıkmaktadır:
"Ey Hüdai perverdigar Ademi
yoktan ider var Bu nimeti celilenin Bilmek gerekir kıymetin
Şanına layıktır paçavracı ismimiz
Çalışmaktır kesbimiz
Minnet idüp kimseye Asla aman dimeyiz.
"
(Kantocu Rozali/Rast)
Esnaf
takımı arasında 'Turşucular' da unutulmamıştır:
"Biber turşusu yaparım Sokakları
gezmek karım Lahana patlıcan katarım Domates salatalık satarım Lahana biber
turşusu Hani ya bunun ekşisi... "
Bileyciler,
leblebiciler, aşçılar, berberler, tellaklar, basmacılar, balıkçılar, börekçi ve
çörekçiler, ciğerciler, paçacılar, çıracı ve çiçekçilerden arabacı-
16. İstanbul
Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Kocu, İkinci cilt, Fasikül 18. lara kadar uzanan ve
saymakla bitmeyecek kadar çoktur kantolarda meslek erbabı ...
Diyor
ki Reşat Ekrem Koçu:
"Eski
tuluat tiyatrolarının seyircileri arasında hovardalıkları ile tanınmış İstanbul
arabacılarını hoşnut etmek için tanzim edilmiş arabacı kantoları, bilhassa sevdalısı
arabacı kabadayılardan olan kızlar tarafından okunur ve coşkun bir fori ile
karşılanırdı."
Kayıkla
gitmeyiniz
Kağıthane
sefası üzerine söylenen bu kantoda, eğlence alanına gidiş için, 'arabacı'
tercihi yapılmakta ve kayıkçı yerine de arabacı önerilmektedir.
Arabacılar
ve diğer meslek erbabı bu kantolarla övülmekte kimbilir kantoya bir çeşit
'pazar' yaratılmaktadır:
'Bizim
çayır boştur / Beni çayıra koştur / Ne güzel eğleniştir / Cana safa veriştir.'
Kanto ile arabacılar hoşnut edilmektedir ama kayıkçıların kızması da başka
övücü bir kanto ile önlenmektedir.
Düetto,
kantoların iki kişinin müzikli bir oyunu şeklinde sahneye kon- masıydı.
Rengarenk bir sahne, cıvıl cıvıl iki kantocu karşılıklı tartışma içine girerdi.
Seyirlik unsuru çok olan düettolarla, kanto dünyasının en renkli bölümü
oluşmuştu.1
Düettoya
çoğunlukla iki kadın çıkardı. Ama bazen Yervart-Eleni'de olduğu gibi biri erkek
olabilirdi. Kantocuların Küçük Amelya gibi erkek kılığında dü- ettoya çıkması
seyirciye hayli çarpıcı gelirdi.
Düetto
güldürür, fazla atışmalarla dolu olduğu gibi alaycı ve övücü de olabilir.
Mesela Luçika ile Virjini'nin rast düettosunda kocalar, 'Bulunmaz Hint
Kumaşı'dır. Todori ile Küçük Amelya'nın karciğar düettosu erkekle kadın
arasındaki 'aşki bir durum'u yansıtır.
Kızın
adı diğer çingene kantolarında olduğu gibi Penbe'dir. Kağıthane'de raks eden
Penbe (Pembe değil) Çolak adındaki gence fazla yüz vermez ve:
'Aman
Çolak çatma bana / Benim gönlüm olmaz sana' der.
Bir
başka düettoda Madam Eleni ile Yervart Efendi de, çarpan bir yüreğin sesini
duyururlar. Düettonun adı 'Tiktak' olup, Eleni aldatılmış bir kadının
17.
Eski
İstanbul'da Muhabbet, Ergun Hiçyılmaz, Cep Kitapları, 1995. hissiyatını ifade
eder:
'Merhametsiz
bi vefa / Aldattın beni nayfa. ’
Peruz'la
Şamram'ı Hicaz düettosunda bir arada görmek mümkündür. Burada da çingenenin
adı Pembe'dir. Düetto çingene dünyasından bir kesit verir. Peruz düettoda
Şamram'ın deyimi ile 'Güzel Beyaz'dır. Peşinde küçük beylerin dolaştığı kadife
cepken giyen Peruz, ızgara maşa yapan Şamram'la kapışır.
Ancak
kim kimden üstündür?
Kanto
dünyasının onca yıldızı arasından birini seçmenin çeşitli güçlükleri vardır.
Çeşitli unsurları birleştiren kantonun sadece ses olarak ele alınması mümkün
değildir. Ama kimin ünlü olduğu sorulursa, hem yaşadığı hayatın rengi, hem de
bir döneme adını vermesi ile Peruz,,bu dünyanın bir numarasıdır. Şamram
Hanım'ı ikinci sıraya koyar, Virjini ve Kamelya'yı üçüncülük kürsüsüne
çıkarabiliriz.
Küçük
Virjini, Rozika, Eleni, Viktorya, Mari, Luçika ve Tereza diğer önemli isimler
arasında gösterilir.
Sahne
ve taş plakların dışında müziğin kitleye ulaşmasında 'Şarkı Mecmuaları' köprü
teşkil etmişti. Plak döneminin bitimine kadar ilgi alanı geniş olan bu şarkı
mecmuaları, Şamlı İskender Kutmani gibi İstanbul'un belli başlı notacıları
tarafından yayınlanırdı. Son döneme kadar seyyar şarkıcılar, güfte içeren
yayınları, müzik aleti olmadan söylemek suretiyle satıyorlardı.
Son
ve Nadide Şarkılar ya da En Son Şarkılar gibi isimler taşıyan bu yayınların
içinde Ermeni harfleriyle Türkçe basılmış şarkı ve kanto mecmuları da vardı.18
Ermeni
harfleriyle Türkçe basılan Yeni Şarkılar ve Yeni Yeni Kantoları neşreden
istanbul'un en önemli kitapçılarından Garbis H. Balamudyan'dır. Garbis
Efendi'den sonra, büyük kardeşi Misak ve yeğeni Jan Jak Balamu- doğlu ile 1960
sonlarına kadar yaşatılan Zaman Kitabevi 1897'de kurulmuştu. Adı geçen
mecmuada biri Arapça olan on üç kanto, üç düetto ve çeşitli makamlarda on beş
şarkı ile bir de Eğin Türküsü vardır.
Mecmuada,
Eleni Hanım'ın dışında Verjin Hanım'ın 'Yeni Bülbül' ile 'Kelebek' kantoları da
bulunmaktadır. Şarkı ve kantoları da olan Udi Abdullah'ın yanı sıra Komik
Hasan Efendi'nin 'Çingene Kantosu'nu da bu mecmuada görmemiz mümkün oluyor.
Nadir kantolara Eleni ile Aşod Efendi'nin düettosunu, Peruz'un (Terzakyan)
Trompet, Minyon Verjin'in Çoban, Abdullah Zühtü'nün Yandım Aman kantolarını
örnek verebiliriz.
18. Turgut
Kut, Müteferrika Kitabiyat Dergisi, Yıl 1993, Sayı 1.
Bir başka mecmua ise Güldeste-i Musiki
yahut Kantolar ve Şarkılar Mec- muası'dır.19
Mecmuada
üç kanto yer almaktadır. 'Aynalı Pembe' adına yapılan kanto, sözleri itibarıyla
hayli ilginçtir:
UAynalı Pembe derler bana
Hayde de bakalım hayde (Hayda) Geriz
atalım (göbek atalım) hayde Yeni yeni şarkılar ne na nay tım tım Kara gözlü
yosmalar ne na ne na na Güzelim var söyleyecek ne na na ne na na Ah aman of...
Yar üstüne yar sevmek Hata diyelim mi
canım Hayde bakalım hayde Geriz atalım hayde"
Neşe-i
Dil yahut Nevasul Şarkı Mecmuası, en kapsamlı yayınlar arasında olup dört yüz
on şarkıdan kırk üçünü kantolar kapsar.20
Piyasa
udilerinden Şnork Efendi ile Anuş Hanım'ın 'Neva' kantoları ise Yeni Şarkı ve
Kantolar Mecmuası'nda yayınlanmış, 'Nisahat Destanı,' 'Gazeller ve Saire'de 37
kanto ile birlikte yer almıştı.
Sadece
kaybolan Direklerarası değildi elbette. Kadıköy Papazın Bahçe- si'nden Üsküdar
Tophanelioğlu'na, Millet Bahçesi'nden Adalar'a, Göksu'dan Makriköy'e
(Bakırköy) uzanan kantolu sahnelerin önce dekorları, ardından da mekanları
uçup gidecekti.
Direklerarası
ilk ciddi sarsıntıyı Meşrutiyet sonrası geçirmiş ve 1910'da tarihi direkleri
yıkılmıştı.
Yol
eski güzelliğini ve mimari görünüşünü yitirmişti.
Direklerarası'ndan
tramvay geçmişti...
Buna
rağmen yine de insanlarını çağıran ve direnen bir taraf olmalı ki, geleneği
oyunlarla yaşatmaya çalışacaktı.
Direklerarası
giderek kendi dramını seyretmeye başlamıştı. 1919'da Beyaz Ruslar'ın sığınma
olayında, onların yaşadığı sefalet kadar İstanbul gecelerinin yaşadığı dram da
önem taşıyordu. Kendi dünyası içindeki Der- [31] [32]
saadet, yokluğun ve çaresizliğin kamplarından sokak köşelerine, otellerden
gazinolara sürüklediği onbinlerle tanışacaktı.21
Getirdikleri
yaşama biçimi içinde 'gece hayatı' da önem yer tutuyordu.
Gazetelerde
değişik ve alışılmamış eğlence ilanları vardı.
"Rus
matmazelleri tarafından güreş, 9 kısımdan mürekkep, fiyatlar 15 kuruş. "
Nasıl
güreştikleri önemli değildi. Bazıları için kantonun nasıl söylendiğinin önemli
ol mayısı gibi...
Güzel
ve oynak vücutlu, aynı zamanda kıvrak ve kolay elde edileceği intibaını
bırakan sarışın ve mavi gözlü kadınlar her tarafı sarmıştı.
İstanbul
ekabiri artık Direklerarası'nın dışındaki bu eğlence dünyasına yönelmişti.
Meddah Sururi Direklerarası'na elveda demiş ve Divanyolu'ndaki Dıyaribekir
Kıraathanesi'nin yolunu tutmuştu. Karagözcüler mahalle kahvesine, ünlü
komikler Kadıköy'e taşınmışlardı.
Sadece
Komik-i Şehir Naşit Bey direniyordu.
Milli,
'Milli' olmaktan çıkmış, ince ten fanilalar içindeki cambaz kızlara sahnelerini
açmıştı. İthal anlayışla sadece iç değil, dış giyim de değişecek ve çarşaflara
yırtmaç yapılacaktı:
"Yandan yırtmaç çarşaflar
Görünüyor tombul bacaklar
Kapayın şeytan postallar İmreniyor
gören esnaflar"
Bu
tarz söylemler dönemi yeterince aksettiriyordu.
Sadece
Direklerarası kaybolmuyor, toplumsal değerler de yok oluyordu. Mekanlarla
birlikte o mekanların sanatçıları da bu 'sosyal darbe'den nasibini alacaktı.
Uyuşturucu
kol geziyordu ve sahneden içeri de girecekti. İlk Müslüman Türk kadın oyuncusu
kabul edilen Afife Jale ilk kurban olmuştu. Afife Jale Akıl Hastanesi
hücresinde duvarları tırnaklarıyla kazıya kazıya ölürken toplum ve sanat
çevresi 'iane"nin dışında, sessiz kalacaktı.
Bırakın
sanatçı dayanışmasını, insani olgular birer birer ölüyordu. Tıpkı açlık ve
yokluğun alkol ve uyuşturucuya yönelttiği diğer sanatçıların ölüme
terkedilişleri ile Dersaadet bir 'Facia-ı Dram' sahneliyordu.
Tek
başına tiyatro kabul edilen ve hayatını sahneye verenler de bodrum köşelerinde
ve turnelerin soğuk gecelerinde ölüp gideceklerdi. Bazıları hemen ölecek kadar
şanslıydı, çünkü sürünmemişlerdi.22
21.
Beyaz Ruslar,
Berat Günçıkan, Orion Yayınları.
22.
Beni Toprağıma
Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar, 1996.
Kimileri
bu acıyı yıllar sonrasına taşıyıp, 'Othello Kamil' gibi bedenin her uzvunu
yavaş yavaş kaybedecekti. Sahneden sahneye koşan Kamil Bey koşamamıştı, çünkü
ayakları kesilmişti. Örnekler bir zamanlar beraberce sahneye çıkanların, yine
ayaklarına taş bağlayıp yine beraberce intihar etmesine kadar uzayıp
gidiyordu.
Şamram'lar,
Virjin'ler ile Amelya'ların geçkin ve tombul dünyasının yerini ince
varyeteciler almıştı.
Cazbant
müzik aletlerini, perdeciler dekorlarını, kantocular da valizlerini topluyordu.
Geride ise birkaç hatıra ve albümden başka bir şey kalmayacaktı.
Kanto
susmuştu... Cazbant susmuştu ...
Direklerarası
eğlencehanelerinin kapı önlerini şenlendiren ve tam manasıyla müzikle
cazgırlık yapan davullar, trombon Arap Basri, Klarnetçi Lüfer Mehmet ve Kambur
Rıfat, Davulcu Hakkı, Zurnacı Salih susmuştu, nefesleri kesilmişti.
Bir
zamanlar kantonun sesini yükseltenler, kanto nağmeleri ile İstanbul'u sarsan
dilberler gibi onlar da susmuştu.
Oysa
Şehzadebaşı'nın Ferah Tiyatrosu'nda şark sahnesinde müziğin yüksek mertebesine
erişmiş 'hoca'lar da çalıyordu.
Aksaray'lı
trompetçi Küçük Hayri, Saffet Bey, klarnetçi Hayri Bey, büyük usta Yanki Bey'in
talebeleriydi.23
Trompetçi
Arap Recep, klarnetçi Girit'li Ahmedaki, trompetçi İzmir'li Hakkı, flütçü
Hasan Bey de Şehir Bandosu'nun mümtaz simalarıydı. Trompetçi Hikmet ve Hayri
ile Kurt Ömer yavaş yavaş müzik aletlerini topluyordu.
Sahne
ışıkları sönmüş, kanto dünyası da kararmıştı.
Sonrasında
31 kısım filmlerin dünyası ile tiyatrolardan sinemaya dönüşen Şehzadebaşı
alanı, ta Vezneciler'den Saraçhane'ye kadar yoksul ve harabe görüntüsüne
kavuşacaktı ...
Kereste
depoları, pasajları ve işportacıları ile Direklerarası yürekler acısı
olmuştu...
Perde
kapanmış, oyun bitmişti. ..
Kanto
da mekan kadar seyirci ve dinleyici arıyordu.
1930'1arın
sahneleri, öncesinin Ferah'ı gibi değildi. Tiyatrolar hem mekan
biçimselliğinde hem de sahneleme özünde farklılığa uğramışlardı.24
Ferah
Muhallebicisi'nin yanındaki 38 numaradaki tiyatro binasının cephe-
23.
Tevfik Yener,
Perde Arkası, Sabah gazetesi yazıları, 1998.
24.
Necdet
Sakaoğlu, İstanbul, Üç Aylık Dergi, Ocak 1999.
sini
görkemli panolar süslemişti. Panolarda dansedenler çıplaktı. Tıpkı,
'Beynelminel Varyeteler'in programlarına çıkan 'Avrupalı Artizler'lerin çıplak
oluşu gibi... Binanin özellikle çati katınin neredeyse dökülecek halde eski
oluşu kimseyi ilgilendirmiyordu.
Tiyatro
eski ama program yeniydi.
Bu
görünüş içinde kantocuların yerlerini 'Beynelminel' ya da arz-ı ulusal
varyetecelere terketmeleri mukadderdi. Ve böylece zaman içinde kanto dünyasi
Anadolu'ya açılacakti. Tiyatrolar kumpanyalara bölünmüş, dönemin çok çok ünlü
tiyatro oyunculari bile kantoya çıkmışlardi.
Eski
kantocuların kantoya zorunlu sarilişı ile, çadir tiyatrolarinda bu ateş bir
süre daha yanik kalacakti.
Ama
'ateş düştüğü yeri yakardi' ve asır öncesi Aesilden nesile seyirciyi ya- kip
kavuran kanto artik kendini yakiyordu. Renkler kim zaman şatafatlı, kimi zaman
solgundu. Cumhuriyet döneminde ise bir parlayip bir sönecekti.
1940'a
kadar yine seyirci bulan, kimi zaman kumpanya ile Anadolu'yu dolaşan, kimi
zaman İstanbul başta olmak üzere kent tiyatrolarınin oyunlarında bir sahnelik
yer bulan kantonun ateşini hep 'eski'ler yanik tutmuştu.
Osmanli
ile Cumhuriyet arasinda kalmak ve zamana ayak uyduramamak sadece geçkin kantocular
için söz konusu değildi. Sahne anlayışi, seyirci anlayişi ile değişmiş ve
'Jardenlerde gezerim' diye başlayan 'Matmazel ve Mösyö'lü kantolar
repertuvardan, kilolu kantocular da çaptan düşmüştü.
Bisiklet
mucize buluş olmaktan çıktıği için 'velesbit'li kantolar da yoldan çıkacak ve
otomobilli dünya, 'arabalı' kantolara yol vermeyecektir.
Değişen
sadece sahne anlayışı değildir ve kostüm farklılığa uğrasa bile beden artık hiç
değişmeyecektir. Seyirci her yönden kendi anlayışı içinde 'kalite'aramakta, özellikle
bu kalite kent alanlarında 'bedensel bakış'da yoğunlaşmaktadır.
Kanto
artıl.; kentlerde 'tek başına' değildir veya oyun içinde eritilmekte ya da eski
özelliğine binaen zaman zaman hatırlanmaktadır.
Kanto
dünyasının zorunlu Anadolu göçü işte bu sebepten dolayı başlamış ve
kumpanyaların programlarındaki yerini 'hatıra binaen' almıştı. Eskinin hakiki
kantocuları ile sahneye yıllarını vermiş oyuncuları, büyük afişlerden kumpanya
ilanlarına düşmüşlerdi. Artık 'hususi sıra' ve 'loca" yoktur, artık sahneye
atılan çiçekler de solmuştur
Meşrutiyet
döneminde azınlık mensubu şarkıcıların sahnede kıvrak hareketlerle, dansı öne
alan ve kimilerince 'açık saçık' bulunan kantolar, ilk normal seyrini takip
ettikten sonra değişime uğramıştı.
1960'1arın
Ramazan gösterileri ile gündeme gelen kanto hayatı, tiyatrolarda yer bulmaya
yine devam ediyor, çoğunlukla birlik ve kurumların özel ilgisi ile
yaşatılıyordu.
O
yıllarda Altınyurt Kulübü'nün düzenlediği Ramazan eğlenceleri ilanında, amaç
şöyle ifade edilmişti:
"Sayın
misafirlerimiz. Bu yıl sizlere Ramazan eğlenceleri programının dördüncüsünü
sunuyoruz. Amacımız sizlere eski Ramazan gecelerini yaşatmak, dolayısıyla
birkaç saat hoş vakit geçirmenizi sağlamaktır. Programımız iki bölüme
ayrılmıştır. Birinci bölümde kantolar, ikinci bölümde Musa- hipzade'nin oyunu
sunulmaktadır. "
Ekibin
tamamen amatörlerden kurulu olduğu belirtilen ilanda yardımları için teşekkür
edilen isimlerin başında Enise Can, Fulya Akaydın gibi sanatçılar
bulnmaktadır.
Programın
Kantolar bölümünde şu isimler yer almaktadır. (1967)
"Gülistan: Nuray Dinçer,
Bebeciğim: Erdal Şenol, Bana Zevzek Hoppa Derler: Ezel Denizolgun, Hovarda:
Ünvan Pepemehmet, Kayseri Kanto: Gülay ve Fahir Güneri, Sarhoş Rasih: Vedat
Manuysal, Elmalı: Muhittin Yavaş, Ağzıburun Ufacık: Yılmaz Yükler, Köşebaşı:
Gülay Güneri, Bak Şu Kızın Fidan Boyuna: Hikmet Okçu, Çoban Kanto: Nuray
Dinçer, Erdal Şenol, Vedat Manuysal, Dünyaya Geldim Gülmek İçin: Fezal
Denizolgun, Çık Güzelim Pencereye; Hikmet Okçu ... " .
Eskinin
yaşatılması konusunda Enise Can, Fulya Akaydın gibi sanatçıların verdiği
sevgiye dayalı destekle 'müzikli sahneler' amatör anlayışla bir 'perdee'
diyordu.
Nurhan
Damcıoğlu Türk tiyatrosunun rahle-i tedrisinden geçmiş bir oyuncusu olarak
yıllarını kantoya veriyor ve ifade etmek gerekir, eskinin onca kantocusundan
daha başarılı oluyordu. Kantonun taş plaklardan sonra 45'1ik ve uzun çalara
dönmesi belki de bir hasretin ifadesiydi. Dinleyicinin eski hastalığı
nüksetmişti.
Altan
Karındaş, Seden Kızıltunç, Oya Alasya, Ayben Erman, Meral Küçü- kerol, Can
Birim ve Seyfi Dursunoğlu bu yönde çabalar vermişti. Nurhan Damcıoğlu'nun
plaklarında eski kantoların sesi, sahnesinde ise kantocuların bir hayli latif
ve cezbedici bedeni vardı. Kantoyu özümsemiş ve sahnesine oyun gücü
getirmişti. Beden ritmi ile kanto ritmi uygunluk arzediyor, üstelik o çok
tenkid edilen dil hatalarına düşmüyordu.
Damcıoğlu
uzunçalarında Ben Kalender Meşrebim, Dingala, Fındık Kurdu, Yangın Var ve
Çingeneler gibi kanto örnekleri vardı.25
25. Balet
LBA 195, Derleyen Fehmi Ege, Yöneten: N. Demirci.
Seyfi
Dursunoğlu (Huysuz Virjin) sahneye sadece 'Virjin' adını değil, ekran
programlarına kantoyu da taşıyacaktı. Sahneyi onca yıl özümseyen Dur-
sunoğlu'nun özellikle 'yoldan çıkmış kanto'da son derece başarılı olduğunu ve
dönemin Galatalı oyuncusunu çok iyi uyarlamasına 'Katina' veya 'Daktilo'
kantolarını misal olarak verebiliriz.
Eski
Sosyal Sigorta Kurumu Memuru Seyfi Dursunoğlu 1977'de kendisi ile yapılan bir
röportajda 'kantoyu şimdi de bir erkek yeniden sahneye getiriyor' şeklinde
tanıtmıştı.26
"Beylerbeyi
Kültür Cemiyeti'nde amatör olarak sahneye çıktığım zaman bakan da gelip görmüş,
bir şey söylemedi. Kantolar, düettolar yapardık. Arkadaşlarımın her birine
kişisel özelliklerine göre isimler vermiştik. Birimizin adı Peruz'du. Benim ki
Virjin. Dostlar beni biraz4itiz ve huysuz bulurlar. O münasebetle çekinmeden
'Huysuz Virjin' diye anons etmişlerdi."
Seyfi
Dursunoğlu, kantoya çıkmadan önce yaşlı kişilerle konuşup, kıdemli sahne
sanatçılarıyla görüşüp eski kantoyu sormuştu:
"Bu
arada Niko ve Amelya gibi bu sanatla doğrudan temasa geçmiş kimseleri tanıdım.
Kantocunun okuyuş tavrı ve uslübu hakkında bilgi edindim. Şimdi oldukça zengin
bir repertuvarım var. Kadın görünümünde bir erkek olarak sahneye çıkışım ayrıca
ilgi görüyor... "
Murat
Belge'nin 'Seveni çok olduğu zamanlarda da ciddiye alınmamıştı' yorumu, müziğin
çok hafife alınıp alınmamasını akla getiriyor. Önce sahne, sonra plaklarda
bedensel işlevin ön plana geçmesi ve parçanın taklit, güldürü ya da sulu
fantazi ile bezendirilmesi, doğal olarak sıradan bir icrayı ele alıyordu. Bir
başka deyişle kantonun hafife alındığını gösteren çok örnek olacaktı. Belge,
kantoyu Türkiye'nin kültürel tarihinde popüler sanatın ilk ürünleri olarak
tanımlar:27
"Özellikle
popüler diyorum. Folk anlamında halk sanatı dememek için. Bu ikincisinin çok
örneklerini biliyoruz hepimiz; ama kentleşmiş bir toplumda bu tür sanatın artık
dinamik bir müzik için yeterli olmadığını da kavramamız gerekiyor. "
Doğrudur,
folk anlamında 'halk sanatı' değildi ama sadece oluşup geliştiği zamanda
değil, Cumhuriyet döneminde de yine halk adına, halk için yapılıyor ve
günümüzün yaklaşımı ile 'halk böyle istiyor' diye piyasaya sürülüyordu. Hem
sahnede, hem 78'1iklerde yaşayan bu durum, sosyal değişimin sonucu değildi.
Kitlenin değişim heyecanından yararlanmaka suretiyle kadının kullanılması ön
plana alınmış ve doğal olarak da müziğin icrası değil, bedenin icrası söz
konusu olmuştu. Plaklarda kadın görünmüyor ama icrada alabildiğine ortaya
çıkıyordu. Önde olan müzik değil kadındı.
26. Hayat
Dergisi, Hikmet Münir Ebcioğlu, Sayı 13, Mart 1977.
27. Tarihten
Güncelliğe, Murat Belge, İletişim Yayınları, 1997.
BÖLÜM 2
Kanto
Yıldızları
Fasulyacıyan
ile Benliyan'ın Büyük Dram Kumpanyası'nda henüz boy vermemiş bir fidandır
Virjini.
Küçük
bir rolle büyümeye çalışan ve henüz kanto ile tanışmayan Virjini bir yıl
çalıştıktan sonra rağbetin kaynağını keşfetmiştir. Ama bu keşfinde ne teşvik
edeni, ne de öğreteni vardır.
Sahneyi
kaplamış ve halkın sevgisine mazhar olmuşların yanında tecrübesiz bir ismin
kantoya çıkması pek kolay olmasa gerek.
'Minyon'un
bu noktada takdir edilecek tarafı bilgisi kadar azmi ve hırsıdır. Peruz'u ve
Eleni'li bir dünyada üstelik Şehzadebaşı'nda kantoya çıkmak, 1950'1erin
radyosuna çıkmak kadar zordur.
Fasulyacıyan
Kumpanyası'ndan ayrılalı bir ay olmuş ama sahneye ilk çıktığında kantosuna
fevkalade oyunlar katmıştır. Farklı oyunu, çapkın ama aynı zamanda delişmen
tavrı ile Şehzadebaşı'nda hengame koparmıştır.
"Hiçbir
zaman sahneden korkmadım. Eskiden kanto söyleyen kadınların hafiyelerinden,
tulumbacılardan, mavnacılardan, köprü altı bıçkınlarından, kahveci çıraklar
kadar mektepli efendi ve gözü açılmamış mirasyedilerden velhasıl her çeşit
insandan sevdazadeleri vardı. Kız kantoya çıkıp da nazlı nazlı kantosunu
söylemeye, kıvıra kıvıra oynamaya başladı mı hepsinin ağzının suyu akar ve
ondan bir iltifat bakışı dilenirdi. Bir gülüşe, bir iltifata nail olamayan
bazen üstünü başını paralardı. Sahneye tabanca sıkıp, bıçak atanlar bile
vardı."[33]
Ahmet
Rasim, sahneye dönük yazılarında başka kantocuları diline dolayıp bedensel
tetkik de yapar. Darvin'den söz ettikten sonra şöyle diyecektir:
"Hayır.
İnsan maymunlardan azma değildir. Maymunlar insandan azmadır. İşte Sahne-i
Alem hakikaten eğlenceli. Peruz Hanım'la Vir... Virr... Virjin-i Minyon
Hanım'ın düette tarzında okudukları şarkılar bahusus... (kimsenin hatırı
kalmasın, benim bir münasebetim yok ha!)
Sahne-i
Alem'deki bir geceyi tarifinde ise hem salon hem de kişiler vardır.
Sigara
dumanları top top olarak büküle büküle harice akıyor. Sahnenin ön tarafı
firdolayı memeli, banklar hıncahınç, yukarıdan bakılınca gelincik tarlasında
beş on dal papatya bitmişe benziyor. Muhtelif muhtelif sesler.
-
Bu gece Minyon Virjini de var.
- Sahi mi! -
Ma
parol! Sabahtan ilanı vardı ... Bak! Bak! 6 numaraya muharrirler de gelmiş...
Çın
Çın? Perde açılacak.
Ah
kantocular! İşte Minyon Virjini... Aman ne minyon!"
Ahmet
Rasim, kantocuyu 'süzgün gözleri, buruşuk saçları pudralı yanakları ve hafif
gerdanı' ile tarif eder. Minyon'a bakışında bedenin beyazlığı da vardır:
"Bütün
nasiyesi kireç ocaklarının zemin-i sefidini andırıyor. O kollar gah kalbe, gah
sineye dokunuyor.
Bu
kavuniçi fistanlı kim? Peruz Hanım mı, şimdi Minyon'la beraber düet- toya
çıkacak! İncesaz kıpırdıyor.
'Ben
halimi arz eyledim a güzel sana
Ey
aşıklar himmet edin ram olsun sana'
diyorlar,
fakat Minyon'un vakti mi var? Hepimizin elinden alıyor:
'Kendi
halimde gezerken divane oldum
A
benim tombul çobanım sana kul oldum'
diye
vuslat oluyor. "
Münir
Süleyman Çapanoğlu'nun konuyla ilgili olarak yazdıklarında hem kanto hem de
Minyon'un dünyasına açılan çok pencere buluruz:
"Benim
çocukluğumda allı morlu bürümcük elbiseler, sarı kırmızı ve beyaz renkli
pullarla iri iri güller işlenmiş, bol etekli fistanlar giyen bir takım Rum ve
Ermeni kızları vardı. Bağlarbaşı, Kuşdili gibi tiyatrolarda, Şehzade- başı
sahnelerinde kantolar söyleyerek göbek atarlar, ayak oyunları, çiftetelli
oynarlardı."
Çapanoğlu'nun
sözünü ettiği kantonun en basit takımıdır. Beste ve güfte itibarıyla hiç değeri
olmayan bu kantolarda dinlenen değil, görülen beden önem taşırdı. Güzel göğsü,
geniş kalçası ve nihayet iyi göbek atışı ile salonu inim inim inleten kadınlar
için kanto bir çeşit kurtarıcı olmuştu. Sahneler, Minyon'undan delişmenine
kadar yeni yıldızların arayışı içindeydi.
Peruz
yaşlanmış, Şamram kulislerde dolaşır olmuştu. Elle tutulacak hakiki bir
kantocu da parmakla gösterilecek kadar azdı. İşte bu sırada sahneye çıkmak
cesaret istiyordu.
"Jardenlerde
gezerim / Muzikayı dinlerim / Nerede bir şık bey görsem / Ona ben göz
ederim."
Nağmesi
tatlı, işvesi ballı, bakışı da can alıcıydı. Fevkalade etkili göz sü- züşü ile
çıkar ve öbürlerinden farklı ve adabın sınırlarını zorlamayan 'be- den'i
hareketlerine başlardı.
Bir
bacağını havaya kaldırıp döndürür, daha sonra tempo haline dönüşecek olan
fısıltılar ve tepinmeler başlardı. Islıklar ve arkası kesilmeyen alkışlardan
sonra sıra pek revaçta olan kantoya gelirdi.
"Mısırımı
kavururken / Dumanını savururken / Ayaklarım yoruluyor / Sokak sokak
dolaşırken. n
Çapanoğlu
Minyon için şöyle bir final yapar: 29
"Yıllar
ewel onu alkışlayan ellerimle, onun romatizmalı ellerini tuttuğum zaman, çapkın
bakışlı Minyon'un ewelki gülüşlerini hatırladım ve hemen yüzüne baktım: Cami
yıkılmıştı fakat mihrap yerindeydi."
İfade
gayet açık ve manidar. Yaşlıyken bile çarpıcı ve güzel olduğunu anlıyoruz.
Minyon
iltifatlara, alkışlara ve sevgiye mazhar olmanın mutluluğunu yaşamıştır. Ama
yaşadıkları içinde dikkate değer olaylar da vardır. Bütün misallerini
görmüştür, hayatın...
Kendi
İfadesi ile 'tatlı' olarak nitelediği bazı ta;;ıruzlara da uğramıştır.
"Uğradığım
taaruzlar daima tatlı taaruzlardı. Tabanca yerine arabama şekerleme kutuları,
ipekli mendiller atıldı. Benden önce Eleni ile Amelya'ya birkaç kere bıçakla
taaruz edilmiş ve burunları kesilmek istenmiş idi. Fakat benim başımdan böyle
bir hadise geçmemiştir. "
Virjini
bunları yaşamamıştır ama yanlış anlama ile hapsi de boylamıştır. Abdülhamid
döneminde komitacılık yüzünden Zaptiye Nezareti de tedbirleri arttırmış ama
bazen dozu da kaçırmıştır.
Virjini'nin
başı derde bir şarkının sözlerinden girmiştir.
•Hay
nare nare nare / Başımız yandı nare..."
Nezaret
mensuplarından İncirliköylü Ali Bey tarafından daireye götürülen Minyon
Virjini, kadınlar tarafında bir gece misafir edildikten sonra bırakılmıştır.
Minyon
bir süre sonra neden gözaltına alındığını öğrenecektir. Jurnal, kantodaki
kelimelerden dolayı yapılmıştır. 'Hay' kelimesi Ermenice 'Ermeni,' Nar ise
Arapça'da 'Ateş' demektir.
29.
Hafta Dergisi, Eylül 1935, Sayı 78.
Bu
sözler Yıldız'a oır 'hayli manalı' gelmiştir.
Minyon
Virjini renkli hayatını kimseye muhtaç olmadan sürdürmüştü. Şiş- li'de ki
evinin kirası ile yaşamıştı. Hiç kimsesi yoktu ve var olan sadece hatıralarıydı.
Hayatta kimsesi olup olmadığına dair sorulan bir soruya verdiği cevap kantodan
çok dostlardan çekmiş bir insanın cevabıdır:
'Çok
şükür düşmanlarım yok.'
Eski
İstanbul çapkınlarını deli divane edip birbirine katan, kattığı yetmiyormuş
gibi vuruşturan Peruz Terzakyan...
İsmail
Dümbüllü Peruz'u zamanın 'en birinci' kantocusu sayar ve 'hem beste yapar, hem
de güftelerini kendisi yazardı' diyerek Şamram Hanım'la Peruz'un hala çocukları
olduğunu teyit eder. Nuhbe-i Elhan Mecmuası'nda- ki 89 nota içinde Peruz'a ait
12 kanto, Dümbüllü'nün sözlerinin bir belgesi gibidir:
'Hicran,'
'Kekeleme,' 'Pencereden Gördüm Ayı,' 'Sevda Pazarında,' 'Köylü,' 'Ah Ninem Bir
Gelin Olsam,' 'Aman Dostlar Bakın Yavuklum Ne Dedi?,' 'Vay Vay Bir Dilbere
Vuruldum,' 'On Yedi Tek Düz Rakı İçtim,' 'Kalbi Sevdazadeler,' 'Kara Kaşlı
Penbe Geldi,' 'Keriz' (Şamram'la) ve 'Çoban Düettosu' ...
Peruz'un
musiki bildiğini, kantolarını bestelediğini Nazım Güneş de öne sürmekte ve onu
'afeti devran' olarak nitelemektedir.
'Davudiye
yakın, muhrik (yanık) bir sesi vardı. Tombulca, sütbeyazı tenli, alımlı bir
kadın güzeliydi. Peruz namuslu bir kadındı. Öyle seyirciye, şuna buna pas
vermezdi. Ama onunda bir yavuklusu vardı. Ayvansaray'lı bir delikanlı,
sonradan hamal kahyalığı yapmıştı. Peruz öyle paraya pula gönül kaptıranlardan
değildir.'
Reşat
Ekrem Koçu Tercüman gazetesinde 'Gün İçinde Tarih' sütununda bu sevdaya şu
satırları düşmüştü:
"Asrımız
başlarının namlı kantocularından bir Peruz Hanım vardır. Ayvan- saray'da
kalafat yerinde amele ve o semtin yangın tulumbacı uşaklarından, gayet esıner
oluşundan kinaye (Çingene Cevdet) diye anılmış bir kopuğa aşık olmuş. Meşhur
tulumbacı kantosunu o kara oğlan tiyatroya geldiği akşamlar yalnız onun
şanında okurmuş. İşte o kantonun son nağmeleri:
Yangın var... Yangın var... Nerede?
Kıztaşı'nda... Kıztaşı'nda gönül
evinde
Yangın var... Yangın var... Nerede?
Ayvansaray'da kalafat yerinde ... "
Cevdet
Ayvansaray'lı... Bir ekleme daha yapalım. Peruz'un evlerinden biri de o
sıralarda Ayvansaray'da bulunuyordu.
Yani
'gönül yangını'na her şey müsait... Tutuşan mekan da, söndürecek tulumbacı da
aynı semtte ...
Nazım
Güneş (Paşa) Peruz'un sahnesine avuç avuç para atıldığını ama onun paralara yan
gözle bakmadığını, perdecilere toplatıp önündeki çalgıcılara attırdığını ifade
etmektedir.
'Paşa'
denilen Nazım Bey doğma büyüme İstanbul'ludur ve hayatının tamamı
Direklerarası'nda geçmiştir. Naşit Bey'in tiyatrosunda sahneye çıkmış ve
onunla karşılıklı 'Kahya' ve 'İhtiyar'ı oynamıştı.
Ama
yine de Peruz için anlatılanlar, anlatılmayanlardan azdır. Kaç yürek yaktığının
hesabını kimse bilemez. Çünkü Peruz sevdalarına pek 'çetele' tutmamıştır. Yani
aşkı hesaba gelmez.
Yüreği
çok yanmış sevdaların eski bir tüfeğine göre, hem hesapsız, hem de kitapsızdır.
Onun
için sert konuşanlar da vardı:
"Çok
kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahpedir..."
Udi
İhsan'ı iyice yoğurup posasını çıkarmış, sevdada maraza çıkınca da intikam
yolunu hicivde aramıştır. Eşref değildir ama 'eşref saati' gelince müthiş bir
kanto yapmış ve İhsan Efendi'yi süprüntü kovasına benzetmiştir.
"Kalafata
yatmış köprü dubası / Biçimine bakmaz süprüntü kovası "
Oysa
İhsan Bey'in nezaket ve suküneti kilosuna uygun enginliktedir. Sevdanın
büyüdüğü dönemlerde hiç akla gelmeyen beden anlaşılıyor ki, Peruz'un uygulamalı
'beden eğitimi'nin bitiminden sonra eleştirisel bir anlam kazanmıştır.
Sevdiğini
köprü dubası gören Peruz'un da dal gibi bir bedene sahip olduğu sanılmasın.
Ama ne var ki, 'Balık eti'nin de üstünde beden ölçüsüne sahip olan Peruz'un
iki 'löp' bacağı vardır.
Musiki
her zaman takdire değer bir alaka görse de salonları dolduranlar tıpkı bugün
olduğu gibi geçmişte de sadece işveye bürünmüş sesi, 'ud'ili- ğe tercih
etmektedir.
Kadın
sesi udiden daha etkili olmaktadır...
Salonu
şenlendiren kadınların sahne ve beden edevatı musikişinasın edevatından önde
gidişi de sadece o dönemlere mahsus değildir. Ve tabi ki sadece Peruz'a da
mahsus olmayacaktır.
"Kantocu
Peruz'un en ateşli zamanıydı, Avrupa Tiyatrosu'nda her gece hayranlarını
birbirine katardı" diyen Üsküdar'lı Vasıf Hoca, Peruz'un tutkun olduğu
arabacı Mestan'dan söz eder:[34]
uBahriye
Nazırı Hasan Rami Paşa'nın arabacısı idi. Peruz Şumnu'lu bu arabacı güzeline
tutkundu. Ekabirden biri oğlanın şanında bir kanto tanzim edip Peruz'a vermiş.
Peruz'dan Mestan'ın geldiği zamanlar bu kantoyu dört beş defa dinledim.
Küberadan birisinin kızı bu arabacı güzeline gönül vermiş ve kendisini
kaçırmasını istemiş. Silivri'de yakalanmışlır. Mestan'a zaptiyedi öyle bir
dayaka atılmış ki, hastahaneye kaldırılırken yolda ölmüş."
Vasıf
Hoca, Mestan adına yazılmış 'Elinde kırbacı / Kuweti de pek acı / Bir civana
gönül verdim / Bıçkın arabacı' diye başlayan bu kantoyu Peruz'un bir daha hiç
okumadığını da ilave ediyor.
'Bıçakçı
Petri' lakaplı külhani zorba da Peruz'un azılı sevdalısıdır. Peruz'un sadece
kalbini değil kalçasından da bir parça almıştır. Falçatanın izini soranlara
afetin verdiği cevap ilginçtir. •
"Bu
çizik bir şey değil, siz asıl benim kalbimdeki yarayı sorun...•
Anlaşılıyor
ki 'şiddet'li ve marazi bir aşktır yaşanan...
Peruz
Avrupa Tiyatrosu'nun sahnesinden sık sık şu kantosuyla seslenirdi aşkına:
"Galata 'da kahve tamam
Meyhane baloz tamam Haraç verilirse
bıçkına Bıçağını koyayım kınına •
Bıçağını
sık sık kınından çıkarma alışkınlığına sahip kabadayı Petri, bir defasında
altmış kişinin içinde Peruz için birini bıçaklayacaktı. Ahmet Ra- sim düştüğü
dehşeti şöyle anlatmıştır:
"Bıçakçı
Petri'nin vurduğu adamın sağ kalıp kalmadığını bilmiyorum ama benim bir buçuk
ay kadar Galata semtine geçmediğimi pek iyi hatırlıyorum. •
Şimdi
Peruz'un sevda defterinde önemli bir sayfaya bakalım.
Şevki
Bey İstanbul Gümrüğü'nde mümeyyizdir. Rıhtımdaki gümrük binasının çevresi de o
sıralar tiyatrolar, balozlar ve bilumuıı eğlence yerleriyle donanmıştır. Her
delikten müzik ve kadın çıkar da genç mümeyyiz bunlara gözlerini ve
kulaklarını kapatır mı?
Kulakların
ve gözlerini açtığında önce gördüğü Peruz'dur. Bu afet-i devran uğruna sahne
aleminde kan gövdeyi götürmüştü. 'Madik' atamamıştır. Sadece bıçkınlara değil,
'kalantor'lara da tutsak olmayan Peruz'un, Şevki Bey'e sevdalanması sanatçının
beyefendiliğinden kaynaklanmıştı. Şevki Bey, endamı kısa, muhabbeti uzun olan
Peruz'a evlenme teklifinde de bulunmuş ve 'Sen de gel tiyatrocu ol. O zaman
mümkündür' cevabını almıştır. Şevki Bey'i sahnelere tutsak eden ve
tiyatromuzun öncülerinden biri haline getiren belki de bu Peruz aşkıdır.
Peruz'a
meyyal olanların listesi bir hayli uzun... Evini barkını kaybedip sürünenler,
aşk-ı memnu'dan helak olup gidenlere sayısız örnek vardır.
İffet
Bey dedikleri Sultani'nin (Galatasaray lisesi) rahle-i tedrisinden geçmiş,
Hukuk'dan mezun bir dilbazdır. Ama sevda bu, aşkın hukuku olur mu?
İffet
Bey 'okumuş'tur ama Peruz da onun canına okumuştur.
Mısır
kethüdası Şefik Bey'in oğlu, ağzı açık kese ile gezen bir mirasyedi olup,
kantocu yollarına gül kadar altın dökmüştür. Sonuncusu Peruz'dur ve bu 'yürek
yangını' büyük olur. Tiyatroya merakının özünde aslında kantocu merakı
gizlidir. Fecr-i Ati mensuplarından, cümle sanat meftununa kadar aydınlar onun
konağında toplanırdı.
İffet
Bey'in konaklarında 'çifte sağırlar' oyunu bile oynanmıştır. Safi, Necip,
Salih, Fuat, Hıfzı Tevfik ve Enis Behiç Bey de bu temsillerde yer almıştı.
Sonuçta
İffet Bey'in sanat ve Peruz aşkına harcadıklarının bilançosu tam bir iflası
gösterir. Peruz ve sahne için Divanyolu'ndaki konak, Gedik- paşa'daki eski
cambazhane meydanı, Güllü Agop'un oyunları ile şenlenen arsalar, Aksaray'daki
bahçeli köşk elden çıkarılmıştır. Sonuç vahim ve hazin... Malı mülkü haraç
mezat satılan İffet'in Bey'in sonunda beyliği de gitmiş, Peruz'un aşkı da
bitmiştir.
Muhteşem
Peruz kimilerine göre Beşiktaş Değirmencileriçi'nde kimilerine göre de
Karaköy'de bir çatı katında ölmüştür.[35] [36]
Ölümüne
yakın yıllarda sahne ışıklarını arayan yoksul bedeni artık karanlıktadır. Aynı
zamanda ne erkek, ne de sanat yükü taşıyamayacak kadar yorgundur. Aynı zamanda
ezgin ve bezgin...
Geçmişin
ışıkları, o dehlizin karanlık duvarlarını aşıp geçecek kadar güçlü olmayıp aşk
hatıralarını da aydınlatmaktan mahrumdur. Bir el sarılsın istemiştir o balık
etine. Bir hayran dudağı değsin istemiştir tenine... Ve tabi ki geri gelmesini
dilemiştir bütün aşklarının... Oysa sığındığı viranenin kapısı bile yoktur.
Eski
tuluatçılarımızdan Fahri Gülünç, Peruz için 'Memleketimizin Sara Bernard'ı idi'
ifadesini kullanmıştı. Onun ilk günlerindeki yaşamını şöyle an- latıyordu:32
"Hususi
arabalara, apartmanlara, çifter çifter hizmetçilere sahipti. Tuluatın en fazla
kazanan yıldızı idi."
Hayatının
'usul' ve notaya uygun olduğu söylenemez. Ama notayı tam manasıyla bilen ve
geleceğe besteleri kalan tek notalı kantocu olarak anılacağı söylenebilir.
Şamram
Hanım iki büyük komikle Naşit Bey ve İsmail Dümbüllü ile düet yapmıştı.
Dümbüllü'nün
Şamram Hanım'la yaptığı düetler arasında Leblebici, Turşucu, Bozacı, Keten
Helvacı, Ocakçı, Kabakçı ve Dondurmacı unutulmazlar arasına girmişti. Düetler
daha çok 'esnaf' ve 'olay'a dönüktür ve kıyafet, güldürü ve sahne zenginliği
ile seyirciyi tiyatroya çekmişti.
Metin
And'ın 'Tuluatçılar ve Kantocular Üzerine Notlar'ında Şamram Ha- nım'ın Peruz
ile teyze kızı olduğu ve sahneye 27-28 yaşlarında çıktığı belirtilir. Şamram
sahnede ilk olarak 'Pembe Kız' düetini söylemişti. Şamram Hanım Ramazan
sezonunda 60 altına kadar yükselen geliri ile en çok kazanan kantocular
arasında yer almıştı.
Peruz'la
su yüzüne çıkmayan gizli bir çekişmesi vardı. Peruz'un 'Yangın Var' kantosuna
karşı Şamram Hanım da bu yangına körükle gitmiştir. Üstelik notalı başka bir
yangın kantosu ile:
"Yangın var... Yangın var... Ofyanıyorum
Yetişin kardaşlar (a
dostlar) tutuşuyorum
Çıtı pıtı, mini mini,
mis kokulu hanımeli Müsaadesiyle koklayım çiçeğim vermem seni Yangın var...
Yangın var...
Of yanıyorum
Yetişin a dostlar
tutuşuyorum"
'Yangın
Var' Ferah Tiyatrosu'nda para, Şamram Hanım'a da şöhret kazandırmıştı.
Direklerarası'nın
ünlü eğlence mekanı, Şamram Hanım sahneye çıkacağı zaman kırmızı renklere
bürünürdü. Kantocu ise kıpkırmızı dekor içinde sanki bir ateş parçasıdır.
Ellerine ziller takmış şıngır mıngır oynadığında, seyircileri de yakacaktır.
Sahneyi dolanarak yaptığı bu girişten sonra, iş göbek faslına gelir:
"Yangın
var, yangın var / Ben yanıyorum / Yetişin a dostlar / Tutuşuyorum"
dedikçe salon bu aşk ateşini söndürmeye can atacaktır.
Şamram
Hanım'ın uzun süre sahnelediği 'Yangın'ı, seyircilerin bıkkınlığı değil,
Ferah'ın gerçekten yanması söndürmüştü.[37]
O
dönemi yaşayanların bir bölümüne göre Şamram Peruz'dan bazı yönleri ile üstün
tutulur.
Ama
sahne hakimiyeti ve seyirci etkileme açısından Peruz öndedir. Kanlı bıçaklı
olmamışlar hatta dostane geçinmişlerdir. En azından ikisine de yetecek seyirci
vardır ve bu sebeple 'Karakaşlı Pembe kerize' gibi bazı kantolara beraber
çıkmışlardır.
Onun
da sahnesine hayranlığının ifadesi olarak avuçlarla paralar saçılmış, çiçekler
atılmıştır. Çiçekler arasındaki anlı şanlı Şamram'ın son yıllarında solup
kurumuş bir çiçeği andıracağına hiç kimse inanmamıştır.
Mari
Ferha kanto kadar hayatını da 'usulüne uygun' yaşamış bir kadındır.
Sahnede
doğmuş ve kantolarla büyümüştü. Sahnede ilk yürümeye başlamasından sonra,
düettolar ve operet şarkıları da ayrılmaz parçaları olarak onunla birlikte
büyümüştü. Onun için çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kaldığı
söylenebilir. Sahnelerin çoçuğu olarak kulisten kulise, alkıştan alkışa
yazılan 'alın yazısı' bir 'intihar'la noktalanmış ve geriye hayatın bazı
bilinmez yazıları kalmıştır.
Mari
Ferha'nın kızı Şevkiye Hanım da (May) hayata annesi gibi bir ihtihar- la veda
etmeden önce günümüze miras olarak geçmişin kanto izlerini bırakmıştı.
"Babam
Şevki Fuat Paşa'nın torunu, Miralay Akif Bey'in oğluydu. Sarayda yetişmiş ve
iyi bir eğitim görmüştü. Vazife yaptığı İstanbul Gümrüğü'nün çevresi ise
tiyatro ve balozlarla doluydu. Gümrük mümeyyizi babam, sanata son derece
meraklı olduğu için gazinoların müdavimleri arasında yer alıyordu/
Şevki
Bey'in eğlence gecelerine masa ayırttığı bu dönem de kantocu Peruz'a kalbinin
bir köşesinde yer ayırttığı malumdur. Bu Peruz'lu eğlence gecelerinde, Mari
Ferha'yı gördüğünde gözleri hem ailesini, hem de Peruz'u artık göremez
olacaktır.
"Babam
çok sevilen bir sanatçı olmuş. Kendi adıyla bir tiyatro kurmuş ve Şehzadebaşı
ile Bağlarbaşı'nda temsiller vermiş. Bu sırada tiyatrosuna yeşil ela gözlü Mari
Ferha adında dilber bir kantocu girmiş. Babam onunla evlenmiş. Annem Mari
Ferha'da tiyatro sevgisi küçük yaşta başlamış. Cemela adlı bir arkadaşı ile
evin perdelerine keser, kanto fistanları yapar, kantolar söylerlermiş. Bir gün
bir tiyatronun sahibi annemi görmüş beğenmiş. 'Gel tiyatroma oyna' demiş.
Evden karşı koyamamışlar. Yalnız anneannesi 'ben bu kızı bırakamam' demiş.
Torunu oynarken o da kulisten seyredermiş. Kuliste otura otura müziğe merak
sarmış. Mari Ferha kanto okurken davul çalmaya başlamış. Bu arada Şehzade-i
Civanbaht Ziyaeddin Efendi anneme aşık olmuş. Her oyununa gelir, oyun
aralarında yaveri ile demet demet çiçek, kutu kutu mücevher yollarmış. Hediye
ettiği 'Akarsu' paha biçilmez bir değerde imiş. Bu Akarsu'nun bir sırası hem
yüzük hem bilezik, hem de küpe olarak kullanılabilirmiş. "
Şevkiye
May'ın anlattığı bu beraberlik aslında sadece 'dest-i izdivaç'ın bir gereği
olarak sadece evde yaşanmaz. Sahnelerde de beraber yaşamaktadırlar:
"Ferah
Tiyatrosu'nda Büyük Varyete ve Eğlencehane-i Osmani Kumpanyası, idare-i Şevki
ve aktrist Mari Ferha Hanım ile birlikte -Tiyatro, sinema, incesaz, kuartet,
40 kişilik büyük bando, muzıka tarafından konser-Muşaşa bir gece- Müsamere-i
fevkalade... "
Büyük
bando eşliğinde 'Müsamere-i fevkalade' geceier yaşanır. Onları bir arada tutan
tek başına aşk değildir. Tiyatro sevgisi ile aşkları her dem sıcak kalır.
Şevki
Bey fevkalade üzgün ölmüştür. Çünkü 'Zevce-i meşru'm dediği Mari Ferha ile
oyunculuğu seçişi yüzünden ailesi tafafından reddedilmişti. Mari Ferha'ya 'Bu
yüzden aile mezarlığında bana yer yok' diyerek yaptığı vasiyet dikkate
değerdir.
"İşine
bırakmayasın. Şevkiye'ye (Şevkiye May) iyi bak ve n'olur arkamdan ağlayıp
güzelim gözlerini bozma. n
Takvimler
bir bir kopup 'son'a yaklaştığında artık kendi hayatını değil, ailesinin
hayatını düşünmeye başlamıştı. Sevgiden, mektuptan başka ne bırakabilirdi ki,
geriye?
Mari
Ferha'nın gözleri güzeldir ama herkesin değil. Onda 'ela,' etrafta 'kem' göz
vardır. Ve bu nazar sadece bir güzelliği ve saadeti değil, aile boyu sürecek
bir hayatı da çatlatmıştır.
Mari
Ferha'nın hayata bakışında yanılgılar olabilir. Ama etrafın ona bakışında
yanılgıdan çok, 'ayıp' vardır.
Şevki'siz
kaldığında idame ettirmeye çalıştığı hayat onun karşısına inanılmaz kötülükler
çıkarmıştır.
En
basiti ile 'göze gelmek'ten başka bir şey değildir, Mari Ferha'nın yaşadığı
son. Karşı koyulması mümkün olmayan acıları yaşamış, kızı Şevkiye May da tıpkı
annesi gibi bu çileli hayata 'intihar'la nokta koymuştur.
'Komik
Şevki'nin ailesinde yaşanan ve ender rastlanan bir trajedi...
Şimdi
Şevkiye Hanım'ı dinleyelim:
"Annemin
gözlerinin güzelliği şiirlere bile geçmiş. O sahneye çıkınca, seyirciler
'gözün kör olsun emi' derlermiş. Ramazan geceleri Mari Ferha Hanım edep dışı
kantolar söylüyor diye tiyatroyu birkaç kere basıp annemi karakola çekmişler.
Seyircilerin takdire dayalı bu sözleri tutmuş olacak ki, annemin gözlerine
perde indi. Bu onu intihara kadar sürükledi. n (1955)
Karakola
çekilme konusunda korunan adap değildir. Bu muhteşem kadını çok yakından
görebilmek ve ona aşina olabilmek gibi bir duygu ile ortaya konan bu tavır,
tabiyatıyla hem aktrist. hem de çevresi için menfi tesir göstermiştir. Belki de
isteklere mukabelede bulunmayışından dolayı bazı
yüksek
zevadın baskısı ile sahne hayatının engellendiği de akla gelebilir.
Sadece
onun değildir alın yazısındaki bu trajik son... Kızı Şevkiye de bu hazin hayat
hikayesinde aynı hüzünlü sayfaları yaşamıştır.
Zorluklar
baş gösterince eldekiler ufak ufak tükenecek veya çalınacaktır. Son kalan
parasını da bir Ramazan gecesi tavassutla kapısını çalan bir defineciye
kaptırır.
Orhan
Tahsin bu vesile ile Hayat Mecmuast'nda
'Hürriyet Tepesi'nde kazılmadık yer bırakılmadı ve sadece taş toprak çıktı'
diye yazmıştı.34
Şevkiye
May da tiyatronun unutulmaz afişlerinde 'kapalı gişe' oynayan bir yıldız olarak
yaşamıştı. Babası ve annesinin ona bıraktığı övgüye değer sanat mirasını
yıllarca yaşatmış ve alkışlara nice perdelerin çekildiğini görmüştü.
En
çok dram oynamıştı.
Bilmiyordu
ki, dram hep annesi ve babasında olduğu gibi onun da haya- tındaydı.
İsmail
Dümbüllü'ye göre Şevkiye May'ın asıl adı Eftalya idi. Babası Şevki Bey'in
dileği kadar kendi isteği ile Müslüman olmuş ve Şevkiye adını almıştı.
il.
Abdülhamid devrinin kantocularından olan Büyük Amelya, ilk kez Pirinç- çi
Gazinosu'nda sahneye çıkmış ve Kuşlu Tiyatrosu sahnelerinde kanto yıldızı
olmuştur.
Resmedilmiş
kantocu tipleri içinde enine boyuna dolgun bedenler arasında ön sırayı alırdı.
Beyaz bir tene sahiptir. Karakaşlı ve karagözlü olup, 'gözünü budaktan
sakınmaz'dı.
Amelya
için 'Ermenice hoşur (Eti budu yerinde) tabirine uygun, otuz beşlik bir
kantocu' tabirini kullanan Ahmed Rasim, kantocunun her sınıftan, her milletten
sevdazadelerinin olduğunu da ifade eder.
"Üstü açık faytonda
Gezerim piyasada
Harf atarım kızlara
Bırakırım merakta "
Amelya'nın
piyasası bu kanto ile yükselmiş ve böylece salonlardaki hayran zincirine
sürekli yeni halkalar eklenmiştir.
Bu
zincirin halkalarındaki sevdazadeler kimlerdi?
Külhani
zorbası, kumarbazı efendisi, kemale ermişi, yeni yetmesi, bıyıklısı bıyıksızı
ve cüzdan büyütmüşü ile ense büyütmüşü bu listede yer alırdı.
'Bir
daha... Bir daha...' olarak tanımlayacağımız 'Bis... Bis' nidalarının onun
kantoları ile yayıldığı söylenir. Ahenkli ve cezbedici sahnesine, seyirci
ıslık ve alkışla katılır, ardından yere tempo ile ayak ve baston vurularak
'tekrar' istenirdi. 'Fori yapmak' sahneye Büyük Amelya ile yerleşmişti. Kuşlu
Tiyatrosu'ndaki günleri ile en parlak dönemini yaşamıştı.
Büyük
Amelya geçkin denilebilecek dönemine kadar yani 35 yaşına kadar sahnelerde
rüzgarını estirmişti.. Eski sevdazadeleri yok olmuştu ama Abdi'nin Kel Hasan
ilanlarında her zaman yer bulabilmişti.
Amerikan
Tiyatrosu'nun direktörü Sotiraki ile evlendikten sonra sahnelerden tamamen
çekilmişti. Parlak dönemleri diğer kanto yıldızlarında olduğu gibi eskiyecek ve
hüzünler kapısını çalacaktı. Hem de gürültü ile, hem de acımasızca...
Büyük
Amelya'nın Darülaceze köşelerinde öldüğünü ilk dönem tiyatronun öncülerinden
Fahri Bey (Gülünç) ifade etmektedir.35
Çekik
gözlü 'tatarımsı' bir yüz... Gözler siyaha çalan laciverttir. Donuk bakışlarından
olsa gerek, pek 'güleryüz'lü olarak anlatılmaz.
Sadece
komik, seyircinin gülmesinin beklendiği durumlarda mütebessim çehresini
takınır, daha 'çok hareketleri ile ortaya çıkardı. Sahne aldığı dönemde
diğerlerine nazaran çok genç ve daha bir oyrıaktı. Sahnede olması gerektiğinden
daha fazla fırdöner ve bazıları benimsemese de bedeninin alakaya mazhar olan
ayak ve kalçasına işveli hareketler getirirdi.
Beden
eğitimi de 10 numaradır, Beden terbiyesi de...
Şöhreti,
Amerika Tiyatrosu'nun şöhretine uygundu ve kantocular içinde en 'fıkırdak'
oyuncu olarak tanınırdı.
Galata
Tiyatrosu'nun aktörlerinden Todori'nin karısı olan Küçük Amelya il. Abdülhamid
devrinin ünlü kantocularındandı.[38]
[39]
Her
akşam kocası ile düettoya çıktığından 'Düettocu Amelya' olarak da anılmıştır...
Mesela çoban düettolarında Todori çoban ya da çobana aşık olan kız babasıdır.
Küçük Amelya ise çobana aşık olan maşukadır. Sürmeli gözleri, kıpkırmızı
dudakları, al al boyalı yanakları, avamı tahrik eden cazibesiyle sahneye çıkıp
'yandım ben bu çobana' dediğinde Todori cevap verecektir:
"Hele bir yüzüme bak
Söz atma kıvrak kıvrak
Kaş oynatmak, gerdan kırmak"
Tiyatroyu
dolduran bahriyeliler, nizamiye nefer ve çavuşları, manav, kayıkçı,
salapuryacı ve hamamcılar ise hep birlikte 'Yandım' diyerek ortalığı çın-
latacaktır.
Sesi
falso, dili Rum çetrefilli olarak kalmıştır. Buna rağmen Amerika Ti-
yatrosu'nun en muteber oyuncuları arasında iltifata mazhar olmuştu.
İflah
etmez 'kekremsi dili ile arz-ı endam ettiği sahnelerde, geniş hayran çevresine
sahipti.
Küçük
Amelya Hanım'ın yer aldığı Tophane Caddesi'ndeki bu tiyatro (Galata Doğruyol
No: 216), Ramazan geldi mi repertuvarını takviye ederdi. Milli dramlar, incesaz
heyeti ve kantoların eklenmesiyle salon her akşam ana baba gününe dönerdi.
Bilhassa
'miço' kıyafetine bürünüp, 'sarhoş yıkılması' taklidi ile söylediği kanto uzun
yıllar dilden düşmeyecekti:
"Haydi tayfalar
Gemi yalpalar İçelim şarap Olalım
harap "
Salah
Birsel o dönemin 'kısa fistan çağı' olduğundan söz edip, 'uzaktan bile olsa bir
kadın baldırını görmek, göz için bir başarı sayılırmış' der.[40]
Birsel'in
günlüğünde Küçük Amelya ortalığı şöyle karıştırır:
"Kızcağız
kantosuna başladığı vakitte fesini çıkaranların, baston şemsiye vuranların,
şapkasını sahneye atanların, ıslık çalanların, mendil peşkir sallayanların,
iskemle üstüne fırlayıp horoz gibi çırpınıp ötenlerin, dahası kişneyenlerin,
anıranların, işaret parmağını ağzına takıp horalop yapanların sayısı belli
değildir. "
Ahmet
Rasim bu matmazele bir hayli iltifatkar davranır. Bu şansonet yıldızının her
hareketi ile 'fori'lerin tiyatroyu çınlattığını, titremeler, baston vurmalar ve
haykırmalarla seyircilerin kendini kaybettiğini bilhassa söyler. Hele hicazdan
Feryat Kantosu'nda 'Gaddar felek bak halime / Gönlüm düştü bir zalime' diye
oynadığında büyük alkış alırdı.
Yorgi
Efendi devrin hayat güzelliklerinden nasibini almış, takdirkarlığını 'bozuk
para' gibi harcamamıştır. Kam il ve dörtbaşı mamur bir beyefendi olup, aynı
zamanda müzisyendir. Yakışıklıdır ve kemanının her teline, o zamanlar bir
'sevda' konmaktadır.
Makamı
yerinde olan bu keman, bazı akşamlar Verjin Hanım'a da uzanmıştı.
Kemanın
iç gıcıklayıcı sesi, bu arada başka sevdalara da uzanmaktadır. Hatunlar ona
sadece göz değil, çiçek ve laf da atmaktadır. Verjin hanım ise 'kıskanç kadın'ı
sadece oynamakla kalmayan ve yaşayan biridir.
Kulis
perdesinde bir delik açıp Yorgi Efendi'yi,'yani kocasını 'tarassut'
altında tutmuş ve 'aşna fişne'ye pek fırsat vermemiştir.
Eskiler,
onu 'Bülbül'ü okudu mu, etraftaki hakiki bülbüller ufak ufak kaçar ve o
sesiyle büyüdükçe büyürdü'şeklinde tarif eder.
Verjin
Hanım sahneye atılış hikayesini şöyle anlatacaktı:
"Bir
gün okuldan eve geliyordum. Komşularımızdan biri Verjin diye bağırdı. Gittim,
elime bir paket tutuşturdu. Şunu iki sokak ötede komşuya götürür müsün?
dedi."
Küçük
Verjin paketi alıp eve gitmiş ve gayet iyi karşılanmıştır. Kadın paketi alıp
yukarı çıktığında pek keyiflenen Verjin, günün moda kantolarından birini
söylemeye başlar. Merdiven başında dinlendiğinin farkında değildir.
"A
benim dilber kızım, sesin de pek güzelmiş. Hadi gel seni kantocu yapalım."
Verjin'in
sesini dinleyip, onu elinden tuttuğu gibi sahneye çıkaran kişi, diğer
kantoculara da el uzatan Peruz'dur.
Peruz
Küçük Verjin'le yakından alakadar olur ve ona yeni kantolarını öğretir. Ayrıca
sahne hakimiyetinin ne olduğunu, seyircilerin nasıl etki altına alınacağını
gösterir.
Bundan
sonrası Verjin'in yeteneği ile alakalıdır. Torpilsiz, arkasız ve des- teksii
koşmaya başlar istikbale doğru. İşte kemani Yorgi ile bu sıralarda tanışacaktır.
'İkinci'
marka cigara tüttürmeyi seven neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl bir kadındır. Ve
bu hayat kızına da yansıyacaktır.
Verjin
Hanım'ın latifkar kızı Amelya ile Naşit Bey arasındaki büyük aşk 'deli divane'
cinsindendir. Ama ne var ki, Naşit Bey o zamanlar tapuludur ve bu yüzden
anasını pek andıran o küçümen Amelya için çok çile çekip, savaş vermiştir... Bu
çilenin bir sebebi de Naşit Bey'dir. Diyor ki Verjin hanım:
"Çok
severdim onu. Kızım Amelya'yı ilk istediğinde kanım ısınmamıştı. Naşit Bey'e
'ihtiyar' demiştim, 'evli' demiştim. Amelya onu delicesine seviyordu. Sonunda
Naşit karısını boşadı. Amelya ile evlendi. " (Bkz. Amelya bölümü.)
Verjin
Hanım kızmakta pek haksız değildir. Çünkü Naşit Bey iki ayrı eve iki file
taşıyıp iki sofra kurmakla kaynanayı bir hayli kızdırmıştır.
Naşit
Bey 'medeni hali'ni yoluna koyduktan sonra aradaki buzlar erimiş ve ortalık
güllük gülistanlık olmuştur. Ama şöhretin doruğundaki, tiyatro sahibi ve
sahnelerin hakimi Naşit Bey'in (Özcan) misillemesi hem sert hem de ilginçtir.
Hem sadece damat değildir ve patron sıfatı da taşımaktadır. Kanto da 'Verjin'
denildi mi akla, 'Bülbül' kantosu gelirdi.38
Naşit
Bey ona 'Bülbül'ü sadece kendisi için söyletmiş ve oyunlarda ona daima Eyüp
Sabri'nin karısı rolüne çıkarmıştır. Çeyrek asır süren bir ceza işte ...
Naşit
Bey tiyatro patronluğunda tam bir sahne işçisi gibi çalışmış ve hayat boyu bu
işçiliğini sürdürmüştü.
Varlığı
sahneler için tam bir 'piyango' olan sanatçının piyango bileti satıcılığı da
hayatın ona ayrı bir piyangosudur.
Böyle
bir piyango herkese pek isabet etmez...
.
Amelya Hanım sahnelere sadece kanto değil, bir sanat soyunun izlerini
bırakmıştır. Onun hayatı bir erkeğin hayatı ile bütünleştiğinde ortaya 'devamı
var' denilen türde 'aile boyu' bir eser çıkacaktır.
Her
şey Naşit Bey'in ona vurulması ile başlamıştır.
"Aşk
nedir bilmezdim / Seni gördüm bend oldum."
Ufacık
tefecik bu kız dönemin şarkısını söylerken koyu kestane saçları, bembeyaz teni
ve fıldır fıldır dönen ela gözleri ile Naşit Bey'i tam 12'den vurmuştu.
Naşit
Bey ise daldan dala konardı ve kaçamaklarının dışında, evinde olmaktan
memnundu. Tiyatrosu vardı. Parası ve şöhreti vardı. Bazen 'neyim eksik?' diye
düşündüğünde dalıp gidiyor ve sadece çocuk özlemi ile yandığını anlıyordu. Bir
de Küçük Amelya'ya yanacaktı. ..
Türkçe'yi
tam olarak konuşamayan Amelya sadece azınlığın dilberi de değildi. O
dönemlerde sanatın ve güzelliğinin milliyeti üzerine laf edilmez, özellikle sahneler
Ermeni ve Rum sanatçılar tarafından renklendirilirdi. Osmanlı İmparatorluğu,
kendisini Osmanlı sayan cümle vatandaşına kucağını açmıştı. Dönemin ünlü
sanatçılarından Verjin Hanım'ın kızı olan Amelya 'Aşk Nedir Bilmezdim' şarkısı
ile meftunu olan Naşit Bey'e, asla evlilik şar-
38.
Direk/erarası, Burhan Arpad, MAY Yayınları, 2. baskı, 1974. tı getirmemişti.
Çünkü gönül kuşu dalına konduğunda Naşit Bey, Leman Hanım'la zaten evliydi.
Tiyatroda
sadece hasılatın paylaşılmadığı o güzelim galalarda, onlar yüreklerini de
paylaşmasını bilenlerdendi. Beş yılı aşkın beraberliğin bitme noktasına gelmesi
klasik kaynana karşı çıkışından kaynaklanmıştı. Ama Verjin Hanım haklıydı.
Diyordu ki kızına:
'Bu
böyle sürüp gitmez. Milletin ağzı sakız değil ki, hep seni ve Naşit Bey'i
çiğnesin.'
Naşit
Bey, Leman ve Amelya Hanımlar arasında mekik dokuduğu sıralarda 9 yıllık
evliydi. isteseydi Amelya ile hemen evlenebilirdi. Çünkü Medeni Kanun henüz
yürürlükte değildi. Ama 'kırkından sonra azan, iki karılı Naşit' demesinler diye
bir türlü karar veremiyordu. Ne yardan ne serden vazgeçemeyen Naşit, iki ayrı
yere file ve sevgi taşımaktan helak olmuştu.
Dananın
kuyruğu koptuğunda İstanbul 1926'yı, Naşit Bey ile Amelya da bu 'aşk-ı memnu'yu
yaşıyordu. Dedik ya 'Amelya güzeller güzelidir' diye. Boş bırakır mı ekabir
takımı? Onunla dest-i izdivaç eylemek yarışı hızlandıkça hızlanmış,
Kapalıçarşı havlucularından Gedikpaşa fırıncılarına kadar, bilumum tüccar ve
müstecir sınıfı hücuma geçmiştir. Ama hücuma karşı hücum harekatı uygulayan
Naşıt Bey'dir.
"Seni
başkasına ram etmem" diyerek kulisten içeri dalan büyük aktör tabancasını
oyun icabı değil, gerçekten ateşlemişti. Kurşun meme ucunu sıyırıp geçmiş ve
'yandım anam' diye haykıran Amelya kanlar içinde yere serilmişti.
"Ona
acı vermektense ölmeyi tercih ederdim sadece korkutmak istemiştim. Ama oldu
bir kere" diyen Naşit Bey, sonrasında Kapalıçarşı'nın hatırı sayılı
havlucularından Kerami Bey'i, beyaz ve siyah kabzalı iki tabancası ile safdışı
bırakmıştı.
Nasıl
mı?
Naşit
Bey oluklu Bursa bıçağını da almayı ihmal etmemiş ve iki elde tabanca ile
fotoğrafçıdan içeri girmiştir. Ellerini çapraz tutup, fesini yan yatırır. Arka
panoda ağzında gönül mektubu taşıyan ebabil kuşu kanat çırpmaktadır.
Fotografisini
çektirir ve arkasına "Eğer bu gece nişan olursa hepinizi duman ederim
" diye yazar ve bir çocukla Amelya'nın evine gönderir. Havlucu Kerami Bey
de mesajı alacak ve Millet Tiyatrosu'nun üst katındaki nişan evinden
kaçacaktır.
Naşit
Bey, sonradan Leman Hanım'ı boşayıp 'Emel' adını alan Amelya'yı nikahlar.
Unutamadığımız ve her perde çekilişinde hatırladığımız Adile Na- şit ile Selim
Naşit işte bu izdivacın çocuklarıdır.
Direklerarası
dünyasını tekrar yaşamak ve yaşatmak çabası, kimi zaman karanlıkların bir nebze
de olsa aydınlığa çıkmasına yardımcı olmuştu.
Gülriz
Sururi böyle bir düşünceyi ilk önce Haldun Dormen'le paylaşmış ve Keşanlı Ali
Destanı'ndan sonra Direklerarası'nı anlatan bir oyun düşünmüştü.
Oyunu
Refik Erduran yazacaktı:
"Ama
Eylül'de elimizde olması lazım. Çok seviniyor Refik ve eşi Leyla Erduran (Umar)
Benim düşündüğüm kahraman az çok şöyle. Bir gazinoda yaşlı helacı kadın, önüne
atılan beş on kuruşla yaşamını sağlıyor. Ermeni bu helacı kadın. Ak saçlı,
buruşuk yüzlü, belki biraz da kambur. Ve o gazinoda çalışan ufak dansöz bir
kıza gazino boş iken anılarını anlatıyor. Belki para çanağındaki paraları
sayarken. Paşaların, vezirlerin paylaşamadığı, uğruna servetler tükettiği
güzel, genç kantocu sonunda keman çalan yakışıklı gence vuruluyor. Bu
kahramanlar üstüne bir hikaye istiyordum işte. Bu arada eski Direklerarası'nı,
eski tiyatro yaşamını, Kavuklu Hamdi'yi, eski kantocuları, belki Manukyan
Efendi'nin dramlarının bir parodisini görüyoruz sahnede. Otantik eski kantolar
söyleyelim diyorum."
Direklerarası
oyununun başlangıcı böyle... İşte bu başlangıçla birlikte bir son tekrar ortaya
çıkıyordu. Bu son, 'Kantocu Zarife Hanım'dır.
Projenin
gerçekleşmesi üzerine, Gülriz Sururi Direklerarası'nın ön çalışmalarında Arif
Erkin ve Mehmet Akan'la, o dünyanın ışığını aramaya başlayacaktı.
Zarife
Hanım döneminin 'akıllı uslu' tabir edilen sanatçılarındandı. Geride bazı
isimler gibi gürültülü ve şatafatlı izler bırakmamıştı. Son bıraktığı iz
İstanbul Radyosu'nun bantlarıydı. Bir Ramazan günü için yapılan canlı yayında
Zarife Hanım eski günlerden ünlü parçalarını sunmuştu. Gülriz Su- ruri bu
programı seyrettikten sonra etkilenecek ve Direklerarası gündeme geldiğinde
Zarife Hanım'ı hatırlayacaktı:
"Oyundı;ı
kahramanımız kantocu Kamelya aslında Türk'tü ve kendine Ermeni süsü vererek
sahneye çıkıyordu. Bu hikaye pekala gerçek olabilir ama bir türlü giremiyoruz
işte havasına... "
İşte
Gülriz Sururi'yi kantocu Zarife'yi aramaya sevkeden buydu. Şüphesiz tiyatro ile
doğmuş, tiyatro ile büyümüştü ve aileden gelen temel üzerine Engin Cezzar ve
diğerleri ile çağdaş yapıyı kurmuşlardı.
Suzan-Lütfullah
Sururi gibi 'ses' veren ailenin miras yapısını, diğer Suru- ri'lerle birlikte
günümüze taşımıştı. Oynayacağı rolün biçimselliği ile yetinmeyen ve özüne
ulaşma çabası veren bu anlayışla, Zarife Hanım'ın kapısını çalacaktı.
Geçen
zaman Zarife Hanım'ı Direklerarası'ndan koparmamıştı. Ermeni sanatçı
Şehzadebaşı'nın arka sokaklarında oturuyor ve Gripin İlaç Fabrika- sı'nda
çalışıyordu:
"Zarife
Hanım'ın evinde geçirdiğim bir gece vardır ki, ölünceye kadar unutmama imkan
yok. Kokusuyla, rengiyle bile o gece burnumun direğini sızlatır. Engin, Mehmet
ve ben gittik bir akşamüstü, güç bela bulabildiğimiz adreste Zarife Hanım'la
buluşmaya. Ev diyemeyeceğim bir yerde oturuyordu zamanın ünlü kantocusu
Zarife. Eşyasız örtüler gözümün önünde. Sanki elektrik yoktu evde. Mum ve gaz
lambası ışığındayız. Galiba yirmi mumluk çıplak bir ampul sarkıyor tavandan.
"
Sanatla
zenginleşmiş bir dünyanın nasıl olup da böylesine yoksullaşabileceğine
inanmayı istemiyoruz. Direklerarası'nın o' muhteşem gecelerine ayrı
bir ışık düşüren kantocunun şimdi 20 mumluk bir ışıktan medet umması aslında
geneldeki bir sanatçı sonuna misal teşkil ediyor. Bütün bunlara rağmen
kalabilmiş gücünü, eskimiş bir bedenden farkedebiliyoruz.
"Loş
gölgeler içinde Zarife'nin çakmak çakmak, uzun kıvrık kirpiklerinin arasından
ve kırışık göz kapaklarının altından hala şuh bakan yeşil yemyeşil gözlerini
unutamıyorum."
Şüphesiz
o çakmak çakmak bakan gözleriyle yakmıştır herkesi... Ama asıl yanan odur ve
sığındığı o göz odada, belki de 'gözgöze' gelip de, göremediği gözleri
aramaktadır. Sürüp giden hayatın yorgun düşürdüğü ve bir fabrikanın
gündelikçisi yaptığı bu kadın, alkışlarla yücelen kadını aramaktadır. Ama
gelecek, geçmiş kadar aydınlık değildir ve sahnenin güçlü kadını Sururi,
kimbilir Zarife'de bir sanatçının düşüşünü görmüştür. Ve bunun giderek nasıl
bir küskünlüğe, nasıl bir kırıklığa yol açtığını daha sonraki satırlardan
anlayabiliyoruz.
"Ondan
eski kantoların nasıl söylendiğini öğreneceğim ve biraz hal, tavır, belki de
dans olmasa bile bir iki ayak atış, el tutuş. Bunları bir iki kez yapsa bir
şeyler kapacağım. Engin, Mehmet ve ben kandırana kadar çok uğraştık. Resmen
cilve yaptı bize. Nazlandıkça güzelleşiyor Zarife. Fabrika dönüşü ayaklarını
uzatmak isteyen yaşlı yorgun işçi değil artık. Kendisine yalvardıkça nazlanan,
nazlandıkça yanakları al al olan, dili ile dudaklarını ıslatıp, şuh kahkahalar
atan kadın, alkışa beğeniye koşan kantocu işte o anda söylemeye başladı:
İşittiniz mi pu kantoyu
Bir varmış, bir yokmuş Zannetmeyin
masaldaki Bir varmış, bir yokmuş. "
Ağlamamak
için zor tutuyordum kendimi. Ah Zarife Hanım diyorum, harikaydınız, bir tane
daha söyleyin hatırım için'
Yıllardır
hasretini çektiği iltifatları duymak fiziğini bile etkiliyordu Zari- fe'nin.
Gülriz
Sururi Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin isimli kitabında, tiyatro hayatı- 'nın
bu unutulmaz rengiyle bir daha görüşemediklerini ve söz verdiği halde
kantocunun tiyatroya gelmediğini ifade eder.39
"Yirmi
mumluk ampulun ışığından uzaklaşmak istemedi belki de kimbilir. "
Emeline
ulaşmış mıydı ya da hayat bu Zarife kadına gereği kadar zarif davranmış mıydı?
Anası
ile babasını çok küçük yaşta yitirmiş ve anneannesi tarafından büyütülmüştü.
Kız
kolejinde okurken bir Musevi kızının aracılığı ile cazibesine dayanama- dığı
kanto dünyasına adım atmıştı:[41]
[42]
"Sanata
karşı duyduğum ilgiyi okulda arkadaş edindiğim bir Musevi kızı körükledi.
Meşhur kantocu Peruz Hanım uzaktan akrabamız olurdu. 'Ona gidelim, artist
olalım' dedi. Kabul ettim. Bir gün Peruz Hanım'ın Galata'daki evinin kapısını
çaldık. Heyecan içindeydim. Acaba ne diyecekti. Çünkü onun dudaklarının
arasından çıkacak tek söz tiyatro aleminde 'ferman' yerine geçerdi. Peruz
Hanım beni dizinin dibine oturttu.
'Bildiğin
bir şarkıyı söyle' dedi. 'Gam Çekme' kantosu o yıllarda modaydı. Onu söyledim,
çok beğendi."
Zarife
Emre Hanım, Peruz'la kanto dünyasına adım atışını da şöyle anlatacaktır:
"Yarın
gel seni Naşit Bey'e götüreyim dedi. O gece hiç uyumadım. Ertesi sabah Peruz
Hanım'la Naşit Bey'in tiyatrosuna gittik. Naşit Bey 'Peki Madam Peruz, bir
deneyelim' dedi. Sahne hayatımın ilk umut ışığı işte o anda yandı."
O
gün yanan umut ışığı giderek enginleşecek ve Direklerarası'nda sıkışıp
kalmayacaktı.
Meşhur
olmuş ve adına maniler, manzumeler yazılmaya başlanmıştı. Günde en az 10 sevda
mektubu alıyor ve hem sahnesi, hem de hayranlarının sayısı büyüyordu:
"Bunlar
benim ruhuma değil de, sesime ve oyunuma aşık olan, her çiçeğe konan
erkeklerdi. Bana yazan Matild'e de, Mihri'ye de ilan-ı aşk ediyordu."
Hayranları
saymakla bitmeyecek kadar çok olan Zarife kendi ifadesi ile hayatı boyunca tek
bir kişiye aşık olmuştu.
'Sahneler
Kelebeği' adı ile tanınmış, sonrasında halk ona 'Çapkın' lakabını takmıştı.
Oysa o anlamda da bir çapkınlığı olmamıştı. Sahnedeki son lakabı 'Kumru'
olmuştu ama o henüz hiç kimse ile 'kumrular' gibi seviş- memişti.
Kimbilir
ürkmüştü sevmekten... Ve bu yüzden çiçeklere yönelecekti. 'Sahneler Kelebeği'
olarak:
Aman
ne zehirli böcek
Her gün kadın, kız peşinde Öpmek,
sevmek hevesinde Ben kıskanırım, o güler ' Gam çekmeden enfiye çeker Bu
dünyada aşk çekmeyen Ahrette sopa yiyecek "
Doğrusu
bu ya Zarife Emre, hayat sillesini ya da onun kantoda söylediği gibi 'sopa'sını
yaşarken yemişti.
"Bugün
tahtını, tacını yakınlarını kaybetmiş bir kraliçeden farksızım."
Zarife
Hanım'ın, Gülriz Sururi'nin gerçekten samimi davranışına tam manasıyla
karşılık veremeyişinin sebebi, işte bu yukarıdaki ifadede yatıyordu.
Tahtını
ve tacını yitiren kraliçe yalnızdı. (1958)
Kraliçe
mahzun, kraliçe yoksuldu...
'Sahneler
Kelebeği'nin, 'Kumru'nun konacak bir dalı yoktu.
Vezneciler'deki
küçücük odayı ne geçmişin şöhreti ısıtabiliyor, ne hayran bakışları
aydınlatabiliyordu...
Açtı
... Kimi zaman ekmeğe, kimi zaman övgüye ...
Oysa
kapısını hiçbir zaman kilitlememişti, 'Gelir de geri dönerler' diye...
Hiç
kimse gelmeyecekti, hiç kimse çalmayacaktı kapısını Gülriz'den başka. Oysa
sanıyordu ki, sahnenin dışında da o hayranları yine olacak, dostları ona sofra
kuracak...
'Kurtlar
Sofrası'ndaki, küçümen 'Kumru'nun hayalleri hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti:
"O
zaman elime su dökemeyenler, arkamdan bizi unutma e mi? Sahneye yine dön diye
kovayla su dökenler kapımı bile çalmıyorlar artık. "
Peruz'un
Galata'daki evinde başlayan umut ışığı 20 yıl boyunca yanmış, sadece kantoda
değil, komedi, operet, vodvil ve drama dönmüştü ...
Ne
var ki, dramların 'fevkalade' sanatçısına hayatın oynadığı oyunu, tek bir kişi
bile farkedemiyecekti.
Onun
dramında seyirci yoktu ve 'yerler boş'tu...
Galiba
oynadığı oyunların eh muhteşemini 1933 Ramazan'ında oynamıştı.
Tükenen
Ramazan gecelerinin en parlak yıldızlarındandı. Çeşitli renklerle duvarları
süsleyen tiyatro ilanlarında kimilerinin adı 'Bey,' kimilerinin adı 'Bayan'
yazılmıştı.Sadece onun adı farklıydı, üstelik de büyük harflerle: 'SAHNELER
KELEBEGİ ZARİFE HANIM.'
O
hilal kaşlı, rengarenk sahne kelebeği, ne yazık ki bir 'Kelebek koleksi-
yoncusu'nun ihtimam ve alakasına da mazhar olamamıştı.
Direklerarası'nın
yıkılıp giden enkazında taş, toprak ve tahta parçaları arasında nice yıldızın
fotografıleri gibi onun da geçmişi uçup gidecekti.
Adına
uygun 'zarif' bir kelebeğin ufalanıp ölüşü gibiydi hayatı. ..
Viyana'lı
bir sirk yıldızıydı.
Yazgısı
onu İstanbul'a sürüklemiş ve evlenip İslamiyeti seçmişti.
Sidonya,
Sıdıka olmuştu.
Dansı
bilen, şarkı söyleyen Sıdıka Hanım için sahne hayatını sürdürmek aslında pek
zor değildir. 1908 Meşrutiyeti'nden sonra batı anlayışının yerleştiği
Dersaadet sahnelerinde de sadece geleneksel tiyatro anlayışı yoktur. İstanbul
tiyatro kapısını hem Anadolu'ya hem Avrupa'ya açmıştır.
Bir
kısım tiyatrocular çeşitli illerde oynamakta ve aynı biçimde Avrupa'lı
sanatçılar da İstanbul sahnelerinde görünmektedir.
Sıdıka
Hanım sahneye çıktığında, ülke Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkmıştır.
Cumhuriyet
kurtuluşun onurunu, Sıdıka Hanım da doğacak çocuğunun ağırlığını taşımaktadır.
Çocuk
doğar, yani Garibe...
Sıdıka
Hanım yine sahneye Çıkmaktadır. Garibe de kimbilir sahneye bebek olarak çıkan
nadir kişilerden biri olacaktır.
Anne
Sıdıka sahnede, bebeği Garibe de hava deliği açılmış bir bavulun içindedir.41
Garibe'nin
sahne hayatı işte bu garip buluşla başlamıştı.
Garibe
(Gündem) Hanım'ın ifadesi ile biberonla verilen sütün içine karıştırılmış
konyak onu uyutmakta ve hayatı sahnenin bir kenarına konulan bavulun içinde
teneffüs etmektedir.
Bir
akşam 'Zavallı Necdet' adlı oyunun hırsızlık sahnesinde hırsız rolünü oynayan
aktör, bavulu sapından tutup kaldırır, birden kapak açılıverir. Garibe düşer
ve ağlamaya başlar. Hemen kulise taşınır ve kendisine bir beşik
41.
Hayat Mecmuası, Sayı 36, Eylül 1977.
yapılır.
Anne sahnede oynarken, çocuk arkadaki beşikte sallanarak büyütülür. Böylece
sahnenin havasına alışan Garibe üç yaşında bir çocuk temsilinde oynar ve
yıllar sonra kantoya başlar.
'Sarı
Efe' ile şöhret yapmıştır. Bir de metreyi aşan uzun saçları ile ...
'Uzun
saçlı Garibe' olarak anılan kantocu Direklerarası'nın giderek artan göçüne
katılacak ve ufku diğer sanatçılar gibi Dersaadet dışında arayacaktı.
Kimilerine göre 'Fındık Kurdu' kantosu onun için yazılmış ve söylenmişti.
Çok
aşıklar hapı yuttu "
Madam
Sidonya iken bayan Sıdıka olan sirk yıldızınıh kızı Garibe için sonrasında
hayat pek kolay olmayacaktır.
Kantonun
eskimesine rağmen o hep yenilikçidir. Bu yeniliği sadece sahne kıyafetlerinde
de yapmaz. Bunu oyunlarına da yansıtır. Sadece kanto yapmakla kalmaz, sanatını
müzikli dans gösterisine dönüştürür.
Garibe
Hanım'ın kanto için öne sürdüğü ilginç ama tartışılır görüşleri vardır.
Kantocu kıyafetini şöyle anlatır:
"Bacak
göstermezdik. Kırk kırk beş yıl önce (1930'1ar) dize kadar inen lastik külot
giyerdik, bunun altına da siyah çorap. Bizden öncekiler tenlerinin görünmemesi
için kollarına bile ten renginde çorap geçirirlermiş. n
Garibe
Hanım'ın kantolarını hangi kıyafetle sunacağı veya sunduğu şüphesiz kendi
anlayışı ile ilgilidir. Ama tetkiklerimizin neticesi olarak sayfalarımızda
sunduğumuz kantocu fotoğrafları, Garibe Hanım'ın yorumu ile bağdaşmamaktadır.
Anlaşılıyor
ki Garibe Hanım, hem 1900 başlarını, hem de 1930'1arı kendi anlayışı ile ifade
etmiştir.
Garibe
Gündem'in görüşlerinden yola çıkan dönemin dergisi Hayat, eski kanto ile yeni
kanto düşüncesini şöyle açıklamıştır:42
"Eski
kantocular şüphesiz bu günkülerden (1977) çok farklı ölçüler içinde
çalışıyorlardı. Sahne prensiplerinden tutun da kıyafetlere, hatta şarkı çeşitlerine
kadar sayısız fark. Mesela günümüzdeki kanto sanatçıları oldukça açık
kıyafetlerle gösteri yapıyorlar. n
Yazarın
farklı ölçüler içinde gördüğü sahne prensiplerinin kaç kantocu için geçerli
olduğunu söyleyebiliriz?
Kamelya'lar,
Virjin'ler, Şamram'lar ve Peruz Hanım...
Bu
isimlerin dışında kimlerin sahne prensiplerinden söz edebiliriz ki?
Garibe
Gündem anlatımını şöyle sürdürüyor:
"Çiftetelli,
Bahriyeli, Laz, Zeybek havaları ustalara aitti. Mesleğe bir gün sonra başlayan
kişi, bir gün ewel başlayanı kıdemli sayardı. Ve sahneye çıkmadan önce kıdemli
saydığımız oyunculara 'Ablacığım, hangi şarkıları söylememe müsaade
edersiniz?' diye sorardık. Bizi tokatla içeri iterlerdi. Gösteri sırasında sağa
sola bakmamız yasaktı. Daima ileri bakardık. Şarkı gerektiriyorsa laubali
olmamak kaydıyla cilve yapabilirdik. Kısacası tatlı bir disiplin altındaydık.
Nerede kaldı ki, şarkının içine 'Ay, ayy'lar, Vay vayy'lar' katabilelim.
Programımızı tamamlayınca da seyircileri gayet saygılı biçimde selamlar,
odamıza çekilirdik. Sonra perdeci sahneye fırlatılan Mecidiyeleri toplardı?
Garibe
Hanım kanto hayatının bütün çileli safhalarını yaşamış ve sahneyi bıraktıktan
sonra yeni kantocular yetiştirmişti.
Kantoya
ve kantoculara dönük hatıralarda kimi zaman cevap arayan sorularla
karışılaşırız.
Sermet
Muhtar Bey (Alus) eski hayat tarzını çeşitli renklerle aksettiren bir yazardır.
Onun Resimli Milli Roman olarak sunduğu kitap, bu hayatın içindeki olay ve
kişileri takdim eder. Anlatım ve kişiler kimi zaman resimlendi- rilmiştir. Bu
resimlerin bir bölümü gerçektir.
Tıpkı
isimlerin de bir bölümünün gerçek oluşu gibi...
Sermet
Muhtar'ın Pembe Maşlahlı Hanım'ında konumuzla ilgli olarak önemli bir bölüm
vardır.
'Kantocu
Aşkı' olarak başlıklandıracağımız bu anlatım, 'Meşum Aşk' ya da 'Facia-ı
muhabbet' beraberinde şu soruyu da getirecektir:
Sermet
Bey'in kahramanı hangi Kemela'dır?
Saray
cinayetine kurban giden Kamelya mı, yoksa bazı kaynaklarda Ka- mela olarak
rastladığımız kişi mi?
Ya
da Sermet Muhtar'ın bu benzer isimlerden yarattığı bir örnekleme kantocu kadın
mıdır?
Kanto
hayatını Kemela ile öne çıkaran Sermet Muhtar bu 'meşum aşk'ı mağdurenin
dilinden anlatmaktadır: [43]
"Tel
auvak takdığım günden itibaren güler yüzüm solmuş, hoppa mizacım uçmuş, gam
kasavet yüreğime dolmuştu. Kocam iki ay geçmeden evini büsbütün unuttu. Yüzü
görünmez oldu. En körpe en güzel demlerimde bir oh! diyemedim. Gözyaşı dökmeden
başımı yastığa koyamadım. Rahat bir nefes alamadım. Vereme dönmüştüm. Benzim
solmuş, yanaklarım çökmüş, kemiklerim de çıkmıştı. Halbuki öyle sıhhatli, şen,
şakacı bir kızdım ki. Yanağımın alını görenler yüzünde allık varmı diye
suratıma mendil sürerlerdi. Vücudumun etliliğinden, göğsümün dolgunluğundan
elbiselerim dar gelirdi. .. •
Böylesine
körpe ve etine buduna dolgun bir kadındır ve bu bedensel görünüşünün dışında
da güzellikler taşımaktadır:
"Elime
udu alınca 'Udi Selim kadar çalıyor' derlerdi. Kanunu dizlerimin üzerine koysam
Kanuni Şemsi'den farksız bulurlardı. Sesim o kadartatlı ve muhrikti ki, hanende
Nasip Hanım'dan üstün tutanlar çıkar, piyanomu Ko- mendinger'in kaynanası Madam
Pons'tan ayırt etmezlerdi."
Ama
ne var ki kocası bütün bu güzelliklerin dışındadır ve ne sesine kulak vermiş,
ne udunu ne de kanunu dinlemiştir. Sebep başka kadındır:
"Nihayet
işin içyüzü meydana çıktı. Kocam Şevki'nin1iyatrosunda (Komik Şevki bölüm
içinde temas ettiğimiz gibi, önce Peruz Hanım'la beraberdi. Daha sonra Mari
Ferha ile evlendi. Tiyatro sanatçısı Şevkiye May'ın babası) Kemela'ya aşık,
onu çılgınca seviyor. Bunu kendi ağzı ile açıkça ifade etmişti. Kemela'yı
seviyorum demişti. Artık saklamaya hacet görmüyor, Ke- mela ah, of ediyor,
uyurken bile Kemela'yı sayıklıyordu. Meğerse ilk güvey girdiğim akşam, gece
yarısı gelip söylediği benim de ilahi zannettiğim mırıltı Kemela'nın Arapça
kantosu imiş. Bu kanto ağzından düşmüyordu: Ente ehlunnasi finnazari. "
Kanto
dünyasının bir kesiminde yaşananları aydınlatan bir anlatım... Sa- deçe
mirasyedilerin, serüvencilerin, kabadayı ve külhanilerin değil, kocaların bile
baştan çıkabildiği bir başka sahne... Çarpıcı, etkileyici ve yoldan çıkaran bir
sahne:
"Peruz,
Küçük Eleni, Şamram gibi bu isim de bana yabancı değildi. Onu mutlaka görmüş
olacaktım. Fakat adamakıllı hatırlamıyor, gözümün önüne getiremiyordum. "
Kemela'nın
saçları kumral, gözleri eladır. Eşini de Kemela gibi görmek ister. İstediği
kadını da şöyle tarif edecektir:
"Kadına
biçim endam yaraşır. Şişko midilliler gibi olacağına boyunu uzat, zayıfla,
adama benze de o zaman nazlı civan ol."
O
zamanlar Şevki Bey Kadiköy'dedir ve sadece Salı günleri Zamboğlu Bahçesi'ndeki
tiyatroda oynamaktadır. Aldatılan kadın bu vesile ile tiyatroya gidecek ve
rakibesini görecektir. Onun gördüğü kantocu kadın, ne kocasının, ne de
başkalarının çizdiği kantocu tipine benzer.
Tam
aksidir...
"Sıska
mı sıska, çökük çökük yanaklar, değnek gibi birvücut, göğüs, bel, kalça bir
ende. Kısık, çatlak akortsuz bir ses. Aman yarabbi! Aklımı oynatacağım.
Mirasyedilerin, paşazadelerin çıldırdıkları, karılarını, ailelerini feda ettikleri
kadın bu mu?"
Kemela'nın
bu sırada dişli hafiyelerden biri ile ilgisi olduğunu öğreniyoruz. Hafiye onu
kıskanmaktadır. Müthiş bir oyun oynanır ve Avrupa'daki Jöntürk'lerle ilgisi
olduğu için yakalanacağı Kemela tarafından fısıldanır. Önce o kaçacak, Kemela
da arkadan gelecektir.
Kaçış
gerçekleşir ama Kemela hiçbir zaman gitmez...
Kemela
adından bazı kaynaklar çok olumlu satırlarla söz eder. Nadir birkaç pozu, onun
'Dansçı Madam Kemela' sıfatına uygun bir bedene sahip olduğunu göstermektedir.
Pozlarına bakılırsa orta boylu olup, o günkü ölçüler içinde 'endamı yerinde'
sayılır. Ve bu görünüş, diğer kantocuların balık etini bir hayli aşan
bedenlerine oranla sahneye daha uygun düşmektedir. Yani ne Sermet Muhtar Bey'in
romanındaki 'kuru, cılız Kemela, ne de diğer yazarların 'löp vücutlu'
kantocularından değildir.
Metin
And Kamela için İbrahim Ali imzası ile Musawer Tiyatro dergisinde bu dansçının
'sanat bakımından hepsinden üstün' olduğu görüşünü nakletmektedir.
1912
yılının şantözler listesinde de kantocuların arasında Kemela değil, Kamela ismi
vardır.
Kamelya
dedikleri orta boylu, eti budu yerinde buğday tenli bir dilberdir.
Arnavutköy'lü, papaz Dimitros'un torunu Kamelya kestane renkli gözleriyle
Nurettin Paşa'ya vurulduğunda 32 yaşındaydı, ama henüz ununu eleyip, eleğini
duvara asmamıştı.
Tam
tersine, annesi Eleni'den gelen gür sesine işve katarak ortalığı kırıp
geçirirdi. Sadece Taksim Bahçesi'ni değil, bilumum İstanbul gecesini de
aydınlatan bir 'zevk-ü sefa' ışığı olduğunu da ekleyelim.
İşte
etini dolgun, yaşına olgun bu afitabın keskin gözleri, Nurettin Paşa'yı ihtimal
ki Taksim Bahçesi'nde görmüştür.
Eskiler
onu, 'Sarayın harem dairesine bile bu letafette bir kadının girmesi enderdir.
Değil, Nurettin Paşa'yı, Sultan Hamid'i bile cezbedebilecek güzelliğe sahipti.
Ağız ve bilhassa burun, Venüs'ü andıran çehresi ve doğallığın boyadığı alev
dudaklar onu daha bir ateşli yapardı' şeklinde tasvir ederler.
Anlaşılıyor
ki Kamelya 'yere bakan yürek yakan' cinsi olmayıp, duygularını açıkça ortaya
koyan dobra bir kadındır. Saklısı gizlisi yoktur ve onun ötesinde 'hanedan'a
kancayı takacak kadar da cüretkardır...
Nurettin
Paşa, Abdülhamid'in kızı Zekiye Sultan'la evlidir. Abdülhamid'in en az kızı
Zekiye Sultan kadar sevdiği Nurettin Paşa ise, zaman zaman felekten gece
çalar. Saraya duyurmadan yaptığı bu gecelik çapkınlıklar, kulağa gelse de
gözardı edilir ve olay başka Nurettin'lere yüklenirdi.
'Mızraklı
Süvari Alayında memur Nurettin Paşa yapmıştır' veya 'Şirket-i Hayriye'den
(vapur işletmesi) Nurettin Efendi olabilir' yorumuyla, paşanın çapkınlıkları
geçiştirilirdi.
Padişah
damadının, Zekiye Sultan gibi padişahın çok sevgili kızının üstüne bir
'Beyoğlu Gülü' koklaması öyle kolay örtbas edilecek türden bir muhabbet
değildi.
1887'de
Yıldız Sarayı'nın kapısı önünde, saray erkanına mahsus bir 'ku- pa'nın kapısı
Cevher Ağa'nın işaretiyle açılacak ve Zekiye Sultan, vekilharcı, nedim ve
harem emini ile merdivenleri çıkacaktı. Padişahın en büyük sevdiği kızı
babasını ziyarete gelmişti.
Yıldız
Sarayı Başkatibi Emin Bey eğer bu olayı Necdet Rüştü Efe'ye anlat- masaydı,
geçmişin bu büyük aşkı ve buna bağlı olarak müthiş bir cinayet açığa
çıkmayacaktı:44
Zekiye
Sultanın davet almadan saraya gelmesini hayretle karşılamıştık. Etekleri altın
sırma işlemeli, koyu kahverengi bir ferace giymişti. Sırtında aynı renkte
kolsuz bir jile bulunuyordu. Kalın tül yaşmağının altında yüzü solgun ve
sarıydı. Çatılmış kaşlarından sinirli ve üzgün olduğu anlaşılıyordu. Sultanı
derhal harem dairesine alıp şevketliye haber götürdüm. Sultan Hamid bu ani
ziyarete şaşırmış, 'Hayrola?.. .' diye sormuştu. Hiçbir şey bilmediğimi
söyleyince 'çağır gelsin' dedi.
Abdülhamid
daha sonra Zekiye Sultan'ı kütüphane salonuna alacaktı. 40 dakika süren
görüşmenin ardından kapı çuhadarı (muhafız ve emir nöbetçisi) Halim Efendi,
Saray Başkatibi Emin Bey'i Sultan Hamid'in huzuruna götürecekti.
Abdülhamid
tek bir soru sormuştu:
-
Emin Efendi, Nurettin Paşa'yı nasıl bilirsin?
-
Kerimelerinin zevci bahis konusu ise biz ve memleket paşa hazretlerini
efendimize layık bir damat olarak tanırız.
Paşa'nın
hal ve hareketine dair sorulan sorulara mümkün olduğu kadar müsbet cevap
verilmişti.
Nurettin
Paşa'nın Beyoğlu semtinde dolaştığı rivayet şeklinde anlatılıyor ve onun bu
semte gitmesinin sebebi, 'Frenk eğlencesini yakından tetkik arzusu' olarak
ifade ediliyordu.
Zekiye
Sultan'ın gidişinden sonra başkatip Emin Efendi tekrar huzura çağırılmış ve
Nurettin Efendi'nin ülfet ettiği Kamelya için derin bir araştırmaya girilmesi
buyrulmuştu.
Hafiyeler
Galata'dan Tatavla'ya kadar dağılmıştı. 2 gün sonra Beşiktaş Muhafızı Hasan
Paşa'nın gözü keskin, kulağı delik hafiyesi, 'Çolak İsmail
44.
Tarihte Güzel Kadınlar, Necdet Rüştü Efe, Güzel Kamelya, Eserler Dizisi.
Bey'
raporunu sunmuştu:
'Beyoğlu
Kalyoncu Kulluğu'nda annesi ve emektar uşağıyla oturan bu kadın, ekseri pazar
akşamları Taksim Bahçesi'ne devam eder. Büyük babası Dimitros Efendi olup,
babası ise bir marangozdur.'
Nurettin
Paşa'nın 'Beyoğlu Gülü'yle dilltre destan aşkı Hünkar Yaveri Gani Bey' in
(İttihat Teraki Örgütü'nde adı çok geçen Esat Toptani'nin kardeşi) olaya el
koyması ve 'paşanın sivil kıyafetle bu kadının evine girdiğini gördüm. Akşama
kadar halvet oldular' raporuyla bitmişti.
Artık
ferman padişahındı.
Sultan
Hamid'in 'Yarın bir karar alırız' demesine rağmen bazı kişiler yarını
beklemeyecekti.
2
gün sonra gazeteler 'Korkunç bir cinayet... Beyoğlu Gülü Kamelya'ya kıydılar'
başlığı altında cinayeti duyurmuştu. Kamelya, annesi ve uşağı gece yarısı
meçhul kişiler tarafından katledilmişti.
Abdülhamid
olay sonrası Gani Bey'in o gece sarayda olup olmadığını sormuş ve 'hayır'
yanıtını alınca işin iç yüzünü keşfedercesine başını üzüntülü biçimde
sallamıştı. Ama yapılacak bir şey yoktu.
Kamelya'nın
ölümünden sonra Nurettin Paşa aylarca Selamlık Daire- si'nden hareme
geçmemişti.
Kamelya'yı
kimin öldürdüğüne gelince... Saray başkatibi Emin Bey'in sezinmelerinden başka
bir kanıt yoktur.
Kamelya'nın
'bir sultana gönül verdim' kantosu uzun yıllar başka Beyoğlu gülleri
tarafından söylenmiş ve akla hep bu 'gülün soluşu'gelmiştir...
Kantocuların
oyunlara, oyuncuların kantoya çıktıkları her dönem olmuştur.
1912'de
aktristler, şantözler ve kadın oyuncular listesi yapılmıştı. Liste,
sınıflamanın hangi bakış ve hangi kıstasla yapıldığına ışık getirmiyor, kimi
aktrist, kimi şantöz de aktrist listesine alınıyordu.[44]
Şantözler
listesinde Şamram Hanım, Küçük Şamram, Nıvart Hanım, Küçük Virjin, Minyon
Virjin, Kamela Hanım, Küçük Peruz, Rana Dilberyan, Yalfraz Hanım, Agavni
Arapyan ve Mari Ferha Hanım yer almıştı. Metin And, belirtilen dönemin gazete
ve ilanlarını tarayarak kadın oyuncular listesi yap- mıştı.[45]
Bu
listede şu kantocular bulunuyordu: Avantiye, Oranya, Raşel, Rozali, Viktorya,
Virjin, Zarife...
Kantocular
arasında bazen aynı ismi taşıyan iki hatta üç ismi görmek mümkün oluyordu. Bu
durumda kimileri 'Küçük,' kimileri 'Büyük' sıfatları almıştı / takılmıştı.
Mesela ikinci Peruz (Trabzonlu) K.Peruz olarak biliniyordu. Ama 'Küçük' ya da
'Minyon' olarak bilinen kantocuların tümü 'Büyük'le- rin gölgesinde kalacaktı.
Bazı
istisnalar da olmuyor değildi. Mesela iki Agavni arasındaki fark kimi zaman
bedensel bir yaklaşımla ortaya konuyordu. İri cüssesi ile sahneyi çökerten ve
bu yüzden 'Fil' lakabı takılan Agavni Hanım'dan söz eden Ahmet Rasim onu
'Galata alemlerinin yadigarlarından' biri olarak ifade etmişti.
Gerçekten
yadigardır ama son zamanlarında 120 okkayı geçen 'çok ağır' bir yadigar...
Aynı
ismi taşıyan kantocuların dışında kimbilir bilemediğimiz daha ne kadar Amelya,
Peruz veya Kamelya vardır. Şöhretli kantocu kopyalarına neredeyse batakhaneye
dönmüş, Galata mekanlarında rastlamak mümkündü. Onlar da 'Hoşor' yani eti budu
yerinde kadınlardı. Bedenleri önde, sanatları arka plandadır.
Bazılarının
ise hiç büyük isme ihtiyaçları yoktu. Onlar zaten kantocu sıfatını 'usulen'
taşıyorlar ve öbür anlamda müthiş icracı olarak biliniyorlardı.
il.
Abdülhamid döneminin en çarpıcı isimlerinden biri olan Aniki sesinden çok
alüfteliği ile tanınan, dilberliğine eş tanımaz bir Karadeniz'lidir. Aslında
ses telleri de ud mızrabı da eşsizdir. Tam bir afet-i devran, yani dünya güzeli...
Ama kimin hangi güzelliğe meyyal olacağı bilinmez.
1900'1erde
Trabzon'dan Sinop'a kadar tüm sahilde üstüne türküler yakılan, anlaşıldığı
kadar etrafını bir hayli yakan biri ... Yanan da yakılan da, bu Anika türküsü
söylemiştir.
Çalgı
bitsin Anika 'm yatalım "
Şen,
şakrak curcunalı türkülerin kahramanı Anika'nın başına ne geldiyse, hep bu
güzelliğinden gelmiştir. Güzelliği ile nam salıp kaçırıla kaçırıla, nasıl
aklını kaçırmamıştır hayret!
Düzden
dağa son çıkarılışında, Kadri Bey-ki Büyük Türk lugatı müellifi ve Tanin
Gazetesi naşirlerinden Hüseyin Kazım Bey' in babasıdır -Trabzon Valisi iken
zaptiyelerini zorbaların üstüne salmış ve onu kurtarmıştı.
Mecburen
kapağı istanbul'a atan Anika ufat tefek sahne denemeleri yapmış ve bu yüzden de
hem kendisinde, hem etrafta huzur bırakmamıştır. Yoluna avuç dolusu para
dökülen bir dilber olarak Kağıthane, Göksu ve Sarıyer'de 'ihtişam' içinde
yaşamış, keyfe keder kantoya da çıkmıştır.
Onca
paşazade varken, bir segerdeye tutulup, dayalı döşeli saray yavrusu
konaklardan ahşap bir eve girecektir. Müslüman olmuş ve Kasımpaşa Kulaksız'da
Anika'lığı bırakıp 'Hadiye' olmuştur.[46]
Kantonun
son perdesini yarıda kesen, Anika'nın jübilesi değil, 'oluklu Bursa' bıçağıdır.
Ve alınyazısında, kıskanç kocası tarafından sekiz yerinden bıçaklanışı da
yazar.
Ahmet
Rasim yine 'Ah! Kantolar!' diyerek bilinen isimler kadar, pek su üstüne
çıkmamış kantoculardan söz eder:
"İşte
Viyolet, üç karış gövde, bir avuç saç, avuç kadar yüz, kara kaş, kara göz,
kuzu gerdanlı, ince belli, tarak ayak, kısıla kasıla çıkan sesiyle haykırmak
istiyor. Oynuyor, adeta zıplıyor. El şakırtılarından hazzediyor. Soldaki localardan
birine sık sık bakıyor. Mini mini kurnaz, kimseye çaktırmıyor. Diyorlar ki bu
'surpet' büyüdükçe bir afet olacak!
Ah!
Kantolar! Matmazel Flora ah! Bu Balkan kızı. Sahihü'l-bünye. Lapiska saçlarını
toplamış, mavi yeşil gözle;-iyle, henüz acemi nigahıyla bir şeyler arıyor.
Kolları daima mukawes. Hay hay hay! Dey dey dey!
"Sarhoşum
arkadaş dilim dolaşır" diye iki tarafa yıkılıyor. Ne kadar komik! Hücum-ı
handeden katılacağım. Fakat bu da çiçek! Viva! Çak Flora!
Bakın
kimler çıkıyor? Matmazel Amelya! Hala ötüyor. Alın düz, göz kenarları buram
buram. Nazar yeni çıkmış soba ateşi gibi sönmeye meyyal."
Ahmet
Rasim Hoca'nın tarifi ile dokuz numara fes, ufak minyon kulak, çekik kaş,
çizgili siyah pantalon, lostrin potinlerle faytonun bir köşesine kurulan
piyasa beyleri için de kantolar duyulur:
"Üstü açık faytonda
Gezerim piyasada Harf atarım kızlara
Yar için terelelli Yar için terelelli hah hah hay"
'Minyon'
ve 'Büyük' dışında bir başka Virjini daha olduğunu İsmail Düm- büllü'nün
anlatımı ile o dönemin aşklarından öğreniyoruz:[47]
"Kimi
paşalar ve yüksek makamdakiler tiyatrolara gitmekten kaçınır ve Peruz gibi
ünlüleri konaklara davet ederlerdi. Cariyelere musiki ve dansla birlikte kanto
da öğretildiği oluyordu. Kantoculara abayı yakmış bir hayli konak çocuğu ve
beyi vardı. Kantocu sevdası ile sıfıra düşüp Direklerara- sı'nda bu aleme
katılan ve bir daha da sahneden ayrılamayan Paşazade Refet Bey gibi çok kimse
görülmüştür. Aksaray Yüksekkaldırım mahallesi imamı Hakkı Efendi de bu ateşe
düşmüş ve 'Dikburun Virjini' ile yanıp tutuşmuştur. "
İsmail
Dümbüllü'nün anlattığı Virjini'lerin üçüncüsü o sırada İsmail Efendi
Kumpanyası'nın ünlü kantocularındandır. Hakkı Bey aşkı yüzünden önce imamlığı,
ardından da tarikat şeyhliğini bırakmıştır.
'Dikburun
Virjini' ile evlenen Hakkı Efendi için Malik Aksel şunları yazmıştır:
"Bu
zat ilk defa Komik Şevki'nin tiyatrosu'nda oyuna çıkmıştı. Abdi gibi iri yarı
olmasına rağmen en çevik hareketleri de kolaylıkla yapardı. Oynarken sadece
seyircileri değil, oyuncuları da güldürürdü. Komiklikte Şevki dahi onunla başa
çıkamazdı. Yedi sene fasılla aynı işe aevam eden nev'i şahsına münhasır bu
adamın yaşlıların hafızalarında kalan hatıralarından gayri birşey kalmamış...
Ne bir fotoğraf, ne de bir yazı hatırası... Bir gün Abdi, Kel Hasan, Küçük
İsmail İmam Hakkı'nın bulunduğu Rüfai tekkesine uğrarlar, hem zikr ve devran
sırasında. İmam Hakkı bunları görünce şaşırır, el değdirmeden başındaki tarikat
tacını bir anlına, bir de ensesine doğru götürür, ayini oyuna çevirir. Bu
davranışını tuhaf bulanlara verdiği cevapta 'Bana bir hal oldu, kendimi
tiyatroda sandım" der.
Hakkı
Bey'ler kantoculardan yana aynı kaderi yaşamışlardır. İkisi de sevdikleri
kantocularla evlenmişlerdir.
Ester,
dönemin Musevi kantocularından olup, diğer Hakkı Bey'i (İsmail) Evkaf Mümeyyizi
iken yakmıştır. Ester Müslüman olup İsmail Hakkı Bey ile evlendikten sonra
Hikmet adını almış ve sahnelerin kadını yerine evinin kadını olmuştur.
Küçük
ve Büyük Amelya'lardan sonra sahnede yer tutabilen Küçük Ele- ni'de Büyük Eleni
kadar alkış almış bir isimdi.
Bazı
kaynaklarda ilk kantocu olarak belirtilen Aranik Hanım'ı öncü kabul edersek,
sonrasında bir hayli isim hatırlarız. Hele tuluata çıkanları ve ikisini bir
arada yürütenleri eklersek liste bir hayli uzayacaktır.
Viktorya,
Kikina, Agavni, Pipina, Fil Agavni, Bayzar, Mari Hasibe, Madam Blanş, Novart,
Rana Dilberyan, Matild, Sıdıka, Saadet, Avantiya, Despina (Avantiya'nın
ablası), Verjin Dandispanyan, Hermine, Minyon Viyolet, Haçık- yan, Araksi,
Anjel, Arabacı kantosu ile ünlenen Büyük Mari, 'O Güzel Gözlere' kantosunun
oyuncusu Eleni ve diğerleri...
Cinayete
kurban giden Agavni ve Kamelya'dan, yakılarak öldürülen Duru- hi'ye kadar
uzanan asırlık bir zincir..
Bir
başka Amelya da 'Dişikırık' lakaplı olarak tanınıyordu. Özellikle Anadolu
sahnelerinde epey görünmüş ve Komik Hüsnü'nün bulunduğu kumpanya ile diyar
diyar gezmişti.
Ahmet
Fehim Nemlizade'lerin tiyatrosunda temsiller vermek üzere gelen kumpanyanın
komiği Hüseyin Efendi'den söz ederken aşina olduğu sanatçılar arasında
'Dişikırık Amelya'nın adını belirtir. Sonraları Kel Hasan'ın direktörlüğünü
yapan 'Kürklü Kamil Bey' ile Samsun temsilleri sırasında Fe- him Bey ile
karşılaşan sanatçılar turne maceralarını dile getirmişlerdi.
'Dişikırık
Amelya' Hanım'ı belki de 'en gezgin' kantocu yapan hususiyeti kumpanyanın
komiği Hüseyin Efendi'den geliyordu.
'Tokatlı,'
'Amca' Hüseyin lakapları ile tanınan Hüseyin Efendi'nin üçüncü adı da 'Firari
Hüseyin'di. Askerlik nedeniyle daima kaçak olan Hüseyin Efendi bu sebeple bir
yerde sürekli kalamaz ve daima bavulu hazır beklerdi. Kumpanya bu yüzden her
daim 'tetikte olur' ve onun bavulu hazırlaması ile güzergah değiştirirdi.
Amelya hanım da bu kaçışta yer alacak, dolayısıyla Direklerarası'ndan uzakta
kalacaktı.
Bu
kaçışlar sırasında hem abayı yakmış, hem de yaktırmıştır. Bir turne
buluşmasında Fehim Bey'in bilgi ve yardımına başvuran Firari Hüseyin kadroya
Komik Arifi de dahil etmek istemişti:49
"Amelya
Hanım da söze karıştı. Çünkü söz konusu komik Arif Efendi'yi arzu eden, hem de
can ve gönülden getirtmek isteyen kendisi idi. Arif'e büyük bir tutkunluğu,
içli bir sevdası vardı. Elini omuzuma koydu, merhamet dileyen yaralı bir insan
gibi yüzüme baktı. 'Ama Fehim Efendi' dedi. Arif fena mı? Müşteri tutar... Çok
güldürür. Hüseyin Efendi de çok komik. Ama o da gelsin. Söyle hakkım yok
mu?"
Artık
durumu anlamıştım. Önüme sürülen kadeh kadeh rakılar, hindi dolmaları,
balıklar ve seçilmiş mezeler, bu işi yoluna koymam içindi. Ben bir hakem
sıfatıyla çağırılmıştım. Vaziyeti kurmak için maharet lazımdı. Zira iki ayrı
cinsiyetin arasını bulacaktım. Suya sabuna dokunmadan konuşuyordum. Lakin gemi
azıya aldılar. Birbirlerinin kirli çall2aşırlarını dökmeye başladılar. Firari
Hüseyin Efendi bağırdı:
"Amelya
Hanım benim bulunduğum kumpanya her yerde pahalı bilete oynar. Sen de
biliyorsun ki, biz de on kuruştan aşağı yer yok. Bize gelenler hep kelli felli
eşraf, erkan, hanedan insanlar. Halbuki Arif sizi Girit'te, Hanya'da Kale
içinde yirmi otuz paraya oynatırdı ..."
Bütün
bu tartışmaların sonunda Arifin kadroya alınmasına karar verilecektir.
'Aşkın
gözü kördür.' İşte bazı aşıkları akıl almaz yollarla birleştirir, bazen de
sevdayı trajediye çevirir.
Mari'nin
bir gözü sakattı ve bu yüzden adı 'Kör Mari'ye çıkmıştı. Oyunculu-
49.
Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları, Hafi Kadri Alpman, Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul
1977.
ğunda
bir eksiği olduğu söylenemezdi. Seyirciler ona gözlerini dikerek, o da
seyircilere gözlerini kaçırarak bakardı. Sadece seyirci değil, objektife de ...
Daima
profil durur sahnede yan yan hareket ederdi. Bir gözünü görenler için gerçekten
güzeldi. Oyunların her çeşidi için aranılan bir kadındı Mari. Sahne kıyafetleri
içinde de son derece çekiciydi ve bu yüzden zaman zaman başı derde girecekti.
Pera'da
yılbaşı eğlenceleri sırasında maskeli baloya katılmıştı. Kıvrak bedeni ve
maskeli yüzü ile alabildiğine çekici ve gizemliydi. Masalar donanmış ve
şampanyalar açılmıştı. Zengin ve çapkın hayranı bir süre sonra aşka gelip
dayanamayacak ve Mari'nin maskesini çıkaracaktır. Olay bununla da bitmeyecek ve
çapkın maskenin altındaki yüzü de maske sanacak ve 'İkinci maskeyi de çıkar'
diyerek, ■
sanatçının yüzünE! karşı tam manasıyla
'yüzsüzllük' edecektir.
Dönemin
tiyatro sakinleri için 'Kör Mari,' öbür adıyla 'Keyifli Mari,' son derece iyi
kalpli ve sevimli bir kadın olarak tanımlanır.
BÖLÜM 3
Kanto ve Düetto
Sözleri
Hüzzam
Kanto
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Şamram:
Durma karşımda püser
Nedir
san'atın göster
Peruz:
Menem sanatım duhter
Nane
suyu, nane şeker
Severim
ben seni duhter
Saplarım
ciğerime hançer
Bana
cemalini göster
Bu
biçare onu ister
Şamram:
Ben duhterim, namım Şamram
Söyle
nedir meram
Yaktın
yaktın meni balam
Beyaz
penbe keten helvam
Peruz:
Men püserim, namım Peruz
_ ..•
Duramam
aşkınla henüz
Parasızım
menem kokoz
Men
yanarım gece gündüz '
Okuyan:
Eteni
Makamı:
Uşak
Çalsın
davul dümbelek ile zurna zurna
Göz
süzerek oynarım ben sana ben bana
Niçin
durdun ya vur ki niçin?
Çal
bir daha bir daha -
Haydi
çalsana
Gücenirim
ben sana, darılırım ben sana
Gene
durdu, niçin durdun
Çal
bir daha, çal bir daha
Kanto
söylerim hem raks ederim
Ben
sana, ah sana, ah sana
Çalsana
çalsana
Ah
ben sana, ah ben sana
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Suzinak
Açılmış
rengarenk çiçekler
İlkbaharda
gonca güller
Çimin
üzeri dolsun meyler
Bülbül
çeker hazin demler
Çağlar
dide ay gönül ağlar
Bir
taraftan sular çağlar
Zerrin
ile sünbül elvan
Büyüler
çok ah gülistan
Solmaz
rengi o gonca gül
Durma
dem çek ah canım bülbül
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Rast
Bir
güzele kul oldum
Ta
gönlümden vuruldum
Sevdim
ama yoruldum
Ben
de bilmeme ne oldum
(Nakarat)
Yar
seni gaip etmişim
Güç
ile şimdi bulmuşum
Şu
gelen kimin kızı
Yanakları
kırmızı
Gerdanında
beni var
Hayret
etti hep bizi
Felek
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hüzzam
Bak
ne etti bana felek
Pek
çok sevdim çektim aman
İftirakı
çekmek ah gerek
Boşa
gitti ah bu dilim pek
Böyle
bir ah karar tutmaz
Çeşmim
yaşı akar durmaz
Talihim
bahtım hiç uymaz
Çekerim
çilem ah durmaz
Aşık
olmuş bülbül güle
Kantosu
Hey
işvebaz nedir bu sendeki naz
Merhamet
it acı bana çalma saz
Bak
yüzüme ol derdime çare saz
Meclise
gel dinleyelim ince saz
Zülfü
siyah pek yazıktır suzinak
Merhamet
it acı bana çalma saz
Neva
Kanto
(Şnork
Efendi)
Sütü
halis çinganeyim
Köçek
oynar bir taneyim
Zurnaya
ben def çalarım
İlkbaharda
sefak oynarım
Arada
bir çakarım
Taze
rastık kaşlarıma
Altun
boncuk gerdanıma
Gül
karanfil yanağıma
Parlak
baro gel yanıma
Fal
bakmaya yok hevesime
Şarkı
söyler durmaz sesim
Ayvansaray,
Sulukule
Selamsız
da yokdır eşim
Arada
bir çakarım
Taze
rastık kaşlarıma
Altun
boncuk gerdanıma
Gül
karanfil yanağıma
Parlak
baro gel yanıma
Bir
kız bana dedi ki: Pek çok güzelsin
Burnun
kumruya benzer, beni süzersin
Dedim
ben seni almam, çirkin kıza aldanmam
Elbette
bir güzel çıkar, bana vermeye kalkar
Ah,
ah, ah, ah, ah, ah
Nedir
bu sevda ben de, başımı saldım derde
Bebek
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Segah
Kabil
değil ah sevmemek
Seni
görüp de ah bebek
Bakışın
gitti hoşuma
Alsam
seni aguşuma
Yanıyorum
ah bitiyorum
İnsaf
et mini mini bebeğim
Ah
gözlerini seveyim
Benim
şirin bebeğim
Meftun
oldum hayran oldum
Baygın
mahmur bakışına
Başın
için üzme beni
Bebeklerin
ah bebeği
Yanıyorum
merhamet
Bitiyorum
insaf et
Cazibeli
bebeğim
Ah
didelerini seveyim
Güzelim
şanında değil bana
Ah
çektirmek zira
Sönmez
ateştir ah
Sevip
de ah solmamak
Okuyan:
Verjin
Sevda
pek zalim imiş
Çok
aşıkları mahvetmiş
Neler
etmiş neler etmiş
Çok
aşıkları incitmiş
Dilerseniz
ben size
Söyleyeyim
cümlenize
Bak
aşk bana neler etti
Anlayınız,
dinleyiniz, biliniz
Aşk
beni yandırır, söndürür
Yakar
yakar mahveder
Gözleri
karartır, yüzleri sarartır
Oynatır,
zıplatır, hoplatır
Sıçratır,
bağırtır, çağırtır
Haykırtır,
ağlatır, inletir
Olmaz
bulmaz derdime derman
Olmaz
aşk sevdaya çare bulunmaz
Kanto
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Rast
Yangın
var yangın var yanıyorum
Yetişin
gardaşlar (A dostlar) tutuşuyorum
Mis
kokulu hanımeli
Müsadesiyle
koklayım
Çiçeğim
vermem seni
Yangın
var yangın var yanıyorum
Yetişin
gardaşlar tutuşuyorum
Meftunlar
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Hicaz
Bu
meftunlar pek çoğaldı
Hakiki
aşk nerede kaldı
Bilmem
idim aşk ve sevdayı
Bak
başımı derde saldı
Bende
sende, bende sende ah!
Bende
yandım aşk narine
Acep
mecnun nerde kaldı
Aşkına
çaresiz yandım
Arşa
çıktı feryadım
Gece
gündüz ah ederim
Ağlamaktan
usandım
Bende
sende, bende sende ah!
Bende
yandım aşk narine
Acep
sevdiğim nerede kaldı
Kedi
Kantosu
Okuyan:
Büyük Amelya
Taliim.
ah taliim ah, taliim
Dolabımı
açtı döktü yemeğim
Boşuna
mı gitti benim emeğim
Dolabımı
açtı, ekmeğimi kaptı
Beni
görünce tavana kaçtı
Kediyi
ben yakaladım
Bir
iyice patakladım
Mırnav,
mırnav, mırnav, mırnav
Miyav,
miyav, miyav, miyav
Kant.
Kantosu
Okunana
Şamram
Makamı:
Rast
Yeter
artık felek yeter
Oldum
öksüzden beter
Büyük
yara açtın sineme aman
Ah
yanıyorum dayanamam (tekrar)
Karadır
bahtım ah kara
Feryadıma
can dayanmaz aman
Gözümün
yaşları dinmez
Vefasız
yare kapıldım aman
Yarama
melhem olmaz
Hangi
tabibe sorayım aman
Derdime
derman bulamaz
Tabibim
güzelim aman
Lütuf
ile kurbanım aman
Çok
yalvarırım güzelim aman
Neler
ettin neler bana
Canımdan
çoktan usandım
Ah
kurban olsun bu can sana
Çigene
Kantosu
Çingene
derler bize
Meylimiz
var kerize
Biz
içer eğleniriz
Gece
gündüz zevk ederiz
Çalar
göbek atarız
Sonra
biz fala bakarız
Çalsın
zurna, def, dümbelek
Atalım
biz de birer tek
bak
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Rast
Efendiler,
beyler şaşacak
Şamram
kantoya çıkacak
Elinde
süslü kabak
Hem
çalacak, hem oynayacak
Şöyle
göbek atacak, böyle göbek atacak
Kabağım
pek süslüce
Telleri
gümüşlüce
Kendisi
sedeflice
Boncuklu,
püsküllüce
Çalarım
heveslice, çalarım heveslice
Ah
çeker dinleyin bahar
Bayılıverirler
kor güller
Ağlıyorlar
bülbüller
Dinleyin
seyir edenler
Efendiler
ah beyler
Şamram
kanto söyler
Arapça,
Türkçe gazeller
Söylüyor
bak bu teller
Arabacı
Kantosu
Bizim
araba boşdur
Bin
de çayıra koşdur
Hopla
hopla hey
Kayıkla
gitmeyiniz
Arabaya
bininiz
Geliniz
eğleniniz
Hopla
hopla hey
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Hüzzam
Adam
aldatmak güçmüş meğer
Kumar
oynamakta hüner
Nerede
bildiğimiz sersemler
Ele
geçerse ise derler
Hain
kumarbazlar
Elinden
yüreciğim pek yandı
Zamparalık
tıngır mıngır
Bir
paracığım kalmadı
halime
bir kere gülmeyip baksanız
Merhamet
bari etseniz
Yandım
kumarda dumanımı görürseniz
İmdadıma
yetişseniz
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Hüzzam
Çeribaşı
demir döver
Gacıları
kürek çeker
Maşa
kürek kebap şişler
Haydi
Pembe, haydi Pembe
Çal
zurnayı dümbelek de
Falım
yalan hiç söylemez
Bakla
atmaya aklım ermez
Kerizde
kusur etmem
Güler
oynar cefa çekmem
e
Kantosu
Okuyan:
Eteni
Makamı:
Nihavend
Haydi
sazlar çalınsın, hep efeler
Oynasın
bir taraftan, kemanlar
Kadehlerle
şaraplar
Gelsin
efeler eğlensin
Neşelensin,
zevklensin
Haydi
bıçak, haydi bıçak
Çeksem
yarim korkacak
İşte
bulduk zevkimizi
Feda
olsun canımız
Dağlardır
mekanımız
Efeyim
ben küçücük
Hem
oynayıp söyleyecek
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Eteni
Çingeneler
gam kasavet asla bilmezler
Gezerler
hem seyir ederler hiç sıkılmazlar
Söyler
şarkı, çalar oynarlar
Kederimiz
kalmasın def edin beyler
İşte
kuklalar karşında
Oynatırım
genç yaşımda
Beyler
bakın seyrediniz
Bebekleri
bakın görünüz
Efendiler
hep bakınız
Bebekler
oynar yalnız
Kantosu
Okuyan:
Vetjin
Makamı:
Rast
Zuhur
etti bu dilber
Tombul
yumuşak eller
Latif
latif diller
Kara
kaş, kara gözler
Bitirdi
beni sözler
Yan
yan bakmalar
Kırıtarak
gezmeler
Yanarım
dostlar bu dilbere
Latif
latif dillere
Yandım
aman pamuk ellere
Tombul
tombul beyaz ellere
Yar
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hüzzam
Bir
zalime esir oldum aman
Derdinden
deli divane oldum
Bu
yar ile belalı oldum
Ömrüm
bittin divane oldum
Şimdi
beni sever çıldırır aman
Ah
kavgadan usandırır
Hem
zirzoptur hem deli
Dostlar
kurtarın beni
Ah
çanım ah aman
Nispetine
dayanamam
Kavgaya
dayanamam
,
Kantosu
Ziya
saçarsın yar etrafına
Yazık
oldu yazık fena bahtıma
Kara
gözleri benzer kara yazıma
Acıyın
dostlar bana ağlarım
Karadır
bahtım kara bağlarım
Uçurdum
elimden dilbazımı
Derde
gel bul çare sarım
Obur
Kantosu
Okuyan:
Şevki Efendi
Makamı:
Segah
Ben
pisboğaz meşrebim a zevat
Lezzeti
hoş tam isterim olsun
Terbiyeli
çorba, zeytinyağlı dolma
Biraz
da helva olsun
Kadınbudu
taze olur ise olsun
Bir
tabakta tavukgöğsü mutlaka olsun
Baklavalar
ballı, muhallebi tatlı
Pilav
da yağlı olsun
Pilav
üstünde tavuk
Hoşaflar
da pek soğuk
Olur
ise cümlesi, cümlesi olsun
Sütlü
yağlı çörek
Biraz
da gevrek olsun
Salatalar
yan baksın, turşular can yaksın
Güllaçla
baklava cana da can katsın
Kompostolu
ayva, türlü tüılü meyva
En
nihayet kahve de olsun
Kantosu
Okuyan:
Ame/ya
Makamı:
Hicaz
Bak
şu güzel kızın beyaz yüzüne
Ben
mail oldum kara gözüne
Tombul
tombul yavaş yavaş
Seke
seke yürü gel
Yaktı
beni kara gözlüm
Amanın
civanım
Seni
candan severim
Senin
için yatar ağlarım
Bakın
bakın beyaz yüzüne
Ok
saplandı ah ciğerime
Tombul
tombul yavaş yavaş
Seke
seke yürürsün
Yaktı
beni kara gözleri
Seke
seke gel
Göbek
Kantosu
Okuyan:
Marika
Makamı:
Rast
Ne
hoş olur ilkbaharda
Köçek
oynasın ziller ile
Ziller
çalınsın parmakla
Meyler,
meyler içsin beyler
Oynasın
hep çengiler
Haydi
raksa başlayalım
Kederi
defedelim eğlenelim
Makamı:
Hicaz
Hovardayım
hovarda
Savul
karşımdan varda
Mantar
yemem ben asla
Tosunum
tosunum hayda
Meyhaneler
gezerim
Kabadayı
severim
Bana
çatan olursa
Bir
yumrukta ezerim
Ah
var mı bana yan bakan?
Anam
babam kardeşim
Şöyle
gel be yoldaşım
At
rakıyı omuzdaşım
Helal
olsun kardeşim
Yedik
içtik kime ne dedik
Kime
dedik ne dedik
Hayda
hayda
Oyna
dedik
Atlas
mintan giyerim
Kadifedir
yeleğim
Ayakta
yırtık potin
Ben
niçin evlenmeyeyim
Müstear
Kanto
Gönül
gamzene bend oldu
Özüm
bu duhteri buldu
Tigi
ebrusunu vurdu
Bu
bağrım kan ile doldu
zacı
/(iıntosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Nihavend
Darıdan
boza yaparım
Sokakta
gezer satarım
Satıp
satıp bitirince
Odamda
hem keyfime bakarım
Ekşi
de var, tatlı da var
İster
iseniz tarçın da var
Bozayı
ah bir içince
Size
verir ah neşe
Alınız
bir bakınız
Hile
var mıdır içinde
Bozacı
Şamram'dır namım
Geze
geze pek yoruldum
Yürümeye
yok mecalim
Benim
bozamı içenler
Bir
daha içmek isterler
İşte
artık gidiyorum
Ustalar
beni beklerler
Çingene
Kantosu
Haydin
kızlar, haydin kızlar
İşte
geldi ilkbahar
Kuşanmış
dağlar, karşı ki dağlar
Ah
saklıdır ilkbahar
Haydin
haydin oynayalım
Eğlenelim
zevk edelim
Ah
ah yeşillendi dağlar
Saklıdır
ilkbahar
7
7I- K fn
üm
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Beğendim
seni bırakmam asla
zalim
elimden
Yeter
artık kan geliyor ah
ciğerimden
Yandım
güzelim yandım ah ah
ah
senin elinden
Etti
aşk ciğerim pare pare
Ah
ah ağlarım inlerim
Yürek
yare yandı aman senin elinden
Yeter
ah yeter güzelim kederimden yoktur medet
Sevda
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Dinleyiniz
ağalar
Vay
başıma geldi neler
Bir
kız sevdim çok sevdiğim
Bal
dudakları emdiğim
Kaşlar,
gözler ah sevdiğim
Yazıklar
oldu bana ah
Ateşten
gömlek imiş
Kabahat
bende değil gönül sevmiş
Aman
yar, zalim yar öldürdün beni
Ben
bir deste gül idim, soldurdun beni
Sus
dedi
Pus
etti
Kandırdı
beni
ngene
Kantosu
Okuyan:
Eleni
Çingene
aklı zevk ve sefada
Satarız
ızgara maşa
Gelincik
ile labada
Gece
gündüz çalışırız
İşimiz
yok cefadan
Çalışırız
eğleniriz
Yan
geliriz
ızgarada
gelirimiz az
İskemle
yapmaya yok saz
Çeribaşı
gel etme naz
Eğlensin
dudiler biraz
Gül
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Hüzzam
Gülüm
çakmış çakıştırmış
Ud
çalmayı yakıştırmış
Küçücükten
alıştırmış
Tirilay,
tirilay, tiri li li li lam
Garip
garip ben gezerim
Gülüm
gelirse ben ibterim
Goncalarından
severim
Dikenlerini
ben sezerim
Gülümün
halinde şeker
Kimi
görse hemen sever
Gayri
benden de vazgeçer
Sonra
da belasını çeker
Göbek
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hicazkar
İşte
çapkın rakkase geldi meydane
Naz
etmek bilmez oynar merdane
Sağa
sola bakıp şöyle süzmeli
Haydi
haydi haydi bakalım
Mini
mini adım atalım
Şıkır
şıkır ziller çarpalım
Oh
oh oh a canım
Göbek
atalım
Çalsın
musiki biz oynayalım
Zurna
ile çalsın çiftetelli
Hüner
budur civanım o görünmeli
Şöyle
ayak atıp gezmeli
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Rast
Bizim
ay bu çeribaşı
Altmışı
geçmiştir yaşı
Kocasının
gözü şaşı
Altmışı
bulmuştur yaşı
Ben
dedim aynalı penbe
Raks
edeyim görünüz böyle
Sever
çıngarı bu olmaz böyle
Kart
karı çeribaşı
Bulmuş
yazı
Okuyan:
Anuş
Makamı:
Segah
Bağa
indim üzüm yok
El
yerinde gözüm yok
Ben
yarimi küstürdüm
Barışmaya
yüzüm yok
Oh
oh mini mini maşallah
Konuşuruz
inşallah
Kapım
iki kanatlı
Yarim
elma yanaklı
Yarim
pek güzel amma
Azıcık
çocuk inatlı
Denizde
kaya balık
Yüreğim
sana yanık
Seni
görmek isterim
Burası
kalabalık
Oh
oh mini mini maşallah
Konuşuruz
inşallah
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Suzinak
Çalışkandır
çingeneler
Erkekleri
karıları
Fal
bakıp, gelincik satıp
Raks
etmektir karları
Biter
mi bu alemde hiç
Çingene
mantarları
Falcı
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Rast
Fal
fal bakar bakla atar
Bana
derler çifte benli
Yallelli,
yalelli, yalelli, yalelli
A
be, a be mangiz uçlan bakayım
Çalsın
davul dümbelek
Ben
de zurna çalayım
Ah
tri tri ah ah tri tri tri tri
Kırmızı
yanaklı, benekli teknesi var
Aynalı
gacısı var
Yalelli,
yalelli, yalelli, yalelli
Oyna
kız çifte benli
Şarkı
mani okuyalım
Beyleri
memnun edelim
Mangizi
çokça vermeli
Yalelli,
yalelli, yalelli, yalelli
Bahşişi
çokça vermeli
Kanto
Bizim
araba boştur
Bin
de çayıra koştur
Ne
güzel eğleniştir
Cana
sefa veriştir
Hopla
hopla hey
Kayıkla
gitmeyiniz
Arabaya
bininiz
Geliniz,
eğleniniz
Hopla
hopla hey
varda
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Hicaz
Hovardayım
kabadayı
Kabadayıyım
tosundayı
Severim
hovarda hayda
Boş
yere hır çıkarmam severim hovardayı-
Meyhanede
çakarım, peykesinde yatarım
Ben
camları kırarım, hır çıkarır kaçarım
Var
mı böyle tosundayı
Ben
marizden kaçarım
Var
mı böyle kabadayı
Ben
dayaktan korkarım
Sen
benimsin çapkının kızı
Ne
gülersin arkadaş
Ne
bakarsın be kardaş
Bende
yürek mermer taş
Savul
karşımdan dolaş
Bulaşığım
be kardaş
Hır
çıkar yavaş yavaş
Süpürgeci
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Sırma
gibi süpürgemin ince teli
Hiç
toz kondurmaz temizler her yeri
Çağırma
beyim nafile döndüm ben geri
Hasır
süpürgesi, hasır süpürgesi
Gelin
alın lazım olur
Güzel
uşaklar memnun olur
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hüzzam
Elele
verelim elele
Tutuşalım
bel bele
Kaldırınız
kolları
İndiriniz
solları
Sağ
elini sok koynuma
Sol
elini sok boynuma
Sıkma
sakın bir yeri
Darılırım
yüz kere
Bir
daha çatma bana
Kalmadı
sözler sana
Toplanıp
orta yere
Açılalım
bir kere
Halkamızı
yapalım
Horonumuzu
tepelim
Pek
darılır giderim sana
Yalvarırım
ben sana
(Canım
bana)
El
ele tutuşalım
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Çingeneyiz
bir sefakar
Yoktur
cihanda cilvekar
Çayırlarda
yan atarlar
Şarkı
mani çağırırlar
Çalınca
şu çeribaşılar
Hüseyni
Kanto
u
Küçücükten
bir yar sevdim
Şiveli,
şiveli, şiveli, şiveli, şiveli, şiveli ah
Edası
çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri
Niçin
sevdim nazlım ezeli, ezeli, ezeli, ezeli, ezeli
Edası
çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri ah
Şu
karşıki hicran dağıdır ah -
Gece
gündüz
Şimdi
onun sevilecek çağıdır, çağıdır, çağıdır, çağıdır, çağıdır ah
Edası
çok yakar beni gözleri, gözleri, gözleri, gözleri, gözleri ah
Boykot
Nihavend Kanto
İşitdiniz
mi bana ne oldı
Cananımızla
aramız bozuldı
Bu
halimi görenler hep şaşdı
Gül
bezim sararıp soldı
Artık
istemem güler oynarım
Koca
istemem budır kararım
Ah
bu zavallı kadınlar
İki
sözle her şeye kanarlar
Bu
cici beyleri ne yapmalı
Biraz
canlarını acıtmalı
Artık
istemem güler oynarım
Koca
istemem budır kararım
Şantözlükte
vardır biraz mefkım
Of
uçdı aklım benim zevkim
A
zirzop deli çok üzdün beni
İstemem
seni, istemem seni
Okuyan:
Mari
Efeler
çok çapkındır, gözleri baygındır
Belinde
silahlar hep gümüşten kaplıdır
Yaman
olur efeler, hayda bu efe
Haydi
şimdi gel keyfe
Kanto
Okuyan:
Amelya
Sana
mı kaldı beyzadem, dünyanın gamı kederi
Gez,
dolaş meyhaneleri, doldur boşalt kadehleri
Ahh,
ahh pek şekersin, pek şekersin
Pek
kaymak, pek çalımlı, pek kostak
Hadi
bana, hadi bana bir çapkın bak
Ayy
bakma, kalbim duracak duracak kalbim
Bu
zevki devrini, bir gün arar bulamazsın
Gün
bugündür nazik beyim, vur patlasın çal oynasın
Ahh
ahh pek şekersin, pek şekersin
Pek
kaymak, pek çalımlı, pek kostak
Hadi
bana, hadi bana bir çapkın bak
Ayy
bakma, bakma kalbim duracak
Fırıldak
Amelya adım, bende neler var neler
Gösteririm
yakışıklım, gelirsen benle beraber
Ahh
ahh pek şekersin, pek şekersin
Hadi
bana, hadi bana bir çapkın bak
Ayy
bakma, bakma kalbim duracak
..
lence
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Ah
kalp sevdazadeler
Tambur,
keman, neyler
Ah
ne güzel eğlenceler
Çalmalı,
çalmalı
Neşeli
ol göbek at
Böyle
geçer bu hayat
Durmayınız
mahzun çalsın
İnce
saz
Bu
bir hayaldir ağlayan çok, gülen az
Ayıplamayın
dostlar eğlencemizi
Çünkü
zaptedemez
Deli
divanemi
Çingene
Kı ntosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Segah
Dudilerde
çok dilber var
Fal
bakmakta hüner var
Kerizi
çok, mangizi yok
Çingenede
sefa çok
Davul,
zurna haydi çalarak
Çalsın
davul oynayayım zilleri çarparak
Haydi
dudi çalsana
Oynayayım
ben sana
Haydi
dudi çalsana
Göbek
atayım sana
Kanto
Bir
şuhe bend oldu gönlüm ah ah ah
Verdi
bana hüzn ü alem
Nedir
bu sevdalı haller
Bu
halima bülbül ağler
Terahhüm
itmez mürewet kılmaz
Her
dem cefa, etmez vefa
Perişandır
benim halim ah ah ah
Acem
Kantosu
Nazlı
civan gel etme sen naz
Aşka
rahim eyle biraz
Gece
gündüz eylerim niyaz
Nazlı
dilber sev beni biraz
Şüphe
etme sen benden asla
Beni
senden ayrılır sanma
Bir
bakışta canımı yakma
Bende
tahammül kalmadı zira
Aşk
yolunda ölürüm ama
Vefakar
ol sen bana cana
Her
derdine derman olayım
Nagehana
kurban olayım
inan
artık şivekarım
Sevdim
seni emin ol emin
Ver
elini koy sineme
Vur
hançeri ta ciğerime
Feda
olsun bu can sana
Gel
güzelim gidelim bağa
Göbek
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Peruz
Hani
ya da benim elli dirhem düz rakım
İçerim
içerim merakım yar yar
Konya'lım
yürü yürü yürü
Arslanım
yürü Konya'lıdır biri -
Aldı
gitti geri elde eyler biri
Vermiyorlar
kızı
Yanağında
duruyor dişlerimin izi
Hani
ya da benim elli dirhem kestanem
Konya'lıdan
başka kimseyi istemem yar yar
Hani
ya da benim elli dirhem tekerim
Sen
sallan gel ben civanı çekerim yar yar
Hani
ya da benim elli dirhem fındığım
Bilmez
misin benim sana yandığım yar yar
Hani
ya da benim elli dirhem fıstığım
Bilmez
misin benim sana küstüğüm
Tra1npet
I<.antosu
Okuyan:
Peruz
Ne
güzeldir trampet çalan
Çinganedir
karşısında duran
Vurursun
çomağı
Patlar
trampetin heman
Senden
de bir tek benden de bir tek
Yağlıca
bombar tuzluca şirden
Olsa
da yesek sek sek sek
Göbek
Kantosu
Okuyan:
Vetjin
Makamı:
Segah
Gördüm
güzel neşeli
Hem
zirzoptur, hem deli
Hem
cilveli, hem işveli
Bunu
böyle bilmeli
Sevdaya
inanamam
Nispete
dayanamam
Vefasıza
kanamam
Budalaya
aldanmam
Böyle
böyle gülmeli
Ne
güzel kanto söyler
Balolarda
rakseder
Raks
ederek mey içer
İşte
böyle zevzekler
Zirzopları
görmeli
Minyon
Verjini keyif eder
Böyle
böyle içmeli
Acem
Kantosu
Makamı:
Nihavend
Garib
gönlüm aşkına daldı
Bir
nigahta kalbimi yaktı
Beni
candan usandırdı
Sensin
seseb berbadıma
Yetiş
Virjin ah imdadıma
Bülbül
ağlar efganıma
Vurdu
neşter cengahıma
Ahım
yakar elbet seni
Bu
afetten kurtar beni
/ender
Kantosu
Okuyan:
Vetjin
Makamı:
Hicazkar
Kalenderim
arkadaş sen bana bakma
Kimse
görmüyor sanıp işaret çakma
Şişman
olsun, zayıf olsun
Esmer
olsun, beraz olsun '
Genç
olsun, ihtiyar olsun
Güzel
olsun, çirkin olsun
Olsun
da bir şey olsun
Düz
rakıyı ben yuttum, kafayı ben yuttum
Ne
olursa razıyım, kafayı ben yuttum
Kel
olsun, kör olsun
Topal
olsun, kambur olsun
Çatlak
olsun, patlak olsun
Kırık
olsun, dökük olsun
Olsun
da bir şey olsun
Kelebek
Kantosu
Okuyan:
Vitjini
Düşürdü
aşkın beni böyle dağlara
Yalvarırım,
yalvarırım konma yüksek dallara
Ben
senin şey(y) adınım itme bana cefa zira
Girersin
elbet bir gün elimdeki ağlara
Sayd
iderim mor kelebek
Kanadları
rengarenk
İşte
geldim zevk iderek
Dilden
gamı def iderek
üze/
/(antosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Nihavend
Burunisi
başında
Rastığı
kaşında
On
beş yaşında
Bir
körpe madam
Göz
kırptım ona
O
güldü bana
Cilveli
madam
Gül
gibi handan
Cin
gibi fettan
Hem
yosma madam
Tuttum
elinden
Sıktım
belinden
Emdim
dilinden
Pek
tatlı madam
Vuslat
için hem
Söz
verdi ewel dem
Deli
oldu muzurum
Pencereden
Gördüm Ayı
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hüzzam
Pencereden
gördüm ayı
Güzelin
du budur payı
Semaverde
kaynar çayı
Ah
men anın vah cananım
Güneş
batandan sonra gel
lender
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Hüzzam
Ben
kalender meşrebim, güzel çirkin aramam
Gönlüme
bir eğlence isterim olsun
Saçları
sarı, gözleri mahmur
Biraz
da nazlı olsun
Yan
bakışı yaksın
Şivesi
de yıksın
Endamı
şanlı, sohbeti tatlı
Biraz
da şair olsun
Arabacı
Kantosu
Arabacı
sarhoş, müşterisi sarhoş
Aman
aman aman bakışları pek hoş
Arabacı
hey!
Emret
küçük bey!
Çal
kamçıyı gidelim
Sazlı
sözlü çakarak
Bir
muhabbet edelim...
Aman
beyim nereye?
Fulya
Tarlası'na, Gümüşsuyu'na
Bayıldım
ben senin nazik huyuna
Aman
aman aman hey
Bir
bade sun küçük bey
Topçularda
top atar
Arabacı
muradım
Nazlı
yariyle yatar
ban
Kantosu
Okuyan:
Küçük Virjin
Koyunlarım
otlamakta
Yavruları
uyumakta
Bir
kız gördüm
Görünce
gönlüm aktı
O
da bana baktı ah çetki
Aklım
başımdan gitti
Şimşek
gözler, kara kaşlar
Yakdı
beni nazik dilber
Koyunlarım
me me meler
Fikrim
aşka daldı
Koyunlarım
mahzun kaldı
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Suzinak
Çalsın
zurna, darbuka, ziller, maşalar
Darbuka,
def, dünbelek
Kemanda
hazır derler
Darbuka,
maşalar, davulda, zurnalar
Hele
bakın çalsınlar
Çeribaşı
bana der ki
Aynalı
keriz etme naz
Gerdan
kırarım, gözleri süzerim
Endaz
atarım
Canlar
yakarım, şöyle mi böyle mi
Yoksa
da böyle şöyle mi
Şöyle
mi de böyle mi
ngene
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Rast
Bahar
geldi mi ah! Oldu mu yaz
Bülbül
öter eyler niyaz
Haydin
kızlar etmeyin naz
Eğlenelim
şimdi biraz
Ah
kayıkçı yavaş yavaş
Çek
küreği etme telaş
Başa
sünbül gülleri
Takınca
o g"'-zle biz bakınca
Can
alırız can veririz
Bir
kerecik sarılınca
Dudi
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Rast
Haydi
çergiye yanaşalım
Atalım,
çakalım, yan yatalım
ızgara,
maşa yapalım
Atalım,
çakalım, yan yatalım
Aman
aman turnam, mail oldum sana
Aman
aman turnam
Ağlarım
ben yana yana
Aman
turnam, canım turnam
Al
beni turnam, sar beni turnam
Izgara
maşa satalım
Al
beni turnam, sar beni turnam
t
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Hicaz
Bu
afet beni mahvedecek
Ne
zaman sevdiğim ruhum eyleyecek
Ah
ve figanla ömrüm geçecek
Bu
afet beni mahvedecek
Güzelim
sendeki tavır
Sendeki
eda bir gün beni mahvedecek
Süzme
çeşm-i anını kırma gerdanını
Anlıyorum
bir gün beni mahveyleyecek
Böyle
kaş, böyle göz
Böyle
tavır, böyle eda el aman
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Rast
Çingenenin
var sefası
Ne
hoş olur oynaması
İşte
bu dudi havası
Benim
çerginin ustası
Ziller
taksam parmağıma
Gül,
karanfil kulağıma
Haydi
çalın raks edeyim
Size
şarkı söyleyeyim
İşte
bu dudi havası
Benim
çerginin ustası
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Aksak usul
Efeyim
severim ben zevk u sefayı
Gam
bilmem ne imiş attım ben cefayı
Hangi
efe sevmez hangi güzel sevmez
Su
başında sefayı su başında sefayı ,
Efeyim
takarım kulaklı pıçağı
Merd
olur Aydın'ın uşağı
Hangi
efe sarmaz hangi çapkın sarmaz
Tarabulus
kuşağı Tarabulus kuşağı
Efeler
sevmez sahray ilen ovayı
Bir
vakit bozmazlar iğidler yuvayı
Hangi
efe bilmez hangi iğid bilmez
Meclisi
sahbayı meclisi sahbayı
Naz
etme gel dilber severmiş beni meğer
Şüphen
mi var dilber
Gel
inandır beni, sevemem seni
Etme
cefa bana nazlı dilberim sen
Kafi
değil bu teminat inanmam ben
Merhamet
et ah, merhamet ah bu muhabbet yalandır
Vah...Gönlüm
ateş kaşandır inandım ey aşık
Bahtiyarız
artık bahtiyarız ah bahtiyarız
Ah
bahtiyarız ah
Oynayalım
zevk edelim, eğlenelim zevk edelim
Oynayalım
eğlene:im, mesud olup zevk edelim
Kuzu
Kantosu
Bana
layık değil ağlamak gülmek
Nerde
kaldı sevdiceğim tükendi yürek
Ne
müşküldür bir güzelin arzusunu çekmek
Arzu
edip bir güzelin yolun beklemek
Çifte
kameri mendil elde güzel hoplar
Hiç
ayrılmaz bu aşıklar sevimli canlar
Kuzularım
me me meler, ben yan yatarım
İşte
böyle gel çobanım kavalım atarım
Arabacı
Kantosu
Arabacı,
arabacı
İşte
sana kiracı
Arabacı
da arabanı çeek
-
Nereye?
Kathaneye!
Arabacı
arabanı da sür
Nereye?
Beyoğlu'na!
Haydindi
paldır küldür
Yallah
yallah
Haydindi
tıngır mıngır
Yallah
yallah
Arabaya
biz binelim
Kathaneye
sür gidelim
Beyoğlu'na
sür gidelim
Arabacı
da arabanı sür
Haydindi
paldır küldür
Haydindi
tıngır mıngır
Yallah
yallah
Çingene
Kantosu
Okuyan:
Vefjin
Makamı:
Beyatı
Cilveli
Pembe işte ben
Edalı
Pembe işte ben
Aldanmaz
beni seven
Saz
çalıp da raks ederek
yarimi
meftun ederim
Beyleri
meftun ederim
Gerdan
kırıp da gözleri süzerek
Cilveli
Pembe işte ben
Aldanmaz
beni seven
Neva
Kanto
Okuyan:
Anuş Hanım
Çaya
indim ağlarım
Gülü
deste bağlarım
Biri
öz canım için
Birini
yare yollarım
Behey
Anuş, Anuş Anuş
Ağzı
şeker dili nuş
Behey
Anuş niçin niçin
Ölürüm
senin için
Hep
ahbaplar düşman oldı
Ben
seni sevdiğim için
Evleri
taş kapulı
Sevdiğim
misk kokulı
isterim
evine gelem
Mahalleniz
pek korkulı
Behey
Anuş, Anuş Anuş
Ağzı
şeker dili nuş
Çergimiz
çayıra karşı
Görürüz
sokak çarşı
Maymuncunun
oğluZubi
Ah
kuruyor bana bir turşu
Bir
yandan keriz atarız
Evirip,
kıvırıp yan yatarız
Mangizi
çokça kaparız
Pembe'dir
komşunun kızı
Kör
eder haspanın gözü
Fal
bakmaktır onun işi
Şarkı
söyler yoktur işi
leni
Bülbül Kantosu
Okuyan:
Ame/ya
Ah
şu dağlar zümrüt meş'al
Bülbülde
yok asla mecal
Hazin
hazih her dem ağlar
Bülbülniyaz
eyler her an
Gonca
şefkat etmez bir an
Gel
ağlama ey biçare
Başa
gelmiş ah ne çare
Bülbül
alem senin haline hayran
Bahar
oldu açıldı gül
Ay
aşık oldu ona bülbül
Gönül
açan değilim
Ah
arar işi arar işi
Aşık
oldum eyvah sana
Kaçma
benden kıyma bana
Asla
terk etmem
Ah
senin pişeni
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Suzinak
Çingeneler
hem çeriler
Kuruluyor
çergiler
Davul
zurna köçekler
Oynuyor
hep gacılar
Kız
Naile oynuyor
Ellerde
zilleri çarpıyor
Şık
şık şık şıkır şık
A
beİbo'yu seviyor
Pek
çok sevda çekiyor
Çingane
Kantosu
Çinganeler
ah neler oynar
Davul
tümbelek zurna çalar
Sürer
sefa, bilmez cefa
Çinganede
yokdır vefa
Mantar
toplar, ucuz satar
Fala
bakar hem canlar yakar
Güzel
çingane kızları
Davul
ile rakkasları
Pek
nazikdir oyunları
Geçer
her sokakları
Raks
idelim keşt ü güzar
Seyr
idenlerden para toplar
Elbisemiz
pek tuhafdır
Gönlümüz
daim ferahdır
Keder
bizden pek uzakdır
Böylelikle
yaşamakdır
[Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Rast
Hem
tef çalarım, hem güzel oynarım
Hem
güzel tef ile raksa başlarım
Raksa
başlayayım tef çalınca
Hem
tef çalayım, hem oynayayım
Ah
hazır olun arkadaşlar
Çalınca
tefler
Eğlenelim,
oynayalım eğlence zevkler
Hopla
hopla ah hopla
Hopla
hopla hopla
Felek
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Felek
bana neler etti
Bu
gençliğim elden gitti
Bu
iftirak cana yetti
Ben
gibi zavallı olmaz
Gözlerimin
yaşı durmaz
Nedir
halin diye sormaz
Yeter
artık felek yeter
Oldum
öksüzden beter
Bin
yare açdın sineme
Ay
yanıyorum dayanamam
Karadır
bahtım eyvah kara
(Kulisten
seslenir)
Yazık
oldu eyvah sana
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Nihavend
Hayda
da sazlar çalınsın
Bu
dudi kızı oynasın
Canım
ilkbahar gelince
Kağıthane'de
gezeriz
Bahşişi
biz kazanınca
Fıkır
fıkır da kaynarız
Mangizi
biz alınca
Böyle
de göbek atarız
Şıkır
şıkır da oynarız
Yeni
de yeni kantolar
Okusun
bu yosmalar
Zerrin
sünbül takarız
Kaşları
şöyle çatarız
Böyle
de baygın bakarız
Şöyle
de yan yan yatarız
Hüzzam
Kanto
Meftundur
ağlar sana
Ne
bu çektiğim cana
Cevrü
cefa etme bana
Canım
feda olsun sana
Rahmeyle
gel feryadıma
Cana
yetiş imdadıma
Geçti
firkatın canıma
Cana
yetiş imdadıma
Yareler
açdın sineme
Çare
yokdur bu derdime
Ey
püser sen rahmeyle
Acı
bana israf eyle
Kedi
Kantosu
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hicaz
Ah
şu kediler kedisi
Dadandı
bana birisi
Tencerede
yemek koymadı
Komşunun
hırsız kedisi
Tutsam
tutsam şu tekiri
Öldürürsem
vardır yeri
Devirdi
hep yemekleri
Kaptı
kaptı ekmekleri
Miyav
miyav miyav
Geldi
gene hırsız kedi
Bütün
yemekleri yedi
Yandım
artık bittim şimdi
Aman
yandım, aman öldüm
Aman
yandım senin elinden
Hırsız
tekir, sarı kedi
Aman
geldi, tekir sarı
Kapamalı
dolapları
Yakalarsam
kuyruğundan
Atacağım
dayakları
Devirir,
kırar, döker tabakları
FeryadKantosu
Okuyan:
Küçük Ame/ya
Makamı:
Hicaz
Ah
feryad ...Ben sana yandım
Gece
gündüz ah ile geçti zamanım
Gaddar
felek bak halime
Düştü
gönlüm bir zalime
Merhamet
etmez halime
Oldum
divane...
em
Kantosu
Okuyan:
Öjeni
Makamı:
Hüzzam
Müjdeler
olsun a beyim
Mehperi
bir can gelecek
Hüsnü
güzel (?) çeşmi siyah
Gözleri
ahu gibidir
Naz
ile neftar edecek
Ayağında
kundurası
Penbe
ipek kundurası
Nazlı
civanım gelecek
Hüzzam
Kanto
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Şamram:
Durma karşımda püser
Nedir
san'atın göster
Peruz:
Menem sanatım duhter
Nane
suyu, nane şeker
Severim
ben seni duhter
Saplarım
ciğerime hançer
Bana
cemalini göster
Bu
biçare onu ister
Şamram:
Ben duhterim, namım Şamram
Söyle
nedir meram
Yaktın
yaktın meni balam
Beyaz
penbe keten helvam
Peruz:
Men püserim, namım Peruz
Duramam
aşkınla henüz
Parasızım
menem kokoz
Men
yanarım gece gündüz
em
Kantosu
C)
Okuyan:
Küçük Virjin
Makamı:
Rast
Sevdi
gönlüm bir dilberi
Feda
kıldım canü seri
Kim
göre olmaz müşteri
Sevdim
seni vardır yeri
Mehparedir
ol gülcemal
Dil
bülbül, kaşı hilal
Tavrı
endamı huri misal
Böyle
güzel mehpeykeri
Sevdim
seni Küçük Virjini
Neva
Serhoş Kantosu
Serhoşum
aman falso yapmam
Olur
olmaz hovardaya kulak asmam
Naarayı
basar davranırım
Ağur
ağçik görsem sulanırım
Paralı
da parasız da meyhaneci
Verir
bana vermez ise kırar
Döker
kaçarım vermez misin vermez misin
Şimden
sonra artık geç bizi geç
Bir
bir daha atarım nerede olsa yatarım
Son
kadehte insanlıktan çıkarım of of aman
Keyfim
tamam of of yavrim yakdın beni
Sevdim
seni..
Okuyan:
Küçük Eleni
Makamı:
Hüseyni
Ben
köylüyüm ne güzel raks iderim
Can
yakarım güzelleri bend iderim
Bana
aşık olan insan
Aklı
var ise olur peşiman
Vah,
vah, vah...
Sana
aşık oldum amma
Sevdanı
terk idüp da beni yakma
Vah,
vah, vah ...
Şölelendi
göynümdeki yanar dağlar
Fena
halim, cümle alem bana ağlar
Kendim
itdim kendim buldum
Gül
gibi sarardım soldum
Vah,
vah, vah...
İmdadıma
yetiş ya Rabb
Bu
hal itdi beni harab
Vah,
vah, vah...
Yandım
Anam Kantosu
Nice
feryad itmeyeyim zalim aşk senden
Aman
aman yandım aman yandım mührik sevdadan
Gönül
hali kalmaz bir dem sevdadan
Nakarat
Yandım
aman yandım aman yandım mührik sevdadan
Sabr
u takat kalmadı artık bende
Hiç
merhamet yok mu sende
Nakarat
Yandım
aman yandım aman yandım mührik sevdadan
r-
nto
v
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Hüseyni
Benim
sevdiğim bahçenin gülü
Güzeli
olan olmaz mı deli
O
güzel adın ağlatır beni
Bir
ela gözlü yardan ayrıldım
Bir
samur saçlı yardan ayrıldım
Yandım
Kantosu
Okuyan:
Küçük Amelya
Makamı:
Hüseyni
Kız
sana yandım ben Salı gecesi
Salı
gecesi, Salı gecesi
Altın
yüzük parmağında
Ah
tepesi yar yar ah tepesi
Acem
Kantosu
Makamı:
Hüzzam
İsfahan'da
bir kuyu var
İçinde
tatlı suyu var
Her
güzelin bir huyu var
Ne
yaman Acem güzeli!
İsfahandan
ben geçerim
Dolu
badeyi içerim
Hem
içerim hem biçerim
Ne
yaman Acem güzeli
>
Kanto Uşşak
Atum
var, kayığım var
Üstünde
yeğkenim var
Alıp
seni kaçarım
Ninenin
hatırı var
Nakarat
Ah
dini dindi dindani çifte yanar momları ,
Pullu
olsun yarimin gelinlik urbaları
Kar
yağar patur patur
Bizim
köyün tağına
O
kızlar kurban olsun
Tozluğumun
bağına
Hamsi
koydum tavaya, başladı oynamaya
Gitdim
baktım hamsi yok, başladım ağlamaya
Gittim
kocayemeşe, ne yedum ne de bişe
Alacağum
yarimi, saracayum bu gice
Ayağımda
yemeni, o da yenidir yeni
Haçan
almazsan beni, niçün aldatdın beni
Ben
buradan enemem,İriçe'ye gidemem
Küçüciksin
sevdiğim, sözüne güvenemem
Filikamız
boyalı, gidemem yalı yalı
Sana
çok recam vardır, acab aslın nereli
Kesdim
ben kakülleri, seni deyi yar yana
Ay
o şirin sözlerin, cana deyi yar cana
Niçün
sorarsın beni, benim aslım Rize'li
Tab
ü tüvan kalmadı, seni sevdim seveli
to
(Şarkı
- Kaynana)
Kaynanam
kişniş yemez
Açlığını
kimseye demez
Eşeğe
binip de çüş demez
Nakarat
Hayna
hayna kalk kızım
oyna
Kaynanama
dime
Bir
mastika yolla
Çalması
benden
Oynaması
senden
Hürüz
yavrum hürüz
Akşama
durmaz geliriz
Kaşıklığa
sıçan gelmiş
Kaşıkları
seçen gelmiş
Kaynanamın
tualeti için
Yeni
usul yağlar gelmiş
Penceresi
demir gelin
Ne
buyurdun emir gelin
Oğlanı
ben doğurdum
Bil
sözünü ey gelin
Sağ
yolından gelir bendi
Hep
çektiğim oğul derdi
Ben
gelinimi bilirim
Her
dem severim seni derdi
Karcihar
Kanto
Gidelim
Girason'a
Hayde
de kızlar meyhanesine
Orda
bir garip ölmüş
Hayde
de varmam cenazesine
Nakarat
İçme
de beyim içme içme
Serhoş
olursun
Saat
beşden sonra
Püşman
olursun
Irmak
başdan çağlayor
Çağlatmayalım
Hovardalar
ağlıyor
Ağlatmayalım
Girason
dedikleri
Hayde
de şekerdir yedikleri
Hiç
aklımdan çıkmayor
Hayde
de o yarin dedikleri
Nakarat
İçme
de beyim içme içme
Serhoş
olursun
Saat
beşden sonra
Püşman
olursun
Irmak
başdan çağlayor
Çağlatmayalım
Hovardalar
ağlayor
Ağlatmayalım
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Şehnaz
Gönül
sana söyler iken
Aklım
fikrim ermez iken
Güzel
çirkin seçmez iken
Yüreğim
tıp etmez iken
Kalbimden
yakalandım
Sevdayı
bir şey imiş sandım
Aşka
düştüm inandım
Sırma
mı, sırma mı, sırma mı, saçları
Samur
mu, samur mu kaşları
Mahmur
mu, mahmur mu gözleri
İnci
mi, inci mi, inci mi dişleri
Kırmızı
elma mı yanağı
Kiraz
kiraz mı dudağı
Kanlı
kanlı parmağı
Sedef
sedef mi tırnağı
Yusyuvarlaktır
boyu
Ufacıcıktır
burnu
Aktı
ağzımın suyu
Gayet
güzeldir huyu
Şöylece
şöyle yaptım
Kaşı
gözle işmar çaktım
Bir
güzele ben çattım
Bir
buse aldım kaçtım
Aklım
başıma geldi aman
Aman
amanın terelelli
Sevdim
güzeli yalelli
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Rast
Kumpanyanın
reisi
Dar
yollardan birisi
Keder
edip düşünme
Kör
deliktir iyisi
Biçareler
neylesin
Talihine
ağlasın
Bizim
potin patladı
Allah
imdat eylesin
Pantalonu
kelim bak
Paçaları
oldu şak
İçini
dışına çevir
Gül
oyna keyfine bak
Olmayanlar
neylesin
Talihine
ağlasın
Setre
de kalmadı
Allah
imdat eylesin
Hep
irfane eylesin
Tiyatroya
gideriz
Su
içecek para yok
Bir
güzel zevk ederiz
Parasızlar
neylesin
Talihine
ağlasın
Demiryolu
çıkmadı
Allah
imdat eylesin
Ayağında
moda fotin
Fistanı
mor moda gün
Yürüyüşü
pek tuhaf
Taştan
taşa hep tın tın
Fukaralar
neylesin
Talihine
ağlasın
Moda
böyle kalırsa
Allah
imdat eylesin
Şemsiyesi
hep ipek
Kenarı
vardı hep renk renk
Etrafı
salkım saçak
Olmuş
saçaklı köpek
Bırakır
ise neylesin
Talihine
ağlasın
Bu
görenek kalırsa
Allah
imdat eylesin
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Hüzzam
İsfahan'da
olur servi
Yanağında
çifte beni
Acem
'kızı ince belli
Dükkanımda
çay satarım
İçine
anber katarım
Koynuma
alır yatarım
Sevdim
seni
güzelim
aman
Meftun
oldum hayli zaman
Namım
Acem,
memleketim
İran
Kokolu
tönbeki keşan
Müptela
oldum ben sana
Penbe
beyaz keten helva
Sevdim
seni aman duhter
Saplandı
ciğerime hançer
Nane
suyu, nane şeker
Bu
da gelir bu da geçer
Van
ne şeker, vah ne
şeker
Benim
canım seni çeker
Her
güzelde vardır keder
Çabuk
alın şimdi gider
Keten
helva ne beyazdır
Alın
dudağı kirazdır
Gerdanı
sütten beyazdır
Keten
helvayı ben satarım
Her
güzele harf atarım
Koynuma
alır yatarım
Mahmutpaşa
vatanımız
Var
tütüncü dükkanımız
Hep
rakiptir her yanımız
Ne
yamandır Acem güzeli
Neylemeli,
neşlemeli
Dükkanımı
bellemeli
Ustasına
söylemeli
Edasına,
cilvesine
Can
dayanmaz gülmesine
Hiç
rahmi yok bendesine
,şucu
Kantosu
Okuyan:
Verjin
Makamı:
Hüzzam
Biber
turşusu yaparım
Sokakları
gezer satarım
Lahana,
patlıcan katarım
Domates,
salatalık
satarım
Lahana,
biber turşusu
Hani
ya bunun ekşisi
Lezzetlicedir
biberim
Mahalleleri
gezerim
Gayet
ağırcadır fıçım
Yoruldu
benim dizlerim
Patlıcan,
biber turşusu
Daha
çoktur ekşisi
Lahana,
kereviz, domates
Bayılıyor
bakan herkes
Sokaklarda
bağırmaktan
Kalmadı
bende ah nefes
Pancar,
havuç turşusu
Var
mıdır daha ekşisi
Sırtımda
fıçı taşırım
Sokakları
dolaşırım
Geze
geze mahalleyi
Yoruldum
sırtımda taşırım
Haydi
sarmısak turşusu
Vardır
daha ekşisi
Lahana,
biber pek ekşi
Arkamdadır
koca fıçı
Turşu
dolu onun içi
Geliyor
fıçı turşusu
Kereviz
turşusu
Daha
çoktur ekşisi
Yaparım
ben güzel biber
Turşu
yapmaktır hüner
Fıçı
ile, kova ile
TurşucuVerjin
gezer
Ala
biber turşusu
Pek
çok vardır ekşisi
Makamı:
Rast
Hovardalık
bize nam
Düz
içerim ben her akşam
Merak,
keder kalmaz gam
Dumanlıdır
ah kafam
Gel
atalım anam babam
Sanki
çamurdan adam
Çamurlarda
yatarak
Meyhanede
atarak
Rakı
şarap çakarak
Hem
de nara basarak
Hayda
hayda hayda
Yaman,
bıçkın hovarda
Narayı
basar sokaklarda
Hovardalık
bize şan
Meyhanedir
bize mesken
Parlat
tosunum hemen
Tosunum
aman mana
Hem
yiğit hem kahraman
Görünüz
hovardayı
Tosunum
kabadayı
Hayda
hayda hayda
Çapkın
bıçkın hovarda
Yatarlar
çamurlarda
Meyhanede
sızarlar
Düz
rakıyı içerler
Sokaklarda
yatarlar
Atarım
ben narayı
Şen
edelim burayı
Yaman
içer yaman içer
Görünüz
hovardayı
Bakınız
kabadayı
Hayda,
hayda
Amanın
tosun dayı
Çapkın,
bıçkın, kabadayı
Okuyan:
Peruz
Elinde
kırbacı
Kuweti
de pek acı
Bir
civana gönül verdim
Bıçkın
arabacı
Sür
civanım sür yallah
Uğrunda
ölürüm billah
Yar
terelelli terelelli
Kakülleri
sırma telli
Nazlıdır
yarim belli
Hem
fidan boylu,
hem
ince belli
Al
fesi düşmüş
samur
kaşa
On
dokuz yirmi biçtim
yaşa
Gezdirdiği
beyle paşa
Ben
öleyim sen yaşa
Yar
terelelli terelelli
Civanım
arabacı güzeli
Çal
oynasın çiftetelli
Aman
arabacı arabacı
Yoluna
düştüm
çiğneme
acı
Savur
etrafa kırbacı
Topukları
yumru yumru
Eli
güvercin, ayağı kumru
Gidiyor
Kathane'ye doğru
Gidiyor
Tersane'ye doğru
Yar
terelelli terelelli
Poturun
sallanır ağı
Belde
Trablus kuşağı
Civanım
Rumeli uşağı
Beş
yukarı, üç aşağı
Arabacım
geçiyor merdane
Bin
civan içinde bir dane
Adı
Mestan
Gözleri
fettan
Bıçkınım
arabacı güzeli
Yar
terelelli terelelli
Ağzı
Burnu Ufacık Kantosu
Dayanılmayor
dostlar Ağzı burnu (ve
gayrihüm)
güzelin
cilvesine Gel birer tane çakalım
Hem
şirin hem toparlak Mezesini bol
dudaktan alalım
ayva
da göbeklisine
Bayılırım
o yarin tatlı da Sarılalım
sarmaşalım yatalım
şeftalisine Şu dünyanın anasını satalım
Sevapdır
hem hayırdır
Nakar':t Şu güzelin dediğini yapalım
Ağzı
bu.rn,u ufacık
Kaşı
gözü karacık
Bilsen
niler idiyor
Amanın
şu kahpecik
Temas
ettim azıcık
Fındıkçıymış
kahbecik
Şekerlenmiş
dudaklar
Mis
kokuyor yanaklar
Nakarat
Ağzı
burnu ufacık
(ve
gayrihüm)
Az
sadaka çok belayı
defider
Bir
kerecik o pembe
yanakdan
ver
Nakarat
Okuyan:
Şamram
Makamı:
Rast
Biricik
kulunuz kendim
Size
takdim ederim
Aşıkdaşlık
hünerim
Güzelleri
severim
Avrupa'yı
dolaştım
Çok
kızlara sataştım
Ben
bir kurnaz tilkiyim
Dedim
sana ah yandım
Boyum,
posum yerinde
Zenaatim
kemalde
Öylesi
var mı? Söyleyin
Bana
doğru söyleyin
Benden
hiç çekinmeyin
Oynadığım
Polka'da
Bir
kusur var ise deyin
Yolda
bir güzel görsem
Ona
gönlümü versem
Ah!Zift
sakız olsam
Bırakmam
eğer uyarsam
Kovsa
beni çıldırmam
Dövse
de horozlanmam
Sarılırım
öperim
On
iki sefer tamam
Kaş,
göz burnum yerinde
Benim
adem kemalde
Bana
zevzek diyorlar
Öyle
şey var mı bende
Her
gün balolar olsa
Bana
davet olmasa
Doğrusu
kızar koşarım
Saat,
kordon cebimde
Dar
pantalonbedende
Bana
zevzek diyorlar
Öyle
şey var mı bende
Üstü
açık paytonum
Gezerim
piyasada
Harf
atarım kızlara
Bırakmam
merakta
Hep
mektup yazdım
Şeker
çiçek yolladım
Fındıkçılık
sağ olsun
Hepsini
aldattım kaçtım
Param
dersen hiç yoktur
İtibarım
pek çoktur
Dalkavukluk
ederim
Daim
karnım toktur
Bazı
kızlar kızarlar
Bana
dayak atarlar
Lakin
suratım alıştı
Bu
surat var iken bende
Hiç
utanmam cihanda
Bana
zirzop diyorlar
Öyle
şey var mı bende
gene
Kantosu
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Makamı:
Hicaz
-
Sana derler çengi Pembe
Fal
bakarsın her yerde
Çeribaşıya
çatarsın
Mangizi
avuçlarsın
-
A be Beyaz çatma bana
Hazırım
ben çıngara
A
be Beyaz çatma
karışmam
sonra
-
ızgara, maşa yaparım
Sokakta
gezer satarım
Bana
derler güzelBeyaz
Sende
tepeli kaz
Labada,
mantar toplarım
Şunu
kafana atarım
A
beBeyaz tut çeneni
Sana
mariz ben atarım
-
Hah hah hah rastıklı
Pembe'sin
sen
Kar
gibi beyazım ben
-
Kara tavuk tepeli
Şu
sepeti yamalı
Haydi
şuradan zomkinos
Aman
sonboloz kiros
Atlas
mintan giyerim
Kolumda
bileziklerim
Kadifede
cepkenim
-
Atlas fistan giyerim
Kolumda
sepetlerim
Kadifede
cepkenim
Atlas
mintan giyerim, daha.
vardır
nelerim
Ah
nare, ah nare, ah nare,
ah
nare '
Songur
da hongur
Songur
da hongur
Zongur,
zongur, zongur
Kızları
görünce şaştı
Ahlat
armuduna bak
Bici
bici leblebici
Ay
ayı leblebici
Leblebici:
Kızlar gidelim bize
Neler
yidürem size
Pekmezlü
hem cevüzlü
Helve
yedürem size
Leblebiyi
kavuram
Vış
dumanını savuranı
Kızlar:
Alışık değil midemiz
Cevizli
helva yimeyiz
A
yontulmamış ahmak
Biz
bir şey istemeyiz
Bici
... bici... bici
Bozburun
leblebici
Leblebici:
Gızlar goözüm
garariyye
Bakın
benzim sarariyye
Koötü
kelam etmeyin bağna
Ayranım
gabariyye
Leblebiyi
gavuram
Kızlar:
Gelin kızlar bakalım
Biz
şu kazı yolalım
Başında
püsküllsüz fesi
Of
kokuyor nefesi
Bici.
.. bici... bici
Kel
horoz leblebici
Leblebici:
Geydüğüm adi şalvar
Kemerimde
altun var
Yamacıma
gelin bakayım
Beşi
birlik dakayım
Leblebiyi
gavuram
Kızlar:
Bici... bici... bici...
bici
Ah
anam leblebici
Doğru
söyle dolu mu
Ah
şu kemerin içi
Bici
bici bici
Leblebici:
Gelin biz
barışalım
Kızlar:
Gelin biz barışalım
Leblebici:
Kolkola
tutuşalım
Kızlar:
Kolkola tutuşalım
Leblebici:
Kaşıkla
oynayarak
Kızlar:
Kaşıkla oynayarak
Leblebici:
Köyümüze
varalım
Kızlar:
Köyümüze varalım
Balo
Kantosu
Okuyan:
Peruz
Makamı:
Nihavend
Ben
bu gece mutlaka
Gideceğim
baloya
Şık
bir mösyö bulunca
Gireceğim
koluna
Tuvaletim
pek muvaffak
Bayılıyor
elbet şık
Görünce
beni şıklar
Pek
çok yalvaracaklar
Aç
yüzünü göreyim
Ne
istersen vereyim
Açınca
yüzümü dideler
Hay
gidi gidi gidi
Gidi
gidi maskara
Tuvaletin
yolunda hay gidi
Gidi
gidi seni gidi
Gidi
çapkın maskara
Yanakların
tombulca hay
Gidi
gidi gidi mi
Seni
zevzek maskara
Dans
ederim baloda
Du
ru lu lu lu lu ha ha
Hay
gidi gidi gidi
Çapkın
maskara
Seni
çapkın maskara
az
Kantosu
Okuyan:
Luçika
Makamı:
Hüseyni
Trabzon'a
gittin mi?
Laz
bacıyı gördün mü?
Filika
dolusu
Hamsi
balığı gördün mü?
El
uşağı vurur dizi
Eller
görmesin bizi
Babamın
kesesinden
Sayacağım
beş yüzü
El
uşağı uşağı
Fistan
düğmelerini
Görüyorum
sıkıştırmış
Turunç
memelerini
Trabzon
uşağı
Ah
mert olur, mert olur
O
kiraz dudağı
lsırsam
ne olur
Altın
verdim almazsın
Sen
altında kalmazsın
O
şeker dudağını
lsırırsam
kanmazsın
Ah
gelini gelini
Tutamadım
elini
Gece
gündüz yanıyor
Saramadım
belini
Güzeli
sevmekten
Ah
doyulmaz, doyulmaz
Sen
seversin o sevmez
Onda
lezzet olmaz
Başında
kare başlık
Gel
olalım kardaşlık
Güzel
bacın var ise
Sana
vereyim harçlık
Filikamın
üstünde
Vardır
tente var tente
Bu
bir fani dünyadır
Hem
sende var hem bende
Güzeller
durur iken
Çirkinlere
kim bakar
Yeni
yar geldi
Eskisine
kim bakar
'Bak
aynalı geriz etsin Nayile" düettesonun notası
Sevda
Düettosu
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Nihavend
İştirak
etme bana çektirme elem cefa
Hiç
merhamet yok mu cana ruhum hep sana
Aşk
sevda çekerim, seni çoktan severim
Bu
dehşetli ateşimden, korkarım yanar ciğerim
Sensin
benim hayıtım, fedadır sana canım
Benim
gibi bir güzeli, güç bulursun böyle geleni
Olmayasın
kurban bilmedin kadrimi bir an
Hiç
merhamet yok mu zalim, bak halime yaşta gencim
Bir
gün çıktım dağlara, yaslanırdım çayıra
Beni
yakalayıp bağladılar bir ahıra
Güzel
senin aşkından, eriyip bitti bu can
Uğruna
yar feda olsun, bin beş yüz patlıcan
Seveceksen
sev gel beni, defol ezilmiş domates
Hüzzam
Düetto
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Şamram:
Aşkına düştüm halim yaman
Sevda
ile yandım aman
Gönül
muhabbet nedir
Aşkın
bildir ey nevcivan
Peruz:
Ciğerim pare pare
Yüreğim
pare pare
Var
mıdır bu derde çare
Biçaresin
yanıma nare
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Makamı:
Hicaz
Hele
bak bak mini mini yavruya
Rakkasmış,
rakkasmış kendisi güya
Yavrum
öğrense ne ala
Beğenmiyor
beni bu asla
Göreyim
oyunun senin
Acep
beğenir miyim ben
-
Ben güzel polka oynarım
Pire
gibi hoplarım
Seni
gidi küçücük maskara
O
kadar usta mısın acaba
Eğer
oynar ise benden iyi polka
Var
benden çok bravo sana
Gazete
Düettosu
Okuyanlar:
Rafael - Peruz
Makamı:
Rast
-
Bugün bir gazete aldım
Bakalım
neler yazıyor
Zira
bana merak oldu
Ne
havadis yazıyor
Şemsiyemi
açayım, zira yağmur yağıyor
Beş
liralık elbise, zira boşa gidiyor
-
Paradan dandini monşer
Sana
bu elbise pek çok yaraşır
-
Bilir miydin matmazel şemsiyemi
Vurur
idim suratına, pek güzel olmasaydın
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Nihavend
Oynayalım
zevk edelim
Oynayıp
şad edelim
Ah,
ah, ah, ah, ah
Merak
etme sen civanım
Oynayalım
hem gülelim
Haydi
benim gel şaşkınım
Benim
küçük çapkınım
Bilmiş
ol ki ben dargınım
Ben
de sana baygınım
Barışalım
gel yanıma
Ateş
bıraktın canıma
Oynayalım
zevk edelim
Haydi
şimdi dem edelim
Bestenigar
Düetto
Peruz:
Meftun oldum sana ey peri
Derig
etme sen bu kemteri
Şamram:
Yaktın yandırdın ah beni
Feda
ettim can ile teni
Peruz:
Ebru keman, hokka dihan
Nazik
meyan nazlı hüban
Şamram:
Tig müjgan sim gerdan
Servi
fidan, huri gilman
Peruz:
Aşk ateşi sinemde nihan
Çeşmim
akar hep kızıl kan
Şamram:
Vay aman balam balam
Ben
oldum sana meftun
Okuyanlar:
Todori - K. Amelya
Makamı:
Hüseyni
Todori-Ne
sevimli çoban kızı
Yakdı
ah kaşı gözü
Pek
latiftir hele sözü
Küçük
Amelya-Kalmadı tende dermanım
Ah
vah ile geçti zamanım
Yandım
ben de sana
Yandım
ah çobanım
Çingene
Düettosu
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Segah
Kağıthane
çayırında
Çolak
bana, çatma bana
Haydi
şimdi çatma bana
Göbeğini
atma bana
Aman
çolak gel bu yana
Gönül
verdim ben sana
Benim
gönlüm olmaz sana
Bak
şu maymuna
Oğlan
çolak halim yaman
Ayağında
paçalı tuman
Zıpla
oynasın
Oradan
tenezzül etmem ben
Çolak
sana atarım kötek
İstemem
seni şebek
Çingeneye
bakan şimdi
Kart
çingene aşka düştü
Ağlama
oğlan eşek gibi zırlama
Zıpla
oyna sen patla
Eşek
gibi sen çatla
r?..
ban
Düettosu
C) Okuyanlar: Küçük Amelya - Todori ■
Makamı:
Rast
Küçük
Amelya: Biz çabanız raks ederiz
Raks
ederiz
Todori:
Koyunları hem güderiz
Hem
güderiz
Mee...
me...
Koyunları
otlatırım otlatırım
Derelerden
atlatırım
Me...
me... me... me...
Düetto
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Amelya
gel aguşuma
Seni
sevmem asla
Kıyma
tatlı canıma
Gel
yalvara yalvara
Niçin
beni sevmiyor
Seni
çirkin buluyor
Aslan
gibi duruyor
Budala
gibi ağlıyor
Şaşırtmış
bu ne sevda
Amelya
gir koynuma
Bekle
tamam bir hafta
Zevzek
budala
Amelya
çok ettin naz
Ben
senden etmem haz
İstisnayız
biraz
Git
oradan kaz oğlu kaz
Amelya
gel aguşuma
ı:ga
Düettosu
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Rast
Niye
sana vardık, sözlerine kandık
Başımı
derde saldık, sokaklarda kaldık
Git
istemem artık seni
Ay,
ay, ay, ay
Seni
kalın kafa
Gelsene
insafa
Saman
ye kaba kaba
Başlamış
yulafa
Yok
mu bir metelik
Cepleri
düşmüş dilin
Otur
cebini dik
Hani
ya iğne iplik
Budala
Düettosu
Okuyanlar:
Amelya - Todori
Makamı:
Rast
Karşımdan
defol budala
Defol
oradan istemem asla
Severim
seni ah oldum müptela
Ölürüm
ayrılmam asla, can verdim sana
Beni
sevmiş budala şaşkın
Hah,
hah, hah, hah, hah
Kıvırınca
güzelsin
Ah,
ah, ah
Acımaz
halime, olacağım divane
Raksa
devam edip, şad olmayız her zaman
Aşk
ateşinden gayri el aman, aman
uda/a
Düettosu
s
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Uşak
Haydi
git buradan ahmak budala
İsmine
oldum müptela
Ben
sana layık değilim git budala
Ölürüm
ayrılmam asla
Can
verdim sana
Çünkü
güzelsin ah ah ah
Beni
üzersin ah ah ah
Rahim
etmez halime olacağım divane
Yanacağım
pervane
Acıdım
haline
Raksa
devam edip şad olalım her zaman
Aşk
ateşinden gayri elaman elaman
Çingene
Düettosu
Okuyanlar:
Luçika - Verjini
Makamı:
Hicaz
-
Kaynanam falcı karı, yoktur onun emsali
Dün
akşam çergide çalmış
Kocamın
paralarını
-
Koluna sepet takar, sokaklarda fal bakar
Güzel
olurum diye, başına çiçek takar
-
Kocam seni beğenmez, asla sözüne güvenmez
Kocama
gözünri diktin
Seni
gidi utanmaz
Seninki
süpürgeci
Meşelikten
ne haber
Seni
kahpenin piçi
Makamı:
Rast
Gel
gidelim arayalım
Enfiyemizin
kutusunu
bulalım
Ne
olacak toplayacak
ho
ho ho
Acep
gördünüz mü siz
Zira
bulamadık biz
Verin
rica ederiz
Nerede
kayıp oldu
Yoksa
yolda defoldu
-
Şurada yok, burada yok
Orada,
burada, şurada yok
-
Acep gördünüz mü siz
Zira
bulamadık biz
Verin
rica ederiz
Ho
ho hay, ho ho hay
-
İsterim kaybolmuş
enfiyemin
kutusu
Oy
oy başıma
Enfiyesiz
kalır isem
burnum
döner patlıcana
-
Hoy hoy hoy isterim.
Bulunmuş
şu enfiyemin
kutusu
Ay
ay ay bu başka saadet
-
Ayıplamayın dostlar zira
bu
başka alet
Hoy
hoy hoy elimde
Cadı
ni ni nay nay nay
Cay
ni ni ni nay nay nay
nanay
Hüzzam
Düetto
Okuyanlar:
Şamram - Peruz
Şamram:
Böyle değildim eyvah
ne
oldum
Aşkınla
yandım sararıp soldum
Peruz:
Aşkımdan yanmış
sararmış,
solmuş
Ben
müptelası, o aşk delisi
Şamram:
Gel ey meh rü
Kalbim
aşkınla doldu
Lütfeyle
keremkar
Kurbanım
cilvekar
Peruz:
Yazık çare yok
İtme
bana serfürü
Aşk
nedir bilmem
Gönlümü
sana vermem
Şamram:
İtme bu nazı,
yandım
ben sana
Rahmeyle
güzel yazıktır bana
Peruz:
Aşkınla yanayım
Bedbaht
mı olayım
Şamram:
Yanma sen civanım
Sana
ben kul olayım
Peruz:
Bana ne oldu, bana
ne
oldu
Kalbim
tık tık vurdu
Sevda
nedir anladım
Ben
de sana yandım
Şamram:
Cana gel bana
gidelim
Şivekarım,
bahtiyarız
Bahtiyanz,
bahtiyarız (.
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Makamı:
Uşak
Avcı
Güzeli DüettosU
Okuyanlar:
Luçika - Verjin
(Kızın
Babası) *
Haydi
bakalım
Masa
yapalım
•
Ucuz satalım
Ucuz
satalım
Amşam
olunca yan yatalım
-
Çalalım, çakalım, çığırtalım
-
Çalayım dümbeleği hazır
olun
kerize
A
be Beyaz, etmem
naz
ağam dedi
Masa
yap sat, çalınça
Elbet
biz de oynarız biraz
-
ızgara, maşa, hindibağ
satar
Burnum
zurna çalar
Çalsın
zurna, dümbelek
Oynayalım
biraz gülerek
-
Burnu ile zurna çalar
Va,
ra, ra, ra, ra, ra, ram
Va,
ra, ra, ra, ra, ra, ram
Va,
ra, ra, ra, ra, ra, ram
Haydi
kız Naile, tur atalım
kerize
Gerdan
kırarak, şive
saçarak
Şıngıl,
şıngıl, şıngıl, mıngıl
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Rast
At
Yanşı Düettosu
Okuyanlar:
Şamram - Verjin
Makamı:
Nihavend
Hop
hop haydi arkadaş
Biz
çok yorulduk
At
yarışında bak biz bulunduk
Bu
ne eesur şey imiş
Fıçı
gibi şişmiş
Haydi
oradan attan korkan
Gel
su iç fıçıdan
İşte
yarış edelim, birbirimizi
geçelim
İşte
budur er meydanı,
durmayıp
gidelim
Asla
senden korkan yok
Senin
gibi gördüm çok
Seninle
söyleşsin
Geçen
alkışlansın
Gel
barışalım hop hop hop
Şimdi
başlayalım hop hop hop
Bizde
hüner pek çok çok
Alırız
şimdi pek çok aferin
Türlü
hünerler ile yarışı ederiz
Haydi
güzelim alırız biz şimdi
Pek
çok aferin
Türlü
hünerler ile yarış edeli
Okuyanlar:
Şamram - Peruz
Bir
şantöz var bana benzer
Güya
güzel şarkı söyler
Ağzını
burnunu eyer beni beğenmez
Ay
ya seni gidi maymun seni
Şimdi
kırarım kemiklerini
-
İşte al sana bir dayak
Haydi
oradan bal kabak
Hele
miskin şantöze bak
Vay
vay seni tembel miskin seni
Haydi
haydi haydi öldüreyim seni
-
Söyle benden ne istersin
Sende
benden dayak yersin
İşten
daim çok kaçarsın
Tiyatroda
hep çatarsın
İşitmeyeyim
bu lafları
Ağla
böyle zarı zarı
Defol
oradan miskin karı
Karnına
yersin sopaları
-
Uyuz şantöz
Süprüntü
şantöz
Sümüklü
şantöz
Zilli
şantöz
Bülbül
gibi şantöz
Aman
canım şantöz
Küp
kapağı şantöz
Kalk
yıkıl şantöz
Ah
ne güzel dayak yersin şantöz
Okuyanlar:
Todori - Amelya
Makamı:
Nihavend
Koca
gayri ben çekemem her gün kavga, maraza
Koca
bilmem çıkar bir gün, şu elimden bir kaza
Ah
ne gün imiş, ne kara saadet
Git
istemem ben seni, koca yerlere bat'
Sen
bat karı, sen ağzını topla
Hiddet
ben de artıyor
İtaat
et sözüme
Kanım
salep gibi kaynıyor
Bırakırım
seni olursun pişman
Sonra
seni kimse almaz
Bırakırım
seni olursun halin pek kayak
Sonra
seni kimse almaz balkabak
Haydi
miskin bumun akar, pis kokulu uğursuz
Kokmayasın
bari koca, gel ekeyim biraz tuz
Uğursuz,
yüzüme bak a maymun
Kızlar
sana yan bakıyor, cümlesi benden memnun
Bende
gideyim hem evleneyim
Seni
burada kocasız bırakayım
Koca
seni kıskanırım, ayrılmam ben senden
Canım
karı deli olma
Ayrılır
mı can bedenden
Maraza
bitti nihayet
Karı
koca barıştı ne saadet
Maraza
bitti bitti nihayet
Çingene
Düettosu
Okuyanlar:
Luçika - Verjin
Makamı:
Rast
Güzel
fala bakarım
bakla
açarım
Mangizi
bol verince size
göbek
atarım
Sulukule
çergisi çingeneler
çingenesi
Çingeneyim
ben ne ne
var
rastık kaşında
Saç
yok başında bak ben
tazeyim
Hem
bir taneyim
Haydi
şuradan boyalı be-
bek
Saçlarında
dolu kepek
-
Kocan beni sever,
hiddetinden
sen de geber
-
A be kocam sana bakmaz
Tırnağını
böyle atmaz
-
Bayılmışım kel kocana
Miskin
başında parala
-
Haydi şuradan be
utanmaz
Dayaktan
hiç aldırmaz
Senin
gibi fala bakmam
Herkese
ben göbek atinam
-
Hırlama, zırlama bakma
bana
Fal
bakarım baklalar
A
be şıllık çatma bana
Boncuklarım
katar katar
Kocan
eşek sevdi satar
Benim
kara kocacığım
Ayı
gibi bayılırım
Şebek
midir, mayman mudur
A
be kocam sana bakmaz
Sıska
karıdan hoşlanmaz
Ayı
gibi iri karı
Yersin
benden yumrukları
Yumruğumu
fırlatırım
Ayı
gibi bayıltırım
Ben
de sana tef çalayım
Ayı
gibi oynatayım
Ben
de sana tef çalayım
Maymun
gibi zıplatayım
izdivaç
Düettosu
Okuyanlar:
Peruz - Şamram
Gel
matmazel inat etme
İpek
gibi delikanlıyım ben
Pek
çok kızlar pencereden
beni
görünce
Bayılıyorlar
beni görünce
katılıyorlar
Bakın
bakın şu ahmak
budalaya
Gezme
gezme demedim mi
sana
ardım sıra
Defol
artık zevzek sersem
budala
Boş
yere yanma...
Kız
aşkından ben harap
oldum
Yana
yana bak ben kül oldum
Azıcık
görünce sevdim
ben
seni
Şu
yanmış gönlümü
Fıçıya
benzersin sen
Aşk
zırzırısın sen
Bak
biraz suratına haydi
Orada
durma
Burada
maymuna
benzersin
sen
Zor
bulursun bu kelepiri
Fenerlerle
arasın beni
Evde
kalıp pişman olursun
Bulamazsın
benim gibi
güzel
kocayı
Kavga
Düettosu
Okuyanlar:
Şamram - Verjin
-
Pencereye çık matmazel,
işte
geldim yine
Yalvarırım
matmazel,
insaf
et bu hale
Ne
istersin sen
kapımdan,
hoşlanmam asla
Sen
defol oradan,
maymun
maskara
Gece
gündüz ağlamatan,
uyku
girmez gözüme
Bir
kere yüzünü görsem,
deyme
artık keyfime
-
Bakın şunun biçimine,
benzemez
mi dubaya?
Bu
suratla aşık olmuş,
defol
maymun maskara
-
Hakaret etme güzelim,
yanıyorum
seraba
Diz
çökerek ağlayarak,
işte
geldim yanına
-
Sokulma gelme yanıma
Haydi
zevzek budala
Elinde
var gitarası,
kızların
maskarası
-
Niçin beni istemezsin sen
Çirkin
miyim bu kadar?
Boyum
bosum yusyuvarlak
Herkes
böyle koca arıyor
-
Katıldım a budala
Turp
sıkayım aklına
r:J
^
Düetto
Cj
Ben
bir köylü kızıyım, böyle gezerim
Ah
şu öksüz kalbimde, neler sezerim
Anam
da yok, babam da yok, kimsem yok
Hep
derdimi şuracığımda gizlerim
Tan
yeri ağarırken hemen kalkarım
Giyinir,
kuşanır, damımdan çıkarım
Şu
geniş ormanlar, şu güzel çiçekler
Güneşten
ewel hepsi de beni bekler
Kaval
çalar sürülerle koyun meler
Benim
yarim oturur hep beni gözler
İşte
bakın şimdi şu ormana ’
Salınarak
yarim gelir buraya
Önünde
oynaşıp durur davarlar
Hele
bakın ne acıklı kaval çalar
Ah
gel gel sevgili yarim çabuk gel
Ben
bir işçiyim, sen zavallı bir çoban
İkimizin
hali aman pek yaman
Seni
canı gönülden sevdim artık inan
Köylülerin
hepsi olmuş düşman
Acaba
sen de beni seviyor musun?
Yoksa
yüzüme gülüp geçiyor musun?
Dur
şimdi dur, ben seni çabuk anlarım
Kendimi
şuracıkta güzel saklarım
F*
Ben
bir talihsiz çobanım, hep ağlanm
C)
Ah yüreğimi ince ince dağlarım
Bilmez
halimi kimse ona yanarım
Yanarım,
yandıkça yarimi anlarım
Fakat
niçini niçin vaadini unuttu
Demek
ki yarim beni şöyle avuttu
Merhamet
etmez ise bana o vefa
Onsuz
bu yerlerde bulamam sefa
Söyle
dilber sen bana
Niçin
gösterirsin aşkıma cefa
Candan
seviyorum seni inan bana
Merhamet
eyle sabrım kalmadı zira
Sus
artık olsun artık yeter
Sözlerin
hep yüreğime tesir eder
Anladım,
anladım seni şimdi artık
Kalbinde
var bana muhabbetten eser
Ah
zaten pek iyi bilirsin ki sen
Severim
aşığın olmuş olmuş ezeli
Yeter
yeter artık hicranlı söyleme
Kalbim
senindir, fakat sen de benim ol
Çoban
Düettosu
Okuyanlar:
Peruz - Şamram - Şevki
Makamı:
Hüseyni
Kuzuları
otlatırım
Ben
şu karşıki çayırda
Ben
de seni ah görünce
Meyil
verdim gel güzelim konuşalım '
Ateş
bıraktın benim canıma
Yanyana
ağlayarak, işte geldim yanına
Ben
de senin ateşine yanayım
Hem
anamdan, hem babamdan kaçıp sana geleyim
Alıp
seni kaçayım ben
Aman,
aman, aman
Ala
gözlü, sarı saçlı, gayet güzel çobanım
Kar
gözlü çoban seni severim
Bir
canım var, ister isen onu dahi veririm
Hay,
hay, hay, hay
Hele
bakın kızım ile şu çobana
Kuzuları
bırakmışlar, yüz üstüne orada
Ağlama
zırlama sor kızına
Yandım
babacığım ben şu çobana
Yanacağım
Babacığım
Baygınım
Öyle
mi olmuş, böyle mi olmuş
Ben
ne yapayım ikinizi
Haydi
böyle doğru köye gidelim
Düğün
kurup, pilav zerde yiyelim
Abdürrezzak
Efendi: Tuluat oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1845 yılında İstanbul'da doğdu. İlk
olarak Küçük İsmail'in idaresinde çalıştı. 1885 yılında kendi adına bir tiyatro
kurdu. 'Gülünçhane' adını verdiği bu tiyatroda ilk olarak 'Balıkçı Abdi'
oyununu oynadı. Sözlerinde ve nüktelerinde aşırı gitmemiş olması ile kendisine
'Abdülreuak-ı udhuke-ahlak' lakabı takılmıştır. Bu şöhreti onun il. Abdülhamid
döneminde saray tiyatrosuna alınmasını sağlamıştır. Abdülreuak il.
Meşrutiyet'e kadar sarayda kaldı. Meşrutiyetin ilk gürültülü oyunlarından
'Vatan-yahut-Silistre'de canlandırdığı Abdullah Çavuş rolu ile başarı kazandı.
11.9.1914'de öldü.
Ahmet
Rasim: 1864 yılında doğdu. İlk yazılarını Ahmet Mithat Efendi'nin Tercüman-ı
Hakikat gazetesinde yazmaya bayladı. 1927-1932 döneminde İstanbul
milletvekilliği yaptı. 140'a varan eser yazan Ahmet Rasim 21 Eylül 1932'de
öldü. Eserlerinden bazıları Fuhş-i Atik, Hamamcı Ülfet, Gecelerim ile
Birlikte, Muharrir Bu Ya, Eşkal-i Zaman'dır.
Altınyurt
Kulübü: istanbul'un özellikle voleybolda ün salan kulübü. Mehmet Fuat yönetiminde
milli takımlara ve kulüplerimize onlarca yıldız kazandırdı.
Amerikan
Tlyatrosu: Galata'da Tophane Caddesi 216 numaralı binada faaliyet gösteren bir
nevi içkili gazino idi. Kantocuları ile ün yapan tiyatronun müşterileri daha
çok gemicilerden oluşurdu. Tiyatro aynı zamanda Alkazar ve Alkazar Amerikan
adları ile de anılırdı.
Apollon
Tlyatrosu: Kadıköy'de faaliyet gösteren bir tiyatro idi. Afife Jale'nin bu
tiyatroda sahneye çıkmasıyla birlikte sık sık polis baskınına uğramasıyla
bilinir. Ahmet Nuri Bey'in 'Ceza Kanunu,' 'Dört Cihar,' 'Belkis' gibi oyunları
Apollon Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Daha sonra Hale ve Reks sinemaları adları
altında faaliyet gösterdi.
Aranlk:
Oyuncu. Küçük İsmail'in Temaşahane-i Osmani Tiyatrosu'nda 'Asılmış Adam'
piyesinde oynamıştır.
Burhan: 1910 yılında Mudanya'da doğdu. Sanat
hayatına 1936'da Servete Fünun dergisinde başladı. Birçok gazetede
çalışan Arpad'ın 15 kadar çeviri kitabı vardır. Başta Direklerarası
olmak üzere sahnelerimizin geçmişine ışık tutan önemli eserler verdi.
Astlk:
Eski müzikli tiyatro oyuncularındandır. 1885 yılında doğdu. Kardeşi Siranuş ile
şarkılı oyunlarda oynadı. 'Jirofe Jirofe'de Venüs rolünü oynadı. Benliyan trupu
ile yaptığı bir Selanik turnesinden dönüşte İstanbul'da öldü. (1884)
Ferah
Tiyatrosu: Şehzadebaşı'nın ünlü tiyatrolarından biridir. Bir süre sonra yanmış
ve yeniden yapıldıktan sonra Yeni Ferah adı ile faaliyete başlamıştır.
Fersan
Refik: 1893 yılında doğdu. Hafız Mehmed Şemsettin Bey'in oğludur. Tamburi Cemil
Bey'den 12 yaşından itibaren tambur dersleri almaya başladı. Şarkı, peşrev ve
saz semailerinden oluşan birçok eseri mevcuttur. Eserlerinden bazıları Dün
Yine Günümüz Geçti Beraber, Herkes Gitti Yalnız Kaldım Meyhanede, Rüzgar
Uyumuş Ay Dalıyor, Her Taraf lssız'dır.
Darulbedayi:
1914 yılında dönemin Belediye Başkanı Dr. Cemil Topuzlu'nun girişimi ile
kurulan ilk tiyatro okuludur. Daha sonra Odeon Tiyatrosu Müdürü Andre
Antoine'nin çağırılması ile Şehzadebaşı'nda (Letafet Apt.) bir yer kiralandı ve
çalışmalara başlandı. Kuruluşun adı 'Darülbeday-i Osmani' olarak kayıtlara
geçti. 1915 yılında bir tüzük hazırlandı. İlk maddesi tiyatro öğreniminin
kurulan bir sahnede edebi eserlerin oynanması ile sanatçı yetiştirilmesini
içeriyordu. Böylece tiyatro oyunları yazanların da çoğalması sağlanacaktı.
Darülbedayi'den birçok tiyatro sanatçısı yetişti. 1931 yılında 'İstanbul Vilayeti
Umumi Meclisi' tarafından hazırlanan tüzükle İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatro-
su'nun kurulmasına karar veriliyordu. Darülbedayi'nin faaliyeti 1934 yılına
kadar devam etti. Bu tarihte 'İstanbul Şehir Tiyatrosu' adını aldı.
Darüte
mslll Osmanl: Osmanlı tiyatro evi.
oambaııa
İsmall: Direktör, tuluat ve perde oyuncusu. 1897 yılında İstanbul'da doğdu.
Babası Sultan Abdülhamid'in silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi idi. İlk
ılarak Kristal Gazinosu'nda çalışmalara başladı. Daha sonra Şehzadebaşı'nda Hasan
Efendi ile devam etti. 1917 yılında başladığı tuluat sahnesinde ün kazandı.1944
yılında Feriha Hanım ile evlendi. 50 yılı aşkın sahnelerden ayrılmayan İsmail
Dümbüllü 5 Kasım 1973'de öldü.
Gana
Agop: Direktör, rejisör ve tiyatro müdürü. 1840 yılında İstanbul'da doğdu. Şark
Tiyatrosu ve Gedikpaşa Tiyatrosu'nda çalıştı. Daha sonra Türkçe oyunlar veren
bir kumpanya kurdu. Üsküdar, Tophane gibi semtlerde tiyatrolar kurdu. Müslüman
olarak Yakup Efendi adını alan Güllü Agop 1902 yılında öldü.
Handehane-1
Osmanl Kumpanyası: Abdürreuak tarafından kurulan bir kuruluş.
Hayalhane-i
Osmanl: Şehzadebaşı'nda Ferah Tiyatro karşısına rastlayan bir binada idi. Tam
karşısında Kavuklu Hamdi'nin ortaoyunu kumpanyası vardı. Kel Hasan sanat hayatının
sonuna kadar bu binada oynamıştır.
Koçu,
Reşat Ekrem: 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Bursa Lisesini bitirdikten sonra
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini kazandı. Mezun olduktan sonra (1930)
uzun
yıllar
İstanbul liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. 1944 yılından itibaren yayınına
başladığı İstanbul Ansiklopedisfni tamamlayamadan öldü. Günümüze kaynak olarak
birçok eser bırakan yazarın başlıca kitapları Eski İstanbul meyhaneleri,
Darülaceze Tarihi, Osmanlı Padişahları, Erkek Kızlar, Haşmetli Yosmalar,
Patrona Ha/ifdir.
Kavuklu
Hamdi: Orta oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1841 yılında İstanbul'da doğdu. Dönemin
ünlü orta oyuncusu Hacı Bekçi'nin topluluğuna çırak olarak girmiş ve sanat hayatına
atılmıştır. 1873 yılında Kavuklu'ya çıkmak için ustasından pazat aldı. Sultan
Aziz zamanında saraya alındı ve 1875 yılına kadar sanat hayatına burada devam
etti. Küçük- pazar, Yeşiltulumba Gazinoları, Hayalhane-i Osmani gibi sahnelere
çıkan Kavuklu Hamdi 1895 yılından sonra şöhretini yitirmeye başladı.
28.11.1911'de öldü.
Kel
Hasan: Tuluat oyuncusu. 1874 yılında İstanbul'da doğdu. İlk olarak Kuşdili'nde
Küçük İsmail"in tiyatrosunda ikinci komik olarak sahneye çıktı. Daha
sonra kendi adına bir tiyatro kurdu. Kendi yarattığı Aptal Uşak rolü ile ün
kazandı. 1908 Meşrutiyeti ile bir bocalama devresine giren Kel Hasan
geçmişteki parlak devresini bulamadı. 1929 yılında öldü.
Kuşdili
Tiyatrosu: Kadiköy'de şimdiki Tramvay Müzesi.
Küçük
İsmail: Orta oyuncusu ve tiyatro müdürü. 1854 yılında ilk olarak orta oyunu ile
sanat hayatına atıldı. Kavuklu Kör Mehmet'in oğlu rolü ile ün kazandı. 'Küçük'
lakabı ile tanınan oyuncu, tuluat kumpanyası kurarak genç aşık rollerinde
oynadı. 1883 yılında Te- maşahane-i Osmani trupunu kurdu. Trabzon, Halep ve
Adana'da uzun süreli turneler yapan Küçük İsmail 1928 yılında öldü.
Küçük
M. Kemal: Oyuncu ve yazar. 1901 yılında Girit Adası'nda doğdu. 1920 yılında
stajyer olarak Oarülbedayi'ye girdi. Şehir Opereti ve Türk Tiyatrosunda
çalıştı. Tiyatro isimli bir kitapta tiyatro kurslarında verdiği dersleri
topladı (1930). Birçok piyes ve oyuna imzasını atan M. Kemal Küçük
23.4.1936'da öldü.
Mahmure
Şenses: Mahmure Şenses'in Sahibinin Sesi'nden çıkan taş plakları 1934
listesinde 8 tane olarak görülür. 16 parçanın tamamında ağırlık espri
üzerinedir. 'Yeni Moda Kanto,' 'Yanıyorum A Dostlar,' 'Züğürt Aşık,' 'Sıtkı
Baba'nın Şansı,' 'Hop Hop Gelen Var,' 'Erkek Bakınca Az Baygın,' 'İçtik
Coştuk' taş plaklarından bazılarıdır.
Mahmure
Handan: 1915 yılında İstanbul'da doğdu. 'Kıymetli muganniyelerimizden biri'
olarak vasıflandırılır. Sahibinin Sesi ve Odeon firmalarına plaklar yaptı.
'Kollarımın Arasında,' 'Dün Gece Koynumda,' 'Filika,' 'İsmin Nedir,' 'Zaif,'
'Şişman Aranır mı,' 'Mini Mini Bir Kızdın,' 'Kah Alırsın Kucağa,' 'Fikrimce'
taş plaklarından bazılarıdır.
Manakyan:
Oyuncu, yazar, rejisör ve direktör. İstanbul'da doğdu. 1857'de amatör olarak
sahneye çıktı. Manakyan 1888 yılında Osmanlı Dram Kumpanyası'nı kurdu ve otuz
yıl bu tiyatroyu yönetti.
Millet
Tiyatrosu: Şehzadebaşı'nda faaliyet gösterirdi.
Milli
Sahne: Şadi Fikret'in 1923 yılında Darülbedayi'nin İzmir yolculuğundan sonra Ankara'da
kurduğu trupun adı.
Musahipzade
Celal: Tiyatro yazarı. 31.8.1868'de İstanbul'da doğdu. 111. Selim'in musahiplerinden
bestekar İzzet Şakir Ağa'nın torunudur. İlk eserini 1912 yılında yazdı. 1927
yılından sonra genellikle Osmanlı sosyal hayatını anlatan komediler yazmaya başladı.
1912-1932 yılları arasında yazdığı 18 komedisi toplu olarak 1936 yılında
basıldı. 20.7.1959'da öldü.
Nezihe
Hanım: 1897 yılında İstanbul'da doğdu. İlk derslerini Kemani Salih Bey'den aldı.
Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde konserler verdi. Kalaycı Kantocu en önemli
parçalarından biridir. 'Seni Gidi Çapkın Seni,' 'Gurbet Ellerde,' 'Serpilmiş
Uyurken,' 'Pek Küçüktün' diğer parçalarıdır.
Neriman
Hanım: Beşiktaş'lı Kemal Şenman ile düet yapan, Colombia firmasına 25 taş
plakla en çok okuyan sanatçılardan biridir. Rlm müziklerinde, özellikle Leyla
ile Mecnun filminde 'Oh Oh Ne Güzel Şey,' 'Hey Pınar Derin Pınar' parçalarını
okumuştur. Beşiktaş'lı Kemal ve Hafız Burhan ile de plak yaptı. 'Balıkçılar,'
'Kapıyı Tak Tak,' 'Kara Kız,' 'Adanalı Kız,' 'Fındık,' 'Bana Yakın Gel,'
'Taka,' 'Sosyete Avcısı,' 'Patlatalım Biraları,' 'Sarmaşık,' 'Güzelim Gel
Yanıma' diğer plaklarıdır.
Ortaç,
Yusuf Ziya: 1896 yılında İstanbul'da doğdu. İzmit Sultanisi'nde başladığı edebiyat
öğretmenliğinden sonra, Orhan Seyfi Orhon ile birlikte dergi çıkarmaya başladı.
Ser- vet-i Fünun, İnci, Büyük Mecmua, Türk Yurdu gibi dergi ve gazetelerde
çalıştı. Eserlerinden bazıları Binnaz, Nikahta Keramet, Beşik, Ocak, Sarı
Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğmadan ve Göz Ucuyla Avrupa'dır.
Othello
Kamll: Oyuncu. 1889 yılında İstanbul'da doğdu. İlk olarak 1908 yılında sahneye
çıktı. 1914'de Darülbedayi'nin imtihanına girdi ve kazandı. Ancak okulun
başlaya- maması yüzünden Gavril'in Komedi-Dram Kumpanyasına katılarak Anadolu
turnelerinde çalıştı. Othello piyesindeki rolünden dolayı 'Othello Kamil'
lakabı ile anılıp, ün kazandı. 1932'de öldü.
Ruhat
Hanım: Sahibinin Sesi'nden çıkan taş plakları arasında 12 önemli parçası vardır.
İpek Saçlı düettosu ön plandadır. •Şu Kızın Gözleri,' 'Çobanın Aşkı,' 'Ana Baba
Nasi- hatı,' 'Karıkoca Anlaşması' taş plaklarından bazılarıdır.
Sahne-i
Alem: Yalnız gündüzleri oynayan ve en çok kantoya önem veren bir tiyatro topluluğu.
Sanayi
Nefise: Güzel Sanatlar.
Seyhan
Hanım: 1913 yılında İstanbul'da doğdu. Musikiye olan merakı dolayısıyla orta
tahsilini bitirdikten sonra İstanbul Konservatuvarı'na giderek Mösyö
Talariko'dan ders almaya başladı. Türk Ocağı konserlerine iştirak etti ve büyük
başarı gösterdi. Tango, fokstrot, rumba türünde eserler okudu. 'Daha On
Beşindesin,' 'Çapkın,' 'Yıldızların Altında,' 'Şen Kuzu Gibi,' 'Kadın Nedir
Senin Adın' ve 'Alev' taş plaklarından bazılarıdır.
Suheyla
Bedriye Hanım: 1910 yılında İzmir'de doğdu. Müzik dünyasına küçük yaşta
başladı. Sahibinin Sesi firmasından çıkan kanto ve düettoları mevcuttur.
'Karşıyakalı,' 'Sarıyar, ' 'İkimiz de Bir Olsak Kanto,' 'Sazına Tel Bağladım,'
'Beyoğlu Güzeli' taş plakları arasındadır.
Şnoı1<
Efendi: 20. yüzyılın başında piyasanın önemli udilerinden idi.
Tepsi
Burhanettln: Oyuncu ve tiyatro müdürü. 1882 yılında Tarsus'ta doğdu. Babıali'de
önemli bir memurluğu bırakarak Avrupa'ya gitti. 1908 Meşrutiyeti'nden sonra yurda
dönen Burhanettin Tepsi, tiyatro için düşündüklerini bir bir uyguladı. Muhsin
Ertuğrul, Şadi i. Galip ve Afife Jale ile çalıştı. 1947 yılında öldü.
Tüı1<
Opereti: Celal Sururi, Lütfullah Sururi gibi bazı operet oyuncularının
kurdukları bir trup.
Uşaklıgll,
Halit Ziya: 1866 yılında doğdu. Reji İdaresi'nde muhasiplikten sonra Serveti
Fünun topluluğuna girdi. 1909-1912 arası Sultan Reşad'ın mabeyn başkatipliğini
yaptı. Son Posta Gazetesinde hatıralarını yazdıktan sonra köşesine çekildi. 25
kitapta toplanmış 150'den fazla hikaye, tiyatro, şiir, hatıra, makale türünde
60'ı aşkın eseri bulunan Uşaklıgil 27 Mart 1945'de öldü.
Varyete
Tiyatrosu: Beyoğlu Halep Çarşısı'nda kurulan bir tiyatrodur.
Yalçın,
Hüseyin Cahlt: 1874 yılında Balıkesir'de doğdu. Meşrutiyet'in ilanından sonra
memurluktan ayrıldı ve Tanin gazetesini çıkardı. Mütareke döneminde İngilizler
tarafından Malta'ya sürülen Yalçın, ikinci sürgününü siyasi nedenlerden dolayı
Çorum'da yaşamıştır. 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun'un roman ve
hikayecilerinden biri olarak ün yapan yazarın 60'a yakın eseri mevcuttur. Bunun
yanında çeviriler de yapan Yalçın, 1957 yılında İstanbul'da öldü.
Zobu,
Vasfi Rıza: Oyuncu ve yazar. 1902 yılında istanbul'da doğdu. Birçok tiyatro eseri
ve çevirileri mevcuttur. 1921'de İki Çiçek ve Bir Böcek'le başlayan ve 1965'de
Modern Aile'ye kadar uzanan çok sayıda eseri tiyatromuza kazandıran Vasfi Rıza
Zobu ayrıca Da- rülbedayi 'de de görev yapmıştır.
A Afet-1 Devran: Dünya güzeli.
Afitab: Güzel, parlak yüzlü.
Aguş: İki kolun açılmış çevresi, kucak.
Ağur ağçlk: Ermenice güzel kız.
Avam: Aşağı sınıftan sayılan halk.
Azamet: Büyüklük.
B Baro: Çingenece büyük seçkin adam.
Baloz: Özellikle Galata çevresindeki kimi müzikli meyhane,
eğlence yeri.
Bedii: Güzellik ölçülerine uyan, beğenilen.
Bend olmak: Bağlanmak.
BIU!ıhare: Sonra.
Bombar: Geviş getiren hayvanların kalın bağırsağının
sonundaki küçük yağlı bağırsaktan yapılan dolma.
Bosko: Tabiatla öne çıkan açıklık, dağlık, kır görünüşlü
dekor.
c Cazgır: Pehlivanları yüksek sesle izleyicilere tanıtan
kimse.
Civan: Genç.
Çapari: Çok iğneli
olta.
Çeribaşı: Eskiden Askerbaşı anlamında iken şimdi
çingenelerin ileri gelenlerine verilen ad.
Çerçi: Köy gibi küçük yerlerde dolaşarak ufak tefek eşya
satan gezginci esnaf.
Çerge: Derme çatma çadır, çingene çadırı.
Çergl: Çingene çadırı.
Çetele: Eskiden ekmekçi, sütçü gibi esnafın uzunlamasına
ikiye bölüp üzerine ker-
tikler atarak hesap tuttukları ağaç dalı.
Çorbacı: Tiyatro patronu.
D Dlrtıem: Gümüş para, okkanın 400'de biri.
Dem: Gözyaşı.
Duba: Saçtan ya da ağaçtan dikdörtgen prizma ya da buna
benzer şekillerde yüzer ağaç.
Dubara: Tavla oyununda her iki zarın ikili düşmesi, oyun,
düzen.
Düet: İki çalgı ya da ses için düzenlenmiş müzik parçası.
Düetto: Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı.
Dükkan: Tuluatçıların diliyle tiyatro.
Düzden dağa çıkanlmak: Dağa kaçırılmak, düze inmek
eşkiyalıkla ilgilidir. Düze inen silah bırakır.
Desise: Gizli hile, oyun.
E Edevat: Aletler.
Elado etmek: Çekip almak.
Elvan: Renkler.
Endaz: Atan, atıcı anlamıyla kelimeleri sıfatlaştırır.
Enfiye: Çürütülmüş tütünden yapılan ve keyif için buruna
çekilen toz.
Envai: Çeşitler.
Erkan: İleri gelenler.
F Faci dram: Acı dolu oyun.
Fevkinde: Üstünde, yapılan.
Feyz: Bolluk, ihsan, ilerleme.
Figan: Bağırma, çağırma, inleme.
Filika: Harp ve ticaret gemilerinde bulundurulan sandal.
Furi: Seyircinin yüksek alkışı.
G Gacı: Kadın.
Gaip etmek: Görünmemek.
H Harl>i Umumi: Birinci Dünya Savaşı.
Hengame: Kavga, gürültü.
Hiciv: Yergi, bir kimseyi, bir düşünceyi, bir alışkıyı
sanatlıca verme.
Hoşor: Eti budu yerinde, topluca ve güzel kadın.
j İftlrak: Ayrılma, perişan olma.
İstiğfar: Tanrı'dan günahı bağışlanmasını dileme.
İzhar: Belirtme, gösterme, açığa vurma.
K Kalafat: Geminin kaplama tahtaları arasını üstüpü ile
doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma koyma, bir görevliyi yetkilerini
kullanamayacak başka bir yere vermek.
Kalantor: Ensesi kalın, hali vakti yerinde.
Kamera: Oda dekoru.
Kameri: Ay ile ilgili.
Kanto: Sahnede hareket ederek şarkı söylemeye yönelik sanat
dalı için yazılmış özel şarkı.
Kawklu: Orta oyunu kişilerinden.
Ket Ucla: Kahya.
Kıtıblyoz: Değersiz, bayağı, sünepe.
Kişniş: Bir tür meyve. Üzeri şeker ile kaplanmış şekline
kişniş şekeri denir. Ayrıca
Anadolu'da kara kimyon diye de adlandırılır.
Komlk-1 Şehir: Tuluat tiyatrosundaki baş komik.
Kuartet: Dört kişilik müzik topluluğu ve bu topluluğun
çaldığı ya da söylediği parça.
Kumpanya: Tiyatro
topluluğu. '
Kübera: Ulular, büyükler.
Külhanı: Külhanbeyi. Hafif küfür gibi kullanılan bir okşama
sözü: 'Külhani neler de biliyor.'
L Lüp: Argoda hiç emek vermeden ele geçirilen şey.
Lüpçü: Lüpe konmasını seven.
Latif: Yumuşak, hoş.
M Madik atmak: Hile yapmak, dolap çevirmek.
Maharet: Ustalık.
Mali olmak: Düşkün olmak.
Mangiz: Argoda para.
Manzara-ı umumiye: Genel manzara.
Maruf: Bilinen, tanınmış.
Ma'şuka: Sevilen kadın.
Mavnacı: İç deniz taşıtı tayfası.
Mecidiye: Abdülmecid zamanında çıkarılmış altın lira.
Meftun: Büyülenmiş gibi kendine sahip olamayacak derecede
tutkun.
Merdane: Erkeğe yakışır surette.
Meş'al: Işık kabı.
Meşreb: Yaratılışta olan nitelik.
Meşum: Uğursuz.
Mey: Şarap.
Meyyal olmak: Düşkün olmak, fazla eğilmek.
Muaşaka: Karşılıklı sevişmek.
Muganniye: Şarkı söyleyen.
Muhatap: Kendisiyle söz söylenilen, kendisiyle konuşulan
kişi.
Muhavere: Konuşma.
Mukadr : Önceden karar verilmiş.
Müdavim: Devam eden.
Mükahhal: Sürmeli, sürme çekilmiş
Mürekkeb: İki veya daha ziyade şeyin karışmasından meydana
gelen.
MQmeyylz: İyiyi, kötüyü, doğruyu ayırdeden. Bir dairede
katiplerin yazdıklarını düzelten katip.
Munhasır: Her tarafı kuşatılmış. Yalnız bir şey veya bir
kimseye mahsus olan.
Munekkld: Tenkitçi.
Muste'cir: Bir şeyi kira ile tutan, işleten.
N Nagehan: Ansızın, birdenbire.
Nazaran: Göre.
Nazır: Bakan
Nebze: Az şey.
Niyaz: Yalvarma.
Nuş: Farsça'da tatlı dilli.
o Operet: Eğlenceli ve içinde sessiz konuşmalar olan sahne
yapıtı.
Orta oyunu: Tuluata dayanan bir Türk halk oyunu.
Otantik: Esas, doğru.
p Pandomlm: Yalnız hareketlerle oynanan sözsüz
sahne oyunu.
Pano: Üzerinde bildiri, tanıtma ya da açıklama kağıtları
tutturmak için hazırlanmış levha.
Parsa: Seyircilerden toplanan para.
Peşlman: Pişman, nedamet getirmiş.
Potin: Koncu ayak bileğini örtecek kadar uzun olan,
bağcıklı ya da yan tarafı lastikli ayakkabı.
R Rabıta: İki şeyi birbirine bağlayan nesne, ilgi,
münasebet.
Raksetmek: Oynamak, dansetmek.
Ram etmek: Teslim almak.
Rengarenk: Türlü renkler.
S Sarfiyat: Harcama.
Seciye: Huy, yaradılış, karakter.
Sefak: Arapça zarif ve güzel konuşan.
Serklsof: Osmanlı döneminin tanınmış ve 'Şimendifer' olarak
ünlenmiş Rus kös- tekli saati.
Sukat-u hayal: Hayal kırıklığı.
Ş Şad etmek: Sevindirmek.
T Tavas ut: Araya girme, aracılık.
Tefrik: Ayırma, ayrı tutma, seçme.
Telakki: Anlayış, görüş.
Tevatur: Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması.
Tiran: Tuluatçı ağzı ile hain kötü adam.
Tirat: Bir tiyatro oyununda oyuncuların uzun soluklu
konuşmaları.
Trombon: Bir çeşit nefesli çalgı.
Toka etmek: Vermek.
Tuluat: Akla gelen doğal şeyler.
V Varit olmak: Gelmek, erişmek.
Varyete: Şarkı, dans, temsil gibi aralarında ilişki
bulunmayan farklı oyunlardan oluşan gösteri.
Vodvil: Hareketli ve eğlenceli bir konuya dayanan içinde
şarkılara yer verilen hafif güldürü.
Vuslat: Sevenin sevdiğine kavuşması.
Z Zenaat: Meslek.
Zevat: Kişiler, zatlar.
Zevc^ Meşrua: Meşru eş.
Zikir: Anma, söyleme.
Ziya: Işık.
Zuhur: Görünme, belli olma.
Kaynakça
Darülbedayi'nin Elli Yılı, Doç. Dr. Özdemir Nutku, Ankara
Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1969.
Karagöz, Nafi Atuf Kansu, CHP Yayınları, 1941, Ankara.
Yıldız Sarayı 'ndan Mütarekeye Kadar Hatıralar, Celal Esat
Arseven, Dünya Gazetesi, 1960.
Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, Salah Birsel,
Türkiye İş Bankası Yayınları, 1982.
Kıldan İnce Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Milliyet
Yayınları, 1978.
O Günden Bu Güne, Vasfi Rıza Zobu, Milliyet Yayınları,
1977.
Eski İstanbul Ramazanları, Halit Fahri Ozansoy, İnkilap ve
Aka Kitapevleri, 1968.
Sahibinin Sesi Türkçe Plakların Esamisi, No 4, Yıl 1930.
Tarihten Güncelliğe, Murat Belge, İletişim Yayınları, 1997.
Dümbüllü İsmail Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi
Yayınları.
Pembe Maşlahlı Hanım, Sermet Muhtar, Akşam Kütüphanesi,
1933.
Colombia Türkçe Plakları Umumi Kataloğu, Numune Matbaası,
1941.
Colombia Plak Genel Kataloğu, Zeki Basımevi, 1946.
Seksen Yıllık Hatıralarım, Cemil Topuzlu, 1951.
İstanbul Nasıl Eğleniyordu, Refik Ahmet Sevengil, İletişim
yayınları, 2. Baskı, 1985.
Sahibinin Sesi Türkçe Plakların Adları, İstanbul Kağıtçılık
ve Matbaacılık A.Ş.
Bir Avuç Saçma, Refik Halid, Semih Lütfü Kitabevi, 1939.
Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Prof. Dr. Şerif Aktaş,
Kültür Bakanlığı, 1988.
Şehir Mektupları 1,2, Ahmet Rasim, Arba Yayınları, 1977.
Beni Toprağıma Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar.
Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları, Hafi Kadri Alpman, Tercüman
1001 Temel Eser, İstanbul, 1977.
İstanbul'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1977.
1855'de Türkiye, J.H.A Ubicini, 1001 Temel Eser, 1977.
Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, M.Nihat Özün, Baha Dürder,
Remzi Kitapevi, 1967.
Kantolar, Kalan Arşiv Serisi, FRS Matbaacılık.
Geleneksel Türk Tiyatrosu, Metin And, Bilgi Yayınevi, 1969.
Kırk Gün Kırk Gece, Metin And, İstanbul, 1959.
Türk Temaşası, Meddah, Karagöz, Orta Oyunu, Selim Nüzhet
Gerçek, Maarif Matbaası, İstanbul, 1942.
Fuhş-i Atik, Ahmet Rasim, İstanbul Matbaası, 1958.
Ataç Tiyatro'da, Metin And, Kent Yayınları, 1963.
Yakm Çağlarda Türk Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Kanaat
Kütüphanesi. 1934.
Tanzimat Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Devlet
Konservatuvarı Yayınları, 1961.
Tiyatro Sanatı, Selami izzet Sedes, Akşam Matbaası, 1956.
Sanat Antolojisi,
İsmail Tunalı, İst. Üni. Ed. Fak. Yayınları, 1^65.
Tiyatroya Dair,
Selami İzzet Sedes, Kenan Basımevi, 1938.
Tiyatro,
M. Kemal Küçük, Türkiye Yayınevi, 1944.
20. Yüzyıl Türk Tiyatro Tarihi, Dr. Niyazi Akı, Ank. Üni. Basımevi, 1963.
Eski İstanbul Meyhaneleri ve Alemleri, Ergun Hiçyılmaz, Pera Orient Yayınları, 1992.
Chez /es Turcs,
Metin And, (Forum Editeurs a Ankara), 1965.
İstanbul Hayatı,
Ahmet Refik, Enderun Kitapevi, 1988.
Çengiler, Köçekler, Dönmeler, Lezolar, Ergun Hiçyılmaz, Cep Yayınları, 1989.
Direklerarası,
Burhan Arpad, May Yayınları, 2. Baskı, 1974.
Eski İstanbul'da Muhabbet, Ergun Hiçyılmaz, Cep Yayınları, 1989.
Kanto Mecmuası,
Udi Şamlı Selim, Kaspar Matbaası, 1323 (Hicri).
Yeni Şarkı ve Kanto Mecmuası, Hasan Tahsin, Şirket-i Mertebiyye Matbaası, 1318.
The Director in the Theatre, (Collier Macmillan ltd), Londra, 1963.
Teodor Kasap,
Cevdet Kudret. Elif Yayınları, 1965.
Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde, Halit Fahri Ozansoy, Ak Kitabevi, 1964.
Tiyatro Konuşmaları,
Selami izzet Sedes, Kenan Basımevi, 1936.
Cumhuriyet Çağı Tiyatrosunda Rkir Unsuru, Doçentlik tezi, DTCF, 1966.
Komik-i Şehir Hasan ve Kumpanyası, Sermet Muhtar Alus, Akşam, 19.3.1939.
Eski Türkler,
Prof. Dr. A. Cevad, Yağmur Yayınları, 1974.
Ramazan Sohbetleri,
Ahmet Rasim, Bahar Matbaası, 1967.
Beni Toprağıma Gömün, Ergun Hiçyılmaz, Altın Kitaplar, 1997.
Tarih ve Toplum Dergisi.
İstanbul Dergisi.
Vakit Gazetesi
22 Haziran 1944.
Varlık Dergisi.
Milli Mecmua Dergisi.
Temaşa Dergisi.
Resimli Tarih Mecmuası.
Tarih Dünyası Dergisi.
Yeni Tarih Dergisi.
Perde ve Sahne Dergisi.
Devlet Tiyatrosu Dergisi.
Hayat Dergisi.
Muhit Dergisi.
Radyo Dünyası Dergisi.
Müteferrika Dergisi.
Sabah Gazetesi, Perde Arkası, 1997-1998 sayıları.
Sabah Gazetesi eki Star Dergisi.
Sabah Gazetesi haftalık PX Dergisi.
Yeni Adam Dergisi, Haftalık Rkir Gazetesi, İ.H.Baltacıoğlu,
235, 313.
TRT Gecenin İçinden Programı, Ergun Hiçyılmaz'ın
konuşmaları.
İstanbul Şehir Tiyatrosu Repertuvar tutanakları.
Takvim Gazetesi, Dünden Bugüne, Ergun Hiçyılmaz'ın yazıları
1997-1999.
Pera Orient Koleksiyonu Taş plakları ve notaları.
İstanbul Ansiklopedisi.
Yedigün Dergisi.
Yeni Yüzyıl Gazetesi, Hayat Sayfaları, Ergun Hiçyılmaz.
Türk Tiyatrosu Dergisi.
Metin Erksan, Alaattin Eser, Nurhan Damcıoğlu, Turgut Kut,
Selim Naşit, Esin Engin, Tevfik Yener ile kişisel görüşmeler.
[21] Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, M. Nihat Özün, Baha Dürder, Remzi Kitapevi, 1967.
[22] Dünıbüllü İsmail Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi Bankası, İstanbul.
[23] Hayat Mecmuası, Vasfi Rıza Zobu, Sayı 1 ve 2, Ocak 1961.
[24] Darülbedayi'nin Elli Yılı, Özdemir Nutku, A.Ü.D.T.C. F. Yayinları, Ankara 1969.
[25] Ahmet Fehim Bey'in Hattralan, Hafi Kadri Alpman, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977.
[26] Yaktn Çağlarda Türk Tiyatrosu,l.Cilt Refik Ahmet, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934.
[27] Tarih Toplum Dergisi, Sayı: 99, Mart 1992.
[28] Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 94, Ekim 1991.
[29] Fuhş-i Atik, Ahmet Rasim, İskit Yayınları, 1959.
[30] Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Şerif Aktaş, Kültür Bakanlığı, 1988.
[31] Birinci Cüz, Stambol Kütüphanesi, Kaspar Matbaası, 1902.
[32] Zareh N. Berberyan Matbaası, Dersaadet, 1908.
[33] Şehir Mektupları, Ahmet Rasım, Yayına Hazırlayan Nuri Akbayar, Arba Yayınları, İstanbul 1992.
[34] İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu, Koçu Yayınları, 2. Cilt, İstanbul.
[35] İstanbuf'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1977.
[36] Yedigün Dergisi, En Eski Tuluatçımız Fahri Gülünç, Sayı 94, Yıl 1934.
[37] İstanbul'un Ortası, Malik Aksel, Kültür Bakanlığı, 1977.
[38] Yedigün Dergisi, Naci Sadullah, Sayı 94, 1934.
[39] Yeni Tarih Dünyası Dergisi, Reşat Ekrem Koçu, Sayı 5, Kasım 1953.
[40] Kuşları Örtünmek, Salah Birsel, Ada Yayınları.
[41] Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin, Gülriz Sururi, Milliyet Yayınları, 1978.
[42] Hayat Dergisi, Sayı 79, Yıl 1958.
[43] Pembe Maşlahlı Hanım, Sermet Muhtar Alus, Akşam Kitaphanesi Neşriyatı, İstan bul 1933.
[44] Karagöz Salnamesi, 111, Yıl 1912.
[45] Meşrutiyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And, İş Bankası Yayınları, 1971.
[46] Yosmalar, Kabadayı/ar, Ergun Hiçyılmaz, Pera Orient Yayınları, İstanbul 1996.
[47] İsmail Dümbüllü Efendi, Sadi Yaver Ataman, Yapı Kredi Yayınları.
« Prev Post
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder