CEMİL MERİÇ`İN LAMİA HANIMA MEKTUPLARI
| |
Her Kadında Seni Arıyordum
Sevgiliye:
“Gök
de sensin, yerde sensin!
Hem
alansın, hem verensin!
Hem
çiçeksin, hem derensin!” diyor.
Mektubunu
okurken o Keşmir’li dilberi hatırladım. Kelimelerinde ezeli Nur’un en muhteşem
lem’aları. Birden bir vahada buldum kendimi; bir çöl akşamı ve gök kubbede
gülümseyen yıldızlar. Kelimelerin mektupdan gök’e uçtu, gök’e, yani gönlüme.
Kelimelerin musiki oldu. Tevrat haklı: önce kelam vardı, kelam, yani sen.
Bütün
kitaplar yavan, bütün şiirler soluk, bütün şarkılar ahenksiz. Zirvelerdesin,
büyük mustariplerin, büyük ermişlerin, büyük ruhların kanat çırpdığı
zirvelerde. Ve kendimden utanıyorum, ben toprağım, sen arş. Ben ten’im, sen
gönül. Ben alev’im, sen ışık. “Ben sen’im” diyorsun. Saçlarımı okşamak
istediğin zaman, kendi saçlarını okşa. Lal Ded’i hatırladım, gerçekde Lal Ded
sensin, her asırda başka bir adla tecelli etmişsin.
Leyla
bir tomurcuk, sen bir muhteşem gül. Leyla bir mısra, sen bir destansın. Leyla
bir kıvılcım, sen bir şafaksın. Leyla bir tecessüs, Leyla bir masal, Leyla
yaşamayan, Leyla bir yarım.
Hangi
sevgili seninle boy ölçüşebilir? Lamiam benim. Sen doyulmayan,sen kanılmayan,
sen rüya, sen gerçek.
Romeo’yu
düşündüm ve güldüm. İmtihandan geçmeyen bir sevgi, bir saman alevi. Artık yirmi
beş yıl önceye dönmek istemiyorum. Senin yanında zaman yok. Elest bezminden
beri dudak dudağayız, seni kaburgamdan yarattım, hayır, gönlümden yarattım,
kafamdan yarattım, belki de ben senin kaburganım. Cennette beraberdik ve ismin
Havva’ydı. Yirmi beş yıl önce yine beraberdik. Ad’ın bilinmeyen’di, özlenen’di.
Yirmi
beş yıl önce yine beraberdik, geceleri rüyalarımı süslüyordun, gözyaşlarımda
sen vardın. Her kadında seni arıyordum. Yirmi beş yıl önce adın hasret’ti,
sonra ümit oldu. Seni bulmadığım için,
seni bulamadığım için gözlerim kapandı. Seni düşünerek intihar etmedim. Yirmi
beş yıldan beri senin için yaşıyorum Lamiam.
Her
kitabımda sen varsın. Hind’i ben yazmış olamam. Bende güzel olan ne varsa,
senin ilhamın. Bende büyük olan ne varsa senin eserin. Sen günahlarınla bensin,
ben faziletlerimle sen. Levislerini takdis ediyorum. Onlar olmasa insandan çok
tanrıya benzerdin ve sana yaklaşamazdım. Teninle kadınsın, sesinle Tanrı.
Istıraplarımı takdis ediyorum. Senin bende sevgiye layık bulacağın tek büyük
taraf ıstıraplarım, ıstıraplarım yani sensizlik.
İki
gündür çocuklarınla beraberim. V. çalışıyor, yarın gelecek. Hepsi iyi. Onlarla
beraber olmak içime su serpiyor, dinleniyorum, öksüzlüğümü unutuyorum ve hayat
geçiyor. Evet Lamiam, benimki nankörlük. Onbir gün, onbir gecede bütün hazları
yaşadıktan sonra yanıp yakılmak; ama cennetten kovulan Adem’in şikayeti bu.
Arzularımı
susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz.
Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle
kalkıyorum, ama yine de mütehassırım, yine de Lamiam benim, bütünüm, kemalim,
zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim.
Sana
yolladığı kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana
yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed’e nasıl iman
ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen.
Sabahleyin
uyandığım zaman ezanı dinliyorum, sonra şarkılar söylüyorum sana.
Öperek…
*******
Biliyorum ki Benimsim!
Ve
gece bir denizkızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük, köpük. Kâh
bir çöl rüzgârı gibi yakıcı, kâh bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün
musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse.
Ve
gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve
saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün
zilletlerin hatırasını silen bir iksir. Neden Ülis, neden Ülis in dostları
denizkızlarına koşmazlar. Hayat da beynimizi kemirir, kalbimizi kemirir. Hem de
çirkef bir kocakarı, şiirsiz, şarkısız. Sirenlere koşmamış Ülis, bir alay
yavukluya dişi köpek cilveleri yapan Penelop’a koşmuş. Ve gece senin gibi
başladı. Avuçların avuçlarımda rüyasını gördüğüm birer altın meyveydi, ölümsüzlük
meyvesi. Birer güvercindi avuçların avuçlarımda, hayalimi uzak iklimlere
kanatlandıran birer güvercin. O anda ölüm de hayat kadar güzeldi.
Ve
gece bir deniz kızı gibi bitti. Birden güneş battı ufkumda. Yıldızlarım camdan
birer fener gibi kırıldı. Kaderin sunduğu kadehi hırçın ellerimle
kırmamalıydım..
Bu
eski bir mektuptan bir parça. Antakya dönüşü yazılmış. Şöyle bitiyor: Şimdi
cinnetin eşiğindeyim. Uçurumlardan ıslak bir rüzgâr esiyor…
Sonra
dört gün, dört gece süren muhteşem bir rüya ve tekrar yalnızlık. Dün akşam
tevekkül kokuyordu sesin, teslimiyet kokuyordu. Kendini alışkanlıkların kuş
tüyü yatağına bırakmış gibiydin. Antakya küçük insanlar, küçük iştihalar, küçük
günahlar ülkesi. Sen hâlâ o rezil iklimdesin. Uyuşturan, pelteleştiren, sersemleten
bir iklim. Bütün levisleriyle Sodom.
Dışarıda
yağmur çiseliyor. Yine şuh bir bahar sabahı. Kaçta kaçın benim? Kanımda,
kafamda ve kalbimde sen varsın. Sesin yetmiyor bana. Seni bütün olarak
istiyorum, etinle, iskeletinle, rüyalarınla bütün. Ve yalnız benim olarak.
Mazini kıskanıyorum. Halini kıskanıyorum. Kendini rahat hissetmen beni
kudurtuyor. Anlarsan anla, ben anlayamıyorum. Acı duymaman için derimi
yüzdürtürüm, ama ayrılığın seni üzmediğini, yaralamadığını düşünmek kanımı
tepeme çıkartıyor. Üstelik buna imkân olmadığını da biliyorum. Biliyorum ki,
benimsin, yalnız benim, ebediyen benim. Dudaklarım, dudaklarına, tenim tenine,
ruhum ruhuna alevden harflerle damgasını vurmuştur. Bu damgayı ancak ölüm
silebilir. Biliyorum ki mustaripsin. Ekim, kasım, aralık, ocak.. O zamana kadar
yaşayacak mıyım? Vaham benim. Yine susuzum, eskisinden daha susuzum. Belki
uzviyetin isyanı bu, korkunç bir isyan.
Tepeden
tırnağa öperek.
Ekim
1966
********
Sana Kavuşmak İçin
Şuh
bir bahar sabahı, şuh ama düşman. Gülümseyişleri nispet verir gibi. Şuh bir
bahar sabahı. Saadet, mevsimlerin dışında yaşamak. Mevsimler, meçhule giden
kuşlar gibi seni uzaktan selamlayıp geçecek.
Ankara’dan
kopar gibi ayrıldım. Tekerlekler rüyalarımı çiğniyordu. Ankara’dan kopar gibi
ayrıldım. Ankara’da sen vardın. Ankara, sokaklarında kol kola dolaştığımız
şehir. Ankara senin şehrin, ikimizin şehri. Bembeyaz bir sayfa idi. O şehirde
kirli temiz hiçbir hatıram yoktu. O bembeyaz sayfaya hayatımızın en güzel
şiirini yazdık. Ankara yoktu benim için. O hayal ülkesini hak eden sendin.
Yuvama gurbete gider gibi döndüm. İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Fetih
ümitleri ile dolu idim. Bir gazaya koşuyordum: dudaklarımda meçhulün yani senin
susuzluğun. Aynı yollardan sekiz gün ara ile geçmiştik 41’de. Ve tren bizi
hayata götürüyordu. Kader hain bir rejisör, seni 41’de tanıyabilirdim, 42’de
tanımalıydım. Aynı şehirde iki insan yaşıyordu. Birbirleri için yaratılmış iki
insan. Ve mustariptiler ve yalnızdılar ve bekliyorlardı. Romeo ile Jülyet’i
daha muhteşem, daha bütün, daha pırıl pırıl yaşayabilirlerdi. Aynı şehirde iki
insan yaşıyordu. Yanyana idiler. Yanyana ve birbirlerinden habersiz. Kader
kahkahalarla gülüyordu. Kahkahalarını mutlaka duymuşsundur. Ama kulaklarım
sağırdılar. Bakışlarım belki de saçlarında, yanaklarında ürkek bir kelebek gibi
dolaşmıştır. Ürkek ve aptal bir kelebek gibi. Görmeden.
Her
kadında yalnız seni aradım, kiminde saçların vardı, kiminde tenin, kiminde
kahkahanın bir parçası. Bütün yazdıklarım bir davetti, bir arayıştı. Sana
açılan bir kucaktı, her kitabım. Ders verirken senin için konuşuyordum. Seni
seviyorum dediğim her kadında sevdiğim sendin. Ve yoktun ortada. Sana
cehennemim ve cennetim dediğim zaman, Dantem benim, diye cevap vermiştin.
Beatriçem, Dante’yi Beatrice yarattı. “Komedya” bir şükranın, bir hayranlığın,
bir vecdin kasidesi. Çok yorgunum, Beatriçem benim. Asırlara değil, sana
seslenmek istiyorum. Vöhretten, ebediyetten bana ne? İstiyorum ki, bütün
yazdıklarımı ve bütün yazacaklarımı yalnız sen okuyasın. Ben, bütün ilhamlarım,
bütün rüyalarım, bütün vecitlerimle yalnız seni terennüm etmek, şarkılarımı
yalnız senin için söylemek istiyorum. Seni tanıdıktan sonra bütün insanlar
küçük geliyor bana. Bütün sesleri çirkin buluyorum. Bütün kadınlar tenekeden,
tahtadan, topraktanmış gibi geliyor.
Dört
gün, dört gecede insanlığın Âdem’le başlayan macerasını yaşadım. Sende bütün
kadınlar vardı. Havva’ydın,’ Meryem’din, Messalina’ydın. Ve sesin Hint
ormanları gibi cıvıltılarla doluydu. Yılları aşınmış libaslar gibi attım
üzerimden. 18 yaşındaydım. 18 yaşındaydın. Zamana “geçme dur” diye haykırdım ve
zaman saygıyla kapımızda durdu: dört gün dört gecede 4000 gün, 4000 gece
yaşadık. Acıları ile, kıvranışları ile, ürpertileri ile, zilletleri ile 4000
gün, 4000 gece. Dün akşam sesin, batan bir gemiden geliyordu: S.O.S., S.O.S..
Ve bir alev gibi doluyordu içime. Ölümün daveti gibi ürpertici idi. Ürpertici
ve lezzetli. Sirenlerin cazibesini, seni tanıdıktan sonra anladım.
Karanlıklarda gel, diyordun, kimseye görünmeden gel. Neden? Ben İhtiyar Will
gibi düşünmüyorum. Sevgim günahım değil, gururum. Lamiam, sesin yaralı bir
ceylanınkine benzemesin. Ümitle, güvenle kıvılcımlaşsın. Lilliputlar Güliver’i
zincirlemişler. Ve Samson’un saçlarını kesmiş seneler. Güliver o zincirleri bir
silkinişte parçaladı. Ve Samson, kollarının eskisinden daha kuvvetli olduğunu
hissediyor. Kuşkularından soyun, acılarını yen ve bekle. Ölelim, diyorsun.
Yaşayamazsak ölelim. Kendini bırakma ümitsizliğe, sen benim kuvvetim, sen beni
hayata bağlayan neşe. Sana kavuşmak için, senden ayrılmak zorundayım.
Çalışmalıyım. Beraber olmak için paraya ihtiyacımız var. Kaderin aşktan
intikamı bu. İçimde zapt edilmez bir öfke şahlanıyor. Daha kendime gelemedim.
Sarhoşum. Sana güveniyorum, seninim, ümitle, ihtirasla, iştiyakla seninim.
Not:
Saçının her telinden sorumlusun, her tebessümünden, her ıstırabından
sorumlusun. Genç ve güzelsin, genç ve güzel kal. Ben de senin için neşeli
olmağa, senin için kuvvetli olmağa çalışıyorum. Sana layık olmak istiyorum.
Sana layık kalmak istiyorum. Bütünü ile senin.
6
Ekim 1966
Cemil
Meriç’in, Antakya’da İngilizce öğretmenliği yapan Lamia Çataloğlu’na yollamış
olduğu ve sonradan geri alarak Jurnal’ine yerleştirdiği hemen hepsi daktilo ile
yazılmış mektuplardan biri.
***********
Yalnız
sende yaşamak, yalnız senin için yaşamak… Bütün dostlardan, bütün düşmanlardan,
bütün yabancılardan uzak bir dünyada, senin için konuşmak, senin için yazmak,
senin için yaratmak. Sen dokunduğunu altına kalbeden büyücü. Krezüs’ün dilsiz
oğlu savaşta babasını kurtarmak için birden dile gelir. Sen dilsizleri
konuşturacak kadar dilbersin. Yılların levsi iskarpinlerini yalayıp geçmiş,
yaşamamışsın ki kirlenesin. Benim gözyaşlarından temiz sevgilim… Sen bir anne
sütü kadar temizsin, bir dua kadar temiz. Yalnız seni okumak istiyorum, yalnız
seni dinlemek istiyorum. Lamiam benim. Kollarımda yeni doğmuş bir bebek gibi
uyuduğunu hatırlıyorum ve yeni doğmuş bir bebek gibi uyanırdın. Baş başa
yaşadığımız bu asırlar kadar uzun, bu asırlar kadar dolu ve bir rüya kadar kısa
günlerde gecelerde diyecektim dudaklarından bayağıya benzeyen tek hece
dökülmedi. Uyurken, uyanıkken, sarhoşken. Yalan söyleyen aynaları kırdım. Sen
şimdi o içten gülümseyen, o içten ağlayan tertemiz Lamiamsın. Saat 6.30. Az
sonra seni arayacağım. Ve sesin bütün karanlıkları dağıtacak. Hangi
karanlıkları? Gönlüm bir ışık tufanı içinde. Mektupların gök kubbem,
kelimelerin bir yıldız yağmuru. Bana öyle geliyor ki yalnız mektubunu okurken,
yalnız seni düşünürken, yalnız sana yazarken yaşıyorum. Aşkımızın
kitaplardakine benzer tarafı yok. Kanunların, mevsimlerin dışında. Neden
hislerini gizleyeceksin? Aynı anları yaşamıyor muyuz? Göğüs boşluğumda senin
kalbin de çarpıyor. Sen ağlarken ben de ağlıyorum. Perhize gelince, senden
başka kadın düşünemeyecek kadar seninle doluyum.
Cemil
Meriç’ten Lamia Çataloğlu’na
23
Kasım 1966
********
Hastayım, Ateşim Var Elin Alnımda
Dolaşsa Nasıl Da İyileşirdim!
Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet
gönlüme baharı getiren sesiniz. Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz
olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş
dayanılmaz bir çile olurdu. Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en
kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat’ın ilk günleri,
Ankara. Gök kubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş uzaklaştı
ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi
kucakladı. Kimsiniz? Otuz yıldır gördüğüm rüya. Artık benim için yol üçe
ayrılmıyor. Şehzadelerin karşısına çıkan yol iki: ölüm veya…
Mektubunuz
rüyada duyulan dost sesler gibi: fırtınalar diniyor, yaralar kapanıyor ve insan
yaşadığını anlıyor. Sizi kaybettiğim zaman yani sizde rüyamı, sizde ideali
bulamadığım zaman dünyam kör bir kuyuya benziyor, yılanların ıslık çaldığı,
lağım kokan kör bir kuyu. Güzel yazıyorsunuz.. Çünkü kaleminize ilham veren
Eros’un ta kendisi. Bütün ruhunuz konuşuyor, hayatın dile gelişi gibi bir şey.
Siz yaprak yaprak açılan bir kitapsınız, benim keşfettiğim bir kıta: Cemilanya.
Sizi küçük görmektense gözlerimi bin kere feda etmeğe razıyım. Benim ezelî
melikem. Elest bezminden nişanlım.
Uzun
veya kısa, yaşamak için size muhtacım. Siz de bensiz yaşayamazsınız.
Dudaklarımızı ancak ölüm ayırabilir birbirinden, dudaklarımızı ve kalplerimizi.
Mektuplarınız gecikince kendimi metruk bir kayık gibi dalgalara bırakmıştım,
hastayım, yani öksürüyorum ve ateşim var. Elin alnımda dolaşsa nasıl da
iyileşirdim! Sevilen hastalanmaz, seven hastalanmaz, ama sevilen ihmal edilmez.
Mektubun bir büyü gibi bulutları dağıttı. Yarı yarıya iyileştim, bir yenisi
tekrar beni Zaloğlu Rüstem’e çevirir. Sensiz sıhhat neye yarar? Neden dinç
olacakmışım? Dünyanın bütün nimetleri seninle güzel. Schopenhauer’i bekliyorum.
İstediğim, sana kendimi bütünümle verebilmek, bütünümle faydalı olmak sana. Sen
her zerrenle perestişe layıksın ve istiyorum ki şahane bir tomurcuk’a benzeyen
kabiliyetlerin aşkımın sıcak ikliminde bütün şiiri, bütün lüsunu, bütün
ıtırıyla açılabilsin. Benim has bahçem, sam yelleri esen çöllerden geçtim,
dudaklarım susuzluktan çatlamıştı, boğuluyordum, ya cinnet ya ölüm veya sen
vardın. Sen çıktın karşıma, sen ki benim için yaratılmıştın, sen ki
sevmemiştin, sevilmemiştin, sen ki uykuda dolaşan bir hayaldin, tanımıyordun
kendini ve hâlâ zaman zaman düşman bir dünyanın kırık aynasına kayıyor
gözlerin, sen orada değilsin, gönlüme, gözlerime, mektuplarıma bak. Belki
sevdiğin için büyüksün, sevdiğin için ve sevdiğin kadar, yani sonsuz. Şubatın
ilk günleri zalim bir buhran içindeydim, sonra sisler dağıldı, tekrar buldum
seni, seni yani idealar alemindeki kadını ve ayrıldık. Cennetten kovulan Adem
gibiyim, kulaklarımda sesinin ilahi bestesi ve boşlukta yuvarlanıyorum.
Mektupların tutunduğum birer dal, seni bir daha görmek ve ölmek istiyorum.
Güzel olan bu. Seni kaybetmek, hayalimde boğulmak değil. Bu sermesti
sadakatimin mükafatı. Yalnız sende eriyişimin, yalnız seni düşünmemin mükafatı.
B.’nin
mektubu gelmedi henüz. Sana grameri yolluyorum. Perestişlerle..
26
Şubat 1967
Cemil
Meriç
« Prev Post
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder