Print Friendly and PDF

Sözümüz

|

Allah’ın Kaza ve Kaderine Rıza Gösterme
دَعِ الأيامَ تفعلُ ما تشاءُ وطِبْ نفسًا إذا حكمَ القَضاءُ
ولا تَجْزَعْ لِحادثةِ الليالِي فما لِحوادثِ الدنيا بقاءُ
وكنْ رَجُلا على الأهوالِ جَلْدًا وشِيمَتُك السماحةُ والوفاءُ
وإنْ كثُرتْ عُيوبُك في البَرايا وسَرَّك أنْ يكونَ لها غِطاءُ
تَستَّرْ بالسخاء فكلُّ عيبٍ يُغَطِّيهِ كما قيل السخاءُ
ولا تُرِ لِلْأعادي قطُّ ذُلًّا فإنَّ شَماتَة الاعدا بلاءُ
ولا تَرْجُ السماحةَ مِن بخيلٍ فما في النار لِلظَّمْآنِ ماءُ
ورِزْقُكَ ليس يُنْقِصُهُ التأَنِّي وليس يَزيدُ في الرزقِ العَناءُ
ولا حزنٌ يدومُ ولا سرورٌ ولا بُؤْسٌ عليك ولا رَخاءُ
إذا ما كنتَ ذا قلبٍ قَنوعٍ فأنت ومالِكُ الدنيا سواءُ
ومَن نَزَلَتْ بسَاحَتِه المنايا فلا أرضٌ تَقيهِ ولا سماءُ
وأرضُ الله واسعةٌ ولكنْ إذا نزل القَضا ضاقَ الفضاءُ
دَعِ الأيامَ تَغْدِر كلَّ حينٍ فما يُغْني عن الموتِ الدواءُ

Bırak günleri dilediğini yapsın. Kaza hükmettiğin de için rahat olsun.
Gecelerin musibetinden tasalanma. Zira dünyadaki felaketler baki değildir.
Korkulara ve musibetlere karşı metin bir adam ol. Ahlakın cömertlik, hoşgörü ve vefakârlık olduğu halde.
Mahlûkat içinde kusurların çoğaldıysa ve onlar için bir örtünün bulunması seni sevindirirse.
Cömertlik örtüsüne bürün. Zira dendiği gibi her aybı cömertlik örter.
Düşmanlara karşı asla zillet gösterme. Düşmanların kötü durumla alay etmesi beladır.
Cimriden cömertlik umma. Susamışa ateşte su yoktur.
Temkinli hareket rızkını azaltamaz. Yorgunluk da, rızkını artıramaz.
Ne hüzün daimidir ne sevinç, ne fakirlik sendedir ne de zenginlik.
Sen kanaatkâr bir kalbe sahipsen sen de dünyaya sahip olan da birsiniz.
Kime ecel gelirse ne yer korur onu ne de gök.
Allah’ın arzı geniştir, fakat kaza inince feza dar gelir.
Bırak günleri her zaman vefasızlık etsin. Çünkü ilacın ölüme faydası yoktur.

İmam Şafii
İlahi İrâde
ما شِئْتَ كان، وإن لم أَشَأْ وما شِئْتُ إنْ لم تشأْ لمْ يَكن
خَلَقْتَ العِبادَ لِمَا قد علِمتَ ففي العلمِ يَجري الفَتى والْمُسِنْ
فمِنْهُمْ شَقِي، ومِنهم سعيدٌ ومِنهم قَبيحٌ، ومِنهم حَسَنْ
على ذا، مَنَنْتَ، وهذا خَذَلْتَ وذاك أَعَنتَ وذا لم تُعِنْ
Dilemesem de dilediğin şey olur. Dilediğim şeyi sen dilemezsen olmaz.
Bildiğin şey dolasıyla kulları yarattın, ilminde akıp gider genç ve yaşlı.
Onlardan kimi mutsuz, kimi mutlu, kimi çirkin, kimi güzel.
Ona ihsan ettin, bunu yalnız bıraktın. Ona yardım ettin, buna yardım etmedin.
(Ne diyebiliriz ki)
İmam Şafii

İnsanın Arzuları
يريد المرءُ أنْ يُعْطَى مُناهُ ويَأْبَى اللهُ إلا ما أرادا
يقول المرءُ فائِدَتي ومالي وتَقْوَى اللهِ أَفضَلُ ما اسْتَفادا
Kişi, arzularının verilmesini ister. Allah da ancak istediğini kabul eder.
Kişi, faydam ve malım der. Hâlbuki, takva faydalandığı şeylerin en faziletlisidir.
İmam Şafii
İlahi İrâde
ما شِئْتَ كان، وإن لم أَشَأْ وما شِئْتُ إنْ لم تشأْ لمْ يَكن
خَلَقْتَ العِبادَ لِمَا قد علِمتَ ففي العلمِ يَجري الفَتى والْمُسِنْ
فمِنْهُمْ شَقِي، ومِنهم سعيدٌ ومِنهم قَبيحٌ، ومِنهم حَسَنْ
على ذا، مَنَنْتَ، وهذا خَذَلْتَ وذاك أَعَنتَ وذا لم تُعِنْ
Dilemesem de dilediğin şey olur. Dilediğim şeyi sen dilemezsen olmaz.
Bildiğin şey dolasıyla kulları yarattın, ilminde akıp gider genç ve yaşlı.
Onlardan kimi mutsuz, kimi mutlu, kimi çirkin, kimi güzel.
Ona ihsan ettin, bunu yalnız bıraktın. Ona yardım ettin, buna yardım etmedin.
(Ne diyebiliriz ki)
İmam Şafii

Sevgide Samimiyet ve Samimi Dost
إذا الْمَرْءُ لا يرْعاكَ إلا تكَلُّفًا فدَعْهُ ولا تُكْثِرْ عليه التَّأَسُّفَا
ففي الناس أبْدالٌ وفي الترْك راحةٌ وفي القلب صبرٌ للحبيب ولوْ جَفَا
فما كلُّ مَنْ تَهْواهُ يهواك قلبُهُ ولا كلُّ مَنْ صافيْتَهُ لك قد صفَا
إذا لم يكنْ صَفْوُ الوِدادِ طبيعةً فلا خيرَ في خِلٍّ يَجِيءُ تكلُّفَا
ولا خيرَ في خِلٍّ يَخون خليلَه ويلْقاهُ مِنْ بعدِ المودةِ بالجَفا
ويُنكِر عَيْشًا قد تقادَمَ عهْدُهُ ويُظْهِرُ سِرًّا كان بِالأمسِ قد خَفَا
سلامٌ على الدنيا إذا لم يكنْ بِها صديقٌ صَدُوقٌ صادِقُ الوعدِ مُنْصِفَا
Bir kimse yapmacık bir şekilde seni gözettiği zaman, bırak onu ve ona çok üzülme.
İnsanlar içinde bedeller ve terk etmede rahatlık vardır. Cefa gösterse de kalpte sevgiliye karşı sabır vardır.
Her hoşlandığının kalbi senden hoşlanmaz ve her içten davrandığın sana içten davranmaz.
Sevgide samimiyet, doğal olmadığı zaman, yapmacık bir şekilde gelen dostta hayır yoktur.
Dostuna hainlik eden ve muhabbetten sonra onu cefayla karşılayan dostta hayır yoktur.
O, çok zaman önce olan bir yaşamı inkâr eder ve düne ait gizlediği sırrı açıklar.
Selam olsun dünyaya! İçinde samimi, sözüne sadık, insaflı bir dost olmadığı zaman
İmam Şafii
Arkadaşların En İyisi
أُحِبُّ من الإخوان كُلَّ مُواتي وكُلَّ غَضيض الطَّرْفِ عن عَثَراتي
يُوَافقني في كل أمرٍ أريده ويحفَظُني حيًّا وبعدَ مَماتي
فَمَن لي بهذا؟ ليت أنِّي أَصَبْتُهُ لَقاسمتُهُ ما لي مِنَ الحسناتِ
تَصَّفحتُ إخواني فكان أَقَلّهم على كثرةِ الإخوان أَهلُ ثِقاتِي
Yakın arkadaşlardan bana her nazik davrananı ve sürçmelerimi her alttan alanı severim.
O, istediğim her işte benimle uyuşur. Beni yaşarken ve ölümümden sonra korur, savunur.
Bu hususta benim kimim var? Keşke ona rastlasaydım. Bana ait ne hasenât varsa paylaşırdım.
Yakın arkadaşlarımı inceledim çok olmalarına rağmen onların çok azı, güvenebileceğim kişilerdi
İmam Şafii

Samimi Arkadaşların Azlığı
كُنْ ساكِنًا في ذا الزمانِ بِسَيْرِهِ وعَنِ الوَرى كُنْ راهِبا في دَيْرِهِ
وَاغْسِلْ يديْكَ من الزمان وأهلِه واحْذَرْ مَوَدَّتَهم تَنَلْ مِنْ خيرِهِ
إنِّي اطَّلَعْتُ فلم أجد لي صاحبًا أصْحبهُ في الدهر ولا في غيرِهِ
فتركتُ أسفَلَهم لكَثرةِ شرِّه وتركتُ أعلاهُمْ لقلَّةِ خيرِهِ
Zamanın seyrinde sakin ol. Halk hususunda onun manastırında râhip ol.
Ellerini yıka zamandan ve ehlinden. Sevgilerinden sakın, hayrını elde edersin.
Aradım, fakat ne zamanda ne de ondan gayrısında arkadaşlık edeceğim bir arkadaş bulabildim.
Onların en alçağını şerrinin çokluğundan, en üstününü ise hayrının azlığından bıraktım
İmam Şafii
İnsanları Sevmek
إنِّي صَحِبْتُ الناسَ ما لهم عَدَدُ وكنتُ أَحْسَبُ أنِّي قد مَلَأْتُ يدي
لَمَّا بَلَوْتُ أخِلَّائي وجدتُهم كالدهرِ في الغَدْر لم يُبْقُوا على أحَدِ
إنْ غِبْتُ عنهم فشرُّ الناس يشْتُمُني وإنْ مرِضتُ فخيرُ الناس لم يَعُدِ
وإنْ رأَوني بخيرٍ ساءَهم فَرَحي وإنْ رأوني بِشَرٍّ سَرَّهم نَكَدِي
Kuşkusuz insanlarla arkadaşlık ettim ve onların haddi hesabı yoktur. Ben zannediyordum ki elimi doldurdum.
Arkadaşlarımı denediğim zaman, onları vefasızlıkta felek gibi gördüm. Hiç kimseyi kurtarmadılar.
Onlara görünmesem insanların en şerlisi bana küfreder. Hasta olsam insanların en hayırlısı beni ziyaret etmez.
Beni iyi görseler sevincim onları üzer. Beni kötü görseler sıkıntım, çilem onları sevindirir
İmam Şafii
Ehl-i Beyt Sevgisi

يا راكِبًا قِفْ بالْمُحَصَّبِ مِنْ مِنى واهْتِفْ بِقاعِدِ خَيْفِها والناهِض
سَحَرًا إذا فاضَ الحجيجُ إلى مِنى فَيْضًا كمُلْتَطِمِ الفُراتِ الفائضِ
إنْ كان رفْضًا حُبُّ آل محمدٍ فلْيَشْهَدِ الثقلانِ أني رافِضِي
Ey yolcu, Minâ çakıllığında dur. Neşeyle seslen Minâ’nın dağlık yerinin aşağısında oturan ve kalkana.
Seher vakti hacılar Minâ’ya dolup taştığında dalgaları birbiriyle çarpışan taşkın ve coşkun Fırat gibi.
Muhammed Ehlini sevmek, Râfizîlik176 ise, insanlar ve cinler şahit olsun ki ben Râfızîyim.

Ehl-i Beyt’i Sevmek Allah’tan Bir Farzdır
يا آلَ بيتِ رسولِ اللهِ حُبُّكم فرضٌ من الله في القرآن أنزلَهُ
يَكْفيكم مِن عَظيم الفَخْرِ أنكم مَنْ لم يُصلِّ عليكم لا صَلاةَ لَهُ
Ey Rasûlullah’ın Ehl-i beyti, sizi sevmek indirdiği Kur’ân’da Allah’ın bir farzıdır.
Size salât etmeyenin namazının kabul olması, size büyük bir övünç olarak yeter.

Ehl-i Beyt’e ve Râşid Halifelere Sevgisi
إذا نحن فضّلْنا عليا فإنَّنا رَوافِضُ بالتَّفضيلِ عند ذَوي الجَهْلِ
وفضْلُ أبي بكر إذا ما ذَكَرْتُهُ رُمِيتُ بنصْب عند ذِكري للفَضْلِ
فلا زِلْتُ ذا رفْضٍ ونَصْبٍ كلاهُما بحبّيهِما حتى أُوَسَّدَ في الرَّمْلِ
Ali’yi üstün tuttuğumuzda cahillere göre üstün tutma sebebiyle Râfizîyizdir.
Ebû Bekir’in üstünlüğünü zikrettiğimde, Ehli-i Beyt’e düşmanlıkla suçlandım.
Râfizî de olsam, Ehli-i Beyt’e düşmanlıkla da suçlansam kumun içinde yastık yapılıncaya kadar her ikisini seveceğim.

Hulefâ-î Râşidîn
شَهِدْتُ بأن الله لا ربَّ غيرَهُ وأشهَد أنَّ البعثَ حقٌّ وأَخْلَصُ
وأنَّ عُرَى الإيمانِ قولٌ مُبَيَّنٌ وفِعْلٌ زَكِيٌّ قد يزيد وينقُصُ
وأنَّ أبا بكرٍ خليفةُ ربِّهِ وكان أبو حفصٍ على الخير يحرِصُ
وأُشْهِدُ ربي أن عُثمان فاضلٌ وأنَّ عليًّا فضلُهُ مُتَخَصِّصُ
أئمَّةُ قومٍ يُهْتَدَى بهُداهُمْ لَحَى اللهُ مَن إياهُم يَتَنَقَّصُ
Allah’tan başka Rab olmadığına tanıklık ettim ve tanıklık ederim ki dirilme hak ve gerçektir.
İmanın temelleri açıklanmış bir söz ve saf bir fiildir. Artabilir ve eksilebilir.
Kuşkusuz Ebû Bekir Rabbinin halifesidir, Ebû Hafs (Hz. Ömer) da hayrı ister, hayır için çabalar.
Rabbimi şahit gösteririm ki Osman faziletlidir. Ali’nin faziletinin özel bir yeri vardır.
Bir kavmin imamlarının rehberliğiyle yol alınır, ilerlenir ancak. Allah, onları yerip de onlara eksiklik atfedenlere lanet etsin.
Rafizîleşmek

قالوا تَرَفَّضْتَ قلتُ: كلَّا ما الرَّفْضُ ديني ولا اعْتِقادي
لكن تَوليْتُ غيرَ شكٍّ خيرَ إمامٍ وخيرَ هادِي
إنْ كان حُبُّ الوَلِيِّ رَفْضًا فإن رفْضي إلى العِبادِ
Dediler ki, Rafizîleştin, dedim ki, asla. Rafizîlik ne dinim ne de itikadımdır.
Lakin en hayırlı imamı ve en hayırlı mürşidi şüphesiz veli/dost edindim.
Veliyi/dostu sevmek Rafizîlikse, Rafizîliğim bütün kullaradır.

Hz. Ali’ye, İki Torununa ve Hz. Fâtıma’ya Olan Sevgi
إذا في مجلسٍ نَذْكُر عَلِيا وسِبْطَيْهِ وفاطمةَ الزكِيّه
يُقال تَجاوَزوا يا قومُ هذا فهذا مِن حديثِ الرافِضيّه
بَرِئْتُ إلى الْمُهَيْمِنِ مِن أُناسٍ يَرونَ الرَّفْضَ حُبَّ الفاطمِيَّه
Bir mecliste andığımız zaman Ali’yi, iki torununu ve masum Fâtıma’yı.
Ey insanlar bunu geçin bu Râfizîlik sözündendir denir.
Râfizîliği Fâtıma’ya aitlik sevgisi olarak gören insanlardan el-Müheymin’e sığınarak kurtuldum.
Dua
Duânın Değeri
أَتَهْزَأُ بالدعاء وتَزْدَريهِ وما تَدْري بما صَنَعَ الدعاءُ
سِهامُ الليلِ لا تُخْطِي ولكنْ لها أَمَدٌ وللأمدِ انْقِضاءُ
Sen, dua ile alay ediyor ve onu küçümsüyor musun? Oysa sen, duanın ne yaptığını bilmiyorsun.
Gece okları yanılmaz, fakat onların belli bir zamanı vardır ve o zamanın da geçmesi.
Bu Duâ Günüdür
عَفَا اللهُ عن عبدٍ أَعانَ بدعوةٍ خَليلَيْنِ كانا دائميْنِ على الوُدِّ
إلى أنْ مَشَى واشِي الهَوى بنَميمَةٍ إلى ذاك مِن هذا فَزالا عَن العَهْدِ
Sevgi üzere dâim olan iki dosta duayla yardım eden kul ki Allah affetsin.
Tâki aşk muhbiri iftiralar attı ona ve o ikisi ahdi terk ettiler.
[Beyitlerden önce şu ifade geçmektedir: Ebû Süleymân el-Hattâbi’nin bazı öğrencilerine yazdırdığı şeylerde okudum. Şeyh şöyle dedi: eş-Şâfi‘î –Allah ona rahmet etsin- hac günlerinden bir günde incelemek için oturuyordu, bir kadın geldi. İçinde şunlar yazan bir kâğıt parçasını ona attı.]
Bağışlanmayı Dileme ve Tövbe
قَلبي برحمتِكَ اللهم ذو أُنُسِ في السِّرِّ والجَهْرِ والإصْباح والغَلَسِ
وما تَقَلَّبْتُ مِن نومي وفي سِنَتي إلا وذكرُكَ بين النَّفْسِ والنَّفَسِ
لقد مَنَنْتَ على قلبي بمعْرِفةٍ بأنَّك الله ذو الآلاءِ والقُدسِ
وقد أتيْتُ ذُنوبًا أنت تَعْلَمُهَا ولم تكنْ فاضحِي فيها بفِعْلِ مسي
فامْنُنْ علي بذكر الصَّالِحينَ ولا تجْعَلْ عليَّ إذا في الدين مِنْ لَبَسِ
وكُنْ معي طولَ دنياي وآخرَتي ويومَ حَشْري بما أَنْزَلْتَ في عَبَس
Allah’ım rahmetinle kalbim ünsiyet sahibidir. Gizlide ve açıkta, sabahleyin ve sabah karanlığında.
Uykumda ve uyuklamamda ancak senin zikrin nefs ile nefes arasında olduğu halde dönüp durdum.
Kalbime senin nimetler ve kutsiyet sahibi Allah olduğunu bilmeyi lütfettin.
Ben bildiğin birtakım günahlar işledim ve Sen, beni kötülük yapmam nedeniyle rezil etmedin.
Salihlerin zikrini ihsan et bana, dinde aklımı karıştıran bir şey verme.
Bütün dünyam ve ahiretimde ve haşredildiğim günde, Abese suresinde indirdiğin şeylerle benimle birlikte ol.
Mazlumun Bedduâsından Sakın
ورُبَّ ظَلومٍ قد كُفيتَ بحَرْبِهِ فأَوْقَعَهُ الْمَقْدورُ أيَّ وُقوعِ
فما كان لي الإسلامُ إلا تَعَبُّدًا وأَدْعِيَةً لا تُتَّقَى بدُروعِ
وحسبُكَ أن ينجُو الظَّلومُ وخلفَهُ سِهامُ دعاءٍ مِن قَسِيّ رُكوعِ
مُرَيَّشَةً بالهُدْبِ مِن كلِّ ساهِرِ مُنْهَلَّةً أَطْرافُها بدُموعِ
Senin savaşmaktan başka çarenin olmadığı nice zâlim vardır ve takdîri ilâhi onu bir şekilde düşürür, yere vurur.
Benim için İslam, ancak kendini Allah yoluna adamak ve zırhlarla karşı konulamayan dualardır.
Sana yeter, zalimin kurtulmasını engellemek için arkasından gelen Kaslı, dizçöktürücü dua okları.
Geceyi uykusuz geçiren herkesin kirpiğiyle tüylenmiş olarak ve uçları gözyaşları dökmüş, yağdırmış olarak.
İmam Şafii
Sevmediğin Kadınla İmtihan
أَكْثَرَ الناسُ في النِّساءِ وقالوا إنَّ حُبَّ النِّساءِ جهْدُ البلاءِ
ليس حُبُّ النِّساءِ جهدًا ولكنْ قُرْبُ مَن لا تُحِبُّ جهدُ البلاءِ
İnsanlar kadınlar hakkında çok konuştular ve dediler: Kadınları sevmek zorlu bir imtihandır.
Kadınları sevmek zor değildir. Fakat sevmediğinin yakın olması, asıl zorlu imtihandır.
İmam Şafii
Birde Seviyorum Diyorsun
تَعْصي الْإله وأنتَ تُظْهِرُ حُبَّهُ هذا مُحَالٌ في القياس بَديعُ
لو كان حُبُّكَ صادِقًا لَأَطَعْتَهُ إنَّ الْمُحِبَّ لِمَن يحبُّ مُطيعُ
في كل يومٍ يَبْتَديكَ بِنِعمةٍ مِنه وأنت لِشُكْرِ ذاك مُضيعُ
Allah’ı sever göründüğün halde O’na isyan ediyorsun. Bu kıyasta imkânsız ve asılsız bir şeydir.
Sevgin, gerçek olsaydı O’na itaat ederdin. Çünkü seven sevdiğine itaat eder.
Her gün sana O’ndan bir nimet geliyor. Sen ise, ona şükretmeyi ihmâl ediyorsun
İmam Şafii
Şansızlık
ومِن الشَّقاوَة أن تُحِبَّ ومَنْ تُحِبُّ يحبُّ غيرَكَ
أو أنْ تُريدَ الخيرَ للإنْ سَانِ وهو يُريدُ ضَيْرَكَ
Şanssızlıktır sevdiğin senden başkasını sevdiği hâlde sevmen.
Şanssızlıktır sana zarar vermek istediği hâlde insanın iyiliğini istemen
İmam Şafii
Zina Borcu
عِفُّوا تَعِفَّ نِساؤكُمْ في الْمَحْرَمِ وتجنّبوا ما لا يَليقُ بمُسْلِمِ
إنَّ الزنَا دَيْنٌ فإنْ أقْرضتَهُ كان الوَفَا مِن أهْل بيتك فاعْلَمِ
İffetli olun, mahremde kadınlarınız da iffetli olur. Müslümana yakışmayan şeylerden uzak durun.
Zina bir borçtur. Bu borca girersen o, aile halkın tarafından ödenecektir
İmam Şafii

Kim Kardeşinin Saygınlığına Leke Sürerse Allah da Onun Saygınlığına Leke Sürer

يا هَاتِكا حُرَمَ الرجالِ وقاطِعًا سُبُلَ الموَدَّةِ عِشْتَ غيرَ مكَرَّمِ
لو كنتَ حُرّا مِن سُلالَةِ ماجِدٍ ما كنتَ هَتَّاكا لِحُرْمَة مُسْلمِ
مَنْ يَزْنِ يُزنَ به ولو بجدارِهِ إنْ كنتَ يا هذا لَبيبًا فافْهَمِ
ولقد بَلَوتُكَ وابْتَلَيْتَ خَليقَتي ولقد كَفاكَ مُعلِّمي تَعْليمي
Ey insanların saygınlıklarına leke süren ve sevgi yollarını kesen, haysiyetsizce yaşadın.
Sen şerefli bir soydan gelen bir hür olsaydın müslümanın saygınlığına hiç leke sürmezdin.
Kim zina ederse onunla zina edilir, duvarıyla da olsa. Ey falanca zeki isen bunu anla.
Ben seni denedim, sen de mizacımı denedin. Sana muallimim, talimim yeter
İmam Şafii
İmam Şafii Dili
er-Rebî‘ b. Süleyman (ö. 270/884): “eş-Şâfi‘î’yi, beyanının güzelliğini ve fesahatını görseydin hayretler içinde kalırdın. Şayet o, bu kitapları konuştuğu Arapça ile yazmış olsaydı, kitapları okunamazdı.” demiştir. Bu husus, benzer bir rivayette ise şöyle geçmektedir:
“eş-Şâfi‘î’yi ve beyanının güzelliğini görseydin ondan şaşırırdın. O, bu kitapları bizimle beraber münazarada bizimle konuştuğu Arapça ile yazsaydı, fesâhatı ve garip lafızları (anlamı kapalı yadırganan kelimeler) dolayısıyla kitapları okunamazdı. Ancak o, kitap yazarken halk için açık bir dil kullanmaya gayret ediyordu, açıklamaya çalışıyordu.
Ebû’l-Velîd: ” eş-Şâfi‘î’den başka kitapları müşahedesinden daha büyük olan birini görmedim. Kuşkusuz onun dili de kitaplarından daha büyüktür.” demiştir.

Cem Meselesi
Cem Meselesi Kur’an’ın ne ifade ettiği çoğu zaman hadisler olmaksızın anlaşılamaz. Namaz vakitleri konusunda da bu durum söz konusudur. Çünkü namazın beş ayrı vakitte kılınması gerektiği Kur’an’dan itiraza yer bırakmayacak tarzda anlaşılamamaktadır. Kur’an-ı Kerîm namaz vakitlerini genel hatlarıyla belirlemiş, özel sınırlarıyla bize açıklayan ise Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) olmuştur. Kur’an’da namaz vakitlerinin açık şekilde ortaya konmaması, namazları hiçbir vakte bağlı olmaksızın istediğimiz gibi kılabileceğimiz anlamına gelmez. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle, sünnet te dinin ana kaynaklarından birisidir.
Namaz –marjinal bazı gruplar haricinde- bütün İslam mezheplerince beş vakit olarak kabul edilmektedir. Sünni Mezheplerin cem konusunda takındıkları tavır göz önüne alındığında, en katı mezhebin Hanefiler, en hoşgörülü mezhebin ise Hanbeliler olduğu görülmektedir. Malikiler, Hanbelilere yakın bir duruş sergilerken, Şâfiîler, Hanefilere yakın bir konumdadırlar.
Namazların cem'i hususunda Hanefî âlimlerinin anlayışı, ihtiyat açısından ve istismarın önlenmesi bakımından önem taşırken diğer üç Sünnî mezhep alimlerinin görüşleri, Hz. Peygamberin uygulamalarına ve kolaylık dini olan İslâm'ın genel prensiplerine daha uygun görünmektedir. Pek çok sahabe ve tabiîn alimleri yanında Şâfiî, Maliki, ve Hanbeli mezhepleri tarafından uygulanan, namazları cem ederek kılma işlemi, diğerlerini taklit ederek de olsa yolculuk halinde olsun ikamet halinde olsun, gerekli şartlar gerçekleştiğinde, Hanefi olan insanlar tarafından da uygulanabilir.
Hadislerden anlaşıldığına göre tüm namazları vaktinde kılmak zor olduğunda iki namazı bir arada cem ederek kılmak mümkündür. Ancak kişi bunu devamlı yaparak alışkanlık haline getirmemelidir. Namazları cem etmek çok nadir olması halinde caiz olur ve insanların karşılaşmış oldukları zorlukları kaldırmak amacını taşır.
Cem Konusunda Başka Mezhepleri Taklit
Hanefiler, “cem-i te’hîr”i özür sebebiyle caiz görmüşlerdir. Ancak Hanefilere göre sefer özür değildir. Bir insanın malına ve canına karşı korkusu özür sayılır. “Cem-i takdîm” ise, Arafat dışında asla caiz değildir. Hanefi Mezhebi’nde olan bir kimsenin bu sayılan sebepler dışındaki bir sebepten dolayı diğer mezhepleri cem konusunda taklit ederken, o mezhebin şartlarına uyması gerekir mi gerekmez mi? Bu mesele mezhep içerisinde tartışmalı bir husustur. Bu konu fıkhî bir terim olarak, telfik veya intikal şeklinde adlandırılmaktadır. İntikâl: Fikir ya da mezhep değiştirmeyi ifade eden bir fıkıh terimidir.
Bir mezhebi toptan veya belli birkaç meselede terk ederek diğerine geçmeyi ifade eder. Telfîk ise fıkıh âlimlerince, “farklı şeyleri birleştirmek” anlamında kullanılmış ve bununla da iki veya daha fazla mezhebin birbirine zıt olan hükümlerini belli bir hadisede bir araya getirmek kast edilmiştir. Başka bir ifadeye göre telfik, teker teker mezheplere vurulduğu zaman hiçbirine göre müstakil olarak caiz olmayan mürekkeb bir hakikattir.
Hanefi Mezhebi’nde olan bir mü’min, diğer mezhebin şartlarına riâyet ederek namazlarını birleştirirse intikâl, riâyet etmeden birleştirirse telfîk yapmış olur. Fıkıh âlimlerinin kâhir ekseriyetine göre intikâl’in ve çoğuna göre de telfîk’in caiz olduğu belirtilmiştir.
Hanefi âlimlerinden İbn Hümâm(ö.861/1456), hac ibadeti müstesna farz namazları vaktinde kılmanın bütün mezheplere göre daha faziletli olduğunu belirttikten sonra, zorunluluk halinde namazların başka bir mezhep taklit edilerek cem edilebileceğini belirtmiştir. Ancak taklit ettiği mezhep imamının gerekli gördüğü hükümlerin tümüne uymasının uygun olacağını da ifade etmiştir. Yani ona göre intikal caiz fakat teflik caiz değildir.
İbn Âbidîn (ö.1252/1836) ise; “zorunluluk durumunda diğer mezhebin taklit edilmesinin bir mahzuru yoktur. Ancak taklit ettiği mezhebin imamının gerekli gördüğü hükümlerin tümüne uyması şarttır. Çünkü yalnız başına bir hükmün taklit edilmesi, ilim adamlarının ortak görüşleriyle geçersizdir” demektedir. Tercih edilen diğer görüş ise, zaruret durumunda mutlak surette diğer mezhebi taklit etmenin mümkün olmasıdır.
“Seferîlik ve Hükümleri” adlı ilmî toplantıda müzakereci olarak görüşünü beyan eden Halil Gönenç, İbn Âbidîn’in, bir gün Hanefî’ye, başka bir gün Malikî’ye göre, diğer bir gün de Şâfî’ye göre namaz kılınabileceğini ifade ettiğini belirtmektedir. Buna göre Hanefî Mezhebine bağlı bir kimse Ankara’ya giderken Şâfî Mezhebine göre cem-i takdim veya te’hîr yapabilir, ama Şâfî’ye göre abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, onu bilmesi gerekir. Bilmeden, sadece ben Şâfî’ye göre cem-i takdim veya te’hîr yapacağım dese caiz olmaz. İbn Hacer’e göre namaz ve namazın mukaddimelerinde o mezhebi taklit etmeye mecburdur. Yani mesela Şâfî’ye göre namazını kılacak ise, abdestte de, gusülde de bu şartlara riâyet etmeye mecburdur. Ancak Ebû Ziyad’a göre sadece namaz hususunda taklit etmesi gerekir. Çünkü namaz müstakil bir meseledir.
Aynı ilmi toplantıda, Ramazan el-Bûtî’den, bir müslümanın bütün dini hayatını bir mezhep çerçevesinde yaşamak mecburiyetinde olmadığı, gerekli gördüğünde başka mezhepten de istifade edebileceği hususunda ittifak olduğunu nakleden Hayreddin Karaman; Telfik’in ise, Kur’an, Sünnet ve müctehidlerce yasaklanmamış, müctehid imamlardan sonra tartışma konusu olmuş bir mesele olduğunu belirtmektedir. Bundan dolayı kendisi, telfikin caiz olduğunu kabul etmektedir. Halil Gönenç’in ifade ettiği şekilde, Hanefî Mezhebinde bulunan bir kişiden şartlarına riâyet ederek diğer bir mezhebi taklit etmesinin istenmesi, imkânsızı istemek demektir. Çünkü âvâm ve mukallid olan kişinin diğer mezhebin şartlarını öğrenmesi imkânsızdır. Bu konu Hanefi mezhebinde de tartışılmış, İbn Hümâm, “Et-Tahrîr” adlı eserinde intikâlin caiz olduğunu, bu eseri şerh eden İbn Emîri’l-Pâdişah ise, telfik’in caiz olduğunu söylemiştir.
1. Hanefilerin Delilleri
Bu görüş Hanefiler tarafından savunulmuş olup, şu delillere dayandırılmıştır.
a - Namazın belirli vakitlerle farz kılındığı âyetle sabit olup, vakitleri tayin eden hadisler mütevâtir ya da meşhurdur. Bunlara denk bir delil bulunmadıkça, namazların vakitlerini terk etmek caiz değildir. Namazların hac dışında cem edilmesine dair hadisler ahad haberlerdir. Ahad haberlere dayanarak mütevatir veya meşhur hadisleri tahsis etmek ise Hanefi’lerde kabul edilemez.
b- Bu ahad haberlerin hepsi, umûmü’l-belvâ (insanların çoğunu ilgilendiren ve kaçınılıp, sakınılması mümkün olmayan durum veya hadise) türündendir. Bu tür bir hadiseyi sahabelerin çoğunun bilmemesi ise akılla anlaşılması mümkün olmayan bir durumdur.
c- Namazların kendine ait vakitleri olduğunda âlimlerin icması vardır. Haber-i Vahid ise icmaya aykırı olamaz.
d- Cebrâil (aleyhisselâm), Hz. Muhammed’e beş vakit namazın vakitlerini bizzat bildirerek, vakitleri içinde namaz kılmasını öğretmiştir. Bunlarda, bir vakit içinde iki namaz kılma uygulaması yoktur.
e- Nebi (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in ibadetlerini anlatan ravilerin hepsi Arafatta öğle ile ikindinin öğle vaktinde, Müzdelife’de akşam ile yatsı namazının yatsı namazı vaktinde cem edileceği hususunda ittifak etmişler fakat sefer, yağmur, hastalık gibi özürlerden dolayı cem edilmesinde ise ihtilaf etmişlerdir. Hac dışında, namazların cem edilerek kılınacağı ile ilgili ne bir âyet ne de bir sözlü hadis bulunmaktadır. Hadislerin hepsi fiilidir. Hz. Peygamber'in uygulaması olarak nakledilen rivâyetlerin şeklî cem olarak değerlendirilmesi ise mümkündür.
f - Hz. Peygamber'in namazları cem ederek kıldığı ile ilgili rivâyetlerin çoğunun sahabe ravisi İbn Abbas olup, o Efendimizin sağlığında 13 yaşlarında bir genç olduğundan, kendinden nakledilen rivâyetlerin başka ilim sahibi sahabenin rivâyetlerine aykırı olduğunda, onun rivâyetlerinin tercih edilmesi uygun değildir. Çünkü onun konuyu yanlış algılama ihtimali mevcuttur. Hanefiler ise, ravilerin daha fakih olması ve ihtiyata uygun bulunması sebebiyle İbn Mes’ûd’un ve İbn Ömer’in hadislerini tercih etmiş ve çelişkili durumda onlara öncelik tanımışlardır. Abdullah b. Mesud ise, "Ben Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'ın bir namazı kendi vaktinden başka bir vakitte kıldığını görmedim. Ancak iki namaz müstesna: Arafat'ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife'de ise akşamla yatsıyı birlikte kılmıştır." Diyerek Arafat ve Müzdelife dışında cem yapmanın uygun olmayacağını belirtmiştir.
g- Allah Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e, “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” diye sorulduğunda, “vaktinde kılınan namazdır” cevabını vermesi, Nebi (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in namazları vaktinde kılmaya ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Sahabeler de, Nebi (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in yolundan gitmişler ve namazları vaktinde kılmaya aşırı şekilde özen göstermişlerdir. Öyleyse namazları vaktinde kılmak en efdal olanıdır.
h- Bir namazı vaktinden evvel kılmak, münakid olma şartı tahakkuk etmeden bir şeyi yapmaya benzer. Namazın farz olmasının sebebi ise vakittir. Bu sebeple, vaktinden önce kılınan namaz sahih olmaz. Namazı vaktinde kılmayıp tehir ederek, diğer vakit girince kılmak ise, uyku dışında caiz bir hareket değildir.
ı- Savaşta bile, düşmanın baskın yapma tehlikesi altında namazların kısaltılarak kılınması emredilmiş (bilfiil çatışma hali hariç) olup, cem edilerek sonradan toptan kılınmasına müsaade edilmemesi, bir kısım sıkıntılı anlarda da olsa, namazların cem edilerek kılınamayacağının delilidir.
i- Cem-i takdîm’e (namazların vaktinden önce) kılınacağına delalet eden Muaz (radiyallâhü anh)’dan naklen Ebu’t-Tufeyl’in rivâyet ettiği hadisten başka açık hadis yoktur. Bu hadisin de sıhhatinde şüpheler vardır.
j- Diğer mezheplerde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları arasında iki vaktin birbiri içine girmesi (tedâhül) durumu vardır. Güneş batmadan önce hayızlı temizlendiği, kâfir Müslüman olduğu, çocuk buluğa erdiği zaman hem öğlen hem de ikindi namazlarını kılmaları gerekir. Fecir doğmadan önce çocuk buluğa erdiği, kâfir Müslüman olduğu, hayızlı temizlendiği zaman hem akşam namazını hem de yatsı namazlarını kılmaları gerekir. Bu görüşü savunanlar; Abdurrahmân b. Avf, zaman, ihram tekbiri alabilecek kadar, Şâfiîlere göre bir rekâtlık bir namaz kılabilecek kadar, Malikilere göre ise beş rekâtlık bir namaz kılabilecek kadarlık bir zamandır. Hanefilere göre ise vakitler arasında tedâhül yoktur. Her birinin kendine ait bir vakti vardır.
k- İbn Ömer'in akşam ile yatsı namazını şafak battıktan sonra birleştirerek kılması ile ilgili 7 ve 9 numarada zikrettiğimiz hadiste geçen "şafak" kelimesindeki ihtilafı lehlerine delil olarak zikretmişlerdir.
l- Hanefiler, Cem yapmayı yasaklayan hadisler bölümünde değinmiş olduğumuz hadislere dayanarak namazların vaktinde kılınması gerektiğini ifade etmektedirler.
Namazı vaktinden sonraya bırakmak ise "tefrîd'tir (kusurdur). "Tefrit", bir namazı diğer namazın vaktine ertelemektir. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Ancak uyuyup kalan kimsenin namazı vaktinden sonraya bırakmasında tefrit olmadığını" söylemiştir.
2. Cumhûrun Delilleri
a- Arafat ve Müzdelife'de namazların cem edilerek kılınmasının gerekçesinden hareketle, hac dışında da cemin caiz olduğu görülebilecektir. Hac esnasındaki cemin sebebi; hacıların hac ibadetiyle meşguliyetlerinden dolayı, buna muhtaç olmalarıdır. Böyle bir durum, hac dışında da söz konusu olabilir. Normal hayatta da, kişilerin acil meşgaleleri bulunabilir ( acil yolculukta olduğu gibi). Şeriatta, hacda söz konusu ruhsatı etkileyen, belirli vakitte bir mesafeyi alma meşakkatinin dışında, başka bir özel durumun bulunduğunu bilmiyoruz. Aynı illetin tahakkuk ettiği başka yerlerde, benzer hükmün verilmesi, yani, namazların cem edilerek kılınması gerekmektedir.
b- Seferde namazları kısaltmaya kıyas ederek, sefer sebebiyle cem’in de caiz olması gerektiğini savunmuşlardır.
c- Namazların cem edilebileceğine dair hadisler, amm olan namaz vakitlerini açıklayan hadisleri tahsis etmiştir. Mütevatir hadislerin, sahih hadislerle; Kur’an’ın haber-i vahid ile tahsisi ittifakla caizdir. Dolayısıyla sünnetin sünnetle tahsisi evleviyetle caiz olur.
d- Sahih rivayetlerde, Hz. Peygamber'in hac dışında da cem ettiği nakledilmektedir. Bu hadislerin başka bir şekilde anlaşılması mümkün değildir.
e- Cem ile ilgili hadisleri inceleyen Hayri Kırbaşoğlu, bu hadisleri rivayet eden sahabe sayısının 12, ikinci tabaka ravi sayısının 31, üçüncü tabaka ravi sayısının ise 47 olmasından dolayı cem ile ilgili hadislerin meşhur hadis olduğunu, bu sebepten Hanefi alimlerince de amel edilebileceğini belirtmiştir.
f- Peygamberimizin sadece Arafat ve Müzdelife’de cem yaptığını belirten Abdullah b. Mesud (radiyallâhü anh), namazların başka bir sebeple cem edilemeyeceğini söylemiştir. Bu rivayete şu şekilde cevap verilmiştir: “İki kişi bir rivayette bulunur da birisi, “onun şöyle yaptığını gördüm”, diğeri ise “onun öyle yaptığını görmedim” derse; gördüğünü söyleyen olaya şahit sayılır. Örneğin Bilal, “Rasülullah’ın Kâbe’nin içinde namaz kıldığını gördüm demiş, el-Fadl b. Abbâs ise “kılmadı” demiş ve ulema Bilal’in sözünü kabul etmişlerdir.
g- Cumhur, namazların vakitleriyle ilgili hadisler seferde ve hazarda umumidir. Cem ile ilgili hadisler ise sefere özgüdür demişler.
h. Cem bir ruhsattır. İbn Abbas hadisi buna delildir. Şekli cem ruhsatın getirdiği kolaylığa ters düşer. Her namazı vaktinde kılmak şekli cem yapmaktan daha kolaydır. Çünkü şekli cemde öğle ile akşamın son ikindi ile yatsının ilk vaktini gözetlemek zorunluluğu vardır. Eğer cem şekli cem olsaydı, ikindi ile akşam, yatsı ile sabah namazları arasında da cem yapmak caiz olurdu. Halbuki bunun haram oluşunda ihtilaf yoktur.
ı. Cem kelimesi, cemin şekli cem olarak anlaşılmasına manidir. Çünkü hakiki cemde öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları kendi vaktinin dışında kılınmaktadır. Şekli cemde ise her namaz kendi vaktinde kılınmaktadır.
Özürsüz ve Mazeretsiz Cem:
Zahirilerden bir grup, İbn Sîrîn (ö.110/728), İbn Şübrüme (ö.114/761), Râbiatü’r-Rey (ö.136/753),
Mâlikîlerden Eşheb (ö.204/819), İbn el-Munzir (ö.318/930), Kaffalu’l-Kebîr (ö.365/979), Ebû İshak el-Mervezî (ö.340/951) ihtiyaç anında âdet edinmemek şartıyla namazların birleştirilebileceği görüşündedirler.
Hattabî (ö.388/998), hadisçilerden bir topluluğun da bu görüşte olduklarını bildirmiştir.
Hadis kaynaklarında geçen cem yapmayı gerektiren özür sebeplerinin benzer şekilde ifade edildiği ve özürsüz ceme cevaz veren hadislerin de var olduğu görülmektedir.
Hâfız-ı Şirazî’nin Şiiriyet Menbâı

Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vechehnin edebî yönden himmetini gördüğü nakledilen şairlerden birisi de meşhur İran’lı şair Hâfız’dır.
Rivayete göre arzu ettiği ölçüde şiir söyleyemeyen Hâfız bir gün rüyâsında Hz. Ali’yi görür. Hz. Ali ona cennet yemekleri yedirir ve gûyâ bu rüyâdan sonra Hâfız’m şiir yazma istidâdı gelişir. Hatta şârin
“Dün seher vakti beni gamdan kurtardılar / Gecenin o karanlığında bana âb-ı hayat sundular”
matlâlı şiiri de bu rüyâya telmihtir.
Bk. Hasibe Mazıoğlu, Fuzûlî, Hâfız, Ankara 1956, s. 246-247.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar