Print Friendly and PDF

Doğru Sözler

|


Ne Sandın Leyla Hanımı


Leyla Hanım’ın Hayatı (?-1847)


Leyla Hanım’ın hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğum tarihi de kesin olarak belli olmamakla birlikte İstanbul’da doğduğu bilinmektedir. Babası Kazasker Moralızade Hamit Efendi’dir. Annesi ise Keçecizade İzzet Molla’nın ablası olan Hatice Hanım‘dır. Kardeşleri Ataullah Mehmet Efendi, Nurullah Mehmet Efendi, Hâlet Efendi’dir. Kaynaklara göre Halet Efendi genç yaşta vefat etmiştir. Bunun dışında sütkardeşleri Emine Hanım ve Arif Bey’dir.


Leyla Hanım ailesi tarafından oldukça aydın ve edebiyata aşina bir ortamda yetiştirilmiştir. Edebi bilgilerini ise dayısı İzzet Molla vasıtasıyla Leyla Hanım evlenmişse de evliliği çok kısa sürmüştür.


Çünkü evlendiği gün eşinin ondan üzerindeki nohut yakısını temizlemesini istemesi üzerine odayı terk etmiş ve bir hafta sonra da ondan ayrılmıştır


Canan’a


Nedendir itmez oldı āteşim tesir cānāna


Yanup yakıldım gördükçe hayrān oldı pervane


**


Bu kadar nalelerim dağlara itdi te’sir


Yine dâd itmedi feryadıma kat’â cânân


**


Zulm idüp aşıka zann ider adalet canan


Sabrı güç çâresi güç derde giriftar oldum


**


Canını Hakk'a virür bir başka cânân istemez


Vâsıl-ı billâh olanlar gayri ihsan istemez


**


 Şol ki cananın elinden içdi aşkın badesin


Ol ebed hiç bilmedic akl ile unvan istemez


**


Canımın cananısın dil tahtının sultânısın


Sıdki'ye sen cân yetersin bir dahi cân istemez


**


Nice ah itmeyeyim furkat-i canandır bu


Ağlarım şâm u seher dide-i giryândır bu


**


Uşşâkının ahvâline şefkat var içinde


Bir söz didi cânân ki keramet var içinde


Renklerin Gizemi


İnsanların yaşamlarında renklerin bilinçaltını nasıl etkilediği gizemi henüz çözülmemiştir. Böyle olmasına rağmen orta çağdan beri bilinmektedir.


İnsanoğlu ilkel dönemlerde doğanın renklerini taklit etmeye başlamıştır ve renkleri sembolize etmiştir. Renkler var olan dünya yıldızlar ve gökkuşağı ile özdeşleşmiştir. Böylece renk mistik bir öneme sahip olmuştur. O dönemdeki insanoğlu insan vücudunu kırmızı, aklı sarı, ruhu mavi olarak nitelendirmiştir. O dönemlerde renk onlar için bir dil olarak kullanılmıştır. Renk ilkel insan döneminden bu yana çeşitlilik kazanmıştır. Farklı ülkeler ve dolayısıyla farklı kültürler farklı anlamlar vermiştir.


“Mavi, doğanın gizemlerini ve gücünü anımsatan bir renktir. Okyanusun ve gökyüzünün rengidir. Mavinin suyu hatırlatması nedeniyle, sürekli, canlı, takviye edici ve hayat kurtarıcı çağrışımları bulunur. Bu yüzden, rahatlatıcı ve sakinleştirici bir etkisi vardır. Mavi, evrensel olarak serin ve arındırıcı olarak algılanır. Lacivert gibi koyu maviler, tutucu ve tek biçimi olarak algılandıklarından sıkça kurumsal renkler olarak kullanırlar. Süreklilik, güvenlik ve güvenilirlik anlamlarını iletirler. Soluk maviler daha genç ve sakin nitelikler taşırlarken, yeşilimsi maviler ruhanilik ve mistisizmle ilişkilendirirler”


İhanet Ve Aşk Ekseni


Aşk bağımlılıktır.


Aşk acısı, intihara sebep olabilecek denli güçlüdür.


İnsanların duygu durumları, iç/dış şartlara göre değişkenlik gösterir.


Aşkın reddi, nefreti doğurabilir.


Kıskançlık, aldatma sebebi olabilir.


Sessizlik


Dominique de Menil, Rothko’nun resimlerini: “ Mahvolmuşluğumuzun trajik gizemi, Tanrının sessizliği, Tanrının dayanılmaz sessizliği” tarif etmiş.


Poetik Evren


Bu bilinmeyeni fazla olan evrende yıldız tozu olan bizlerin hikâyesidir. Evrenin dört boyutlu ve çok boyutlu açıklamasını hiperküp kavramı ile yapan bilim adamları bize evrenin gizemli yapısını boyutlar ile açıklıyor. Bu boyutlar içerisinde Dünya’nın en, boy, derinlik algısı ile üç boyutlu bir yaşam alanı olduğunu söylerlerken, Einstein’ın genel görelilik kuramı ile zamanın tek başına değişken olduğu tespiti ile birlikte, dünyanın içinde olduğu evrenin dört boyutlu olduğu açıklaması bilim dünyasına hâkim oluyor. Kuantum mekaniği ile birlikte dört boyutlu evrenin, kuantum sıçraması ile çok boyutlu evren olduğu açıklaması Hiperküpü tanımlıyor. Dört boyutlu ve çok boyutlu olan evren, yani Hiperküp içerisind e yer alan Güneş Sistemi içerisinde bir zamanlar gezegen olup daha sonra gezegenlik özelliklerine sahip olmadığı açıklaması ile gezegenlikten çıkarılan Plüton, bu tezin savının ana karakterini oluşturuyor.


 İnsanın kendini anlatırken birincil olarak seçtiği dil kavramı ise bireyi anlamada bize rehber oluyor. Dilin özellikle insan ilişkilerini düzenleyen bir konumda durması ve bireyin kendi içerisinde yaşadığı derin duyguların ifadesinde bir anlatım biçimi olarak şiiri seçmesi bizi şiiri incelemeye yönlendiriyor. Dilin özellikleri kullanılarak bireyin en derin duygu ve düşüncelerini dile getiren ve çağlar boyunca bireyin en gizli duyguları ile örülmüş cümlelerin şiirsel olarak tanımlanması, bize evrenin poetik (şiirsel) bir renk cümbüşü olduğu düşüncesine itiyor. Toplumdan sıyrılan bireyin kendi varlığını oluşturmak adına yeni bir yaşam alanı arayışı içerisinde oluşu, onu bilimsel ve edebi incelemelerle birlikte bir serüvene itiyor. Bu serüvenin başlangıcı ise; Plüton’un gezegenlikten çıkarılması ile toplumdan kopan bireyin yalnızlığı ve ötekileştirilmesi, renkler ve şiirler ile buluşarak “Plüton’da Bir Koloni” ismi adı altında çalışmalar olarak karşımıza çıkıyor. (Sema YAYLA)


Dilencinin Duası


“Kendisinden başkasını görmediğim Allah’ım, görünenler çok da olsa, ancak senden dilerim. Görüntüler çok da olsa, ancak senin ihsanını isterim. Kaynaklar çeşitli de olsa, varlıkta birliğinin ve mevcûdattaki tecellilerinin çokluğunun hakkı için senden diliyorum.” [F.Vecdî, el-Vecdiyyât,s.102-103.]


Makâme


Kâme (kalkmak, ayakta durmak) fiilinden türemiş bir isim olan makâme kelimesi (çoğulu makâmât) “meclis” ve “insan topluluğu” anlamlarına gelir. Makâme kelimesi, câhiliye döneminde “meclis” ve “mecliste bulunanlar” anlamında kullanılırken, Emevîler döneminde ve Abbâsiler döneminin başlarında, halifelerin dinî ve ahlâkî hikâyeler dinlemek için yaptıkları toplantıları göstermek için kullanılmıştır.


 III. / IX. yüzyıldan itibaren vaaz ve hitâbe özelliğini kaybetmeye başlayan makâme; eğitici, öğretici ve eğlendirici yönü ağır basan “dilenci hitâbesi” hüviyetine bürünmüştür.


Makâme, Arap edebiyatında başlıca iki edebî akımın ürünüdür. Bunlar; hicrî IV. yüzyılda yayılan “dilencilik, yokluk edebiyatı akımı”  ve “edebî sanat akımı”dır. İslâm dünyasında, hicrî IV. yüzyılda dilenciliğin yaygınlaşması üzerine bir yandan sıkıntılı hayat süren insanların kazanç temin etmek için başvurdukları yolları ve atıldıkları maceraları edebiyata sokma arzusu, diğer yandan dönemin gerektirdiği edebî sanatları kullanma arzusu makâme türünün doğuşuna zemin hazırlamıştır.


Makâme, seci‘li ifâdelerin kullanıldığı bir nesir türüdür. Arap edebiyatında roman, hikâye ve tiyatro gibi edebî türlerin atası olarak görülmektedir. Makâmenin temel amacı; “dil ve ifâde eğitimi”dir. Makâme türünün öncüsü kabul edilen Bedîüzzamân el-Hemedânî (ö. 398/1008) makâmelerini, öğrencilerine Arap dilinin inceliklerini öğretmek için kaleme almıştır.


Makâme türünün genel özelliklerinden bahsedilecek olursa; makâmede beyan ve bediî ilmine ait çeşitli sanatlar kullanılmaktadır. Bu sayede makâme yazarları, dil becerilerini ortaya koymaktadır. Makâmelerde olayları anlatan bir râvî bulunmakta ve makâmeler, râvînin “falanca bana anlattı” şeklindeki ifâdeleri ile başlamaktadır. Ardından keskin zekâ, edebî olgunluk, hayat tecrübesi ve büyüleyici dil sahibi, aynı zamanda hilekâr ve kurnaz kişiliğe sahip olan kahramanın hikâyesi anlatılmaktadır.


Makâmede yer alan en önemli konu dilencilik olsa da, yöneticilerin, kadıların ve devlet adamlarının yolsuzluklarını, toplumsal sınıfların problemlerini ele alan, çeşitli âdet ve geleneklere karşı çıkan, dil, nahiv, edebiyat ve fıkıh problemlerine çözümler getiren ya da vaaz ve irşat içerikli makameler de vardır.


Makâmelerde hikâye üslûbu kullanılmakta, zaman-mekân tavsifleri yer almakta, makâme karakterleri; şekil ve renk gibi dış özellikleri ile ya da iç dünyaları ile tasvîr edilmektedir. Ayrıca makâmelerde âyet, hadis ve atasözlerine, az kullanılan ya da unutulan garîb kelimelerin kullanımına yer verilmektedir.


Makâme türünü edebiyata sokan ilk kişinin Bedîüzzamân el-Hemedânî (ö. 398/1008) olduğu konusunda hemen hemen görüş birliği vardır. el-Hemedânî, Ebu’l-Feth el- İskenderî adında hayalî bir kahramanın, insanlardan para koparmak için yaptığı hileleri veya atıldığı maceraları seci‘li nesirle, zaman zaman da şiirle edebiyata sokmuş ve ortaya çıkardığı bu edebî ürüne “makâme” adını vermiştir. Sonraki dönemde İbn Nâkıyâ (ö. 485/1092) on makâmeden oluşan Makâmât adlı eserini yazmış fakat bu eser, üslûp güzelliği bakımından el-Hemedânî’nin makâmelerine yetişememiştir. el-Hemedânî’den sonra makâme türünde yazan en meşhur kişi, Ebû Muhammed Kasım b. Alî b. Muhammed el-Harîrî (ö. 516/1122) olmuştur. el-Hemedânî ve el-Harîrî’nin makâmeleri, yazıldıkları dönemden itibaren büyük rağbet görmüş, çeşitli ülkelerde istinsah edilerek birçok edip tarafından taklit edilmiştir. Özellikle el-Harîrî’nin makâmeleri Arap belâgatı ve üslûp ustalığının sembolü sayılmış, değerini modern zamanlara kadar korumuştur.


el-Harîrî’den sonraki dönemde es-Sarakustî (ö. 538/1143) onu taklit ederek makâmeler kaleme almış fakat bu makâmeler günümüze ulaşmamıştır. es-Sarakustî’nin çağdaşı olan ez-Zemahşerî (ö. 538/1144) şekil ve içerik bakımından el-Harîrî’nin makâmelerine benzemeyen, ahlâkî konulara hasredilmiş makâmeler, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201) ise çeşitli edebî konularda ve vaaz içerikli makâmeler kaleme almıştır.


Zamanla makâmelerde ele alınan konular genişlemiştir; mesela İbn Saykal el-Cezerî (ö. 701/1301) hadis, fıkıh ve nahiv mevzûlarında, İbnü’l-Verdî (ö. 749/1349) ülkelerin nitelikleri konusunda, el-Halebî (ö. 779/1377) hayvanların nitelikleri hakkında, Süyûtî (ö. 911/1505) ise güzel koku, çiçek, meyve ve sebze gibi mevzûlarda makâmeler kaleme almıştır. İbrâhim İbnü’l-Vezîr (ö. 914/1508) el-Makâmâtü’n-nazariyye’de ve Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî (ö. 923/1517) Makâmâtü’l-‘ârifin’de kelâm konularını işlemiş, Mısırlı âlim Şihâbüddîn el-Hafâcî (ö. 1069/1659) makâmelerinde toplumsal problemleri konu edinmiş, Osman b. Ali el-Ömerî (ö. 1184/1770) el- Makâmâtü’d-düceyliyye ve’l-makâmâtü’l-Ömeriyye’sinde İslâm mezhep ve fırkalarını ele almış, Ahmed Berbîr el-Beyrûtî (ö. 1226/1811) ise Makâmefi’l-mufâhare beyne’l- mâ ’i ve ’l-hevâ ’ adlı eserinde su ile hava arasındaki üstünlük yarışını anlatmıştır.


Lübnanlı yazar Nâsîf el-Yâzicî (ö. 1287/1871)’nın kaleme aldığı Mecma‘u’l-bahreyn adlı eser, el-Hemedânî ve el-Harîrî’nin makâmelerinin modern dönemde yapılmış güzel bir taklidi niteliğindedir. Fâris eş-Şidyâk (ö. 1305/1887)’ın 1855’te kaleme aldığı es- Sâk ‘ale’s-sâkfîmâ hüve’l-faryâk adlı eser ise seci‘li olmakla birlikte el-Hemedânî ve el-Harîrî’nin makâmelerine kıyasla daha kolay anlaşılan ve akıcı bir üslûpla yazılmıştır.


Ahmed Şevki (1868-1932)’nin sosyal konuları ele alan Esvâku’z-zeheb adlı eseri,  Ali Mübarek (1823-1893)’in tasavvufî konuları ihtiva eden Senûhu’l-Efkâr adlı eseri, İbrahim el-Müveylihî’nin “sosyal erozyon”u konu edinen, Misbâhu’ş-Şark gazetesinde Haziran, 1899 - Eylül, 1900 tarihlerinde yayımlanan Hadîsü Mûsâ b. 'İsâm adlı üç bölümden oluşan yazı dizisi, Muhammed el-Müveylihî (ö. 1348/1930)’nin Hadîsü ‘Îsâ b. Hişâm adlı eseri ve Hafız İbrahim (ö. 1351/1932)’in Mısır edebiyatı, toplumu ve Mısır'ın siyasî durumu hakkındaki görüşlerini anlattığı Leyâli Satîh adlı eseri modern dönemde telif edilen, makâme türünün özelliklerini yansıtan eserler arasındadır. (Alıntı)


12.Vecdiyye /Umut var Hala


Vicdân, Allah-u Teâlâ’nın “Öğüt ver, çünkü öğüt müminlere fayda verir. ” (Zariyat, 55) âyeti mucibince yıllarca yorulmadan öğüt vermeye devam etmiştir. Bir gün, görevini ne ölçüde îfâ ettiğini sorgular. Çabalarının sonucunu düşündüğünde kalbi gamla dolar. Bedevî kıyafetlerini giyip çöle doğru gider.


Gurup vakti geldiğinde gölgesi yayılmış büyük bir ağaç görür. Ağacın altında dinlenip yolculuğa sabah devam etmeyi düşünür. Bu esnada yaşı altmışa yaklaşmış, aksakallı, güzel yüzlü bir bedevî görür ve ona selam verir. Adam, selama karşılık verdikten sonra şöyle der: “Hoş geldin işçiler ve mücahitler grubunun kaçağı Vicdân!” Vicdân, “Kehanet Araplar’a geri mi döndü? Zira tanıtmaksızın ismimi ve mesleğimi biliyor!” diye söylenir. Adam, “Şeytanlar kime iner biliyor musun? Bütün iftiracı günahkârlara... ” der. Vicdân, “Efendim, bunu kast etmedim. Gaybı bilmeni, anladığım bir sebeple açıklamak istedim. Aklım beni gayr-i irâdî bu düşünceye itti. ” der. Adam şöyle sorar: “Sana ne oldu da ümitsiz çıktın?” Vicdân, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmediğini fakat milletinin her gün yeni bir fitnenin içinde olduğunu söyler.


Adam Vicdân’a bazı sorular yöneltir: “Milletiniz parçalanıp gruplara mı ayrıldı ve komşusuna saldırıya mı geçti? Erkekleriniz kız çocuklarını utançla, fakirlik korkusuyla diri diri toprağa mı gömdü? Kargaşa yayıldı da her kabile kendisine güvenip diğerlerine düşmanlık mı etti? Islah edenler öldürülüp râşid kılavuzlar hor mu görüldü? ” Vicdân bu soruların her birini “Hayır. ” diye yanıtlar. Adam, “O halde neden ümitsizliğe düştün?” diye sorunca Vicdân, “Milletimin o noktaya varmasını mı bekliyordun? ” diye karşılık verir.


Adam, peygamberlerin sonuncusu Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın Araplar’a, onlar daha kötü vaziyette iken gönderildiğini, ahlâklarını düzeltip onları birleştirdiğini hatırlatır. Vicdân, “Evet, bunu biliyorum fakat Allah, peygamberi melekleriyle destekledi. ” der. Bunun üzerine adam, “Peygamberin, mucizevî şekilde galip olduğunu mu söylemek istiyorsun?” diye sorar. Vicdân “Evet. ” diye karşılık verir.


Adam, Vicdân’ın peygamberlerin yaşamını olağanüstü görmekle, onları pratik yaşamdan ayırdığını ve onların hayatlarından istifâde edemediğini söyler. Vicdân, uzun süredir cihat etmeye devam ettiklerini söyleyecektir ki; adam, sözünü keserek tutumlu olmaya çağırdıklarını fakat israf ettiklerini, Allah’a itaate çağırdıklarını ama isyan içinde yaşadıklarını ve irşadı kazanç kapısı haline getirdiklerini söyler. Vicdân, kusurlardan arınmak için bir yol göstermesini ister. Adam, her gün gurup vaktinde oradaki ağaca, alacalı bir kartal grubunun geldiğini, üzerinde taşıdıkları kimseyi çok uzakta bulunan yuvasına götürdüklerini söyler. Sözlerini tamamladığında, bir grup alacalı kartal Vicdân’a görünür. Adam, ““İşte arkadaşımızın binekleri!” der. Vicdân’ın elinden tutarak kartallardan birinin üzerine oturtup “Allah ’a emanet ol! ” der.


Birkaç dakika içinde yeryüzü görünmez olur, her yer semânın rengine bürünür. Vicdân’ın içini korku kaplar. Elleri gevşemeye başlar ve kartala tutunamayıp düşer. Bu esnada bayılır. Ayıldığında, kartalın pençeleri arasında olduğunu fark eder. Kaderine teslim olmuş haldedir, nihâyet yere inerler.


Vicdân, bir ağacın altında, etrafına nurlar saçan ihtiyar bir adam görür. İçinde korku hisseder. İhtiyar, Vicdân’ı görünce, “Merhaba sâlih evlat, korkma. Sen Allah’ın kullarından bir kulun karşısındasın, vehme kapılma! ” der. Vicdân, başından geçenleri anlatır. Kusurlarından arınmak için getirildiğini söyler. İhtiyar, “Oğul, doğru yolu bulma kararında samimi misin?” diye sorunca Vicdân, hidâyeti ebedî bir mülkten daha fazla arzuladığını söyler.


İhtiyar, mutlak hakikate İslâm’la ulaşabileceğini, İslâm’ın anlamını gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Vicdân, bunu nasıl gerçekleştireceğini sorunca ihtiyar şöyle der: “Gerçekten teslim olmak, doğru, insanî bir yaşamın lezzetini tatmak, ateşe ve denize atılsa bile sahibinin kalbine gam getirmeyen mutlak hakikatin zevkini almak istersen; öğrendiğin, okuduğun, duyduğun, hoşlandığın, kötü gördüğün her şeyi aklından çıkar, şu an doğmuş gibi ol. Geçmişi, geleceği düşünme, şu anı da hissetme!” der. Kendi kişisel özellik ve alışkanlıklarından soyutlanmadığı sürece insanın, kendi kafesinde hapsolmuş bir kişi olacağını ve hakikati göremeyeceğini iddia eder.


Vicdân, ihtiyara sözlerinden dolayı teşekkür edeceği anda ihtiyar gözden kaybolur. Vicdân, onun el-Hakîm b. Mürşid olduğunu anlar. Allah’a secde edip şükreder ve Allah’a dayanıp azimle çalışmaya koyulur. (M. Ferid Vecdi)


Akıl Fayda Vermez


Hz. Ali kerrma’llâhu vecheye atfedilen bir şiir şöyledir: 


 “Akıl iki çeşittir: Matbû ve mesmû akıl,


Mesmû akıl fayda vermez, matbû akıl olmayınca,


Nasıl ki güneş ışığı fayda vermez, gözün ışığı olmadığında.


Çabuk İstiyorsunuz


Beyit:


 “Yüceliğe kolayca erişmek istiyorsunuz;


Halbuki baldan önce arının sokması gerekir! ”


[Ebü’t- Tayyib el-Mütenebbî’ye (ö. 354/965)       


Vah


“Bir milletin yapısı mâmur değildir, (insanların) ahlâkı harâp olmuşsa.”


[Ahmed Şevkî’ye (1868-1932)]


Öyleyse


“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz!” [İsrâ Sûresi’nin 16. Âyet]


 “Sizden kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle (buğz etsin)! [Hadis]


Herşeye Dayandım… Fakat Dostla İmtihan olmak


Di‘bil b. Ali el-Huzâî (ö. 246/860)’nin Dîvân’ında  şöyle bir beyt yer almaktadır:


“Düşmanlığına sabrederdim fakat gelin ve bakın, beni kiminle imtihan ediyor!”


Nurnâme Duası


Faziletleri çok hiç olmazsa dileğiniz ve kendiniz için (hangi okuyuş kolay geliyorsa okuyun) derim.


بسم الله الرحمن الرحيم


اللهم اجعلني عندك  نورًا، وفي وجهي نورًا، وفي رأسي نورًا، وفي شعري نورًا، وفي حاجتي نورًا، وفي نفسي نورًا، وفي سمعي نورًا، وفي بصري نورًا، وفي فهمي نورًا، وفي لساني نورًا، وفي صفتي نورًا، وفي عشقي نورًا، وفي قلبي نورًا، وفي عظامي نورًا، وفي بدني نورًا، وفي يدي نورًا، وفي شمالي نورًا، وفي فوقي نورًا، وفي تحتي نورًا، وفي جنبي نورًا، وفي عدلي نورًا، وفي ديني نورًا، وفي ايماني نورًا، وفي إسلامي نورًا، وفي هدايتي نورًا، وفي موتي نورًا، وفي قيامي نورًا، وفي قراءتي نورًا، وفي ركوعي نورًا، وفي سجودي نورًا، وفي قعودي نورًا، وفي قبري نورًا، وفي أنفي نورًا، وفي مدحلى نورًا، وفي ميزاني نورًا، و في ضعيري نورًا، وفي بحري نورًا، وفي معاني نورًا، وفي آخري نورًا، وفي قلبي نورًا،


 اللهم قدرتي نورًا، وفي اعطي نورًا،


 اللهم عندك نورًا، يا نوز سماواتي والأرض نورًا، وفي معرفتك نورًا، وفي جدك نورًا، وفي الكريم نورًا، سبحان خالق نورًا، زبنا وتمم لنا نورًا، إنك على كل ثسئ قدير


وصلى الله على خير خلقه محمد وآله و أصحابه أجمعين آمين


(l)Alâhüme ac'âlni 'indeke nuren va fi Vachi nuren vafi rast nuren ( ) va fi şağri nuren va fi haceti nuren va fi nafsi nuren va fi sem'i nuren va fi ( ) haşri nuren va fi femmi nuren va fi lisâni nuren va fi sıfati nuren ( ) va fi 'aşki nuren va fi kalbi nuren va fi azami nuren va fi bedeni ( ) nuren va fi yedi nuren va fi şimali nuren va fi fevki nuren va ( ) fi tahtî nuren va fi cenbi nuren va fi 'adlî nuren va fi dini nuren ( ) va fi imâni nuren va fi islâmi nuren va fi hidâyeti nuren ( ) va fi mevti nuren va fi kiyâmi nuren va fi kira'ati nuren va fi rukü 'i nuren ( ) Va fi sücüdi nuren va fi ku 'udi nuren va fi kabri nuren ( ) va fi affı nuren va fi medhali nuren va fi mizanı nuren va fi ( ) zemiri nuren va fi bahri nuren va fi me'âni nuren va fi âhiri nuren ( ) va fi kalbi nuren


Alahüme kudreti nuren va fı a 'ti nuren alahüme ( ) 'indeke nuren ya nuressemâvâti val 'arz-i nuren va fi ma 'rifeteke ( ) nuren va fi cedike nuren va fil karimi nuren sübhâne halik ( ) nuren binâ va temmim lenâ nuren ineke 'alâ küli şeyin kadir ( ) va salallahü 'alâ hayri halkihi Muhammedin va âlihi va eshâbihi ecme'in âmin.


Allah’ım beni kendi nezdinde nurlandır, benim yüzümü nurlandır, benim başımı nurlandır, benim saçımı nurlandır, benim kaşımı nurlandır, benim nefsimi nurlandır, benim kulağımı nurlandır, benim gözümü nurlandır, benim ağzımı nurlandır, benim dilimi nurlandır, benim sıfatımı nurlandır, benim aşkımı nurlandır, benim gönlümü nurlandır, benim kemiklerimi nurlandır, benim bedenimi nurlandır, benim elimi nurlandır, benim kuzeyimi nurlandır, benim üst tarafımı nurlandır, benim alt tarafımı nurlandır, benim yan tarafımı nurlandır, benim adaletimi nurlandır, benim dinimi nurlandır, benim imanımı nurlandır, benim islamımı nurlandır, benim hidayetimi nurlandır, beni öülümü nurlandır, benim duruşumu nurlandır, benim kıraatımı nurlandır, benim rukumu nurlandır, benim secdemi nurlandır, benim oturuşumu nurlandır, benim mezarimi nurlandır, benim burnumu nurlandır, benim ruh durumumu nurlandır, benim hisab günümü nurlandır, benim vicdanımı nurlandır, benim hayal denizimi nurlandır, benim anlamımı nurlandır, benim geçmişimi nurlandır, benim geleceğimi nurlandır. Allah’ım benim gücümü nurlandır, bana verdiklerini nurlandır. Allah’ım beni kendi nezdinde nurlandır, ey gökler ve yerin nuru, benim irfanımı nurlandır, beni kendi büyüklüğün sayesinde nurlandır, beni kendi kerim sıfatınla nurlandır, beni kendi temiz ve yaratılıcık sıfatınla nurlandır. Allah’ım bizim nurumuzu tamamla, şüphesiz sen her şeye gücü yetensin. Yaradılışın en güzeli Muhammed’e Selam olsun, onun ailesine ve bütün ashabına selam olsun. Senin rahmetine sığınıyoruz ey rahman ve rahim olan Allahım


Kadh Duası Budur


بسم الله الرحمن الرحيم


بسم الله وباسمائه المبتدأ ورب الآخرة وأولى لاغاية له ولا منتهى له ما في السماوات والعلى الرحمن على العرش استوى الله عظيم الآلاء دايم النعماء قاهرالأعداء الرحمن على الأولياء عاطف برزقه معروف بلطفه.عادل في حكمهعالم في ملكه رحيم الرحماء عالم العلماء غغورالفقراء وصاحب الأنبياء لادرعلى ما شاء سبحان الملك الحميد ذي العرش المجيد فعال لما يريد رب الأرباب و مسبب الأسباب و رازق الأرزاق و سابق الأسباب و خالق الأخلاق و لادر المقدورولاهر المقهور وعادل اليوم الحشر و النشور آله الآلهة يوم الواقعة رحيمعليم غفور شكور والحمد الله رب العرش العظيم و الحمد الله ...


المكالرحيم الوالي القديم خالق العرش العظيم والسموات والأرضين وهوالسمع العليم لابل التوب وغافرالذنب شكور حليم هوالأول والآخروالظاهر والباطن الدائم الرازق الدواب صاحب العطايا مانع البلايا يا شافع اليغيم ويعفوالذنوب ويتوب النادمين و يسترالمننبين ويؤمن الخايفين ومحب الصابرين لا١إله إلا أنت الكبيرالمعبود غافرالخطاء ياشكور ياحليم يا كثيرالعطايا ياعليم عالم مافياصدور منيب الرزق والأشجار والحبوب غني عن الخلق قائم الأرزاق علام الغيوب أنت الذي ليس كمثله شيء وهو السميع العليم وأنت على كل شيء قدير ياشاهد أنت تعلم سرا او على نية و تخفي الصدور والقلوب أنت قلت أنت أصدق القائلين ادعو أستجب لكم وأنت قلت لاتقنطوا من رحمة اش احفظني من آفات الدنيا و الزمان والغضيتم ولاتغضح


اش أكبر اش أكبر لا١أله    إلا١لله   رحمانا رحيما لا١أله إلا١لله   غفورا شكورا      لا١أله    إلا١لله حقا حقا لا١أله          إلا١لله   ربا ربا لا١أله


إلا١ش إماما عتقا لا١له إلا١ش تتعبدا ورقالاإله إلا١ش ايمانا وتحقيقا لا١له إلا١ش محمد رسول اش حفالين نفسي وشعري وديني ودنيائى وأهلي ومالي وولدي ونريتى من شركل ذي شربوذينيأعيذنفسي جميع مارزقتني من نعمتالظ وأحبائه وإخواني من المؤمنين والمؤمنات بالله العلي العظيم نقل كتابه نقله اش عزوجل حجة لأ١أله إلا١ش وعزة اش وقدرة١لله وقوة الله وعظمة اش و سلطنة اش و سعت اش و من الله وحكم الله وعفو اش وأنبياء الله وملائكة اش و


رسول الله وأعوذ بالله من غضب في وعقاب الله وسخط الله ونكال الله ومن كتابه قد سبق من زوال النعمة موجبات الهلكة والفضيحة في الدنيا والآخرة .


أعوذ بالله العظيم في الأهل والمال والولد وعند معانية ملك الموت عليه السلام وأعوذ بالله العظيم من شر كل ذى شرما أخاف وأحنرومن شر ما أخاف من عوب والعجم ومن شرالجن و الإنس وشياطين و من شرإبليس وجنوده ومن شر السلاطين واتباعهم ومن شرما ينزل من السما و ما بعرج فيها ومن شرمايلج فيالليل والنهار وما يخرج منها ومن شر كل د١بةأذت آخذ بناصيتها إن ربيعلى صراط مستقيم اللهم إني احتجب من كل شيء خلقته و احترس بك منهم وأعوذ بالله العظيم من الغرق والحرق والهدم والحسد والحجارة والزلزال والصيحته و الفتنة والصواعق والجنون والبرص وجميع أنواع البلايا في الدنيا والآخرة وأعوذ بالله العظيم من غضب الله ومن شر ما استغاث به الملائكة١لمقربون والأنبياء والمرسلين والنبى محمدا عبدك و رسولك .


ونبيك واسئلك الخير كله لا١أله إلا أنت وحدك لاشريك لك وأن محمدا عبدك ورسولك لاؤله إلا١لله وحده لاشريك له إلها واحدا صمدا فردا وترا لمن ينخن صاحبة ولا ولدا١للهم إنى أسئلكبأسمائك التي لا١أله إلا الله هوالرحمن الرحيم الذي له ملك السموات و الأرض و هو على كل شيء قدير وحست حشت الأصوات و وجلت بأسماء من كربة وياصاحت كل شدة و يا مذلتي في كل وحشة و يا الهى و يا إله أنبياء إبراهيم وإسماعيل و إسحاق و بعقوب و الأسباط عيسى و موسى و هارون و يا شاهد كل نجوالله ربي لاشرك له و صلى الله على سيدنا محمد وآله أجمعين الطيبين الطاهرين اللهم استجب باسمائك العظيم و بحرمت عبادكالصالحين برحمتك يا أرحم الراحمين .


Besmele onun adıyla başlamıştır Allah’ım dünya ve ahret sona erebilir sadece sensin sonsun köklerde Allah büyük dostluk ve nimet sahibidir düşmanları yenen sadece o’dur dostlara merhamet eden o dur. O Rezzakık sıfatıyla herkese kendini çekmektedir. O lutuflanyla tanınmaktadır. Hükümlerinde adaletlidir mülkünde bilgi sahibidir en merhametlilerden daha merhametlidir âlimlerden daha âlimdir fakirleri bağışlayan o dur. Peygamberleri destekleyen o’dur. istediği şeyi yapmakta güçlüdür. O temizdir, övgüye değer bir padişahtır. O büyük arşın sahibidir, istediği şeyi yapan bir zattır. Tüm yaratıcıları yaratıcısıdır, müsebbiplerin sebebidir büttin canlılara rızık veren sensin. Sebeplere bağlı değildir. Güçlü mağlupların galibidir mahşer gününün adilidir, kıyamet günü kendini ibadet edenlerin Allah’ıdır. O rahimdir o âlimdir, o şükürdür, ttim övgü ve senaya layıktır. O büyük arşın sahibidir. (s. 23) O ebedi hükümdar ve büyük arşın göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O her şeyi eşitten ve duyan, tövbeleri kabul eden günahları bağışlayan o dur. Teşekküre layık ve sabırlıdır o başlangıç ve sonuçtur. O gizli ve açıktır. O sonsuzdur, her canlıya rızık veren o dur. bağışlayan belaları defeden, günahkârı bağışlayan, tövbekârların ve pişmanların tövbesini kabul eden, suçluların suçunu gizleyen, korkaklara cesaret veren, sabırlıları seven o dur. Senden başka hiç Allah yokur, sen büyük ve ibadete değersin, hatalarımızı bağışlayansın, sen şükirsün, sen rahimsin. Sen bağışlayan ve ilim sahibi sin, sen gönüllerdeki her şeyi bilen sin. Ağaçları ve bitkileri çıkaran sensin, hiçbir şeye ihtiyacı yokur, rızık temin eden o’dur, ayıpsız ilim sahibi o’dur, sen öyle zatsın ki hiçbir şey sana benzemez, sen duya ve bilen bir zatsın, sen her şeye kadirsin, sen şahitsin ve her gizli şeyi bilensin. Gönüllerde gizli olanları bilirsin, doğru söyleyen sensin. Sen söyledin ki beni isteyenin isteğini kabul ederim. Sen söyledin ki beni rahmetimden umutsuz olmayın. Sen bizi dünyadaki afetlerden ve zamanın afetlerinden koni ve beni rüsva eyleme. Söylediğim her şeyin daha fazlasısın


Allah büyüktür, Allah büyükür ibadete layık sadece o’dur, O bağışlayıcı ve merhamet edecidir, ibadete layık sadece o’dur. O gafurdur o, şükürdür, ibadete layık sadece o’dur. O haktır, ibadete layık sadece o’dur. O tanrıdır, ibadete layık sadece o’dur, o en özgür hükümdar, ibadete layık sadece o’dur, ibadet etmek için ondan başka seçenek yoktur. hadete layık sadece o’dur, iman ve araştırmak için, ibadete layık sadece O’dur. Gerçekleri anlatmak için Muhammed’i o göndermiştir. Kendim, duygularım, dinim, dünyam, ailem, malım, evladım, torunlarımla, bize zarar verecek her şeyin şerrinden sana sığınırız. Bana verdiğin bütün nimetlerden ve bana verdiğin dostlardan kız kardeşlerden e Müslümanlardan dolayı minnettarım sen yüce mertebeli tanrısın senin makamın kitabında zikredilmiştir ibadete layık sadece o’dur. O izzetli, kudret sahibi, yüce, saltanat, ihsan ve hüküm sahibi bir ve bağışlayıcı Allah’tır. Peygamberler ve melekler gibi kahrından ona sığınırız. O’nun razı olmayışından, onun karından ve nimetlerin kesilmesinden, onun yok etmesinden dünya ve ahrette ona sığınırım.


 Ölüm zamanında aile, mal ve evlat sevgisinden yüce Allah’a sığınırım. Korktuğum her şerden, Arap ve acemi şerrinden, cin, insan, şeytan, iblis ve onun uşaklarından padişahlar ve onun uşaklarından, gökten inen ve göğe çıkan gece ve gündüzün şerrinden ve her Canlının şerrinden Allah’a sığınırım. Şüphesiz o doğru yola yönlendirendir. Boğulmaktan, yanmaktan, dağılmaktan, deprem belasından, kötülüklerden, korkunç hadiselerden, deliliken ve bütün dünya ve ahretteki belalardan ona sığınırım. Meleklerin peygamberlerin sığındığı belalardan sana sığınırım. Muhammed senin kulun ve elçindir. her türlu hayrı senden başka ilah yoktur. Koşulsuz senden başka ilah yoktur ve Muhammed senin elçindir. Ortak kabul etmeyen ve muhtaç olamayan tek sensin. Yardımcımsı ve evladı olamayan ilah sensin. Ben her şeyi güzel adlarının hürmetine senden isterim. İbadete layık sadece o’dur, o başlayıcı ve merhametlidir. Göklerin ve yerin padişahı o’dur. O her şeye gücü yetendir. Onun adlarının hürmetine her zorluk kolaylaşır. Sıkıntılı anda imdada yetişen sensin. Ruhları okşayan sensin. Sen bütün peygamberlerin, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve onun oğullarının, İsa, Musa ve Harun seni ibadet etmişlerdir. Ortağı olmayan tek ilah sensin. Muhammed ve ailesine selam olsun. Dualarımı temizlerin, Salihlerin ve isimlerinin hürmetine dualarımı kabul eyle ya Rab. Rahmetinden mahrum eyleme ya merhamet edicilerin en merhamet edicisidir.


Dİ‘BİL- دعبل


Ebû Alî (Ebû Ca‘fer) Di‘bil b. Alî b. Rezîn el-Huzâî (ö. 246/860)


Ağır hicivleriyle tanınan Arap şairi.


Müellif: Hüseyin Elmalı


148’de (765) Kûfe’de veya Habur nehri kıyısındaki Karkîsiye’de, Huzâa kabilesine mensup şair bir aile içinde dünyaya geldi. Orta seviyede bir şair olan babasından başka amcası Abdullah ve amcasının oğlu Ebü’ş-Şîs lakabıyla bilinen Muhammed b. Abdullah, kardeşleri Ali ve Rezîn, oğulları Hüseyin ve Ali de şairdi. Adının Muhammed, Hasan veya Abdurrahman olduğu da söylenir. Di‘bil çok genç yaşta ders halkalarına devam etti ve erken bir çağda şiir söylemeye başladı. Gençliğinde bayağı ve sefih kimselerle düşüp kalkması, onlarla birlikte kavgalara, soygun ve yağmalara katılması, tabiatında sertlik ve kötülüğe karşı bir meyil bulunduğunu göstermektedir. Bu durumun, daha sonra Di‘bil’i asrının en büyük hiciv şairi olmaya yönelttiği söylenebilir. Erken yaşlarda adının bir cinayete karıştığı ve bu yüzden Kûfe’den kaçtığı yolunda rivayetler vardır.


Di‘bil 169 (785) veya 170 (786) yılında Bağdat’a gitti, orada tanıştığı şair Müslim b. Velîd’in sanat anlayışından çok faydalandı. Bağdat’ta şöhretini duyan Hârûnürreşîd kendisini takdir ederek ikram ve ihsanlarda bulundu. Daha sonra Tohâristan Valisi Fazl b. Abbas b. Ca‘fer el-Huzâî’nin yanına gitti; vali kendisine daha önce hocalık yapmış olan Di‘bil’e ihsanda bulundu ve onu Tohâristan kasabalarından Simincân’a âmil tayin etti (789). 791 yılına kadar burada kalan Di‘bil, muhtemelen Fazl b. Abbas’la arası açıldığı için Bağdat’a dönüp oraya yerleşti. Bağdat’ta bir müddet Ebû Nüvâs, hocası Müslim b. Velîd, Ebü’ş-Şîs ve kardeşi Rezîn’in de bulunduğu sohbet meclislerine katıldı; ardından hocasının Cürcân’a tayin edilmesi üzerine (196/812) oraya giderek onun hakkında kasideler yazdı. Müslim b. Velîd’in Merv’e geçip Vali Fazl b. Sehl’in yanında itibar görmesi üzerine Di‘bil’in de oraya gittiği, ancak bir müddet sonra kıskançlık yüzünden veya başka bir sebeple hocası Müslim aleyhinde manzum bir mektup yazıp valiye verdiği de kaydedilmektedir.


198 (813) yılında hacca giden Di‘bil Bağdat’a dönmeyip Mısır’a, Vali Muttalib b. Abdullah el-Huzâî’nin yanına gitti; kendisine ihsanlarda bulunan Muttalib onu Asvan’a âmil tayin etti. Bağdat’tan uzak bu beldede gurbet hayatı yaşayan şair sıla hasretiyle ilgili en meşhur şiirlerini burada yazmıştır. Bir müddet sonra Muttalib’le arası açıldığından onu da ağır bir dille hicvetmiş, bunun üzerine görevinden alınmıştır.


Di‘bil buradan Horasan’a, Me’mûn’un ve İsnâaşeriyye’nin sekizinci imamı Ali er-Rızâ’nın yanına gitti; Hz. Ali soyunun başına gelen felâketleri dile getirdiği meşhur “Tâiyye” kasidesini onlara sundu. Me’mûn kendisine Ali er-Rızâ adına bastırmış olduğu paralardan 10.000 dirhem verdi, Ali er-Rızâ da elbiselerinden bir takımını hediye etti. Rivayete göre Kum halkı bu elbiseyi 30.000 dirhem, Ali er-Rızâ adına bastırılan paraların her bir dirhemini de 10.000 dirhem karşılığında ondan almıştır. Ayrıca İbnü’l-Mu‘tezz’in kaydettiğine göre Kum halkı kendisine her yıl 50.000 dirhem vermeyi de kararlaştırmıştı. Fakat çok geçmeden Ali er-Rızâ Tûs’ta vefat edince Hârûnürreşîd’in kabrinin yanına defnedildi. Aşırı derecede bir Şiî olan şair buna kızmış ve yükselmesini sağlayan ilk hâmisi Hârûnürreşîd hakkında mezhep taassubundan dolayı çok ağır ifadelerin yer aldığı bir şiir söylemiştir.


İkinci Abbâsî Halifesi Mansûr zamanında (754-775) doğan ve dokuz halife döneminde yaşayan Di‘bil ömrünün çoğunu Bağdat’ta geçirmiş, Mısır, Suriye ve Irak gibi birçok İslâm ülkesini dolaşmıştır. Gezdiği bu yörelerde kasideler söyleyip câize aldığı halife, vali, kumandan ve ileri gelen devlet adamlarının hemen hepsini hicvetmiştir. Bu durumu onun vefasızlığı ile açıklayanlar olduğu gibi devrin idarecilerinin Ehl-i beyt’e karşı yaptığı haksızlıklardan dolayı bir tepki şeklinde yorumlayanlar da vardır. Di‘bil’i 246 (860) yılında, ağır şekilde hicvettiği Abbâsî emîrlerinden Mâlik b. Tavk öldürtmüştür. Ölüm tarihi 244 (859) olarak da geçer; ayrıca ölüm sebebi hakkında değişik rivayetler vardır.


Samimi bir İmâmiyye mensubu olan Di‘bil’in Ehl-i beyt hakkında birçok şiiri vardır. Bunlarda Hz. Ali’nin üstün faziletlerini ve Hz. Hüseyin’in yaşadığı trajediyi çok güzel tasvir etmiştir. Şiirin her türünü deneyen sanatkâr, kelimelerin seçiminde ve edebî sanatların kullanımında büyük bir titizlik gösterir. Bu sebeple edebî sanatlara dair kitaplarda onun şiirlerinden bir hayli örnek bulunmaktadır. Şiir tenkitçilerine göre Di‘bil mûcit, fasih ve tekellüfsüz (matbû) bir şairdir. Abbâsîler devrinin tanınmış şairlerinden Buhtürî’ye göre hocası Müslim b. Velîd’den daha üstündü. Eski Arap şiirinin onunla son bulduğunu söyleyenler de vardır. Ayrıca meşhur şair Ebû Nüvâs’ın Di‘bil’i övmesi, Hârûnürreşîd’in kendisine ilgi göstermesi ve Me’mûn’un şiirlerini beğendiğini söylemesi onun önemli bir şair olduğunun bir başka göstergesidir.


Sanat açısından değeri çok yüksek kasideleri bulunmakla birlikte Di‘bil daha çok hicivleriyle ün yapmıştır. Özellikle hicivlerindeki acımasızlığı ve ağır ifadeleri onun karakterini yansıtması bakımından önemlidir. Ehl-i beyt hakkında söylediği “Tâiyye”, Arap şiirinin en güzel kaside örneklerinden kabul edilir, hatta İmruülkays b. Hucr’un muallakasından daha meşhur olduğu söylenir. Devrinin ünlü şairlerinden Ebû Sa‘d el-Mahzûmî ve Ebû Temmâm’la da karşılıklı hicviyeleri bulunan Di‘bil’in hicivleri o dönemde ün kazanmışsa da sonraları sanatkârın adının kötüye çıkmasına ve şiirlerinin ihmal edilmesine sebep olmuştur. Zira onun sınır tanımayan hiciv anlayışı, kendisine iyilik eden herkesi, hatta hanımını, kardeşi Rezîn’i, Kum halkını ve tanıdığı bütün insanları hicvedecek kadar insaf ölçüsünü aşmıştı.


Di‘bil’in hadis rivayet ettiği de söylenmektedir. Hatîb el-Bağdâdî, onun şiir ve ahbâr*ının da râvisi olan kardeşinin oğlu İsmâil b. Ali el-Huzâî tarafından rivayet edilen bir hadis mecmuasını gördüğünü ve Di‘bil’in rivayet ettiği bütün hadislerin bâtıl olduğu kanaatine vardığını belirtmektedir (Târîu Baġdâd, VIII, 383).


Eserleri. 1. abaātü’ş-şuʿarâʾ. Câhiliye döneminden kendi zamanına kadar yaşayan şairlerin ele alındığı bir eser olduğu kaydedilmektedir. IX-XVII. yüzyıllar arasında birçok kitapta kendisinden nakillerde bulunulan bu esere şimdiye kadar rastlamak mümkün olmamıştır. abaātü’ş-şuʿarâʾ, Cumahî’nin abaāt’ı ile İbn Kuteybe’nin eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ adlı eseri arasında bir köprü teşkil ettiği için önemlidir. Diğer bir özelliği ise ikinci derecedeki şairleri de ihtiva etmesidir. Esere ait bazı parçalar Muhammed Cebbâr el-Muaybid tarafından derlenip neşredilmiştir (el-Mevrid, VI/2 [Bağdat 1977], s. 111-144). 2. Dîvân. İbnü’n-Nedîm’in bildirdiğine göre Di‘bil’in divanını Ebû Bekir es-Sûlî (ö. 335/946) toplamıştır. Sûlî, onun şiirlerinden çağdaşı İbn Ebû Tâhir’in (ö. 280/893) seçip bir araya getirdiği derlemeyi de görmüş olmalıdır. Divanın bugün mevcudiyeti bilinmemekle birlikte bazı araştırmacılar Di‘bil’in şiirlerini muhtelif edebiyat kitaplarından derlemeye çalışmışlardır. Yaklaşık 800 beyitlik bir şiir mecmuasını Muhammed es-Semâvî (ö. 1950) toplamıştır. Di‘bil’in şiirleri daha sonra Dîvânü Di‘bil b. ʿAlî el-uzâʿî adıyla Abdüssâhib Umrân ed-Düceylî (Necef 1962) ve Muhammed Yûsuf Necm (Beyrut 1962) tarafından neşredilmiştir. Ayrıca Di‘bil’in şiirlerine yer veren Muhsin el-Emîn ve L. Zolondek’in çalışmalarını eksik ve hatalı bulan Abdülkerîm el-Eşter, ona ait şiirleri Şiʿru Diʿbil b. ʿAlî el-uzâʿî adıyla derleyip yayımlamıştır (Dımaşk 1964, 1983). Bunlardan başka Di‘bil’in şiirlerine çeşitli kaynaklarda dağınık halde rastlamak mümkündür. Ehl-i beyt hakkındaki meşhur “Tâiyye” kasidesinin değişik kütüphanelerde birçok yazma nüshası mevcuttur. Di‘bil’in, Abdülkerîm el-Eşter’in edebiyat kitaplarından derlediği ve “Tâiyyetü Dibil es-sâniye” adıyla neşrettiği bir “Tâiyye”si daha vardır (MMİADm., 1966, 41/135-142). 3. Kitâbü Vesâya’l-mülûk ve ebnâi’l-mülûk min veledi Kahtân b. Hûd. Torunu Ali’nin rivayetiyle kendisine nisbet edilen bu eserin bir nüshası bilinmektedir (Ambrosiana, G. 3/6, vr. 105a-141b); ancak eserin Di‘bil’e ait olup olmadığı kesinlik kazanmamıştır. Di‘bil’in günümüze kadar gelmemiş olan Kitâbü’l-Vâhide fî mesâlibi’l-Arab ve menâkıbihâ adlı bir eserinden kaynaklarda söz edilmektedir.


Di‘bil hakkında bazı müstakil araştırmalar mevcuttur. Bunlardan Abdülkerîm el-Eşter’in Dibil b. Alî el-Huzâî (Dımaşk 1984) adlı hacimli eseri şairin hayatı, eserleri ve sanatına dair tahlilî bir çalışma olup bu konuda yapılan diğer araştırmalar hakkında geniş bibliyografik mâlûmatı da ihtiva etmektedir. Diğer bazı çalışmalar da şunlardır: Muhsin el-Emîn el-Hüseynî, Dibil el-Huzâî (Dımaşk 1368); Curcîs Ken‘ân, Dibil el-Huzâî (Bağdad, ts.); Leon Zolondek, Dibil b. Alî. The Life and Writings of an early Abbasid Poet (Kentucky Üniversitesi yayını, 1961); Ali Abd Îdân, Dibil b. Alî el-Huzâî (Necef 1965).


Ekin Ekerken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar


Ekim işine başlayınca bu duayı okumak gerekir:


 بسم الله الرحمن الرحيم و توكلت على الله و ما توفيقى الابالله العلى العظيم


ikinci konu ise tarla sürmeye giderken yedi noktaya dikkat etmek gerek:


“1. İyi niyetli olmak.


2. Ettiği niyetinde sadık kalmak.


3. Dindar olmak.


4. Tekbir getirmek yani Allahu Ekber Allahu Ekber demek.


5. Allah’ın hükmünü yerine getirmek yani namaz kılmak, oruç tutmak ve bütün farzları yerine getirmek.


6. Sürekli abdestli olup zikir söylemek.


7. Allah’ın bütün buyurduklarını yerine getirmektir.”


Çiftçilerin ekin ekerken de şu sekiz konuya dikkat etmeleri gerekir:


1. Allah’a inanmak yani Allah’ın birliğini kabul etmek ve peygamber efendimiz Hz. Muhammet Mustafa salla’llâhü aleyhi ve sellemin bütün söylediklerinin doğru olduğunu gönülden tasdik etmek


2. Mürşitlerin ruhuna Kur’an-ı Kerim okuyup sevabını göndermek.


3. Her işe sağ eliyle başlamak


4. Ne kadar kızgınlığı varsa onu bastırmak.


5. Gönlünü ferah tutmak.


6. Her zaman abdestli gezmek,


 7. İyi niyetli olmak.


8. Allah’ı unutmamak. Başka bir konu ise çiftçi ekinin başına gittiğinde tarlasının etrafına dönmeden önce şu salâvatı okur:


اللهم صلى على محمد و على آل محمد كماصليت على ابراهم و على آل ابراهيم اند حميد مجيد


Sonra traktöre binerken şu ayeti okur:


هوالاول والآخرو الظاهر ولاباطن و هو بكل شئ عليم


Ondan sonra traktöre bağlayacağı aparatları takarken bu ayeti okur:


الذين يخشونه ربهم بالغبب لهم مفغرة وأجر كبير


Traktörü çalıştırırken bu ayeti okur


شَهِدَ ٱللَّهُ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَأُو۟لُوا۟ ٱلْعِلْمِ قَآئِمًۢا بِٱلْقِسْطِ


ondan sonra hareket ederken bu ayeti bu okur:


نصر من الله و فتح قربب و بشر المومين


Dört Büyük Mürşid


Dört büyük mürşit:


 1. Abdurrahman, 2. Abdülkahhar 3. Abdülcebbar, 4. Abdülaziz’dir.


Eğer sorarlarsa ki:


Abdurrahman kimdir? Âdem Saflullah’tır.


Abdülkahhar kimdir? Nuh Nebiullah’tır.


Abdülcebbar kimdir? İbrahim Halilullah’tır.


Abdülaziz kimdir? Hz. Muhammet Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)dır.


Dilek İçin


Rivayet ederler ki Buhara’da bu hikâye çok değerlidir. Çocuk, mal, dünya ve ahiret ve başka isteği olanlar Hz. Bahuddin Nakşibendi kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin annesi ruhu için yemek sadaka verip ona sığınırsa her ne haceti varsa giderilir, inşallah.


Verilecek yemek sadakası şu şekilde yapılır ve dağıtılır:


Bir kadın dışarı çıkabiliyorsa yedi evden un ister.


Eğer dışarı çıkamıyorsa odanın dört köşesinde dört tabakta un koyar her dört tabaktan azar azar un alır bir tencere sütlü umaç çorbası pişirir, ayrıca üç lavaş ekmek ve bir yağlı ekmek hazırlayıp dul kadın ve yetim kızlarla yer.


Erkeklere vermesin.


Sonra o mecliste Hz. Bibi’nin hikâyesini anlatsın. Eğer her kim bu çorbayı ihlasla yapıp ona sığınırsa veya Bibi’nin hikâyesini ihlasla dinlerse her ne isteği varsa Allah verir, inşallah.


“Hz. Bibi Seşenbe yemek yapıp istekte bulunan her kişinin isteğinin gerçekleşmesine kefilim” der, hikâye şöyledir: Bir yetim kız Üvey annenin elinde zor günler yaşıyormuş. Annesi her gün eline bir yumak pamukla bir sığır verirmiş. Her gün yaylaya çıkarak pamuğu eğirip sığırı da otlatıp gelmesini istermiş. Eğer kız pamuğu ipe çevirip getirmezse annesi kıza çok zülüm edermiş. Bir gün eline pamuğu ile ineğini alıp gelirken birden bire ineği kaçarak bir mağaraya girmiş. Kız da ineğinin peşinden mağaraya girmiş, birden gözü ay gibi aydın, yüzü ibadet nurundan parlayan içindeki güzelliği dışına yansıyan ibadetle meşgul olan bir kadın oturuyormuş. Kız selamlayıp içeri girer, Bibi ise selamına karşılık verip kızı okşayarak hal hatırını sorar. Kız ümitsiz ve muzdarip bir ifade ile annesinden çektirdiği sıkıntılar ve zorluklarını tek tek anlatır. Hz. Bibi Seşenbe kızın durumuna acıyarak “Kızım bundan sonra her gün benim yanıma uğra, ben sana dua ederim sen de gidip pamuğu ineğe yedir sonra arkasından ipleri topla” demiş kıza. Kız sevinçle her gün gelip Hz. Bibi’nin duasını alır. Dediği gibi pamuğu ineğe yedirip arkasından ipi toplar ve annesine götürürdü. Annesi buna çok şaşırır işin ne olduğunu çözemezdi. Bir gün kızın ineğini keser ve kız ise üzgün bir hal ile Bibi’nin yanına varıp ağlar ve “İneğin bahanesi ile her gün gelip mübarek yüzünü görürdüm, şimdi ise sizi nasıl görürüm” der.


“Düşman annem beni bırakmaz diye gözünden nisan yağmuru gibi yaş akar. Hz. Bibi kıza öğüt verip teselli ederek “Kızım ağlama git ineğin kemiklerini yere göm” demiş. Kız gidip ineğin kemikleri gömer. Kız her gün çok sıkıntı çekermiş. Bir gün o şehrin beyi düğün yapar, herkesi düğüne davet eder köyün genç kız ve delikanlıları süslenip düğüne giderler. Kızın üvey annesi bir elek dolusu darı ile mısırı karıştırarak önüne koyar ve “Ben gelinceye kadar bunları birbirinden ayıklayacaksın” der. Kendi kızını alıp düğüne gider. Kız ağlayıp oturmuş. Onun bir tavuğu varmış o da imdadına koştu gelip tohumları bir birinden ayırıp vermiş. Kız ise çok sevinmiş bu fırsattan yararlanarak hemen Bibi’nin yanına gelmiş.


Hz. Bibi “Kızım nasıl gelebildin?” diye sormuş. Kız “Şehrin beyi düğün yapmış tüm genç kızlar ve delikanlılar düğüne gitti annem de gitti. Bu arada ben sizi görmeye geldim” demiş. Hz. Bibi “Kızım sen üzülme, düğüne gitmek istersen git” diye dua etmiş. Cennete el uzatıp bir bohça, ipekten yapılmış elbise, bir kutu altın takı ve hizmet olarak da birkaç tane huri hazırlamış. Kızı süsleyip düğüne götürmüşler. Padişahın kızı geliyor diye Bey’e haber verdiler. Bey karşılamaya gelir ve onu haram saraya götürüp önüne sofra sererek çeşit çeşit yemek koyar. Bu sırada kız baktı ki annesi kapının önünde oturuyor. Önündeki yemekleri annesine göndermiş. Kendisi düğünden eve gitmek üzere yola çıkar.


[91. sayfa]


(Bu sayfanın yarısı yırtılmıştır).


kızı varmış diye duyarlar sonra savcı gönderirler. Üvey annesi ise bunu duyar duymaz kızı tandırda saklar ve kendi kızını süsler ama ayakkabı kızın ayağına dar gelir. Annesi kızın ayağını yontar yine ayağına gelmez. Bu arada kızın tavuğu sabırsızlanarak tandıra doğru işaret eder. Gelen kişi şaşırarak tandırı açıp bakar ve bir huri gibi kız tandırda oturmuştur.


(Bu sayfanın yarısı yırtılmıştır).


O sırada vasiyet aklına gelir: “Sen benim için yemek yapıp hikâyeyi her kese anlat” demişti. Sonra evin dört köşesine tabaklarda un koyar ve o undan alıp bir tencere umaç çorbası yedi lavaş ekmeği ve bir yağlı ekmek pişirirken bu sırada Bey kapıdan girer yemeği görünce sinirlenir ve “Benim servetime hakaret ediyorsun


[93. sayfa]


buna ne gerek var hala fakirliğe özeniyorsun” diyerek çorbayı döker ve çekip gider. O sıralar kavun zamanıydı. O kavun tarlasına gider dönüşte “Kızın gönlünü kırdım” diye pişman olur. Kızın gönlünü almak için üç adet kavun alıp heybesine koyar ve yola çıkar. Bu arada padişahın üç oğlu üç, günden beri kayıp söylentilerini duyar. Padişahın oğullarını aramaya çıkanlardan birinin gözü Bey’in heybesine ilişir. Heybeden kan aktığını görür. Heybeyi açıp bakarlar ki üç şehzadenin saçlarını birbirine dolaşmış durduğunu fark ederler. Hemen Beyi’ attan indirip boynuna ip takarak sürüklemeye başlarlar. Bey yalvararak kısa bir mühlet ister. “Bana izin verin çok büyük bir suç işledim eve gidip tövbe ederim, sonra bir kaşık kanım padişaha kurban olsun” der. Ona biri izin verir. Bey, eve gelip kıza sorar “O çorba ne çorbasıydı döküp büyük belaya tutuldum” diyerek ağlar. Kız olayı anlatır. Bey tövbe ederek Bibi Seşenbe için çok sayıda adak verdi ve umaç çorbasını da yaptırdı. Sonra dönüp tekrar cellâdın yanına döndü. Baktı ki halk müjde diye koşturmaya başlamışlardı. Bey bunu duyunca çok sevindi. Şehzadeler heybeyi açıp baktığında üç adet kavun olduğunu gördüler. Bu işe çok şaşırdılar ve bütün herkes istediğini buldu ve çok sayıda adak Hz. Bibi adına adadılar. Ondan sonra her kimin ne isteği olursa Bibi Sesşenbe annelerinin adına yemek yapardı. Onun hikâyesini hatırlayan herkesin bütün sıkıntılarını Allah giderir. Bu dünyada her murâdını varsa görür ve ahrette izzet ve saygı görür, inşallah.


آمين برحمتك يا ارحم الراحمين


Olmaz Olmaz


Söz: Qasım Qasımzadə


Mus: Zöhrab Abdullayev


İfa: Fatma Mehrəliyeva, 1957


Müşayiət: Əhməd Bakıxanov, XÇA Ans.


1.


Sahil sakit, çəkilibdir ayaqlar,


Coşan dalğa qayaları qucaqlar.


Deyəndə ki, gəl qayıqda gəzək, yar,


Çatıb qara qaşlarını nədən sən,


Olmaz-olmaz, olmaz-olmaz deyirsən?


2.


Ay ucalır, gecə olur tən yarı,


Əynin nazik, əsir dəniz rüzgarı.


Üşüyürsən, bir yaxına gəl barı.


Qəzəbdənmi, alovdan don geyirsən,


Olmaz-olmaz, olmaz-olmaz deyirsən?


3.


Sübh şəfəqə boyayanda aləmi,


Töküləndə çiçəklərin şeh nəmi,


Deyəndə ki, çatdı ayrılıq dəmi,


Buraxmayıb əllərimi əlindən,


Olmaz-olmaz, olmaz-olmaz deyirsən?


https://www.youtube.com/watch?v=11g8KvAAuag


Nefisler ve Renkler


Nefsin Sıfatları / Seyr Çeşitleri / Mahaller / Esmâ/ Nur Rengi


Emmâre/ İlelhüdâ/ Sadr / Lâ ilâhe illallah/ Mavi


Levvâme/ Lilhüdâ / Kalp / Allah / Kırmızı


Mülhime / Alelhüdâ/ Ruh / Hû / Sarı


Mutmeinne / Maalhüdâ / Sır / Hakk /Yeşil


Râziye / Filhüdâ Sırr-ı Sır Hay Beyaz


Merzıye / Anilhüdâ / Hafî / Kayyum / Siyah


Sâfiye / Seyr bilhüdâ / Ahfâ / Kahhar / Renksiz


Sevgi Allah’dır


“Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil’e: Ben falanca kulumu seviyorum sen de sev, buyurur.” [Buharî, Edep, 41; Müslim Birr, 48.]


“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse, Allah’ta ona kavuşmayı arzular.” [Buharî, Rikak, 21; Müslim, Zikir, 5.]


 “İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine Hakk’ı seven ve Hakk tarafından sevilen bir kavim getirir.” Mâide, 5/54.


“Kim benim bir velî kulumu zillete düşürür ve ona düşmanlık ederse, bana harp ilân etmişolur. Mümin bir kulumun ruhunu alma zamanında gösterdiğim tereddüt kadar hiç bir hususta tereddüt göstermişdeğilim. Çünkü kulum ölümden, ben ise onu üzmekten hoşlanmamaktayım. Halbuki orada yapılması gereken bir işbulunmaktadır. Kulum farz ibadetlerle bana yaklaştığı kadar başka hiç bir şey ile yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetleri îfâ ederekte sürekli bana yaklaşır. O kadar çok yaklaşır ki, artık ben onu severim. Bir kimseyi sevdim mi, onun kulağı, gözü, eli olurum.” [Buhârî, Rikâk, 38; İbn Mâce, Fiten, 16.]


Aptallık Bâkidir


Einstein’ın buluşunun büyük bir insanlık dramına dönüşmesi şüphesiz onun beklediği bir sonuç olmasa gerek. Hiroşimaya atom bombası atıldıktan sonra, “Yalnızca iki şey sonsuzdur, evren ve insanoğlunun aptallığı; aslında evrenin sonsuzluğundan o kadar da emin değilim” demiş olan Albert Einstein, aldatılmaya pek müsait olan insanlığı gözler önüne serer.


Svastika



M.Ö. 2000’lere dek uzanan eski medeniyetlerde 'iyi, mutlu, sağlıklı olmak' anlamına gelen ve devinen yaşamı sembolize eden svastika, Hitler tarafından basit bir ters çevirmeyle, tarihin akışını ters çevirme arzusu taşıyan nasyonel sosyalizmin sembolü olmuştur. İlginçtir, tarihi sıfırdan başlatacak üst insan düşüncesini üstün ırk olarak yanlış yorumlamış Hitler'e ilham veren Friedrich Nietzsche'ye göre, geçmişe dönmek mümkün değildir ve geçmişe dönmenin imkansızlığı ile nostalji reddedilmektedir.


Yüze Sen


Kenarında gezmediğin deryanın


Ne haddin ki ortasında yüzesin


Hakikatte yarım adam değilsin


Dava kılan elli ile yüze sen


Öldürme Metaforu


Siyasî iktidarlar, Hegel’in söylediği bir metaforu, politikalarında uygulaya gelmişlerdir. Hegel:


“Batı’da masum bir köpeği hiçbir sebep yokken öldürseniz size çok kızarlar ve katil derler; ancak köpek kuduz derseniz ve o köpeği öldürürseniz size kimse kızmaz” der.


Varlık ve Yokluk


 “Senin varlığın zâtınla, bizimki ise senin görüntün,


Allah‟ın farkı nereden nereye.


Senin varlığın mutlak zengin, yaratılmışlar ise dilenci,


Senden aldıkları varlık, kendilerindeki ise yokluk.”


 Celaleddin Devvani


Cinsi Cazibe


Dişi Örümcek’te Hayati Bey, kadının cinsel çekiciliğini, gazetede okuduğu bilimsel bir yazıdan yola çıkarak yorumlar:


- Şu “cinsi cazibe” denilen şeyi kabul etmek lazım; hatta evvelki gün gazetede okuduğum “Dalga Onde” meselesini de! Kadının vücudundan bir elektrik dalgası yayılırmış, eğer bu dalga aynı dalgayı neşreden erkeğinki ile karşılaşırsa arada aşk hâsıl olurmuş. Pekiyi anlamadım ama şimdi aklım kesiyor: Nurper’in dalgasiyle benimki uyuştu.


(R. H. Karay, Dişi Örümcek ,1964: 86)



Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar