Bunlarda Var
| |
Kanser Kolayca Ortadan Kaldırılabilen Bir Mantardır!
İTALYAN DOKTORDAN ŞOK İDDİA!
Bu tedavi hiç zararlı değildir ve kaybedecek bir şeyin yok.
- Zamanımızın en zor ve ölümcül hastalığının gerçek tedavisini bulmak, ahlaki ve etik sorumluluğumuzdur! diyor, ONK. Dr. Simonchini.
Kanser bir mantar!
- Yaklaşık yüz yıl önce, kansere genlerin yanlış çalışmasından kaynaklanan büyük bir teori vardı; bu da hastalığın hücre içi olduğu anlamına geliyor. Bununla birlikte, bence kanser mantar enfeksiyonu ve özel bir hücresel olgu, diye de ekliyor Dr. Simonchini.
Bu iddiası tıp camiasında şok etkisi yaratıyor.
Peki Candida mantarı nedir?
Bitki dünyasında, tümör mantar enfeksiyonlarından kaynaklanır ve insanlarda da aynısı gerçekleşir. Mantarlar daima onlarla birlikte bir tümör taşırlar -bu çalışmalarla kanıtlanmıştır.-
Bununla birlikte, bilim adamları hastalık ortaya çıktıktan sonra geliştiklerini düşünüyorlar.
Simonchini; mantarlar kanser yaratır, bağışıklık sistemimizi zayıflatır ve ardından tüm vücuda saldırır. Her kanser türü, çeşitli çalışmalarla doğrulanan Candida mantarından kaynaklanır. Zamanla dokularımız zayıflar ve yorgun olurlar ve tanımlanamayan hücreler üretmeye başlarlar, der.
Simonchini‘ye göre, kanser deforme olmuş hücrelerin toplandığı ve kolonileri oluşturduğu bir yapıdır.
Peki çare nedir?
Karbonat..
Simonchini;
- Bu mantar kolonilerine saldırabilecek şeyleri tespit ettim. Kanser için, karbonat ve iyot tentürü cilt kanseri için en iyi madde, diyor.
Pek çok çalışma, karbonatın kansere karşı hücresel hareketi olduğunu doğrulamıştır.
Ya tedavi?
- Tedaviyi hastalarımda 20 yıldan fazla kullandım. Bu hastaların birçoğu, doktorlar onlara şans tanımadıklarında bile, hastalığı iyileştirdi.
Bir tümörü ortadan kaldırmanın en iyi yolu, sindirim kanülleri için lavman, beyin ve akciğer tümörleri için intravenöz enjeksiyon ve üst solunum sistemindeki tümörler için inhalasyon olarak uygulanabilen karbonat ile temasa girmektir.
Meme, lenf sistemi ve subkutan tümörler lokal perfüzyon ile tedavi edilebilir.
İç organ tümörleri, direkt olarak arterlere uygulanarak karbonat ile tedavi edilmeli ve her kanser türünün uygun dozu ile tedavi edilmesi önemlidir, diyor.
Karbonatın yan etkisinin susuzluk ve zayıflamadan başka bir şey olmayacağını ekliyor.
Özetle..
Yukarıdaki yazı biraz bilimsel o yüzden size daha açık bir şekilde özetleyelim.
Kanseri oluşturan şartları bertaraf etmek veya oluşanı tedavi etmek için;
Her gün 1-2 çay kaşığı karbonatı bir su bardağı suya karıştırıp içeceksiniz..
Olay bu kadar basit..
Bunu bulan doktorun başka yöntemleri de var.
Olayın özü vücudun alkali hale getirilmesi..
Kanserin asıl sebebi mantarlar.
Candida yani.
Yediğimiz, içtiğimiz genetiği oynanmış yiyecekler, işlenmiş gıdalar, cipsler, kolalar hepsi ‘asidoz’a yol açıyor.
ASİDOZ DEMEK; HÜCRELERİN OKSİJEN ALAMAMASI demektir..
Oksijen alamayan hücre noluyor?
ÇÜRÜYOR..
Çürüyen hücrede de mantar oluşuyor.
Mantarların yayılmasını önlemek için, vücut mantarların etrafını sarıyor ve bu da tümörleri oluşturuyor.
Doktorlar tümörü kesip aldıklarında mantarlar diğer yerlere de yayılıyor.
Tüm bunları günlerdir yaptığım araştırmalarda izledim.
Asidozun çaresi ne niye baktığımda vücudun PH seviyesinin yükseltilmesi gerektiğini okudum.
Ph nasıl yükselir? diye baktım;
karbonatlı su bu işi yapıyor..
Karbonatın mide ülseri olanlar hariç zararı yok.
Siz de araştırın göreceksiniz..
Olay bu kadar basit aslında.
HASTA OLMAMAK İÇİN HER GÜN 1 ÇAY KAŞIĞI KARBONATLI SU İÇMELİSİNİZ.
Bunu, sabah - akşam 1 bardak suya yarım çay kaşığı karıştırıp 3 dak. bekleyip iyice karışmasını bekleyin, sonra tekrar karıştırıp için.
Her beden ve her bedenin göstereceği tepki farklı olucaktır.
Çünkü herkesin farklı beslenme biçimi var.
Bundan dolayı herkesin kendi bedenini dinleyip buna bağlı olarak karbonat miktarını ayarlaması gerekir.
Unutmayın; karbonatı eczaneden alacaksınız, kabartma tozunu içmeyin!
Önemli not: Eğer yüksek tansiyonunuz varsa ya da yaşlıysanız karbonatlı suyu içtikten sonra 10 - 15 dak. uzanıp dinlenin.
Bazı insanlarda tansiyonda yükselme yaratabilir ama bu kısa sürer.
Mezhebimi Soruyorlar
İbnu’l-Fârid’e tarikatını veya mezhebini soranlara:
عَنْ مَذْهَبِى فِي الْحُبِّ مَالِى مَذْهَبٌ إِنْ مِلْتُ يوْمًا فَارَقْتُ مِلَّتِي
“Sevgi yolundaki mezhebimi soruyorlar, mezhebim yoktur benim
Bir gün bile o sevgiliden ayrılsam dînimden dönerim.”
[The Dîwân of Ibn al-Fârid, 64. Beyit, s. 72]
Râiyye / İbnu’l Fârid Sultânu’l-Âşikîn
زِدْني بفَرْطِ الحُبّ فيك تَحَيّرا
وارْحَمْ حشىً بلَظَى هواكَ تسعّرا
Ey sevgilim! Sana karşı olan aşırı sevgim hayretim ziyadeleşsin! Ancak, gönlümü yakan aşkınla, ateşler saçan kalbime biraz merhamet eder misin?
**
وإذا سألُتكَ أن أراكَ حقيقةً
فاسمَحْ ولا تجعلْ جوابي لن تَرى
Senin hakikatinle görmek isteğim olduğundan, okşayıcı /taltif edici merhametine sığınıyorum.
(لن تَرانى = Asla göremeyeceksin) cevâbıyla üzülmeme merhametin razı olmaz, değil mi?
**
يا قلبُ أنتَ وعدَتني في حُبّهمْ
صَبراً فحاذرْ أن تَضِيقَ وتَضجرا
Ey hayretteki kalbim!
Sen hakîkî aşk ve kalbini yakan aşkın elemlerine karşı sabır vadedip ve metânet eylemiştin. Sakın yürek darlığı usanç gösterme!
Sır gibi sakladığın aşkından emîn ve sözünü tutmada metanetli ol!
**
إنَّ الغرامَ هوَ الحياةُ فمُتْ بِهِ
صَبّاً فحقّك أن تَموتَ وتُعذرا
Hayât, bir aşk ve onun hırsıyla mahvolma değil mi? Sevgilin için nefsini öldürerek ederek sonsuz hayata kavuşmak! Âşıka ölmek lâyıktır ve ma‘zûr/özür görülecektir.
**
قُل لِلّذِينَ تقدَّموا قَبلي ومَن
بَعدي ومَن أضحى لأشجاني يَرَى
Ey sonsuz hayata talip olan hayretteki kalbim!
Öncekiler ve sonrakiler ve görmekte olan günümüzde yaşayan insaf ehline aşkımın tecelliyâtlarını söyle;
عني خذوا وبي اقْتدوا وليَ اسمعوا
وتحدّثوا بصَبابتي بَينَ الوَرى
Sevgiyi ve âşk dersini benden alsınlar, yalnız bana uyup ve beni dinlesinler. Yaratılmışlar içinde benim şiddetli aşkımı ve sevdâmı söylesinler.
**
ولقد خَلَوْتُ مع الحَبيب وبَيْنَنَا
سِرٌّ أرَقّ منَ النسيمِ إذا سرى
Yemin ederim ki; sevgilimle aramızda olan halvette geçen sırlar, seher vakti hafif ve lâtif esen rüzgârdan daha ince/gizli/sırlı oldu.
**
وأباحَ طَرْفِي نَظْرْةً أمّلْتُها
فَغَدَوْتُ معروفاً وكُنْتُ مُنَكَّرا
Sevgilim, âlem ile güzelliğinin arasına perde koymuşken müsâade ve merhamet edince, görmek arzusuna kavuştum.
Yine bilinmeyen şöhretsiz bir âşık iken, mar‘ûf-ı cihân/ herkes tarafından bilinen de oldum.
**
فَدُهِشْتُ بينَ جمالِهِ وجَلالِهِ
وغدا لسانُ الحال عنّي مُخْبِرا
Sevgilimin cemâl ve celâl tecellileri arasında tuhaf bir şekilde dehşete düştüm. Lisânımda konuşacak hal kalmadığı ve halimi anlatamaz oldum.
**
فأَدِرْ لِحَاظَكَ في محاسنِ وجْهه
تَلْقَى جميعَ الحُسْنِ فيه مُصَوَّرا
Ey âşık!
Nazarlarını ve düşüncelerini sevgilinin güzelliklerine çevir. Gör ki, bütün güzellikler onda tasavvur edilmiş ve mutlak cemâlin/güzelliğin zahir olduğunu görürsün.
**
لو أنّ كُلّ الحُسْنِ يكمُلُ صُورةً
ورآهُ كان مُهَلِّلاً ومُكَبِّرا
Cihânın sureten kabul görmüş kemal güzellikleri, sevgilimi görselerdi, lisânlarından iradesizce/şaşkınlıkla “Lailahe İllallâh ve Allahu Ekber” feryâdları duyulurdu.
**
Ey Allah'ım, âlemlerin efendisi, çok sevilen ve göz aydınlığımız, sevgilin Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin makamı hakkı için, cennet şarabıyla sarhoş olmayı nasip kılmanı niyaz ediyoruz.
Rüya
Rüya, uykunun bozucusu değil koruyucusudur
ve bir arzunun gerçekleşmesini sağlar.
Sigmund Freud
Freud sanat / edebiyat, rüyalar, dinler, toplumların psikolojisi gibi kendisinden önceki psikoloji anlayışına kısmen uzak sayılabilecek konularda araştırmalar ve gözlemler yapmış, makaleler yazmıştır. Sözü geçen araştırmaların ve makalelerin odak noktasını insan ruhu ve psikolojisi oluşturmaktadır. Bu bağlamda Freud'a göre insan ruhunu iyileştirme yolunun ilk durağı rüyalardır. Ona göre hastaların rüyalarının konusunu, nevrozlarının altında yatan hastalık öyküleri oluşturmaktadır. Freud rüyalarındaki imgelerin kaynağı açıklanamayan bir hastanın, iyileştirilmesinin mümkün olmadığını öne sürmektedir.
Uyanıkken yüzeye çıkamayacak kadar zayıf imgeler uyku halindeyken tam algılanabilirler ve bunlar rüyaları oluştururlardı. Duyularımızın işlevi uykuda azaldığından, duygusal çarpıtmalar rüyaların oluşumunda en önemli rolü oynar.
Ruhani terbiyede bile rüya yorumculuğu da inanışlar doğrultusunda şekillenmektedir. Mesela mutasavvıflar her kişinin manevî boyutta, yaratanın gözleriyle gören bir ikizinin olduğunu düşünmektedirler. Bu bağlamda rüyada “ikiz” görmek şöyle yorumlanmaktadır: Rüyada “ikiz” görmek, eski gelenekteki “göksel ruhaniyet” ile tabir olunur. Her birimizin ışıklar dünyasında yaşayan bir ikizi vardır. Duyusal olarak gözle görülmez ve öldüğümüzde gene bizimle olacak yine odur.
Peygamberliğin çerçevesi dahilinde 624’de Bedir’de Mekkelilere karşı yapılan savaşta Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemi cesaretlendiren şey rüya olmuştur. (…) Uhud Savaşı’ndan öncede rüyasında, bir deveye bindiğini, deveyi bir koçun izlediğini ve kılıcının kırık olduğunu görmüştür. Bu, onun düşman ordusunun komutanlarından birini öldüreceği ama kendi akrabalarından birini de kaybedeceği şeklinde yorumlanmıştır. Gerçekten de amcası Hamza bu savaşta şehit düşmüştür.
Kültürlerin rüya inançları, kadim topluluklardaki rüya anlayışı, bilimsel gelişmeler dâhilinde üç farklı kategoride ele alınmaktadır.
Paralel Evrenden / Öteki Dünyadan Haber:
Kehanet Rüyanın geleceğe dair işaretler taşıdığı ve paralel bir evrenle iletişim kurma aracı olduğu düşüncesi eski toplumlar tarafından benimsenmiştir.
Bilinçdışı-Gerçek Bağlantısı ikinci kategoriyi oluşturmaktadır. Burada bilinçdışının varlığından bilimsel alanda söz edilmeden çok önce de bu kavramın olduğunu kanıtlayan örneklere değinilecektir.
Bilinç - Bilinçdışı: Freud ve Jung Tarzı
İlk rüya araştırmaları ile birlikte rüyaya bilimsel bakışta kırılmayı imleyen Freud ile Jung'un rüya kuramlarıdır. Freud’un rüya kuramı, bilimsel olarak rüyanın anlamlandırılmasında olduğu gibi, dönüm noktası olmuştur.
Ne Olacak ki…
قَدْ يَكْثرُ الْمَالُ يوْمًا بعْدَ قِلَّتِهِ يَكْتَسِي الْعُودُ بعْدَ الْيَبَسِ بِالْوَرَقِ
“Mal, azaldıktan sonra bir gün artabilir,
Dal da kuruduktan sonra yapraklanabilir.” (İbn Kuteybe (1958). eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ’, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1958, s.423).
İbn ül-Havvam'ın Nüktesi
1. Allah ‘birleri’ yok-iken var eden (Mubdi), sayıları telif eden (Müellif), çiftlere ve teklere bölen (Mukassim) ve irrasyonel sayıların kare ve küp köklerini kuşatandır (Muhît).
2. Matematik, hakiki bilimler (‘ulüm el-hakikiyye) ve yakinî bilgilerden (me’arif el-yakiniyye)dir.
3. Hisab kanunları ve sayısal problemler "nefs"in güçlendirilmesi ve düşüncenin (fikr) İslahı için gerekli ve insani erdemin (fazilet) tamamlanması ve ebedi saadetin elde edilmesi için araçtır.
Bitkisel Boyalar
Bilinen bazı boyayıcı bitkiler ve özellikleri şöyledir;
Armut ağacı:
Yurdumuzun hemen hemen her bölgesinde yetişen ve yapraklarının kaynatılması ile kahverengi elde edilen bir ağaçtır.
Aspir: Bu bitkinin çiçeklerinin kaynatılması ile kırmızı renk elde edilir. Yurdumuzda daha çok Doğu Akdeniz’de yetişir.
Ayva ağacı:
Bu ağacın yaprağı, soğan kabuğu, ceviz yaprağı ve is ile kaynatılırsa, koyu kahveden, sarıya çalan kahveye kadar pek çok renk elde edilebilir. Kabuğu ve çekirdeği birlikte kaynatıldığında ise, lacivert renk elde edilir.
Bakam ağacı:
Bu ağaca Adana ve Tokat haricinde rastlanmaz. Odun kısmı kaynatılıp, çeşitli mordan maddelerle karıştırıldığında birçok renk elde edilir. Örneğin mordan olarak tanin kullanılırsa kırmızı, krom şapı kullanılırsa mavi kırmızı, krom sülfat kullanılırsa koyu mavi renk elde edilir.
“Mordan:
Boyanın elyafa doğrudan bağlanması halinde boya maddesini elyafa bağlayan ara maddeye ‘mordan’ denir. Aynı zamanda bu katkı maddesi renk tonu vermeye de yarar.’’ 17
Cehri:
Yazmacılıkta çok kullanılan, Karadeniz’den İç Anadolu’ya kadar geniş bir alanda yetişen cehriden sarı renk tonları elde edilir.
Ceviz ağacı:
Taze cevizin kabuğundan, yaprağından ve özünden kahverengi tonları elde edilir. Yurdumuzda çok rastlanan bir ağaçtır.
Çivit otu:
Çivit yazma boyamada çok kullanılan bir bitkidir. Bu otun yapraklarının kaynatılması ile indigo denilen mavi renkte bir boya elde edilir.
Çınar ağacı:
Yurdumuzda çok bulunan bir ağaçtır. Kabuklarının kaynatılması ile kırmızı renk elde edilir.
Ebegümeci:
Bu bitkinin yaprakları kaynatılarak yeşil renk elde edilir.
Haşhaş:
Bu bitkinin çiçeğinin kaynatılması ile eflatun renk elde edilir.
Havacivaotu:
Akdeniz Bölgesi’nde yetişen bitkinin köklerinin kaynatılması ile kırmızı renk elde edilir.
Ispanak:
Ispanak yaprakları kaynatılarak yeşil renk elde edilir.
Ihlamur ağacı:
Yurdumuzda çok bulunan bu ağacın kabukları kaynatılarak kahverenginin tonları elde edilir.
Kadın tuzluğu:
Bu bitkinin köklerinin kaynatılması ile sarı boya elde edilir.
Kestane ağacı:
Bu ağacın kabuklarının kaynatılması ile ışığa karşı dayanıklı olmayan kestane renginde boya elde edilir.
Kızıl ağacı:
Kızıl ağacının kabuklarının kaynatılması ile kırmızı renkte boya elde edilir. Ülkemizde daha çok Marmara ve Karadeniz Bölgeleri’nde yetişir.
Kökboya:
Bu otun kaynatılması ile ışığa ve yıkamaya karşı dayanıklı kırmızı renkte bir boya elde edilir. Kökboyanın şap ile kaynatılmasıyla ise mavimtrak kırmızı renk elde edilir. Bu bitki İstanbul, Bursa, Adana, Bayburt gibi birçok şehirde yetişir.
Meyan otu:
Bu otun köklerinin şapla kaynatılmasıyla sarı renkte boya elde edilir.
Nar ağacı:
Bu ağacın kabuklarının is ile kaynatılmasıyla sarı renkte bir boya elde edilir.
Nevruz otu:
Ülkemizde çok çeşidi yetişen otun çiçeklerinin şap veya paslı çivilerle kaynatılmasıyla kırmızı renk elde edilir.
Papatya:
Özellikle Ankara ve Bursa civarında yetişen papatyadan sarı renkte boya elde edilir.
Safran:
Bu bitkinin kaynatılması ile sarı renkte boya elde edilir. Bu sarı boyadan sülfürik asitle açık mavi, nitrik asit ile yeşil renk elde edilir. Safran bitkisi eskiden özellikle Safranbolu’da bol miktarda yetişirmiş.
Sarı kök:
Bu bitkinin kabuklarının kaynatılması ile sarı renkte boya elde edilir. Bu bitkiden alkalilerle kırmızı, kalay tuzları ile kırmızımtrak, şap ile sarımtrak renk elde edilir. Sarı kök aslında Jamaika ve Antil Adaları’nda yetişen bir bitkidir. Yurdumuzda ise Trabzon ve Adana’da yetişir.
Sarı yonca:
Bu bitkinin yapraklarının kaynatılması ile sarı renk elde edilir. Ankara, Sinop, Trabzon, Erzincan ve İstanbul’da yetişir.
Şeftali ağacı:
Şeftali ağacı yapraklarının bakır sülfat ile kaynatılmasıyla, yıkama ve ışığa dayanıklı sarıya bakan yeşil renkte boya elde edilir. Bu boyayla ipek, pamuk ve yün elyafları boyanır.
Sığır kuyruğu:
Sığır kuyruğunun şap ve paslı çivilerle kaynatılmasıyla sarı renkte boya elde edilir. Bu bitki Ankara, Kayseri, Kahramanmaraş, İzmir, İstanbul gibi şehirlerde yetişir.
Soğan:
Bu bitkinin kabuklarının kaynatılması ile açık kahverengi boya elde edilir.
Sumak:
Bu bitkinin kaynatılması ile mora çalan kahverengi elde edilir. Mordan olarak da kullanılır.
Yabani gül:
Yurdumuzun birçok bölgesinde yetişir. Şap veya paslı çivi ile kaynatıldığında ışığa ve yıkanmaya karşı son derece dayanıklı kırmızı boya elde edilir.
Yarpuz:
Yarpuz’un kök ve yaprakları paslı çiviler ve şapla kaynatıldığında, yıkanmaya ve ışığa dayanıklı, parlak siyah renk elde edilir. Ankara, İzmit, İstanbul, Bursa, Malatya, Adana, Zonguldak gibi birçok şehirde yetişir.
Eskiden hayvanlardan elde edilen doğal boyalar da bulunmaktaymış. Kırmız böceğinden parlak ve koyu kırmızı olmak üzere iki tonda kırmızı elde edilir ve yazmacılık sanatında kullanılırmış. Bir çeşit sümüklü böcekten elde edilen purpurdan da kırmızı menekşe renginde çok değerli bir boya elde edilirmiş. Ayrıca maden bileşiklerinden elde edilen inorganik boyalar da boyacılıkta kullanılırmış
Monolog
Monolog insanın kendi kendisiyle iletişimi ile gerçekleştirdiği, kendi varoluşunu en derinlerde sorguladığı, kendi gerçekliğiyle karşı karşıya kaldığı alandır. Bu yapısından dolayı edebi eserlerde ruh tahlillerini derinleştirmek isteyen yazarlar tarafından içsel yaşamı anlatma tekniği olarak kullanılır.
Euripides, Shakespeare, Dostoyevski, James Joyce, Sartre, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Atiq Rahimi monolog tekniğini olabildiğince kullanarak insanın gizemli iç dünyasını etkili ve çarpıcı bir şekilde sunan yazarlardandır.
Monologlar ölüm, yalnızlık, iç hesaplaşma, vicdan ve öteki gibi sorunları açığa vurarak insanın varoluşsal sancılarını dolaysız olarak dışavurulmasını sağlar.
Görsel Sanatlar alanında da benzer varoluş kaygılardan yola çıkarak içsel yaşamını sanat eserine dönüştüren sanatçılar vardır. Rembrandt, Kathe Kolwitz, Frida Kahlo, Nan Goldin, Sofie Calle, Elina Brotherus kendilerine dair, hayatlarına dair bütün varoluşsal sorgulamaları samimi bir şekilde eserlerine yansıtan sanatçılar arasındadır. Monolog yansıtılmak istenen zamansız ve mekansız yaşanan ortak duyguların edebiyat ve görsel sanatlardaki dışavurumudur.
İnsanlar başkaları ile konuşmadan önce kendileri ile iletişime geçerler. Kendisiyle iletişime geçen birey kendini sorgulayan bir eylem içine de girer. "Bu durumda en büyük eylem, kişiyi kendisine döndüren ve kendi varoluş gerçekliği ile tanıştıran eylem olacaktır; bu, insanın, hiçbir sahte sorunun, hiçbir göstermelik edimin ardına sığınmadan, dürüstçe, açıkça, kendi kendisini aldatmadan ve kendi kendisine yalan söylemeden kendi kendisiyle tanıtacak bir iletişimdir” Şüphesiz insana bu iletişim olanağını veren monologlardır.
İnsan kendisiyle iletişime geçerek varlığını, hayatını, cinsel ve etnik kimliğini anlamaya çalışır. Herhalde dünyada bunu yapmayan insan yoktur, bunu yapamayan ve yapmaktan kaçan insan mutlaka kimlik bunalımına girebilir. İnsan aslında hayatında yaşadığı birçok şeyi atlatmak ve başa çıkmak için de kendi iç dünyasına yönelir. İnsan kendisiyle hesaplaşır, olmadığı dünyaya gider ya da içinde bulunduğu durumu başka koşullarda hayal eder, uzaktakini yakına getirir, kendini sever, nefret eder, öldürür ve yalnızlığına isyan eder. Monolog, düşüncelerin insanın kendini kendisine açığa vurmasıdır. İçteki bir şeyi açığa vururken insan kendisiyle hesaplaşır ve kendi varoluşuna çözümler üretmeye çalışır. Bunu yaparken aynı zamanda bazen öteki benlerini oluşturup tartışır. Ya da sadece yalnızlığını gidermek için başka bir ben’e ihtiyaç duyar. İnsanın kendi içine yönelmesi insanlık tarihi boyunca bireyin kendisini sorgulamaya başlamasıyla meydana gelmiştir. Daha sonra insanın içinde bulunduğu çağın durumuna göre bu sorgulamaların derinliği artmış ve her alanda yeni gelişmelerin olması sağlanmıştır.
Trajediyi insan ruhunun derinlerine ölümsüz eserleriyle zirveye ulaştıran Rönesans dönemi İngiliz yazarı William Shakespeare (1564-1616) oyunlarında, monolog tekniğini sıklıkla kullanmıştır. Shakespeare’in iç dünyayı en etkili bir şekilde temsil ettiği Macbeth ve Hamlet eseri bu alandaki en önemli örneklerdir. "Yüzyılın dönümünde, çığır açan bir atılıma girişmişti Shakespeare. İç-dünyayı temsil etme yolarını mükemmelleştirmişti” Hamlet’in "var olmak ya da olmamak, bütün sorun bu!” repliği, en unutulmaz ve günümüz insanının da içinde bulunduğu varoluş sorununu anlatmıştır adeta. "Shakespeare'in ölümsüzlüğü bundandır; onun yapıtlarında hem bütün çağların güncelliği ve değişkenliği, oluşmakta olan insanın davranışları, olaylar içindeki tavrı, hem de bireyin kendi varoluşunun özeti vardır”
Kitap okuduğumuz zaman satırlar ilerledikçe içimizden nasıl "beni anlatıyor” ya da "tam olarak hissettiklerimi yazmış” dediğimiz zamanlar oluyor ve o satırları yazma dürtüsünü kendimizde bulup anlıyorsak yazarın kitabındaki bu cümlelerde bana aynı şeyleri hissettirmişti deriz. Aslında kendimi bulma yolundaki bir birey olarak beni sarsan bir etki de bırakmıştı diyebilirim. Burada kendimizi roman karakterinin yerine koymaktan ziyade oradaki ortak duyguyu paylaşıp içimize beliren duyguyla, onları yazma dürtüsünü anlayıp hissetmek daha doğru bir ifade olacaktır.
İnsanın yaşadığı deneyimler ve bu doğrultudaki sorgulamaları zıtlık olarak algılanan ama algılananın ötesinde birlikte varolan yaşam-ölüm gerçeğini irdelemesiyle; biraz geriye giderek yaşamın ölümle alakası bellekte kalan imge geleceğe yer vermeye başlar.
İnsanın kendi varoluşunu en derinlerde sorguladığı bir yöntem olan monologun sanat eserlerine nasıl yansıdığını araştırmanın süreç ve sonucu kişisel çalışmalara da yön ve biçim vermiştir. Bu bağlamda resim ve fotoğraf çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Monologun görsel sanatlarda nasıl yer ettiğinin irdelenmesi, gerçekleştirilen eserlere farklı boyutlar katmıştır. Bu, monolog kavramını sanatsal açıdan irdelemenin başka bakışlara ve odak noktalarına, perspektiflere yerleşerek sanatçıya yeni öznellik potansiyelleri sunarak görsel ve kuramsal düşünme biçiminin, paralel bir yönde düşünme ve üretme gücüne katkı sağlamıştır.
Syngué sabour, pierre de patience - Sabır Taşı (2012)
Afgan yazar Atik Rahimi’nin yoğun olarak monolog konuşmalarının bulunduğu Sabır Taşı (2008) romanı monolog kullanımı açısından başarılı bir örnek olmasının yanında, aynı yazar tarafından yine başarılı bir şekilde 2012’de sinemaya uyarlanmıştır. Sabır Taşı filminde komaya giren kocasının başında bekleyen ve bir süre sonra her gün kendisini monolog konuşmalarıyla anlatan Man adlı bir kadını konu edinir. Filminde komaya giren kocası bedenen varlığı ile oradadır. Kadın kendisiyle konuşurken kelimeler durmadan akar ve konuştukça en derinlere inerek içinde saklı tuttuğu her şeyi anlatır. Anlattıkça hem kendisi hem de bedenen yanında olan kocası ile yüzleşir. Man toplumun olmasını istediği kimliği oynamak zorunda kalmıştır. Bunun ağırlığını daha fazla taşıyamamaktadır. Toplumun içinde var olmak için yaptığı şeyleri anlatır ona. Aslında onun istediği kişi ne toplumun bildiği kadındı ne de toplumda var olmak için yaptığı şeylerdi. O gerçek kendisi olarak yaşayamamasının verdiği bulantısına ağıt yakıyordu
Filmden
Ailem beni zengin bir adamla evlendirdi, ama herif tam bir hödüktü!
İki yıl sonra kısır olduğumu fark ettik.
İşe yaramazdım.
Kocam beni ailesinin yanına gönderdi.
Onlara hizmetçilik yapacaktım.
Babam kısır olduğumu öğrendiğinde, her gece bana tecavüz etti.
Bir akşam, delirdim, artık katlanamıyordum.
Bütün cesaretimi topladım, yatağımın altına saklandım, ve kafasını kırıverdim.
Anında geberdi şerefsiz.
Kaçtım.
Kendimi öldürmem gerektiğine inandım.
Ortadan kayboldum.
**
Çünkü sen hayattaydın.
Çünkü sen öldüğünde, kardeşlerinden biri benimle evlenecekti.
Belki de hepsi senin ölmeni istemişti.
Sonunda hepsi bana sahip olabilecekti.
Kardeşlerinin gözü hep benim üstümdeydi.
Senin olmadığın üç yıl boyunca, banyo yaptığım zamanlarda, buğulu camların arasından beni izlerlerdi.
Nefeslerini duyardım.
Mastürbasyon yaparlardı.
Ne söylesem boş.
**
Sen Müslüman mısın, değil misin?
Müslüman’ım, ne oldu ki?
Senin yüzünden olduğum yerde taş olup kalacağım!
Küstah!
Babana lanet olsun!
Müslümanlığın adını kirlettin!
Senin gibi fahişelerin hepsi öldürüldü.
Gebertirim lan seni!
Lanet olsun senin babana, rezil kahpe!
Fahişe!
Affet beni.
Yeter artık, git başka yerde dırdırlan!
Ee, ne diyordum?
Ah, evet!
Öyle söylemekle iyi yapmışsın, yoksa sana tecavüz edebilirlerdi.
Gel şöyle geçelim.
- Aklıma o geldi.
- İyi düşünmüşsün.
Asla bir fahişenin ırzına geçmezler.
Neden biliyor musun?
Çünkü o tür bir adam o pis aletini yüzlerce kez kullanılmış bir deliğe sokmaz.
Ama bir bakireye tecavüz etmek, işte bu onlar için gururdur.
Erkekliklerini gösterirler.
En güçlü onlardır.
**
Zavallı, tam bir korkak oldu.
Çok yalanlar söyledim.
İlk gecemizde benden gelen kanın bekâret kanı olduğunu sanmıştın.
Ama o aybaşı kanamamdı.
Teyzemin tavsiyesi üzerine, bunu senden sakladım.
Bakireydim ama kan çıkmaz diye çok korkmuştum.
**
Allah, Muhammed'e anlatacaklarına söyler: "Gizli manasını bilseydim, iyiliğimi yapar, kötülüğe engel olurdum.”
Bir gün peygamber efendimiz eşine şöyle der: "Hatice, ben delirmek üzereyim.”
"Beni cin çarptı.”
"Taşlardan gelen sesler duyuyorum.”
"Geceleri yanıma bir canavar yaklaşıyor.”
Hatice bir sonra ki görüşte, kendisine haber vermesini rica eder.
Ve bir gün, Peygamber: "Hatice, görüyorum" der.
O zaman Hatice peçesini çıkarır ve Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme sorar: "Hala görebiliyor musun? " "Hayır, artık görmüyorum.”
Hatice: "O gördüğün ne bir canavar ne de bir cindi. O bir melekti.”
"Cinlerin saçıma saygısı yoktur.”
Yoksa gözden kaybolmazlardı " Bu hikâyede rahatsızlık veren ne?
Peygamber: "Gizli manasını bilseydim, iyiliğimi yapar, kötülüğe engel olurdum.”
diyor.
Ee n'olmuş?
Şeytan peygambere ulaşabilir mi sence?
Diğer peygamberler gibi bizim peygamberimiz de, Allah tarafından gönderilen bir insandı.
- Hatice ne istiyormuş acaba?
- Hatice mi?
O peygamberin büyülenmiş hissetmesini istemiyordu.
Gözlerini açmak yanılsamalarını düzeltmek istemiş.
Hatice'nin istediği, Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'in peygamberlik mertebesine ulaşmasıydı.
İşte böyle, Hatice de peygamber olabilirdi.
**
Sabır taşım benim!
Benim için döndün!
Sabır taşım kırıldı!
Seni ben getirdim, ben kendim Mucize yaratan bir peygamber oldum.
Bir peygamber oldum
Sabır Taşı
Korkuyor musun?
Korkmak mı?
Hayır, biraz garip hissediyorum.
Hissettiğim Kötü bir his mi?
Şeytani bir his mi?
Şeytani mi?
Değil.
Hastalandığından ve ona her şeyi anlattığımdan beri, hissettiğim, rahatlamak.
Garip değil mi?
Anlattıkların bana çocukluğumu hatırlatıyor.
Babam bir taştan bahsederdi.
Efsanevi ve sihirli bir taş.
Derdi ki: "Eğer bu taşı bulursan, ona sırlarının verdiği ızdırabı anlat.”
"Taş seni dinler.”
"Başkalarına anlatmaya cesaret edemediğin ne varsa, taşa söyle, onunla konuş o bütün sırlarını dinler.”
"Bunun anlamı çok büyüktür.”
"Ama bir gün, taş kırılıp parçalara ayrılırsa işte o gün, yaratıcılığın serbest kalır ve bütün ıstıraplarından kurtulursun.”
- Adı ne onun?
- Taşın mı?
Sabır taşı.
[Syngué sabour, pierre de patience - Sabır Taşı (2012)]
Sembol Çeşitleri
Sembolün tanımı, kullanılışı ve özellikleri konusunda farklı bilim adamları birbirinden farklı tanımlar, özellikler üzerinde durmuşlardır.
Aynı durum, geniş bir kullanım alanı olan sembollerin sınıflandırılmasında da söz konusudur. Sembolle ilgili bazı bilim adamalarının sınıflandırmalarını şu şekilde özetleyebiliriz: Bu sınıflandırmaların ilki Amerikalı bilim adamı Bevan’ın, “Symbolizm and Belief” adlı kitabında belirttiği sınıflamadır.
Bevan, sembolleri temsil ettikleri şeyler açısından iki çeşide ayırmıştır.
. Şeffaf Olmayan Semboller veya Arkasını Göremediğimiz Semboller:
Bunlarherhangi bir şeyi, başka dil ve terimlerle daha açık bir biçimde kavrayabileceğimiz şekilde temsil eden sembollerdir. Bu tür semboller başka sembollerin yerine de geçebilir.
Şeffaf Olmayan Semboller veya Arkasını Göremediğimiz Semboller:
Tanrı hakkında kullanılan her türlü sembolik ifade ve tanımı, bu gruba sokabiliriz. Bazı sembollerle hakiki manaları arasındaki münasebet o kadar sıkıdır ki, onun yerine bir başka sembol konulamaz. Böyle bir sembol çeşidine örnek olarak Hıristiyan inancındaki Allah-Baba mefhumunu verebiliriz. İkinci olarak, Yale Üniversitesi’nin Profesörlerinden Walter Marshall Urban sembolleri üç grupta sınıflandırmıştır:
Dıştan Gelen (Arızi-Geçici) veya İhtiyari (Keyfi) Semboller:
Bu sembol çeşidine özellikle bilim sembolleri dâhil edilmiştir.
İçten, Yaratılıştan Gelen veya Tanımlayıcı Semboller:
Bu sembol çeşidine de din ve sanat sembolleri girer.
Anlayış (bir şeyin iç yüzünü kavrama) Sembolleri:
Anlayış sembolleri, şiir ve dinde olduğu gibi doğuştan gelen veya asli olan sembollerin alt cinsidir ve onların anlaşılmasına rehberlik eder.
Üçüncü sınıflandırmaya göre ise semboller üç çeşittir:
Kalıp Semboller:
Şiirde kullanılan kalıplar ve benzetmelerdir.
Geleneksel Semboller:
Geleneksel semboller; sembolle sembolize edilen arasında geleneğe dayanan ilişki dışında hiçbir benzeyiş ve hatırlatma bulunmayan sembollerdir. Öyle ki, bir bayrak bir ülkeyi sembolize eder; haç şeklinde bir şey veya Hz. Süleyman’ın mührü veya Hz. Davut’un kalkanı bir din ya da dini bir topluluğu sembolize eder; bir tekerlekli sandalye resmi sakatları veya onlara sağlanan bir takım kolaylıkları temsil eder. Mesela, herhangi bir arabanın plakası üzerinde görmüş olduğumuz tekerlekli sandalye resmi, bu arabanın özel bir donanıma sahip olduğunu ve sakat bir insana ait olduğunu bize gösterir. Yine bir merdiven basamaklarına gelmeden önce görülen bir tekerlekli sandalye resmi ve bir ok işareti, sakat olup, tekerlekli sandalye kullananların bu yolu takip etmeleri gerektiğine işaret eder ki, bu onlar için merdivenlerden inmenin kolaylığına işarettir. Ses taklitlerine dayananların dışındaki bütün kelimeler Geleneksel Semboller”dir; Geleneksel Semboller, bir bayrak ya da haç gibi maddi bir nesne olduğunda, bu, insanların zihninde sembolize edilen şeyle birleştirilir; böylece bir ülke ya da bir azize karşı duyulan bağlılık sembole yönelmeye başlar.
Temel Semboller:
Temel Semboller, evrenin ilk dönemlerinin çeşitli aşama ve görüntülerinin insandaki bir karşılığı, bir yansımasıdır. Evrenin sonsuzluğu insanı kuşatır. Onda merak ve hayret duygusu uyandırır, ne var ki, bilgisini de aşar. Bunun yanında evrenin sonsuzluğunun bazı yönleri insan mahiyetinin bir parçası olarak görülür. Bu durum kâinatı ayakta tutan yaratıcı ilkenin insan kılığına girmiş benzeri olarak kendisinde mevcuttur. Bu, onun tüm kâinata yakınlığını ifade eder. Ruh; yansıtıcı gücüyle, evrenin sonsuzluğunu kendileriyle dağıttığı ve belli şekil ve kalıplar içinde sonlu hale geldiği ilkelere karşı bir ayna gibi davranır.
Diğer bir sınıflandırmaya göre semboller dört çeşittir:
Lisan Sembolü:
Lisan sembolü, hemen bütün milletlerde bulunan en basit, aynı zamanda en kutsal söz ve sesler halinde görülebilir. Mesela, Hindistan’da mukaddes kelime “Om” gibi; tarikatlarda kullanılan “Hu” kelimesi de bu eski sözlere dâhildir. Dinlerde kullanılan her mefhum esas itibariyle bir semboldür; çünkü sembol, insan tarafından yaratılan, bundan dolayı da maddi dünyaya ait bir şeydir ki, insan bu sembolle tamamen ruhani bir hakikati ifade etmeye çalışmaktadır. Lisan sembolünün başka bir çeşidi akidelerdir. Eski Hıristiyan kilisesinde, dinin hakikatlerini ifade etmeye çalışan akidelere ‘Symbolon’ veya “Sembol’ denilmiş ve bu suretle onun aşılamaz sınırlarına işaret edilmiştir.
Faaliyet - Merasim Sembolleri:
Lisan sembollerinin yanı sıra faaliyet yahut merasim sembolleri de vardır; çünkü ayinler, ilahi bir hakikati temsil etmek maksadıyla tesis edilmiştir. Dini merasimler, çoğunlukla mitolojide anlatılan mistik hakikatin bir tekrarlanışı, geçmişte vuku bulan hadislerin bugünkü hayatta hazır bulundurulmasıdır.
Tabiat Sembolleri:
Tabiat sembolleri insanın yarattığı değil, gördüğü sembollerdir. Mesela güneş, ay, yıldız, kuş, yılan, su, dağ, çöl v.s.Maddi kuşun arkasında bir gün insanın ruhu görülmüş, yılana bakılınca onda hem aldatıcı hem de meydana getirtici bir kuvvetin gizlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
Sanat Sembolleri:
Sanatın her dalında kullanılan sembollerdir ki, bunlar tamamen insan eseri sembollerdir.
Sembol çeşitleriyle ilgili bir diğer sınıflandırma Semboller Ansiklopedisi’nde şu şekilde açıklanmıştır:
Sembollere daha çok, eski uygarlıklara ait eserlerde çizimler, kabartmalar, freskler ve heykeller olarak; mitolojilerde, masallarda, inisiyatik ve kutsal metinlerde ise sözcük ve kavramlar olarak rastlanmakla birlikte, okült ve ezoterik görüşe göre, doğadaki canlıların hepsi bir sembolizm içermektedir. Bir sembolün çözülebilmesinde en önemli hususlardan biri sembolün hiçbir niteliğinin gözden uzak tutulmamasıdır. Semboller nitelikleri bakımından yedi kategoride sınıflanır:
Biçimsel semboller:
Daire, küre, insanın biçimi vs. sembolün anlamını anlamada, biçiminin özellikleri, doğadaki diğer biçimler arasındaki yeri ve diğer biçimlerle ilişkileri dikkat edilmesi gereken noktalardır. Örneğin üç boyutlu cisimler arasında, yüzeyindeki tüm noktaların merkeze eşit uzaklıkta olduğu tek cisim küredir.
Renklerle İlgili Semboller:
Kimi zaman sembolün rengi de bir anlam taşır. Renklerin fiziksel ve psişik etkileri farklıdır. Doğada bulundukları yerler de ayrı ayrıdır. Sütün beyaz, göğün mavi, kanın kırmızı, bitkilerin genelde yeşil oluşu vs.
Sayısal Semboller:
Kimi sembollerde yalnızca sayısal sembolizm görülür.İnisiyelere göre evren sayılar üzerine kurulmuş bir sistemdir.
Doğada Canlı Sembolleri:
Nergis, aslan vs. Bu tür sembollerin çözümünde söz konusu canlının fiziksel özelliklerinin yanı sıra davranış özelliklerinin bilinmesi önem taşır. Köpeğin sadık oluşu, kurdun hiyerarşiye ‘saygılı oluşu, pelikanın şefkatli oluşu, guguk kuşunun başka kuşların yuvalarını yuva edinmesi vs.
Doğadaki Cansız Nesnelerin Sembolleri
Kişi ve Kişiliklerle İlgili Semboller:
Sembolizme konu olan kimsenin sergilediği karakter.
Olaylarla İlgili Semboller:
Olayların konusu ve olayların içerdiği mesaj. Neo-spiritüalist görüşe, sufilere ve kimi tradisyonlara göre insanın karşısına çıkan hiçbir olay tesadüfî değildir, karşılaştığı olayların bazılarında bir mesaj vardır. Eric From, “Rüyalar, Masallar, Mitoslar” adlı eserinde sembolün tanımını “başka bir şeyin yerinde duran, onun yerini alan, onu temsil eden” olarak verdikten sonra sembollerin üç türe ayrıldığını söylemiştir. Bunlar sırasıyla; geleneksel, rastlantısal ve evrensel sembollerdir.
Geleneksel Semboller:
Semboller arasında kullandığımız en yaygın ve tanınmış olan tür, geleneksel sembollerdir Geleneksel sembollere verilebilecek en yaygın örnek, kelimelerdir. Bunları günlük konuşmalarımızda kullanırız. “Masa” kelimesini duyduğumuzda veya okuduğumuzda M-A-S-A harfleri, başka bir şeyin yerinde duran, onun yerini alan ve onu temsil eden birer semboldürler. Sembolize edilen şey de, her gün gördüğümüz, kullandığımız ve ellediğimiz masadır. Geleneksel sembolleri, yalnızca kelimelerle sınırlı tutamayız. Bazen resimler de geleneksel sembollere bir örnek olabilirler. Örneğin bayrakların, renkleri ve sembolize ettikleri ülkeyle yakından ya da uzaktan hiç bir ilgileri yoktur. Fakat buna rağmen, onlar da birer semboldür ve bayraklar, ülkelerin en güzel tanıtım aracı olarak kabul edilmişlerdir. Görüntüsü ve maddi varlığı, bayrak ile ülke arasında bir ilişki kurmamıza yardımcı olur.
Rastlantısal Semboller:
Rastlantısal sembollerde, sembol ile temsil edilen şey arasında içsel bir bağlantıya rastlamak mümkün değildir. Geleneksel sembollerden farklı olarak rastlantısal sembollerin anlamı sadece tarafımızdan anlaşılır. Örneğin, bir kişinin herhangi bir şehirde, üzücü bir olayla karşılaştığını düşünelim. Bu kişi daha sonralar, o şehrin adını duyduğunda, buruk bir duyguya kapılacaktır. Eğer o şehirde güzel bir anısı olsaydı, kişinin içi de neşeyle dolacaktı. Doğal olarak, şehirlerin kendi başlarına üzücü ya da sevindirici oldukları söylenemez. Ama kişisel bir ilişkilendirme sonucu, sözü geçen şehir bir sembol biçimini almıştır. Aynı duygusal tepki, belki de belirli bir ev, bir sokak, bir kıyafet veya belirli bir olay için ya da özel bir duyguyu gerektiren herhangi başka bir durumla karşılaşınca da gösterilebilirdi. Rüyamızda, herhangi bir şehirde olduğumuzu görebilir ve rüya sırasında belirli bir duygusal tepki göstermediğimizi de kabul edebiliriz. Diyelim ki, o şehrin bir sokağını veya yalnızca ismini gördük. Hemen, rüyamızda niçin bu şehri gördüğümüzü merak ederiz. Biraz düşündükten sonra da, yatağa yatmadan önceki ruh halimizin, bu şehrin sembolize ettiği ruh halimizle benzeştiğini fark ederiz. Rüyada gördüğümüz resim, içinde bulunduğumuz ruhsal durumu, gördüğümüz şehir ise, bir zamanlar aynı duyguları yaşamış olduğumuz yeri sembolize etmektedir. Burada, sembol ve sembolize edilen şey arasındaki ilişki bütünüyle rastlantısaldır. Rastlantısal sembollere mitoslarda, masallarda ya da sanat eserlerinderastlamak hemen hemen imkânsızdır.
Evrensel Semboller:
Sembol ve sembolize ettiği şey arasında belirli bir ilişki vardır, evrensel semboller insanların kişisel tecrübelerine dayanmaktadır. Ateşi, bir sembol olarak kullandığımızı düşünelim. Ocaktaki ateşin canlılığı hepimizi büyülemektedir. Ateş, durmadan değişir, büyür küçülür, fakat yine de belirli bir sürekliliğe sahiptir. Ateş için şunu söylemek mümkündür. O hiç bir zaman aynı kalmadığı halde, hep aynı olandır. Güç, enerji, büyüklük ve hareketlilik ateşin en önemli özellikleridir. Sanki sonsuz bir güç kaynağını kullanarak dans eder gibidir. Eğer ateşi bir sembol olarak kullanacaksak, onun özelliklerine uyan duygularımızı dikkate almamız gerekecektir. Yani; güç, çabukluk çeviklik hareketlilik, büyüklük, neşe ve canlılık, ateş sembolü aracılığı ile anlatabileceğimiz duygularımızdır. Buna benzer bir biçimde deniz veya nehir suyunu da bir sembol olarak kullanabiliriz. Fakat böyle bir sembol, ateş sembolünden farklı olacaktır. Aslında su sembolünde de, değişim ve süreklilik bir arada görülmektedir. Örneğin deniz suyunu bir sembol olarak kullandığınızda, ardındaki canlılığı, sürekliliği ve enerjiyi hissedebilirsiniz. Fakat burada çok önemli bir fark vardır.
Ateş; heyecan verici, maceracı ve değişimci olmasına rağmen, su; durgun, yavaş ve süreklidir. Ateşin doğasında belirsizlik, suyun doğasında ise düzen vardır. Suyu kullanarak da canlılığı sembolize edebilirsiniz, fakat su daha “ağırdır” ve bir “güven” kaynağıdır. Su, insanı “rahatlatır”. Bu yüzden heyecan dolu duygularımız için bir semboldür. Geleneksel semboller kişiye ya da belirli toplumlara özgüdürler. Rastlantısal semboller, çok dar bir çevreye seslenmektedirler ve onu yalnızca sembolün anlamını bilenler anlayabilirler. Evrensel semboller ise, bedenimizin, duygularımızın ve ruhumuzun özellikleriyle ilgilidirler. Bu tür semboller tüm insanlar için geçerlidir. Belirli bir kişiyle ya da kişiler topluluğu ile sınırlanamazlar. Gerçekten de evrensel sembol, insanlığın geliştirdiği tek ortak dildir.28 Görüldüğü gibi sembolün tanımı konusunda karşılaştığımız, bilim adamlarının farklı yaklaşımlarıyla sembollerin sınıflandırılası konusunda da karşı karşıya kalmaktayız. Geniş bir kullanım alanına sahip olan sembollerin sınıflandırılmasının ortak yönlerini kısaca şu şekilde toparlayabiliriz:
Niteliklerine göre semboller:
Biçimsel semboller, sayısal semboller, renklerle ilgili semboller, doğadaki canlı sembolleri, cansız nesnelerden oluşan semboller, kişi ve kişiliklerle ilgili semboller ve olaylarla ilgili semboller olarak sınıflandırabiliriz.
Alanlarına göre semboller:
Sanatsal semboller, dini semboller, siyasi semboller, bilimsel semboller, askerî semboller, lisan sembolleri, merasim sembolleri…
Romantik İlişkide Tanımlar
Sorun Çözme:
Romantik ilişkide partnerlerin sorun karşısında birbirlerini anlamaya çalışma, duygularını ifade etme, birbirlerinin gereksinim, duygu ve düşüncelerine yönelme davranışlarıdır . Fiziksel stismar:
Romantik ilişkide bireylerin partnerlerine fiziksel açıdan zarar verme veya bedensel bütünlüğünü bozma davranışlarını olarak tanımlanabilir
Duygusal istismar:
Romantik ilişkide bireylerin partnerlerini reddetme, aşağılama, küfretme, yalnız bırakma, korkutma, yıldırma, tehdit etme, duygusal bakımdan ihtiyaçlarını karşılamama, önemsememe, küçük düşürme, alaylı konuşma, lakap takma, aşırı baskı ve otorite kurma gibi davranışları olarak tanımlanabilir
Sosyal İlgi:
Literatürde topluluk duygusu olarak yer alan, Almanca karşılığı “Gemeinchaftsgefuhl” olan kavram, tüm insanlığa karşı sosyal hissetmeyi içerir, kişinin başkalarıyla özdeşlemesi ve toplum ve insan huzuru için gerçek bir endişe ile çalışmasıdır . Dostça işbirliği kapasitesini artırarak ve düşmanlığı azaltarak, tehdit duyguları ve kişiler arası çatışma, sorun ve görevlerle başa çıkmayı kolaylaştırmak ve stresi en aza indirmek olarak tanımlanabilir.
Aşk Tutumları:
Aşk tutumları kavramı, aşk biçimlerini içermektedir. Aşk stili tipolojisinde tutkulu aşk (eros), oyun gibi aşk (ludüs) ve arkadaşça aşk (storge) olmak üzere üç temel birincil aşk çeşidi olduğunu belirtilmiştir.
Bu üç aşk çeşidinin bir araya getirilmesiyle mantıklı aşk, sahiplenici aşk ve özgeci aşk olmak üzere ayrı bir aşk stili oluşturulabileceğini söylenebilir.
Bunlardan Mantıklı aşk (Pragma), arkadaşça aşk ve oyun gibi aşkın birleşiminden meydana gelirken; sahiplenici aşk (Mania), tutkulu aşk ve oyun gibi aşkı içermekte; özgeci aşk (Agape) işe tutkulu aşk ve arkadaşça aşk türlerinin bileşimidir.
Tutkulu Aşk:
Eros’un aşk turu romantik aşktır. Bu aşk türünü tercih eden bireyler ilk görüşte aşka inanırlar ve âsık olmak çok arzulanan bir durumdur
Oyun gibi Aşk:
Bu aşk tutumuna sahip olan bireyler, bir oyunmuşçasına aşkla oynayan, benmerkezci oyunculardır
Arkadaşça Aşk:
Dostça ilişki, kendini ortaya koyma, birbirine muhtaç olma ve karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi özelliklerine sahiptir. Bu tür aşk, samimi bir ilişki içerisinde gelişmiş iyi bir dostluktan doğar .
Mantıklı Aşk:
Kişiler için olumlu gelecek sağlayabileceğine ve devam edebileceğine inanılan ilişkilerde egemen olan aşk türüdür
Sahiplenici Aşk:
Kıskanç, güvensiz, obsesif, biraz da patolojik aşk türüdür
Özgeci Aşk:
Beraber olunan kişinin öldüğü gibi kabul edildiği, kusurlarına rağmen sevildiği ve iyiliğin ön planda tutulduğu aşk türüdür
Siyasetin Kendine Mesnet Bulmasına Örnek
(Tarih Felsefesi açısından bir yorum)
Ebu Süfyan ve Muaviye hakkında, sahabi kategorisini bir tarafa bırakıp yaptıklarına bakarak bir değerlendirme yaparsak, İslâm için onulmaz yaralar açtığını kimse inkar edemez.
Susmak güzeldir, ancak iktidar hırsları için dinin temelini dinamitlemişlerdir. Günümüzde bile düzelme gösteremiyorsak bir nedeni olduklarını söylememek doğru değildir. Evlat babanın sırrıdır. Yezid’den geriye doğru gidersek, azgınlığın ve hırsın artışı insana neyi ifade eder. Onların kendi menfaatleri için yapmayacakları şey yoktur. Öldürmek, iftira etmek yanında yalan söz isnad etmek daha kolaydır. Bunu da yapmışlardır.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin evlatlarına düşman olan için tek sonuç vardır. Bunlar nedir?
....
Demek gerekiyor.
حدثنا أحمد بن عمر قال : نا عبد بن أحمد ، ثنا علي بن عمر ، ثنا القاضي أحمد بن كامل ، ثنا عبد الله بن روح ، ثنا سلام بن سليم ، ثنا الحارث بن غصين ، عن الأعمش ، عن أبي سفيان ، عن جابر قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : «أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهتديتم » "
Hadisin Metni ve Tercümesi
İbn Abdülber dedi ki: Bize Ahmed b. Ömer tahdis etti. O dedi ki: Bize Abd b. Ahmed haber verdi. O dedi ki: Bize Ali b. Ömer tahdis etti. O dedi ki: Bize Kâdî Ahmed b. Kâmil tahdis etti. O dedi ki: Bize Abdullah b. Ravh tahdis etti. O dedi ki: Bize Sellâm b. Süleym tahdis etti. O dedi ki: Bize Hâris b. Ğusayn tahdis etti. Onun A‘meş’ten onun Ebû Süfyân’dan onun da Câbir’den naklettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyete erersiniz."
**
Rasülüllâh salla’llâhü aleyhi ve sellemden sahih olarak rivayet edilen: "Benim sünnetime ve benden sonra hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine sımsıkı tutunun!" (Ebu Davud; Tirmizi, 2676; İbni Mace; Ahmed, Müsned) hadisi bu hadisle muarızdır ve Rasülüllâh salla’llâhü aleyhi ve sellemden onun sözü olarak münkerdir. Bir de bunun üstüne, haberin Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemden sabit olmadığı düşünülürse, haberin hali (ve değeri) daha açık ortaya çıkar. Netice olarak haber sahih değildir. Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem ashabına kendinden sonra ihtilaf etmeyi mübah kılmamıştır.
Beyhakî’ el-Medhal adlı eserinde Ebu Abdullah el-Hafız Ebu Bekr Ahmed b. El-Hasen Ebu Abbas Muhammed b. Yakub, Bekr b. Sehl ed-Dimyâtî, Amr b. Hasim el-Beyrûtî, Süleyman b. Ebî Kerîme, Cuveybir b. Saîd el-Ezdî, Dahhâk b. Müzâhim, İbn Abbas rivayet zinciri ile naklettiği hadis şöyledir:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Kitabı'ndan size ne verildiyse onunla amel gerekir. Onun terki konusunda hiçbiriniz için mazeret yoktur. Eğer Allah’ın Kitabında yoksa o zaman benim bir sünnetim geçmiştir. Şayet benim geçmiş bir sünnetim yoksa bu defa ashabımın dedikleri vardır. Çünkü ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine sarılsanız hidayete erersiniz. Ashabımın ihtilafı ise sizin için rahmettir.” (Beyhaki, el-Medhal, s. 162-3, no: 152. tah. M. Ziyaurrahman el-A’zami Daru’l-Hulefa-Kuveyt, t.y.)
“Ashabımın ihtilafı ise sizin için rahmettir.” Bu şekilde kullanılarak resmen insanlar susturulmuştur. İhtilaf konusu kendi içinde ayrıca sorunlar taşıyan bir durumdur. İzafidir.
Namaz Terkin Küfür mü?
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
”Kul ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır”
“Şüphesiz ki bizimle onlar arasındaki ahit namazdır. Kim namazı terk ederse küfre girmiştir”
”Farz namazı kasten terk etme! Kim farz namazı kasıtlı olarak terk ederse o kimseden zimmet kalkar”
“Kim namazı korur/muhafaza ederse o namaz kıyâmet gününde o kimse için nûr, delil ve kurtuluş olur. Kim de namazı muhafaza etmezse o namaz onun için nûr, delil ve kurtuluş olmaz. Ve kıyâmet gününde o kimse Karun, Firavun, Haman ve Ubey b. Halef ile beraber olur”
Hz. Ali kerremallâhü aleyhi veche , “Namaz kılmayan kimse kâfirdir” buyurdu.
Hulasa:
Hanefî, Malikî ve Şafiî mezhepleri söz konusu hadisleri esas alarak namaz kılmayan kimseyi tekfir etmemiş, Hanbelî mezhebi ise hadisleri delil alarak namazı terk edeni kâfir kabul etmiştir. Hanefi mezhebinde bu ceza dövme ve hapis iken, Maliki mezhebinde ise öldürme şeklinde olmuştur.
Dört mezhebinde namazı terk edenlere yönelik bu tür cezaları öngörmelerinin temel sebebi, toplumda namaz kılmamanın önüne geçebilmektir. Ancak bizce, namaz kılmamanın önüne bu tür cezalara başvurarak değil, aklı ve kalbi ikna edici bir yöntemle irşad ederek, bilgilendirerek, teşvik ederek, sevdirerek ve müjdeleyerek geçilmelidir.
Mezkûr mezhepler içerisinde Şafii ve Hanbelî mezhepleri hadisleri delil alarak namazı terk edenin öldürüleceğini söylemişler ama bu görüşünde makbul bir görüş olmadığı söylenmektedir. Zira gerek Kur’an-ı Kerîm gerekse sahîh sünnet namazı terk eden birine böyle bir ceza öngörmemektedir. Asıl önemli olan mezheplerde yer alan bu müeyyidenin şu ana kadar pratikte uygulandığına dair de herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır.
Sonuç
Problemlerin en önemlisi hadîslerin zahiren içerdiği manalardır. Zira hadîsler zâhirî itibariyle kişinin namazı terk ettiği, kılmadığı takdirde kâfir veya müşrik olacağını yani İslâm dairesinin dışına çıkacağını ifade etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de namazı terk edenler için uhrevî anlamda tehdit içeren âyetler bulunmakla beraber, böyle kimselerin kâfir veya müşrik olduklarına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) de namaz kılmayan birini kâfir sayarak, kendisine küfür ahkâmı uyguladığına dair bir örneğine rastlanılmamaktadır.
Bu durum söz konusu hadîsleri sadece salt zahirî anlamıyla yorumlamanın son derece sağlıksız ve yanlış bir tutum olduğunu göstermektedir.
İsyanımın Karşılığı Var
Kuranda, Taha süresinde yüz yirmi birinci ve ikinci ayetlerde(121-122)51, Hz. Âdem’in hikâyesini anlatırken, birbirine uygun düşen ve ayetin anlam bütünlüğünü sağlayan kelimeler seçildi. عصى kelimesine uygun düşen(zıddı) تاب kelimesidir. غوى kelimesi ise هدى sözcüğüne uygun düşmektedir. Çünkü isyan eden kişinin Allah’tan tövbe etmesi beklenir, doğru yolu kaybedenlerin ise Allah’ın hidayet etmesi beklenir.
Muhammed el-Emîn Diaby
Söz Çeşitleri
Güzel ve yararlı olanları
1. Hoş, Meşru ve Münasip Söz (Kavl-i Ma'rûf)
2. Doğru ve İsabetli Söz (Kavl-i Sedîd)
3. Etkili ve Dokunaklı Söz (Kavl-i Belîğ)
4. Yumuşak Söz/Tatlı Dil (Kavl-i Leyyin)
5. Saygı Dolu Güzel Söz (Kavl-i Kerîm)
6. Gönül Alıcı Söz (Kavl-i Meysûr)
7. Sarsılmaz Söz (Kavl-i Sâbit)
8. Hak Söz (Kavlu’l-Hak)
9. Ortak Söz/lJzlaşmaya Çağıran Söz (Kelime-i Sevâ)
10. Kalıcı/Ölümsüz Söz (Kelime-i Bâkiye)
11. Takva Sözü (Kelimetu’t-Takvâ)
12. En Güzel Söz (Ahsenu’l-Kavl)
Çirkin ve zararlı olanları
1. Haktan Sapan Söz/Yalan Söz (Kavlu’z-Zûr)
2. İkiyüzlü Söz (Lahnu’l-Kavl)
3. Yaldızlı Sahte Söz(Zuhrufu’l-Kavl)
4. Çelişkili Söz (Kavl-i Muhtelif)
5. Kötü Söz (es-Sû’ mine’l-Kavl)
6. Kulaktan Dolma Batıl Söz (Zâhirun mine’l-Kavl)
7. Çirkin Söz (Munkerun mine’l-Kavl)
8. Küfür Sözü (Kelimetu’l-Kufr)
9. Eğlence Amaçlı Boş ve Yararsız Söz (Lehvu’l-Hadîs)
10. Vebali Büyük Söz (Kavl-i Azîm)
Konuşma İle İlgili Âdâp ve İlkeler
1. Dili dikkatli kullanmak
2. Güzel konuşmak
3. Yumuşak konuşmak
4. Doğru konuşmak
5. Adaletli konuşmak
6. Alçak/ölçülü sesle konuşmak
7. Açık ve anlaşılır ifadeler kullanmak, yavaş konuşmak, kelimeleri doğru telaffuz etmek ve gerektiğinde sözü tekrarlamak suretiyle açık ve anlaşılır konuşmak
8. Yere, zamana ve seviyeye uygun konuşmak
9. Dikkatli ve sözün sonuçlarını düşünerek konuşmak
10. Kelimeleri dikkatle seçmek ve yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek
11. Gerekli yerlerde kinayeli konuşmak ve Allah hakkında konuşurken edebi gözetmek suretiyle konuşmada edebe riayet etmek
12. Musibetler ve olumsuzluklar karşısında dikkatli konuşmak, kader inancına aykırı sözler sarf etmemek
13. Gelecekte yapılacak işlerden söz ederken “İnşaallah” demek
14. Karşı cinsle ciddi ve ağırbaşlı konuşmak
15. Tartışmak gerektiğinde bunu en güzel şekilde yapmak
16. Muhataba söz hakkı tanımak ve onu güzelce dinlemek
17. Kendini bilmez cahillerle muhatap olmamak vc sözlerine aynıyla mukabelede bulunmamak
Konuşmada Kaçınılmasını Gereken Yanlışlar
1. Boş ve fuzuli konuşma
2. Başta dinî konularda olmak üzere fertler hakkında ve toplumu ilgilendiren konularda bilgiye ve delile dayanmadan, sırf zan vc tahminle konuşmak
3. Konuşmanın amele uygun olmaması, yani yapılan işlerle söylenen sözlerin birbirini tutmaması ve söylenenlerin yapılmaması
4. Yalan konuşmak, yalancı şahitlik yapmak vc yalan yere yemin etmek
5. Gıybet
6. Allah’a ve insanlara iftira atmak
7. Nemîme
8. İnsanlarla, dinle ve dindarlarla alay etmek
9. Hakaret, beddua ve lanet
Dervişle Tilki Hikâyesi
Bir derviş, elsiz ayaksız bir tilki görünce; “Bu elsiz ve ayaksız; nerden yiyip nasıl içiyor?”diye Allah’ın lütfuna hayran kaldı. Şaşkın derviş bu haldeyken, pençesinde avladığı çakalla bir aslan çıkageldi. Aslan, zavallı çakalı hemen oracıkta yiyiverdi. Arta kalanları da tilki silip süpürdü. Herkesin rızkını veren Allah, ertesi gün başka bir şekilde tilkinin günlük yiyeceğini gene gönderdi. Bu apaçık gerçek karşısında adamın gözleri açıldı. Hemen gidip soluğu bir mescitte aldı ve Allah’a şöyle niyazda bulundu; “Aslanlar bile rızıklarını zorbalıkla yemiyorlar. İyisi mi bundan böyle ben karıncalar gibi bir köşeye çekilivereyim.” O günden sonra derviş işini gücünü bıraktı. Rezzak Allah’ın, gaipten rızk yollayacağını umarak beklemeye başladı. Ne el-alem, ne eş dost; kimseler arayıp sormayınca; çok geçmedi, çenk gibi bir deri bir kemik kaldı. Çaresizlikten sabrı da, idraki de tek tek tükendi. Derken uzlete çekildiği mescidin mihrabından kulağına sesler geldi;
“Hey miskin adam! Tilki gibi elsiz ayaksız düşünme kendini. Bilakis yırtıcı aslan ol ve öyle çalış ki aslan gibi senden başkalarına bir şeyler kalsın. Neden tilkiye benzeyip artıklarla doyacaksın ki? Aslan gibi yeleleri gür ve ensesi kaim olan insan, tilki gibi düşkünleşip yemeğini başkasından beklerse, köpekler bile ondan üstün olur. Hadi durma, çalış, çabala, hem ye, hem yedir. Başkalarının artığına göz dikme. Aksine ercesine çalış, yorul, zahmet çek, Başkalarını rahata eriştir. Alçaklar gibi başkalarının el emeğine göz dikme.
Ey genç, ihtiyar yoksulun elini tut ve kendini elinden tutulacak dereceye düşürme. Yüce Allah’ın lütuf ve ikramı, varlığının gölgesinde halkı dinlendiren kimseleredir. Aklı başında insan, daima cömert olmak için çalışır. Çünkü himmeti az olanların beyni yoktur ve kafaları kuru bir tasa benzer. Allah’ın yarattıklarına iyilik eden kimse, iki cihan iyilik görür.
Bir deveci, Babendikiş yolunda oğluna bak ne söylemiş;
“Oğlum; azığını iyi insanlarla ye. Çünkü iyiler, arkadaşsız yani tek başlarına azıklarını yemezler.”
« Prev Post
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder