Print Friendly and PDF

Kaygınızın Arkasında Gerçekten Ne Var?

|

 


Günümüzde kaygı o kadar sık yazılıyor ve konuşuluyor ki, buna yatkın olmayanlar genellikle şunu merak ediyor: Hayatın doğal bir parçası değil mi?

 Evet, zaman zaman endişelenmek gerçekten normaldir. Sorun, anksiyete bozukluğu olan kişilerin bunu çok sık yapmaları ve çeşitli nedenlerle keskin, yoğun deneyimler yaşamalarıdır. Bazen bu rahatsız edici bölümler panik ataklara bile dönüşebilir. Bu neden oluyor ve ne yapmalı?

 Ana şeyle başlayalım: bunun hala "sadece kaygı" mı yoksa zaten gerçek bir kaygı bozukluğu mu olduğunu nasıl anlayabilirim?

 Deneyimler ve semptomlar varsa bir hastalıktan bahsediyoruz:

günlük aktivitelere müdahale etmek

kontrol etmesi zor,

gerçek sebepler ve risklerle kıyaslanamaz,

uzun süre dayanmak

kişinin belirli yerlerden ve durumlardan kaçınmasına neden olur.

Kaygının aslında oldukça yararlı olabileceği gerçeğiyle çoğumuzun kafası karışır.

Örneğin, yaklaşan bir sınav, mülakat veya topluluk önünde konuşma hakkında bizi daha kapsamlı bir şekilde hazırlanmaya motive eden endişedir. Deneyimli sanatçılar bile sahneye her çıktıklarında gergin olduklarını itiraf ediyor ve bu şaşırtıcı değil.

Anksiyete, zihnin ve vücudun stresli, tehlikeli veya sadece tanıdık olmayan durumlara verdiği bir tepkidir ve “orta dozlarda” ayaklarımızın üzerinde durmamıza yardımcı olur. Ancak anksiyete bozukluğu farklı bir konudur. Sadece herhangi bir eylemde bulunmamızı engeller ve genel olarak zihinsel sağlığımızı olumsuz etkiler.

KAYGININ ANA KÖKÜ - VE ANA "TEDAVİ"

Kaygımızın arkasında ne var?

 En önemsiz durumlarda bile bizi bu kadar endişelendiren ve endişelendiren nedir?

 Cevap olabildiğince basit: kontrol ihtiyacı. Belirli olayların beklentisiyle bizi kelimenin tam anlamıyla “sallatan” odur.

Ancak sorunun çözümü, dikkatin odağında yatmaktadır. İster bir iş görüşmesi ister bir salgın olsun, belirli olaylarla karşılaştığımızda ne kadar endişeli veya sakin olacağımızı belirleyen şey, odaklandığımız şeydir.

Formül basit: etkileyemeyeceğimiz şeylere ne kadar çok odaklanırsak, o kadar çok endişeleniriz. Ve tam tersi: kontrol edebileceğimiz şeylere odaklanmayı öğrenirsek, daha sakin hissedecek ve daha net düşüneceğiz. Gücümüzün yettiğini düşünerek somut adımlar atıyoruz, bir şeyler başarıyoruz, bir tatmin duygusu hissediyoruz. Bu, daha az endişelendiğimiz anlamına gelir.

DEĞİŞEN DÜŞÜNCELER, DEĞİŞEN HAYATLAR

Söylemesi yapmaktan daha kolay görünüyor: Peki, kötüleşen bir iklim veya sona erdirmeyi bile düşünmeyen bir salgın gibi sorunlar nasıl düşünülmez?

 İşin sırrı pratikte, somut eylemlerde.

Başlamak için kendinize şu soruları sorun:

Kaygıma neden olan şeyi bir şekilde etkileyebilir miyim?

Eğer öyleyse, yakın gelecekte atabileceğim üç adım nedir?

Değilse, bunun yerine hangi üç şeye odaklanmalıyım?

Sonunda uzun vadeli hedeflerime ulaşmak için şimdi hangi kısa vadeli hedeflere odaklanabilirim?

Kontrolüm dışında olan şeyler hakkında endişelenmekten bana ne fayda sağlar?

 Sorunlarımı çözmeden ne elde ederim?

Söylediği gibi, bir sorunun çözümü yoksa, onun için endişelenmekle zaman kaybetmeyin, varsa daha da fazlasını yapın. Evet, elbette tüm kaygıları (en azından kısa bir süre içinde) boşa çıkarmak mümkün değildir. Ancak, dikkatimizi nereye odaklayacağımızı seçme gücüne kesinlikle sahibiz.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar