Print Friendly and PDF

İhvân-ı Safâ Risâleleri 8

|

 

İlahi ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
Sekizinci -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Kırk DokuzuncuRisâlesi

Rûhânîlerin Hallerinin Niteliği Hakkında[1]

Rahmân ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!


Allah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun,
“Allah mı daha hayırlıdır yoksa Ona ortak koşulan varlıklar mı?”[2]

Ey merhametli kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Bil ki, ruhânîlerin fiillerini bilmek ve onlara vakıf olmak cismânî âlemdeki biri için nefsinin cevherini ve onun bedenine nasıl etki ettiğini bilmeden mümkün değildir. Onun keyfiyetini bilince ve kavrayınca bundan sonra onun için ruhânîlerin âlemde bulunan tüm hallerini kavraması mümkün olur. Bu, onu yaratıcısını bilmeye ve var edicisini, onun bizzat yaptığı fiili ve yoktan yarattığı varlıkları yüceltmeye sevk eder. İnsanın yetkinliği bunu bilmekle gerçekleşir. Ruhânî ve melekî sureti bu şekilde tasavvur edebilir. Onun fiilleri meleklerin fiilleri ve onların cismânî âlemde ve İnsanî yaratılışta ortaya çıkan iş ve eylemleri gibi olur. Aynı şekilde secde eden meleklerden kulak hırsızlığı yaptıklarında cinlerin, şeytanların ve onların izinde gidenlerin fiillerini ve onları kovmak için izleyen ve her yandan kuşatan yakıcı yıldırımları ve delici şimşekleri de bilir: “Onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak bir söz kapan olursa onu da delip geçen bir ışık takip eder.”[3] Aynı zamanda âlemdeki Kirâmen Kati­bin[4] meleklerini, bedenlerden meydana gelen şeyleri inşa etmekle ve oluş ve bozuluş âlemini imarla yükümlü sorgucu Hafaza[5] meleklerini de bilir.

Bölüm

Ey kardeş! Allah seni desteklesin! Bil ki, akıl dairesi, Yüce Allah’ın nefsanî zihin tarafından idrak edilemeyen emrinden düzenlenmiş ve aydınlatıcı nurlar ise tümel nefsin ufkunda hiçbir hissin idrak edemediği ve dokunulamayan yerdedir. Ruhânî ve cismânî, saydam ve yoğun iki âlemdeki yaratılmışların vehimleri birinci daireden uzaktır. Onlar, kendilerine mahsus ve kendilerinden çıkan fiil ile muttasıftırlar. O, kendi altında ve komşusu olan şeyleri düşünen akıldır. Zihinler onun gayesine ulaşmadan döner ve onun dairesinde ve ihata alanında yer alanların bir kısmını atlarlar. O, yaratıcısının ilahlığını dile getirmesi, var edicisini tenzih etmesi ve ondan korkmasıdır. O bununla kendisinden çıkmadığı birinden görünen şeyin sıfatı gibi nitelenmiştir. Bu, ona özlem duyan, önünde boyun eğen, ufkunda sıralanan, kendi­siyle huzura kavuşan, üzerine dayanan ve ona dönen nefis konumundadır.

Bil ki, akıl dairesi, aydınlatıcı ve parlaktır. O orada duruluk ve aydınlığının şid­detinden çoğalmayan ve artmayan, bilakis varlıkta ve var etmede kendine özgü olan salt birlikle onurlanmış şey sayesinde parıldayan İlahî nurlar gibi görünür. Ancak kendisine benzeyen ve cinsinden olan şeylerin eklendiği bir şey çoğalır. Artmaya ihtiyacı olan şey artar. Artmaya ihtiyaç duyduğunda eksilmesi gerekir. Mantıkî lafız­larla ortaya çıkan sıfatlardan, nefsanî hayallerden ve maddî temsillerden münezzeh olan birlik, kendisinden meydana gelen şeyler yoluyla çoğalan birlik dediğimiz sayı­lardaki birin çoğalması gibi çoğalmaz. Çünkü o, çokluğun aslı ve yaratılış varlığının ilkesidir. O, kendisinden meydana gelen şeylerin tamamını kapsayan ilk dairedir. Bundan dolayı ona “önce gelen” denmiştir.

Aynı şekilde nefis dairesi de kendisinden sonrakinin “önce’sini izleyen ikinci gi­bidir. O birinciyi takip eder. Sonra heyûla konumundaki üçüncü ve tabiat konumun­daki dördüncü gelir. Aynı şekilde, sonuncusu yer dairesi olacak şekilde bu esaslardan meydana gelen daireler sıralanır. Bunlardan her birinin -Yüce Yaratıcının onu orada kılması ve oraya koyması sebebiylefailinin onu aşmaksızın sadece kendisiyle il­gilendiği ruhânî sınırları vardır. Bunların söylediklerimize delil ve anlattıklarımıza burhan olacak bir kısmını açıklamak istiyoruz.

Ey saygılı kardeş! Bil ki, Yüce Yaratıcı, bütün varlıkların babaları olan ilk iki eşi var etti. Onlar, ululuk ve alçaklık âleminde bulunanları kuşatan iki dairedir. Biri kuşatan, diğeri kuşatılandır. Birinci daire, kendisinden çıkan fiille nitelenmiştir. Bu fiil, tamlık, yetkinlik, üstünlük, feyz, rahmet ve merhamet, dairesinden altındakilere inen, onun edindiği, aldığı, kendisine akıtılan ve öğretilen hayır ve bereketlerdir. O, değişken lekelerden arınmış salt cevherliğinde iz bırakmak suretiyle bunu etkileyen taşmadır. Bundan dolayı sahip olduğu şeyler, Yüce Allah’ın dediği gibi, değişme ve dönüşme söz konusu olmayan bu İlahî işleri sürekli düşünmesi sebebiyle değişmez ve dönüşmez: “Allah’ın sözlerinde değişme olmaz.”[6] O, kendine özgü beka ve büyük kudret altında olma halinde kalıcıdır. Onun dairesinde aydınlanmasıyla zatı aydın­latır. O, kendisine özgü ve zatındakilerle altında bulunanlardan ayrılmış sıfatla yüce olan kudret nurlarıyla aydınlanır. Onun sayesinde var edicisini yüceltme ve yaratı­cısını zatında müşahede ettiklerinden ve varlıkları hakkında düşündüklerinden beri olmak suretiyle tenzih etme mertebesine erişir. Bu, onun güç ve kuvvetiyle olur. Eğer o, fiilin kendisinden olması sebebiyle onları sayma işleminde olduğu gibi kuşatır ve onlara mahsus olursa bu ancak ona yaptığı etkiye ve varlık mertebesinde olma­sını sağlayan cömertliğe göredir. Onun cömertliği sayesinde her mevcudun varlık kaynağı/ilkesi olur. Bundan dolayı akıl diye adlandırılmıştır. Çünkü o, bütün varlık­ların suretlerini akleder, onlara özelliklerini cömertçe verir, yerlerinde düzenlerini sağlar ve mekânlarında oluşturur. Işığıyla onu aydınlatır, üzerine taşırdığı feyz ile onda tecelli eder, Ona olan sevgi ve şefkatiyle nimet verilenin nedenine yaklaşır. Onun sahip olduğu şeyler tükenmez; çünkü madde ayrı değil, bitişiktir. Eğer o feyz olursa ondan kendi altındakilere, onlardan dolayı kazanmaksızın ve onlara muhtaç olmaksızın başkasına geçer. Daha doğrusu o, onlara kendi zatından sürekli varlık ve­rir. Eğer bu zatında bulunanların yetkinliğinden dolayı olsaydı onunla kendisini var eden nedeni arasında fark kalmaz ve ona muhtaç olmaz, bilakis zatındakiler sebe­biyle ona ihtiyaç duymaz, onlara ilişkin tam bilgi kendisinden uzak olmazdı. Allah, yarattığı şeyleri feyzinin hakikatiyle kuşatmaktan münezzehtir. Şanı yüce olan Allah, kudret ve emrinden dilediği kadarım, kendisine hâlis kulluk edilmesi, ilahlığınının kabul edilmesi, sürekli yardım istenmesi, kendisini daima teşbih ve takdis edip yüceltilmesi için memnun olduğu yaratma fiiline taşırır. O bununla talebini idrak eder, aşinalığının gayesi, kutsallığının ruhu, mutluluk ve sevinci olan zatına ulaşır. Allah’ın cömertliği sayesinde onun kendisini kuşatan şeyin ufkunda bir mertebesi vardır. O emirdir. İdrak, emrin tamamına erişemez. Onunla ancak, içinde yaratılmış olup onun kuşattığı ve kuvveden fiile çıkardığı varlıkların suretleri idrak edilir.

Akıl böyle olunca nefis akıldakilerin tamamını mevcut sıfatlarının yetkinliğiyle kendisine ait bir vasıta olmadan kuşatamaz. Bunu ancak destekleme aracı yaptığı ve peş peşe taşırdığı şeylerle yapar. Eğer ondakilerin tümünü bir defada kabul ederse, onun içine aldıklarıyla genişlemeleri ve ulaştıklarını kapsamaları sebebiyle, bununla onlar arasında fark kalmaz ve bunun onlara üstünlüğü olmaz. O, altındaki şeyleri, aklın onları kavraması gibi kuşatır. Nefis dairesi, kendisinde bulunanları nedeninden olmaya başladığı sırada kuşatır. O bunların zatıdır ve ondan çıkanlar onun varlıkla­rıdır. Kendisine öğretilen ve taşırılan şeyleri orada kabul eder. Onun kendisine has fiili, orada yaratılan ve maddede nefisle şekillenen suretler sebebiyle ondan kaynak­lanan ve sudur eden tabii güçtür. O, akıldaki bütün gayri maddî suret ve cevherleri onun kendisine öğrettiği ve verdiği şeyler olmadan kuşatamaz.

Bu böyle olunca tabiat, her an, her zaman ve her zamansal ve doğal hareketle bir­likte bir şekil, bir tür ve bir renk ortaya çıkarır. Onun gariplikleri sayılmaz, ilginçlik­leri bitmez. O bunları kendisine verilen ve taşırılan tümel nefis, yayılan felekî güçler ve topraktan meydana gelme ve bedensel yaratılışla görevli meleklerle birlikte inen şeyler sebebiyle peş peşe ortaya çıkarır. Onlar bu suretleri annelerin cevherlerine yerleştirirler, unsurların tabiatlarında gösterirler ve onlardan meydana gelen hay­van ve bitkileri yetkinleştirirler. Onlar bunlardan sorumlu ve işlerinin tamamlayıcısıdırlar. Onlardan her birinin ayrılmış bir parçası ve belli bir nasibi vardır. Nitekim Yüce Allah, saygın melekleri ve muhteşem orduları hakkında hikâye ederek şöyle demiştir: “Bizim içimizde belli bir makamı olmayan hiçbir kimse yoktur"[7] [8] Yüce Allah onlardan hikâye ederek şöyle demiştir: “Şüphesiz biz sıra sıra durur ve Allah’ı teşbih ederiz”^ Yine haberde şöyle denmiştir: “Yağmur damlalarından her biri ile birlikte, gece ve gündüz saatlerinden her biri ile birlikte, her insan ve hayvan ile birlikte, her cin ve şeytan ile birlikte iftira etmeden Allah’ı teşbih eden ve emredildikleri şeyleri yapan melekler vardır. Onların her biri bir makamdadır. Onlardan her birinin gö­revli olduğu özel fiilleri vardır.”

Bundan dolayı tabiat, zamanın geçmesi, günlerin değişmesi ve her yerde gözle görülür anların her birisiyle birlikte yeni bir renk şeklinde ortaya çıkar oldu, işleri ölümsüz ve kalıcı oldu. Oradan bozulmayla yok olan ne varsa, onun yerinde benzer şekilde ancak daha çok olarak yenisi var olur. O, önce ilk hareketle başlayan dolap hareketinin gücü gibi, varlıkta kendisinden önce gelen şeyden kaynaklanan(sudur eden) ve yayılan bir güçtür. O, dolabın aletinde kullanılan hayvani harekettir ve do­labın kaplarını bir defasında kuyunun dibine indirecek ve dolacak, sonra onu yukarı kaldıracak şekilde bir aletten diğerine iletilir. Böylece dolu olan kap oradan boş dö­ner, sonra dolar. Hareket bitişik olduğu sürece böyle devam eder. Hareket o aletin hareket ettiricisi olan bu hayvanın kullanıcısına ulaştığında istediği doldurma ve bo­şaltma, hareketi tutar ve dolap, kaldırma ve indirme işlevi görmez. Tabiatta da böyle etkide bulunur. O, hareket ettirici ve döngüsel olan felekî alete ait ve ona bitişik bir harekettir. Tümel nefis, aklî güçle ona bağlıdır. İlahî bir dilemeden, onun dışında kimsenin bilmediği birinin emriyle rabbani bir inayetten ve duyu algısını idrak et­meyen bir kimsenin emrine yönelmiş ihtiyarî bir iradeden kaynaklanır. Böylece du­yulurlar bütününe katılır. İdrak edilen bilgi ancak, yaratıkların son bulduğu sıfatlar ve sınırlardan arınmış olmasıdır. O zaman varlıklar tikellerin fillerini yapamaz olur. Fakat o, hakkında ne geçersizlik ne de iptalle sonuçlanan sürekli bir söz söylenmiş bir emirdir. Nitekim o şöyle diyordu: “Allah bunu haksız yere yaratmadı”[9], Onun sözü: “Biz bir şeyin olmasını istediğimizde sözümüz ol demekten ibarettir; o da oluverir”[10]

Var olanlar emir ile oldular. İrade, oluşu öncelemiştir. İlk yaratma, oluşun gerçek­leştiği yerdir. Şeyler, onun sayesinde yokluktan varlığa geçen haricî şeyler olmuştur. Oluşlarıyla mekânda yer kaplarlar ve varlığıyla mevcut ve tamlık ve yetkinliğe muh­taç bir sureti bilfiil ortaya çıkarmak için onları altındakilere ileten var edicilerinden zatlarıyla varlık olarak ayrılırlar. Bu, erkeğin kendisindeki spermi (nutfe) güçlü bir şekilde dişiye iletmesine benzer. O bunu kabule hazır hale gelir ve nefis gücü ve Güneş vasıtasıyla ilişki kuran şey sayesinde onunla birleşir. Nefse hayat veren, aletin tamamlanması esnasında bedeni yetkinleştiren ve en üstün halde olmasını sağlayan şeyleri aklın etkisiyle onun üzerine yansıtır.

Bundan dolayı biz şöyle dedik: İlahî daire ve yüce aklî suretler, irade kalemiyle yazılmış satırları parlayan bir kitap ve onu koruması sebebiyle içinde korunan dile­me levhasıdır. Kuvvetleri altındakilere, ona ait ruhânî, basit, nuranî ve tümel nefis dairesinde oluşuyla onda çıkan şeyler olacak şekilde onunla yayılır. Onların her birisi, düzenli satırlarda ve çizilmiş çizgilerde kısımlarında sıralanmış, nizamında düzgün ve birbirini geçmeden duran dizili harfler gibi onu geçmeyen bir makamdadır.

Akıl, bütün bu emirleri nefse indirir ve onu bunlarla destekler. O, akıldan kendisi için yardım ister, bu da ona yardım eder. Bu ona Yaratıcısının feyzini iletir. Bundan dolayı aklın, Rabbine nefse benzediğinden daha çok benzediği söylenmiştir. Çünkü yaratıcının cömertliğini onun sürekli emriyle alır. Nefis de ondan aklın kendisine yaptığı yardımı alır. Nefsin akla nispeti, aklın onun altındakilere nispetinden daha yakındır. Varlıklardan her biriyle ilişkili güçlerin herhangi birisinden kaynaklanan, ona ait ve ona nispet edilen maddî fiiller de böyledir. Onların ilki, dalların anneleri olan esaslardır. Onlar, birleşik terkiplerden uzak olan mutlak ilk cevherlerdir. Bu sıfatı taşıyan ilk cevherler, akıl ve nefis âlemidir. İkinci cevherler, hareketlerini görevli meleklerin sağladığı yüksek felekler âlemine mahsus olan tabii ve maddî güçlerdir. Onlardan çıkan dallar, süfli anneler, tikel unsurlar, cisimsel tabiatlar ve onlardan doğan ve oluşan hayvan ve bitkilerdir. Allah’ın onlar üzerindeki halifesi ve emini, her dönemdeki şeriat sahibinin nefsi olan tikel nefistir. O onları aşağı âlemde yönetir. O, sanatın sağlam yapmasıyla var olan hikmete dayalı bedenle birleşir. On­ları tamamlayan şey, yaptıklarından oluşan tabiat işleridir. Nefis, bedendeki her şeyi onun mertebesinde sıralar, menfaatinden çıkarır ve onu gayesine ulaştırır. O, aşağı âlemde ve yerin merkezinde Allah’ın halifesi ve yeryüzündeki madenler, bitkiler ve hayvanların yönetiminden sorumlu meleğidir. O, ikinci daire olup feleği, tümel ne­fisle ilişkili tikel nefsin bağlı olduğu döngüsel bir harekete sahiptir. Orada doğan yıl­dızlar, parlayan nurlar, emredildikleri şeyleri yapan, yüksek zatlarıyla ruhânî, yoğun bedenleriyle cismânî olan potansiyel olarak (bilkuvve) melekler vardır. O melekler­den her birinin ordusu ve yardımcıları vardır.

Ey kardeş! Bil ki, insan dairesinde, nefis ve tabiat dairesindeki şeyler görünür. Çünkü insan, ona ait şeyleri meydana getirir, onu söz ve davranışla açıklar. Söz, felekî hava olaylarını, yıldız hükümlerini, nefsin sıfatını, kuşatan felek ve altındakilerle ilişki şeklini söylemek ve aklın onun ilk varlık ve en üstün zat olduğunu bilmesi gibidir. Akıl, Aziz ve Çelil olan Allah’ın birlenmesin! ve tenzih edilmesini söyler. O, Allah ile altında yer alan yaratıkları arasında vasıtadır.

Amel/iş, “Amelî (Pratik) Sanatlar Risâlesi”nde bahsettiğimiz şeyler gibidir. Yüce Allah’a yaklaştıran amellerle yaklaşmaktan bahsettiğimiz gibi, bu risâlede ruhânî ve nefsânî dairelerin sıfatını, her dairede oturan melekleri ve onların fiil ve üstünlükle­rinin nasıl olduğunu anlatmak istiyoruz. Aydınlatıcı nurları ve parlak şahısları olan düzgün dairelerden bahsetmeyi bitirince ters döndürülmüş karanlık dairelerden ve ters yüz edilmiş şeytanî suretlerin sahiplerinden bahsettik. Onu bilmekle insan, cen­net, cehennem ve oranın halkının her bir şekle özgü fiillerinin hakikatini bilir.

Bu üstün hikmete vakıf olduğun ve bu yüksek dereceye çıktığın zaman, ulaşan kardeşlerini ve felsefi (hikemî) ahlâk ile bezenen ve İlmî makamları bilen seçkin dostlarını onunla onurlandır. Bil ki, bu şer’î ve İlahî risâlelerimiz, ortaya koyduğu­muz şeylerin cevherleri ve telif ettiklerimizin hâzineleridir. Sana arz ve tahsis ettiği­miz bu kitabı kardeşlerimize emanet ettik. Allah onları ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin!

Bölüm

Allah’ın Bizzat Yaptığı Fiil ve Kendisine Yakışan Sıfatları Hakkında

Ey kardeş! Bil ki, aklın yaratıcısına nispeti (aidiyeti), altındakilere nispetinden daha yakındır. Altındakilere nispeti ise önce nispet edilen kimse için ondan daha yakındır. Ortaya çıkan asıllardan her biriyle ilişkili güçlerin birinden kaynaklanan fiiller, ona mahsus sıfatlar ve meydana gelen bileşikler de böyledir.

Akıl, ismi yüce olan yaratıcısına en yakın şey ve onun emriyle altındakilerin f aili (öznesi) olunca, onun kendisini bizzat yapan Yüce Yaratıcının fiili ve eliyle yazdığı kitabı olması zorunlu oldu. O, kendisine muhalefet eden bir ortağı ve karşı çıkan bir zıddı olmayan meliktir. Bilakis o, hâlis ve saftır, kendisinde değişim ve dönüşüm olmaz. Nurları parlak, eserleri görünürdür. Kendisinden kaynaklanan ve olan şeyleri ihtiva eder ve kuşatır. İşte bu, Allah’ın kendisine mahsus ve mensup, hiçbir farklılık olmayan fiilidir.

Fâil kendi fiiline suret ve misalini verdiği ve ortaya çıkardığı işler üzerindeki, kuv­veti oluşturan kudretiyle onu desteklediği zaman akıl, Aziz ve Çelil olan Allah’ın emir ve kudretinin mahalli olur. Bazı vahyedilmiş kitaplarda nakledildiğine göre, Allah Âdem’i kendi suretinde ve örneğinde yarattı. Aziz ve Çelil olan Allah’ın sözü: “Göklerde ve yerde bulunan en yüce örnek ona aittir.”[11] Aynı şekilde filozoflar da ne­denlide nedenin etkilerinin bulunduğunu söylemişlerdir. Böylece sağlam fiiller ve sanatlar failinin hikmetine delalet eder, ona nispet edilir ve o bunlarla nitelenir. Biz, layık olduğu fiil gibi layık olduğu sıfatı da anlatacağız.

Ey saygılı ve merhametli kardeş! Bil ki, Yaratıcının (cc) ilim, kudret, kuşatma ve hayat gibi sıfatları, yaratılmışların cismânîlere ait fiillerle bağlantılı anlayışlarına yaklaştırma yoluyla, yaratılmış ruhânîlerde bulunuşları bakımından olmaksızın ruhânîdir; onlara layık, mensup ve birbirinden olan fiilleri meydana getiren, var eden ve yaratan şeylerdir. Bunlar, insan ve hayvanla ilişkili olacak şekilde akıl ve altındakilere özgüdür. Onlardan her biri, liyakatine göre, Allah’ın yarattığı şeylerden bir kısmına sahiptir. Bu nedenle Yüce Allah şöyle dedi: “Her şeye yaratılışını ver­di, sonra yol gösterdi”[12] Bu sıfatlara bütün varlıklar ortak olunca tenzih bakımından Yüce Yaratıcının kendine mahsus fiili gibi özel sıfatlarının da olduğunu anladık. On­ları yüksek istek ve gayretle, filozofların kitaplarını incelemek ve âlimler ile kitap sahibi zikir ehline sormak suretiyle araştırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz”[13] Biz, Allah’ın ihsan ve hediye ettiği şeylere va­kıf kılındık. Biz bunların burada anlatılması uygun olanları anlatacağız. Akıl sahibi ve Allah’ın doğruya muvaffak ettiği kimselere bu kadarı yeter.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, Yüce Allah’ın hiçbir mahlûkunun ortak olmadığı sıfatları ve kendisinden başkasının bilmediği bilgisi şunlardır: O var eden, icat eden, yaralan, oluşturan, kudret sahibi, bilen, diri, mevcut, ezelî ve fâildir. O, varlığa cömertliğin den bu sıfatları ve kendisine gereken ve yakışan şeyleri verir. Akla bunlardan var eden, meydana getiren, diri, kudretli, icat eden, bilen, fail ve mevcut olduğunu ta şırdı. Akıl, kendisinden kaynaklanan şeylerin var edicisi, yapılan manasında yapan, meydana getirilen ve nedenli manasında meydana getirici, kendisine verildiği gibi altındakilere hayat veren ve ondan sudur eden fiillerinin varlığıyla var edendir.

Ruhânîlerin ve cismânîlerin sıfatları ve onlardaki ortaklıkları da böyledir. Onlar, kendisiyle ruhânîler ve cismânîler hakkında konuşulan tikel (cüzî) sıfatlardır. Bu sı­fatlar, tıpkı varlık ile yokluğun, ilim ile cehaletin, hayat ile ölümün, kudret ile acizli­ğin, hareket ile durgunluğun, aydınlık ile karanlığın bitişik olması gibi zıtlarıyla bir­likte onlara bitişiktir. Bütün bu varlıklar, nitelenenlerdeki sıfatla zıtlarına bitişiktir. Yüce Yaratıcı bunlarla nitelenemez. Aksine o, varlık ve yokluğun yaratıcısıdır; dolayısıyla yaratma ile özelleşmiştir. Ölüm ve hayatı var edendir; dolayısıyla beka ile özelleşmiştir. İlim ve cehaleti meydana getirendir; dolayısıyla ilimle özelleşmiştir.

Ruhânîler ve cismânîler gibi mahlûkların var edilen fiil ve işleri de böyledir. Bun­lar, onlardaki emanetler ve birbirlerinden istifade etmeleri suretiyle onlara akıtılan (feyezân eden) etkilere göredir. Hatta Yüce Allah onların hepsinin var edicisi ve on­ların hayat vericisidir. Sonra ne o, manada onların sıfatlarıyla nitelenir, ne de onlar bunlarda ona ortaklığı hak ederler. Onların birtakım derece ve makamları vardır. Onlardan her birinin altındakilere göre fazla ve üstünlüğüyle temayüz eden bir sıfatı vardır. Bu düşünen kimselere gizli kalmayan bir varlıktır. Kudretin duyarlı canlıdan insana kadar bütün hayvanlarda olması böyledir. Onun fertlerinin her birinde onu diğerlerinden ayıran bir kudret vardır. Hatta onun sonu, insanın tamamı karşısın­daki kudretidir. Bu, bedensel güç şeklinde de olur, ruhsal karakter şeklinde de olur. Sonra insanı hayvandan ayıran özel ilim söz konusudur. Onlar ilimde eşitlik şeklinde değil, tenzih, ayrılma, tabakalarda yükselme ve derecelerde yukarı çıkma şeklinde ortaktırlar. Hatta onların ilimdeki son sınırı, onların peygamberi kendi zamanında, kendisine, altındakilere öğretmen olmaya uygun ilme özgü yüksek âlemden ilime ait bir güç taşan filozofu kendi vaktinde bilmeleridir.

Bil ki, onlara, yani insanlara ihtiyaç duydukları şeyleri öğreten insan, Yüce Allah’ın onlar arasındaki halifesi, üzerlerine tayin ettiği eminidir. Sonra hayat da aynı şekilde intikali hareketle mevsuf olan bütün hayvanlar arasında ortaktır. Her hayvan, ha­reketli ve canlıdır. Onlar, aynı durumda olmadıkları için eşit değillerdir. Onlar kısa ömürlü, uzun ömürlü ve orta ömürlüdürler. Daimî hayat ile temayüz eden kimse, insanlık suretinden meleklik suretine, Ay feleği altından üstüne intikal eder.

Sonra ruhânîler ve meleklerin sıfatı da böyledir. Dereceleri farklı olmakla birlikte bu sıfatlara onlar da ortaktırlar. Onlardan her birinin paylaştırılmış bir parçası ve belli bir derecesi vardır. Böylece akıl orada onların son sınırı olur, onların önüne ge­çer ve onlara iyilik eder. Sonra o, itaat, huşu, kusur ve yaratıcısını idrak etmek, sahip olduklarının özüne ulaşmak ve onun başlangıç ve sonunu bilmekten aciz olduğunu itiraf etme hususunda ondan başkasının ulaşamadığı, kendisine ortak olmadığı ve sa­dece onun sahip olduğu bir derecededir. Bundan dolayı nefse, Yüce Yaratıcının emri konusunda itaat, huşu ve hayreti o verir. Ona bundan sadece kendisine açılan şeyleri taşırır ve ona kendisine verildiği nispette verir. O, kendisine ilk tamlık ve yetkinlik taşırılan şeyin yaratılmasıdır. O zaman ruhânîlerin akıl ve nefis âlemiyle ilgili fiille­rini Yüce Allah’ın emretmesi sebebiyle verirler. Onlar ona yakınlıkta kendilerine alt­larından kimsenin ulaşamayacağı bir konumdadırlar. Bundan dolayı melekler, bu­nun sonuncusuyla ilişki kurmasına kadar onlara başkasının sahip olmadığı şekilde yakın kimseler olmuşlardır. Onlar, Ay feleğinde oturan meleklerdir. Onların, verilen ve taşırılan ruhsal maddeler ve içlerinde ilahi dilemeden kaynaklanan emanetlerle ilgili aklî kıyaslardan oluşan kendilerine uygun fiil ve işleri vardır. Onlara ait tikel nefsin maddeleri, cismânî cevherler, tabii güçler ve yeryüzüne ait şahıslar, dileme tamamlanıncaya ve ilk hareketin gerektirdiği kesin hüküm ulaşıncaya kadar ilk hareketin hareketliye bir önceliğinin olması içindir. Ateş dairesi kutbu çevresindeki bu hareket varlıkların ulaşması içindir. O ebedî olup, varlık alanına yayılan şeyler, bi­linen bir şey olmak için oradan hareket ederek iner ve hamd, yüceltme, tespih, takdis ve tenzih ile şöyle der: İsmi yüce olan Yaratıcı, ne meydana getiren, yapan ve yapılan olmaları bakımından ruhânîlerin sıfatıyla ne de duyularla idrak eden cismânîlerin sıfatıyla nitelenir. Onun sıfatı, anlayışımız bakımından ancak kadim, ezelî, nedenleri nedenli yapan, etkilenmeyen fâil, dilediğini yapan ve yaratan var edici ve cevherleştiricidir. O her an biri diğerini meşgul etmeden bir iştedir. Bu gün, âlemin gün­lerinden değildir. O, ufkunda aklî daire sıralanmış olan İlahî dairenin günlerinden bir gündür. O, ilk hayatı ve son hayatı yaratandır. Ondan başka ilah yoktur. Ahiretin ve dünyanın Rabbidir. Kendisini birleyeni Mevâ cennetine çıkarır, inkâr edeni derin cehennem çukuruna düşürür. Onun özel fiili, emriyle olan şeydir.

İşte bu, ona mahsus fiildir. O, isimleri açılmış defterde yazılı satırlarda kayıtlı, temizlerden başkasının giremediği, azgınlara yakın olan uzak günahlardan kurtulan, ondan gelen ve ondan çıkarak altındakilere ulaşan şeyleri levhada yerleşmesi için bilkuvve suret yapan itaat nurlarının mutluluklarından nasiplenmiş kimselerden başkasının oturmadığı mamur eve yerleştirilmiş olan özellikleri olan kimselerin etkilendiği kimsedir. Sonra onun misali, tabii dairede nefsanî, mekânda zamansız hareket eden, bizzat zamanın dışında ve zaman içinde ondan etkilenen bir suret meydana gelinceye kadar görünür. O, ilk olan zatıyla zamanın hareketi altına girmez. Zaman, mekân ve varlığın yaratıcısını tenzih ederim. Güzel isimler ve yüce misaller onundur. Yüce Allah dedi ki: “İster Allah, ister Rahman, her ne şekilde dua ederseniz edin, güzel isimler ona aittir”[14]

Bu şaşırtıcı sıfatlar, yaratıcıyı bilme konusunda akıl sahiplerine aittir. Bunlarda kendisine başka hiç kimsenin ortak olmaması sebebiyle o bunlardan münezzehtir. Onun fiili bizzat yaptığı ve kelimeleriyle var ettiği bir fiildir. Bunlar, mevcutları için­de vardır ve yeryüzünde ve göklerinde yazılıdır. Onlar, onun ufuklar (âfâk) ve ne-

fişlerde (enfüs) yazılı ayetleridir. Onları düşünen ve onlara vakıf olan kimse, apaçık gerçeği derinden düşünür ve dosdoğru yolu inceler.

Bu, nutkî (söylenen) söz ve lafzî anlatımın cisimsel alet, İnsanî suret ve yakın melekler vasıtasıyla teşbih, kutsama, yüceltme ve övme şeklinde gerektirdiği sebebiyle Aziz ve Çelil olan Allah’ın sıfatlarının ve onlara mahsus fiilinin bilgisidir. Ancak o, bundan başkadır. Kullardan her daireye mensup olanlar için ona uygun ve layık şeyler vardır. Nitekim insanın Yaratıcısı hakkındaki bilgisi hayvanın bilgi­sinden daha üstün ve büyük; hayvanın bu konudaki hissi bitkinin hissinden güçlü; bitkinin bu husustaki hissi de madeninkinden daha çoktur.

Madenî cevherlerin ibadet için hareket ve Yüce Yaratıcıyı ikrar etmeleri, resim ve sureti kabul etmeleri şeklinde ortaya çıkar. Bu onların ibadeti, itaati, boyun eğ­mesi ve huşu duymasıdır. İtaatten zevk alması ve ona özlem duyması bunlardandır. Kabulde en hızlı, surette en güzel, kudrette en ihtişamlı ve bu konuda en yüce olan şeyler de onlardandır. Bundan habersiz, suret almayan, ateşte erimeyen, parlaklığı ve saflığı olmayan, sert kaya, tepe, taş ve çorak arazi gibi faydasız şeyler de onlardandır.

Bitkinin ibadeti, onda görülen hareketlerdir. O havayla birlikte sağa sola gittiğin­de rükû ve secde eder, yapraklarının kımıldaması, dallarının hareketi, tomurcuk ve çiçek çıkarması ve hayvana meyvesinden vermesiyle tespih ve takdis eder. Onların faydasız ve ateşten başka şeye yaramayan kısımları da vardır.

Hayvanın ibadeti, insana hizmet etmesi, onunla birlikte gittiği yere gitmesi ve kendisiyle yaptığı işlere sabretmesidir. Hayvanlar içinde yırtıcılar ve vahşiler gibi in­sana asi, nankör ve itaatsiz olanlar da vardır.

İnsanın ibadeti ise Yüce Allah’ın ona vacip kıldığı ve hediye ettiği şeylerdir. Bu, yeryüzündeki ibadetlerin en görkemlisi ve hayvani bilgilerin en yücesidir. Onun konuşma fazileti, altındakilere kudret üstünlüğü, yaratılış yetkinliği ve boy düzgünlüğü vardır. Âlemlerin toplamıdır. O iki uca yakın sınır ve iki taraf arasında orta gibidir. Ey kardeş! İbadet ve itaate teşbih ve takdisin en zâhidane (sufıce) gaye ve nefsinin bulacağı en büyük tat oluncaya kadar düşkünlük göster. O zaman cismânî gıdadan nefret edersin, ondan hoşlanmazsın, onu özlemezsin ve ölümsüz diri oluncaya kadar melekût bahçesinde olursun.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, ibadetten gafil ve günaha dalmış olan insan, hayvandan, bit­kiden ve madenlerden daha değersizdir ve aşağıların aşağısına döndürülür. Çünkü insan şekil almadığı halde madenî cevherler alır; insan Rabbine rükû ve secde et­mediği halde ağaç eder; insan Rabbine itaat etmediği, onu bilmediği ve bulmadığı halde hayvan insana itaat eder. Bu gaflet ve unutmadan Allah’a sığınır, ondan tevbe ve vazgeçme isteriz. O, ihsan sahibidir.

Bölüm

Aklın Fiillerini Bilme Hakkında

Ey kardeş! Bil ki, faal akıl, ilk icat ve en yetkin yaratmadır. O, Allah’ın zatıyla yaptığı ve kelimesi ve kudretiyle var ettiği fiilidir. Cömertçe verdiği varlığını onda takdir etti. Bu burhan, bahsettiğimiz konuda bize karşı gelen kimsenin dile getirdi­ğimiz şeyi inkâr edemeyeceğini ve anlattığımız hususta muhalefet edemeyeceğini gösterir. Yoksa açıkça ortada olan şeyi reddetmiş olur. Konuya geri dönüyor ve di­yoruz ki aklın kendine özgü ve ondan ayrılmayan fiili vardır. O, o olması nedeniyle yakındır.

Akıl, yaratıcısının cömertliğini kaybetmeyip, aksine bulduğunda onun hâkimiyeti, kuşatması ve emrinin kendisine ulaşması içinde düzene sokulmuş olarak ona yakın olacağı yerde bulunması gerekir. Böylece ikinci yaratmanın ondan kaynaklanması, ondan ortaya çıkması, şevk ile kendisinden ona yönelmesi ve ondan başlayıp ona dönmesi gerekir. O, ona şevk ile yönelinceye, ondan yararlanıncaya ve kendisi için kaimlik sureti olan şeyi ondan alıncaya kadar ona yakındır. O, Allah’ın hâkimiyetinde düzene girmiş olan küllî nefistir. O, nefse cevherinde bulunan faziletleri taşırır. On­dan aldıklarıyla tamamlanır ve mutlu olur. Onun kendisinden yüce ve kendisini ku­şatan zatını araştırma inceliğiyle düşünmekle, ona özlem duymak ve rağbet etmekle dairesinde ona özgü mülahazası örülür ve zatında o gerçekleşir. Onu gözlemlemek ve ondan yardım istemek suretiyle düşündüğünde, tıpkı öğrencinin hocasından bilgi aldığı zaman yaptığı gibi, onun dairesinde şekiller halinde gördüklerini örnek alarak döner. Benzeme ve taklit etme yoluyla öğrendiklerini temsil etmeye döner. Nitekim bu, çocuklarda babalarının mesleklerini taklit etmek ve yaptıklarında onlara benze­mek şeklinde ortaya çıkar. Bu onların karakterlerine ve akıllarına kendilerini sanat­lara ve işlere yöneltmesi için yerleştirilmiştir. Çünkü bunda onlar için tam fayda ve dünya evinin imarıyla ilgili genel iyilik vardır.

Bu resim ve şekiller nefis dairesinde meydana geldiğinde, onları onun ufukla­rında sıraladığında ve dairesinde bina ettiğinde onları altındakilere vermeye başlar ve onların oraya yerleşmeleri ve oradan olmaları gibi ona yerleştirilmesini üstlenir. Maddî bedenleri kuşatan doğal güçler başlar ve üzerlerine nefsanî nurların yansı­ması ve sayelerinde ruhânî güçlerin birleşmesi için onlardan aydınlık bedenlerde, karanlık bedenlerde ve maddî bedenlerde bulunan şeklî resimler ve aydınlık renkler meydana gelir. Onlara melek gücü, felek iradesi, aklî güç ve İlahî dileme ile öğretilen hikmetlere dönüşür. İnsanî yaratılış ve suretler, hak ile kaim olarak, doğruyu söyle­yerek, Yüce Yaratıcının birliğini, yaratılışlarının oluşunu, yapılışlarının sağlamlığını ve bünyelerinin yetkinliğini dile getirerek ortaya çıkar. Bu, yaratıcılarının onlarda var ettiği ve onlara ikram ettiği varlığıyla gerçekleşir. Bu, büyük âlemin suretine ben­zeyen bir surettir. Bundan dolayı küçük âlem diye adlandırılmıştır. Sonra onların aşağısında hayvan suretleri, yapılarının ilginçlikleri ve bileşiklerinin harikaları var­dır. İnsanın sureti kendisi için büyük âlemde apaçık kitap ve dosdoğru yoldur. O, içinde küllî nefse ait bir tek insan bulunan şeydir. Bu nefis, tıpkı küçük âlem olan insanın nefsinin bedenin bütün eklem ve organlarını hareket ettirmesi gibi, Yüce

Allah’ın izni, dilemesi ve karar vermiş iradesi ile onun feleklerini yönetir ve yıldızla­rını hareket ettirir.

Ey kardeş! Bil ki, bu nefsanî hareketlerin Ay feleğine ve altındaki unsur ve do­ğanlara bitişik güçleri ve onlarda ortaya çıkan ve sayısını Yüce Allah’tan başkası­nın bilmediği fiilleri vardır. Bu, “İnsanın Yapısı Risalesi” ve “İnsan Küçük Alemdir Risâlesı'nde açıkladığımız gibi, tıpkı insanın bütün beden ve eklemlerinde nefse ait çok sayıda fiillerin olmasına benzer.

Bil ki, âlemin tamamının cismi/bedeni, “Sema ve Alem Risâlesı’nde açıkladığımız gibi, on bir küreden oluşur. Felek iki yarıya bölünmüştür. Felekte yıldızlara yol ol­ması için on iki burç vardır. Her burçtan ona akan şey ve her yıldızın gücünden ona özgü, onu yapan ve onun çalışmasıyla ayakta duran bir fiilin ortaya çıkışını sağlayan şey düşer. Nitekim ilk daire, onu kuşatan feleğin dairesi; onu hareket ettiren şey, küllî nefis; onun kendisine özgü fiili, altında yer alanları kendisiyle birlikte döndürmek ve ondan çıkan fiil, dairelerin sistemde düzgün olmasıdır. O onları kuşatmış, onlar da onun ufkunda sıralanmıştır. Aynı şekilde merkezlere doğrudur ve bazısı bazısı­nın içindedir. Bu sabit yıldızlardan altındakilere bitişik, onlara kendilerinden ortaya çıkan fiilleri veren ve Allah’ın irade ve kudretiyle bunun ortaya çıkarılması gereken vakitlerde onlardan ortaya çıkaran tesirler ve güçler yayılır.

Ey kardeş! Bil ki, yüce âlemdeki Güneş dairesi, Yüce Allah nezdinde üstün, değeri ve konumu yüksek bir dairedir. O, bedendeki kalp konumundadır. Çevreleyen felek, baş gibidir. Hikmet onunla devam eder ve Güneş’ten güç yayılır. Küllî nefisten ona kendisine ait ve bütün cisimlere hayat gücü veren bir güçtür. Âlemin iyileşmesi, varlığının tamamlanması ve bekasının yetkinleşmesi onunla mümkündür. Ondan, sistemin düzgün durmasını ve şeylerin varlıklarını en iyi şekilde sürdürmelerini, âlemin parlamasını ve aydınlanmasını sağlayan ruhânî bir güç yayılır. O, sönmeyen bir ışık kandili ve kudret lambasıdır. O, göksel varlıkların ve felekî şahısların en üstünü olduğu için göklerdeki yüce örnek/ide konumundadır. Onun gücü, kalpten bedenin bütün organlarına yayılan sıcaklık gibidir. Sıcaklığın her organdaki etkileri kendisine özgüdür. Her birinde ondan ortaya çıkar ve onun büyümesini, kalıcılı­ğını, ondan çıkan şeyin farklılığını ve dönüşünü sağlayan şey onun içinde teşekkül eder. Aynı şekilde doğal ruhânî fiiller âlemden eksilen ve kaybolan şeylerinin yerine gönderir ve benzeri onun yerine döner. O, durumlu cisimleri ve sıralı varlıkları istila eder. Nefsin aklı takip eden yüce taraftan düşen ruhâniyetlerinin üstün ve melek­lerinin yüce olanları, kralların, taç giyenlerin, izzet, ululuk ve otorite sahiplerinin doğumlarıyla ilgilidir.

Ey kardeş! Bil ki, nefsin kendisinden iki gücün indiği iki tarafı vardır: Birisi ta­biatı izleyen güç olup tabii fiiller yönünden tabiata bağlıdır. Diğeri, akla yakın ta­raftan inen güç olup insan suretiyle ilişki kurar ve felek şekilleriyle teşekkül eder. O zaman akıl onu aydınlatır ve bu iki güçle yönetir. Bu ikisi vasıtasıyla yüce âlemden nefse iner. Yüksek taraf Güneş dairesinden iner; hayvanlar arasından insana, bitkiler arasından kokusu güzel, meyvesi temiz ve şekli iyi olana, madenler arasından altına ve cevherler arasından yakuta ait olur. Onun tamlık ve yetkinlik fiilleri, aydınlık ve parlaklık sıfatları vardır. Onun yeryüzündeki mekânı kral ve başkanların yerleri; fiili ise temizlik ve saflıktır. Alçak taraf ise aşağı gökte yer alan ve fazlalık, eksiklik, ver­me, alma, boşaltma ve doldurma nitelikleri olan Ay vasıtasıyla iner. Biz ona mahsus fiillerden inşallah kendi yerinde bahsedeceğiz.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, Güneş dairesinden yeryüzü âlemine filozofların ruhâniyetler diye adlandırdığı meleklerin yerine ait bir daire iner. Onların şer’î sırlar ve dinî ilim­ler alanında kendilerine layık nitelikleri ve kendilerine nispet edilen fiilleri vardır. Onlar bu niteliklerle tanınırlar ve onlar konusunda kendilerinden sudur eden şey­lerle nitelenirler. Onların fiilleri, daha önce bütün yönler hakkında belirttiğimiz gibi, krallardan sadır ve onlara mahsus olan şeylerdir. Oradaki bütün bitki, maden ve varlıklar, değeri yüksek ve şanı büyük şeylerdir. Onlara özgü fiiller ve onlara nispet edilen sıfatlar, hayat, kalpten bedene yayılan sıcaklık, denge, yetkinlik, tamlık, iyilik, güzellik, parlaklık, aydınlık, ışık, yücelik ve ihtişamdır. Bunlar, muamelelerde Güneş ruhâniyetlerinin fiilleri, onlardan âleme yayılan ve onların dairesinden giysileri sarı ipek kumaş, ziynetleri kırmızı altın, taçları cevherli başlıklar, binekleri kumral at ve sarı beygir olan, başlarında elinde ışıkla şöyle yazılmış sarı sancaklı iyi bir melik ve büyük bir şahıs bulunan kral ve sultanların mekânına inen meleklerin makamları­dır: Allah’tan başka ilah yoktur. O hay ve kayyumdur. Her canlıya hayat verendir. Güneş ve Ay’ı göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederek düşünenler için bir ayet kılandır. O bunu ancak hak olarak yarattı. İzzet sahibi Rabbin onların tasvir ettiklerinden münezzehtir: “De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım, sen mülkü dilediği­ne verir, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Sen her şeye güçyetirensin."'5

Bu niteliklere sahip ve bu derecelerde bulunan bu melekler, onların doğmasıyla doğar ve batmasıyla batarlar. Bunlar, onların dairesiyle yükümlü, feleklerine nüfuz eden ve yeryüzü âlemiyle onlar vasıtasıyla ilişki kuran meleklerdir. Nefsanî güç on­larla parlar, aklî güç onlarla aydınlanır. O zaman onların şahısları nefsanî, ruhları aklî, maddelerin İlahîdir. Mekân onlara dar gelmez; zamanın uzunluğu onların fiil­lerini, mekân varlıklarını değiştirmez.

Bu makam, üstün ruhânîlerin en yüksek makamıdır. Onlar yakınlaşmış melekler­dir. Onların altında onları takip edenler ve üstünde bundan başka sıfatlarla nitelenen melekler vardır. Bu, üstlerinde daha yüce ve daha yüksek kimseler oluncaya kadar böyledir. Çünkü bunlar zatlarıyla ruhânî, kendilerinde ortaya çıkan fiiller sebebiyle cismânîlikle ilişkilidirler. Üstlerinde bulunanlar yüce meleklerdir. Bunlar, yüce var­lıklara yakın kimselerdir. Yüce meleklerin sıfatları onlarla zatları bakımından ilgili­dir. Onların fiilleri natık nefisler, ruhâniyetleri olan şeylerdir. Bazıları nefsanîdirler. Onlar, gökleri ve yeri kaplayan kürsiyi takip ederler. Bazıları Arşın etrafını kuşatmış­lardır. Bazıları Arşın taşıyıcılarıdır. Her biri yüce bir makamda ve büyük bir mahalde olup Rablerini hamd ederek teşbih ederler. [15]

Ey kardeş! Sana anlattıklarımızı düşündüğünde ve bahsettiğimiz hususlar se­nin için gerçekleştiğinde melekî sureti edinebilir, fazilet ve insanlığa sahip olabi­lir, hayvani suret ve sıfattan uzaklaşabilirsin. Böylece arınmış ruhun ve aydınlan­mış nefsinle göğün sakinlerinden olursun. Suretin zatî ve nefsanî, ruhun kutsal ve aklî, madden İlahî olur. O zaman yakın meleklere, gönderilmiş peygamberlere ve salih şehitlere dost olursun. Cennetlere girer, hayvan yurduna yerleşirsin. Senin için mutluluk ve güzel bir dönüş gerçekleşir.

Ey kardeş! Bil ki, sen nasıl dünyada bedenin ve seninle varlıklar arasındaki araçlar olmadan sırf nefsin ve saf ruhunla var olamıyorsan aynı şekilde bu senin için amel olmadan bilgi ile ve fiil olmadan söz ile gerçekleşmez.

Bil ki, amel miraç merdiveni, bilgi ise önünde yürüyen ışıktır. Merdivenle yukarı çıkar, ışıkla doğru yolda yürürsün. Allah seni ve bizi rahmetiyle bilgi ve amele eriş­tirsin!

Bölüm

Satürn dairesinden felekler, anneler ve doğanlar gibi tüm âleme nüfuz eden ruhâniyetler yayılır. Onun sayesinde suret heyûlaya tutunur. O, şeylere ağırlık, vakar, durma ve yavaşlık özelliği kazandırır. Onun insan bedenindeki yeri dalaktır. Ondan bedene yayılan şey kara safradır. Onunla bedenin kemik, sinir, deri ve donuk nem­leri gibi parçaları meydana gelir. Yaşlık ve kuruluk onun fullerindendir. Kara renkli ve çirkin suretli hayvanlar ve bitkiler, zift ve kara kurşun gibi madenler, siyah renkli ve pis kokulu her şey, yeryüzündeki kara dağlar, karanlık vadiler, engebeli yollar ve çirkin görünüşlü korkunç vahşiler ve insanlar âleminde de bu nitelikte olanlar ona aittir.

Ölüm ve hareketsizlik bu ruhânîlerin fullerindendir. Ondan âleme yayılan me­lekler, yüksek nefisler ve dikkatsiz ruhların azap çekmesi için onlardan ortaya çıkan fiil ve hareketlerle nitelenmişlerdir. Onlar silinmiş kitaplar ve ters yüz olmuş resim­lerdir.

Onun ruhâniyetinin âlemdeki fiilleri, soğukluk ve kuruluktur. Ruhları tutmak ve bedenleri öldürmek için inen melekler gece saatleriyle görevli ruhânîlerdir. Onla­rın sayısını Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar siyah binekler üzerine binmişlerdir. Başlarında elindeki siyah bayrak üzerinde şu yazı bulunan bir melik vardır: “Geceyi ve gündüzü belirleyen, karanlıkları ve aydınlığı yaratan Allah’tan başka ilah yoktur.” Allah’a eş koşanlar yalanladılar ve kesin bir şekilde saptılar. “Allah hiçbir çocuk edinmemiştir ve onunla birlikte başka bir ilah yoktur’.’[16]

Yeryüzünün harap olmuş yerleri, virane mekânları, yüksek dağları ve engebeli yollarına mahsustur. Bu, yeryüzünün yıkılmış yerlerinin imar edilmesidir. Denizler, kendi yerlerine onlar sayesinde tutunurlar ve yeryüzünün kazıkları onlar sayesinde sabit olurlar. O olmasaydı yeryüzünün parçaları erir, suya karışır ve denizlere akardı.

Onlarla görevli olan bu melekler, onları Aziz ve Çelil olan Allah’ın izniyle tutarlar. Filozoflar bu melekleri Satürn’ün ruhânîleri diye, Şeriat ise gazap melekleri, ordular ve yardımcılar diye adlandırır. Onlar ruhları almakla görevlidirler. Ölüm meleği on­lar dandır.

Bölüm

Jüpiter dairesinden bütün âleme nüfuz eden ruhânî güçler iner. Tabiatlar bu güçlerle dengede durur ve zıt güçler sayesinde birleşir. Onlar oluşan doğanlara sebep olur ve varlıklardaki düzeni korurlar. Onların büyük âlemdeki ruhâniyetlerinin et­kileri, küçük âlem olan insan bedenine yayılan karaciğerdir. Mizacın iyiliği, karı­şımların itidali ve kanın organlara akışı onunla gerçekleşir. Onun sayesinde beden büyür ve şekillenir, hayat güzelleşir, yaşamak tatlı olur ve ruhlar ünsiyet bulur. Onun ruhâniyeti, peygamberlerin (as) ve şeriat sahiplerinin doğumlarını, onun dairesin­den yayılan, onun feleğinden inen ve onun kapısından çıkan meleklerin yerlerini ve namaz kılınan ve ibadet edilen mekânları elinde tutar. Kurbanlarda boğazlanan, etleri sadaka ve zekât olarak dağıtılan güzel suretli hayvanlar; son derece dengeli, çok faydalı ve kâfur kokulu bitkiler; soğuk ile sıcak ve yaş ile kuru arası mutedil buharlar; beyaz elbiseler, koca sarıklar ve şallar vardır. O, filozofların, kadıların, peygamberlerin şeriatları ve filozofların makamlarına hizmet edenlerin doğumla­rıyla ilgilidir. Ondan yayılan melekler, uzayın sakinleri ve havanın yöneticileridir. Onların sayısını Aziz ve Çelil olan Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar beyaz, par­lak ve benekli atlara binerler. Elbiseleri beyaz ve yeşil olup onlara iyi, yüce şahsiyetli ve üzerinde şöyle yazılı bir bayrak taşıyan bir kral başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dör­der kanatlı kılan Allaha mahsustur... Uyarıcı gelmemiş hiçbir ümmet yoktur.[17] O her şeye kadirdir.”

Bu güçler, madenlerden beyaz ve yumuşak cisimli olanlara, cevherlerden inci, mercan, billur ve cama ve içinde canlı hayvan ve başka şeyler bulunan tatlı sula­ra mahsustur. O bunlara aittir ve onlar bundan kaynaklanır. Peygamberler Allah’ın kendileri için hazırladığı güzel gelecek ve bol sevaba onun ruhâniyetiyle ulaşır. Cen­net hazinedarı Rıdvan da onlardandır.

Bölüm

Mars dairesinden felekler, unsurlar ve doğanların oluşturduğu âleme nüfuz eden ruhânî güçler yayılır. İş ve sanatlarda meyletme, ilerleme, hız, yüksek derecelere çıkma, gayeleri isteme, tamlığa ulaşma ve güçlülük, üstünlük, izzet ve saltanatla yetkinliğe yükselme onunla gerçekleşir. Onun ruhâniyetinin fiilleri ve meleklerinin işleri, demir madeni, ondan yapılan silah, ateş yakmaya yarayan şey bitki ve hayvan­lara sulu rutubetleri ve nemli maddeleri emerek onların meyvelerini olgunlaştıran sıcaklıkla ilgilidir. Bu doğal sıcaklıkla onlardaki soğukluğu çeker. Bu sıcaklık olmaz­sa bitkilerin kökleri telef olur, sıcaklık basar, mahvolur, zarar görür, yok olur, geriye bir şey kalmaz.

Onun hayvanlara özgü fiili, onlarda görülen öfke, düşmanlık ve kötülüktür. İn­sanlardaki fiilleri ise savaş ve fitnelerdir. Yeryüzü bölgelerinden ateş ve demir işleme yerleri ve hayvan mezbahalarıdır. İnsan bedeninde ise sarı safra ve sıcaklık ve ısı gibi ondan vücuda yayılan fiillerdir. O olmazsa soğuk ve kuru güç vücutta baskın olur, vücut ölür ve yok olur.

Allah, savaş ve fitneler yoluyla kötüyü iyiden ayırır ve bu bir topluluk için mutlu­luk olurken, diğer topluluk için mutsuzluk olur. “Ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın diye (böyle yaptı)”16 Bu ruhânîler de sayılarını Aziz ve Çelil olan Allah’tan başka kimsenin bilmediği katı ve sert meleklerdir. Önlerinde kızıl bir ata binmiş bir melik vardır ve elindeki kırmızı bayrakta şu yazılıdır: “Ölümü ve haya­tı belirleyen Allah’tan başka ilah yoktur. Göklerde ve yerde bulunan, gece ve gündüz vaktinde sakin olan şeyler onundur.” “Ey cin ve insan toplulukları, göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin”[18] [19] “Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birtakım faydalar bulunan demiri indirdik”[20]

Bu ruhânîler, sultanlar, subaylar, komutanlar, yiğit, atılgan, cesur ve kahraman kimselerin doğumlarıyla ilgilidir. Onlar bununla Satürn’ün yaptıklarının zıddını ya­parlar. Çünkü Satürn’ün ruhânîlerinin fiili, istikrar, sükûnet, hile üretme, hareket yavaşlığı ve fırsat aramadır.

Bölüm

Venüs dairesinden bütün âlemin bedenine ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler yayılır. Âlemin ziyneti, düzeninin iyiliği, ışıklarının parlaklığı, çiçeklerinin çekiciliği, kâinatın süsü, varlıkların güzelliği, bitkilerin itidali, süs arzusu, güzellik sevgisi ve yetkinlik talebi onunla gerçekleşir. Bu tıpkı zevk arzusunun mide organından yiyecek ve içeceklerin tadını alan bütün duyu kanallarına yayılmasına benzer. Onun ruhânîleri, kadınların, hizmetçilerin ve onların konumunda olan­ların doğumlarıyla ilgilidir. Onun ruhânîlerinin âlemdeki fiilleri, aşk, sevgi, güzel ziynetlerle süslenmedir. Madenlerden kadınların kullandığı aletler, taçlar, takılar ve yüzüklerle; cevherlerden inciyle; bitkilerden tadı ve kokusu hoş ve görünüşü güzel her şeyle, tüm ağaç çiçekleri, kokuları, yağları ve onların hoş manzaraları ve güzel meyveleriyle ve hayvanlardan buna benzer şeylerle ilgilidir. Onların yeryüzündeki yerleri, lezzet ve tatlıların mekânlarıdır. Onların ruhânîleri, sayısını Aziz ve Çe­lil olan Allah’tan başka kimsenin bilmediği meleklerdir. Onlar, ziynetle süslenmiş renkli hayvanlara binerler. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan bir melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur” “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim yasaklar?”[21] O, nakış ve resmin özüdür. Nefis heyûlaya bu güç sayesinde yerleşir.

Bölüm

Merkür dairesinden âlemin bütün bedenine ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler yayılır ve bilgiler, ilimler, görüşler, ilham, rüya ve vahiy onlarla gerçekleşir. Bu, beyinden vehim gücünün ve onu izleyen zihin, tahayyül, fikir, düşünce, temyiz, sezgi, görüş, ilham, şuur ve duygunun yayılmasına ve onların ruhâniyetlerini kapla­masına benzer. Onun inen meleklerinin fiilleri, doğal madenlerde civa ve yükselen ruhlarla, cevherlerden inci/boncuk ve badizehr[22] ile, hayvanlardan zürafalar, yaban öküzleri ve yavaş yürüyen ve hızlı giden her şey ile, bitkilerden üstün ilaçlarla, insan âleminden kâtipler, vezirler, valiler ve mal tahsildarlarının doğumlarıyla ile ilgilidir. Sanat ve meslekler alanında etkilidir. Söz alanından şiir, hat, nazım ve benzerleri ile de ilgilidir. Onun dairesinden inen melekler Kiramen Kâtibin ve hesap sorucu Hafaza melekleridir. Onların güzel görünüşleri, parlak suretleri vardır. Ruhları hafif ve şahısları ince ve yumuşaktır. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan bir melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur’.’ “Hayır, böyle yapma! Çünkü bu bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır. O, şerefli ve sadık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir”[23]

Bölüm

Ay dairesinden bütün âleme ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler yayılır. Tüm âlemdeki varlıklar bazen ayın başında felekler âleminden oluş âlemine doğru nefes alır, bazen ayın sonunda oluş âleminden felekler âlemine doğru nefes alır. O, kalıcılık ve yetkinlik kaynağı olan felekler âlemiyle oluş, bozuluş, düşüş ve birleşmenin kaynağı olan unsurlar âlemi arasındaki orta güçtür. Bu, bazen beden dışından ondaki doğal sıcaklığı korumak için hava çekerek, bazen dinlendirmek için dışarı gön­dererek teneffüs etmeyi sağlayan gücün akciğerden yayılmasına benzer. Hava solur­ken akciğer şişer ve büyür, onu dışarı verirken zayıflar ve küçülür. Aynı şekilde Ay dairesi, üstündekilerden yardım alarak genişler ve onun melekleri ulvi maddeler ve göksel hayırlarla inerler; böylece [Ay] âlemde artma, büyüme çoğalma etkisi yapar. O zaman nehirlerin suyu çoğalır, artar ve cisimler irileşir. Ayın ortasına kadar böy­le devam eder. Bu süre içinde bazı madenler ve cevherler oluşur. Onun ruhânîleri madenlerde gümüş ve tuz ve kar gibi beyaz cisimler meydana getirir. Beyaz dağlar ve karlı yerler ona aittir. Sudan oluşan, oradan beslenen ve onun ruhânîlerinin istila ettiği hayvanlar da ona aittir. Onun fiilleri ve orduları, vekiller ve ileri gelenler gibi imaret sahiplerinin, tahsildarların ve suda çalışanların doğumlarıyla ilgilidir.

Ey kardeş! Biz, “Sihir ve Büyüler Risâlesi"nde, Ay’ın içlerinde yüzdüğü, kendileri­ne uğradığı konaklara ait ruhânîlerin fiillerini, ondan ve onlardan yeryüzü âlemine ve aşağı merkeze inen ve ondan olan şeyleri ve iş yapan kimsenin yaptığı şeyi yap­mak istediği zaman bilmesi gerekenleri zikrettik. Bu güç, oluş ve bozuluş âleminin yönetimine mahsustur. Ay feleği, dünya göğüdür. Onun melekleri yeryüzü âlemiyle görevlidirler. Onların sayısını Yüce Allah’tan başkası bilmez. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan bir melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur” “Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin et­mişizdir. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir”[24]

Bölüm

Aynı şekilde sabit yıldızların her birinin cüssesinden(hacminden), geniş arş olan sekizinci feleğin en tepesinden yeryüzü merkezinin sonuna kadar yer kaplayan bü­tün âleme nüfuz eden ruhânî bir güç yayılır. Bu güç ve meleklerle gökleri aydınlatan, felekleri ışıtan ve Güneşe bitişik olan ışık, aydınlatan kandil, inci yıldız, parlayan nur ve tutuşmuş en parlak lambadır: “Ne doğuya ne batıya ait olan zeytin ağacın­dan tutuşturulmuştur’.’[25] Güneş ışığından havaya tamamı nur, aydınlık, ışık, parlaklık ve güzellik olan şeffaf cisimler yayılır. Bu güçle varlıkların suretleri iner ve tabiat dairesinde maddede korunmuş olur. Âlem Yüce Yaratıcısının izniyle onun sayesinde iyileşir, ayakta durur ve varlıkta olduğu şekilde bulunur. Göklerin sakinlerinin sonla­rı da onun sayesinde olur. Onlar yüce melekler ve Allah’ın, sayısını kendisinden baş­kasının bilmediği ordularıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Rabbinin ordula­rını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır”[26] [27] Onlardan hikâye ederek şöyle dedi: “Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız ve tespih edenleriz”22 Onlar geniş makamın sakinleridir. Çevreleyen arşın taşıyıcıları onları üstlerinden yetkin feyizler ve kapsamlı nimetlerle desteklerler. On­lar âlemlerin Rabbinin yakınında sıralanmışlar, onun sözüne kulak vermektedirler, onun emir ve yasaklarını yerine getirmektedirler. Onlar kendi altlarındakilere vahiy ve yardım taşırlar ve Rablerinin mesajlarını bütün peygamberler (as) tebliğ ederler.

Bölüm

Felek daireleri, göksel melekler ve arştan en aşağı seviyedeki son merkeze kadar yüksek topluluktan (mele-i a’lâ) inen ruhânîlerin sıfatlarından bahsettik. Bu arada bir daire vardır. İçinde bulunan sakinlerin dairesi ve onların zamanda ortaya çıkan fiilleri yakın ilişki hükümlerinin gereğidir. Ay feleğinin altındaki dairelerin ilki, küre şeklinde, ateş gibi ve Ay feleği ve ona bitişik yıldız felekleri, felek dönüşlerinin ateş­leri, onların titremeleri, sallanmaları ve ışımalarının hareket ettirmesiyle meydana gelmiş olan “esir” dairesidir. Hepsi Ay feleğinin altında toplanırlar. Bu daire, gül gibi, titreyen, hareketli ve dönen bir şeydir. Ondan âleme ateşli güçler iner. Âlemdeki ateş ondan gelmiştir. Onun âleme ulaşması, Güneş ışığının ulaşmasıyla gerçekleşir. Ay feleği altındaki şeylerden Güneş ışığıyla çözülen o sıcaklık, yazın güçlenir, Güneşin yaklaşmasıyla kışın zayıflar. Onun burçlarında yeryüzü dairesine yaklaştığı zaman yaz olur; onun zirvesinde ve feleğinin dairesi üzerinde uzaklaştığı zaman bu daire zayıflar ve onun zayıflamasıyla altında yer alan şiddetli soğuk (zemheri) dairesinin etkisi güçlenir. Esir dairesinin etkisiyle ısınma, olgunlaşma ve besinin iyileşmesi ger­çekleşir. Bu, kendisiyle gece karanlıklarında aydınlanma sağlanan ateştir. Bu, külli ateşin parçası olan bir ateştir.

Bölüm

Onun altında zemheri dairesi bulunur. O küre şeklinde olup rengi mavi ve kır­mızıdır. O, hava ve yeryüzünden yükselen buharlardan meydana gelmiştir. O esir küresi düzeyine ulaşınca onun nüfuz etmesi imkânsızlaşır ve onun altına yerleşerek durur. Güneş uzaklaştığı, esir dairesinin fiili zayıfladığı ve kurulukta ateşli yıldızları kapladığı zaman ondan âleme kışın meydana gelen soğuk, yağmur, kar ve benzeri şeyler yayılır. Onun fiili soğukluk ve nemdir. Onun gücü, Ay’ın ulaşmasıyla ulaşır, artmasıyla artar ve eksilmesiyle eksilir.

Bölüm

Altta hava dairesi vardır. O daire şeklinde ve karışmış halde ve mavi renklidir. Üzerine Güneş, Ay ve yıldızların ışık saçmasıyla ağarır. Gündüz aydınlanır, gece ka­rarır. Işıkları kabul etmeye elverişlidir. Orada güçlerine, oraya ulaşmasına ve ora­yı aydınlatmasına göre ışır. Bu dairenin âlemdeki fiili, cisimleri beslemek, sistemin düzgünlüğünü korumak, doğal sıcaklığı ve nefesi dinlendirmek, güç ve hareketi mu­hafaza etmek, güzel yaşam ve zevkli hayattır. O kendisini güçlendiren ve kendisiyle ilişki kuran şeyle birlikte meyleden mutedil bir şey olup kışın kendisiyle ilişki kuran zemheri gücü sebebiyle soğur, yazın kendisiyle ilişki kuran esir sıcaklığı sebebiyle ısınır. Güneş, Ay ve diğer yıldızlara ait olan bu fiil, güçlü ve bilgili olan Allah’ın tak­diridir.

Bölüm

Hava dairesinin altında su dairesi vardır. O dairevî olup toprağı kuşatmıştır. Onu da hava kuşatmıştır. Havanın kuruttuğu, yukarı çıkardığı ve yükselen buharları ken­disiyle birlikte yükselten şey, zemheri dairesiyle birleşinceye, esirin sıcaklığıyla ısınıncaya ve Güneş kendisini yıldız ışınlarıyla aydınlatıncaya kadar asılların/anaların molekülleriyle (letâif) beraberdir. O, yeryüzü halkının sulandığı bir yağmura dönü­şür ve içenlere lezzet veren, kolay yutulan hoş bir tatlı olur.

Onun bir kısmı, tuzlu denizler ve tuzlu topraktan kaynaklanan sular gibi yukarı çıkmadan önce acı tuz olan şeylerdir. Ey kardeş! Bu hikmete bak ve bu sanatı dü­şün. Suyun zemheri dairesine doğması ve yeryüzü dairesinden uzaklaşmasıyla nasıl kazanıldığına; ona nasıl bitiştiğine; bu tabiat, tat, saflık, yumuşaklık ve yararın ona nasıl yansıdığına; nasıl cisimler için madde, bedenler için besin, bitki ve hayvanlar için hayat olduğuna bak! Düşük halinde ve eksik mertebesinde kalsaydı ondan ya­rarlanılmazdı.

Aynı şekilde nefis de eski bedeni ve değersiz mekânıyla birlikte kalırsa mutlulu­ğuna ve yüksek derecelere çıkmasına vesile olan erdemlere ve bedenden ayrıldıktan oluş ve bozuluş âleminden göçtükten sonra ahiret yurdunda ulaşacağı lezzet ve gü­zelliğe ulaşamaz.

Bölüm

Su dairesinden sonra toprak denilen yer dairesi gelir. O, daire şeklinde, siyah renk­li, koyu ve cansızdır. Düzlüğünde bedenli varlıklar yerleşmiştir, sırtında ruhânîlerin ışıkları parlar, onun temiz bölgelerinde peygamberler ve salih insanlar oturur. O, vahyin ve yakın meleklerin indiği yerdir. İç kısmında madenler bulunur. Güzel böl­gelerine içenlere zevk veren temiz su yerleşir. Felekleri takip eden yüzeyi onun yüzü­dür. Orası, cismânî âlemin ve insanların yerleştikleri yerdir. Onun üzerinde daireler ve çizgiler vardır. Her dairenin kendisine üstten bitişen şeye göre özel bir fiili ve kendisinden ortaya çıkan bir işi vardır. Ay feleğinin altındaki yer, düşünmeyen ve en aşağı seviyede bulunan dilsizler ve sağırların sığınağıdır. Ay feleğinin altında yeryüzü merkezinin sonuna kadar devam eden dairelerden bahsetmiştik. Şimdi de yeryüzü üzerinde bulunup orada oluşan, oradan yükselen ve oraya yerleşen dairelerden bahsedelim.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, yerkürenin içinde başlayan ve oluşla birlikte harekete geçen ilk şey madenlerdir. O, gizli, yoğun ve ağır gücü olan bir dairedir. Sertlik ve yumuşaklık ondandır. Renkleri, boyaları, eksiklik ve fazlalığı vardır. Suret kabul eden ve fiile sürüklenen şeyler de ondandır. Onun her şeklinin kendisine özgü bir fiili ve kendi­sinde bulunan bir gücü vardır. Bunları “Madenler Risalesi ’nde anlattık. Sonra onun üstünde yer alan ve onu takip eden daire bitki dairesidir. O, okyanus seviyesindeki yükseklikten sonra yeryüzünden de yüksektir ve üzerine inen (yağmur gibi) şeyleri kabul eder. Onun fiili, hayvanı beslemektir. O, kendisinden çıkan şeyler hususunda hayvanın yediği meyve ve tohumlar ve yararlandığı şeyler sebebiyle hayvan ile yeryüzü arasında vasıtadır. Biz, “Bitki Risalesinde onun her bir türüyle ilgili husus­lardan bahsettik.

Bölüm

Onun üstünde bulunan daire hayvan dairesi, onun fiilleri ve ondan ortaya çıkan şeylerdir. O, bitki dairesini kuşatır ve onda olan şeylere üstün gelir. Onlardan yer ve onlarla beslenir. Onların her bir cinsinin yaptığı bir işi ve kendisine özgü bir fiili var­dır. Onlarda insanlar için yararlar vardır. Bunları “Hayvanlar Risalesinde anlattık. Bu dairelerin üstünde sıralanmış olan ve felekleri kuşatan felek gibi bir şeyi bulunan daire, onların tamamına egemen olan insan âlemi dairesidir. Bu dairenin ilki Âdem, sonuncusu yeni başlayan ilişkide yeni devrin sahibidir.

İnsanın altında sıralanmış, ona itaatle, emir ve yasağına boyun eğmekle yükümlü olan bu hayvani nefisler, Âdem’e (as) secde eden ve itaati kabul eden meleklerdir. Onlar, göklerin ve felekler âleminin sakinleri olan meleklerin ve insana isyan ve düş­manlık eden hayvanların gölgeleridir. Onlar, İblis, onun ordusu, partisi, şeytan ve takipçileri gibidirler. Anlattıklarımız ve zikrettiklerimizle küçük ve büyük âlemdeki şeylerin ve insan fiilinin bilgisi açığa çıkmıştır. Ondan birbirine zıt fiiller ve fark­lı işler ortaya çıkar. O, suretlere hükmeden bir suret ve altındaki daireleri kuşatan bir dairedir. Onlarda üstündekilerin örnekleri vardır. Biz bunların bir kısmını “Kü­çük İnsan Risalesi "inde* anlattık. Biz bu risâlede, bu bedenleşmiş dairelerden her bir daireyle ilgili ayrıntıları ve birleşik çizgileri anlatmak ve insan dairesiyle ve orada bulunup birbirini çevreleyen kısımlarla başlamak istiyoruz. Onların sonuncusu Ay feleğidir ve katı şeylerin mekânı ve benzetme ve delil getirmeyle ince şeylerin fiilinin varlığı olan yer merkezinde son bulur.

Bölüm

İlahî şeriat dairesinin şahısları şeriat işlerini ve Rablerinden kendilerine indi­rilen şeyleri yerine getirirler. Onun insan âlemindeki durumu, çevreleyen felek ve yıldızlarının durumu gibidir. Ona din ve dünya hususunda inen mutluluklar, sabit yıldızların bütün âleme bitişen feyzi, mutluluklar ve ışığın aydınlatması gibidir. Bu dairenin insan âlemindeki konumu, Güneş dairesinin gökler âlemindeki konumu gibidir. Ona mülk, izzet ve saltanat dairesi bitişiktir. O, altındaki insan âlemine ait bütün daireleri ihtiva eder, altındaki bütün âlemleri kuşatır. Ona ait şeylerden bun­larla ilim, hikmet ve olmuş ve olacakları haber verme ilişkilidir.

Bölüm

Onu izleyen daire, birinci dairenin ufkunda sıralanmış olan felsefî ve aklî hik­metler sahiplerinin dairesidir. Ondan âleme, başkanlar ve krallara layık olan sağlam sanat ve fiiller yayılır.

Sonra bunun altındaki şey, başkasının altında olan bir dairedir. Nihayet onların en sonuncusu, Yüce Allah’ın dediği gibi, sanat ve işlerin en değersizidir: “Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derece derece üstün kıldık?**

Bu söz sayesinde insan âleminin birbirini kuşatan ve birbirinden çıkan derece, tabaka ve daireler olduğu anlaşılmıştır. Tıpkı her küre ve feleğe tümel nefsin bir fii­linin, ona nüfuz eden güçler ve âlemdeki ruhânîlerin ait olması gibi, onların her bir dairesine de Güneş’in bazı güç ve fiilleri aittir. Onun güç ve ruhânîleri âlemin bütün yönlerinde hazır olur. Onun meleklerini görevlendirmesi onların varlıklarıyla olur. Onların kendilerine uygun yerlerde ikametleri onlardan tek tek her biriyle olur. İn­san kendi bedeninin yapısını ve bedeninde nefsinin nasıl iş yaptığını bilmekle büyük âlemin tamamındaki şeyleri, yaratıcısının birlenmesini, var edicisinin tenzihini, yer ’ “İnsan Küçük Âlemdir Risalesi” kastediliyor, (y.h.n.)

” Zuhruf. 43/32. Risale metni, ayetteki “liyettehıze" kelimesi yerine “ve uhvice baduhüm ila badın" ibaresini ihtiva etmektedir. Biz ayetin mealini naklettik, (ç.n.)

ve göğünde yazılı ayetlerini ve yarattığı mahlûkları bilir. Bundan dolayı Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Kendini en iyi bileniniz Rabbini en iyi bilir.”

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, Aziz ve Çelil olan Allah, insanın bedenini, yapısının varlığı ve görünüşünün yetkinliğiyle nicelik ve nitelik bakımından feleklere benzemesi için dokuz daireye dayanan ve birbirinin içinde meydana gelen dokuz cevherden bile­şik olarak yarattı. Zira felekler, birbirinin içinde oluşan dokuz tabakadır. Çevreleyen felek, onların hepsini içine alır. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Her birisi bir felekte/yörüngede yüzer”[28] Aynı şekilde insan bedeni de biri diğerinin üstünde, diğeri onu tutmuş ve kuşatmış haldeki dokuz cevherden yaratılmıştır. Açıklaması şöyledir: Onlar kemikler, içindeki ilik, sinir, damarlar, onların içindeki kan, et, deri, saç ve tırnaktır.

İlik, kemiğin içinde yer alır ve görevi, kemikleri oluşturmak, gücü korumak ve kuruluğu yumuşatmaktır. Kemiğin görevi eti tutmak ve sabitleştirmektir. Sinirin görevi eklemleri tutmak ve dağılmamaları için birbirine bağlamaktır. Etin görevi, bedenin bozulmasını önlemek ve kemikleri çatlama ve kırılmaya karşı korumaktır. Damarların görevi kanı orada toplamak, vücudun uçlarına akmasını sağlamak ve nabzı hareket ettirmektir. Kanın görevi, ısının tutulması, canlılığın korunması, ka­rışım ve hareketin dengelenmesidir. Derinin görevi, tüm bedeni ve içindeki şeyleri kuşatmaktır. Deri, bedenin duvarı gibidir. Tırnağın görevi, uçları kırılmaması ve da­ğılmaması için tutmak ve korumaktır.

Bölüm

Feleğin on iki burç ile imar edilmesinde olduğu gibi bedenin yapısında da ona uygun olarak on iki delik bulunur. Nasıl feleğin nefsinde, feleğin her bir burcunda onlarla görevli güçler varsa insan nef sinde bedeninin her bir duyusunda da onunla görevli ve ondan çıkıp tekrar ona dönen birtakım güçler vardır.

Burçların altı tanesinin güneyde, altı tanesinin kuzeyde olması gibi, insanın da nicelik ve nitelikte ona paralel olarak altı deliği sağda altısı da soldadır.

Felekte kâinattaki felek hükümlerinin gerçekleşmesini ve varlıkların düzeni­ni sağlayan yedi gezegenin olması gibi, bedende de onun iyiliğini gerçekleştirmek üzere İnsanî nefisten kaynaklanan doğal güce bitişik olan yedi faal güç vardır. Bu gezegenlerin nasıl nefisleri, cisimleri ve bitki ve hayvan gibi varlıklarda ortaya çı­kan ruhânî fiilleri varsa, aynı şekilde insan bedeninde de onu etkileyen ve onun de­vamlılığını, büyümesini ve maddeleri kullanabilmesini sağlayan yedi cismânî güç vardır. Bu yedi güç; çekme gücü, tutma gücü, sindirme gücü, itme gücü, besleme gücü, büyütme gücü ve şekillendirme gücüdür. Yedi gezegenin ruhânî güçlerine paralel olarak onun da yedi ruhânî gücü vardır. Bunlar duyu güçleridir. İnsan onlarla yetkinleşir ve fiilleri onlarla tamamlanır. Bu tıpkı feleğin yedi gezegenle süslenmesi ve varlığını sürdürmesi, yüksek âlemin onlarla düzgün ve düzenli durması gibidir. Bunlar; görme, koklama, tatma, işitme, dokunma, konuşma ve akletme güçleridir.

Beş duyu, beş gezegene benzer. Şu iki güç, yani konuşma ve akletme güçleri ise Güneş ve Ay’a benzer. Şöyle ki Ay, 28 konağında akmak suretiyle ışığını Güneş’ten alır. Aynı şekilde natıka yani konuşma gücü de varlıkların manalarını ve görünür şeylerin hakikatlerini akletme gücünden alır; dolayısıyla onlardan sözlükteki 28 harf aracılığıyla haber verir.

Felekte nasıl zatları gizli, fiilleri görünür olan baş ve kuyruk şeklinde iki düğüm varsa, aynı şekilde insan vücudunda da mizacın iyilik ve kötülüğü için iki şey var­dır. Mizaç iyi olunca bedenin işi doğru olur; mizaç bozulunca tamamı sarsılır. Aynı şekilde nefis akla meyledince fiilleri sağlıklı olur, tabiatın kederinden kurtulur, akıl onu aydınlatır, nefis akla yönelir ve onunla yakınlık kurar. Tabiata meylettiğinde ise fiilleri sarsılır, işleri çirkinleşir, nedeninden uzaklaşır, cehalet denizlerine batar ve Güneş ve Ay’ın kuyruk düğümü yüzünden tutulması ve yeryüzünde zor işlerin mey­dana gelmesi gibi tutulur. Aynı şekilde mizaç iyi olduğunda konuşma ve akletme güçleri de iyi olurlar. Bedenin yapısı sağlıklı olduğunda ve varlığını doğal halinde devam ettirdiğinde nefis saflaşır. Nefis arı olduğu zaman akıl onu aydınlatır ve ışıtır. Bedendeki iki göz Güneş ve Ay’a benzer. Çünkü onlar bedenin iki lambasıdır. Ne­fisler, Güneş ve Ay ışığının aydınlatması sonucu varlıkların suretlerini ve görünür şeylerin renklerini onlarla idrak eder. Diğer duyular da böyledir. Felek dairelerinde ve burçlarında sınırlar, yüzler ve derecelerin olması gibi beden eklemleri ve organla­rında da değişik niteliklerde eklem ve damarlar vardır. Külli nefsin güçlerinden yedi gezegen ve on iki burca nasıl her birine özgü fiilleri bulunan ruhânîler yayılıyorsa ve bunlar her an, her dakika, her saat ve zamanın her hareketinde âleme iniyorlarsa, aynı şekilde insan nefsinden de onun bedenine ve eklemlerine her an, her hareket ve her nefeste kendisinden ortaya çıkan birtakım fiil ve işler yayılır. İnsan nefsinin be­denden ayrıldığıveondanbaşkabirşeye çıktığı vakte kadar bitişik, birleşik ve zatıyla var ve araçlarıyla kaim olduğu sürece bedenin hareketiyle hareketli olması gibi, küllî nefis de yaratıcısının izniyle feleğin hareketine bitişiktir. Onun bu şekildeki varlığı takdir edilen müddete ve yönetici hikmete kadar devam eder.

Bölüm

İnsan Bedeninin Ay Feleği Altındaki Dairelere Benzerliği Hakkında

İnsanın başı; gözünün ışınları, duyularının hareketi ve nefeslerinin sıcaklığı bakımından ateş dediğimiz esir dairesine benzer. Ağzından boyun dibine kadar üzerinden soğuk suyun geçmesi ve akması sebebiyle zemheri dairesine benzer. Nitekim su yeryüzüne zemheri dairesinden iner. Aynı şekilde su insanın karnına ağzından ulaşır. Onda ortaya çıkan tükürük, konuşma, sesler, kükreme ve fışkırmalar, zemheri dairesinden inen gök gürlemesi, yıldırım ve kara benzer. Yine bu, sıcaklığı soğutmak istediğinde ağzından üflediği soğuk hava gibidir. Göğsü, ona bitişik nefesleri, orada oturan akciğer ve kalbindeki doğal sıcaklığı dinlendirmesi hava dairesine benzer. Karnı, suyun, ondan ayrılmayan rutubetlerin ve gerekli ıslaklığın yerleşmesi için su dairesine benzer. Göbeğinden ayağına kadar oraya yerleşmesi ve orada koşması, gitmesi ve gelmesiyle yerden ayrılmaması için yer dairesine benzer. Başka bir açıdan başı çevreleyen felek gibi, içindeki güçler çevreleyen felekle görevli melekler gibidir. Ruhânîlerden âleme oranın iyiliğini sağlayan şeylerin inmesi gibi, baştaki akıl gücünden de bedene onun iyiliğini sağlayan şeyler iner. Başta saçın bit­mesi, Satürn feleğine ve ondan yayılan ruhânîlere benzer. Sonra aynı şekilde Ay fele­ğinde son buluncaya kadar altındakiler de bulunan her şey insan bedeninin yapısın­da da vardır. Bu bölümü “İnsan Küçük Alemdir Risâlesi’nde tam olarak anlattık. Nef­sinin özel güçleri dengeli olduğunda ve tabiattan akıl tarafına yöneldiğinde melekler gibi olur ve fiilleri onların fiillerine benzer. Bedeni terk ettiği zaman onlara döner ve gelir. Eğer akıldan tabiata dönerse şeytanlar gibi ve İblisin lanetli ordusundan olur; fiilleri de onların fiillerine benzer. Bedeni bu durumdayken terk ederse onlarla birlikte olur. İnsanın önü sağ taraftaki olarak cennete benzer. Arkası ise sol taraftaki olarak cehenneme benzer. Arka, sırt ve ondan çıkan dışkı gibi şeyler dolayısıyla ta­mamı karanlık olduğu için oluş ve bozuluş âlemine benzer. Yüz; duyular, nefesler ve ışıklarla donatılmıştır. O, feleklerin bayındırlığı ve göklerin aydınlığı gibi bayındır ve tanıdıktır. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Aralarına kapısı olan bir duvar çekilir. Onun iç tarafında rahmet, dış tarafında azap vardır”[29] Yüzünü döndüğünde güzel yüzlü, mükemmel yaratılışlı ve yetkin bünyeli insandan daha güzel suretli kimse, arkasını döndüğünde ise ondan daha vahşi biri yoktur.

Yine insan, dünya geçimliği, bedeninin iyiliği ve nefsinin doğruluğunda biri fa­kirlik, diğeri zenginlik olan iki halde bulunur. Zenginlik, yüzünü dönme (ikbal), fa­kirlik sırtını dönme (idbar)dir. Bolluk, lezzet, amaç ve arzuya ulaşma zenginlikle gerçekleşir. Aynı şekilde cennetlikler için de orada canlarının çektiği, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen şeyler vardır. Sevilen şeylerden mahrumiyet, aşırı dert, üzüntü, hasret, nail olup da kaçırılan şey­lere pişmanlık ve sol ehline (ehlul-yesar)' ait olan.daha başka şeyler fakirlikle gelir.

Bu örnekte olduğu gibi, insanın yapısını inceleyip düşündüğünde onda bütün varlıkları ve oradakilerin örneklerini görürsün. Bundan dolayı filozoflar onu büyük âlem diye adlandırırlar. Çünkü o, içinde barındırdıklarıyla büyük âlemdeki şeylere benzer.

Bölüm

Biz insan bedeninde tasvir ettiğimiz dairesi ve yapı terkibindeki kararlılık yoluyla bu dairelerin varlığını gördük. Şimdi bu şeylerin insan dairesi altında yer alan hay­van dairesindeki varlığını anlatalım.

Ey kardeş! Bil ki, bazı hayvanların şekli güzel, fiilleri hoş ve işleri iyidir. Sonra bunun altında görünüşü en çirkin ve içi en kötü olana kadar [birçok hayvan] vardır. Bunlar, iç içe girmiş daireler, dereceler ve konumlardır. Ruhânîler ve gök sakinleri­nin felekler âleminde yaptıkları gibi işler yapan nefislere sahip hayvanların sureti güzel ve ruhuna itaatkârdır. Bunlar İnsanî nefislere hizmet ederler ve boyun eğerler. O, üstünlükte onlara katılabilir. Onun kendi dairesindeki konumu, Rablerine secde eden felekler ve gökler âlemindeki meleklerin konumu ve insan âleminde kral ve başkanların konumu gibidir. Sureti çirkin ve İnsanî nefislere isyankâr olan [hayvan] ise bulundukları zamanda peygambere ve filozofa karşı çıkan, düşmanlık eden ve büyüklenen İblis, Firavun, Haman ve Karun gibidir. Zulmeden, ileri giden, hak et­mediği bir şeyi alan, yasağı çiğneyen, emre karşı gelen, günahta ısrar edip tevbe et­meyen kimseler de böyledir.

Bitkide de buna benzer şeyler bulunur. Bazılarının çiçeği tatlı, kokusu ve meyvesi güzel, dalı uzun, kökü hoş ve faydası çoktur. Bazıları da bunun tersidir.

Madenler de böyledir. Bazıları altın ve gümüş gibi yüksek değerli ve güzel görü­nüşlüdür. Bunun altındakiler daha önce bahsedildiği gibi, kendisinden dolaylı ola­rak yararlanılanlara kadar devam eder.

Bu böyle olunca yaratılış ve fıtratın bütünüyle biri diğerini kuşatacak şekilde çev­releyen felekler ve kapsayan daireler olduğu anlaşılmıştır. Âlemin tamamı bir hayvan bedeni gibi, ona sirayet eden bütün güçler ise bir tek nefis gibidir. Yüce Allah, onu yaratmak, icat etmek, var etmek ve oluşturmak suretiyle kuşatmış; anılan bir şey değilken var etmiştir.

Bölüm

Ey saygılı kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sen bu ayetleri düşündüğünde, bu ruhânîlerin fiillerine baktığında, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki yüksek ve alçak her şeyin yaratılışı üzerinde tefekkür ettiğinde, sonra hik­metle bina edilen bu iskelete baktığında, bu ilim dolu kitapları teemmül ettiğinde ve cennetle cehennem arasına uzatılmış olan bu sırata -onu geçmeye muvaffak olmanı isterimbaktığında belki gaflet uykusundan uyanır, heyûla denizinin karanlıkların­dan kurtulur, tabiat esaretinden uzaklaşır, sana bozukluğun erişmediği ve bedenler mahalline ilgi göstermeyeceğin yüksek makama ve temiz mekâna çıkarsın.

Ey kardeş! Bil ki, insan dünyada durdukça onun yapacağı birtakım eylem ve işle­rin olması gerekir. Onun ortaya koyduğu bütün işler yaptığı ve bütün sanatlar üstün nefsinin ve ince ruhunun güçlerinden çıkar. O, ilginç sanatlar ve fiiller yapar, mantık­lı lafızlar ve edebî hutbeler tertip eder. Bunlar da yine cismânî araçlarla ortaya konan ruhânî fiillerdir. Onları ortaya çıkaran, küllî nefisten yayılan nefsanî bir güçtür. Yerli yerine konan ve hakkı verilen şeyler meleklerin fiillerine benzer. Bunun aksine hata ve kötülük gibi eylemler, yalan söz, öfke, haddi aşma, zulüm, zina ve livata gibi şeyler İblis ve şeytanların fiillerine benzer. Biz “Kapsamlı Risâle’de bu övülen ve yerilen mertebe ve konumların ve yeryüzü, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar gibi şa­hısların bilgisini kendi yerlerinde anlattık. Madenlerin sonu bitkilerin başlangıcına, bitkilerin sonu hayvanların başlangıcına, hayvanların sonu insanların başlangıcına, insanların sonu melekler mertebesinin başlangıcına bağlıdır. Bu, saflaştığında olur. Bu dairelerde tabaka ve konumlara ayrılmış değişik mertebeler vardır. Onlar nokta olarak başlar, birbirini kuşatmaya varıncaya kadar genişlerler. Yüce Yaratıcı, bütün varlıkları birbirlerine benzer şekilde yarattı ve tüm âlemin amacını onu kapsayan fe­leğin ve içine alan dairenin amacı gibi kıldı. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Her birisi bir felekte/yörüngede yüzer”[30]

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, Yüce Yaratıcı feleği küre şeklinde yaratmıştır. Çünkü bu şekil, üçgen, dörtgen, koni ve diğer cismânî şekillerin en üstünüdür. Bu şekiller ve örneklerden her birinin kendisinden çıkan fiilleri ve onunla yetkinleşen işleri vardır.

Felekî şekil ve dönüşümlü örneğe ait olan, alanı en büyük, hareketi en hızlı ve ortadaki afetlerden ve eşit bölgelerden en uzak olan şekildir. O hem dairevî hem de doğrusal olarak hareket edebilir. Bu özelliğin ondan başkasında bulunması imkânsızdır. Bundan dolayı İlahî hikmet ve rabbani inayet, daha önce açıklandığı üzere bu şeklin diğer şekillere üstünlüğü sebebiyle âlemin, feleklerin ve gezegenlerin daire ve küre şeklinde yaratılmasını gerektirmiştir. Her feleğin fiilleri altındakilerde dairesinin genişliği ve kuşattığı şeyin darlığına göre ortaya çıkar. O zaman onda üs­tünde sıralanmış şeyin fiilleri ortaya çıkar. Bu fiilde Yüce Yaratıcının hikmetine ve bilgisine delalet eden bir sır vardır. Çünkü o, yarattıklarını kuşatan ve var ettikleri üzerinde etkin olandır. Hikmet ve kazasını geri çevirecek kimse yoktur.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, dairevî şeklin fiili, üstündekilere ve kendisinden daha geniş olanlara oranla altındakilerde daha çok ve daha belirgin ortaya çıkar. Bu, tuzlu de­nizlere akan tatlı suların fiiline benzer. Bunlar az olmaları ve deniz suyunun çok ve geniş olması sebebiyle onları etkilemez. Aynı şekilde mum ışığı da içinde lam­ba bulunan eve girdiğinde lambanın ışığı baskınlığı nedeniyle mum ışığından ayırt edilemez. Oraya mum ışığından daha güçlü ve daha belirgin bir ışık girdiğinde de durum yine böyledir.

Buna kıyasla, bir şeyin fiili kendi altındaki şeyde daha net ve daha güçlü olur. Bu böyle olunca nefis, aklı onun fiilini örtecek ve ortaya çıkmayacak şekilde etkilemez. Akıl, nefsi hem potansiyel olarak (bilkuvve) hem bilfiil olarak etkiler. Çünkü o nefse tamlık ve yetkinlik sureti verir. Onun nefsi bilkuvve etkilemesi nefsin aklın ilk var­lığında maddî (heyûlanV) olmasıdır. Onu bilfiil ortaya koyması ise nefsin varlıklar sahibi olduğu vakte kadar devam eder. Bundan dolayı aklın fiilleri nefiste ortaya çıkar ve onun dairesi nefsin dairesini kuşatır. Nefsin tabiattaki etkisi de açık ve nettir. Çünkü o, tabiatın fiillerini tamamlar ve ona güzellik ve parlaklık verir. Öyleyse akıl, Allah’ın bir fiilidir ve Allah onu ve altındakileri kuşatır. Onun ışığıyla parlayan, bü­tün yarattıklarının ışıklarıdır. Onlar Allah’ı idrak etmekten onun durdurduğu yerde kavramaktan alıkonulmak suretiyle alıkonulmuşlardır. İsmi yüce olanın dediği gibi, onun emrinden kaçamazlar, hükmü dışına çıkamazlar: “O, kulları üzerinde otorite sahibidir"[31] O, onları belli bir düzene sokan ve onlara kalıcılık, tamlık ve yetkinlik sureti verendir. O, eksiklikten münezzehtir, ondan başka ilah yoktur. O, büyük arşın ve gökler ile yeri kaplayan saltanatın Rabbidir.

Bölüm

Kuşatıcı feleğin dairesi, felekî dairelerin en genişidir. Onun altındaki bütün fe­lekler dairevîdir ve birbirlerinin içinde oluşmuşlardır. Kuşatıcı felek, yerin etrafında her 24 saatte bir defa yeryüzü üzerinde doğudan batıya, yeryüzünün altında batıdan doğuya doğru dolap gibi döner. Onun altında yer alan felekler üzerindeki etkisi açık ve nettir. O bunları hareket ettirir ve onlara kendilerinde bulunan, onlara inen ve ulaşan şeyleri, kendilerinden çıkan fiil ve işleri verir. Küllî nefis onda onun yaptığı fiilleri yapar ve işlediklerinde ona benzer. O, feleği hareket ettirir. Küllî nefsin dairesi onun dairesine bağlıdır ve onu kuşatır. Bu, ona duyduğu şevkle ve ona yakın olma arzusuyla döner. Çünkü küllî nefis onun nedenidir ve Aziz ve Çelil olan Allah’ın iz­niyle onu dilediği gibi etkileyendir.

Bölüm

Bil ki, bu yedi gezegenden her biri, döndürme feleği adındaki dönen küçük bir feleğin içinde döner. Bu felekler de aynı şekilde merkezlerin dışındaki felekler içinde dönerler. Bunların hepsi, dolap adı verilen ve diğer felekleri çevreleyen burçlar fe­leğinin yüzeyinde sıralanmışlardır. Felek ve yeryüzü küre şeklinde ve dairevî olma­saydı bu dönüş düzgün olmaz ve gezegenlerinin hareketleri devam etmezdi. Onun fiilleri anlattığımız ve açıkladığımız şekilde cereyan etmektedir.

Ey kardeş! Bil ki, tikellerden, tümellerden, dallardan ve asıllardan oluşan bütün âlem, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan meydana gelen türler ve yeryüzündeki tüm denizler, dağlar, çöller, nehirler, harap ve bayındır yerler bir tek kü­redir. Hava onları her taraftan kuşatır. Zemheri, esir, hava olayları ve Ay feleğinin ihtiva ettiği şeyler onları tümüyle çevreler. Yeryüzü üzerindeki dağların şekli daire çevresinden bir yay gibidir. Dağlara ait fiil ise onlara Satürn ruhânîlerinden iner. Daha önce anlattığımız gibi, ağırlık, çökme, tutma ve deniz suları ile yeryüzü arası­na girme, onların üzerine suyun çıkmaması ve batırmaması içindir. Onların hava­da yükselmesi yer ortasında meydana gelir. Onlar, duvarlar, barajlar ve şadırvanlar gibidir. Bu, rüzgâr ve bulutların ortalarındaki şeyleri Allah’ın yarattıklarına lütfü ve kullarına şefkati olarak onlara muhtaç olan yerlere sürüklemesini sağlar. Ayrıca al­tındakileri daha ötesini isteyen düşmandan koruyan surlar gibidir. Çünkü denizler, dalgalarının şiddetli hareketleri sebebiyle yeryüzünü suyla kaplamak ister. Hâlbuki onlar kendi yerlerinde korunaklıdırlar ve dağlar Allah’tan kullarına bir lütuf olarak onların yeryüzü bölgelerine yayılmalarını engeller. Dağların Ay feleği ve zemheri dairesine doğru uzamasıyla sis ve bulutların birikmesini sağlayan buharlar yükselir. Sonra ağırlaşırlar ve esir küresi hareketleriyle onları sıkıştırır, böylece inmek üzere döndürülürler, onlardan yağmur ve kar oluşur. İndiğinde dağ tepeleri onun la karşı laşır ve oralara yerleşir. Kış günlerinde oranın mağara ve çukurları ona veda ederler ve o onların arasını açar. Yaz gelip Güneş ısındığında bu sular dağlarda sıkılır ve oralardan geçip uzaklaşmak isterler. Pınarlar ortaya çıkar, ırmaklar uzanır; köyler, şehirler, karalar, yaz güneşi yüzünden kurumuş topraklar dirilmek ve hayvanlar için ot bitirmek için sulanırlar. Bu, âlemin canlanmasıdır. Bu, Allah’tan her şey için bir rahmettir.

Denizlere özgü fiil ve tuzlu olmalarındaki hikmet, tuzluluklarının havayla karışıp onu gidermesi, nem ve katı karışımları parçalaması ve rüzgârlarının âlemle birleşip havanın bozulmaması ve bütün yer hayvanlarının helak olmasına yol açmaması için ondaki kiri yok etmesidir. Bunlar ırmaklara aktığında ve onları yağmurlar takip etti ğinde orada [kir] kalmaz. Çünkü sular onları artırmaz. Fakat onları içince ve emin­ce buhar olarak geri gönderirler. Onlardan tencere ve hamam buharı gibi bulut ve buhar meydana gelir. Onlardan havaya su yükselir, bulutlar oluşur; dediğimiz gibi, zemheri dairesine ulaşıncaya, dağlara ve bayındır yerlere geçinceye kadar yükselir; orada ağırlaşır ve oradan geçen yıl olduğu gibi ikinci kez vadilere, ırmaklara ve de­nizlere dönen dolap gibi iner. Bu, güçlü ve bilen Allah’ın takdiridir.

Hayvan ve bitkilerin fiili de böyledir. Her biri Yaratıcısının kendisinde yarattığı ve hazırladığı yeteneğe göre yapar. Onların hepsi bu unsurlardan oluşur, tamamlanır, olgunlaşır ve Yüce Allah’ın dilediği kadar varlığını sürdürür, sonra bozulur, yok olur ve önceki gibi toprak olur. Sonra Yüce Allah, dediği gibi tekrar yaratır: “İlk yaratmayı nasıl başlattıysak üzerimize bir vaat olarak onu yeniden yapacağız”[32] Ey kardeş! Allah seni cehalet ve körlükten korusun!

Biz sapmışlara yol göstermek, yolunu şaşıranları irşat etmek ve gafilleri uyarmak için çok çaba harcadık ve risâlelerimizde her topluluk ve sınıfla durumlarına uygun şekilde hitap ettik. Özellikle bu risâlemizde onlara ruhânîlerin fiillerini açıkladık ve birçok risâlemizde insaflı kimseler için bazılarında bulunan yeterli açıklamay­la tabiatın varlığına ve fiillerinin ortaya çıkışına dikkatlerini çektik. Bunu bilhassa “Siyaset Çeşitlerinin Nitelikleri ve Nicelikler Risalesi'ndeki bilgilerle, filozof geçinen şüphecilerle yaptığımız konuşmalarla ve bu âlemde gezegenlerin ortaya çıkan fiilleri hakkında söylediklerimizle ve onları bazı görüşlerine ilişkin olarak yaptığımız açık­lamalarla yaptık. Bu kişilere özellikle şöyle diyoruz:

Farkında değil misiniz? Allah sizi ıslah etsin! Muhammed’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) diliyle indiri­len Kur’an’ı okumadınız mı veya onu her zaman okuyan kimseden dinlemediniz mi? Eğer siz okumadıysanız birçok yerde nefsin tekrar anlatılmasından dolayı Aziz ve Çelil olan Allah’ın sözü şöyledir: “Ey huzura eren nefis! O senden, sen ondan hoşnut olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına, cennetime gir”[33] Bu hitap, yönelen kimseye yapılır. Ey nefsin varlığını ve fiillerini toptan inkâr eden kimseler, siz onun var ol­mayan yok için yapılmış bir hitap olduğunu mu düşünüyorsunuz, yoksa o var olan birine yapılmış bir hitap mıdır? Aziz ve Çelil olan Allah yine dedi ki: “Nefse ve onu düzgün biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını ilham edene and ol­sun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiş ve onu kirleten kimse de ziyana uğramıştır?[34] Yine dedi ki. “Herkesin kendisi için mücadele ederek geleceği ve kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün’.’[35] Aziz ve Çelil olan Allah dedi ki: “Nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder”[36] Yüce Allah dedi ki: “Allah insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykula­rında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır?[37] [38] Kur anda her düşünenin nefsin bedenden başka bir şey olduğunu bilmesi için nefisten bahseden ve ona müennes/dişil olarak hitap eden birçok ayet vardır. Zira beden müzekker/eril olup ona müenneslikle hitap edilmez. Nefis ile beden ara­sındaki farkı açıklamak için bu kadarı yeterlidir. Bu topluluk -Allah kendilerini ıslah etsininsanın şu hissedilir, gözle görülür, sadece uzunluk, genişlik ve derinlikle nite­lenen ve beraberinde başka bir varlık bulunmayan bir şey olduğunu iddia etmekte­dir. Hâlbuki her akıl sahibi, nefis gerçeğini düşündüğünde onun et, kan, damar, sinir, kemik ve anatomi kitaplarında zikredilen diğer organlardan oluşmuş bir cisim oldu­ğunu bilir. Onun aslı nutfe, hayız kanı, sonra süt ve gıdadır. Sonra nefisten ayrılırken ölüm ona geldiğinde -övgüye layık olan Allah vaat ettiği gibi dilersebedeni eskir.

Nefis, semavî, nuranî, diri, bilen, faal, hisseden, idrak eden, ölmeyen, aksine haz alarak veya acı çekerek ebedî kalan bir cevherdir. Allah’ın dostları ve salih kulların­dan olan müminlerin nefisleri, ölümden sonra onun vasıtasıyla rahatlık ve huzur içinde kıyamet gününe kadar felekler sahasına yükseltilir. Onların bedenleri yayıl­dığında hesaba çekilmek ve iyiliğe iyilikle, kötülüğe bağışlamayla karşılık verilmek üzere onlara geri gönderilir. Kâfirlerin, fâsıkların, günahkârların ve kötülerin nefis­leri ise kıyamet gününe kadar azap ve acı çekerek, üzülerek ve korkarak körlük ve cehaleti içinde kalır. Sonra hesaba çekilmek ve yaptıklarına karşılık verilmek üzere çıkarıldıkları bedenlere döndürülürler.

Dediklerimizin doğruluğunun ve anlattıklarımızın hak olduğunun delili, Aziz ve Çelil olan Allah’ın şu sözüdür: “Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, Firavunun adamlarını azabın en ağırına sokun, denir’.’36 Aziz ve Çelil olan Allah yine dedi ki: “Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığını; meleklerin, ellerini uzatmış, haydi canlarınızı kurtarın, Allaha karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve onun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırı­lacaksınız, diyecekleri zaman hallerini bir görsen!”[39] Yüce Allah yine dedi ki: “Kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler?[40] Yine dedi ki: “Şöyle der: Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin?[41] Yüce Allah dedi ki:

“ Hesap günü oraya girerler. Onlar oradan kaybolup kurtulacak değillerdir"* Kuranda bu manada nefsin ölümden sonra gerek nimete kavuşarak ve zevk alarak, gerekse ,u ı ve azap çekerek baki kaldığına delalet eden birçok ayet vardır.

Anlattıklarımızla yetinen, kendisine karşı samimi olan, ölüm sonrasına önem veren, ahiret hakkında düşünen, irtihal için hazırlık yapan ve yolculuk için azık hazırlayan, dünyada zahitçe yaşayan, ömür bitmeden, ecel ve irtihal yaklaşmadan önce ahireti arzulayan kimseler için yeterli bir açıklama vardır. Söylediklerimizin, ruhânîlerin varlığına delaleti ve onların hem bu risâlede hem de “Sihir ve Tılsım RisâlesTndekı sınıfları konusunda yeterli olmasını istiyorum. Biz, önceki düşünür­lerden bazılarının nefislerin iki kısma ayrıldığını iddia ettiklerini söyledik. Birisi, bedende oturmaz ve cisimlerle ilgili değildir ve bu da iki kısma ayrılır: Birisi bizzat iyi olup bunlar meleklerdir; diğeri bizzat kötü olup bunlar da şeytanlardır. Yıldızla­rın bedenleriyle ilgili başka birtakım nefisler vardır. Onlardan ancak bir miktar ayrı ve uzak dururlar. Onlar âlem üzerinden iki türlü tasarrufta bulunurlar: Birincisi, astroloji kitaplarında yazılı olduğu şekilde onların bedenlerinin tabiatlarıyla tasar­rufta bulunurlar, diğeri nefisleriyle tasarrufta bulunurlar. Bedenlerle ilgili olan, on­lardan ancak bir bedeni bozacak miktarda ayrı ve uzak duran diğer birtakım nefisler de vardır. Bu nefis tabakasının insan bedeninde oturan ve onu ancak nefsin diğer hayvan ve bitki şahıslarını terk etmesi gibi terk eden bir türü vardır. Onlar, azap edilmek üzere Tavs[42] [43] [44] denizine döndürülür. Ancak ikamete elverişli ve kurtuluşa ula­şabileceği maddeye inmeyi durdurmak ister. Nitekim bunu “Astroloji, Sihir ve Tılsım Risâlesi”nde uzun bir açıklamayla anlattık. Ruhânîlerin birçok yerde şeytanlar, cinler ve diğer kötü ruh çeşitleri olarak adlandırılan türüne gelince, Kuran onlarla ilgi­li anlatımlarla doludur. Özellikle Hıristiyanların kitaplarında ve satışla ilgili olarak okuduklarında şeytanlar ve onların Mesih’le ilgili yaptıkları tekrar tekrar anlatılır. İncilde onlardan birkaç yerde bahsedilir. Ey kardeş! Allah seni desteklesin! Incil’i ve “Deyiniz ki Kim Risâlesi” şeklindeki kitabı oku! Sen onlarda bu sanata dair birçok sebep görürsün. Eğer uzatma korkusu olmasaydı sana onların bir kısmını anlatır ve ruhânîlerin varlığı ve bu âlemdeki etkilerine dair söylediklerimizin doğruluğu hakkındaki bilgini artırırdık.

Bu konuyla ilgili olarak Kuranda da çok ve uzun anlatımlar vardır. Fakat Ey kar­deş! Allah seni desteklesin! Şimdi bu topluluğun, ruhânîlerin varlığı iddiasını ya­lanlarken söylediklerinin ve onların açık fiillerini inkâr etmelerinin geçersizliğini bilmen için ondan şu anda yapılan anlatımları zikredeceğiz. Bununla ilgili olarak Bakara suresinde şu ayet vardır: “İblis hariç bütün melekler secde ettiler. İblis bundan kaçındı, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu"ii Kuranın dile getirdiği bu söz, bizim gözlerimizle kendisini ve kabilesini görmediğimiz İblisin varlığına delalet etmekte­dir. Kur'anın varlığına şehadet etmesine rağmen, duyularımız onu idrak etmez.

Aziz ve Çelil olan Allah yine bu surede şöyle dedi: “Derken, şeytan orada ayak­larını kaydırdı ve onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de birbirinize düşman olarak inin, dedik.”[45] Bunu yapan birini nasıl yalanlayabiliriz? Yine orada dedi ki: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman küfre girmedi; fakat şeytanlar insanlara sihri öğretmek suretiyle küfre girdiler"[46]

Şanı yüce Allah dedi ki: “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olan­larından yiyin, şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sisin için apaçık düşmandır”[47] Yine orada dedi ki: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkinlik ve hayasızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaat ediyor”[48]

Nisa suresinde şöyle dedi: “Onlar, Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar. Hâlbuki aslında azgın bir şeytana tapmaktadırlar’.’[49] Yine orada dedi ki: “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür”[50] Yine orada dedi ki: “Oysa şeytan onlara ancak aldatmak için vaatte bulunuyor’.’[51]

Enam suresinde şöyle dedi: “Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk, o zalim kavim ile beraber oturma”[52] Yine orada dedi ki: “Arkadaş­ları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi olalım?”[53] Yine orada dedi ki: “İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak”[54] Yine orada dedi ki: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan bir peygamber gelmedi mi?”[55]

Araf suresinde şöyle dedi: “Ant olsun, sizi yarattık, sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere Adem için saygı ile eğilin, dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı’.’[56] Yine orada dedi ki: “Ey Ademoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şey­tan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görür­ler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır”[57]

Ruhânîlerin varlığına ve büyük ve güçlü fiillerine şâhitlik edecek bundan daha açık ve güçlü bir hatırlatma ne olabilir?

Yine bu surede şöyle dedi: “Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendileri­ne göstermek için onlara vesvese verdi”[58] Yine orada dedi ki: “Ey Ademoğulları, şeytan sizi saptırmasın”[59] Bundan daha etkili uyarı ne olabilir? Yine orada dedi ki: “Allah, şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder”[60] Yine orada dedi ki: “Ant olsun, biz cin ve insanların birçoğunu cehennem için var ettik”[61] Yine orada dedi ki: “Şüphe yok ki Allaha karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler, sonra hemen gözlerini açarlar”[62] [63]

Enfâl suresinde dedi ki: “Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım” dedi. İki ordu karşılaşınca da geri dönüp, benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allahtan korkuyorum, Allahın azabı şiddetlidir, dedi”[64]

Yusuf suresinde şöyle dedi: “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu"[65]

İbrahim suresinde dedi ki: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allaha ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır”65 Bu, şeytanın kendi ken­disine söylediği sözdür. Fakat onu ve varlığını yalanlayan ve fiillerini inkâr eden kim­selerin onun onlara yaptıkları üzerinde düşünmeleri ve tefekkür etmeleri gerekir.

Yüce Allah, Hicr suresinde dedi ki: “Cinleri de daha önce dumansız ateşten yarattık”[66] Yine orada dedi ki: “Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı”[67] Yine orada dedi ki: “Ey İblis, secde edenlerle beraber olmaktan seni alıko­yan nedir?”*

Nahl suresinde dedi ki: “Kuran okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allaha sığın”[68]

İsrâ suresinde dedi ki: “Meleklere, Âdeme secde edin, demiştik. İblis’ten başka hepsi secde etmiş, o ise çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim, demişti. Yine demişti ki: Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Ant olsun, eğer beni kıyamete ka­dar ertelersen onun soyunu, pek azı hariç kontrolüm altına alacağım. Allah şöyle dedi: Çek, git. Onlardan kim sana uyarsa kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepi­nizin cezası olacaktır. Onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların malları ve evlatlarına ortak ol. Onlarda vaatlerde bulun. Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez”[69] Yine orada dedi ki: “De ki. Ant olsun, insanlar ve cinler bu Kuranın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”[70]

Kehf suresinde dedi ki: “Hani biz meleklere; Adem için saygı ile eğilin demiştik de İblisten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinin dışına çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis i ve neslini kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandır. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!”[71]

Hac suresinde dedi ki: “Senden önce hiçbir peygamber ve nebi göndermedik ki bir şey temenni ettiği zaman şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[72] O, peygamberlere (as) de böyle yap­mıştır. Allah onları şeytanın kendilerine yaptıklarını silmek suretiyle tashih etmiştir.

Furkân suresinde dedi ki: “Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakır”[73]

Nemi suresinde dedi ki: “Cinlerden bir ifrit dedi ki: Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim”[74]

Kasas suresinde dedi ki: “Dedi ki. Bu, şeytanın işidir. O gerçekten apaçık bir saptı­rıcı düşmandır”[75]

Sebe suresinde dedi ki: “Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgârı Süleyman’ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik”[76] “Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalar­dı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı”[77] [78] Yine orada dedi ki: “Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi hepsi ona uydular’.’73

Saffât suresinde dedi ki: “Biz en yakın göğü ziynetler ve yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar yüce topluluğu dinleyemezler. Kovulmak üzere her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler”[79] [80] [81] Yine orada dedi ki. “Onun meyve­leri sanki şeytanların kafalarıdır”30

Sâd suresinde dedi ki. “Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bu­kağılara bağlı olarak diğerlerini de onun emrine verdik"31 Yine orada dedi ki: “Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin. Derken bü­tün melekler saygı ile eğildiler. Ancak İblis eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah dedi ki: Ey İblis, ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?”[82] [83]

Fussilet suresinde dedi ki: “İnkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”82

Ahkâf suresinde dedi ki: “Hani Kuran ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar onun huzuruna gelince birbirlerine, susun, dediler. Kuranın okun­ması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler”[84]

Zâriyât suresinde dedi ki: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir”[85]

Rahmân suresinde dedi ki: “Cinleri de yalın ateşten yarattı.”[86] Yine orada dedi ki: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitme­ye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz. ”[87]

Mülk suresinde dedi ki: “Ant olsun ki biz en yakın göğü kandillerle donattık. Bun­ları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık”[88]

Cin suresinde dedi ki: “De ki: Bana cinlerden bir topluluğun (Kuranı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur an din­ledik de ona inandık. Artık Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız... Şüphe­siz biz insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyor­duk... Doğrusu bazı insanlar bazı cinlere sığınırlardı da cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı”[89]

Nas suresinde dedi ki: “Cinlerden ve insanlardan”[90]

Bütün bu sözlerin, manalarının çokluğu, gelişlerinin çeşitliliği ve anlatılan yönle­rinin sayısı üzere yok olana ve var olmayana işaretler olduğunu görüyor musun? Biz onların yetinen ve kibri terk eden kimseye yetecek kadarını anlattık. Ondan sonra yirmi sureden bazı ayetleri insaflı kimse için yeterli ve ikna edici olması sebebiyle daha önce söylediklerimizin doğruluğuna delalet eden kanıtlar olarak ortaya koy­duk. Şimdi bu konudaki konuşmayı kesmemiz gerekmektedir. Çünkü biz belirledi­ğimiz amaca ulaşmış bulunuyoruz. Allah’a çokça hamd olsun. Ey kardeş! Allah’tan lütfü ve keremiyle bizi uygun olana muvaffak kılmasını ve seni, bizi ve bulundukları her yerde bütün değerli kardeşlerimizi doğru yola iletmesini istiyoruz. O bize yeter. Hak ettiği üzere hamd daima ve ebediyen Allaha mahsustur.

“Ruhânilerin Hallerinin Niteliği Hakkındaki Risâle” sona erdi. Bunu “Siyaset Çeşitlerinin Nitelik ve Niceliği Hakkındaki Risâle takip etmektedir.

İlahi ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûrnu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
Dokuzuncu -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin EllinciRisâlesi
Siyaset Çeşitlerinin Nitelikleri ve Niceliklerine Dair[91]

Rahmân ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!

A

llah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na ortak koşulan varlıklar mı?”2

Ey şefkatli, iyi kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruhla desteklesin! Bil ki; biz risâlelerimizin her birinde o risâlenin özü kıldığımız bir bölüm oluşturduk. Kim onu anlamaya muvaffak olur da onunla amel ederse dünya ve ahiret saadetini elde et­miş olur. Biz 51. risâlede beyan ettiklerimizi el-Câmi‘a olarak adlandırdık ve onu diğer risâlelerden ayrı bir risâlede özetledik. Bu risâlede gücümüz nisbetinde di­ğerlerinde bahsettiklerimizin açıklamasını daha özel tarzda anlattık. Allah’ın ko­laylaştırması hariç, risâlelerimizin tamamının bir kişide toplanmış olması neredeyse olanaksızdır. Bu risâleyi de biz diğerlerini temsil etsin diye oluşturduk. Ne var ki bizce en doğrusu ve en uygunu, 51. risâleyi okuduktan sonra el-Câmi'a adlı risâleyi okumandır. Zira bu şekilde okumasının faydası daha çoktur ve risâlelerimizdeki kapalı yerler de okuyana açılmış olur. Şayet o risâlelerin tamamını veya bir kıs­mını kaybetse ve sadece onu (el-Câtni‘a) bulsa diğerlerinin eksikliğini hissetmez.

Bu risâleyi gereğince uygulaman, onu kıymetli kardeşlerimizden -Allah onlara merhamet etsinsana ayrıcalık verenlere okuman, senin ve onların çalışma zaman­larında onlarla müzakere etmen için “Siyaset ve Riyâset” olarak adlandırdık. Böylece sen bunların faydalarının eksikliğini hissetmeyesin.

Ey mutlu kardeşim! Bu risâleye vâkıf olduktan (onu tamamen okuyup öğrendik­ten) sonra sana buyurduğumuz şeylere uymanı emrediyoruz. Çünkü sen inşâallah din ve dünya bakımından büyük mutluluğa erişeceksin. Biz bu bölümü “kapsayıcı bölüm” (fasl-ı camı) diye isimlendirdik. Çünkü bu bölümde, Allah’ın izniyle, fayda­ların mutluluklarının temeli vardır.

Bil ki, insanın faydası üçüncüsü olmayan iki tanedir ve iki yönden olur: Dünyevîuhrevî; cismânî-rûhânî. Bu iki denge insanda tam olarak bulunursa o zaman insan, insan ismini hak eder. Ruhu meleklik (melekiyyet) suretlerini kabule elverişli olur ve o ruhun başına gelen ve “ölüm ve yok oluş” olarak adlandırılan bir hal ile bedenden ayrılmasıyla semavî mertebeye intikale hazır olur.

2. Nemi, 27/59.

Biz bu risâlede, kendisiyle iki âlemde olgunluğu elde etmen ve onunla iki cihanda mutlular mertebesine yükselmen için iki siyasetin niteliklerini senin için bir araya getirdik. Dolayısıyla bunu mutlaka iyi koruman gerekir. Sana, kendilerine bunları iletmen ve onlara ihsanda bulunman uygun olan kimselerin niteliklerini bildirmek isteriz. Bunu kısaca şöyle ifade ederiz: Niteliği, senin niteliğin, yolu da senin yolun olan kimseye cimri davranma. Çünkü hikmeti, onu bilmeye ehil olandan sakınman sana helal (uygun) olmaz. Bilakis o hikmeti, ehli olana ilet ki, o hikmet, hayırları bir araya getiren bir f asıl, kendisiyle saadetlerin tamamlandığı ve işleyenine bereketlerin indiği bir sözdür.

Ey Kardeşim! Bil ki, senin aklî ve pratik faydaları kabule hazır; nefs-i natıkası, aklî faydaları ve Rabbânî ilmin azıklarını kabul hususunda geniş; dünyada zâhid (dün­yaya fazla önem vermeyen), ona ilgisi az, seni ilgilendirmeyen dünya lezzetlerini ve dünyanın sevilen şeylerini umursamaz, dünyanın şehvetlerinden kaçınarak ondan yüz çeviren, onun lezzetlerinden kaçman, onun az bir azığıyla yetinen, gayretinin tamamını arı nefsinin ve temiz aydınlık ruhunun ıslahına harcayan; hilm (yumuşak huyluluk) elbisesini kuşanarak, oturmuş/yerleşmiş bir ahlakla, tam bir zühdle, güzel bir ibadetle, meleklere ait özelliklerle, (kötülükten ve dünyadan) yüz çeviren bir ne­fisle, güzel bir suretle, dengeli bir yaratılışla, tam donanımla, safi bir zihinle, anlayan bir zihinle, Allah’tan sakınan bir kalple, ağlayan gözle, sende gerçekleşen bir ümitle bir bölgeden bir bölgeye, bir beldeden bir beldeye sırf ilim tahsili için seyahat eden biri olduğunu gördük.

Senin hakkında, seninle ilgili düşüncesi onaylanan ve Allah’ın nuruyla -ki bu nuru Allah sana, onunla yaratıklara bakman ve yine onunla Allah’ın ayetlerini güzel okuman için bahşetmiştirseni aydınlattığı şeyle, doğru ferâsete sahip kişinin dü­şüncesiyle derin derin düşündük. Nitekim Hakîm-i Sâdık (doğru hikmet sahibi Hz. Peygamber) şöyle buyurur: “Mümin Allah’ın nuruyla bakar.” Yüce Allah da; “Onların nuru önlerinde koşar”[92] buyurmuştur. Sana, bize bağışlanan ve ilk defa atamız Hz. İbrahim’de yaratılmış olan bu nurla baktık. Atamız İbrahim kendisine bağışlanan bu nurla göklerin ve yerin melekûtunu (hükümdarlık ve saltanatını) gördü, bu sayede o tam inananlardan oldu. İbrahim’den sonra bu nur, kendisine tâbi olan zürriyyeti içerisinde nakledilen bir miras oldu. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin”[93]

Bize ulaşma, bizi şiddetle arzulama, zulüm döneminin karanlıklarından, şeyta­nın ve zalimlerin yardımcılarından kurtulma, hakkın zayıflaması hak taraftarları­nın halktan kopması ve yollarının engebeli ve zor oluşundan kurtulma yolundaki çaban ve gayretinden sonra seni bu doğru düşünce ile gördüğümüzde ben de senin zamanındakilerden biriydim. Fırtınalı, kat kat karanlık, soğuk bir gecede, kılavuz­larını kaybetmiş, yol işaretleri yok olmuş bir yolda ışığıyla aydınlatmak isteyerek çakmak çakan bir kimse gibi. Bu kimsenin yolunu gösterecek alametleri kalmamış, sadece kendisinde yürümenin ve hedefe ulaşmanın mümkün olmadığı, izleri örlü lü engebeli bir yolu vardır. Yine bu yolda ancak daha önceden bir bilgi sahibi olup onunla bu gizli izleri sürebilenler gidebilirler. Yine bu kimselere bir takım alametler verilmiştir ki, bu alametler Allah’ın nurunu gidermek ve yeryüzünden onu tamamen kaldırmak isteyenlere, Allah’ın yeryüzünden hücceti ve eserleri kalkmasın diye ka­palı kalmıştır.

Sana bir kıvılcım çakmış, ortaya rehber çıkararak yol göstermiş, böylece (Allah’a) arz olunan dünyanın başka bir dünyaya dönüştüğü yeryüzünün bahçelerinden biri­ne, cennetten bir yere ulaşırsın. Orada, “Öyle adamlar vardır ki onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyar”[94] “Onların, rükû ve secde halinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün''[95] Onlar Kaf dağının ardındaki ekvator çizgisinin yanında bir okyanus kıygındadırlar. Orası öyle bir yer ki, her iki tarafı da güneşin doğuş ve batışında güneş ışınlarını bir araya getirmektedir. Ayın yörüngesi için hazırlanmış yirmi sekiz konak yeri oradan görünür. Orası Araf dağında yüksek bir bölgedir. Aşağıların aşağısından kurtulup yüceler yücesine, yalnızlığınla; ailen, vatanın, sevdiklerin, komşuların, arkadaşların ve dostlarından ayrılmanla; bedeninin rahatlığının gitmesiyle; malını ve çocuklarını kaybetmenle; bela ve musibetlere sabrınla; sabır binitine binmenle; engebeli bir yol­da gitmenle; senin dışındakilere çıkması zor olan bir dağa tırmanmanla; senden baş­kasının inmesinin kolay olmadığı inmenle ulaştığında ben senin tırmandığın dağda; sakındığın yok edici ıssız yerde; kendisinde kaybolmaktan korktuğun uzak ve akla gelmeyen yerde idim. Yoğun bir felaketin ve birbirini takip eden korkuların arasın­da bulunmaya devam ediyorsun. Bir gemi sahibi kimse gibi ki o, ayı gözükmeyen bulutlu bir gecede karanlık bir denizdedir, her taraftan fırtına kuşatmış, her yandan dalgalar yükselmiş vaziyettedir. Bu gemi sahibi başına gelene sabretmekte ve içinde bulunduğu durumdan kurtuluşa bir vesile için Rabbine dua etmektedir. Bu kimse içindekilerle birlikte gemiyi idare etmekte ve Allah’ın kendisine ilham ettiği ilim ve kurtuluşuna vesile olacak eylemle ve marifetiyle felaket kaynaklarını gemiden uzak­laştırmaya çalışmaktadır. İstediği yere ve güvenli mahalle varıncaya kadar durumu bu hal üzere devam etmektedir.

Ey mutlu kardeş! Bize ulaştığında, bizden haberdar olduğunda, senin gibi bize ulaşanların imtihan edilmeleri gibi, seni de imtihan ettiğimizde seni sabırlı ve Allah’a ne güzel bir kul olarak gördük! Seni bu nitelikle gördüğümüzde ve bu bilgiyle anladığımızda sana nasihati gizlememiz ve bizi hıyanet gözüyle görmemen için sana emaneti vermememiz uygun olmaz. Ayrıca bu, doğru sözlü, faziletli, seyyid ve kâmil Peygamberinin, “Yolculuğa çıkın ki, kazanç elde edesiniz” sözünün, senin tarafından doğru bulunması' ve uzun yolculuğundan sonra hiçbir kazanç elde etmeden ve hiç­bir ihtiyacını karşılamamış olarak dönmemen içindir. Biz seni gördük. Allah’ın bize ilhamı ve vahyiyle gördüklerimiz, O’nun bizi başarıya ulaştırmasıyladır. Allah, bize lütfuyla gösterdiği doğru (sâdık) bir rüyada, seni bizim davetçimiz (dâî) ve kılavuzu­muz; kardeşlerimizden ve dindaşlarımızdan gördüklerine sırrımızı açman ve işimi­zin ortaya çıkmasını müjdeleyici olarak bize gösterdi. Çünkü senin yapabildiklerine onlar güç yetiremezler, senin ulaştığın yere onlar ulaşamazlar. Bunun sebebi de, bu işlerin onlara zor gelmesi, zamanın onlara zor olması, engelleyici sebepler ve önemli olaylar olmasıdır. Sana makamın (kalman) için bir yer seçtik. Orada oturur ve oraya sığınırsın. Orada, zalimlerin elleri sana ulaşamaz.

Bölüm

Bu bölümde, sana haber verdiklerimizi kavradığında, onları prensip kabul et ve onlara güven. Elde ettiğin duruma ulaşmandan önceki hale vardığında kendine kanaatten bir ev inşa et. Onun yapısını güçlendir, duvarlarını yükselt, kapısını da zühdden (dünyaya gereğinden çok önem vermemekten) yap. Fakirliği kapma bekçi yap. Açlığını giderdiğin ve avretini (görülmemesi gereken şeylerini) örttüğün şeyler hariç, alt ve üst minderin servetin terki olsun.

Bil ki, bu eve yerleştiğinde haramiler ve hırsızlardan, sultanın yakalamasından, kardeşlerin hasedinden emin olursun. Komşun az olur, mezarın insanlardan uzak olur. Bu evi anılan unsurlar üzere inşa ettiğinde buradaki duruşun, ruhânî siyasete ait herhangi bir şeyi yapma konusunda yavaş davranmak ve dînî/şerî işleri yapma hususunda gâfıl olmaktan korkmak olsun. Bütün işlerini sapsağlam yaptıktan sonra bu evin ortasında oturacak bir yerin olsun.

Bölüm

Cismânî Siyaset Hakkında

Bedenini idare etmene gelince; afiyeti seçtiğinde, -ki âfıyet varken yiyeceklerin verdiği sıkıntı sana ulaşmaz-, gıdan, yasak olmayan mevcut iki sınıf yiyecek olsun, üçüncüsü de kolaylıkla ulaşabileceğin ya gökten inen ya da yerden çıkan su olsun. Sen uygun vakitlerde, az yemek, tam doymamak ve açlığa tahammül üzere bulun­maya devam edersen, kişiliğin, kendisinde eksiltmene gerek olan şeyde bir artış veya artırmana ihtiyaç olan şeyde bir azalış söz konusu olmayan durumu üzere olur. Be­dene ârız olan haller gıdadan ve bedeni koruma hususundaki gafletten kaynaklan­mıyorsa bu durumda bakmalısın: Eğer bedendeki sıkıntı hava değişimindense tıbbî siyasetten öğrendiklerinle bu durumu düzeltirsin. Şayet bu durum yıldızların hük­mü gereği ise kalbini ferah tut, sabırlı ol ve kendini kınama. Zira sıkıntı, yeme içmeyi çok yapmaktan değil gıdayı ihmal sebebiyledir.

Merhametli iyi kardeş! Bil ki, bedenine yiyecek, içecek ve hareketleri dengeli bir şekilde yüklersen sağlık seninle beraber olur ve hastalıklar yok olur. Bununla beraber bilmelisin ki, hastalıklar ve elemler bedenlere ancak yıldızların hareketi ve semâvî ölçüler gereğince girerler. Bunların çıkması da aynı şekildedir. Bu durum bedenlerin bâkî değil fâni olması yönüyle onlar hakkında takdir olunmuştur. Bunun için deği­şiklik, yok oluş ve bir halden başkasına geçiş onlar hakkında bir olgudur. İnsanlar­dan çoğu, sıkıntılar ve hastalıklar geldiğinde kendilerini yiyecek ve içeceklerden aşırı

şekilde yararlanmakla kınarlar ve kederleri artar, sıkıntıları da devam eder. 1 kıtta on lar, nefislerini kendi düşmanları kabul eder, aşırı yiyip içmesi (böylece hastalanması) sebebiyle, dönüp onu ayıplar ve ona üzülürler böylece de sıkıntıları daha devamlı ve hastalıkları daha uzun süreli olur.

Bu durumu kesinkes anladığında nefsin sakinleşir, bedene gelen sıkıntılar ve has talıklar üzerine nefsinin sabretmesi güzel olur. Gayretinin çoğunu bu evden kur tulmak ve bu hapisten ayrılmak için harca. Çünkü sen buradan çıktığında Rabbine varırsın.

Ey kardeş! Bil ki, sen bu hal üzere iken, Rabbine, sevabı hak eden kimseyi ödül­lendirdiği gibi, ödüllendirilmiş bir varışla gidemezsin ve varamazsın. Bu durum se­nin üzerinde gerçekleştiğinde ölüm sana önemsiz gelir ve onu arzu edersin, nefsin de hoşnut olur. Kaderle belirlenmiş hükümlere göre bedenin meydana gelmesi için gerekli sebepler ortaya çıktığında, bu hususta Rabbinin senin hakkında vermediği bir hükmü (yargıyı) kendinde göremezsin. Sadece senin iyiliğinin ve kurtuluşunun istenildiği hükmü (yargıyı) görür ve onunla da sevinirsin. Hastalıklar ve sıkıntılar kendilerine geldiğinde ruhlarıyla bedenleri, bedenleriyle de ruhları imtihan olunan, ölüm korkusuyla hüzünleri ve korkuları devam eden kimseler gibi üzülme. Bunlar ölümle karşılaşacaklarını da, üzüntülerinin ve kederlerinin sona ermeyeceğini de bilirler. Bunlar ruhlarını ve ahiretlerini kurtarmak yerine bedenlerini ve dünya iş­lerini kurtarmakla meşgul olmuşlardır. Geçici nimet hususunda ve başlarına gelen hastalıkla ilgili olarak da telaşlıdırlar. Bunların dünya eziyetleri azaltılmaz. Bunlar üzüntüleri ve kederleri sona ermediği halde dünyadan göçerler.

Bunu bilip, iyice düşünüp anladığında ölümü vücudunun yönetimi hususunda önüne koyarsın. Bu, dünyadan başka mekanı ve yeryüzünden başka yurdu olmayan, uzunluk, genişlik, derinlik ve bunların çevrelediklerinden başka bir özelliği bulun­mayan maddî bedenine özgü yönetimdir. Marifet ve ilim sahibi olmayan kimselerin, “Beden ruhun taşıyıcısı, onun özü, tabiatının en iyi bölümüdür. Gıdanın kuvvetiy­le güçlenir, zayıflığıyla zayıflar.” şeklindeki düşüncelerinde (zanlarında) olduğu gibi onun taşıyan değil de taşman olduğunu bil. Durum bunların düşündüğü (zannet­tiği) ve algıladığı gibi değildir. Ruh bedeni, kendisine gerekli olan yönlere götürür. Ruh beraberindeki bedenin bütün hareketlerinde onu yönetir. Beden maddîlikte kendisine benzeyenler üzerine ruh aracılığıyla kurulur: Ya yeryüzünün bir bölgesine ısrarcı bir şekilde en aşağı seviyeye varacak kadar inerek yerleşir, ya da benzer bir durum yükselme hususunda olur. Havada uçma ve göğe yükselme bu maddi yapıyla onun için mümkün değildir. Ancak ruh bedenden kurtulup ondan ayrıldığında tek başına yükselebilir.

İşte, mükemmel yapılmış, sapasağlam bir araç olan gemi, denizde, onu idare eden ve gidişatını kontrol eden kişi ile yüzer. Bununla beraber gemi, sahibinin seç­tiği yöne, ancak onu götüren rüzgârın gücüyle yol alabilir. Rüzgâr durduğunda gemi de durur. İnsan bedeni de işte böyledir. Ruh, bedeni terk ettiğinde, bedenin ruhla kazandığı hareket gücünü artık ruh ona sağlayamaz. Beden, araçlarının herhangi birinden mahrum değildir ve azalarından biri de yok olmamıştır. Sadece ruh on­dan ayrılmıştır. Bunun kanıtı (delili) şudur: Rüzgâr geminin maddesi değildir, gemi de taşıyıcı değildir. Aksine rüzgâr onun için bir hareket ettiricidir (muharriktir). Rüzgârın gemiyi harekete geçiren olduğu doğru olsa da o, geminin maddesi olamaz. Gemi ve içindekiler, rüzgâr gittikten sonra yapacakları herhangi bir girişimle onu geriye döndürmeye güç yetiremezler. Aynı şekilde ruh bedenin maddesi değildir, beden de ruhu taşımamaktadır. Dünyadaki hiçbir kimsenin gücü, ruh bedenden ay­rıldıktan sonra onu döndürmeye yetmez.

Nasıl böyle bir şey olabilir? Apaçık olan kanıtı (delili) göz göre göre inkâr etmek dışında bu delil nasıl çürütülebilir? Bundan emin olduğunda ve bedeninin rüzgârın esintileri için hazırlanmış bir gemi olduğunu öğrendiğinde şunu da bilmelisin: Geminin yok olması -şayet yok olursaiki halde olur. Birincisi, gemi gövdesinin bozulması ve yapısının çürümesi sonucu su almasıdır. Bu durum batmasına, onu tamir etmeyi ve çürümeyi kontrol etmeyi ihmal etmeleri sebebiyle içindekilerin ve geminin helak olmasına sebep oluşturur. Sahibi duyarsız ve ihmalkâr olan bir be­denin normal durumlarından birinin bozulmasıyla yok olması gibi. Aynı şekilde ruh, bedenin yapısı bozulduğunda, düzeni alt üst olduğunda ve organları zayıfladı­ğında onunla birlikte kalmaz. Gemi batmazdan önce onun akıp gitmesini sağlayan rüzgâr, onun dönüşünü hazırlayamaz. Bu rüzgârın esintisi, gemi helak olmazdan önce onu akıp götürdüğü yönden kaybolmuş değildir. Aynı şekilde rüzgârın rota­sında (menzilinde) bulunması gibi bedenin yok olmasından sonra ruh varacağı yerde bulunmaktadır. Gemi için batış ancak araç gereçlerinin bozulması sebebiyle mümkündür. Bedenin yok oluşu da onun yapısının bozulmasıyla olmaktadır.

İkincisi, geminin, şiddetli rüzgârın gücüyle yok olmasıdır. Böyle bir durum gerçekleştiğinde geminin araç gerecinin bu gücü taşıyabilmesi ve rüzgâra üstün gelmesi mümkün değildir. Sonuçta geminin yüzmesini sağlayacak bütünlüğü kal­maz ve parçalanır. Bu felaketin sebebini, geminin içindeki doyuma ulaşmış (mut­main derecesinde) nefse sahip, birbirlerine nasihat eden, başlarına gelene sabreden kimseler bilmiş olsalar bile sonuç değişmeyecektir. İçinde bulundukları durum ge­minin parçalanıp dağılmasına varıncaya kadar artsa bile, başlarına gelenin kendi­lerinin aşırılıkları sebebiyle olduğu inancıyla onlar, huzurlu ve güven içindeydiler. Bundan dolayı rüzgârı da suçlamıyorlardı. Aynı şekilde bedene, felekî hükümler yönünden sebep (ârız) olan haller ve ilk olarak tümel (külli) nefisten kaynaklanan, bedenleri götürüp enkaza dönüştüren, tedavi eden doktor için ilaç olmadığı gibi hasta için de deva olmayan nefsânî hareketler de böyledir. Bu duruma tahammül etmek, yok oluncaya ve kendisiyle buluşma yerine ulaşıncaya kadar korkuya kapıl­mamak gerçek bir sabır ve büyük mükâfata layık bir rıza göstermedir. Bu inançla sonuçlanmıştır ki, ruh bedenin dışında bir cevherdir. Yine ruh, bedeni taşıyan, bedenle imtihan edilendir. Bunları düşündüğünde, kabullendiğinde ve bu siyasetle amel etmek senin için sonuçlandığında; ruhun, bedenin sebebiyle çektiği sıkıntı ve kederden kurtulur.

Bölüm

Nefsânî Siyaset Hakkında

Ahlakın hoş, adetlerin güzel ve fiillerin doğru olsun. İster dost olsun isler olmasın, emaneti ehline vermeli, kendini koruma altına almalı, hakkını gözetmek isteyenin hakkını gözetmeli, yakınındakine iyi davranmalı, kardeşinin sevgisini seçmelisin; başına gelen sıkıntılı bir hali korkusuzca ve hırsa düşmeden ortadan kaldırmalısın; kendin için istediğini başkası için de istemelisin. İnsanlardan bazıları şöyle diyor: “Kişi kendi için istediğini kardeşi için de istemezse gerçekten iman etmiş olmaz.” Bu bir kişinin değil, erdemli (fâzıl) ve hikmet sahibi (hakim) olan Efendimizin (a.s.) hadisidir ve en şerefli sözdür.

İyi, iyi olduğu için kendini iyi işler yapmaya alıştırman gerekir. Yaptığın işe karşı­lık beklemezsin. Seni o eylemi işlemeye korku sevk etmesin. Sen ne zaman mükâfat için bir eylem gerçekleştirirsen o iyi olamaz. Mükâfat istemesen bile insanlarca anı­lasın diye yaparsan ikiyüzlü (münafık) olursun ve karşılığını göremezsin. İkiyüzlü kimse (münafık), ruhâniyet ehlinin yanında olmayı hak etmez.

İnsanın eşi, çocukları, kardeşleri, köleleri ve cismânî nispet itibariyle sana göre onların yerine geçen kimselerden oluşan aile yönetimine gelince; onları ihtilafsız bir şekilde idare etmen gerekir. Onları vazgeçmediğin bir adet üzere yönetmelisin. An­cak bir takım engeller istisna olabilir. Bu da onlara değişik yönetim şekilleri ve farklı âdetler uygulaman sonucunda sana itaat etmemeleri ve anlaştığınız şeylere aykırı hareket etmeleri sonucunda kendini kınamaman içindir. Böylece sen aşırılığı ken­dine verirsin ve gamın artar, kederin ortaya çıkar. Şayet sen onları, onların alıştığı bir yönetim ile idare eder ve bu hal üzere onları düzene koyarsan nefsin rahatlar. Bununla beraber bizim için uzlet ve yalnızlık daha sevimlidir. Ancak bunu bütün kardeşlerimiz uygulayamamaktadır. Bunu neslin kesilmemesi için biz de onlara emretmemekteyiz.

Sen bunu yaparsan aile yönetimini özellikle de kadınların idaresini sağlam yapmış olursun. Onların vaziyetlerini her daim araştır. Çünkü kadınlar çok çabuk renk de­ğiştirirler, an be an değişirler. Çoğu vakit telaşlı olurlar. Onlara yumuşak davranışın çokça olmalı ve sen onların hallerini onlara hissettirmeden araştırmalısın. Onların ıslahı da seni çok gururlandırmasın, çünkü sana daha önce de söylediğimiz gibi on­ların tavırları çok çabuk değişebilir, bozgunluğu (fesadı) çok çabuk arzulayabilirler. Bu hususa Allah’ın koruduğu kadınlar dâhil değildir. Bunların sayısı da azdır.

Çocuklarına, hizmetçi ve yardımcılarına gelince; onlar için yerine getirmen ge­reken görevleri yaptıktan sonra sakın ola ki onlara bir serzenişte bulunma! Çünkü senin bir çarpıklığın ve düşkünlüğün ne zaman onlara belirgin olursa senin değerin düşer ve seviyen alçalır, bir ağırlığın kalmaz, otoriten gider. Şikâyetinin sana zillet ve gevşeklikten başka bir şey kazandırmayacağı kimselere fakirliğini göstermen gerek­sizdir. Özür ve mazeretini onlardan her biri için serzenişe varmayacak şekilde ortaya koy ve böyle bir duruş sergile. Bu, senin için daha kazançlı ve faydaya (maslahata) daha uygundur.

Bölüm

Dostların Yönetimi Hakkında

Kardeşim! Dostların idaresinin, ancak onları tanımak ve haklarında yeterince bilgi sahibi olmakla mümkün olabileceğini bilmelisin. Dünyevî ve dinî açıdan uygun olan siyasetle dostları idare etmek için, onlarla ilgili küçük veya büyük herhangi bir şey bilgin dışında kalmamalıdır.

Dostların hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığın takdirde onları yönetebilmek, memnuniyetlerini kazanmak ve onlarla dostluk kurmak tam olarak mümkün olmaz. Akıllı bir kimse ancak tanıdığı ve hakkında kesin bilgi sahibi olduğu kişiyle dost olur. Onları tanıdığın gibi onların da seni daha iyi (yakinen) tanımalarını engel­lemek için, senin hakkında bilgi edinmelerine engel olmaya çalış; zira güvendiğin yönden sana gelirler. Aslında arkadaşlarının hepsi senin güvenini hak etmemiştir. Peygamberler ile dostluk edenlerin çoğu, hile yapmak için onlarla dost olmuşlardır. Bu kimselerin isteği onların sırlarını keşfedip bu sırları bilmeyen insanlara açıkla­maktır ki, işte böyleleri ikiyüzlülerdir (münafıklardır).

Dostlara karşı hem uzak hem yakın, hem yumuşak hem sert, hem cana yakın hem soğuk, hem cömert hem cimri olmak gerekir. Ayrıca ne neşeli ne asık yüzlü, ne merhametli ne de öfkeli olmamalı, iyiliğe karşı iyilikle karşılık verilmeli, kötülük ya­pıldığında da cezalandırılmalıdır. Pişman olduklarında yumuşak bir şekilde karşılık verilmeli, gerekli olduğu kadar ve taşıyabilecekleri oranda onlara ilim öğretilmeli, tavsiyelerde bulunulmalıdır. Ailenin, neslinin, eşinin ve çocuklarının inancı senin dostlarına ve kardeşlerine açtığın inancına karşı olmamalıdır. Eğer böyle olmazsa, ne ailen ve dostların, ne dinin ve dünyan ve ne de ilmin ve doğru eylemlerin (amelin) olur. Bilgili ve akıllı bir kişinin ailesinin, arkadaşlarına karşıt (muhalif) olarak başka bir dine uymaları, başka bir yolda gitmeleri mümkün müdür? Bu açıdan böyle bir kimsenin, ailesinin ve dostlarının eğitiminde aynı yöntemi kullanması gerekmek­tedir. Ailesine öğretmediği şeyi arkadaşlarına da öğretmemelidir. Bilakis onların eğitiminde tek bir yöntem uygulamalı; eğitimi, bilgiyi, ibadetleri ve farzları onlara öğretmelidir. Böylece her birisi gücü ve kapasitesi oranında bu bilgiyi alır. Eğer onun aile ve akrabalarından biri aksi yöne saparsa, ondan uzak durarak ona açıkça mu­halefet eder. Onu, Allah Resulünün (s.a.) amcası Ebu Leheb’e yaptığı gibi kendi aile­sinden çıkarır. Allah Resulü şöyle demişti; “Ey Haşimoğulları! İnsanlar kıyamet günü amelleriyle gelirken sakın siz soy bağı ile bana gelmeyiniz! Ben doğru işleriniz (salih amelleriniz) dışında size hiçbir şey yapamam.” Yüce Allah da dostu İbrahim’i (a.s.) şöyle anlatıyordu; “İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı.”[96] Yine Allah şöyle buyurur: “Allaha ve ahiret gününe inanan bir toplumun Allaha ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin’.’[97]

Sözlerinde bu niyetleri taşıyan (murat eden), işaretlerinde, cevherlerinin sırları hususunda bu niyetlerle imada bulunan zekâ, basiret ve gaye ehli kimseler, bu hususa riayet eder. Dostlarını tanıdığında bakışıyla onları başkalarından ayır eder. Terbiye hususunda kendisinin ulaştığı makama ulaşıncaya kadar sözü sadece dostlarına an­latır.

Yakından uzağa, uzaktan yakma dostlar ve akrabalar hakkındaki bu siyaseti usta­ca yaptığında ibadeti, Allah’a ulaştıran vesileleri ve Onun katında değerli olan doğru filleri (amelleri) sağlamca yap.

Bölüm

Allah’a Yaklaştıranlar Hususunda

Şimdi ise ibadet ve Allah’a yaklaştırın olan şeyleri zikredeceğiz. Bunlar üçüncüsü olmayan iki kısımdan ibarettir: Doğru, makbul, yaklaştırın iki amel ve kabul edilen iki duadır. Burada makbul olmayan bir kurban, müstecâb olmayan bir dua vardır. Onu da Allah, Hz. Adem’in iki oğlunun iki kurban kesmeleri olayı ile haber vermiş­tir. Kurbanlar, birinden kabul olmuş diğerinden ise kabul edilmemişti. Kâfirin duası hüsrandır kabul olmaz.

İki ibadete gelince, birincisi; şu sayılanlara riayetle olan dinî ibadettir: Allah’a itaat, O’nun emir ve yasaklarına boyun eğmek; onun getirdiklerine, yargısına ve ken­disine icabet edilmesi konusunda verdiği hükümlere sarılmak; onun Allah’a yaklaştırıcı özellikteki itaatlerinden, ibadetlerinden, temizliklerinden, dualarından, oru­cundan, zekâtından, haccından ve cihadından razı olduğunu zikretmesi vesilesiyle her türlü eksik sıfatlardan uzak (münezzeh) olan yüce Allah’a yaklaşmak; mamur evlere ve temiz mevkilere koşmak; Allah’ın kitaplarını, peygamberlerini, meleklerini, gönderdiği vahyi ve şeriatın hükümlerinin gerekleri hususunda buna benzeyen her şeyi kabul etmek; emirler ve yasaklar konusunda itaat etmek; Peygamberin fiillerini göz önünde bulundurmak; onun fiillerini örnek almak; Yüce Allah’ın, “Elbette Allah Resulünde sizler için güzel bir örnek vardır"[98] buyruğundan hareketle tüm fiillerinde ona benzemek; her türlü eksik sıfatlardan uzak (münezzeh) olan Allah’a yakarmak; toplantı zamanlarında, bayram günlerinde, Cuma günlerinde ve işaretler ortaya çık­tığında Allah’a yalvarmak. İşte bunlar icabet edilen duaların ve kabul edilen, Allah’a yaklaşmaya vesile olan şeylerin ta kendisidir.

İkinci ibadete gelince o da felsefi ve ilahi ibadettir. O, izzet ve celal sahibi olan Allah’ın birliğini kabul etmektir. İnşâallah, üzerinde duracağın Aritmetik Risâlesı nin şerhi olan er-Risâletü’l-Câmi n’nın girişinde bu hususlar daha önce belirtilmişti.

Kabul olunan dua ve Allah’a yaklaşmaya vesile olanlara gelince, ey kardeşim, bil ki, sen, dini ibadetlerde ihmalkâr davrandığında, felsefi ibadetten herhangi birine karşı koyman gerekmez. Eğer karşı koyarsan kendin helak olur başkalarını da helak edersin. Kendin sapıttığın gibi başkalarını da saptırırsın. Buna göre, ilahi şeriatla amel etmek; ilahi şeriattaki ibadeti zorunlu (vacip) olarak yerine getirmek; din sa­hibi Hz. Peygambere (salla'llâhü aleyhi ve sellem) itaati gerekli görmek ve felsefi, İlahî ibadetle de amel etmek imandır. Mümin kişi, dine teslim olmadıkça iman etmiş olmaz; teslim olmak ona inanmaktan önce gelir. Resulünün (s.a.) diliyle yüce Allah, imanlarını ortaya koyup ikiyüzlülüklerini (münafıklıklarını) gizleyen, şeriata muhatap olan münafık bedevilere hitaben ayetinde şöyle buyuruyor: “Bedeviler iman ettik dediler. Onlara şöyle de: Siz iman etmediniz. Fakat dine teslim olduk deyin. İman henüz sizin kalple­rinize girmedi?™ Ancak Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) arkadaşları (ashabı), Onun vefatından sonra, Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) kendisine şart koşarak ve arkadaşlarına (ashabına) öğretmek amacını güderek Rabbine ibadet ve itaat hususunda hayata geçirdiğini gördükleri sabra tüm mesailerini harcadılar. Neticede O, emredilen iki hususu, yani dine iman edip ona teslim olmayı yaptı, iki konumda kemâle erdi ve iki fazileti de elde etti. Çünkü O, Müslüman, mü’min, kabul vaktinde duayı bilen biriydi. Bundan do­layı O, duası geri çevrilmeyen biriydi. Müslümanların ve mü’minlerin, ilahi hikmeti (felsefe-i ilahiyyeyi) bilen imamı idi. Ehl-i beyti ve arkadaşlarından (ashabından) bir kimsede bu fazilet tamam olunca, o övünerek “Ben bu ümmetin Aristoteles’iyirridedi.

Ey kardeşim! Bil ki, dinî ibadeti felsefi ibadetle birleştirmek gerçekten güçtür. Çünkü bu, en erken zamanda bedenin ölümü ve ruhun tamamen sevilen işlerden yoksun bırakılması, bu işlerdeki her şeyde izni (ruhsatı) terk etme ve varlıkların ha­kikatini tam manasıyla idrake ulaşmadır. İlk aşamanın bir derecesini elde etmen için sana bunun bir yönünü açıklamak istiyoruz. Bu, senin için bir giriş, bir başlangıç gibidir. Ümit edilir ki bu mertebedeki bir şeyi gerçekleştirirsin. Böylece, ibadetin ve duaların kabul edildiği vakitlerde belirtilen hal üzere dua eden kimsenin duasının en üst sınırındaki mertebeden bir derece sana verilmiş olur.

Bölüm

Ey kardeşim! Bil ki, şer’î sünnetteki ve İslam dinindeki en faziletli dua, Kadir gecesinde edilen duadır. Ondan sonra, Ramazan Bayramı ve kurban kesme günü olan Kurban Bayramındaki dua, Kabe’nin yanında Rukun ile Makam arasındaki dua, Ramazan Bayramı hilalinin görüldüğü andaki ve hak sahibine zekatın verildiği an­daki dua, zekatı alanın da aldığı andaki duadır. İşte bunlar karşılık verilen dualar ve kabul edilen yakınlaşma şekilleridir.

Felsefi İlahî ibadetin ilk derecesi; filozofların öncüleri ve büyük âlimlerin çocuk­larını ve öğrencilerini kendisine yönlendirdikleri ibadettir. Bu ibadete onları bedenî ve ruhî yönetimin, dinî ibadetlerin hükümlerini öğrettikten sonra yönlendirmek­teydiler. Bu ibadet onlara, bir Yunan Yılının bütün aylarında, -bu yılı kabul edenlere göre başlangıcı ve sonu itibariyle sayısı bilinen takvim üzereher ayda üç gün olacak şekildedir: Her ayın başında bir gün, ortasında bir gün, sonunda bir gün.

Ayın ilk günü güzelce temizlenmeli ve mümkün mertebe güzel kokular sürünmelidir. Allah’ın diniyle kendisine farz kılınan namazlarında ve temizlikte aşırıya kaçmaz. Yatsı namazını kılıp ibadethaneden dönünce oturup, gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar Allah>ı teşbih ve takdis eder; tekbir ve tehlil getirir. Sonra kalkar, tam bir temizlik ve nur üzerine nur olsun diye, abdestini yeniden güzelce alır. Evin­den çıkıp kendisiyle yol bulunan kuzey yıldızının hizasına gelinceye kadar açık ha­vada yürür. Yüce Allah, “Daha nice işaretler (alâmetler). Onlar, yıldızlarla da yol-

10. Hucurât, 49/14.

larını doğrulturlar”[99] buyuruyor. Kuranı (Kitab-ı Mübin’i) ve ayetlerini tefekkür eder; Allah’ı teşbih ve takdis ederek Onun mülk ve tasarrufatını seyreder, Allah’ın vasfettiği şu kişilerden olabilmek için tekbir ve tehlili de bırakmaz: “Onlar ayak tay ken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yetin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler”[100] Gecenin üçte ikisi geçinceye kadaı böy­le devam eder. Böylece gecenin ilk üçte biri Allah>a ibadetle, ikinci üçte birini de melekût âlemini tefekkür ile geçirmiş olur.

Gecenin ikinci üçte ikisi geçince alçak gönülle ve boyun eğerek secdeye kapanır. Gücü yettiğince bu hal üzere devam eder. Sonra ağlayarak, gözyaşları içerisinde (ev be ve bağışlanmada (istiğfarda) bulunarak başını secdeden kaldırır. İşlediği günah ların çokluğunu hatırlar, iyiliklere ve doğru fiillere (salih amellere) yönelmeye niyet eder. Eflâtûnî bir dua, İdrisî bir tevessül ve kendi kitaplarında anılan Aristotalesî bir yakarış ile dua eder. Şafak sökünceye kadar böyle devam eder. Sonra kalkar, gü­zelce abdest alır, temizlenir. İbadethanesine döner ve sabah namazını kılar. Güneş doğuncaya kadar, bulunduğu yerde oturur. Eğer düzenli olarak kurban kesen biri ise güneşin doğduğu ilk saatlerde, kesimi helal olan hayvanlardan imkân dâhilinde kurbanını kendisi keser. Sofranın hazırlanmasını emreder, ailesi ve kardeşlerinin yanma gelmelerine izin verir ve sofrayı önlerine getirtir. Yemeklerini yiyince Allah’ı (cc) överek şükrederler. Kendilerine verdiği nimete şükretmek için Allah’ın huzurun­da secdeye kapanırlar. Sonra onlara, zamanın ve mekânın el verdiği kadar hikmeti anlatır. Yatsı vaktine kadar günlerinin geri kalanında da bu şekilde devam ederler. Daha sonra evlerine dönerler ve günlük işleriyle meşgul olurlar. İkinci güne kadar kendi dini hükümlerine ait yükümlülüklerini yerine getirirler. Bu, ayın dönmesini tamamladığı ve ışığının tam olduğu dolunay gecesidir. Bu gecede ve bu günün saba­hında, ertesi gece yatsıdan sonra ayrılacağı vakte kadar, ayın sonunda yani gelecek ayla arasında 5 gün olan 25. günde biraz fazlalaştırmakla beraber ilk gün yaptıklarını aynen yapar. Bu yıla (Yunan Yılına) uyanlar için yılda 3 tane bayram vardır.

Bölüm

Birinci bayram güneşin oğlak dönencesine girdiği gündür. Yeryüzünde bu gün, gece ve gündüz eşit olur, hava güzel olur sabah meltemi eser, karlar erir vadilerden sular akar, nehirler uzar pınarlar fışkırtır, ağaçlara su yürür, otlar biter, ekinler uzar, yeşillikler büyür, çiçekler parlar, ağaçlar yapraklanır, nurlar tamamlanır, yeryüzü ye­şillenir, hayvanlar doğar, sürüngenler hareketlenir, hayvanlar ürer, memelerden bol bol süt akar, hayvanlar ülkelere yayılır, karada yaşayanların hayatı güzelleşir, yeryüzü adeta genç kız gibi süslenir. İşte bu günün sevinç ve mutluluğun ortaya çıktığı bay­ram olması gerekir. Bu günde filozoflar toplanırlar, çocuklarını ve genç öğrencilerini en güzel süsleriyle ve en temiz elbiseleriyle kendi tapınaklarında toplarlar. Temiz, iyi kurbanlarını keserler, sofraları kurarlar. Sofralara baklalar, sütler, yerin bitirdiği mah­sullerden bolca koyarlar. Yiyip içtikten sonra, ruhları şerefli şeylere doğru hareketlen­diren çalgılarla ve hikmetlerin okunması, ilmin yayılması şeklindeki güzel namelerle musiki icra etmeye başlarlar. Böylece ruh rahatlar ve mutluluk olgunluğa ulaşır. Bu şekilde günün sonuna kadar devam ederler sonra günlük işlerine yönelirler.

Yunancada bu günün özel bir ismi vardır. Bu, güneşin koç burcuna girdiği, baha­rın başladığı gündür.

Bölüm

İkinci Bayram Hakkında

Güneşin yengeç burcuna girmesi ikinci bayram günü ve yazın başladığı gündür. Bu günde gündüzün uzunluğu gecenin kısalığı son bulur, bahar gider, yaz gelir, sı­caklık artar, samyelleri eser, sular azalır, otlar kurur, hububat olgunlaşır, meyveler ve ekinler yetişir. Bu gün ilk döneme tabi yeni bir dönemi karşılamak için bir bayram olur.

Filozoflar bu gün için özel olarak bina edilmiş tapmakta toplanırlardı. Zira her bayrama ait bir tapınakları vardı. Onlar bu güne özgü özel kıyafetlerini o tapmaklara girmek için giyerlerdi. O burca uygun elbiseler giyerek tapınaklara girerlerdi. Yiye­cek ve içeceklerin de belli özellikleri vardı. Meyveler birinci sınıf ve olgun olurdu. Bu gün için gereken işleri yaptıktan sonra ayrılıp giderler ve üçüncü bayram için toplanmazlardı. Bu gün, güneşin terazi burcuna girdiği gündür.

Bölüm

Üçüncü Bayram Hakkında

Güneşin terazi burcuna girdiği ilk dakikalarda yeniden gece ve gündüz eşit olur. Sonbahar girer, hava güzel olur, kuzey rüzgârları eser, zaman değişir, sular eksilir, nehirler kurur, kaynak suları azalır, otlar kurur. Bu gün de bir bayram günüdür. Fi­lozoflar bu güne özgü bina edilmiş tapmağa girerler. Kullandıkları yiyecekler o gün ve zamanın doğasına (tabiatına) uygun olur. Yaydıkları ilim de o güne uygundur. Bu günden sonra, Güneş yay burcunun sonuna, oğlak burcunun başına varıncaya kadar başka bayramları yoktur.

Bölüm

Dördüncü bayramda gecenin uzaması ve gündüzün kısalması sona erer. Gece kısalmaya ve gündüz uzamaya başlar. Sonbahar gider, kış girer, soğuklar artar, hava sertleşir. Ağaçların yaprakları dökülür. Bitkilerin çoğu ölür. Hayvanlar, soğuğun şid­detinden toprağın derinliklerine, dağlarda mağaralara sığınırlar. Nem artıp bulutlar çıktığında, hava karardığında ve zaman eskisinden daha zor bir hal aldığında hay­vanlar bir deri bir kemik kalır ve bedenler güçten düşer. İnsanlar serbest hareket edemez, birbirlerine gidip gelemezler. Çoğu canlının yaşamı güçleşir. Filozoflar bu günü, üzüntü, keder, pişmanlık ve bağışlanma dileme (istiğfar) günü kabul ederek o gün oruç tutarlardı. Hatta o gün oruç açmazlardı.

Ey kardeş! Filozofların bayram ve sevinç günü edindikleri felsefi yılın üç bayramını düşündüğünde; sevinçlerinin en büyüğünün bunların ilkinde olduğunu, bu sevincin ortadakinde biraz eksildiğini ve peşinden gelen diğer bayramda en alt seviyeye düştüğünü, en son bayramlarında ise güneş koç burcunun başına dönüp de yeni dönem burç başlayıncaya kadar üzüntü ve kederin olduğunu göreceksin. İslam dininin bayramlarına baktığında, onları şeriata uygun bulacaksın. İşte bizim Peygamberimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dininde (şeriatında), ümmeti için üç bayram belirlemiştir: İlki, sevinci en büyük olan Ramazan Bayramıdır. Bu sevinç, yeryüzü halkının kıştan kurtulup ilkbahara kavuşma sevinci gibi insanların orucun zorluğundan kurtulup yeme-içmeye kavuşma sevincidir. Sonra Kurban Bayramı gelir. Bu gün, hac günü olması sebebiyle yorgunluk ve zahmet günüdür. Çünkü hac kafılelerindekilerin saçı başı dağılır, toz toprak içinde kalırlar. Bu günde kurban kesmek gerekir. Bu günün sevinci, zahmet ve keder ile karışıktır. Bundan dolayı bu sevinç, filozofların uygu­lamalarındaki ikinci bayram sevinci gibi, ilk bayramın sevincinden daha azdır. Zira filozoflar aşırı sıcak, sıcağı artıran sam yeli ve şiddetli yazla karşılaşıyorlardı.

Dinî uygulamadaki üçüncü gün ise Hz. Peygamber in veda haccından ayrılırken Gadîr-i Hum’da vasiyetini yaptığı gündür. Bu günün sevincine, ahdi bozma ve vefa­sızlık karışmıştır. Bu noktada felsefi üçüncü günle benzerlik taşımaktadır. Zira on­ların üçüncü gününde yaz ile sonbahar yer değiştirirken meyveli bir ortam yerini kuraklığa bırakır.

Dördüncü gün hüzün günüdür. Zira o gün Nebi (s.a.) vefat etti. Rabbinin rızasına ve kendisine ikram edileceği yere kavuştu. Bu günün bayram olması Rabbinin O'na “Şüphesiz ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır’.’[101] sözü ile vaat etmesi sebebiy­ledir. Böylece Rabbine kavuşması Onun için bir bayramdır. Ancak bu bayram, Hz. Peygamber’in ümmetinin başına gelenler, onların peygamberlerini kaybetmeleri ve vahyin kesilmesi sıkıntılarıyla iç içedir.

Ey kardeş! Bil ki, İhvân-ı Safâ topluluğu dinî ibadetlere, onların vakitlerini gözet­meye, farzlarını yerine getirmeye, helal ve haramlarını bilmeye insanların en layık olanıdır. Bu iş için en özel insanlar bizleriz ve bu yükü taşımaya insanların en layığı­yız. Dinî ibadeti bizzat getiren kişiye en yakın olan ve O’na insanların en layık olanı da biziz. Aynı şekilde İlahî felsefî ibadetleri yapmada, öğrenmede ve unutulanlarını yeniden yaşatmada insanların en layığı biziz. Felsefi ibadetleri yerine getirmeyi ba­şardığımızda onlar bize, kendileriyle ayırt edildiğimiz ve bilgisiyle uzmanlaştığımız üçüncü bir yol olur. Bizim de bayram edindiğimiz üç günümüz vardır, kardeşleri­mizden o gün toplanmalarını ve ona koşmalarını isteriz.

Ey kardeş! Bil ki, bizim bu bayramlarımız hakikatte dinî ve felsefi bayramlara benzemez ancak sayıca onlar kadardır. Çünkü bayramlarımız, kendisine ait ve ba­ğımsızdır. Bayramlarımızın ritüelleri, bayram günlerinde o güne mahsus olarak or­taya çıkar.

Bunlar da aynı şekilde ilk, orta ve son olarak üç tanedir. Dördüncüsü ise uygulanışı en zor ve fiilen katı olanıdır. İşte zikrettiğimiz bu dört günün benzerleri:

Gök cisimlerinin hareketleriyle ve yıldız sisteminin gereği olarak zaman bakı­mından benzer olanlar: İlkbahar, yaz, sonbahar, kış.

Muhammedi şeriat ve Haşimî din bakımından benzer olanlar: Ramazan bayramı, Kurban bayramı, Gadir bayramı ve Hz. Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ölüm günü.

Felsefi düzen bakımından benzer olanlar: Güneşin koç, yengeç, terazi ve oğlak burçlarına girmesi.

İnsanların gelişim süreci bakımından: Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve ömrün son günleri. Bu son günlerde şahsın ölümü gerçekleşir ve ruh bedenden ayrılır. Bunun için ardından ağlanır. Peygamber Ehl-i beytinin, Efendimizin vefatı ve içlerinden bi­rini kaybettiklerinde yaşadığı üzüntü gibi ailesinde onun kaybından ötürü acı ve hü­zün olur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ehl-i beytinin geride kalanlarını kapıp götürdüler, birlikleri dağıtıldı, düşmanları umutlandı, hakları gasp edildi ve bölün­düler. Sonunda bu iş Kerbelâ günü ile son buldu. İslam dünyasının utanç duyduğu bu günde Hz. Hüseyin ve beraberindeki birçok kişi şehit edildi.

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi hadisesiyle Hz. Peygamber’in ve güzide arkadaşla­rının (ashabının) başına gelenleri hatırlıyoruz. Din Sahibinin (s.a.) vefatının akabin­de, şeriatın ikamesinde kendisine yardım eden ashabının ileri gelenlerinden birçoğu öldürülmüş, Ehl-i beytine ve akrabalarına kötülükler peş peşe gelmişti. İşte bun­lar, İhvân-ı Safâ’nın gizlenmesine, Vefa Dostları (Hullân-ı Vefâ) Devleti'nin kesin­tiye uğramasına sebep oldu. Bu gizlilik, mağaralarından çıkıp uzun uykularından uyandıkları ve kendilerine ayaklanmanın gerektiği zamanlarda onların birinci, ikin­ci ve üçüncüsüne Allah (cc) ayaklanma izni verinceye kadar devam edecektir.

Din sahibi olan babalarını kaybettikleri zaman onun peşinden meydana gelen üzüntü ve hüzün gibi (bayram günlerinden) dördüncü gün, Efendilerini kaybettik­leri için üzüntü duyarlar.

Ey kardeş! Bizim bayramlarımız düşünen fertler, Rabbinin kendilerine vahiy ve ilham ettiği fiilleri ve amelleri O’nun izni ile yerine getiren canlı bedenler gibi­dir. Günlerimizin birincisi ve bayramlarımızın en değerlisi; bizden ayaklanacak ilk şahsın çıktığı gündür. Bu güne denk düşen gün, Güneşin Koç Burcuna girip ilkbaharın geldiği, bolluk bereketin oluştuğu, nimetlerin arttığı ve yağmurun bol bol yağması ile çiçeklerin açtığı ve tabiatta canlılığın yaşandığı gündür. Bu gün, bizim ve kardeşlerimiz için sevinç ve mutluluk günüdür.

İkinci gün, bizden ayaklanacak ikinci şahsın başkaldırdığı gündür. Bu gün, gece­lerin uzayıp gündüzlerin kısalmasının sona erdiği Güneşin Yengeç burcuna girdiği ilk güne denk gelir. Çünkü o gün, zulüm ehlinin saltanatının kesilip ortadan kalktığı gündür. O gün, sevinç, mutluluk ve müjde günüdür.

Üçüncü gün, bizden ayaklanacak üçüncü şahsın başkaldırdığı gündür. Güneşin Yengeç burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşit olduğu, sonbaharın başladığı gündür. Bu kalkış hakkın batıla direnmesi ve işin, (hali hazırda) olduğunun tersine dönme­sidir.

Sonra dördüncü gün, üzüntü, sıkıntı, gizlenme yerimiz olan mağaralarımıza dön­düğümüz ve Din Sahibinin “İslam garip olarak ortaya çıkmıştır ve sonunda tekrar garip olacaktır. Gariplere müjdeler olsun? buyruğu üzere işin dönüştüğü gündür. Du­rum, bizim şu an bulunduğumuz hal gibi, ortaya çıkış, başkaldırış ve güneşin, kışın bitmesiyle oğlak burcuna dönmesi gibi gidişten sonra dönüş vaktine kadar devam eder. “Bu, aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir?; “Bizden belli bir makamı olmayan yoktur?; “Rızkı dar olan ise Allah'ın kendisine verdiğinden versin?[102]

Kardeşim! Bil ki Allah, bu müddet içerisinde iyiyi kötüden ayıracak; sabırları ve kavuşacakları şeyleri ümit etmeleri sayesinde o ilim ehlini ulaşamayacakları derece­lere yükseltecektir. O halde ey kardeş! Zamanın rahat devam etmeyeceği hakkında söylediklerimizi inkâr etme. Çünkü mutluluk ancak sıkıntıyla bilinir. Adalet zulüm­le; sağlık, hastalıkla bilinir. İhvân-ı Safanın mutluluğu, iyi ve kötü günde sıkıntıyı sabırla karşılamaları, Rablerine teslim olmaları ve sükûnetle, gönül hoşluğuyla ona boyun eğmelerindedir.

Kardeşim! Bil ki, söylediğimiz gibi dinî ve felsefî olmak üzere iki türlü kurban vardır, bunların üçüncüsü yoktur. Dinî kurban, belirlenmiş özellikte iyi cinslerden, şartları haiz belli hayvanların hac mevsiminde uygun yerde gerektiği gibi kesilmesi emredilen kurbandır. Bunun en kıymetlisi fiyatı yüksek, cüssesi ve görünüşü gü­zel ve eti yiyen için en iyi gıda ve doyurucu olandır. Şayet böyle bir kurban helal maldan çıkarılıp gönül hoşluğuyla ve samimi bir niyetle ehline verilirse makbul bir kurban, günahları bağışlatan (kef aret olan) ve kabul olunmuş dua olur. îşte bu, şer’î kurbandır.

Felsefî kurban da şer’î kurban gibidir. Ancak bunun sonunda, bedenlerin ölüme teslim edilmesi ve korkunun terk edilmesi suretiyle bedenlerle Allah’a yakınlaşma vardır. Hikâyesi Fâzen kitabında anlatılan, Sokrat’ın zehir içtiğinde yaptığı gibi; Elma (et-Tuffaha) Risâlesi'nde anlatıldığı üzere Aristo’nun ölmeden önce öğrencilerinin üzüldüğünü gördüğünde onlara sevinç göstermesi, onlara konuşması ve vasiyeti gi­bidir.

Kardeşim! Bil ki, kurbanların en büyüğü nefsin dünya sevgisini terk etmesi, dün­yaya gönül bağlamaması, ölümden korkmaması ve ölümü arzulamasıdır.

İhvân-ı Safâ’nın kurbanı ise bütün bu özelliklerin tamamını dinî ve felsefîsiyle birlikte içine alan kurbandır. Bu, İbrahim’in (a.s.), oğluna karşılık kurban etsin diye kendisine bahşedilen, cennet yurdunda kırk mevsim otlamış koçla gerçekleştirdiği yaklaşmadır. Eğer sen cennet yurdunda bir karış dahi otlamış bir koç kurban etmeye imkân bulursan onu yap ve sakın ihmal etme. Bu hususta çaba sarf etmek, örnek oluşturmak ve Allah Teâla’nın âlemini imar etmek için elinden geleni yap. Allah’tan seni işittiklerini anlamaya muvaffak eylemesini ve işittiğini anlayanlar zümresine dâhil etmesini dilerim.

Bu konu, bütün ruhi yücelikleri içerdiği ve senin bu öğütlere uyduğun takdir­de melekleşme sürecin tamam olacağını bildiğimiz için, ayrıca bu konu senin o makama ulaşmanı sağlamada sana bir hazırlık olacağı için bu risâleyi bu konuyla bitirdik ve Faydalı Bilgileri Toplayan Fasıl diye isimlendirdik. Bu konu, kitaba nis­petle vücuttaki kalp ve bedendeki baş gibidir. Bu, içindekilere vakıf olup, bütün yazdıklarımızı anladıktan ve bütün anlattıklarımıza güvendikten sonra amaçlanan şeyin sonucudur.

Ey kardeş! Bil ki, bu sözümüz sağlıklı aklın (akl-ı selim) sağlıklı olduğuna şâhitlik eder. Rabbini arzulayan temiz ruhlar buna güvenir. Ufuklarda, ruhlarda, yer ve gök­lerde yazılı ayetler, peygamberi (nebevi) ve semavi kitapların işaret ettiği şeyler, pey­gamberlerin fiilleri ve onların bahsettiğimiz bu işler üzere ittifakları, anlattığımız siyasetler, eski filozofların faaliyetleri ve gökte bina edilenin benzeri tapınakları yer­yüzünde bina etmeleri bunu desteklemektedir.

Ey kardeşim! Bil ki, söylediklerimiz hakkında şüphe duyan ve anlattıklarımızı reddeden kişi bu konuda bağışlanabilir. Çünkü bu kimse ilim ve marifet sahibi ol­mayan cahildir. O sarhoşluğunda kendini kaybetmiş, sapkınlığında kaybolmuştur. Bizim söylediklerimizin doğru olduğunu bilmek ve doğruluğumuzu, yanlışlığımızı sınamak isteyen, hareme girebilmek, makamda durabilmek (vakfe yapabilmek) ve zemzemden içebilmek için bizim yaptığımızı yapsın, bizim nefsimizle giriştiğimiz mücadeleye o da girişsin. Şayet Muhammedi şeriatın ve Hâşimî dinin destekleyip kuvvetlendirdiği ve inançsızların (mülhitlerin) ve peygamberleri inkâr edenlerin şüphelerini kaldırdığı şeyleri görürse ve böylece bizi anlarsa, bizimle hemfikir olur ve bizim karşı çıktıklarımıza o da karşı çıkar. Eğer dinde olan bir şeyin tersine bir ka­nıya kapılırsa, terk etmekte mazurdur ve bu terkinden dolayı sevap alır. Ondan mey­dana gelen bu yanlış kanıya itibarda ise sevap yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem) kendisinden gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Allaha isyan konusunda yemin yoktur.” Ey iyi ve merhametli kardeş! Allah seni iyilerin makamına ulaştırsın. Seni, bizi, şehirlerde ve çöllerde yaşayan kardeşlerimizi cehennem azabından koru­sun. Zira O, çok cömert ve bağışlayıcıdır.

Siyaset Türleri ve Niceliklerinin Keyfiyeti hakkındaki dokuzuncu risâle sona erdi. Bunu, Evrende Var Olan Hiyerarşinin Keyfiyeti hakkındaki risâle takip edecektir.

İlahi ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin

(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
Onuncu -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Elli BirinciRisâlesi
Bütün Âlemin Düzeninin Niteliğine Dair[103]

Rahmân ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!

A

llah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na ortak koşulan varlıklar mı?”[104]

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Bil ki, büyük âlem bütünüyle on bir tabakaya ayrılan bir tek küredir. Onların dokuzu, içi boş ve şeffaf kürevî feleklerdir. Onun bütün gezegenleri de aynı şekilde küre şeklinde, dairevî ve parlaktır. Tüm hareketleri dairevîdir.

İhtiva ettiği bütün gezegen ve yıldızları kuşatan felek, yeryüzünün etrafında yirmi dört saatte eşit olarak bir defa döner. Aynı şekilde her gezegen kendisine özgü bir felek veya dairede belli bir zamanda döngüsel bir hareketle döner. “Yıldızlara Giriş Risalesi”, “Gök ve Alem Risalesi” ve “Küreler ve Daireler Risalesinde anlattığımız gibi, o her döndüğünde yeniden dönmeye başlar. Ay feleğinin altında biri ateş ve hava, diğeri su ve toprak olmak üzere iki küre vardır. Her biri küre şeklinde, sonrakileri kuşatan ve öncekilere bitişiktir.

Bunun açıklaması şöyledir: Ateş, Ay feleğiyle onların başına, zemherinin tabia­tıyla onların sonuna bitişir. Zemherinin sonu, “UlvîEserler Risâlesi”nde anlattığımız gibi, su ve toprağa bitişir ve onları kuşatır. Yeryüzü, bütün deniz ve dağlarıyla bir tek küredir. O yeryüzünde dağlar ve nehirlerin şekliyle dikkate alındığında her birinin sanki daire çevresinden bir yay parçası gibi olduğu anlaşılır. Denizlerin şekli ise san­ki küre şeklindeki cismin yüzeyinden bir parça gibidir.

Bölüm

Kâinatın halleri de böyledir. Düşündüğünde ve göz önünde bulundurduğunda onların çoğunun küre şeklinde ve dairevî olduğunu görürsün. Bundan dolayı ağaçla­rın meyvelerinin ve yapraklarının çoğu, bitkilerin taneleri ve çiçekleri küre şeklinde ve dairevîdir. “Geometri (Hendese) Risalesinde açıkladığımız gibi, insanların üret­tikleri şeylerin çoğu da böyledir. Onların halleri de yine daire şeklindedir. Zamanın kıştan bahara, ilkbahardan yaza, yazdan sonbahara, sonbahardan da kışa dönmesi gibi, başları sonlarına meyleder.

“Madde (Heyûla) Risâlesi’nde açıkladığımız gibi, gece ve gündüzün yer küresi et­rafında dönmesi de böyledir. Nehir ve deniz suları ile bulut ve yağmurların dönmesi de böyledir. Onlar dönen dolaba benzerler. Bu bulut ve sisler, deniz ve nehirlerden yükselen buhardan meydana gelir. Rüzgârlar onları bozkırlara ve dağ başlarına sü­rükler, orada yağmur yağar, vadilerde seller toplanır, dönerek denizlere doğru gider, sonra ikinci defa yükselir. “Bu, güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir"[105]

Bitkinin hali ve toprak, su, ateş ve havadan oluşumu, dolap gibi dönmek sure­tiyle oraya geri dönmesi de böyledir. Yine bitkinin büyüdüğü, tamamlandığı ve yetkinleştiği görülür. Hatta en yüksek zirvesine ve olgunluğuna ulaşınca eskiyerek ve bozularak oluştuğu şeye geri döner. Bu şöyle açıklanabilir: Bitki, unsurların ince kısımlarını damarlarıyla emer ve bunlar hayvanın beslenmek için alacağı yaprak, tohum ve meyveye dönüşür. Sonra bazılarının bedenlerinde et ve kan haline gelir, bazılarınınkilerde ise tortu ve gübre olarak çıkar ve bitkilerin beslenmesi için kökle­rine geri gönderilir, tekrar tohum ve meyveye dönüşür ve hayvan onu yer. Bu durum düşünüldüğünde sanki dönen bir dolap gibi olduğu görülür.

Bütün hayvan bedenleri toprağa döner, çürür ve toprak olur. Daha önce açık­landığı gibi, topraktan bitki, bitkiden hayvan olur. Bu düşünüldüğünde yine sanki dönen dolap gibi olduğu görülür.

İnsanın hallerini göz önünde bulundurduğunda yine hepsi dolap gibi döner. İnsanın spermden (nutfe) olduğu, sonra yetiştiği, büyüdüğü, tamamlandığı, ken­disinden nutfe çıkacak duruma ulaştığı ve dolayısıyla şehvetini tatmin etmek ve benzerini üretmek için çıktığı yere dönmeyi arzuladığı görülür. Aynı şekilde onun oluşu, eksik kuvvetli ve zayıf yapılı şekilde olmaya başlar. Sonra en güçlü çağma ulaşıncaya kadar yükselir ve artar. Daha sonra başlangıçta olduğu gibi, ömrün en yaşlılık dönemine ulaşıncaya kadar düşüş ve eksilmeye başlar. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Biz insanı süzme çamurdan yarattık, Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne uludur. Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz.”[106] Yine Yüce Allah dedi ki: “Size açıklamak ve belli bir süreye kadar dilediğimiz şeyleri rahimlere yerleştirmek için sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra yaratılmış ve yaratılmamış et parçasından yarattık. Sonra olgunluk çağına ulaşmanız için sizi çocuk olarak çıkarırız. Kiminiz ölür, kiminiz de bildikten sonra bilemez hale gelmeniz için ömrün en yaşlı dönemine ulaştırılırsınız”[107] Yine dedi ki: “Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez halde çıkardı”[108]

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, Ay feleğinin altında bulunan bu varlıkların da aynı şekilde varlık ve devamlılıkta bir düzen ve tertibi vardır. Sayı ve feleklerin sıralanışı gibi, onla­rın bazısı diğer bazısının altında sıralanmış ve sonları baş taraflarıyla bitişmiştir. Bu şöyle açıklanır: Âlemin parçaları birbirini kuşatınca ve bunlar on bir küre olunca onların dokuz tanesi felekler âlemindedir. Onlar çevreleyen felekten başlar, Ay fele­ğinde sona erer. “Gök ve Alem Risalesi’hde açıkladığımız gibi, onların sonu başlan­gıcına bitişiktir. Onların ikisi Ay feleğinin altında olup ateş ve hava küresi ile su ve toprak küresidir. Onlar dört tabiata ayrılmaktadır: Bunların ilki esir olup Ay feleği altında yanan ateştir. Onun altındaki, aşırı soğukluk olan zemheridir. Onun altında­ki, aşırı nemli olan sudur. Onun altındaki, aşırı kuru olan topraktır. “Oluş ve Bozuluş Alemi Risalesinde açıkladığımız gibi, bu dört tabiatın tümelleri merkezlerinde ko­runmuş, sonları başlarına bitişmiş ve tikellerinin bazısı bazısına dönüşmüştür.

Onların tikelleri dediğimiz olanlar (kâinat), madenler, bitkiler ve hayvanlardır. Onların felekler ve unsurların sırası gibi, sonları başlarına bitişik bir düzen ve sıraları vardır. Bu şöyle açıklanabilir: Madenlerin başlangıcı toprağa, sonu bitkiye bitişik­tir. Bitkinin sonu hayvana, hayvanın sonu insana, insanın sonu meleklere bitişiktir. “Ruhaniler Risalesinde açıkladığımız gibi, meleklerin de aynı şekilde birinin başı di­ğerinin sonuna bitişik olan birtakım mertebe ve makamları vardır. Bu bölümde dört unsurdan meydana gelen maden, bitki ve hayvanların oluşturduğu kâinat/olanlar mertebelerini anlatmak istiyoruz. Diyoruz ki; madenlerin ilki, toprağı izleyen kireç/ alçı ve suyu izleyen tuzdur. Kumlu toprak olan kireç, yağmurlarla ıslanır, sonra ka­tılaşır ve kirece dönüşür. Tuz ise gübreli toprakla karışır, katılaşır ve tuz haline gelir. Madenlerin sonuncusu bitkiyi takip eder. O, mantar, pamuk ve benzeri şeylerdir. Maden gibi toprakta teşekkül eder; sonra yağmurlu ve şimşekli ilkbahar günlerinde nemli yerlerde bitki gibi biter. Fakat yaprağı ve meyvesi olmadığı için madenî cev­herler gibi toprakta oluşur. Bu yönüyle madene, diğer yönüyle bitkiye benzer. Diğer madenî cevher türleri bu iki sınır, yani kireç ile mantar arasında yer alır. “Madenler Risalesinde onların cins, tür, özellik ve yararlarını açıkladık.

Bitkiye gelince; biz deriz ki: Varlıklara ait bu türün ilki madenlere, sonuncusu hayvana bitişiktir(yani onlarla sıkı ilişkisi vardır). Bu şöyle açıklanabilir: Ey kardeş! Bil ki, bitki mertebesinin ilk ve en aşağısı toprağı takip eden hadraüddemen (gübre yeşili); sonuncu ve en üstünü hayvanı takip eden hurmadır. Hadraüddemen toprak, kaya ve taşlar üzerinde keçeleşen toz topraktan başka bir şey değildir. Sonra üzerine yağmur yağınca sabahleyin sanki ekin ve ot bitmiş gibi yeşerir. Gün ortasında ona güneş sıcağı dokununca kurur ve gece nemi ve tatlı rüzgârdan dolayı ertesi gün böy­le olur. Mantar ve hadraüddemen aralarındaki yakınlaşma sebebiyle ancak komşu bölgelerde ilkbaharda biter. Çünkü bu bitkisel bir maden, öteki madenî bir bitkidir.

Bölüm

Hurma, hayvanlığı takip eden son bitki mertebesidir. Hurma, hayvani bir bitki­dir. Çünkü onun bazı hal ve fiilleri cisminin bitkisel olmasına rağmen bitkininkilerden farklıdır. Bu şöyle açıklanır: Etkin kuvve edilgin kuvveden ayrıdır. Bunun delili, ondaki erkek şahıslarının dişi şahıslarından farklı olmasıdır. Hayvanda olduğu gibi, şahıslarındaki erkeklikten dolayı dişisini aşılar. Diğer bitkileri etkileyen güç, etki­lenenden şahıs olarak değil, sadece bilfiil ayrıdır. Nitekim bunu “Bitki Risâlesi”nde açıkladık. Hurma şahıslarının başları kesildiğinde kurur, büyümeleri ve gelişmeleri durur. Bu aynen hayvanların boyunlarının kesildiğinde hareketsiz kalıp ölmelerine benzer. Bu itibarla hurma, bedeniyle bitki, nefsiyle hayvandır. Çünkü fiilleri hayvani nefsin fiilleri, beden şekli bitkinin şeklidir. Üksus[109] adlı başka bir bitki türü daha var­dır ki bedeni bitkisel olsa da fiili hayvani nefsin fiilidir. Bu bitki türünün diğer bitki­lerde olduğu gibi toprakta sabit bir kökü ve onlarınki gibi yaprakları yoktur. Bilakis o, ağaçlara, ekinlere, baklalara ve otlara yönelir, ağaç yaprakları ve bitki dalları üze­rinde hareket eden, onları kemiren, onlardan yiyen ve beslenen kurtçuğun yaptığı gibi onların nemlerinden emer ve beslenir. Bu bitki türünün bedeni bitkiye benzese de nefsinin fiili hayvanın fiiline benzer.

Anlattıklarımızla bitkisel mertebenin sonunun hayvani mertebenin başlangıcına bitişik olduğu ve diğer mertebelerin bu iki mertebe arasında yer aldığı açıklığa ka­vuşmuştur.

Bölüm

Ey kardeş! Bil ki, bitki mertebesinin başının maden mertebesinin sonuna ve ma­den mertebesinin başının da toprak ve suya bitişik olduğu gibi, hayvan mertebesinin başlangıcı da bitki mertebesinin sonuna bitişiktir. Nitekim bunu daha önce açıkladık.

Bil ki, hayvanların en aşağısı ve en eksiği, sadece bir tek duyusu olan salyangoz­dur. O, salyangoz kabuğu içinde bulunan bir kurtçuktur. Bu salyangoz kabuğu bazı deniz sahilleri ve ırmak kenarlarındaki kayalarda biter. Bu kurtçuk, bedeninin ya­rısını bu kabuğun karnından çıkarır, bedeninin besleneceği gıda maddesi arayarak sağa sola yayılır. Nem ve yumuşaklık hissettiği zaman ona doğru yayılır. Sertlik ve katılık hissettiğinde ise bedenine zarar verecek ve vücudunu bozacak şeyden kaçın­mak için büzülür ve bu kabuğun içine gömülür. Onun işitme, görme, koklama ve tatma duyuları yoktur; sadece dokunma duyusu vardır.

Deniz çukurları ve nehir derinliklerinde çamurda bulunan kurtçukların çoğunun da aynı şekilde işitme, görme, tatma ve koklama duyuları yoktur. Çünkü ilahi hikmet hayvana sadece yararı çekme ve zararı itmede ihtiyaç duyduğu organı vermiştir. Zira ona ihtiyaç duymadığı bir şeyi vermiş olsaydı bu onun korunması ve varlığını sür­dürmesinde kendisine kötülük olurdu.

Bu tür hayvani ve bitkiseldir. Çünkü bedeni bazı bitkiler gibi biter ve ayakları üstünde durur. O, bedeniyle ihtiyarî hareket etmesinden dolayı hayvan, birden fazla duyusunun olmamasından dolayı da en düşük mertebeli hayvandır. Bu duyu da bit­kilerle ortaklaşa sahip olduğu bir duyudur. Bitkilerin de sadece dokunma duyuları vardır.

Bitkinin dokunma duyusunun olduğunun delili, köklerini nehir ve nemli yerlere doğru uzatması ve kayalar ve kuru yerlere doğru uzatmaktan kaçınmasıdır. Aynı şekilde yatağı dar bir yere rastlayınca geri döner ve geniş yer arar. Eğer üstünde bir tavan varsa onun yukarı gitmesini engeller; yanında onun için bir delik bırakılırsa o tarafa doğru yönelir; hatta uzayınca oradan başını çıkarır. Bunlar bitkinin ihtiyacı ölçüsünde his ve temyiz gücünün olduğunu gösterir.

Bitkide acı çekme hissi yoktur. Çünkü bitki için acının yaratılması, ilahi hikmete uymaz. O, hayvana verdiği gibi bitkiye def etme aracı vermemiştir. Hayvana acı çek­me hissi verildiği için ya kaçmak ya da kaçınmak ve uzak durmak suretiyle def etme aracı verilmiştir.

Anlattıklarımızla bitkiyi izleyen hayvanlık mertebesinin niteliği açıklığa kavuş­muştur. İnsanlığı izleyen hayvanlık mertebesinin niteliğini anlatmak ve açıklamak istiyor ve diyoruz ki; insanlık mertebesini izleyen hayvanlık mertebesi, bir açıdan değil, birkaç açıdandır: İnsanlık mertebesi, erdem ve hasletlerin kaynağı olunca onlara sadece bir tek hayvan türü değil, birçok tür sahip olur. Maymun gibi bazı hayvanlar beden şekliyle insan mertebesine yakındır. Güzel huylu at, insancıl kuş güvercin, zeki kalpli fil, çok ses, nağme ve melodisi olan bülbül ve papağan, ince ürünlü bal arısı gibi bazıları da ona nefsanî huylarla yakındır. İnsanın faydalandığı veya insana yakın duran hiçbir hayvan yoktur ki nefsinde insan nefsine yakınlık üs­tünlüğü olmasın.

Maymunun bedeninin şekli insan bedeninin şekline yakın olduğu için onun nef­si insan nefsinin fiillerine benzer. Bu onda görülmekte ve insanlar arasında tanın­maktadır. Güzel huylu atın bedeni, ahlâkının güzelliğinden dolayı kralların bineği olma mertebesine çıkmıştır. Hatta o, yüksek edebinden dolayı kralın huzurunda bulunduğu veya kral ona binmiş olduğu sürece idrar ve dışkısını yapmaz. Bunun yanı sıra onun yiğit adamda olduğu gibi, zekâ, heyecanda ileri atılma, saldırı ve yara­lamada sabır özellikleri vardır. Nitekim şair onu şöyle tasvir etmiştir:

Bir süvari bana yaralanmadan yakınınca

Farklı yaralama esnasında ona ilerle dedim

Beni gördüğünde özrünü kabul etmem

Geme yapıştı ve kişnedi

Fil, zekâsıyla konuşmayı anlar, emir ve yasakla yükümlü akıllının uyduğu gibi emir ve nehye uyar.

Bu hayvanlar, kendilerinde görünen İnsanî üstünlüklerden dolayı insanlık mer­tebesini takip eden hayvanlık mertebesinin sonunda yer alırlar. Diğer hayvan türleri bu iki mertebe arasında yer alır.

İnsanlık mertebesini izleyen hayvanlık mertebelerini anlatmayı tamamladık. Şimdi önce hayvanlık mertebesini izleyen insanlık mertebesinden bahsetmek istiyoruz:

Bil ki, hayvanlığı takip eden insanlık mertebesinin en düşüğü, duyulurlardan başka iş bilmeyen, cisimsel olanlardan başka hayır tanımayan, bedeninin iyiliğin­den başka bir şey düşünmeyen, dünya ziynetinden başka bir şeye rağbet etmeyen, ulaşamayacaklarını bildikleri halde dünyada ebedî kalmak isteyen, hayvanlar gibi yeme ve içmeden başka bir lezzet arzulamayan, domuz ve eşekler gibi cima ve evli­likten başka bir şeyde yarışmayan, karıncalar gibi ihtiyaç duymadıklarını toplayarak, kargalar gibi faydalanmadıklarını severek dünya malı biriktirmekten başka bir şeye tamah etmeyen, tavus kuşu gibi elbise boyamaktan başka süs bilmeyen, leşe üşüşen köpekler gibi dünyanın enkazına düşkünlük gösteren kimselerin mertebesidir. Bun­ların bedenleri insan bedeni gibi olsa da nefislerinin fiilleri hayvani ve bitkisel nefis fiilleri gibidir.

Bölüm

Melekler mertebesini izleyen insan mertebesi, nefisleri gaflet ve cehalet uyku­sundan uyanmış, ilim ve bilgi ile canlanmış, basiret gözleri açılmış olan ve böylece kalplerinin ışığıyla duyularından uzak kalan ruhânî konuları ve aklî varlıkları gören, cevherlerinin saflığıyla ruhlar âlemini müşahede eden ve orada bulunan yaratık türlerini fark eden kimselerin mertebesidir. O, cisimsel maddeden soyutlanmış surettir. Onlar, meleklerin, Rabbinin ruhânî ve kürevî ordularının ve bütün arş taşıyıcılarının türleridir. Onların hallerini bilir. Onların sevinci, zevki ve mutlulu­ğu onun için açıktır. O (insan mertebesi) onlara özlem duyar, onları ihtirasla talep eder, dünyalıların mutluluğu ve bedenler âlemindeki oluş konusunda zahitlik eder, cismânî şehvetlerini aramayı bırakır, maddî zevkler tatmaktan yüz çevirir, bedeniyle burada olsa da düşüncesiyle orada olur. Bilgi arayışı, işlerin iç yüzünü araştırma uğrunda gecesini tefekkürle, gündüzünü açlıkla geçirir, bedensel hayatını devam ettirecek bir kırıntı ve avretini örtecek bir kumaş kadar dünya malına belli bir vakte kadar razı olur, dünyada nefsiyle melekler türünden olduğu halde bedeniyle türünün fertleri olan insanlarla beraber yaşar.

Ey kardeşim! Onların istediklerini isteme konusunda çalış, onlarla dost olmaya rağbet et, onların geleneğine uy ve onların yaşadığı gibi yaşa! Umulur ki onların zümresi içinde yerleşme yurdu olan cennete sevk edilirsin. Nitekim şanı yüce olan Allah şöyle zikretti, vaat etti ve dedi: “Rab’lerinden korkanlar cennete zümreler ha­linde sevk edilirleri Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem dedi ki: “Kişi kıyamet günü sevdikleriyle birlikte haşrolur” Allah şöyle dedi: “De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin”[110] [111] Peygamberlerin yolunu ve araştırmacı müminlerin özelliklerini ilimle­rin ilginçlikleri, edeplerin boyutlarını, nefsin eğitimi, ahlakın iyileştirilmesi konu­sunda öğrettiğimiz 51 risâlede açıkladık. Ey kardeş! İnşallah Allah seni onları oku­maya, manalarını anlamaya ve içindekileri uygulama konusunda başarıya ulaştırsın.

“Bütün Âlemin Düzeninin Niteliği” hakkındaki onuncu risâle bitti. Onu, “Sihir, Büyü ve Göz Değmesinin Mahiyeti” hakkındaki risâle takip etmektedir.

İlahi ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
On Birinci -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Elli İkinciRisâlesi
Sihir, Büyü ve Göz Değmesinin Mahiyeti Hakkında[112]

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!

A

llah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na ortak koşulan varlıklar mı?”[113]

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, biz bun­dan önceki elli risâlede ilmin fenlerini ve hikmetin ilginçliklerini açıkladık, onları düzene koyduk, birçok ilmi, çok sayıda amacı ve derin hikmetleri onların içinde topladık ve onları yararlanacak öğrencilerin derecelerinin ve arayıcıların mertebele­rinin gerektirdiği şekilde sıraladık. İlmi ehli olmayan ve değerini bilmeyen kimseye bolca vermemiz nasıl uygun değilse, aynı şekilde danışan ve arayan kimseyi ondan alıkoymamız ve hak edene cimrilik etmemiz de caiz ve helal değildir. Değerli kar­deşlerimizden (ihvan) bu risâleleri elde eden herkesin layık olan kimseye bunlardan kavrayışına yakın olan ve onun işine yarayacağını veya mertebesine uygun olduğunu bildiği şeyleri “Fihrist Risalesinde yaptığımız sıralamaya göre tedricî olarak iletmesi gerekir. Nefsi ilimde bir dereceye yükseldikçe ve bilgide bir mertebeye ulaştıkça daha sonrakine çıkar ve nefsi yetkinlik mertebesine varıncaya kadar onları izleyen şeylere sevk edilir.

Biz bütün risâleleri dört kısma ayırdık: Birinci kısım, kendisiyle başlanan mate­matik kısım; ikinci kısım, onu izleyen cismânî ve tabii kısım; üçüncü kısım, nefsanî ve aklî kısım; dördüncü kısım ise onların sonuncusu olan kanunî (nâmusi) ve İlahî kısımdır.

Bu risâle, dördüncü kısım risâlelerin sonuncusu, elli birinci risâledir. Burada sih­rin mahiyetini ve tılsım işinin niteliğini açıklamak istiyoruz. O, meşhur ilim ve bil­gilerden ve kullanılan hikmetlerden biri gibidir. Onu âlimlerden duyduklarımız ve bizden önce geçen insanların kitaplarından öğrendiklerimizle kanıtlayacağız.

Kardeşim! Allah yardımcın olsun! Bil ki, bugün biz gafil insanların çoğunun si­hirden bahsedildiğini duyunca, onlardan birinin onu doğrulamasının imkânsız ol­duğunu, onu üzerinde düşünülmesi ve bilgisiyle süslenilmesi gereken ilimler topla­mından sayan kimseyi tekfir ettiklerini gördük. Bunlar, zamanımızın âlim geçinen­leri ve geri kalmış ve insanların havas ve seçkinleri olduklarını iddia eden yeni yetme filozoflarıdır. Çünkü onlar, ister kıt akıllı bir budala, ister ahmak bir kadın, isterse bunak bir aptal kocakarı olsun bu ilimle uğraşanları ve onu tanımadan elde etmeye dalanları görünce ve onlardan gelen bir sihir ve tılsım bahsini işitince cahillikle ve yalan ve hurafe tasdikçiliğiyle suçlanmamak için buna katılmaktan uzak durdular. Çünkü bu ilmi öğrenmek isteyen bu değersiz kimseler, onu, talebi gerektiren bir bilgi ve onunla ilgili bir maksat ve amaç olmadan düşük ve adi amaçları için istiyorlar. Onlar bunun hikmetin bir parçası, daha doğrusu hikmet ilimlerinin bir kısmı ve sonuncusu olduğunu bilmediler. Çünkü onun kalbi ondan önce gelen ilimleri öğ­renmeye ihtiyaç duyar. Üç şeyin, yıldızlar, felekler ve burçların bilgisi olan astroloji (ilm-i nücûm) bunlardandır.

Burçlar on iki, felekler dokuz ve bilinen yıldızlar bin yirmi dokuzdur. Bunların dokuzu gezegendir. Bunları bu kitabın birinci kısmının üçüncü risâlesinde belirttik. Bu, takdimine ihtiyaç duyduğu her şeyi yıldız bilimlerine dâhil eder. Ama burçlar, yıldızlar ve feleklerden başka birisi baş, diğeri kuyruk olarak adlandırılan iki düğüm de onlardandır. Baş uğura, kuyruk uğursuzluğa delalet eder. Onlar ne iki yıldız, ne de iki görünür cisimdir; fakat onlar iki gizli olgudurlar. Zatlarının gizli, fiillerinin açık olması, âlemde hisse gizli kalan nefisler olduğuna delalet eder. Onların fiilleri açık, özleri (zât) gizlidir. Bundan önceki risâlede belirttiğimiz gibi onlar, ruhânîler, melek cinsleri, cin kabileleri ve şeytan grupları olarak adlandırılırlar. İlim, sihir ve tılsım erbabı bunu bilir. Bu manayı tam ve yetkin olarak öğrenmek için bizim bundan ön­ceki risâlemizi oku. Ey kardeş! Onu okuduğunda ruhânîlerin bu âlemdeki fiilleri se­nin için gerçekleşecektir. Nitekim biz bunları orada zikrettik, sıraladık ve açıkladık. Onların delaletlerini bildikten sonra yıldızların fiillerini ve Ay feleği altındakilere etkilerini bilmek ise ruhânî hikmet, İlahî destek ve rabbani inayetten bir parçadır. Bu ilmi bilen meşhur âlimlerin en büyüğü, Almagest (el-Mecistî) ve bu ilimle ilgili diğer kitapların sahibi olan Batlamyus ve öteki âlimlerdir.

Kardeşim! Bil ki, yıldızlar Allah’ın melekleri ve göklerinin krallarıdır; onları âleminin imarı, halkının yönetimi ve kullarının siyaseti için yaratmıştır. Onlar Allah’ın yeryüzünde kullarını gözeten ve peygamberlerinin şeriatlarını kulları üzerindeki hükümlerini onların yararına ve düzenlerini en iyi şekilde muhafaza ederek uygulamak suretiyle koruyan halifeleridir.

Kardeşim! Allah yardımcın olsun! Bil ki, bu yıldızların bu âlemdeki tüm cisim, ruh ve nefisler üzerindeki etki ve eylem şekillerini ilimde derinleşenler, bilgilere eri­şenler, İlahî ilimleri düşünenler ve Allah’ın yardımı ve ilhamıyla desteklenenlerden başkası bilemez.

Kardeşim! Bil ki, tümel ruhtan âleme doğru giden ilk güç, sabit yıldızlar denilen üstün parlak şahıslarda, onlardan sonra gezegenlerde, daha sonra onların altında yer alan ve maden, bitki ve hayvan şahıslarının oluşumunu sağlayan dört unsurda bulunur.

Kardeşim! Bil ki, tümel nefis güçlerinin tümel ve tikel bütün cisimlere geçmesi, Güneş ve yıldızların ışığının havada ve ışınlarının mahallerinde yer merkezine doğru yayılması gibidir.

Bil ki, gezgin yıldızlar (gezegenler) dolaşma ve yükselişte olması ve bazısının ba­zısından müzik oranı denilen en üstün oranda meydana gelmesi belli bir zamana tesadüf edince o sırada bu güçler bu güçler tümel nefisten yayılır ve bu yıldızlar vasıtasıyla bu âleme ulaşır; dolayısıyla olanların durumu en dengeli mizaç, en sahih tabiat ve en kaliteli düzene göre gerçekleşir ve bu haller mutluluk olarak adlandırılır. Eğer hal, belirttiğimizin tersine cereyan ederse, durum da tersine olur. O zaman bu ilk yönelişle değil, fakat “Düşünceler ve Görüşler Risâlesi’nde kötülüklerin nedenleri ve sebepleri bağlamında açıkladığımız gibi arızî sebeplerle olur. Ey kardeşim! Bun­ları oradan öğren.

Ey kardeş! Bil ki, kâinatın olmadan önceki bilgisinde hiçbir insan için yarar yok­tur. Çünkü bu, hayatı çekilmez kılar. Bu ilim ancak kendisiyle ondan daha üstün olana yükselmek ve sebepler ve nedenleri bilmek suretiyle içindeki kötülüğü bilmek için istenir. Böylece nefis, gaflet ve cehalet uykusundan uyanır, hata ölümünden son­ra dirilir, basiret gözü açılır, mevcutların hakikatlerini bilir ve geri dönüş (me’âd) işi gerçekleşir; dolayısıyla dünyada züht hayatı sürdürür, musibetlere aldırış etmez ve Resulullah’dan (salla'llâhü aleyhi ve sellem) nakledildiği gibi, astroloji ve felek hükümlerinin gereklerini öğrendiği zaman üzülmez ve kaygılanmaz. Nitekim o şöyle demiştir: “Kim dünyada züht hayatı yaşarsa musibetler onun için önemsiz hale gelir’.’ Allah Teâlânın şu sözü bunu doğrulamaktadır: “Kaçırdığınıza üzülmeyesiniz ve elinize geçene sevinmeyesiniz diye... ”[114]

Ey kardeş! Bil ki, bu ilimler beş kısma ayrılır: Birincisi, fakirliği ortadan kaldıran ve sıkıntıyı gideren kimya ilmi; İkincisi, olmuş ve olacak şeyleri anlamaya yarayan astroloji hükümleri ilmi; üçüncüsü, halkı hükümdarlara ve hükümdarları meleklere bağlayan sihir ve tılsım ilmi; dördüncüsü, bedenlerin sağlığını koruyan ve hastalık musibetlerini iyileştiren tıp ilmi; beşincisi, nefsin kendi özünü bilmesini ve yerleştiği yerde soyutlandıktan sonra şereflenmesini sağlayan soyutlama (tecrid) ilmidir. Bir risâlemizde yıldızlar hakkında bir mukaddime ve bu risâleden önce bilgisi konusun­da kendisine ihtiyaç duyulan bir şey olarak konuştuk. Sihir ve tılsım ilmi, astroloji hükümleri ilmine tabidir, onu takip eder ve onunla ilgilidir. Onunla ilgili faydalar çok ve meşhurdur. Tılsımların haberi ve onların çok olduğu işitilmiştir. Baş olanın ve zeytinin naklettiğinin haberi, timsah tılsımı, tahtakurusu tılsımı, yılan tılsımı, akrep tılsımı, eşekarısı tılsımı ve bir topluluktan sürekli kendisiyle ilgili haberler duyulan daha başkaları. Onlar üzerinde farklı zamanlarda ve değişik şekillerde ittifak caiz değildir.

Bununla birlikte eskilerin kitaplarında belirttikleri şeylerin ve yazdıkları haberle­rin, bu ilmi inkâr edenlere ve şehâdet bakımından doğru olduğunu iddia eden kim­seyi yalanlayanlara anlatılan şeyler olması gerekir. Bunlardan konusu taliplerine gizli kalmayan ve beyinsizlerin bizi yalanlamaya yol bulmadıkça söyleyeni yalanlanama­yan ünü yaygın şeyler anlatılır. Biz diyoruz ki; filozof Eflatun, Siyaset Kitabı nın ikin­ci bölümünde onun değerinin yüceliğini ifade etti. Dedi ki; Oruba şehri halkından olan Corcius koyun güden bir adamdı, o dönemde Oruba şehrini yöneten kişinin ücretlisi idi. O zaman yağmur gelmiş, beraberinde depremler olmuş, dolayısıyla yer­yüzünün bir yeri yarılmış ve koyun güden bu adamın olduğu yerde bir çukur mey­dana gelmişti. Adam bu çukuru görünce şaşırdı ve oraya indi. Orada birtakım ilginç şeyler gördü. Orada mevcut diğer şeyler yanında bir de bakırdan yapılmış bir at var­dı. Elinde yarık bir küre vardı. Atın karnında da böyle bir küre gördü. Atın karnında bir miktarı ölü olan bir insan olunca gördüğü şey insan miktarından çoktu. Üzerinde elindeki altın yüzükten başka bir şey yoktu. Bu yüzüğü aldı ve çukurdan çıktı.

Çobanlar, her ay sürülerinin durumunu krala arz etmek için gerçekleştirdikleri toplanma âdetlerine uygun olarak toplandılar. O çoban da bu yüzüğü takmış olarak onlarla birlikte geldi. O diğer çobanlarla birlikte otururken eli birden yüzüğe git­ti. Rahatını izleyen şey sebebiyle onu parmağında taşı içeri girinceye kadar çevirdi. Bunu yapınca birlikte olduğu oturanların gözünden kayboldu. Hatta onun oturdu­ğunu fark etmediler ve onu görmediler. Kendilerinden yüz çevirdiğini gösteren bu olay hakkında konuşmaya başladılar. O bu konuşmaya hayret ediyordu. Sonra o, elini yüzüğe attı ve taşını dışarı çevirdi. Onu çevirince topluluk onu görmeye baş­ladı. Bunu anlayınca kendisinde bu gücün olup olmadığını görmek için yüzüğüne vurdu. Ondan bu özelliğin aynen açığa çıktığını gördü. Şöyle ki yüzüğün taşını içeri çevirince gizlendi ve gözden kayboldu, dışarı çevirince açığa çıktı ve insanlar onu gördü. O sırada yüzüğündeki bu özelliği deneyince sinsice davrandı ve elçiler sayı­sınca krala varmaya çalıştı. Ona ulaşınca onu öldürdü ve şimdi onunla birlikte oldu.

Bir düşün, Filozof Eflatun un fazilet ve aklına rağmen siyasetle ilgili telif etti­ği herhangi bir kitabında bu mucizeyi yazdığını görüyor musun? Bununla birlikte onun yukarıda anlatılan bu yüzük tılsımının sonrasında bir gaye olan hikmetten dolayı yapıldığını düşündüğü kabul edilebilir ve sanılabilir. Öyle ki fiil gücünde, uy­guladığı işte kendisinden çıktığı dereceye vardı. Ancak bu yeni yetmeleri böyle bir olayı yalanlamaya ve inkâr etmeye sevk eden sebep, içlerindeki tembellik, öğrenme arzusundaki zayıflık, guru ve hayâ azlığıdır. Bunlar bu ilimleri inkâr etmeye ve onun doğruluğunu savunan kimseleri yalanlamaya yöneliyorlar. Çünkü onlar bunu kendi­leri için daha kolay ve daha zahmetsiz buluyorlar.

Ey kardeş! Onların yolundan git, onları örnek al, onlara katıl veya onlara benze. Daha doğrusu, mutlu olmak ve bahtiyarlar ve şehitlerle birlikte başarılı olmak için ebediyen arayış fikrin, doğruya ulaşma amacın, hikmeti elde etme ve anlama arzun olsun.

Sonra İbn Ma şer Cafer bin Muhammed bin el-Müneccim anlattı. Müzakere Kitabında Şadib bin Bahr’a dedi ki; bana Muhammed bin Musa Enes el-Harezmî anlattı. O da dedi ki; bana Yahcub bin Mansur el-Müneccim anlattı. Dedi ki; ben ve bir grup müneccim Me mun’un yanma gittik. Yanında bir topluluk ve önceden haber veren bir insan vardı. Biz onu tanımıyorduk. Kadıları çağırdı, onlar gelmeden bana ve gelen müneccimlere dedi ki; gidin, bir şey ile ve feleğin doğruluğuna ve yanlışlığı­na delalet etmediği güçlerle iddiada bulunan bir insanın iddiası için bir doğan tutun. Me’mun, bize, onun önceden haber veren birisi olduğunu bildirmedi. Bazı sahanlara geldik, doğanı sıkıca bağladık ve onu tasvir ettik. Doğanda bir dakika içinde Güneş ve Ay ortaya çıktı. Takım yıldızında Oğlak burcu ve Jüpiter, doğana bakıyor. Dedi ki; benim dışımda gelenlerin hepsi onun doğru olduğunu iddia etmiyor. Ben dedim ki; o doğrudur ve onun Zühre ve Utarit’le ilgili delili vardır. Onun talep ettiği şeyin doğrulanması, doğru olmaz, onun için tamamlanmaz ve düzene girmez.

Dedi ki; nereden? Dedim ki; çünkü Güneş talihsiz olunca sebeplerin doğrulu­ğu, Jüpiter’den, Güneş’in üçlenmesinden veya önünün kapatılmasındandır. Bu hal, Jüpiter’in düşüşüdür. Jüpiter ona muvafakat gözüyle bakar. Ancak o bunu bu burç için yuvarlak hale getirir. Burç onu kendisi için yuvarlak yapar. Düzeltme ve doğ­rulama gerçekleşmez. Venüs ve Utarit’le ilgili delil hakkında söyledikleri, bir çeşit saçmalama, süslü söz ve aldatmadır.

Buna şaşırdı ve “Aferin sana!” dedi.

Adamın kim olduğunu biliyor musunuz? Ben “Hayır” dedim. Dedi ki: “Bu adam kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyor.”

Dedim ki: “Ey Müminlerin Emiri, onun bununla ilgili delili var mı?” Ona sordu. Dedi ki: “Bende taktığım iki taşlı bir yüzük var, bende hiçbir değişiklik olmuyor; ama benden başkası taktığında gülüyor ve onu çıkarıncaya kadar kendisini gülmekten alamıyor. Yanımda bir Şâniy üretimi bir kalem var, onu tutup onunla yazıyorum; fakat onu benden başkası tuttuğunda parmağı hareket etmiyor.”

Dedim ki: “Efendim, bu Venüs ve Merkür kendi işlerini yaptılar.” Me’mun ona de­diğini yapmasını emretti, o da yaptı. Biz bunun bir tılsım tedavisi olduğunu anladık.

Me’mun, peygamberlik iddiasından vazgeçinceye ve yüzük ve kalemde başvurup uyguladığı hileleri anlatıncaya kadar günlerce onunla birlikte oldu. Sonra Me’mun ona bin dinar verdi. Sonra biz ona bir lakap taktık. O zaman o, astrolojide insanların en bilgilisidir.

Kuranda birçok yerde sihirden bahsedilmesine ve bu bahsin tekrarlanmasına ge­lince; Bakara suresinde söylenen, bunu bir örneğidir: “Süleyman (büyü yaparak) küf­re girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve Babil’deki Harut ve Marut adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek; ‘biz ancak imtihan için gönderilmiş iki meleğiz, sakın küfre girme;’ demedikçe kimseye (sihir) öğ­retmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan erkek ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi!’[115]

Sihrin gücü ve onun kişi ile karısının arasını açtığına dair bilgisi ulaştığına göre bundan sonra geriye ne kalmıştır? Kuran bize anlattıktan ve biz doğruluğunu öğ­rendikten sonra bu haber hakkında artık şüphe olur mu? Aziz ve Çelil Allah, Mâ ide suresinde şöyle buyurdu: “Hani sen İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler; bu ancak açık bir büyü­dür, demişlerdi!’[116] Allah, birinin ağzından Enam suresinde şöyle buyurdu: “Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı yine o inkâr edenler; bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdi’.’[117] Allah Azze ve

Celle, Araf suresinde şöyle buyurdu: “Firavunun kavminden ileri gelenler dediler ki: Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor. Firavun, ileri gelenlere dedi ki: Öyleyse siz ne düşünüyorsunuz? Onlar dediler ki: Musa ve kardeşini (bir süre) beklet ve şehirlere toplayıcılar yolla, bütün usta sihirbazları sana getirsinler. Sihirbazlar Firavuna geldiler ve dediler: Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi? Firavun dedi ki: Evet, üstelik siz benim en yakınlarımdan olacaksınız. Dediler ki: Ey Musa, ya önce sen at ya da önce atanlar biz olalım. Musa, siz atın, dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekileri) atınca insanların gözlerini büyüle­diler ve onlara korku saldılar, büyük bir sihir yaptılar”[118] [119]

Kuran'ın sihre önem verdiğini görmüyor musun? Allah Teâlâ şu surede buyurdu ki: “Sihirbazlar secdeye kapandılar”5 Yine orada: “Dediler ki: Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”[120] Yunus suresinde: “İçlerinden bir adama, insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki kâfirler; bu apaçık bir sihirbazdır, dediler”[121] [122] Allah Teâlâ yine aynı surede: “Katımız­dan kendilerine hak gelince, şüphesiz bu apaçık bir sihirdir, dediler”" Allah Teâlâ, İsra suresinde dedi ki: “Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi arala­rında konuşurlarken o zalimlerin; siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz, de­diklerini çok iyi biliyoruz”[123] Yine orada: “Ant olsun, biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrail Oğullarına sor: Hani Musa onlara gelmiş ve Firavun da ona: Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Musa, demişti!"[124] Allah Teâlâ, Tâhâ sure­sinde buyurdu ki: “Şöyle dedi: Ey Musa, sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda uygun bir yerde senin de bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle!"[125] Yine orada: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar’."[126] Yine orada: “Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor”[127] Yine orada: “Şüphesiz ki biz, günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır”[128]

Ey kardeş! Allah yardımcın olsun, bu da Kuranın bu yerlerde sihri tekrar takrar anmasında duyduğun ve gördüğün gibidir. Onu asılsız bir batıl olarak mı görüyor­sun? Kullardan birini büyülemekten ve bunu söylemekten Allah’a sığınırım! Şimdi aynı şekilde diğer şeriat sahiplerinin tâbi oldukları şeylere ve uydukları ve doğrulu­ğunu tasdik ettikleri kitaplarda olanlara dönüyoruz. Tevrat’ta yazılı olan ve iki üm­metin, Yahudiler ve Hıristiyanların birlikte itibar ettikleri ve doğruluğunu ikrar et­tikleri şeyler bu gruptadır. Tevrat, Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde aralarında hiçbir farklılık olmaksızın, bilakis doğruluğu ve içindekilerin hakikati konusunda ittifak ederek İbranice, Süryanice ve Arapça olarak mevcuttur. Orada Isu kıssası hak­kında şöyle dediği yazılıdır: “Isu, avcı İshak’ın oğluydu. O her ava çıktığında Kenan oğlu İbn-i Nemrud da çıkıyor ve şöyle diyordu: “Benimle seni yendiğim takdirde avını almam üzere güreş.” İbn-i Nemrud’un üzerinde Âdem’in cennetten çıkarken üstünde bulundurduğu gömlek vardı. Onda Allah’ın yarattığı vahşi hayvan, kuş ve deniz hayvanlarının resimleri vardı. Âdem vahşi bir hayvanı veya başka bir şeyi av­lamak istediğinde elini gömleğinde onun üzerine koyuyordu. Bu şey, o gelip alıncaya kadar şaşkın, durmuş ve kör halde kalıyordu. İbn-i Nemrud, Isu bin İshak ile her güreştiğinde onu yakalıyor, yere çalıyor ve avını alıyordu.

Isu’ya yapılan bu muamele uzayınca İbn-i Nemrud’un yaptığı şeyi babası İshak’a şikâyet etti. İshak ona dedi ki: “Bana gömleği tasvir et.” O da onu tasvir etti. İshak ona dedi ki: “Bu, Âdem’in gömleğidir, bunu taşıdığı sürece onu yenemezsin. Sana güreşmek talebiyle geldiğinde ona gömleği çıkarmasını söyle. Bunu yaparsa onunla güreş. Sen onu yeneceksin. Onu yendiğinde gömleği al ve dön.”

Isu avlanmak amacıyla dışarı çıktı. İbn-i Nemrud, âdeti olduğu üzere onun ya­nma geldi ve güreşmek istedi. Isu ona dedi ki; gömleğini çıkarırsın, sonra güreşiriz. İbn-i Nemrud gömleğini çıkardı, Isu da elbisesini çıkardı ve güreştiler. Isu onu yere çarptı ve göğsü üzerine oturdu. Sonra Isu fırladı, gömleği ve avı aldı ve dönmek üzere kaçmaya başladı. İbn-i Nemrud’un karada yürüyecek takati kalmadı. Şöyle dedi: “Oğlum, gömlek üzerinde olduğu sürece o seni yenemeyecek. Ava çıktığında ve bir şey avlamak istediğinde elini gömlekteki onun resmi üzerine koy, sen onu ya­kalayıncaya kadar dursun.”

Isu, vahşi bir hayvanı avlamak istediğinde elini gömlekteki onun resmi üzerine koyuyor, o da Isu gelip kendisini yakalayıncaya kadar kör ve görmez halde duru­yordu. Buradan elini sokuyor ve gömlekle avlıyordu. Ey kardeş! İşte bu, Tevrat’ın doğruluğunu kabul eden ve asla inkâr etmeyen bütün Yahudi ve Hıristiyanların bildiği meşhur bir haberdir. Yine Tevrat’ta, İkinci Sifır’de Yakub ile dayısı Taban kıs­sasında şöyle der: “Rahil, Yusuf’u doğurunca Yakub, Abana dedi ki: Ben çocuklarım­la birlikte hareket edip ülkeme, mekânıma ve yerine gidinceye ve kendileriyle sana hizmet ettiğim karılarımı verinceye kadar beni gözet ve yürü. Laban dedi ki; sana ne kadar ücret vereceğimi söyle. Yakub dedi ki; dört. Sürünü güderim, onları gece gündüz korurum, sürünün tatmamı için çabalarım. Her şişman kızılı, her benekliyi, her siyahlıkta beyazlıkla parlayan kuzuyu, her beyaz karışık renkli koyun ve keçiyi serbest bırakırım. Fakat bugün bu, bu ayrılmaya göre daha belirgin ve daha yaygın­dır. Fakat bu günden sonra daha tozlu, daha beyazlı ve daha kızıl keçi veya siyahlık ve beyazlıkta parlayan koyun üzerinde daha belirgindir. Dedi ki; zararı yok, evet, be­lirttiğin gibi. O gün beyazlı tekeler, sürüsündeki beyazlı, benekli ve kızıl olan, içinde beyazı olan ve siyahlık ve beyzalıkla parlayan her hayvanı ayırdı ve onları oğlunun eline teslim etti. Yakub, kendi sürüsünün otlağıyla tabanın sürüsünün otlağını ayır­dı. İkisi arasına üç günlük mesafe koydu. Her birisinin sürü ayrı olarak bir yerdeydi. Yakub, tabanın geriye kalan sürüsünü de güdüyordu. Yakub, bir miktar yaş badem ve çınar bitkileri aldı, onların kabuklarını soydu ve kabukları beyazlattı ve bitkileri sürünün sulanmak için geldiği yerdeki içilebilir su yatağında biriktirdi. Sürüyü kar­şılıyor, sürü seviniyor ve karınlarında çocukları hareketleniyorlar ve bitkileri görün­ce sürü güzel olarak ürüyor. Her yıl sürünün taşıdığı ilk şey, önce gelendir. Yakub, bu bitkileri güvenli bir sulak yerde biriktirmeye başladı. Onları sürünün arkasında biriktirmez. Adam zengin oldu ve hayvanları çoğaldı.”

Hiç kimsenin reddedemeyeceği bu hadise aynen Tevrat’ta da vardır. Ey kar­deş! Onu öğren. Sonra aynı şekilde Yahudilere göre Tevrat’la aynı konumda olan İsrailoğulları krallarının haberlerine dair kitaplarda, içlerinde Şamuel adlı bir peygamberin olduğu zikredilir. O, peygamberler (as) arasında meşhurdur. Onun bir kitabı vardır. Hıristiyanlar ve Yahudiler onun peygamberliğini, kadrinin yüce­liğini ve ellerindeki kitabını kabul ve tasdik etmektedirler. Kitapta onun Yahudiler için Tâlut adlı bir kral tayin ettiği belirtilir. Allah Teâlâ, Amâlik ile savaşmasını em­retti, o da yaptı. Ancak o, onların hayvanlarını kabul eden kimseyle ters düştü ve krallık mertebesini kaybetti. Davud onun yolunu izledi ve Şamuel öldü. Tâlut sihir­baz ve kâhinleri öldürmeye yöneldi. Öldürülen öldürüldü, kaçan kaçtı. Filistinliler onunla savaşmak için girişimde bulundular. Onlar için kâhinleri topladı. Kendisini hedef alan ordunun çokluğundan korkuya kapıldı. Âdeti olduğu üzere peygamber, sihirbaz, kâhin ve hâkimlerden sözüne güvenen hiçbir kimseyi bulamadı. Bundan dolayı huzursuz oldu ve maiyetindekilere şöyle dedi: Benim için işimin akıbetini soracağım bir sihirbaz arayın. Bir sihirbaz kadın gösterildi. Ona güvendi ve ondan kendisi için bunu soracağı bir peygamber yaratmasını istedi. Ona hangi peygam­beri yaratmasını seçtiğini sordu. Şamuel’i seçti, o da yarattı. [Kadın] onu görünce korktu ve çığlık attı. Tâlut ona dedi ki; benden korkma! Ne gördün? Dedi ki; Rabbin melekleri gibi yerden yükselen bir bornoz taşıyan yaşlı ve parlak bir adam. Tâlut onun Allah’ın gönderdiği Şamuel olduğunu anladı. Huzuruna vardı ve önünde eğil­di. Şamuel dedi ki; Tâlut, beni niçin geri döndürdün ve dirilttirdin? Yeryüzü Filistin halkından dolayı bana dar gelmesi, onların benimle savaşması, Allah’ın inayetinin benden uzaklaşması ve onun rüyaları benden alıkoyması sebebiyle işim hususunda istişare etmek için seni çağırdım. Şamuel dedi ki; Allah krallığı arkadaşın Davud’a devretti. Amâlik hayvanlarına yaptıklarınızdan dolayı sana ve İsrailoğullarına kız­dı. O, size karşı Filistin’e yardım etti ve onları sizden üstün kıldı. Yarın benimle be­raber ölüler arasında olacaksın. Bayıldı, sihirbaz kadın onu tanıdı, ona ve yanındaki adama yöneldi, Ayılıncaya kadar onun yanında kaldılar, gecelerini onlara kattılar ve sabahlayarak ayrıldılar. Savaş kızıştı, İbraniler hezimete uğradılar. Aralarında savaş arttı. Tâlut üç oğlu öldürdü. O mızrağına yaslandı, onu sırtından çıkardı. İsrailoğulları Davud’u kral yapmak üzere toplandılar. O da onları düşmanlarına karşı savundu.

Ey kardeş! Bütün bunlar hakkında haberler gelmiştir. Filozoflardan gelen şeyler bunlardandır, peygamberlerden gelen şeyler ve şeriat kitapları bunlardandır ve daha önce sihirle ilgili olarak Kurandan aktardıklarımız bunlardandır.

Bütün bunlar asılsız bir yalan, kendi kendilerini inkâr eden bu şaşkınların ve ce­haletleriyle adlandırdıklarını yalanlayanların yanında zikrettikleriyle ilgili ahmaklık ve aptallık ve akıllarının kıtlığı, ilimlerinin azlığı ve hakiki ilimlere ulaşmaktan mah­rum olmaları sebebiyle onlara karşı kibirlenme, övünme ve böbürlenme uydurdu. Dolayısıyla inkâr ve yalanlamayı onlar için hafif buluyorlar. Allah, yardım istenen­dir. Ondan başarı ve seçimin iyisini isteriz.

Tılsım ilimleri ve fiilleri iddiasında bulunanlardan işittiklerimizin sonuncusu­nun, bize haberleri nakledilen ve eserlerine ulaştığımız Yunanlılar olduğunu söy­lüyoruz. Onların insanlar nezdinde çeşitli isimleri vardır. Sabiîler, Harrasîler ve Hatufiler bunlar arasında yer alır. İlimlerinin esaslarını siyaset ve dinlerle ilgili yeni ortaya çıkan sanatların ve ilimlerin ülkelerde taşındığı şekliyle Süryanîlerden ve Mı­sırlılardan almışlardı. Onların ilklerinin başkanlarından dört tanesi vardır. Birincisi Eadmayun, [İkincisi] Hermes, [üçüncüsü] Lumehris, [dördüncüsü] Eratos’tur. Son­ra onların orduları, Pisagorcular, Aristanuniler, Eflatuncular, Okorusçulara ayrıldı.

Onlar âlemin küre şekilli olmak dışında alan bakımından sonlu olduğunu ve varlığının ikinci bir ilkesinin bulunmadığını iddia ederler. O, Yüce Yaratıcıya an­cak nedenli-neden ilişkisi şeklinde bağlıdır. Onlar yeryüzünden ibaret olan âleme ait işlerin aynı şekilde birkaç konuyla tamamlanacağını ileri sürmektedirler. Birinci­si, karışım ve bileşimi kabul eden madde, yani dört unsurdur. İkincisi, şahıslardaki hareketli ve durgun nefislerdir. Üçüncüsü, semavî âlemin dört unsuru ve onlardan doğanları nefislerin maddede yapıcının her mevzu için sanat etkisini gösterebileceği hareket ettirme, durdurma, toplama, ayırma, sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk gibi etkilerini kabul edecek şekilde hareket ettirmesidir. Dördüncüsü, Yüce İlah Subhanehu ve Teâlâ’nın oradaki bütün mevcutların güçlerini koruması, onları yardımıy­la desteklemesi, onların amaçlarını ve maksatlarını tamamlaması ve mevcut işleri yedi yıldıza bölüştürmesidir.

Onlar, sabit yıldızların, güçlerinden karışım olmak ve fiillerinde onlara yardım etmek üzere gezegenlere bölüştürüldüğünü iddia ettiler. Burçlar feleğinin sonu olan sabit yıldızlar feleğine dokunan dokuzuncu feleğin kendisine özgü bir suretle şekil­lendiğini ve onun her bir derecesinin biri kuzeyde, diğeri güneyde olmak üzere iki kısma ayrıldığını iddia ettiler. Tılsımcıların belirttiğine göre onlarda zaman boyunca kendilerine ilişen etkiler sebebiyle gözetimin tam olduğu suretler vardır.

Yeryüzüne ait işleri yedi yıldıza bölüştürünce ve bunları onların yönetimi ve on­lara etkisi altında sıralayınca yönler, iklimler, bölgeler, şehirler ve yörelerde aynı yön­temi takip ettiler. Onlara göre cisimlerle alakalı olmayan ve oradan yüce ve oranın kir ve pisliklerinden yüksek olmaları nedeniyle hiçbir şekilde cennette ikamet et­meyen nefisler vardır. Bunları İlahî nefisler diye adlandırırlar. Bunlar onlara göre iki kısma ayrılırlar: Birinci kısmı bizzat iyi olup onları melekler olarak adlandırırlar ve hayırlarını çekebilmek için onlara yaklaşırlar. İkinci kısmı bizzat kötü olup onların şahıslarını şeytanlar diye adlandırırlar ve onlara şerlerinden sakınmak için yaklaşır­lar. Onlardan her birisi için belli bir dua, belirli bir tütsü ve sayesinde istediklerine ulaşabilecekleri bir amel şekli ihdas ettiler.

Yıldızların bedenine ait ve onlardan ayrılmayan başka nefisler vardır. Bununla birlikte onlar, yeryüzü âlemiyle, orada iki tür tasarrufta bulunarak ilgilidirler: Bi­risi, astroloji kitaplarında belirtildiği gibi, bedenlerin tabiatlarıyla ilgilidir. İkincisi, onların nefisleriyle ve bedenlere ait, onlardan ayrılmayan ve bedeni ancak bozul­masından dolayı ayrıldığı ölçüde terk eden nefislerle ilgilidir. Bu nefisler tabakasın­da insan bedeninde oturan, onunla ve orada tasarrufta bulunan ve onlardan ancak nefsin diğer hayvan ve bitki şahıslarından ayrılması gibi ayrılan bir tür vardır. İçin­de kendisinden inkılâp ve onların ikametine elverişli maddeye düşüş talep edinceye veya kurtuluşlarını idrak edebilinceye kadar eziyet etmek için onları Tus denizine, yani esir küresine katar.

Kendilerinin bu yolla bilebildiklerini iddia ederler. Bunun sebebi, onun huy ve âdetlerini gözlemlemeleridir. Onun tabiat konusundaki tasarrufunda düşüncesizlik, görüşsüzlük, ilim, fikir ve dinin yardımını veya bir görüşün incelenmesini kabul et­meme yönüyle hayvana benzediğini görünce onun nefsinin ev yapımı ve insanlık nefsinin ikametinden başka bir işe yaramayan hayvani bir nefis olduğuna hükmetti­ler. Diğer tür, sağlıklıyken içinde feleklere yükselebileceği, kendilerinde durabileceği ve haz alabileceği; hastayken onlardan düşüp bedende durabileceği, onlarla ilgilene­bileceği, onlarla haz alabileceği ve acı çekebileceği nefislerdir. Bunlar İnsanî ve beşerî nefislerdir.

Aynı şekilde onlar, insanın akıbetinin ölümden sonra, dünyadan ayrılınca nereye döneceğini bilebildiklerini iddia ederler. O, haliyle ilgili dilediğine güç yetirir. Her bir görüş ve dinî konu için inanılan şey vasıtasıyla ahlâk türlerinden birine dönüşme ve amel çeşitlerinden herhangi birisine doğru hareket etme söz konusudur. Müntesipleri aşırı derecede vahşileşip ilkelleşen görüş, cedel ve zıtlaşmanın bol olduğu görüş, nefis öldürme ve mal gaspının çok olduğu görüş, hayvan boğazlama ve et yemenin aşırı olduğu görüş ve varlığını herhangi bir amele dalmaya borçlu olan daha birçok görüş bunun örnekleridir. Bu davranışlar insanda artış gösterince ona sürekli yaptığı ve kendisiyle tanındığı âdetinin gerektirmesi sebebiyle birtakım huylar kazandırır.

Aynı şekilde ahlâk/huy türlerinden her birinin insanlarda mevcut olması halinde, herhangi bir hayvan türünde daha güçlü ve daha belirgin olduğunu iddia ettiler. Ni­tekim yiğitlik aslanın, düzenbazlık kurdun, kurnazlık tilkinin, aşırı arzu domuzun, gamsızlık eşeğin, alçaklık devenin, dalgınlık kertenkelenin, inatçılık sineğin, edep­sizlik ayının, tutku maymunun, haksızlık yılanın, hırsızlık saksağanın, gasp etme şahinin, korkaklık tavşanın, yerleşiklik geyiğin, kızışmışlık tekenin, kibir tavus ku­şunun, ihanet karganın, unutkanlık farenin, tekelcilik karıncanın, pratiklik köpeğin ve benzeri huylar daha başka hayvan türlerinin [karakteristik huyu]dur. Bazı hayvan türleri bu huyların bazısında ortaktır. Azlık ve çokluk bakımından farklılık gösterir­ler. Bunların her miktarı herhangi bir türe özgüdür.

İnsan bu derecelerin herhangi birisinde olunca, bu huydaki nasibi, sürdürürken öldüğü miktar olan bu türe intikal eder. O, bu yolun feraset sahibinin yolunun aksi

olmasına benzer. Çünkü yaratılıştan huyların çıkarılmasına bu yoldan ulaşılır. Yer­leştikleri her bedende ve ait oldukları her mizaçta nimet ile azap ve acı ile haz onlar­dan dolayı birbirine karışır. Böylece bu, onlar için bir hile ve onların aidiyet süresi boyunca bir bağ olur. Onlardan üzerlerinde meydana gelen şeyleri tam olarak alın­caya ve kendilerine ait şeyler tamamlanıncaya kadar onda onların hapishanesinden birtakım şeyler meydana gelir. “Allah, kullara haksızlık etmez."[129]

Bütün bu belirttiğim ve anlattığım şeyler, sihir ve tılsımla ilgili görüşlerinin onay­lanması bağlamındaki esaslar ve ilimlerinin öncülleri kapsamında yer alır. Eğer sözü uzatmaktan kaçınmak ve özetlemeyi talep etmek için zikrettiklerimin çoğunu terk eder ve anlattıklarımın çoğunu bırakırsam mıknatıs ve benzeri özelliklerin fiili gibi onlara göre özellikler kitabında anlatılanlar konumundaki şeyleri zikretmeyi terk etmiş olurum. Ben onu ortaya çıkması için bıraktım. Ancak -Allah yardımcın olsuney kardeş, ben, onların tüm amaçlarını kavraman ve araştırdıkları konudaki hallerini düşünmen için başka bir cümleyi zikredeceğim. Aynı şekilde, zihinlerinde bu öncül­ler yerleştiği, onlara alıştıkları ve uzun süre daldıkları zaman onları dallara ayırdık­larını, üzerlerine bina ettiklerini ve şöyle dediklerini iddia ettiler: Daha önce bahse­dilen bu husus yerleşik ve sürekli olunca, “yıldızlar” ve cisimleri yöneten “nefisler” bu ilim ve kudret durumunda olunca ve bunlar bizim için elverişli ve üzerimizde yönetici olunca ihtiyaç, şu iki durumun gerçekleşmesi için bizi onlara yakınlaşmaya ve bizde bozulan şeyleri düzeltme, zorlaşan şeyleri kolaylaştırma ve doğrudan sapan düşünce ve görüşlerimizi engelleme hususunda onlara boyun eğmeye zorlar: Birin­cisi dünyada iyi yaşamak, İkincisi kendini ahirete adayabilmektir.

Bir yıldıza veya onun nefsine yakınlaşmak isteyince onun tabiatına uygun olduğu anlaşılan ameller işlediler ve o zaman onun kudreti kapsamına giren ihtiyaçlarını is­tediler. Diyorlar ki; onlar doğal amel türlerinden birini yaptıkları ve onunla astroloji hükümleriyle ilgili hiçbir şeye karşı çıkmadan kendilerini gözeten yıldıza yakınlaş­tıkları zaman onun ihtiyacı karşılamadaki etkisi, bu yıldızın onlardan sadece iradî olarak uzaklaşması nedeniyle zayıf olur.

Böylece, eylemde bulundukları ve ihtiyacı aramada doğal eylemleri dikkate al­madan astrolojik tercihler yolunu izledikleri zaman onların yerine getirilmesindeki etki yine zayıf olur; daha doğrusu, yıldızın onlarda sadece doğal olarak tek olması sebebiyle neredeyse çoğunlukla gerçekleşmez. Nitekim bununla ilgilenen, onu kendi açısından olmaksızın yorumlayarak araştıran ve başka bir yönden isteyen kimselerin çoğunun ahmaklardan, bu konuyu az bilen avamdan ve bu sanatın, yani tılsım ve sihir sanatının esaslarını bilmeyenlerden olduğunu işitir ve görürsün. Onlar bu iki konuyu bir araya getirip ihtiyaçlarını araştırmada iki yol tuttuklarında orada ken­dileri için yıldızın tabiatı ile iradesinin bir araya geldiğini iddia ederler. Bu, sebep açısından daha kesin ve araştırma ve amaca ulaşma bakımından daha iyidir.

Onlar bu eylemin nüfuz edilmiş sır ve zayıflamış niyetten çıkması halinde abes ve tutku yerine geçeceğini, ondan faydalanmanın ortadan kalkacağını ve belki de onun tersine ve içinde zarara yol açacağını iddia ediyorlar. Astroloji kitaplarında mevcut ve zikredilmiş olduğu gibi, tecrübenin yönelttiği şeye dayanarak herhangi bir yıl­dızın bölümlemesinde bulunan şehirlere bakıyorlar, onları birbirinden ayırıyorlar ve hangisinin yüksek derecesindeyken onun egemenliğinde, hangisinin evindeyken onun egemenliğinde, hangisinin önemli halindeyken onun egemenliğinde ve hangi­sinin kendi tarafındayken onun egemenliğinde olduğunu düşünüyorlardı. Onların gözünde [şehirlerin] halleri için yerleşiklik ve hadiseleri için inceleme açıklık kaza­nınca bu yıldızın o şansların bir kısmında meydana gelmesini beklediler, bu hisseyi tekelinde bulunduran o şehrin bu yıldızı için bir mabet yapmaya başladılar, onunla birlikte ona kendi derecesinde olan yıldızlar ve suretlerden koruyucular tasvir ettiler, bunları o mabede koydular, onun için birtakım ameller ihdas ettiler, onları muha­fızların yanma bırakacakları ve onun bölümlemesi altına giren hisseler içinden bu hissede olduğunda sorması muhtemel emirlerin zikrini ekleyecekleri bir kanun kita­bına kaydettiler ve her yılın bu gününü o mabette bu yıldız için bayram haline getir­diler. İnsan onlardan biridir; müstağni kalamayacağı bir ihtiyaç belirdiğinde onu bir yerde, yani mabette ister. Onu tanıdıkları zaman bu mabet için ona layık bir adakta bulunur, bayram günü bunu onun huzuruna çıkarır, kendisi için yazılmış olan işleri yapar ve ondan ihtiyacını ister.

Bu konudaki örnek, ihtiyaçların ayırt edilmesidir. Mesela, Güneş -yüksek ko­numu olankoç burcunda olunca yükselen dereceye yerleşir ve kendileri için sihir yapılabilen ihtiyaçlar ancak yükselenin beşincisi olan aslan burcu sebebiyle beşinci burç kısmına ait çocuk, haz ve sevinç gibi şeyler olur. Aslan burcunda olunca ve dolayısıyla yükselen derecesine yerleşince kendileri için sihir yapılabilen ihtiyaçlar, onların yüksek konumu ve yükselenin dokuzuncusu olan koç burcu sebebiyle bizzat din işleri, din adamları, kadılar ve kutsal kitaplar gibi şeylerle ilgili olur.

Ay, onun yüksek konumu olan ve yükselene yerleşen Boğa burcunda olunca, ih­tiyaçlardan ancak yükselenin üçüncüsü olan Yengeç burcu sebebiyle üçüncü kısım­daki kardeşler, kız kardeşler, akrabalıklar ve yakın kitaplar gibi ihtiyaçlar gerçekleşir. Yengeç burcunda olup yükselene yerleştiğinde onunla ancak ümit ve mutluluk gibi on birinci kısımdaki işler gerçekleşir ve ihtiyaçlar giderilir. Yıldızların diğer hisseleri de bu şekildedir.

Gezegenleri ona birçok hisseyi gerekli kılması sebebiyle mabetlerden/heykellerden oluşturdular. Onlar içinden Güneşin birçok yüksek konumu vardır. Dediler ki: Ayın peygamberler, şeriatlar ve sünnetler gibi birçok yüksek konumu vardır. Diğer gezegenler için de böyledir. Onlar, tecrübenin kendilerini buna ve etkileri güçlü bir bilgiye götürdüğünü iddia ettiler. Geçen siryüs/akyıldız olan “Zorba Köpek”, hediye olan “Orun”, nişancı takımyıldızı olan “Herus” ve büyük siryüsün kızları arasındaki küçük yıldız olan “Sehi” bunlardandır.

Aynı şekilde sanki soyut nefisler imiş gibi daha başka mabetler/binalar da yaptılar ve onları yıldızlar ve ihtiyaçlar konumuna getirdiler. Cehennem ve ateşten sorumlu melek olan “Felutî”, denizden sorumlu melek olan “Felusdur”, rüzgârlardan sorumlu melek olan “Mucas”, cinden ortaya çıkan harikalardan sorumlu olan “Yims”, dalga­lardan sorumlu melek olan “Fortus” ve tahayyül ettikleri daha başka şeyler bunlar­dandır. Böylece onlar için seksen yedi mabet/heykel tamamlandı. Sonra eylemin bu şeklinde bütün gezegenlerin, çizgilerinde olduğu bir vakitte bir mabet yaptılar ve onları iki kısma ayırdılar: Birisini erkekler, diğerini kadınlar için tahsis ettiler. İki kısmın her birisinde, duvarlarında delik ve kapısında çatlak olmayan büyük bir ev vardır. Hatta kapısı örtülünce ışıktan eser kalmaz. Kapısını güneye bakan taraftan, önünü kuzeye bakan taraftan yaptılar ve on iki burcu onların adlarıyla tasvir etti­ler. Gezegenlerin suretlerini her biri uygun maddeden üretilmiş olarak oluşturdular: Güneş altından, Ay gümüşten, Zühal/Satürn demirden, Müşteri (Jüpiter) cıvadan, Merih (Mars) bakırdan, Zühre (Venüs) kaliteli kurşundan ve Utarid (Merkür) kali­tesiz kurşundan.

Her birisini yükseleni astroloji kitaplarında açıklanan bir burçta kendi şeklinde gösterdiler, Önlerinde, un renginde, istek formunda konulmuş ve yüzleri heykellere dönük yedi yuvarlak cismin bulunduğu şeffaf bir mahal vardır. Her birinin üzerinde kızıl topraktan yapılmış mızrağı sağlamca yerleştirilmiştir. Her birisi yedi gezegen­den birinin adıyla anılır. Putlara yakın olan Ay’a aittir ve onun bir dönüşü vardır. Onlara uzak olan Satürn’e aittir ve onun yedi dönüşü vardır. Her birinin dönüşü oluş mertebesine göredir. Her birinde bir tek tütsüsü olan bir buhurluk vardır: Güneşinki ud, Ay’ınki böbrek, Satürn’ünki güzel koku, Jüpiter’inki amber, Merih’inki senderus[130], Venüs’ünkü zaferan, Utarid’inki sakız ağacıdır. Yıldızlarının kuzeyinde bir şarap ibriği, horoz ötmeden önce kesilen ılgın ağacından yapılmış üç uzun değ­nek, sapı ondan yapılmış demir bıçak ve kaşı ondan yapılmış, tırnak kadar saydam ve üzerine iblislerin reisi Carcas’ın resmi işlenmiş bir demir yüzük vardır. O Carcas mabedine geldiğinde delikanlıları ve genç kızları kendi dinlerine katarlar. Orada horozlar kesilir ve daha sonra açıklayacağımız iki sır okunur. Kâhinlerin reisi gelir, erkeklerin bulunduğu bir eve girer ve Güneş batmadan önce maddenin hizasındaki bu mekâna oturur. Kapı kapatılır, lamba yakılır, karanlık aydınlanır. O, sol ayağım yayarak, sağ ayağını dikerek, sol elinin başparmak, işaret parmağı ve orta parmağı­nı yere koyarak ve sağ elinin aynı parmaklarını kaldırarak oturur ve o vakit horoz ötmeden önce şu manaya gelen bir söz söylemeye kalkışır: Ey carcasların carcası, iblislerin iblisi, şeytanların büyüğü ve bütün cinlerin ulusu! Beni rızan ve imdadın­dan başkasının kurtaramayacağını bilerek senden istiyor, sana yalvarıyor ve kendimi önüne atıyorum. Çünkü sen bende his konumundasın, nefis evinde oturmaktasın ve Güneş ışınları altındaki şeylere hükmetmektesin. Seninle karışımlarımız hareketli, organlarımız çeşitli, yaratılışımız bozuk, düşüncelerimiz karışık, ayaklarımız sarsıl­mış haldedir. Bu gecemizin sabahında bazı gençlerimizi davetimize katmaya ve me­leklerimizin sırrını onlara işittirmeye niyetlendik. Bizimle birlikte gel, lehimizde ve aleyhimizde şahit ol, şerrini ve felaketini üzerimizden uzaklaştır, hilekâr ve düzenbaz arkadaşlarını bulunduğumuz yerden kov. Sana kurban sunuyor ve önünde, sana çok düşmanlık eden düşmanlarından mavi ve parlak bir düşmanı boğazlıyorum. Bu ona yapılan övgü (hamd'fdür, ipek binasına çıkar, ağaçların dallarına tırmanır, ağaçların üzerinde kurutur, gök gibi ve ikazla çırpar. Dolayısıyla ruhun ondan ürker, dilin onun korkusundan kekeler, onun gelişiyle kaçarak ona sırtını dönersin ve ondan ürkerek kaçarsın. Bunu senin için çizilmiş bir resim ve sırrıma duyurduğum her olayda bilinen bir kanun yapıyorum ve onu emrimi uygulayacağın her şeyde senin için hareket ettiriyorum.

Horozlar öttüğünde o senin konuşmanı engeller ve uyku gibi yararlandığı şeylere yönelir. Şafak sökünce gelir, sadece davet edilip de gelmiş olan adamlar toplanır, da­vete katmak ve sırrı duyurmak istedikleri gençler getirilir. Onlar sır evinin kapısında dururlar. Onlardan biri soyulur, iki kâhin kolundan tutarak onu sıkı bağlanmış ve bitkin yürür halde içeri sokar. Nihayet o eve, kâhinler başının huzuruna varır. Yanın­da ona kefalet eden ve kapıyı çakan bir adam vardır. Lambalar yakılır, buhurdanlar toplanır.

Kâhinler başı ona der ki: Dinimize girmek ve meleklerimizi dinlemek ister misin? O “Evet” der.

Ona der ki: Eğer dinimden çıkar ve sırrımı herhangi bir kimseye açarsan, Allah şu elimin altında ve arkadaşlarımın önünde duran başını zelil eder ve arkandan tacını düşürür. O yine “Evet” der.

Der ki: Fakat dinimi uygular ve sırrımı korursan arkadaşların arasında başın yük­sek ve tacın sabit olur.

Sonra kefiline şöyle der: Sen onun dinimi uygulamasına ve sırrımı korumasına kefalet ediyor musun? O “Evet” der.

Kâhin onu sofranın önünde bu yaygını üzerine sol kolunun üstüne yatırır ve ka­fasına anılan ve dizilmiş bulunan seksen yedi meleğin ve iblislerin başkanı Carcas’ın adını okur.

Ondan sonra şöyle der: Bu sırları duyanlardan olduğun için seni tebrik ederim. Allah için temiz değilsen Allah seni temizler.

Sonra tanıttığım o bıçağı onu boğazlamak için eline alır ve kefiline dönerek şöyle der: Kuralları koruması, daveti uygulaması ve sırrı gizli tutması için yüzüğünü ona rehin olarak ver. Ona yüzüğü ve horozu verir.

Kâhin der ki: O zaman ben, nefisleri dirilten Güneşin ve iblislerin başkanı Carcas’ın önünde bir canın yerine başka bir can ve bir temsilci alırım.

Sonra horozu oğlanın boynuna koyar ve onu şöyle diyerek boğazlar: Ey iblislerin kralı Carcas, şu kurbanlığı al da bu oğlanı ebeveyni ve melekler için bırak!

Sonra doksan dokuzu tutarak bu demir yüzüğü lambayla ısıtır ve sağ elinin baş­parmağının üstünü dağlar; o ılgın sopalarının bir kısmıyla göğsünü ve alnını hafif ve parlak bir dağlamayla dağlar.

Sonra ona meleklerin kurbanlıklarının derilerinden yapılmış yeni beyaz ve hafif elbiseler giydirir, belini sarıkla bağlar ve ona üçgen şeklinde çizdiği tuz kahvaltısı verir. Diğer arkadaşlarına da böyle yapar.

İnsanların çoğunluğu, kirlerinden arınarak, adaklarını yerine getirerek ve iblislerin başkanı Carcus için hayvan horoz gibi kurbanlarını boğazlayarak mabetteki sır evinin ve eklerinin dışına çıkarlar. Nitekim Eflatun, “Kazun” adlı kitabında hocası filozof Sokrat’ın ölümü esnasında şöyle vasiyette bulunduğunu zikretmiştir: “Mabette benim için bir horoz boğazlayın. O benim üzerime adaktır.” Bu, onun dünya yurdun­dan yaptığı son vasiyettir. Onlar, sır adağı olan horoz eti dışında diğer kurbanlarının etlerini diledikleri zaman, diledikleri gibi yiyorlardı. Onlar bunları ancak sır evinde kâhinlerin ruhuyla yiyorlardı. Kâhinlerin başkanı gençleri alma işini bitirince onlara sırrı duyurma işine başladı. Onların, her biri uzun Kuran surelerinden daha uzun olan iki tür konuşmaları vardı. Birisine adamların sırrı, diğerine kadınların sırrı diyorlardı. Adamların sırrını sadece adamlar, kadınların sırrını da sadece kadınlar işitiyordu. İki sır, kelime ve harf sayısı bakımından eşittir. Onların lafızları, her birisinin bir kelimesi diğerinin iki lafzı arasında olacak şekilde nesir olarak ve sonra nazım olarak yazıldığında o ikisinden birçok telif eser meydana gelir. Bu telifler bütünü içinde dört telif vardır. Onların her biri, dört ilimden her bir ilmin kanun ve burhanlarını ihtiva eder. Bunlardan biri, bedenlerin sağlığına kavuşmasına, hastalık ve acıların yok olmasına ve dünya ikametinden faydalanmasına yarayan tiptir.

İkincisi, yoksulluğun giderilmesine ve zararın defedilmesine yarayan kimya ilmidir.

Üçüncüsü, olaylar hakkında, gerçekleşmeden önce bilgi edinilmesine yarayan yıldızlar ilmi (astroloji) ve hükümleridir.

Dördüncüsü, tebaanın kralların tabiatına, kralların da meleklerin tabiatına ka­tılmasını sağlayan tılsım ilmidir. Bu ilimlerin halkın çoğunluğuna açıklanması ve yayılması yasak olan kısmı, seçkinler aleyhine korkulan şeylerdir. Çünkü halk, gayret zayıflığı, ilim eksikliği, kötü huylar ve çirkin âdetlerdeki şer gücüyle olduğu gibi arzulara dalıyorlar ve onları her buldukları yerden alıyorlar, bu konuda dine, mürüvvete ve gerekli ve tehlikeli şeyleri bilmeye dönmede dikkatli davranmıyorlar. Böylece övülen tertip bozuluyor ve avamdan biri kimya ilmine girince, mesela infak ettiği şeyi şeriatın mubah kıldığı dışında makbul olmayan konuda infak edince, aynı şekilde tıp ilmiyle ilgili olarak madenlerden vs. alınan ilaçların güçleri olan kokular ve özellikler gibi bilinmesi caiz olmayan şeyleri bilince, uygun sınırdan dışarı çıkıyor. Bu ilmin layık olmayanlardan korunması ve kullanmaya ehil olmayanlardan uzak tutulması gerekir. Daha önce bahsedilen ve tanıtılan avamdan biri, tılsım ilmine dair bilmesi ve kullanması uygun olmayan şeyleri bilirse durum, filozof Eflatun un Siya­setler Hakkında adlı kitabında anlattığı gibi olur.

Bu konuyla ilgili olarak kralı öldürüp buna hiç ehliyetli ve layık olmadığı hal­de onun saltanat koltuğuna oturan çobanın durumu şeklindeki anlatımımız bu risâlenin başında geçti.

Kavlus, onların büyüklerindendi. Sırrın varisleri olan Rumlar “Onun kalbi ölmüştür.” sırrını sakladılar. Onlar keçilerin engellenmesini yasakladılar, onları sa­dece kurban için tahsis ettiler ve hamilenin onlara yaklaşmamasını ve etlerini yeme­mesini [istediler].

Onlar “Arus’a tazim gösterirler. O, Stronikos zamanında tanrılardan düşen suyu döktü ve Hint ülkesine doğru yönelerek dışarı çıktı. Onu aramak için yola çıktı­lar, ona yetiştiler ve kendilerine geri dönmesini istediler. Onlara dedi ki: Ben bun­dan sonra Harran ülkesine girmem; fakat Kaziye gelirim -burada Kazi’nin anlamı, Harran’ın doğusundaki bir yerdirve şehrinizi kontrol ederim.

Onlar günümüze kadar her sene nisanın yirminci gününde bu putun gelişini bek­lemek için çıkıyorlar. Bu bayrama Kazi bayramı derler. Onların bu putun gelişini beklemeleri, Yahudilerin Mesih’i beklemelerine benzer. Onlar, adamların sır evinde boğazlanan horozun sol kanadını muhafaza ederler ve onu hamilelere ve çocukların boynuna koruma amacıyla asarlar.

Onların genel âdetlerinden biri de yılbaşı kabul ettikleri nisanın ilk günü yeme içmeyi çoğaltmaları ve harcamayı artırmalarıdır. Bunlar, bildiğimiz ve işittiğimiz astroloji ilmi ve ona bağlı sihir ve tılsım ilimleri hakkındaki haber ve delillerdir.

Eskilerin ve filozofların kitapları, bunun dışında her durumla ilgili bölüm bölüm ve anlam anlam olarak yapılan kanıtlama, burhan oluşturma ve onu destekleme ile doludur. Bunlar bir tek kitapta ve bir tek risâlede bile sayamayacağımız kadar çoktur.

Büyü, sihir, vehim, zecr (bir tür sihir ve kehânet) ve benzerleri ile bunların etki­leri; ilaç ve devaların bedenlere ve bunlara bitişik nefislere bıraktığı çeşitli tesirler şeklindeki fiillerin delilidir. Yine senin şahit olduğun ve işittiğin bazı ilaç ve taşla­rın etkileri: Demirde mıknatıs taşı demiri çekmesi, safrada sakamonyanın çekmesi, sevdada “ermeni taşıYun çekmesi, şap taşı ve dışarıdan yüklendiğinde onun mide ağrısına faydası, kurt kuyruğunun kolon iltihabına faydası, engerek yılanı boğma­ya yarayan iplerin dışarı atıldığında difteri hastalığı olan kimseye faydası, şakayık otunun çocukların anası diye adlandırılan sara hastalığına faydası, deniz tavşanı­nın akciğere onu yaralamakla verdiği zarar, arseniğin mesaneye onu yaralamakla, Mordasenc[131], sirkenin içine atıldığında ekşiliğini tatlılığa dönüştürmesi; kirece atıl­dığında bedeni karartması. Demiri çeken mıknatıs taşı, sarımsakla ovulduğunda etkisini kaybeder; sirkeyle yıkanınca bu güç ona geri döner ve etkisine kavuşur. Bu gibi durumlar açıklaması ve sayımı uzayacak kadar çoktur. Bunların çoğu Özellik­ler kitaplarında anılmıştır. Bunların tamamını veya çoğunu aktif çalışan insanlar tecrübeleriyle müşahede etmişlerdir. Özellikle cansız cisimlerdeki bu durumlara ve birbirleri üzerindeki görülür etkilere tanık olmuşlardır. Biz düşünen İnsanî nefsin hayvani nefis üzerinde onu kontrol altında tutma ve gücünü kırma gibi çeşitli tesirler gösterdiğini gördük. Anılan bu hususlar, filozofların ahlakın ıslahına dair yazdıkları kitaplarda, din kitaplarında ve vaat ve tehditlerin zikredildiği, mukavemet gösteren kötü huyların ve çirkin fiillerin ortadan kaldırılmasına yarayan zıtları güzel fiillerin belirtildiği kitaplarda kayıtlıdır. Mesela kişi, hayvani nefis adlı gazabî nefsin güçle­rinden olan öfkeyi nefs-i nâtıkanın güçlerinden olan hilim (yumuşak huyluk) ile yener. Aceleciliği sabırla, şehveti iffetle, diğer düşük huyları da övülen güzel fiillerle yener. Düşünen nefsin aynı şekilde şehevî nefse, özellikle düşünen nefsin şehevî nef­se karşı “gazabî nefis” diye adlandırılan hayvani nefisten kendisine boyun eğmesi, onu alçaltması, bütün hallerinde denge üzere olmasını sağlaması; adaletten, felsefi siyasetin, şer’î emir ve yasakların ve dinî geleneklerin gerektirdiği işlerden ayrılma­ması, bunun dışına çıkmaması ve şeriatta helal olmayan ve filozofların adalet anlayı­şına uymayan hususları çiğnememesi için ona üstün gelmesi ve kontrol altına alması konusunda yardım istediği zaman etki ettiğini gördük.

Sonra yine düşünen nefsin iki hayvani nefse yani hayvandaki gazabî ve şehevî nefsi zecr/engelleme (bir tür sihir) gibi onları etkileyen sebepler yoluyla etkilediğini gördük. Onun hayvanlar topluluğuna yaptığı zecr fiili, seyisin ata yaptığı şey ve onu binilmeye uygun hale getirmesi gibidir. Bir başkası, fil yetiştiricisinin fili eğitmesi ve ona boyun eğdirmesidir. Düşünen nefsin hayvani nefsi sayesinde yönettiği ve yön­lendirdiği daha şeyler vardır. Çocuğun at ve sığıra su içerlerken yaptığı şeyler ve deve sürücüsünün deve ve diğerlerine yaptıkları da böyledir. Onların bunları yürümeye teşvik etmek istediklerinde isteklerine boyun eğmeleri için alıştırdıkları işaretlerle işaret ederek yaptıkları ve durmalarını ve yürüyüşü bırakmalarını istediklerinde on­ların durmaları ve hareketsiz kalmaları için yaptıkları da böyledir. Onların nefisleri tabiatlarının farklılığına rağmen bu değişik işaretleri kabul ederler. At, katır ve eşek için yapılan zecr; deve, sığır ve koyun için yapılan zecrden farklıdır. Bu cins ve tür­lerin her birisi, diğerinde olmayıp sadece onu etkileyen ve ona mahsus olan bir işa­retle eğitilir. Bu değişik işaretler hayvan nefislerini etkiler ve hayvan türleri onlardan bunları tabiatlarının farklılığına göre açık ve net bir şekilde kabul ederler. Düşünen nefisler onlar üzerinde üstünlük kurar ve farklıklarına rağmen onları istedikleri şey­lere sürüklerler. Bu, ilaçların tabiat farklılığına rağmen değişik organları kendilerine has özelliklerle etkilemesine benzer. Bu aynı şekilde büyü ve muskanın nefislerde etki yaptığına ve onları cevher ve tabiatlarına göre etkilediğine delalet eder.

Bilgeler, ilaçlarda tabiatlarına uygun olarak bulunan özellikleri gösterdiler ve her tabiat ve özelliğin niçin uygun ve yararlı; niçin zararlı ve eziyet verici; hangi hastalığa faydalı ve hangi organa zararlı olduğunu belirttiler.

Aynı şekilde onlar bu büyü, muska ve şifa büyüsünü gösterdiler ve her hayvan için açılan ve ona mahsus olan şeyin mutluluk kalemi büyüsü ve hayat büyüsü gibi; akrep, arı ve daha başka hayvanların büyüsünün etkilediği şey ve sihrin insanların nefis ve bedenlerinde yaptığı etki gibi olduğunu belirttiler. Bu, açıklaması uzaya­cak bir konudur. Bundan önceki risâlemizde bununla ilgili sözün ve tılsım bilme­nin doğruluğunu anlattık. Anlattıklarımızın bir kısmında bu konudaki görüşün ve kendisinde dediklerimiz gerçekleşen kimsenin bilgisinin doğruluğuna yeterli delalet vardır. Bu büyü, muska ve sihir gibi şeyler, düşünen nefsin hayvani nefis ve hayvan­ları etkileyen ince ruhânî etkilerdir. Onları harekete geçiren ve rahatsız eden şeyler bunlardandır; onları kontrol altına alan şeyler bunlardandır; onlarda değişik güçlü etkiler yapan şeyler bunlardandır. Onda göz değmesi olur; onu belki çatlatır, belki delirtir.

Önüne oturan insanı bir saatten kısa bir sürede delirten kimseleri çok gördük! Bu, tıpkı kıvılcımın ateşten çıkıp cisimlere düşmesi ve dolayısıyla onları yakması gibi, ancak bir nefisten çıkıp başka bir nefiste etki meydana getiren ince bir etkidir. Fakat nefisten çıkan şey ince ve ruhsaldır. Çünkü en ince nefisten çıkar ve kendisi gibi ince bir şeyde etki meydana getirir. Ateşten çıkan ise ateşin yoğunluğu gibi ondan daha yoğundur; yoğun cisimleri etkiler ve bu etkinin sebebi olur. Fikirde kendisine bakılan şeyin suretini düşünüp tasavvur ettiğinde -ki fikir düşünen nefsin duyula­rından biridir ve kavradığı şeyi nefse götürürnefisten bir şey ortaya çıkar, kendisine bakılan şeyi etkiler ve delirtir. Bu, nazar değen kimselerde açıkça görülür. İnsanların çoğu, gözle görülür açık bir şey ve daima işittiğimiz bir durum olduğu halde bunu reddeder, ona inanmaz ve onu doğrulamaz.

Hintli bir toplulukla ilgili olarak şöyle bir hikâye anlatılır: Onlar, başkalarında vehimleriyle insanların çoğunun yadırgadığı ilginç etkiler yapıyorlar. Bu risâlede anlattığımız gibi sihir giderilir, büyü ve vehim kaldırılır. Çünkü böyle şeyler, gayba benzeyen ince/latif konulardır. Fakat özellikle nazar değenlerde açıkça görülür. Onu ancak harikalar gösteren yalancıların uydurduğu sahte iddialara sarılması bakımın­dan gideren kimse giderir. Onu bu cine benzer şeyin içine gömerler. Nitekim bunu, bu risâlenin başında onların işittikleri sihir ve tılsım etkisi bahsini yalanlaması ma­nasında anlatmıştık. Onun ardına düşen bazı cahil talipler ve onu bilgisizce, ilmi ve aklı kıt bir aptal insan gibi veya ahmak ve cahil bir koca karı gibi esaslarını bilmeden isteyen kimseler işittiklerinde bunları yalanladılar ve kendilerini bu sınıfa mensup kimselerin üstünde gördüler. Çünkü onların eksikliğini ve cehaletini anladılar ve bu yalancı cahillerin bozduğu bu konuların çoğunu batıl gördüler; dolayısıyla hepsinin batıl olduğuna hükmettiler. Zira yalancılar tarafından gelen şey daha çok ve daha yaygındır. Bilgelere ait olan asıl ise doğrudur, doğru esaslara dayanır ve çok azdır.

Resulullah’dan (salla'llâhü aleyhi ve sellem) rivayet edildiğine göre o dedi ki: “Sihir haktır ve göz değmesi haktır" Yine rivayet edildiğine göre ona büyü yapıldı ve büyü kuyudan çıkarıldı. Bu konudaki hadis meşhurdur. Rivayet edildiğine göre, o, şiddetli nazara maruz kalan bir adama su dökülmesini emretti. Bu hadis de aynı şekilde meşhurdur. Adama na­zar değen kimseden kendisinden çıkan göz değmesinin etkisinin yok olması, on­dan meydana gelmesi nedeniyle bunun kaybolması için yıkanmasını emretti. Çünkü Peygamber (sav), bunun özellik ve keyfiyet ve yolunu bildiği için yol gösterdi.

Şahit olduğumuz esneme de böyledir. Bir adamın esnemesinin yanındaki meclis arkadaşının ve hatta aynı meclisteki bütün cemaatin esnemesine yol açtığını görürüz. Bu sirayet edicidir. Aynı şekilde bu tesir edici bir etkidir. Baktığı kişiden başlar ve onu etkiler. Belirttiğimiz bu sıfatlar, sihir, büyü ve muskanın hayvan türlerinde bulunan hayvani nefisleri etkilediğini gösterir. Büyücünün üfürme ve üfleme gibi yollarla büyücülükten medet umduğunu görürsün. Çünkü üfürme ve üfleme, nâtık nefsin (konuşan nefsin) hareketiyle bu hayvanın cevherindendir ve safir, nazar boncuğu ve belirttiğimiz diğer işaretlerin etkilemesi gibi onu etkiler. Bunların hakikatlerine ve inceliklerine ancak Allah Azze ve Celle’nin vahyiyle desteklediği temiz bilgeler vakıf olurlar. Onlar her şeyin sebebini, neyi etkilediğini ve hayvanın hangi cevheri­ne götürdüğünü bilirler. Onların işaret edip de insanların eline düşen ve görüldüğü gibi kendisiyle iş yaptıkları şeyler bunlardandır. Gösterdikleri mıknatıs taşı ve onun demiri çeken tabiatı böyledir. Böyle bir şey haber olsa onu insanların çoğu doğru­lamazlar ve müşahede etmedikleri ve bilmedikleri diğer şeyleri yalanladıkları gibi yalanlarlar. Fakat gözle görme ve müşahede, taş bedenlerde ve cansız ilaçlarda söz konusudur. Böyle bir şey, düşünen nefsin etkisini ve müşahede ettiği fiillerini kabule hazır olan karışımlı hayvani nefis sayesinde ölüye karşı üstünlükle birlikte hayvanda olamaz mı? Onu idrak ettiğimizden çok idrak etmemizin ve bunları bilme ayrıcalı­ğına sahip bilgelerin -kendilerine selam olsunbaşarısı olmadan niteliğini, neden­lerini ve sebeplerini bilmemizin yolu yoktur. Onlar arasında, Mesih’den (as) rivayet edildiği gibi, kendisine bunların çoğu verilen kimseler de vardır. Şöyle ki o, hangi taşın, ağacın veya herhangi bir şeyin yanma uğrasa onunla ona uygun olarak konu­şur ve onu tanıtırdı. Bu konuşma ölüden bir cevap gelme şeklinde değil, bilakis bir işaret, ima ve düşünme şeklinde olurdu. Aleyhisselam, ondakini yaratıcısı olan Yüce Allah’tan bir vahiyle bilirdi. O, seçtiği kullardan -Allah’ın salât, rahmet ve bereketi hepsine olsundilediğini hikmete varis kılar.

Ey nazik ve merhametli kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla destekle­sin! Şimdi biz bu risâlede geçen konuşmada senin için işitme ve haber açısından bir kanaat ve yeterliliğin olduğunu sanmıyoruz. Özellikle bundan önceki elli risâlede geçen sözleri iyice düşünürsen, onlar, bunun mukaddimesi ve senin bilgini kuşat­mada yardımcıdır. Bundan dolayı şimdi burada sana ilmini garanti ettiğimiz ve ta­mamlamayı üstlendiğimiz risâlelerin sonuncusu olan bu son risâleyi tamamlama amacımıza ulaşmak için sözü kesmek istiyoruz. Ey nazik ve merhametli kardeş! Al­lah, razı olduğu konuda sana ve bize yardım etsin, bizi ve seni yaklaştırdığı maksadı konusunda başarılı kılsın ve bizi maksadımız olan ve hakkımızda dilediği yetkinliğin zirvesine ulaştırsın. Bizden ve bütün değerli kardeşlerimizden ona daima, ebediyen, zevalsiz ve kesintisiz hamd olsun. Zaten o buna layık ve müstahaktır. O bize yeter, o ne güzel vekildir!

Sihir ve Diğerlerinin Gerçeğinin Açıklanması

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sihir, dilbi­limcilerin ve tefsircilerin belirttiğine göre Arapçada birçok anlama gelir. Onlardan bu kitabımıza uygun olanları bu konuda dile getirdiğimiz görüşlere delil olması için zikretmek istiyoruz. Şöyle ki Arapçada sihir, ‘bir şeyin hakikatini açıklamak, ortaya çıkarmak, hızlı bir gayretle gözler önüne sermek ve pekiştirmek’tir. Bir şeyi, olma­dan önce haber vermek ve yıldızların bilgisiyle felek hükümlerinin gerektirdikleriyle delillendirmektir. Kehanet, zecr ve fal da böyledir. Ona ancak astrolojiyle ve felekî hükümlerin ve göksel önermelerin gerekleriyle ulaşılır ve güç yetirilir.

Açık olanın çevrilmesi ve âdetlerin dışına çıkılması da sihir kapsamına girer. Ya­pılan hayaller, hikâyeler, temsiller, toprağı tesviye etme, göz bağıcılık, sara, aptallık ve şaşkınlık gibi durumları celbeden belli tütsüler de ona dâhildir. O, birçok kısma ve çeşitli türlere ayrılır. O bütün dillerde âlimlerin belirttiği ve filozofların açıkla­dığı değişik sözcüklerle ifade edilir. Sihrin amelî ve İlmî, hak ve batıl diye kısımla­rı vardır. Peygamberler için yapılanları ve filozofların damgalanmasına sebep olan sihirler de vardır. Sadece kadınların bildikleri de vardır. Araplar, hızlı anlatmak ve delil ve burhan getirmek istediklerinde “Filanca beni konuşmasıyla büyüledi.” derler. Örtü kalkıp şüphe yok olduğu zaman âlimler: “Akılları büyüleyen büyük bir sihir getirdi.” derler. Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sabahleyin methedip doğru söylediği, sonra aynı konuda yerip doğru söylediği bir adam hakkındaki sözü böyledir: “Şiirde hikmet, anlatımda sihir vardır” Geçmiş ümmetler ve eski çağlar, peygamberlerden göz alıcı mucizeler, gözle görülür ayetler, parlak açıklama ve açık delil görünce onları sihirbaz olarak adlandırdılar. Filozofların olanları haber verdiklerini, âlemdeki sevinç, hayır, nimet ve bereketlerin inmesi yoluyla uyarı ve müjdelerden bahsettiklerini görünce haberlerin kendilerine kapalı kalması, nübüvvet ve peygamberleri (as) bilmemeleri ve onların kendilerine göğün haberlerini getiren, böylece olmuş ve olacakları öğ­reten cinlerinin olduğunu zannetmeleri sebebiyle onları kâhinlikle suçladılar. Yüce Allah, Kitabında bu topluluğun ağzından Musa (as) kavmine mucizeler getirdiği za­man Firavunun Musa ve Harun’dan gördükleri karşısında dediğinde olduğu gibi, peygamberlerin sihirbazlıkla suçlandığı bir hikâye anlatmıştır: “Bunlar, sizi ülkeniz­den büyüleriyle çıkarmak ve sizin örnek hayat tarzınızı ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdır”2' O, Hâmân’ının işaret ettiği ve şeytanının güzel gösterdiği gibi, bununla Musa (as)’ın ancak sözünün hakikati ve ilminin doğruluğu olmayan hayal, maharet ve sihirbazlıkla hareket ettiğini kast etti: “Şehirlere bütün bilgili sihirbazları getirmek üzere toplayıcılar gönder”[132] [133] [134] Yani her göz bağıcıyı, cambazı, sözünü süsleyeni, işini abartanı. Onun kıssasına ait olan hususlar, sihirbazların Musa ve Harun’a (as) tes­limiyetleri, onlardan sadır olan şeyler, pişman oldukları işten dönmeleri, yatıkları işten vazgeçmeleri ve “Biz Musa’nın ve Harun’un Rabbine inandık”22 demeleri. Cahiliye müşriklerinin Peygamberimiz Muhammed (sav)’in yalancı bir sihirbaz olduğu­nu söylemeleri gibi. Yüce Allah dedi ki: “Bir mucize görseler bu süre gelen bir büyü­dür, diyerek yüz çevirirler”[135] Her konuşan peygambere, her doğru söyleyen, mucize getiren ve ayetler gösteren bilgeye bu ad takıldı. Peygamberlerin yalanlanması ve bilgelerin reddedilmesi için taşkın topluluklar ve azgın gruplar tarafından bu sıfat kullanıldı.

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sihrin ma­hiyeti ve hakikati, akılların büyülendiği, nefislerin hayret, tâbi olma, dikkat kesil­me, dinleme, güzel görme, itaat ve kabul manasında bütün söz ve fiillerin etkisiyle boyun eğdiği her şeydir. Bunlardan peygamberlere (as) özgü olanlar, beşerin güç yetiremediği işleri bilmek gibidir. Onları bilmek ancak vahiy, destekleme ve melek­lerden alma yoluyla mümkündür. Bunlar, Yüce Allah’ın hikmetine, birliğine, helal ve haramın beyanına, karar ve hükümlerin izahına ve olmuş ve olacakla ilgili gaybın bildirilmesine delalet etmek üzere indirilen kitaplar, açıklanan ayetler ve verilen ör­neklerdir. Bundan dolayı cahiliye, Peygamber (sav)’e uyan ve İslam’a giren kimselere: “Filanca, Muhammed’in dinine girdi ve onun sihri bunu etkiledi.” diyordu.

Helal sihir, hak ve doğru sözle Yüce Allah’a davet etmek; batıl sihir ise peygamber karşıtlarının ve filozof düşmanlarının batılı süsleme ve ilan etme, hakkı batıl söz ile ret ve inkâr etme, güçsüz erkek ve kadınların kafasına onları Allah’ın yolundan ve ahiret güzergâhından alıkoymak, akıllarını batıl ile büyülemek ve onlarla kurtuluş arasına girmek için kuşku ve şüphe sokma şeklinde yaptıkları şeylerdir. Onlar cahiliyede müşriklerin şeytanları ve münafıkların başkanlarıdır. Onlar her zaman ve her asırda güçleri yettiği ölçüde sihirleriyle Yüce Allah’ın dininden alıkoyarlar ve şeriatın sünnetini yok ederler. İşte bu, sebat ve devamlılığı olmayan haram ve batıl sihirdir. Onun burhanı ve kendisine yönelten doğru kılavuzu yoktur. Ona göre iş yapan la­netli, onu doğrulayan büyülenmiş ve onu isteyen uğursuzdur.

Bölüm

Halkın geneli, Kuranda bahsedilen, Babilde Harut ve Marut adlı iki meleğe in­dirilen sihir hakkında küçümsenen ve doğruluğu olmayan sözler söylemişlerdir. Bu sözün kitaptan bir ilme sahip olan âlimlerin zikrettiği ince bir anlamı vardır. Bu onların güvendikleri seçkinler içindir. Onu soylu evlatlarına ve erdemli kardeşlerine teslim ettiler. Biz bu konuda anlatılan bir örnek ve rivayet edilen bir haber vermek istiyoruz. Böylece vakıf olmak ve ulaşmak istediğin şeyin anlamı sana yaklaştırılır. Başarı Allah’tandır.

Bölüm

Anlatıldığına göre, Fars krallarından birinin gözle görülür nimeti, ezici heybe­ti, büyük bir saltanatı ve varissiz bir krallığı vardı. Yine onun düşünceli ve kararlı bir veziri vardı. O, mutluluğu kralı yönetmede ve ona yeterli vezirlik yapmada gö­rüyordu. İhtiyaç duyduğu yönetim işinde ona yetiyordu. O, zevkiyle, hayattan tat alma tamahkârlığıyla, zamanın musibetlerinden ve devrin felaketlerinden güvende olmayla meşguldü. Vezir, onu övgüye layık, düşünceli, güzel niyetli ve iyi amaçlı olmasıyla takdim ediyordu. Kral, zamanının bir müddetini ve ömrünün bir süresini bunun üzerine ikame etti.

Bir zaman geldi, kral, huzurunu kaçıran ve hayatını zehir eden bir derde yakalan­dı; rengi attı, vücudu zayıfladı, gücü kayboldu, bu dertle uğraştı ve vezirini çağırarak ona şöyle dedi: Zevk ile aramı açan bu hastalıktan dolayı başıma gelenleri görüyor­sun. Neredeyse ölümü temenni edecek hale geldim ve hayattan bıktım.

Vezir onun haline acıdı ve ağladı. Sonra çıkıp doktorları topladı ve şifa aradı. Getirmedik doktor, büyücü, müneccim ve kâhin bırakmadı. Onlara kralın çektiği ağrı ve sancıyı anlattı. O, vücudunun çarpıntısından, kalp ve karaciğerindeki aşırı yanmadan şikâyet ediyordu. Herkes bir şey dedi, ama neticeye ulaşamadı; çalıştı, ama sonuç elde edemedi; tedavi etti, ama başaramadı.

Kralın hastalığı iyice şiddetlendi. Vezir, ülkenin yönetimiyle ve memleketin hiz­metçileri ve tebaasının özel ve genel siyasetiyle meşgul oldu. İşler karıştı, valiler isyan etti, memleketin sınır boylarında ve devletin uzak bölgelerinde asiler çoğaldı. Bu du­rum vezire ağır geldi, şaşırdı ve krallığın yok olmasından korktu. Filozofları topladı, âlimleri ve onlara gücü yeten gün görmüş yaşlıları getirdi. Sözü onlara havale etti ve cevaplarını bekledi. İçlerinde bilgili ve tecrübeli bir büyük yaşlı vardı. Dedi ki;

Ey vezir! Kralın derdi dış yüzüyle bilinen, iç yüzüyle gizli bir şeydir. Böyle bir derdin sebebi şu iki durumdan birisi olabilir: Birisi nefse, diğeri bedene aittir. Nefse ait olan iki kısma ayrılır: Birisi düşünen nefis ve akleden güçle, diğeri hayvani nefis ve şehevî güçle ilgilidir. Cisme ait olan da aynı şekilde iki kısma ayrılır: Birisi sıcaklık ve kuruluğa, diğeri zıddı olan soğukluk ve yaşlıkla ilgilidir.

Düşünen nefisle ilgili olan, şanı yüce olan Yaratıcı ve yarattıkları hakkında dü­şünmek, yarattığı, icat ettiği ve meydana getirdiği şeylere hayret etmek ve başlangıç, bitiş ve benzeri İlahî işler hakkında düşünüp taşınmaktır. Nefis bu konuya daldığı, kapıları üzerine kapandığı ve sebepleri imkânsız hale geldiği zaman daralır, sıkışır, dolayısıyla bedenin tabiatı yakar, doğal güçler besin almaktan aciz kalır ve bedende bu gördüğün zayıflık, değişiklik, arıklık ve bitkinlik meydana gelir. Bu böyle devam eder, bu dert sürdükçe artar. Zihin onunla meşgul olur, kapılar üzerine kapanır, se­bepler imkânsızlaşır, üzerine kapanan kapıları açacak ve kendisi için zorlaşan sebep­leri kolaylaştıracak birini bulamaz.

Hayvani nefise ve şehevî güce ait özel olan kısma gelince, o, kadınlar, çocuklar, gençler ve adamlar vs. hayvani suretlere âşık olmak gibidir. Aşığın maruz kaldığı şey böyledir. Sevdiği şey huzurundan kaybolduğu ve sevgilisiyle arasına bir engel girdiği zaman onda vücudunun telef olmasına, mizacının sapmasına ve bünyesinin bozulmasına yol açan zayıflık ve değişiklik ortaya çıkar. Belki ona melankoliye sebep olan daha çok şey dokunur ve yanar. Belki hastalık kara sevdaya kadar varır, helak olur ve ölür.

Bedene ilişen dertler dört tabiat yönündendir. Mizacın bozulmasından kaynak­lanan her dertte tabiatların bazısı bazısına üstün gelir. Onun bu derdin varlığına de­lalet eden birtakım belirtileri ve ilaçlarla kast edilen yerleri vardır. Uzman doktorun tedaviye ancak bu dertle ilgili şu soruları sorduktan sonra başlaması gerekir: Sebebi nedir, nasıl oldu, neden oldu, aslı nedir, çok yediği yemeklerden, aşırı içtiği içecek­lerden, maruz kaldığı kederden, kendisine nüfuz eden bir tasadan, kalbini ve aklını meşgul eden bir durumdan, gördüğü ve kalbine düşen, fakat sonra onunla arasına bir engel giren ve zevk alması önlenen bir suretten ileri gelen bir şey midir, vücudu­nun neresinde ağrı hissetmektedir, hangi organıyla ilgilidir, neyi canı çekmektedir, onu hangi söz eğlendirmekte ve memnun etmektedir, neyi dinlemek onu neşelendir­mektedir? Hasta, doktoru sorduğu bu şeyler hakkında bilgilendirirse ve sağlam akıllı olursa, uzman doktorun onunla ilgili bilgisi artar, onun sözlü olarak bildirdiklerini ona hisle delalet eden burhanla ve hastanın dile getirdiklerinin doğruluğunu delillendiren şeylerden hareketle anlaşılan nabız sağlığıyla kanıtlar.

Doktor, hastanın sözünü ve nabzın tanıklığını başka bir delille, yani su ile test eder. Nabız ve su hastanın şikâyeti konusunda ittifak edince doktor hastalığı ve hangi organlarda bulunduğunu anlar. Eğer tabiatlardan biri baskın, diğeri zayıf olursa bu organa onu yerinde sıkıştıran zıddının nezaket ve tedricilikle kontrol altına alınması için tabiatına ve gücüne uygun olanı gönderir. İlk etapta ona keskin ilaç vermez. Belki bu onda düzeltilmesi beklenmeyen bir fesat meydana getirir. Buna odunda ilk ulaştığında yanan ateş örnek verilebilir. O güçlendiğinde ve üzerine su dökül­düğünde sıcaklığı artar ve buharı kuvvetlenir. Kendisine geleni yok eder ve içine alır. Ey vezir, bu derdin nasıl başladığını, sebebinin ne olduğunu ve onu gerektiren hali sor. Umulur ki bunu bildiğimizde inşallah onu kibarca ve güzel muameleyle iyileştiririz. Vezir dedi: Ey bilge! Kral vezirlerinin edebine uygun olan ve krallara arkadaşlık edenlere gereken; onlara sorulması gerekmeyen soruyla başlamamak, onlar başlamadan kendilerine bununla saldırmamak, söylediklerine kanıt getirme­lerini istenmemek, bilakis dinlemek, tasdik etmek ve bütün işlerinde onlara teslimi­yet göstermek, iş ve eylemlerinde onlara karşı çıkmamaktır. Ben ona özellikle kendi nefsi ve bedeniyle ilgili bir konuda kendisinin açıklamadığı bir şeyi ve gizleyip bana bilgi vermediği bir hali sormaktan çekiniyor ve korkuyorum. Bilge şöyle açıkladı: Ey vezir! Bahsettiğim şeyleri bana açıklamadan onu iyileştirmeye ve tedavisini bilmeye imkân yoktur. Ben senin ona durumunu ve gizlediği sırrı sormanın, inşallah, onun yaşamasına ve kurtulmasına sebep olacağını görüyorum. Sana bunu bildirdiğinde bana bildir ve anlattıklarını unutmamak için koru.

Sonra bu yaşlı ve meclise gelen doktorlar yüz çevirdiler. Vezir kalktı ve kralın hu­zuruna girdi. Onu görünce onunla samimi oldu, onu kendisine yaklaştırdı ve kendisi için deva ve şifa bulunup bulunmadığını sordu. Vezir onun için çokça dua ettikten sonra ona yöneldi ve hastalığın nasıl başladığını ve meydana gelme sebebinin ne olduğunu sordu. Kral, vezirinden kendisine daha önce kimsenin sormadığı bu soru­yu duyunca, huzurundaki hizmetçilerine onu oturtmalarını ve yaslanmasını temin etmelerini emretti. Onlar bunu yaptılar, sonra da ondan uzaklaşmalarını emretti. Vezir bunu görünce canından korktu ve ürktü. Kral yatağı üzerinde oturarak doğ­ruldu ve ona şöyle dedi: Bana yaklaş, şu soruyu tekrarla ve bana doğru söyle. Ben senin doğru sözlülüğünle iyileşmek istiyorum. İnşallah sen, hastalığı giderecek ilacı sağlayabildin. Ben daha önce senden bu soruyu işitmedim. Krallık adabında kral­lara düşen, ikramda bulunduğu kölelerine ve ileri gelenlerine özellikle açacakları, emanet edecekleri ve kapıları kapalı ve sebepleri imkânsız bir şeyin açılmasını is­teyecekleri ehil bir kimse bulamadıklarında sırlarını, yalnız kaldıklarında meydana gelen hadiseleri ve akıllarından geçirdikleri düşünceleri açmamaktır. Ben başıma bu derdin geldiği bu uzun zaman zarfında bana bunu soracak ve benim de açıklayaca­ğım birini istiyordum. Bana bunu soracak birini bulamadım. Kendisine şikâyetimi açacak ve yakalandığım derdi gösterecek birinden mahrum kaldıkça derdim daha da güçleşti ve sıkıntım arttı.

Vezir kraldan bunu işitince tecrübeli bilge yaşlının sözü gerçekleşti. Onun doğru söylediğini ve isabet ettiğini anladı. Vezir ona dedi ki; bu durumun konulacağı ve bu sırrın açılacağı kişi olmak istiyorum.

Kral: “İnşallah.” dedi, sonra söze başladı ve şöyle dedi: Günün birinde Yüce Allah’ın nimeti bana nasip oldu. Onun benim için olan süresi belli oldu. Bunu üzeri­ne hâzinelerimdeki kimisi kendi dönemimde topladığım, kimisi atalarımdan miras kalmış olan kıymetli cevherlerin ve değerli aletlerin çıkarılmasını emrettim. Hiz­metçilerim, kölelerim ve onu önüme getiren hazinedarlarımla baş başayken hazine önüme getirildi. Beni son derece coşturan bir manzara gördüm, onunla sevindim ve neşelendim. Onun sayesinde sevinç, neşe, mutluluk ve keyiften bolca nasiplendim ve çok hissedar oldum. Nefsim kabardı ve kadrim yüceldi. Hiç kimsenin ulaşma­dığı şeylere ulaştığımı ve en mutlu kimse olduğumu zannettim. Sonra uyudum ve rüyamda bu haldeyken kendimi olanların en iyisi, en olgunu ve en yetkini üzerin­deymişim gibi gördüm. Devletimin adamları ve krallığımın köleleri önümde boyun eğmiş, secde eder, sözümü dinler ve emrime itaat eder halde duruyorlardı. Ben de saltanat tahtında yüksek bir makamda idim.

Ben bu haldeyken daha önce hiç görmediğim ve tanımadığım yakışıklı, güzel el­biseli ve genç bir adam gördüm. Sanki yakınımdaydı ve hiç korkmadan, önümde eğilmeden, selam vermeden ve elimdekilerin hepsine tek başına sahipmiş gibi bana alaycı bir şekilde bakıyordu. Sanki o, benim sahip olmadıklarıma sahipti, benim ya­pamadıklarımı yapabiliyordu ve benim ulaşamadıklarıma ulaşıyordu. Bundan dolayı ona öfkelendim, ona saldırmaya niyetlendim. Yanımdaki tüm hizmetçilere ve ülkem halkına ve devlet adamlarıma ona saldırmalarını emrettim. O yerinde durmuş, bana gülüyordu. Sanki onlar ona erişememiş ve ona güç yetirememişlerdi. Sanki bana kar­şı alay ve küçümsemesi daha da artmış, gördüğü hiçbir şey onu korkutmamıştı.

Ondan bunu görünce korktum ve ürktüm. Yerimden kalktım, tahtımdan çekilip ona yaklaştım ve şöyle dedim: Sen kimsin, nerelisin, bana nasıl ulaştın, huzuruma nereden girdin? Bana şöyle dedi: Ey miskin, ey yeryüzü saltanatı ve sınırlı krallık­la gururlanan kimse, sen hangi kralsın? Sen ancak kölesin, efendi değilsin! Niçin imkânsızı iddia ediyor ve nefsin için yalana razı oluyorsun? İçinde bulunduğun her şey yok olacak ve ortadan kalkacaktır. O, birbirinizden ayrılacağınız az bir şeydir. Kral ancak, semavî kral ve İlahî sultandır. Eğer acele eder, seni Rabbine yaklaştıracak işleri yaparsan ona ulaşırsın, gerçekten kral olursun, eskimeyen bir saltanata, fani olmayan bir hazza nail olursun, gerçek kral olursun. Ruhun temizlendiğinde ve arındığında benim yaptığımı sen kendin yaparsın ve benim ulaştığım şeyin benzerine sen de ulaşırsın.

Ondan bunu görünce onun dediği gibi, efendi değil köle, âlim değil cahil, insan değil hayvan olduğumu kesin olarak anladım. Sonra uyandım, düşünüp taşındım, aklımı çalıştırdım. Bu kişiden, dediklerinden dolayı hayal gücüm arttı. Krallığım­dan dolayı onun kudretinin genişliğini ve yükseldiği makamı gördüm. Onun ulaş­tığı çalışmayı bilmek istedim. Elde ettiğim bütün lezzetler yerine bununla meşgul oldum. Tüm arzulardan uzaklaştım, yiyecek ve içeceklerden vazgeçtim. Düşünmeye ve bakışımı ülke halkına ve devlet adamlarına çevirdim. Onların içinde bu sırrı aça­bileceğim hiçbir kimseyi görmedim. Onların hepsinin bu kişinin bende kınadığı hal ile muttasıf olduklarını gördüm. Ben de onlar da köledir. Ödünç aldığımız isimler bize uygun ve yaraşır değildir. Onlar bizden gidecek ve yok olacaktır. Durumumu ehli olmayan birine açıklamaktan, delilikle ve akılsızlıkla suçlanmaktan korktum. Sustum. Düşünme üzüntü, keder ve tasamı artırdı. İşte bundan dolayı bende gör­düğün değişim, dönüşüm ve sıfatlar meydana geldi. İşte ağrımın sebebi ve derdimin kaynağı budur. Eğer beni bu gördüğüm şahsın ulaştığı duruma ulaştıracak davranışı elde edemezsem, bu dünyadan bu hasretle ayrılacağımı zannediyorum. Sana duru­mumu arz ettim, gizlediğim sırrı açtım. Eğer elinde beni rahatlatacak bir şey varsa bana onunla ihsanda bulun. Eğer bundan mahrumsan delilikle ve akılsızlıkla suç­lanmamam için sırrımı sakla, durumumu benim sana açtığım gibi kimseye açma. Yoksa krallık ikimizin de elinden gider ve düşmanlar bize karşı tamahkârlık gösterir. Çünkü aklın gitmesi, devası imkânsız ve şifası bulunmayan en zor derttir.

Fakat ben, senin bunu bana sorduğunu görmem sebebiyle benim için bir çıkış yolu olmasını arzu ettim. Hâlbuki bu senin benimle olan ilişkinde âdetin olan bir şey değildir ve ben sende seni sana açmadığım sırrımı sormanı sağlayan böyle bir davranışa sevk etmeyecek krallara layık bir edep olduğunu biliyorum. Benim sana doğru söylediğim gibi sen de bana doğru söyle.

Vezir dedi ki; olanları ve bana bunu gösteren ve emreden yaşlı bilgenin/şeyhin dediklerini ona tekrarladım.

Şöyle dedi: Bana şeyhi getir! O derdimin teşhisini koydu. Onda şifa olduğunu ümit ediyorum.

Onun yanından çıktım, bu şeyhin yanma vardım ve durumu baştan sona an­lattım. O ağladı ve şöyle dedi: Hastalık teşhis edildi, şifasını anladık. İnşallah onu iyileştirebiliriz.

Sonra kralın huzuruna çıkmak üzere benimle birlikte kalktı. Şeyhi görünce sevindi, onu onurlandırdı, ona teveccüh etti ve yakınlık gösterdi. Durumu baştan sona ona tekrar anlattı. Şeyh, krala yönelerek şöyle dedi: Seni gördüğün gibi bir şeye ulaştıracak davranış, ancak şanı yüce Yaratıcının birliğini bildikten ve onu hakkıyla tanıdıktan sonra gerçekleşir. Bu senin için gerçekleştiğinde ve onu bildiğinde seni ona kulluğa götürecek ve cennetine ve yücelik yurduna ulaştıracak ilmi öğrenmeye başlarsın. Bu kulluğu sağlam bir şekilde yerine getirdiğin zaman muradına erişir ve amacına ulaşırsın. Bu ancak sahip olduğun ve yapabildiğin bütün dünya işlerini terk ettikten sonra mümkündür.

Kral dedi ki; buna razı oldum ve nefsim ondan hoşlandı. İçinde bulunduğum her şeyi terk etme konusunda acele ettim, ölmeyi ve şu âlemden kurtulup rahatlamayı temenni ettim.

Şeyh dedi ki; bu ilim, ülkemizdeki hiçbir kimsede yoktur. O ancak gerçekte ma­kamı Hint bölgesinde, Serendib dağında, ekvator çizgisinin altında bulunan bir bilge adamda mevcuttur. Kapanan bu durumun ve zorlaşan bu sırrın anahtarları onun elindedir.

Kral dedi ki; ben ona nasıl gidip gelebilirim? Gördüğün gibi ben, zayıf vücut­lu, güçsüz ve düşmanı bol bir kimseyim. Gördüğün gibi, durum perişan, işler ve çalışanlar bozuk, bize karşı ayaklananlar ve düşmanlarımız çok, bana eziyet etmek ve elimdeki fani ve yok olucu krallığı gasp etmek istiyorlar. İşittiğim ve gördüğüm şeylerden sonra bunları kaybetmekten dolayı üzülmesem de buradan çıktığım ve uzaklaştığım takdirde yakalanmaktan, yolda öldürülmekten ve ölmekten, öldükten sonra mutluluğu sağlayacak şeye ulaşamamaktan, dünyada çabucak zelil ve alçak olmaktan, ahirette ona hızla varmaktan korkuyorum.

Şeyh şöyle dedi: Kral, bahsettiği konuda doğru söyledi. Bizim bu konuda başka bir tedbirimiz var.

“O nedir?” dedi.

Şöyle dedi: Ben bilgeye durumu anlatan bir mektup yazacağım. Sonra onun cevabına bakıp inşallah gereğini yapalım.

Kral, “Öyle yap!” dedi. Aldığı cevap kralın hoşuna gitti. Şeyhin sözüyle içi huzura kavuştu.

Vezire şöyle dedi: Bil ki, ben sağlığıma kavuştum, bu fikrî hareketle huzur bul­dum ve kalbimdeki hararet söndü. Kendisini güçlü tutacak ve ihtiyacını giderecek kadar yiyecek ve içecek istedi. Devlet işleriyle ilgilenen krallık maiyeti arasında kra­lın hastalıktan kurtulduğu ve maruz kaldığı halin ortadan kalktığı yayıldı. İnsanlar bu duruma sevindiler ve fitne sakinleşti. Dolayısıyla asiler itaate koştular, bereket ve nimet yayıldı. Durum kısa sürede en iyi şekle kavuştu. Kralın nefsi güçlendi ve başarılı ve olgun şeyhin sözüne güvendi. Şeyh, zamanın Beytülhikme (hikmet evi) reisine olanları anlatan ve ondan kendisine onun durumuna uygun ilmi açıklamaya ve bedeni için gerekli hususları öğretmeye elverişli gördüğü birini göndermesi tale­bini içeren bir mektup yazdı.

Mektup bilgeye ulaşıp da içeriğini öğrenince kendisiyle birlikte bulunan on iki öğrencisini çağırdı. Onlara eline geçen şeyi bildirdi ve mektubu okudu. Onlar dedi­ler ki; bize yapmamızı ve arzunu yerine getirmemizi istediğin şeyi emret. İçlerinden iki adamı ayırdı ve onlara şöyle dedi: Krala gidin. Huzuruna girdiğinizde biriniz onunla irtibata geçsin ve matematik ilminde gerekli seviyeye ulaşıncaya kadar ona eşlik etsin. O bu seviyeye ulaşıp vakıf olduğu zaman ilahi ilme yükselir, sonra on­dan ayrılır. Onu gerekli olan seviyede tutuncaya kadar diğeri ona eşlik etsin. Onun eylemlerinin güzelleştiğini ve davranışlarının arındığını gördüğünüz zaman ondan ayrılın. Ondan ne bir karşılık ne de bir teşekkür isteyin.

Sonra o, bu iki kişiye tavsiyede bulunmaya ve onları dünya bağlarına ve şey­tanın ağına kapılma konusunda uyarmaya başladı ve şöyle dedi: Siz, dünyanın güzelliklerine, süslerine, cazibesine, ihtişamına ve dünyalıların karşı karşıya bulunduğu fitneye uzak bir yerdesiniz. Kralın yanında geniş bir ülkeye, gözle görülür bir nimete ve çok lezzete ulaşacaksınız. Sizi onlardan birine meyletmekten ve onları sevmekten sakındırırım. Eğer siz bunu yapar ve gördüklerinizden herhangi bir şeye meylederseniz bozulursunuz, bozarsınız ve insanlık suretinden fiilî şeytanlık suretine çıkarsınız; geniş cennetlerden, mutluluk ve esenlik bahçesinden çıkarsınız, alçaklık yurdunda şeytana komşu olursunuz ve bütünün enginliğinden çıkıp parça­nın zindanına girersiniz.

O ikisi, “Başüstüne!” dediler ve bulundukları yerden kralın bölgesine yöneldiler. Bilge, şeyhe, bunu öğreten ve haberlerini, yapacaklarını ve krala muamele tarzlarını kendisine iletecek, onu da o ikisi üzerine gözcü tayin eden bir mektup yazdı.

Sonra onlar üzerlerindeki perişanlık ve çirkinlikle, dervişlere yaraşır bir yoksul­luk ve rezillik içinde şeyhe geldiler. Krala bilge tarafından iki adamın geldiği haber verildi. Onların gelişinden dolayı sevindi ve mutlu oldu. Sonra onları yanma getir­melerini emretti. Onlar onun huzuruna girdiler. O, iki ayağı üzerinde ayağa kalktı ve onlara oturmalarını emretti. Onlar verici âlimler gibi, kral ve vezir ise alıcı öğrenciler gibi oturdular.

Sonra matematik ilmi ile başlayan öne çıktı ve bunu kral ve vezire pekiştirip öğre­ninceye ve gereklerini ve hükümlerini yerine getirinceye kadar öğretti. Sonra birin­cisi ayrıldı ve İkincisi öne çıktı. Onlara ilahi hikmeti sahip olduğu en yüksek düzeye ulaşıncaya ve kapasitesinde bulunanları alıncaya kadar okudu. Onlar görevlerini bi­tirip ayrılmak istediklerinde kral onlara dönerek şöyle dedi: Ben bana yaptığınız bu iyiliğe ve meselemi üstlenmenize karşılık size krallığımı teslim etmekten başka bir ödül bulamıyorum. Siz onu yönetirsiniz, ona dilediğiniz gibi hükmedersiniz. Hepsi­ni size bırakıyorum. Bana göre o sizin için az bile.

Ondan bunu işitince güzelce reddettiler ve kralın kendileri için hazırlattığı mekâna gitmek üzere ayrıldılar. Kralın kendilerine sunduğu ve hediye ettiği krallık konusunda istişare ettiler. Nefisleri gördükleri dünya güzelliğine, görkemine, mül­kiyetine ve hoş lezzetine meyletti. Dediler ki; bizim için iki yurdun bir araya gelme­sinde ve iki mutluluğa birden ulaşmamızda bir sakınca yoktur: Hem dünyada hem ahirette saltanat. Onlar kralın hediye ettiği saltanat, tahta oturma ve onun icrasını kabul etmeye niyetlendiler. Sonra kral veziri ile baş başa kaldı ve ona şöyle dedi:

Kardeşim! Bil ki, bu dünya fanidir ve biz de ebedî değiliz. Onun lezzet ve nimetle­rinden elde edebildiğimiz kadarını elde ettik ve gücümüzün yettiği kadarına ulaştık. Haydi, onlardan uzaklaşalım ve daima ölümden sonra kurtuluş ve başarımıza vesile olacak bu yüksek ilim ve ince amel ile meşgul olalım. Ölümün bize erişeceğinden ve üzerimize ineceğinden hiç şüphe etmiyoruz. Umulur ki ikimiz yeryüzü krallığında olduğu gibi gökyüzü krallığında da birlikte oluruz. “Yap!” dedi. Niyetleri güçlendi ve bu nefislerine güzel göründü.

İki adam randevu vaktinde kralın huzuruna girdiğinde ona söylediği sözü ve krallığı kendilerine teslim etmek istediğini tekrarladı. Böylece onların ülkeyi ve halkını yöneterek ve bunlara hükmederek mutlu olmalarını istedi. Ülke halkının ve içlerindeki iyi insanların, kendisinin ulaştığına benzer böyle bir ilim ve amele ulaşmalarını arzu etti. Böylece bereket ve nimet yayılacak ve mutluluk zirveye çıkacaktı. Onlar onun kendilerine ettiği hediyeyi aldılar ve tevdi ettiği görevi üstlendiler. O, kendisine İlahî ilmi öğreteni krallık makamına, arkadaşını da vezirlik makamına getirdi. O, veziriyle birlikte ilim üzerinde düşünmeyi, ameli uygulamayı, dünyada ibadet ve züht konusunda gayret göstermeyi, dünyayı horlamayı, şehvetlerini bırakmayı ve zevklerini terk etmeyi sürdürmekle meşgul oldu.

Şeyh, bilgeye bunu yazdı, onların ona dönmelerinden umudunu kesti ve gördük­leri şeye kandıklarını, nefislerinin ona meylettiğini ve orada ebedi kalmak istedik­lerini anladı. Kral ölünceye, kısa bir süre sonra veziri ona katılıncaya, ikisi de Yüce Allah’ın rahmetine kavuşuncaya, semavî krallığa nail oluncaya ve ona ulaşıncaya kadar krallığın yönetiminde ve memleketin siyasetinde bunu devam ettirdiler. İki adam dünyaya aldandı, ilim ve amelden uzaklaştı ve dünyevî zevklere daldı. Bilge, onlara emanet ettiği hikmeti geri istedi. Onlar hatırladıkları şeyi unuttular, yanların­da bulundukları şey onlardan kayboldu, gökyüzü krallığını bırakıp yeryüzü krallığı­na yapıştılar. Cennetten kovuldular, rahmetten uzaklaştılar, zarar ederek gerisin geri döndüler. Kendilerine yaptıkları şeyle gelen kimseleri yıktılar ve sarstılar. İnsanlar onlardan dolayı aldandılar ve onlardan kendilerine ne zarar, ne yarar veren şeyler öğrendiler. Ayıpları göründü. Şöyle dediler: Dünyayı terk etmeyi ve orada zühdü emreden bu iki âlim, yasakladıkları ve sakındırdıkları şeye kendileri döndüler. Acil olanın gerçekleşen nimet olduğunu bilmeselerdi onu seçmez ve öğrendikten sonra ona dönmezlerdi.

Taşkınlıkları çok arttı, şeytan onları hükmü altına aldı, onlara Rahman ı anmayı unutturdu ve filozoflara düşman, âlimlere muhalif oldular. Bilge, şeyhe, şerlerinden korkarak onlardan uzak durmasını ve uzaklaşmasını emreden bir mektup yazdı. O da bunu yaptı.

O ikisi, dünya işleriyle ve arzularıyla uğraşmaya başladılar, kendilerine indirilen ve yapmaları ve uygulamaları istenen ve kurtulanın kurtuluşunun bağlı olduğu helal sihri terk ettiler; üstelik sapık olan haram sihre döndüler.

Bu, Harut ve Marut adlı iki meleğin haline, işleriyle ilgili hususlara, gökten yere inişlerine ve tıpkı İblisin büyüklenmek ve isyan etmek suretiyle meleklerden ayrıl­ması, Âdem’in hata ve unutması sebebiyle içinde bulunduğu cennetten ayrılması gibi Rablerinin ve onunla birlikte olan meleklerin komşuluğundan ayrıldıklarına delalet eden bir sözdür. Bu, açıklamanın ihtimali ve imkânın kapsaması ölçüsünde sihrin ve sihirbazların mahiyetinin, onu uygulamanın, kısımlarının miktarının, hak ve batılın ne olduğunun açıklamasıdır.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, cisimlere yerleşen dertlerin tedavisi ve bunu bilmek, Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği gibi, doğal ve cisimsel bilgilerin en önemlisidir: “İlim iki çeşittir: Dinler ilmi ve bedenler ilmi” Aynı zamanda o, helal sihrin bir türüdür. Çünkü o, âdetin kötülükten iyiliğe, eksiklikten tamlığa dönüşmesidir. Haram sihir, cisimlere ve değersiz şeylere kötülük katılması, öldürücü zehirlerle yapılan şeylerde ve bunun için edinilmiş onların özellikleriyle iş yapan ve ilaçlarda ve onların cisimlerde meydana getirdiği dertler ve hastalıklarda olduğu üzere karışımlarının bozulması ve tabiatlarının çözülmesi gibi, bunun tersi­dir. Elde edeceği dünya veya ona ait bir şey sebebiyle bunu yapan ve kasıtlı bir şekilde İnsanî sureti bozmaya kalkışan kimse, yeryüzünde bozgunculuk yapan bir sihirbaz­dır. Onun öldürülmesi ve ülkeden sürülmesi helaldir. O, Aziz ve Çelil olan Allah ve Onun Elçisi ile savaşan ve Firavunun, kendilerinden gördüğü muamele, onların onun yaptıklarını berbat etmeleri ve adamları ve kavminin ileri gelenleri önünde onun itibarını sarsmaları sebebiyle sihirbazlara yaptığı gibi, organlarının kesilmesini ve suretlerinin bozulmasını hak eden kimselerdendir.

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, işe yeni başlamış ve tecrübesiz doktorların çoğu, hastayı öldürürler, hastaların hastalığını artırırlar, dolayısıyla isabet ettiklerini zannederek hata ederler. Öldürdükleri nice hasta, hasta ettikleri nice sağlam insan ve zarar verdikleri nice sağlıklı kişi vardır! Bu konunun dikkatle incelenmesinde, ondan sakınılmasında, onunla ilgili tembih ve yönlendirme yapılmasında büyük fayda vardır.

Biz sana bu konuda öğrenilmesi gerekenleri açıklamak istiyoruz. Onu kullanman gerekir. Çünkü cisimler acıların, ağrıların, hastalıkların, dertlerin ve devaların orta­ya çıkmasına bağlıdır. Zira kardeşlerimize -Allah onları ve bizi kendinden bir ruhla desteklesinuygun olan, bütün ilimleri bilmek, onlardan haberdar olmak ve sahip­lerini tanımaktır.

Ey kardeş! Bil ki, tıp sanatını öğrenmek isteyen kimsenin önce kitapları bilgelerin ve âlimlerin önünde okuması, meydana geldiği neden ve sebeplerin öncüllerini bilmesi, bütün ilaçları karışımları açısından üstün oran ve dengeli bölümleme itibariyle bilmesi, dört tabiatı ve karışımlarını, mizacın sağlığının sağlıklıyken nasıl, bozukluğunun bozukken nasıl olduğunu, bedenin iki tarafında bünye ağırlığının geometrik olarak nasıl bilineceğini bilmesi gerekir. Bu onun için gerçekleştiği, ona tam vakıf olduğu ve nabız ve suda hastalığa delalet eden belirtileri, bedenden ayrılan şeyleri ve ilişen hastalıklar sebebiyle çıkan artıkları bildiği zaman yıldızlar ilmi (astroloji) sanatlarını ve felek hükümlerini öğrenmeye başlar. Çünkü onlar, bütün yeryüzü işlerinde ve doğal cisimlere ilişen şeylerde asıl ve temeldir. Bunu kendisine uygun bir şekilde bilip tam olarak vakıf olunca hastaya yaklaşması gerekir. Onu gördüğü, derdini öğrendiği, başlangıcını sorduğu ve sözünü dinlediği zaman aklı sağlam ise [tamamdır]; eğer ondan mahrum ise delillerinin örneklerine ve hastalığın başladığı kısma bakar. Bu kendisi için gerçekleşirse hastanın doğumuna bakar, bun­dan mahrum olursa girdiği doğana bakar. Onun sağlığı gerektirdiğini görünce hayat evine bakar. Bu kendisi için gerçekleşirse iyileşeceğine güvenen bir ruhla tedavisine başlar ve bu dert için uygun olan tedavisinde kaybolacağından şüphe etmeksizin ve uzaklaşacağından ümit kesmeksizin nazik davranır. İşi ilimle güçlendirir ve bu fa­aliyetinde filozofların gayretlerine ve peygamberlerin eylemlerine tâbi olur. Çünkü onlar Aziz ve Çelil olan Allah’a nispet etmediler ve esasları, gereklerini, kanıtları ve hükümlerini öğreninceye kadar bildikleri şeyi göstermediler. Bunu gerçekleştirince Yüce Allah’ın yaratmadaki maksadını, bilgisini, tevhidini, ibadetini, o ismi yüce ola­nın onları bundan dolayı yarattığını ve var ettiğini anladılar.

Bundan mahrum olan nefis, kusurlu, eksik, hasta ve sağlıksız olur. Onların ken­dilerini onlara yaklaşmaya ve sevgi göstermeye zorlayan vakitlerde ruh hastaları­na yaklaşmaları gerekir. Onlar, uzman doktorun girdiği, “İhvân-ı Safânın İtikadı Risâlesi”nde hikâyesi anlatılan şehir halkına yaptığı gibi, bunların ilaçlarının fayda­lı ve tedavilerinin iyileştirici olduğunu bilirler. O zaman hatırlama ve dini, şeria­tın sünnetini ve bu zamanın gerektirdiği şeyleri yerine getirme konusundaki güzel öğütle eksiklikten münezzeh olan Allah’a davet ederler. Bununla yakınlık etkisine hükmedilir. Onların ruh hastalıklarını etkileyen ilaçları, ilaçların ortaya çıkardık­ları belirtiler ve yaptıkları mucizeler ile bedenleri etkilemesi gibi, sakındırma, uyarı ve korkutmadır. Onlar, tıpkı doktorun hastaya kötü yiyecek ve içecekleri, hastalığa sebep olan ve şifayı zayıflatan şeyleri yasaklaması gibi, insanların yaptıkları şeyleri men ettiler, onlardan sakındırdılar ve onları failine yasakladılar. Nitekim ismi yüce olan Allah şöyle demiştir: “Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz!’[136] Peygam­berler (as), itaat edenlere cenneti, günahkârlara cehennemi vaat ettiler. Aynı şekilde doktor da hastaya tavsiyesini kabul etmesi, emrettiği şeyi kullanması ve kendisine karşı çıkmayı bırakması halinde güzel yaşamayı, sağlık ve hayatı vaat eder. O ne za­man bundan sapar ve tersine yönelirse ölür ve helak olur.

Peygamberlerin mucizeleri ve bilgelerin işaretleri çok çeşitli ve değişik kısımla­ra ayrılır. Her zamandaki her şey yakınlık gereği onlardan birine aittir. Doktorların ilaçları da aynı şekilde hastaların farklılığına bağlı olarak değişiklik gösterir.

Bazı mucizeler rahmet ve nimet, bazıları da itaatten çıkıp günah işlenmesi halin­de öfke ve cezadır. Nimet ve rahmet, peygamberin zuhurunu gerektiren o zamanda ortaya çıkan üstünlüğü ve getirdiği hayır, bereket ve ilgili hususlar, kendisine Allah tarafından zafer ve duasını kabul edenin gücünün indirilmesi, devrinin genişlemesi, zikrinin yükselmesi, şanının yücelmesi, zamanındaki insanların ondan faydalanma­sı, dini üzerinde toplanmaları ve onların kendisi hakkındaki şüphelerinin gideril­mesidir.

Onu inkâr eden, yalanlayan, ona karşı büyüklenen ve itaatten yüz çeviren kimse­lere yönelik öfke ve musibet şeklindeki mucizeler; Nuh kavminin müstehak olduğu (başına gelen) büyük tufan, Hud kavmine inen yok edici fırtına, Firavun ve adamla­rının maruz kaldığı boğulma hadisesi ve deveyi kestikleri için Salih kavminin başı­na gelen felaket gibidir. Bunlar Kuranda önceki peygamberlerin ve muhalefet eden ümmetlerin haberlerini anlatan kıssalar olarak zikredilir.

Kardeşim! Bil ki, peygamberlere (as) özgü ilim, amel ve gösterdikleri mucizeler, onlara melekler vasıtasıyla vahiy ve ilham olarak gelen İlahî bilgi ve rabbani öğretim­dir. O, yeryüzüne ait bir öğretim ve tikel bir bilgi değildir. O ancak tümel bir destek ve aklî bir feyizdir. Onlar katlanabildikleri ölçüde ondan âleme çıkar. Uyarı ve kı­nama türünden olan mucizeler de vardır. Onlar kendilerini yalanlayan ümmetlerin ve inkâr eden grupların helâkini isteselerdi bunu daha başta yaparlardı. Yapsalardı bu, görevlerine aykırı olurdu. Çünkü onlar bozuk olanı düzeltmek için gönderildiler ve eziyetlere sabır ve tahammül konusunda geniş takatle, kibir ve öfkeyi terk etmekle ve âlemin genel iyiliğini, gönderildikleri insanların kurtuluşunu, cehalet ve kötülükten kurtarılmalarını isteyerek işler konusunda hamiyet, merhamet ve teenni ile desteklendiler. Asi topluluklar ve azgın gruplar, kendilerine delil vacip olduktan ve kanıtlama açıklık kazandıktan sonra isyanda diretince ve şeytanın güdümüne girince peygamberler ayetler getirdiler, mucizeler gösterdiler ve âdetleri altüst ettiler. Onları yalanlayan kimseleri musibetler kuşattı ve felaketlere uğradılar. Onlardan helake uğrayanlar açık delille helake uğradılar, sağ kalanlar da açık delille sağ kaldılar. İblisin gücü zayıfladı, ışığı söndü, şeytanları ondan ayrıldılar, yardımcıları helak oldu, dilleri tutuldu ve delilleri çürüdü. Aynı şekilde doktor da hasta kendisine karşı çıkınca ilk etapta sabreder, müşfik davranır, nazikçe tedavi eder ve işini kolaylaştırır. Muhalefette, itaatsizlikte, emrettiğine karşı çıkma ve yasakladığını kullanmada diretirse onu isteğiyle baş başa bırakır, o da helak olur.

Kardeşim! Böylece nefisleri ve bedenleri tedavi bilgin tamamlanır ve iki siyasete vakıf olmuş ve iki makamı öğrenmiş olursun. Bu anlattıklarımızla kardeşlerimizi -Allah onları kendinden bir ruhla desteklesinkendilerine uygun bir şekilde uyar­mak ve onları bütün ilimleri öğrenme konusunda çalışmaya teşvik etmek istedik. Onlar buna vakıf oldular ve ulaşacak yolu buldular. Biz bu risâlede dile getirdiğimiz hususları ilimlerin nihayetlerini ve hikmetlerin gayelerini bilmelerini amaçlayan bir­takım öncüller, girişler, yollar ve mertebeler yaptık. Bunlar üzerinde düşünürler ve onlara vakıf olurlarsa nefisleri onlara kapalı hususları bilmeyi arzular ve dolayısıyla ismi yüce olan Allah’ın dediği gibi, araştırmaya çalışırlar ve bilmediklerini bilenlere sorarlar: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz"[137] Nitekim Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) de şöyle demiştir: “Her sanat hakkında erbabından yardım isteyin” O zaman eğitici ve doğru yol üzerinde duran kılavuzlar olurlar.

Bölüm

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, astroloji, astronomi ve meteoroloji ilmini bilen âlimler, falcılar, kâhinler, zecr ve ruhâniyatın ortaya çıkışıyla uğraşanlar, tılsım, alamet, belirti ve define gibi işlerle meşgul olanlar, buna ancak esasları ve onların görünür ayrıntılarını bildikten sonra hazır olurlar. Bu gerçekleşince onları kendilerine uygun olduğu şekilde yaparlar ve onları kendilerin­den meydana gelen şeye delalet etmek suretiyle haber verirler. Onlar bu konuda öğ­retimdeki çabalarına, ilme devam etmelerine, âlimlerle birlikteliklerine, filozoflarla dostluklarına, yazılmış kitaplardaki derslerle ilgilenmelerine ve o konularda zihin saflığı, düşünce üretimi ve olanları inceleme yoluyla derinleşmelerine göre fark­lı derecelerde yer alırlar. Bunu onun hakkında olana, senelerin doğuşları bilgisine, bunların hesap ve nesepteki uyumuna, tarihlerin ve başlangıçların bilgisine, işlerin başlangıcında doğanlara, bunun devamının gerektirdiklerine, sabit yıldızların gerek­tirdiklerine, yok oluşuna, bir üçgenden diğerine intikal etmek suretiyle değişmesine, yıldızların toplanmasına, birbirlerine bakmalarına, zirveye çıkmalarına, derecelere yükselmelerine, aşağıya düşmelerine göre hüküm vermek için yapar. Tek tek her bi­rine derin düşünce ve inceleme yoluyla baktıklarında buna yakın olan kimse hü­kümlerinde isabetli olmaya yakın olur.

O, doğruyu yakaladığında ve tadını aldığında en azından hata etmez. Şöyle ki bu isabet sayesinde basireti güçlenir, çabası ve gayreti artar, zaferi doğrulukla güzel bulur, sözlerinin ve hükümlerinin doğru olmasını çok arzu eder. O zaman ilimde rakiplerini geçer ve çağdaşlarının reisi olur; dolayısıyla kendisine sırlar açılır, önün­deki şeyler hiçbiri gizli kalmadan açık hale gelir; arınmış nefsi, fikrî görüşü ve doğru tahayyülü ile altındakileri bilen çevreleyici felek gibi olur. O, olanları olmadan önce en yakın bakış ve en kısa düşünmeyle haber verir. Sonra böylece bunun dışında, başarılı kılındığı ve zaferle ödüllendirildiği gibi olur.

Bu ilme ait olan bu sanat müneccimlik diye adlandırılır. Cahiliye (dönemi) insan­ları onu zecr ve kâhinlik olarak adlandırır. O da bir sihir türüdür ve onunla tılsımlar dikilir ve işler yapılır. Biz bununla mukaddime ve giriş gibi inşallah anlattıklarımızın delili, tasvir ettiklerimizin açıklaması ve ortaya koyduklarımızın burhanı olması için bir ilim türünden, hüküm şeklinden ve onu bilmeden bahsetmek istiyoruz.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, var olan, devam eden, sonuçları hızlı ve yavaş hareketlerin gereklerine göre sonradan mey­dana gelen şeylerin ve olan işlerin bilindiği ilim, buna bakan ve bilmeye istek duyan kimsenin bilmesi gereken ilimdir. Bu, onun işlere ve eylemlere başlanan vakitleri ve zamanları en ince dikkat ve en doğru düşünme ile bilmesidir. Böylece meydana gelen bu başlamayı ve sonunun varacağı şeyi bilir. Yine onun felekteki on iki burcun, aydınlatıcı yıldızların, seyyar yıldızların, sabit yıldızların ve doğanlarm/tevalînin yerlerini bilmesidir. Okların ve on iki burca kadar olan şeylerin yerlerini, direkleri, zamanın yöneticilerini, saatlerin ve dinlerin/kıyamet günlerinin efendilerini, yılın mevsimlerinin yöneticilerini, gün ve saatlere bakanları, enine boyuna yedi hesa­bın tayin edilmesini bilmesidir. Bunu doğru bir bakış ve düzeltici bir hesapla dü­şünmesidir. Doğanları düzgün ve isabetli bir şekilde düzenlemesidir. Burçların ve direklerin hesabını derece ve dakikalarıyla belirlemesidir. Baş ve kuyruk yerini, bu işin olmasını sağlayan oku, toplanma ve dolmayı, parçaları, on iki burcu, doğan ve sahibini, gün ve saatlerin sahibini belirlemesidir. Şeylerin düşünmede en faydalısı, haberde en doğrusu ve yönetimiyle en çok ilgili olması sebebiyle oluş ve bozuluş âleminde meydana gelen şeylerin en iyi delili olan Ayın yeri neresidir? Felaketlerden nasıl kurtulur ve yanan yoldan nasıl uzaklaşır? Kurtuluşu ve iyi yönelmesi esnasın­da işin kendisiyle başladığı her şeyin sonu güzel, neticesi sağlam ve faydası tamdır. Onun devamı ve sürekliliği hareketin yavaşlığına hızlılığına ve delillerinin delalet ettiği şeye bağlıdır. Eğer felaketlere yakın ve güney bölgesine düşmüş ise veya burç­ların sonunda ya da onların ilk mertebesinde olup da sonra onları tamamlamamışsa bu kötüdür. Eğer düşüşte ise kendisine bakacak ev sahibi yok ise direkten düşmüşse veya ilk felekle' birlikte ise bu başlama kalıcı değildir. Veya Ayın ayrıldığı yıldızı veya Ayın bir direkte veya onu takip eden direkte birleştiği yıldızı bilir ya da düşer. Çünkü düşen Ayda hayır yoktur. Ancak o, doğanın üçüncü yerinde olur. Eğer evinin sahi­bi düşerse -çünkü sen Ayın ev sahibini doğan direkte, gök ortasında, on birincide veya beşincide bulursan doğuda düz hareket ederböylece Venüs’ün kadın ve mut­luluk işlerine, Jüpiter’in din, mezhep ve erkek işlerine, Merkür’ün yazıya, Güneş’in sultanlık ve başkanlığa, Ay’ın öğretim ve elçiliğe uygun olması gibi, başladığı işe uy­gun olur.

Kendisiyle Güneş’e, Ay’a, onların iki üstünlüğünün ve sınırlarının sahiplerine baş­ladığın her ilim hakkında düşünmen, sonra göğün ortasına bakman gerekir. Çün­kü bu iki yeri ne zaman felaketlerden uzak ve sahiplerini, yani onların yükseklerini veya “doğan’ın sahibini güzel bir yerde görürsen başlama, övülen, tam ve üstün olur.

' Orijinal metinde “cevzehr” kelimesi kullanılmış olup Farsça sözlükte ilk felek, Ay feleği ve baş ve kuyruktan her biri anlamları verilmiştir, (ç.n.)

Özellikle aydınlatıcı şansların karşısında olursa. “Doğan’ın sahibi doğu tarafında olur. Yıldızların doğması, ihtiyacın giderilmesi konusunda üstünlük, zafer, tamlık ve hıza delalet eder. Yıldızların batması, eğer bir direkte ise yavaşlık, ağırlık ve uzamaya delalet eder. Ayı, güzel bir yerde, sahibini de düşen/sâkıt haldeyken bulursan, işe başlama ve sonunun güzelliği zayıftır. Eğer Ayı ve sahibini düşmüş halde görürsen işin hem başının hem sonunun kötülüğüne hükmet. Ay ve sahibi güzel bir yerde olursa iş, sahibinin istediği gibi tamlık ve kıvamıyla tamdır. Özellikle doğanın sahibi direkte olursa şanstır. Yeri iyi olduğu halde uğursuz ise en faydalı şey, Jüpiter veya Venüs’ün doğanda olmasıdır. Bu, özellikle Ay şanslara bitişik olduğunda böyledir. Bu şans eksilmez ve geri dönmez. O, efendisinden kaçmak isteyen ve kendisine ait olmayan şeyi alan köleden başka her iş için uygundur.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Ay, altındaki oluş ve bozuluş âlemini yönetmesiyle ilk yıldızdır ve vasıtadır. Bundan dolayı önce bu konuda mutluluğuna ve şanssızlığına bakmaya, sonra başlangıçtaki fazlalığını bilmeye ihtiyaç duyar. O, Güneş’ten ayrıldığı zamandan itibaren güç ile başlar. Sonra onu altıgen, dörtgen ve üçgen yaptığında ve onunla karşılaştığında değişir; gücü o zaman birleştiği yıldız ölçüsünde olur. Onun feleği ve içindeki sınır, dörtgen yapma, üçgen yapma, altıgen yapma ve karşısında olmadır. Ay’ın ışığının arttığını görürsen bu, artmanın hoş karşılandığı işlerde daha iyidir. Işığı azaldığında ise bu, azalmanın hoş karşılandığı işlerde daha iyidir. Aynı şekilde Ay, Güneş’ten sol çeyreğinde son buluncaya kadar ayrılırsa bu, hakkı aramaya uygundur. Güneş’le buluşmada son bu­luncaya kadar sol çeyreğinden ayrılırsa bu, şeyler konusunda husumet, tartışma ve münazaraya başlayan kimse için iyidir. Karşısındaki ile sağ çeyrek arasında olan ise husumet ve borç konusunda zulme uğrayanlar için uygundur. Sonra bedenleşmeye varıncaya kadar olanlar ise ilmi uygulayan ve hakkı arayan kimseler için uygundur.

Bölüm

Doğanın (Tâli’) Şansı ve Saatin Gücü Hakkında

Doğanın ve yıldızların en iyi şansı, içinde bulunduğu burçta şans olunca ikinci burçta da şans olur.

Dönüşen burçlar, içinde üstünlük ve övünme bulunan her konuya uygundur; özellikle oğlak burcu, koç burcu ve iki bedenliler sihir ve hile yapanlar için, sabitler ise sözleşme yapanlar, ilişki kuranlar, tılsımcılar ve sebatlı kimsenin istediği şey için uygundur.

Eğer altın veya gümüş ilacından devam eden ve sürüp giden bir iş veya ruhânînin ilişkili olduğu bir şey yapmak istersen Ay ve doğan, sabit burçta ve “iki cesetli burcunda olsun. Her gün tekrar dönmek istediğin bir işe başlamak istersen doğan, “iki cesetli burcu” olsun; Ay, dönüşen bir burçta doğana baksın. Sebat ve gücünün devamlılığıyla iş yapmak istersen bu olsun. Doğan, “iki cesetli” sabit burç olsun; Ay, üçgen (teslis) veya altıgen (tesdis) şeklindeki evinin sahibine bitişik sabit bir burçta­dır. Evinin sahibi, felaket, yanma ve dönmeden uzaktır.

Eğer bu senin için mümkün olmazsa Ay şanslara bitişik olsun ve bu şans üçgen (teslis) veya altıgen (tesdis)den doğana baksın. Karşıtlık (mukabele) ve dörtgen (ter­biden sakın. Şans bakışı olan şeylerin en güçlüsü, üçgen (teslis) veya altıgen (tesd ;s) dendir. Sonra şans bakışı olan şeylerin en zayıfı, dörtgen (terbi) ve Karşıtlık (mutaîbe/e)tandır. Talihsizlik bakışı olan şeylerin en zayıfı üçgen (teslis) ve altıgen (tesdis)den-, en güçlüsü ise dörtgen (terbi) ve Karşıtlık (mukâbele)dendir. Bunu anla ve bil.

Ay, talihsiz bir halde, evinin sahibiyle dostluktan dolayı birleşince ihtiyaçlarda ve bütün yapılanlarda yine iyi olur. O doğana bakarken şans olursa, Ay’ın kuyrukla birlikte yerinden ve dörtgen (terbi), karşılıklılık ve bitişiklik şeklindeki talihsizliklere bakmasından bütün işlerin en iyisi, en güzeli ve en dikkatlisi olur. Bütün mesele ve işlerde Ay’ın bozukluğundan sakın. O, eksikliğiyle, özellikle bu eksiklik ışık, hesap ve yolculuk şeklindeki üç türden olursa zorluk, sıkıntı, işlerin uzaması ve meşakkate delalet eder. Bunun en iyisi, onda tamamen fazla olması ve Mars’ın ona hiçbir şekilde bakmamasıdır. Çünkü Mars’ın Ay’a fazlalıkta bakması büyük bir felakettir. Ay eksik olduğunda Satürn’ün Ay’a bakması da böyledir. Ay’ın gece en güçlü olduğu durum, yeryüzünün üstünde olduğu zamandır. Doğanın gündüz en güçlü olduğu durum, Ay’ın yeryüzünün altında olmasıdır. En iyi şey, Ay ve doğanın, doğdukları yer düz­gün olan burçlarda olmasıdır. Böyle olunca, özellikle sabit burçlarda ve iki bedenli­lerde olunca, ihtiyaçların hızlı karşılanmasına ve başarıya delalet eder.

Bil ki, koç burcu, dönüşen burçların en hızlısı; yengeç burcu, onların en çok dö­nüştüreni; oğlak burcu, en çok koşanı; terazi burcu, en güçlüsü ve en dengelisidir. Bil ki, direkler, işin tamamlanmasında ve başkalarını bitirmede en hızlıdır. Direkleri yavaşlık izler. Düşen, yavaştır ve başarısız bir yapıdır. Olan işin en hızlısı, şansın doğanda veya Ay ile birlikte olması ve doğrusal olarak ilerlemesidir.

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, işlerin sonuçlarının bilgisi, ancak Ay evi üçgeninin sahibi ve doğanın sahibi vasıtasıyla bi­linir. Bu ikisinin yerleri, halleri ve yıldızların kendilerine bakışı belirlenir. İnşallah sana belli olduğu kadarıyla onun benzeri üzerinde konuş ve meselenin sonu hakkın­da hüküm ver.

Bölüm

Kardeşim! Bil ki, iki cesetli burçlar, onların en çok yüzü ve sureti olanlarıdır. On­lar ortaklık ve kardeşliğe uygundur. Onları etkileyen şey, defalarca geri döner. Ay ve doğan, iki bedenli burçta olur ve şanslara bakarsa bu iyidir. Çünkü onlar fazladır ve her işe elverişli ve uygundur. İkizler burcu, onların en çok yüzlüsü ve sanat, hesap, mantık, ticaret ve dağıtıma en uygun olanıdır. Başak burcu, alma, verme, yazım ve edebiyata uygundur. Yay burcu, sultanlık ve başkanlık işine ve cesur, yiğit ve kah­raman kimselere uygundur. Balık burcu, denize dalanlar, orada çalışanlar ve ben­zerleri için uygundur. Sabit burçlar, sahibinin sebat ve uzun süre devam etmesini istediği her işe uygundur. Çünkü onda bulundukları zaman Ay ve doğanın delaleti daha güçlüdür. Sabit bir burçta çalışmaya başladığı zaman uzun sürmesi ve sonunda tamamlanmasıyla bu işin sebatına delalet eder. Bu eğer talihsizlik olursa ondan buna kötülük gelir.

Akrep burcu, sabitlerin en hafifi, aslan burcu en sabiti, kova ve boğa burcu ise en ıslağıdır. Şans okuna ve sahibine bakmayı bırakma. Çünkü bu ikisi işin başında güzel yerlerde olurlarsa bu işin iyiliğine ve sonucunun güzelliğine delalet ederler. Bunun en iyisi, ok sahibinin bilinen bir yerde parlamasıdır. Suretleri ve şeyleri Ay’ın bu burç ve doğanın efendisine baktığı sırada öğren ve Ay’ın sürekli efendisine bakmasını sağ­la. O, Yüce Allah’ın başarılı kılmasıyla istediği işlerde daha hızlı ve daha başarılıdır.

Bölüm

Batlamyus dedi ki; yıldızın evine bakmadığı zamanki durumu, evinden ve yurdundan uzakta olan adamın durumuna benzer. O, ondan hiçbir şeyi gideremezve engelleyemez. Doğan m sahibi evine baktığı esnada uzak olduğu halde evini koruyan ve ondan [kötülüğü] engelleyen ev sahibi konumundadır. Ay’ı her başlamada çok iyi bir yerde tut, onda gevşeklik gösterme veya onun şansla birlikte olmasını ya da şansa bitişmesini temin et ve kendisinden bir ihtiyaç istediğin burcun şanslı olmasını sağla.

Bil ki, başlamada ve meselelerde şans okuna ihtiyaç duyulur. Onu Ay’ın bakı­şından ve bitişikliğinden asla düşürme. Ay’ın şans okunda ortaklığı vardır. Onun doğduğu dereceye yönelme. Çünkü bu suretten doğan her suret ve derece, bir işe, iki işe ve daha çok işe uygundur. Bil ki, dönüşen burçlar ondaki mücadele ve gayrete uygundur.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Ay feleğinin altında yer alan oluş ve bozuluş âleminde cereyan eden küçük ve büyük, diri ve ölü, konuşan ve suskun, büyüyen ve artan, çiçekli ve saran her şey, ismi yüce Yaratıcısının koyduğu ve haddi aşmaz kıldığı düzenin dışına çıkmayan feleğin düşünmesiyle ve göksel bir emirle olur. Her biri kendisine uygun bir mekâna yerleşmiştir.

Yıldızların fiilleri ve ruhsallıkları oluş ve bozuluş âlemine ruhsal güçlerin beden­lere nüfuz etmesi gibi nüfuz eder. Felekte her yıldızın yönleri ve sınırları vardır. Sı­nırlarının basamakları, onların da her suretten oluş ve bozuluş âlemine inen sureti, benzerine bitişik ve şekliyle irtibatlı ruhsallığı vardır. Onlar belirli bir süre bunlar­dan sorumludurlar. Onlar Yüce Allah’ın, adedini kendisinden başkasının sayamadığı melekleridir. Onlar ancak onun emriyle ve hikmetiyle inerler.

Bunu bilmek bilen kimseye, öldükten sonra melekî suretleri tasavvur etmek de­mek olan İnsanî fazileti gerekli kılınca biz risâlelerimizde değerli kardeşlerimize Al­lah onları ve bizi kendinden bir ruhla desteklesinvakıf olmaları, ilimlerin öncül ve ilkelerini bilmeleri -böylece onlara bu hususlarda yardımcı olur ve onları bunlar hakkında bilgilenmeye teşvik eder-, hiçbir ilim hakkında bilgisizlik göstermemeleri ve hiçbir âdeti çiğnememeleri için onun söylenmesi uygun olan miktarını söyledik. Öyle ki ilimden nefret etmezler, taşıyıcısına düşmanlık göstermezler ve talibini on­dan alıkoymazlar. Biz belirttiğimiz ve anlattığımız sihir, büyü, kehanet, muska, fal ve zecrin manası ve mahiyeti hakkındaki bu risâleyi -daha sonra inşallah bu anlatımı açıklamak üzereeğlenceye dalan nefsi ve dalgınlık gösteren ruhları uyarmak için ortaya koyduk. Onların mevcutların keyfiyeti hakkında bilgileri, ruhsallığın nüfuzu ve oluş ve bozuluş âleminde ortaya çıkardığı şeyler hakkında kavrayışları yoktur. Onları bilgilendirmek ve kendilerine gizli kalan ve zor gelen şeylerin anlamlarına vakıf kılmak istedik.

Kardeşim! Bil ki, bütün işler, sanatlar, meslekler, zanaatlar ve insanlar arasında icra edilen alma, verme, satma, satın alma, dinler hakkında tartışma, konuşma, delil getirme, kanıtlama, burhan ve âdetleri bozma, gözleri çevirme, şeyleri birbirine dönüştürme, birbirinin içine karıştırma; işte bütün bunlar sihir ve büyüdür. Âlemin tamamı onun ilmi ve eylemi ile ayakta durur; fakat her eylem, güç yetirilmesi, gayret gösterilmesi, kudret ve takati ile kendisine yol bulunmasına göre yapılır. Bütün bunlar, yolunda çalışan ve varlığını sürdüren her akıllının -bu hükmün geçerli olduğu yerde ondan başkasına geçinceye kadar devam ettiği müddetçeondan geri kalmamasını ve onu geçmemesini gerektiren felekî bir yönetim ile olur.

İlmi ve bilgisi olmayan birçok insan, yer âleminde ve aşağı merkezde meydana gelen olayların sadece ondan olduğunu ve ondan ortaya çıktığını zannetti. Bu konudaki aslın bilgisinden mahrum oldular. Eğer onlar hareketin ortaya çıkışın sebebi olduğunu bilseler ve inceleselerdi, Aziz ve Çelil olan Yaratıcının emriyle, döngüsel hareketin aslının çevreleyen felek ve onun hareket ettiricisinin tümel nefis ol­duğunu anlarlardı. Bundan dolayı astroloji ilmi üzerinde düşünmeyi ihmal ettiler. Bunun bilgisi hakkındaki cahillikleri onları ilim erbabını reddetmeye sevk etti. On­lara düşmanca davrandılar, uzak durdular, onlardan ayrıldılar, âlemde gerçekleşen bütün iyilik ve kötülüğü (maruf ve münkeri), övülen ve yerileni Yüce Yaratıcının fii­line nispet ettiler. O bunu irade eder. İsmi yüce olan Yaratıcının hikmetinde durum, onların zan ve tahayyül ettiklerinin tersidir. Çünkü yaratılışın aslı tamamen hayır ve tamamen iyiliktir. Onun nura nî yaratmasında ve ruhânî taşmasında fark yoktur. Biz bu manayı “Risâletü’l-Câmia”da açıkladık.

Kardeşim! Bil ki, yıldızların filozofların anlattığı ve âlimlerin bildirdiği şekilde yaratılışını bilmek, senin bilmen gereken ve bilgisizliği sana yakışmayan bir konu­dur. Bil ki, o, kâhinlerin, sayesinde güzel işler yapabildikleri ilimdir. Zecr ve fal da böyledir. Bu bölümde inşallah bilmen ve ihtiyaç duyduğunda kendisiyle iş yapman için onun bir kısmını anlatmak istiyoruz.

Bölüm

Filozofların Anlatımına Göre Yıldız ve Burçların Yaratılışının Bilgisi Hakkında

Koç, içi boş ve ortası büyük iki bedeni olan, parlak, ışıldayan, sert ve kıvrımlı bir şeydir. Boğa, içi boş, iri bedenli, büyük, kendisine küçük bir şey bitişmiş, beyaza çalan, sert ve katı dokunuşludur. İkizler, ortası ince, iki yanı geniş, uzun, kıvrımlı ve sadedir. Yengeç, sayısı çok, sert dokunuşlu ve parçalanan bir şeydir. Aslan, parlak, ışıldayan, çok sert, eni boyundan fazla ve meyillidir. Başak, sayısı çok, toplu, bir tek asıllı, güzel dokunuşlu yapısı olan, zayıf bedenli, üstü kalın, altı ince bir şeydir. Te­razi, uzun, birbirine girmiş ve birbirinin üzerine kıvrılmış kökleri olan, değişik cev­herli, yayılan ve kıvrılan bir şeydir. Akrep, uzun, kıvrımlı ve içi boştur. Yay, ilk yarısı sade, ikinci yarısı içi boş, kızıl, kuru ve kırmızıya çalan bir şeydir. Oğlak, sürmeli, içi boş, şeker kamışı ve papirüs gibi düzdür. Kova, yeşil, sonundan beş basamağı hariç tamamı sade ve içi boştur. Balık, ilk yarısı yeşile kadar beyaz, ikinci yarısı sonuna kadar beyazdır.

Bölüm

Yıldızların Yaratılışı Hakkında

Güneş: Yuvarlak, parlak, yaygın, ışıklı ve güzel vasıflıdır; insanı arıtır ve üzüntüyü giderir.

Ay: Yuvarlaktır, eksik olunca kırık ve hasarı vardır, tam ve mükemmel olduğunda genişliğine dönen bir yuvarlaktır, tam renkli, parlak siyah ve biraz durudur.

Merkür: Küçük, hafif, adi, yaygın ve dürülmüştür.

Venüs: Çeşitli, parlak renkli, güzel kokuludur, gelişir, katlanan sekiz yaş açısı vardır.

Mars: Kırmızı, kuru, kırmızısı mat, kusursuz ve boyu eninden uzundur.

Jüpiter: Sarı, cinsi değerli, uzun, enli, eğik ve bükülmüştür.

Satürn: Siyah, adi, değersiz, kötü görünümlü, pis kokulu, dörtgen şeklinde ve dörtgenliği eğridir.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, iyisiyle, kö­tüsüyle, soran insanın nefsinde gizli işleriyle, meydana gelen, gözden uzak şeylerden haber verme, aynı şekilde sihir ve kehanettir. Bu, filozofların anlattıklarının doğru­luğunu anlamak için bilmen gereken şeylerden biridir. Biz, vakıf olmak istediğin, arzu edip sorduğun şeyler konusunda yardımcı olması için onun bir kısmını sana açıklamak istiyoruz.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Hint âlimleri astroloji sanatını bilen ve kâhinlik ismine layık olan kimselerdir. Bu ilimde onlara Fars filozofları katılır. Bu ikisinden sonra Yunanlılar gelir. Zecr ile cahiliye Arapları ilgilenir. Ondan sonra İslam’daki fal (el-fâl) gelir. Bu ilimle ilgili olarak güzel kitaplar ortaya konmuştur. Onlarda yüksek amaca ulaşmayla ilgili hususları bu açıdan açık­ladılar. Bir soran sana bir haberi, bir gizli şeyi veya bir sırrı haber vermeni ve hak­kında konuşmanı isteyerek sorarken sen bunu istersen onun saatlerin efendilerinden olduğuna hükmet. Buna örnek: Bir adam sana Venüs saatinin başında elindekini sorarsa bil ki, o, beyaz, güzel renkli, hoş kokulu ve ateşe girip gümüş gibi çıkan bir şeydir. Eğer sana saatin ortasında gelirse güzel ve ıtır gibi hoş kokulu bir şeydir. Sana saatin sonunda gelirse o, suya nispet edilenlerden zayıf renkli bir şeydir. Eğer sana Güneş saatinin başında gelirse o, yer bitkilerinden küçük bir şeydir. Sana saatin orta­sında gelirse o, altın, gümüş, yuvarlak altın yüzük veya dinardır. Eğer saatin sonunda gelirse o, şişeye benzer ince ve kızgın bir şeydir.

Ay: Eğer sana onun saatinin başında gelirse o, değeri düşük biraz gümüş veya siyah taşlı bir yüzük ya da ayarı düşük bir gümüştür. Sana saatin ortasında gelirse o, kırık dirhem gibi kırık ve çatlak bir yuvarlak şey, gül veya kâfurdan bir şeydir. Eğer sana saatin sonunda gelirse o, kırmızı veya sarı arseniktir.

Mars: Eğer sana saatinin başında gelirse o, bakıra benzer uzun ve kırmızı bir şey­dir. Saatin ortasında gelirse o, çaput veya ayna şeklinde kırmızı ve geniş bir şeydir. Eğer saatin sonunda gelirse o, mızrak ucu ve hançer gibi keskin ve uzun bir şeydir.

Merkür: Eğer sana saatinin başında gelirse o, kitap veya hesap defteridir. Sana sa­atin ortasında gelirse bil ki, o, siyaha çalan yer bitkisidir; ama geniş ve kurudur. Eğer saatin sonunda gelirse o, delik bir taş, inci tanesi, dirhem veya nakışlı ya da şekilli bir şeydir.

Jüpiter: Eğer sana saatinin başında gelirse o, yakut veya inci gibi bir cevherdir. Sana saatin ortasında gelirse o, inci veya kristaldir. Eğer saatin sonunda gelirse saf taşlı veya taşı firuze olan yüzük gibi bir şeydir.

Satürn: Eğer sana saatinin başında gelirse bil ki, o demir veya kurşundur. Sana saatin ortasında gelirse o, yerin ağır bitkilerindendir. Eğer saatin sonunda gelirse o, kesinlikle hünnap veya sedir ağacı gibi bir şeydir.

Bölüm

Saatçilerin Bilgisi Hakkında

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, bu konuda bu ilmin bilgisini elde ettiğinde bundan önceki bölümde açıkladığımız şeyleri haber verebilirsin. Bu, yedi yıldızın, yedi günün efendileri olduğunu bilmendir. Pazar gü­nünün efendisi Güneş, pazartesi gününün efendisi Ay, sah gününün efendisi Mars, çarşamba gününün efendisi Merkür, perşembe gününün efendisi Jüpiter, cuma gü­nünün efendisi Venüs, cumartesi gününün efendisi Satürn’dür.

Günün efendisi yıldızlardan biri olduğunda o, bu günün ilk saatinin yöneticisi, sonra diğeri ikinci saatin efendisi, sonraki üçüncü saatin efendisidir. Günün efen­disinde her son bulduğunda mesela pazar günü gibi yirmi dört saat tamamlanın­caya kadar sayı ile başlar. O, Güneş’e aittir ve ilk saatin efendisidir. Venüs ikinci saatin efendisi, Merkür üçüncü saatin efendisidir. Her günün efendisinin saatleri böyledir.

Bölüm

Yıldızların İşaret Ettiği Hayvan Organlarının Bilgisi Hakkında

Bedenin dışında sağ kulak, içinde dalak Satürn’e aittir.

Sol kulak ve bedenin içinden yürek Jüpiter’e aittir.

Sağ burun deliği ve bedenin içinden iki böbrek Mars’a aittir.

Gündüz sağ göz ve bedenin içinden mide Güneş’e aittir.

Gece sol göz ve bedenin içinden akciğer Ay’a aittir.

Bedenin dışından yüz ve göğüs, içinden kalp Venüs’e aittir.

Dil ve bedenin içinden safra kesesi Merkür’e aittir.

Bölüm

Gizlinin Bilgisi Hakkında

Hayvan olduğunda; “doğan”ın başının yaratılışıyla onun başının yaratışına, gök ortasının göğsünün yaratılışıyla onun göğsünün yaratılışına, yedincinin ortasının yaratılışıyla onun karnının yaratılışına, dördüncünün ayaklarının yaratılışı ve sayı­sıyla onun ayaklarının sayısı ve yaratılışına, şansların ve talihsizliklerin müşahede­siyle onun güzellik ve çirkinliğine istidlal edilir. Ay talihsiz olursa sorduğun beden organları çirkindir. Şanslı ise daha güzeldir.

Bölüm

On İkinciden Gizli Olanın ve Sahibinin Bilgisi Hakkında

On ikinci burç, havaî ise o havadan; topraklı ise topraktan; sulu ise sudan; ateşli ise ateştendir.

Sonra böylece yerin sahibine bak ve ikisini karıştır. Eğer birisi topraklı ve sahibi sulu ise o bitkidir. Eğer birisi sulu ve sahibi de aynı şekilde [sulu] ise o, bedenler ve kibritler gibi bedensel bir cevherdir. Eğer biri topraklı, diğeri havaî ise topraktan çö­zülen hayvandandır. İkisi de topraklı ise o, toprağa aittir. Her şeyde böyledir.

Bölüm

Fars Bilgelerinin Sözlerinden Hareketle Sınırların/
Hadlerin Delalet Ettiği Şeylerin Bilgisi Hakkında

Koç burcu: Jüpiter’in sınırı birincisi olup ateş ile yapılan beyaz ve sarı cevhere delalet eden altı derecedir. İkincisi Venüs olup ateşin erittiği siyah ve sarıya çalan katı ve kuru bir şeye delalet eden sekiz derecedir. Bütün bunlar yuvarlak ve enine dairevîdir. Üçüncüsü Merkür olup siyah bir resim, yazılı bir şey ve siyah bir bitkiye delalet eden yedi derecedir. Dördüncüsü Mars olup bakıra benzer uzun ve kırmızı bir şeye delalet eden beş derecedir. Beşincisi Satürn olup demir, kurşun, aslı değersiz olan siyah bir şey, ölü veya kıymetsiz bir şeye delalet eden dört derecedir.

Boğa burcu: Birincisi Venüs’ün sınırı olup sekiz derecedir. Yer bitkisidir; fakat beyaz bitkilerden beyaz bir cevherdir. İkincisi Merkür’ün sınırı olup yedi derece­dir. Yer bitkisidir; fakat mevcut durumu değişmiş bir cevherdir. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup yedi derecedir; boynuzlulardan dört ayaklı bir hayvandır. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup iki derecedir. Toprak cinsinden bir cevherdir; fakat katı, sert, kuru ve siyahtır. Beşincisi Mars’ın sınırı olup altı derecedir. Et yiyen hayvandır.

İkizler burcu: Onların birincisi Merkür’ün sınırı olup yedi derecedir. İnsanların cinsinden ve kartal kuşlardan bir hayvan olup et yer, insanlara karışır, evlere alışır ve konuşur. İkincisi Jüpiter’in sınırı olup altı derecedir. İnsanların hayvanı olup kısa boyunlu kuşlardandır. Bunların hepsi beyaza çalar. Üçüncüsü Venüs’ün sınırı olup yedi derecedir. Kuşlardan çeşitli renkleri olan bir hayvandır; bir değil, iki değil, çeşitli renklerde. Dördüncüsü Mars’ın sınırı olup altı derecedir. İnsan ve kuş cinsinden et yiyen bir hayvandır. Beşincisi Satürn’ün sınırı olup dört derecedir. Siyaha çalan bir hayvandır.

Yengeç burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Su yırtıcısı ve ateş ve su ile yapılmış bir cevherdir. İkincisi Jüpiter’e ait olup yedi derecedir. Yenilen ve faydala­nılan bir su cevheridir. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup yedi derecedir. Kuşlardan et yiyen, güzel konuşan, küçük ve iki renkli bir hayvandır. Dördüncüsü Venüs’ün sınırı olup yedi derecedir. Sudan çıkan bir cevher, yumuşak bir hayvan veya güzel kokulu bir şeydir. Beşincisi Satürn’ün sınırı olup üç derecedir. Bir hayvandır; ama yararlanıl­maz. İçinde iri kırmızı bulunan bir siyahtır. Sudan başka bir yerde bulunmaz.

Aslan burcu: Onun ilk sınırı Satürn’e ait olup altı derecedir. Taş gibi, sert, fay­dalanılmaz ve kuru bir şeydir; fakat boyunadır. İkincisi Merkür’ün sınırı olup yedi derecedir. Siyah, kuru, işe yaramaz ve lekeli bir cevherdir. Üçüncüsü Mars’ın sınırı olup beş derecedir. Siyah, işe yaramaz ve lekeli bir cevherdir. Dördüncüsü Venüs’ün sınırı olup altı derecedir. İlk yarısı kuru, diğer yarısı değersiz ve işe yaramaz bir şey­dir. Beşincisi Jüpiter’in sınırı olup altı derecedir. Et yiyen, insanlara ısınamayan ve iri bir dört ayaklıdır.

Başak: Onun ilk sınırı Merkür’e ait olup yedi derecedir. Boyuna vermiş küçük ve ağır bir bitkidir. İkincisi Venüs’e ait olup altı derecedir. O, büyük bir meyvesi olma­yan ve içi dışından güzel bir bitkidir. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup beş derecedir. Şişman ve güçlü bir şeydir. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup altı derecedir. Çok dikenli, kırmızı meyveli, iki renkli, güzel çiçekli, sıcak ve kuru bir ağaçtır. Beşincisi Mars’ın sınırı olup altı derecedir. İri, uzun, siyaha çalan, çok ayaklı ve sabırlı bir hayvandır.

Terazi burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Siyah bir şeydir. İkin­cisi Venüs’ün sınırı olup beş derecedir. Uçan bir hayvandır. Uçmayanın ayakları yoktur. İnsanlara düşmandır. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup beş derecedir. Ağır ve yararlanılmaz bir hayvandır. Dördüncüsü Jüpiter’in sınırı olup sekiz derecedir. Beyaz ve dişil bir şeydir. Beşincisi Mars’ın sınırı olup beş derecedir. Et yiyen renkli bir hayvandır.

Akrep burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Suda bulunan, su hayvanlarına eziyet eden çok ayaklı bir hayvandır. İkincisi Venüs’ün sınırı olup beş derecedir. Suda bulunan güzel ve yararlı bir cevherdir. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup sekiz derecedir. Suda bulunan, ince, uzun, işe yarar ve insanların yediği bir hayvandır. Dördüncüsü Merkür’ün sınır olup altı derecedir. Suda bulunan kuru ve pis kokulu bir cevherdir. Beşincisi Satürn’ün sınır olup beş derecedir. İşe yaramaz pis bir hayvandır.

Yay burcu: Onun ilk sınırı Jüpiter’e ait olup sekiz derecedir. Birinci yarısı taş gibi sağlam bir cevher, ikinci yarısı dört ayaklı, yararlanılan ve yük taşman bir hayvandır. İkincisi Venüs’ün sınırı olup altı derecedir. Birinci yarısı hayvan, ikinci yarısı kırmızı ve sağlam bir cevherdir. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup beş derecedir. Birinci yarısı hayvan, ikinci yarısı işe yaramaz bir cevherdir. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup altı derecedir. Ateş ile eritilen siyah, kırmızı ve sağır bir cevherdir. Beşincisi Mars olup beş derecedir. Bozguncu ve insan düşmanı bir hayvandır.

Oğlak burcu: Onun ilk sınırı Venüs’e ait olup yedi derecedir. Bitkisel bir cevher­dir. İkincisi Merkür’e ait olup yedi derecedir. İki toprağın cevherinden suya ve ateşe benzer bir kuştur. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup sekiz derecedir. Dört ayaklı ve iki boynuzlu bir hayvandır. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup dört derecedir. Ateş ile işlenen, erimeyen, sert bir cevher olup demirdir. Beşincisi Mars’ın sınırı olup dört derecedir. Ateşin erittiği, kırmızıya çalan sert bir cevher olup bakırdır.

Kova burcu: Onun ilk sınırı Satürn’e ait olup yedi derecedir. İnsanların eziyet gör­düğü bir kara hayvanıdır. İkinci sınır Venüs’e ait olup altı derecedir. Bir hayvandır. Üçüncü sınır Jüpiter’e ait olup yedi derecedir. İnsana benzeyen bir hayvan; suda ye­tişen tavuk gibi bir kuştur. Dördüncüsü Jüpiter’in sınırı olup beş derecedir. Kartal ve akbaba gibi kuşlardan daha çok et yer. Beşincisi Mars’ın sınırı olup beş derecedir.

Balık burcu: Onun ilk sınırı Venüs’e ait olup on iki derecedir. Hayvan postundan yapılan, sağlam ve benzer renkli bir elbisedir. İkincisi Jüpiter’in sınırı olup dört de­recedir. Suda bulunan bir hayvandır. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup üç derecedir. Suda bulunan bir bitki olup sadece ateşte işe yarar. Dördüncüsü Mars’ın sınırı olup dokuz derecedir. Suda bulunan ve sudaki hayvanlara eziyet eden bir hayvandır. Be­şincisi Satürn’ün sınırı olup iki derecedir. Deniz sahilinde suda oluşan ve üzerinde demir ve taş taşıyan bir kabuk taşıdır.

Bölüm

Hint Bilgelerin Sözlerinden Nevbehrlerin/Türlerin Bilinmesi Hakkında

Koç burcu: Ondaki ilk ortaya çıkan (nevbehr) altın, İkincisi bitki, üçüncüsü yeşil bitki, dördüncüsü dört ayaklı, beşincisi altın veya kırmızı yakut, akıncısı iki ayaklı hayvan, yedincisi bitki, sekizincisi beyaz şahin, dokuzuncusu iki ayaklıdır.

Boğa burcu: Ondaki ilk ortaya çıkan bitki, İkincisi taş, üçüncüsü ruhu ve ayakları olan şey, dördüncüsü altın, beşincisi bitki, akıncısı insan, sekizincisi* beyaz şahin, dokuzuncusu iki ayaklı ruhtur.

' “Yedincisi” ya gerçekte yok ya da matbu metinde atlanmış, (ç.n.)

İkizler burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi benzeri, üçüncüsü insan, dördüncüsü bitki, beşincisi kurşun, kulaî veya üsrüp/kurşundur.’ Altıncısı su hay­vanlarındandır. Yedincisi dört ayaklı, sekizincisi bir yer bitkisi, dokuzuncusu iki ayaklıdır.

Yengeç burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi cevher veya sedef, üçüncüsü tohum, dördüncüsü bitki, beşincisi demir, altıncısı beygir veya katır, yedincisi bitki, sekizincisi cevher veya taş, dokuzuncusu su hayvanlarıdır.

Aslan burcu: Onun ilk ortaya çıkanı altın, İkincisi dört ayaklı, üçüncüsü insan, dördüncüsü yılan, beşincisi aslan veya kaplan, altıncısı dört ayaklı, yedincisi kadın, sekizincisi akrep veya yılan, dokuzuncusu beygir veya katırdır.

Başak burcu: Onun ilk ortaya çıkanı yün, İkincisi su teresi, üçüncüsü insan, dördüncüsü koyun, beşincisi manda, altıncısı kuş, yedincisi suda bulunan sülük, sekizincisi köpek, dokuzuncusu kadındır.

Terazi burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi ok, üçüncüsü dört ayaklı, dör­düncüsü onun benzeri, karga veya sırtlan, beşincisi et yiyen kuş, altıncısı kadın, ye­dincisi tuz, sekizincisi hayvanlar, dokuzuncusu bitkidir.

Akrep burcu: Onun ilk ortaya çıkanı eşekarısı veya akrep, İkincisi ayı veya maymun, üçüncüsü çaylak yavrusu veya Mısır akbabası, dördüncüsü kılıç, beşincisi akrep veya yılan, altıncısı fil, yedincisi kaplumbağa, sekizincisi insan, dokuzuncusu devekuşudur.

Yay burcu: Onun ilk ortaya çıkanı altın, İkincisi bitki, üçüncüsü insan, dördün­cüsü bitki, beşincisi aslan, altıncısı câriye, yedincisi yeşil bitki, dokuzuncusu" beygir veya insandır.

Oğlak burcu: Onun ilk ortaya çıkanı kertenkele, İkincisi sedef, üçüncüsü insan, dördüncüsü tavuk veya horoz, beşincisi fil, altıncısı rüzgâr, yedincisi kılıç, sekizincisi ok, dokuzuncusu insandır.

Kova burcu: Onun ilk ortaya çıkanı su teresi, İkincisi insan, üçüncüsü kuş veya dişi keçi, dördüncüsü deve veya eşek, beşincisi garip bir hayvan, altıncısı su cevheri, yedincisi domuz, sekizincisi bitki, dokuzuncusu insandır.

Balık burcu: Onun ilk ortaya çıkanı su kuşu ve su hayvanları, İkincisi su kuşu, üçüncüsü gümüş, inci, sedef veya lületaşı, dördüncüsü alaca bacaklar, beşincisi et yi­yen hayvan, altıncısı beygir veya adam, yedincisi insan, sekizincisi meyve veya kuyu, dokuzuncusu balıktır.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, bu sanat ve hüküm erbabının bu meselelerde anlatmaktan ve incelemekten vazgeçtiğimiz daha birçok delili vardır. Çünkü biz her ilimden ancak kardeşlerimizi o konuda uzmanlaş­maya teşvik etmek ve özendirmek için geri kalanına bir mukaddime ve giriş olacak

’ Üsrüb kelimesinin kurşun anlamına gelmesinden hareketle “kulai” kelimesinin de kurşunun eş anlamlısı olduğu düşünülebilir, (ç.n.)

” “Sekizincisi” ya gerçekte yok ya da matbu metinde atlanmış, (ç.n.)

kadar bahsediyoruz. Çünkü bir şeye teşvik etmek o konuyu öğrenmeye ve bilme­ye aşırı istek uyandırır. Kardeşlerimizin -Allah onları ve bizi kendinden bir ruhla desteklesinböyle bir ilmi öğrenmeleri ve hiçbir konuda ondan taviz vermemeleri gerekir. Çünkü o, muhteşem, değerli ve üstün bir ilim, semavî bir cevher ve başla­ması İlahîdir. Aşağı âlemde ve yer merkezinde olanların tümünün yönetimi doğuş, musibet, eksilme ve tamamlanma halindedir.

Önce bu sanat sahiplerinin başladığı ve yeni öğrencilere meselelerin ayrıntılarını ve onun ne ve neden olduğunu, ondan neyin çıktığını soran kimsenin sorduğu sırrın bilgisini bilmeleri için mukaddime yaptığı şeyleri anlatmak istiyoruz. Bu, kehanet ve astroloji sanatında dayanılan esastır. Kehanetle ilgilenen kimse, bu konuda alete, hesap yapmaya ve kitaba bakmaya ihtiyaç duymaz; bilakis onu gerekli kılan doğumunda tesadüfen başına gelen şeylerin yardımıyla birlikte kaliteli ezber, ruh zekiliği, akıl sağlığı, yüksek temyiz ve keskin zekânın yardımına başvurur. Ay’ın yerini, doğanın takvimini, saatlerin ve günlerin efendilerini bildiği ve ona soru soran kimse geldiği zaman ona sorduğu şeyi, durumuyla ilgili hususu, işinin başlangıcını, sonunun nasıl olacağını haber verir. Zecr\e ilgili konuda ise soru esnasında gözünün iliştiği ilk şeyi sorulan meselenin cevheri yapmasıdır. Onu görünce ondaki “doğan"ın cevherine ve Ay vaktinin yerine bakar. Ona uygun düşerse onunla hükmeder ve ona bundan olan şeyi haber verir. Eğer bakmaktan mahrum kalırsa iyi dinlemeye döner ve işittiği ilk sesi daha önce bakma konusunda anlattığımız gibi yapar. Bununla ilgili anlatımı uzun sürecek bir ilim vardır.

Bölüm

Soran İçin Gizli Şeyin Çıkarılması Hakkında

Kardeşim! Bil ki, meselelerin üç yönü vardır: Birinci yönü, soran kişinin sana hangi konuda meselede geldiğini ve ne sorduğunu bilmendir. İkinci yönü, bu me­selenin nereden geldiğini ve ilk sebebinin ne olduğunu [bilmendir]. Üçüncü yönü, ilk etapta yargıda bulunulup bulunulamayacağım ve sonunun nereye varacağını bil­mendir. Söyle ve kıyas et. Bunu bilmek istersen sana anlatacağım şeyin delilini bil­mekle başla.

Bunu bilmek, doğana ve sahibine, Ay’a ve evinin sahibine, Güneş’e ve evinin sahi­bine, saatin sahibine ve şans okuna bakmakla olur. Onların yer bakımından en iyi ve tanık olarak en güçlü olanını çalıştır. Belirttiklerimizden herhangi bir şey bulamaz­san “doğan”ın sahibine, yüksek yerin sahibine, sınırın sahibine, üçgenin sahibine ve yüzün sahibine bak. Sonra hangisinin doğanı sahiplendiğini bil. Bu, hangisinin doğanda/talihte en çok hissedar olduğuna bakmandır. Dolayısıyla onu delil edin.

Bil ki, onun yeri iyi olunca -ki yerinin iyiliği onun evinde, yüksek yerinde, sınırın­da, üçgeninde veya yüzünde olması ve talihsizliklerden arınmış bulunmasıdırişte o delildir.

Bil ki, ev sahibinin beş payı, yüksek yer sahibinin dört payı, sınır sahibinin üç payı, üçgen sahibinin iki payı, yüz sahibinin bir payı vardır. Sen onların tanıklığı en güçlü ve yeri en iyi olanını kullan.

Bil ki, doğanın sahibi doğanda olunca buna diğerlerinden daha layıktır. Eğer o doğanda değil, fakat yüksek yer sahibi doğanda ise o bunun tamamını istila eder. Eğer ikisi birlikte doğanda iseler onlar ortaktırlar. Eğer herhangi birisinin başka bir tanıklığı varsa onun yeri daha kuvvetlidir. O, doğanda tanıklığı olan bir yıldıza sahip olması, ikisinden birine bitişmesi, Ay’ın birisinin evinde olması veya birisine bitiş­mesine tanıklık edenin üstünlüğüyle delildir. Böyle olunca o, bir şâhitlik üstünlü­ğüyle delildir. İkisi de doğanda değilse senin delil bulman gerekir.

Bil ki, olan delillerin en güçlüsü ve meseleye en uygun olanı, yeri en kuvvetli ve nasibi en çok olandır.

Bil ki, her doğanın bir efendisi vardır. Doğan bazen çıkıncaya kadar iki saat kalır. Bazen bu iki saatte birçok meseleyi sorması mümkündür. Doğanın sahibi bütün bu soruların delili olursa şu iki durumdan birinde olur: Ya tamamen iyidir, ya tamamen kötüdür. Ama durum böyle değildir. Ay bazen günün tamamında veya gündüzün bazı saatlerinde herhangi bir yıldıza bitişir. Meseleler farklılık gösterir. Bazılarında esaslar iyi düşünürken bazılarında iyi düşünülmez.

Bölüm

Feleğin Direkleri, Çeyrekleri ve On İki Evin Anlatımı Hakkında

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, yüce felek, burçlar feleğini ve diğer felekleri gündüz ve gece doğudan batıya bir defa döndürür. Vakitlerin her birinde burçlar feleğinin bazı dereceleri doğu ufkunda, bazıları gök ortasında bir derecenin hakikatinde, bazıları batanın derecesinin ufkunda, bazıları da dördüncünün derecesinde olur. Bu yerlerin her birinden diğerine feleğin dörtte biri kadar mesafe vardır. Onun her çeyreği üç kısma ayrılır: Bazısı ev (beyt) diye adlandırılır ve felek her vakitte yılın mevsimleri ölçüsünde dört çeyrek olur. On iki ev burçların sayısı kadar olur. Doğandan göğün ortasına ve batandan dördüncüye kadar olan iki çeyrek, iki eril, doğulu ve sağcı dönüşen diye adlandırılır. Onuncudan batana ve dördüncüden doğana kadar olan iki çeyrek ise iki dişil, batılı ve solcu dö­nüşen diye adlandırılır. Yine şöyle denebilir: Toprağın üstü sağdır, toprağın altı sol­dur. Başka bir bölümlemede, doğandan göğün ortasına kadar olan çeyrek gelen do­ğuludur. Göğün ortasından batanın derecesine kadar olan çeyrek, kaybolan güneyli­dir. Batıdan çeyreğin derecesine kadar olan çeyrek, gelen eril batılıdır. Dördüncünün derecesinden doğana kadar olan çeyrek, kaybolan dişil kuzeylidir. Bunlar iki dişil çeyrek diye adlandırılır. Göğün ortasından onun son üçüncü derecesinin sonuna ka­dar olan yarıya yukarı çıkan; karşısındaki yarıya da aşağı inen denir. Bu dört [ çeyrek] burçların sayısına göre on iki kısma ayrılır. Onların her bir kısmına ev (beyt) denir.

Bölüm

Evlerin Bilgisi Hakkında

Felek evlerinin ilki, birincisinin doğu ufkundan doğduğu evdir. Ondan sonraki İkincisi, sonra üçüncüsü, sonra dördüncüsü, sonra aynı şekilde diğerleridir. Onlar­dan her ev, on İkinciye kadar onu izleyen sayının adıyla adlandırılır. Bu on iki evden her birisi özel bir isimle adlandırılır ve içinde bulunan şeylere nispet edilir.

Bölüm

Birinci eve doğan (tâ/z") denir. O, bedenlere, hayata ve her başlamanın hallerine delalet eder. İlk üçgenin hareketi hayat, ömür ve onun uzunluk ve kısalığına delalet eder. İkincisi cisimdeki güce delalet eder. Üçüncüsü surete delalet eder.

İkinci eve beytülmal denir. O, mal toplama, yığma, yaşam sebepleri, onların halleri, alma ve vermeye delalet eder. İlk üçgenin hareketi mala, İkincisi yardımcılar ve hayata, üçüncüsü mürüvvet ve lütfa işaret eder.

Doğanın üçüncü evine erkek kardeşler, kız kardeşler, yakınlar, hısımlar, ilim, dü­şünce, din, fıkıh, düşmanlıklar, dinler, kitaplar, haberler, resuller, yakın kutsal kitap­lar, kadınlar ve kısa rüyaların evi denir. İlk üçgen erkek ve kız kardeşlere, İkincisi akrabalara, üçüncüsü ise tebaaya delalet eder.

Doğanın dördüncü evine babaların evi denir. O, babaların, aslın, cinsin, iki yerin, köylerin, şehirlerin ve binanın hallerine, yer altındaki her gizli şeye, hâzinelere, akı­bet, ölüm ve defin, mezar kazma, çarmıha germe, yakma, bazı yerlere atma, hayvan eti yeme gibi ölü insanın daha sonra uğradığı hallere ve ahirette nefisle ilgili sevap ve cezaya delalet eder. Nefisle ilgili olan bu kısım üzerinde düşünmek erdemli kardeşle­rimizden olan âlimler dışında hiçbir kimseye nasip olmaz. Biz bunun nasıl olacağını lezzet ve acıların keyfiyetini, ölüm ve ölümden sonraki durumların açıklamasını an­lattığımız sırada “Risâletu'l-Câmia’da anlattık. İlk üçgen babalara ve anneler, İkincisi işlerdeki sona, üçüncüsü iki yere ve şehirler kurmaya delalet eder.

Doğanın beşinci evine çocuğun evi denir. O, çocuk, elçiler, hediyeler, rica, ka­dınları isteme, arkadaşlık, arkadaşlar, şehirler ve şehir halkının hallerine, kayıpların ürünlerine, çokluk ve azlıklarına delalet eder. İlk üçgen çocuk, lezzet, yeme ve iç­meye; İkincisi haberlere ve elçilere; üçüncüsü ise karşılıklı konuşma ve arkadaşlığa delalet eder.

Altıncı eve hastalık evi denir. O, hastalıklara, sebeplerine, müzminliğe, kölelere, cariyelere, duruma, zulme ve bir yerden bir yere taşınmaya delalet eder. İlk üçgen hastalığa, İkincisi kölelere, üçüncüsü niyet ve düşünceye delalet eder.

Onun yedinci evine kadınlar evi denir. O, kadınlara, evlendirmeye, sebeplerine, husumetlere, zıtlara, sefere, selefe, sebeplerine ve ortaklığa delalet eder. İlk üçgen evliliğe, İkincisi zıtlara, üçüncüsü ortaklığa delalet eder.

Sekizinci eve ölüm evi denir. O, ölüm, öldürme, miraslar ve öldürücü zehirler ve korkuya; helak olan ve kaybolan her şeye, emanetler, tembellik ve atalete delalet eder. İlk üçgen ölüme, İkincisi korkuya, üçüncüsü miraslara delalet eder.

Dokuzuncu eve yolculuk evi denir. O, yolculuklar, yollar, gurbet, rablık, nübüv­vet ve din konusu, bütün ibadet evleri, felsefe, bilgi takdimi, astroloji ve kehanet ilmi, kitaplar, elçiler, haberler ve rüyalara delalet eder. İlk üçgen yolculuk ve uy­gunluğuna, İkincisi din, ibadet, kitaplar, ilim ve felsefeye, üçüncüsü rüya ve düşlere delalet eder.

Onuncu eve saltanat evi denir. O, yükseklik, krallık, saltanat, vali, kadı, üstünlük, erkek, sanatlar, anneler ve işlere delalet eder. İlk üçgen saltanat, kudret ve yönetim­lere; İkincisi gizli soruya, meleklere ve vahye delalet eder. Onun saltanat, kudret ve yönetimler olduğu söylenir. Üçüncüsü annelere delalet eder.

On birinci eve şans evi denir. O, mutluluk, ümit, arkadaşlar, sevgi, övgü, vaatler, beklentiler, çocuklar ve yardımcılara delalet eder. İlk üçgen işlerde ümide, İkincisi mutluluğa, üçüncüsü arkadaşlar, cömertlik ve nezakete delalet eder.

On ikinci eve düşmanların evi denir. O, düşmanlar, sıkıntı, üzüntü, keder, haset, iftira, kurnazlık, hile, zorluk, inatçılık ve ordulara delalet eder. İlk üçgen düşmanlara, İkincisi sıkıntı, iftira ve kedere, üçüncüsü inatçılığa delalet eder.

Bölüm

Meseleler Hakkında Bilgilenmek ve Onlardan Haber Vermek Konusunda

Sana bir mesele sorulursa doğanı onun derece ve dakikalarına yerleştirdiğinde ve delili öğrendiğinde bak. Burçların herhangi birisinde, sınırların herhangi birisinde Ay’a bak. Sınırlardan vazgeçenden, birleşen kimseye, iki yerin hangisinde daha güç­lü ise ona hükmet. Bunun açıklaması şöyledir: Biz baktığımızda doğanın Mars’ın sınırındaki koç burcu olduğunu görürüz. Mars düşmüştür, Satürn düşmüştür. Ay, doğanın üçüncüsünde Merkür’ün evindedir. Merkür doğanın yedincisinde, Venüs kova burcundadır. O zaman delil, Mars’ın ve aynı şekilde Satürn’ün düşmüş olması nedeniyle Ay’dır. Ay, doğanın üçüncüsünde Merkür’ün evindedir. Bundan dolayı biz delilin Ay olduğunu söyledik. Şöyle ki biz Ay’dan daha güçlüsünü bulamayız. Doğa­nın üçüncüsünde neşesinin evindedir. Üçgenden (teslis) Merkür’e birleşir. Merkür, yedincide Venüs’ün evidir. Onun buna bakışı teslistendir. Hasta evinin sahibi Mer­kür de soru soranın kendisine kardeşi tarafından getirilen bir mektubu sorduğuna delalet eder. Onun içinde bazı eşlerinden hali yaratmaya dönen bir kadının hastalı­ğının hali belirtilir.

Bölüm

Birisi sana nefsini, halini ve kendisine dokunan şeyleri sorarsa doğana ve sahibine bak. Doğanın ve Ay’ın şanslı mı yoksa talihsiz mi olduğuna bakan kimse [bilmelidir ki] eğer o şanslı ise hali iyidir; talihsiz ise hali kötüdür; karışık ise vasattır.

Eğer bulunduğu durumun devamlılığını sorarsa doğanın ve Ay’ın sahibine bak. Eğer bu iki sabit burçta veya direklerde ise bulunduğu durumun devamlılığına dela­let eder. Eğer bir direği takip eden şeyde iseler o, bulunduğu durumun yok olacağına delalet eder. Eğer talihsizlik direkten önce ise ona “Sen kötü haldesin” de. Eğer di­rekte ise ona “Sen bugün o durumdasın” de. Talihsizlik direkten sonra ise “Bundan sonra, özellikle on İkincide olunca korkman gerekir” de. Eğer doğanın sahibi şans­tan şansa geçerse “Bir hayırdan diğer hayra” de. Talihsizlikten talihsizliğe geçerse “Bir kötülükten diğer kötülüğe” de. Eğer doğanın sahibi Ay evinin sahibine bakarsa “Sevinç kazanırsın” de. Evinin ve yüksek yerinin sahibine bakarsa o bir makamdan diğer makama yükselir. Ondan ayrılan yıldız, Ay evinin sahibi, yeniden başladığı ko­nuda ona dönen şeydir. Sana mal sorarsa bak; doğanın sahibi eğer İkincinin sahibine bitişirse o istediğini elde eder. Eğer bir yıldız aralarını açarsa bu konuda aralarına bu yıldızın cinsinden bir insan girer. Bunu bilmek, feleğin evlerinden herhangi bir evin sahibini bilmen ve dolayısıyla onun evine bakması halinde bunu ona nispet etmen­dir. Eğer İkincinin sahibi İkincide olursa o, önündeki bir işe kavuşur. Eğer İkincinin sahibi üçüncüde ise o, erkek ve kız kardeşlerine kavuşur. Dördüncüde ise babalara ve iki yere; beşincide ise oğla ve ticarete; altıncıda ise kölelere ve hastalara; yedincide ise kadınlar, husumetler ve ortaklığa; sekizincide ise miraslara; dokuzuncuda ise din ve kitaplara; onuncuda ise sultanlara ve atalara; on birincide ise arkadaşlara, kardeşlere ve ticaretlere; on İkincide ise ilaca ve bozucu duruma kavuşur. Eğer onun evinde ise ortadır; düşüşünde ise biraz kötüdür. Şanslı ise iyidir. Eğer İkincinin sahibi Mars ile bağlantı kurarsa çalma, hırsızlık, günah ve husumetler söz konusudur. Satürn ile bağlantı kurarsa o, kendisine ancak yorgunluk ve zahmetten sonra ulaşılan zorluk ve sıkıntı söz konusudur. Jüpiter ile ilişki kurarsa takva, din, züht ve fıkıh söz konusu­dur. Merkür ile ilişki kurarsa yazı, hesap, ticaret ve konuşma söz konusudur. Venüs ile ilişki kurarsa kadınlarla ilgilidir. Güneş ile ilişki kurarsa krallar ve sultanlarla ilgi­lidir. Ay ile ilişki kurarsa konuşma ve elçilikle ilgilidir.

Bölüm

Hint Bilgeleri ve Diğerlerinin İç Dünya ile İlgili Sözleri Hakkında

İlk delil doğanın efendisi veya onun yönetimini kabul eden yıldız ise iç dünya/ damîr, felekte doğanın sahibinin yerinden veya feleğin onun yönetimini kabul eden yerindendir. İç dünya bazen bizzat doğanın derecesinden çıkar. Bunun için doğanın derecesinin hangi yıldız ile ilişki kurduğuna bakman ve doğanda bulunan yıldızdan gafil olmaman gerekir. O doğanın derecesinden düşmezse iç dünya bu yıldızın cev­heridir. Doğanın bulunduğu herhangi bir evin sahibine bakarsan mesele, baktığı bu evin cevheriyle ilgilidir.

İkinci delil, Virunus, Antalikus, Batlimus, Valis ve Ranbus’un görüşüdür: Bu, onun hangi evin sahibi olduğuna ve içinde şans oku bulunan burca bakmandır. Mesele, doğanın bu evinin cevherindendir. Eğer doğanda olursa mesele kendisindendir. Eğer İkincide ise maldandır. On iki burcun diğerlerinde de durum böyledir.

Üçüncü delil, Hint âlimlerinin görüşüdür. Onlar dediler ki; sana senin için gizli olan bir şey sorulunca derece ve doğanın hissesinin sahibi, sınırın sahibi ve derece­nin sahibinden hangisinin daha güçlü olduğuna ve ne ile ilişki kurduğuna bak. Bu yerin sahibi, sana gizli kalan şeyin delilidir. Onların en güçlüsü, doğanın derecesi­nin hangi burçta olduğuna ve hangi burçta yer aldığına bakmandır. Eğer bu burcun sahibi orada ise ve orada bir yıldız görürsen iç dünya feleğin böyle bir evindendir. Orada yıldız yoksa bu evin sahibinin payının nerede bulunduğuna bak. Sır, doğana ve sahibinin yerine ait pay sahibinin böyle bir yerindedir.

Bu konuyla ilgili örnek, doğanın koç burcunca on iki derece olmasıdır. Her burç için iki buçuk derece belirlersin ve doğan olan koç burcundan belirlemeye başlar­sın. Bu hesaba göre o, çocuğun evi olan aslan burcunda olur. Orada ne Güneş ne de yabancı bir yıldız vardır. Güneşe baktığında onun yedincide olduğunu görürsün ve meselenin bir kadınla evlenmek isteyen çocukla ilgili olduğunu söylersin. Eğer Gü­neş akıncıdaysa çocuğun hastalığıyla ilgili olduğunu söylersin. On iki burcun geriye kalanlarının durumu da inşallah böyledir.

Bölüm

İlk Ortaya çıkanlardan Delil Çıkarma Hakkında

Bu, koç burcundan doğanın ilk ortaya çıkanlarının derecesine kadar her burç için dokuz tane, her üç derece için bir ilk ortaya çıkan almandır. Yanında toplanan ilk ortaya çıkanı on ikiden at. Eğer on iki tamamlanmazsa onları koç burcundan at ve bittiği yerden başla. Bu burçta doğanın ilk ortaya çıkanı vardır. Onun nerede bulunduğunu bilince doğanın bu burcunun ne diye, mal evi mi, kardeş evi mi veya başka bir şey mi olarak adlandırıldığına bak. İç dünya, doğanın bu burcuna ait böyle bir cevherle ilgilidir. Bunun örneği şudur: Sana bir soru sorulursa ve onun doğa­nı hamle/koç burcuna ait on derece olursa bu, üç ortaya çıkandır. Bunu doğandan atarsın, böylece sayı doğanın üçüncüsünde son bulur. Onda Satürn vardır. O da geri döner. Meselenin kaybolan şeyle ilgili olduğunu söyle. Ne zaman geri döner? Mer­kür, gök ortasında doğanın ortaya çıkanının sahibidir. Doğan, Güneş’le birliktedir. De ki: Kaybolan bu şeyin görkemli bir saltanatı ve büyük bir şerefi vardır. Yanında bir ordu topluluğu ve ileri gelenlerden oluşan önemli insanlar bulunur. Çünkü Gü­neş, kova burcunda doğan yüksek yerin sahibidir. Kova burcundayken âlemin ışığı, gök ortasındaki Merkür’le birliktedir. O ikisinin -Merkür’ün evi ikizler burcundaki sahibi olan Satürn, bu kayıp olanın Müminlerin Emiri olduğuna delalet eder. Eğer bunu kanıtlarsan Satürn, âlemin senesinin sahibi olur. O, Güneş evinin ve Merkür evinin birlikte sahibidir. Soru, kitabından geri döner mi dönmez mi? Bakarsan onun inşallah geri döneceğini anlarsın. Ona hükmetme ve ondan haber vermeyi kanıtla­yan böyle bir delili soran kimse hakkındaki durum da böyledir.

Bölüm

İlk Âlimlerden Oluşan Eski Bilgelerin İttifak Ettikleri Deliller Hakkında

Doğanda dokuz, diğerlerinde üç delil vardır. Doğanda olan, doğanın sahibi, şerefinin, üçgeninin, sınırının, yüzünün, ilk ortaya çıkanın ve on ikiliğinin evi; do­ğanın derecesine giden yıldız, doğanda olan, doğandan başkasında olan, şans oku, onun sahibi, gündüz Güneş’in sahibi, gece Ay’ın sahibidir. Onların tanıklık ve ege­menliği en çok olanına bak; o delildir. Delili öğrendiğin zaman on iki evi düzelttikten sonra onun ilişki kurduğu veya onunla ilişki kuran kimseye bak. Evler iki burçtan ayrılır. Bazısı yeryüzünün kazığından, bazısı göğün ortasındandır. Bu böyle olursa doğanın derecelerinin en çoğunu al, en azını bırak ve sırrı doğanın ortasında olan bu şeye nispet et. Eğer o bir şeyle ve bir şey onunla ilişki kurmazsa mesele kendisiyle il­gilidir. Eğer delil doğandan onun İkincisine gider ve ondan bir parça çıkarsa mesele, soran kimsenin elinden çıkan şeyle ilgilidir. On iki burcun tamamına kadar, içinde delil bulunan evin cevherine kadar böyledir. Bir bağlantı olmadığında da böyledir.

Bir ilişki söz konusu olduğunda ilişki, delil olmaya daha uygundur. O zaman deli­li, delilin kiminle ilişki kurduğunu öğren; delilin baktığı evi kullan, diğerini bırak ve sırrı bu eve nispet et. Eğer delil düşüşte ise mesele, hırsızlıkla veya düşen, alçalan ya da hapsedilen bir şeyle ilgilidir. Eğer bir burçtan diğer burca intikal ederse taşınma veya seferle ilgilidir. Eğer delil sekizincinin veya on İkincinin sahibine aitse onlar talihsizlik evidir. Bu durumda mesele ölüm veya korkuyla ilgilidir. Eğer delil dönüş için durursa o, bir yolcunun ne zaman geri döneceğini sorar. Eğer doğrulmak iste­yerek durursa o, bir yolcunun ne zaman yola çıkacağını sorar. Eğer delil tereddütlü ise onun tereddüdünü sorar. Eğer delil yüksek yerinde veya gök ortasında baş ile beraber ise o, bir kralı, bir başkanı veya bir din konusunu sorar. Eğer Venüs ve Mars ile birlikteyse o bunlara bakar; Mars ve Venüs ile birlikte ise bunlar ona bakar. Bu durumda o, kadınların iftirasını sorar. Kuyruk ile birlikteyse konuşma ve husumet sorar. Aynı şekilde Ay doğanda ise husumet ve haber sorar. Eğer delil dördüncüde veya yedinci ve dördüncüdeki baş ile birlikte ise mesele, hazine veya define gibi gö­mülü mal ile ilgilidir. Aynı şekilde İkincinin sahibi dördüncüde, dördüncünün sahibi doğanda ve burç da ateşli olursa mesele, kimyanın onun için uygun olup olmadığıyla ilgilidir. Eğer burç ateş burcundan ise mesele savaşla ilgilidir. Delil kuyruk ile birlikte ise o, sihrin doğru olup olmadığını sorar. Eğer Merkür’ü görürse bunu gerçekleştirir. Aynı şekilde delil Satürn olur, o Merkür ile birlikte bulunur ve Merkür ona bakarsa mesele hapisle ilgilidir. Delil ışının altında ise mesele mahpus ile ilgilidir. Doğan Merkür’ün evi veya onun yüksek yeri ise ve deliller Merkür’ün yerlerinde ve arala­rında bağlantı var ise mesele kitap ile ilgilidir.

Bölüm

Soruların ve Cevaplarının Bilinmesi Hakkında; Evler ve İlgili Ayrıntılar

Hayat evi: Sana insanın ömrü sorulursa doğanın ve Ay’ın efendisine bak. Eğer bir yıldız hayat evinden ayrılırsa Ay’ın irtibatlı olduğu yıldız kalan ömrüne delalet eder. Eğer doğanın sahibi ışının altında ateşin içine girer ve Ay talihsiz olur, doğan­dan düşer veya bazı talihsizlikler doğanda veya yedincide olursa bu, soru soranın öleceğine delalet eder. Bunun vakti doğanın sahibi tarafından bilinir. Düşer veya aralarında bulunan basamaklardan kendisiyle yanma derecesi arasındaki şeye ba­karsa bu, onun kalan ömrüdür. Eğer değişen burçta olursa günler vardır. Eğer iki bedenli burçta ise aylar vardır. Sabit burçta ise yıllar vardır. Bunun daha şiddetlisi, talihsizliğin doğanda olması ya da doğana, dördüncüye veya sekizinciye bakmasıdır. Şanslar doğanı mutlu eder, Ay talihsizlikler görür ve doğanın sahibi de böyle olursa bu, ömrün uzunluğuna ve kalıcılığa delalet eder. Ay ve talihsizlik ile doğanın sahibi arasında olanları yanıncaya kadar say. Ay hesabından çıkan odur. Doğandan çıkan ömrün sayısıdır.

Mal evi: Sana umulan bir şey sorulursa veya biri mal elde edip etmeyeceğini so­rarsa doğanın sahibine ve Ay’a bak. Eğer mal evinin sahibiyle ilişki kurar ve Ay’ın bu mal evinin sahibinden doğanın evinin sahibine intikal ettiğini görürse “Evet, mal elde edeceksin.” de. Aynı şekilde şanslar mal evinde olur veya onunla Ay ya da doğa­nın sahibi ilişki kurarsa çok mal ve yüksek bir mevkie kavuşur. Bu şans kararsız olur ve düşerse sahibinin durumunun tersine döneceğine delalet eder. Ay gezmezse soru soran ölünceye kadar aynı hal üzere devam eder. Mal evindeki en iyi şans Jüpiter’dir. Çünkü o, dinar ve dirhemlere işaret eder.

Bölüm

Sen veya benzer şekilde sana soru soran kimse, beklediğin konuda ne kadar mal elde edeceğini öğrenmek istersen mal evinin sahibine bak. Delil Merkür ise ve o, düşüşünde veya kötü bir yerde ise malın yirmi dirhem olduğuna delalet eder. Üçgeninde ise iki yüz dirhemdir. Evinde ise iki bin dirhemdir. Yüksek yerinde ise yirmi bin dirhemdir. Bütün yıldızlar en küçük parlama miktarlarına göre on kattır.

Eğer yıldız düşüşünde veya kötü bir yerde ise onu en küçük parlama sayısına göre verir. Üçgeninde ise en küçük parlama miktarına göre on kat verir. Eğer evinde ise onların sayısına göre yüz kat verir. Eğer yüksek yerinde ise onu sayılarına göre bin kat verir. Yıldız yanıyorsa yanması ve Güneşten uzaklığı ölçüsünde azalt. Eğer Güneş’le birlikte bir tek derece ise hiçbir şey elde edemez. Ona bir talihsizlik bakar­sa, senin için belli olan yüksek yer, ev, üçgen ve düşüşe göre miktarına delalet eden şeyden yerindeki kuvveti kadar eksilir.

Eğer Jüpiter delile yüksek yerinden bakarsa bu on iki bin dirhem artar. Evin­den bakarsa bin iki yüz dirhem artar. Üçgeninden bakarsa yüz yirmi dirhem ar­tar. Kötü ve yabancı bir yerden bakarsa on iki dirhem artar. Ateşte iken Jüpiter’in verdiği Güneş’e uzaklık miktarına göre azalır. Güneş derecesinde olursa hiçbir şey artmaz. Bu konaklardan anladığın gibi, aynı şekilde talihsizlik azalır, şans artar. İki bedenli bir burçta eksilen veya artan şeyin sayısını kendisiyle çıkardığın delili ne zaman bulursan bu sayıyı katla. Bazen talihsizlikler malı veren şeylerdir. Onlar şeyin sayısının delilidir.

Bölüm

Yıldızların Yaşı Bilgisi Hakkında; Onlar En Büyük, Orta ve
En Küçük Şeklinde Üç Mertebedir

Onların en büyük yaşı, Güneş için yüz yirmi yıldır. Bu doğal ömürdür. İnsan onu Yüce Allah dilemedikçe geçemez. Venüs için seksen iki yıldır. Merkür için doksan altı yıldır. Ay için yüz sekiz yıldır. Satürn için elli yedi yıldır. Jüpiter için yetmiş dokuz yıldır. Mars için atmış altı yıldır.

Onların orta yaşı, Güneş için otuz dokuz buçuk yıldır. Venüs için kırk beş yıldır. Merkür için kırk iki buçuk yıldır. Ay için otuz dokuz yıldır. Satürn için kırk üç buçuk yıldır. Mars için kırk yıldır.

En küçük yaşı, Güneş için on dokuz yıldır. Venüs için sekiz yıldır. Merkür için yirmi yıldır. Ay için yirmi beş yıldır. Satürn için otuz yıldır. Jüpiter için on iki yıldır. Mars için on beş yıldır. Bunlar onların parlama/yaş türlerinin bilgisidir.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, biz kitapları­mızda ve risâlelerimizde akılları arıtacak ve ruhları uyaracak ilimler ortaya koyuyo­ruz. Her ilimden imkânın elverdiği ve zamanın gerektirdiği kadar aldık. Bunun ya­pabildiğimizin ve ulaşabildiğimizin en iyisi olması için çalıştık. Bundan dolayı onu kardeşlerimize -Allah kendilerini desteklesinanlattık, ispat ettik ve dile getirdik. Kendimiz için istediğimizi onlar için de istedik. Çünkü biz aynı ruhuz, aynı toprağız, aynı babanın çocuklarıyız. Bir tek rabbimiz vardır ve o, bizi aynı nefisten yaratandır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem dedi ki: “Müminin imanı kendisi için istediğini kardeşi için de iste­medikçe olgunlaşmaz” Yüce Allah dedi: “Söze kulak veren ve onun en iyisine uyan kullarımı müjdele. Onlar Allah’ın yol gösterdiği kimselerdir ve akıl sahipleridir"[138]

Hesap ilmi; geniş, dairesi büyük, her şeyi kuşatan, ama kendisi kuşatılmayan bir ilim olunca sana onun bir kısmını seni ona girmeye ve başarılı kılınanı öğrenmeye teşvik etmek için giriş ve mukaddime olarak öğrettik. Astroloji ilmi de aynı şekilde geniş bir ilimdir. O, yer âlemine hükmeden yüce gök âleminin ilmidir. O büyük ve yüce bir âlem; bu küçük ve düşük bir âlemdir. Bundan dolayı “Ruhânilerin Fiilleri Risâlesi’nde şöyle dedik: Büyük âlemin fiilleri küçük âlemde görünür. Küçük âlemin büyük âlemde görünecek fiili yoktur. Onun ancak içine konulanı ve kendisine gön­derileni açıklama özelliği vardır. Sana bu risâlede astroloji ilminin sırrını, güzel me­selelerini, doğru burhan ve delillerini öğrettik. Eğer vakıf olursan onu öğrenmeyi ve hakkında uzmanlaşmayı arzularsın.

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Astroloji bilgisi sayesinde bilgi edinmek ve yüce mekâna geçmek için göğe doğru yol alırsın. Bunu öğrenmezsen bu yolda yürümen imkânsız olur. Bilmediği yolda yürüyen kim­se neredeyse orada kaybolur. Nitekim meşhur bir darbımeselde ve geçmiş bir sözde şöyle denmiştir: “Yeryüzünü onu bilen öldürdü.” Yani bilgi ve malumat olarak. “Ve yeryüzü kendisini bilmeyeni öldürdü.” Yani şaşkınlık ve felaket olarak. Belirttikleri­mizin delili ve anlattıklarımızın açıklaması, bu meseleyi bilmektir.

Bölüm

Muhtaç bir adama dünya ve din işlerini göstermek istersen şunu bilmen gerekir: Onu kendisiyle meşhur olduğu yerde buluyor musun, bulmuyor musun? Doğanın sahibine bak. Eğer direklerde ise adam onun yerindedir. Kazığı izleyen şeyde ise onun yerine yakındır. Eğer düşmüş ise yerinde değildir. İnsan bu delili bilirse dün­ya hayatında amaçladığı şey ona kolaylaşır. Ne zaman bu bilgiden mahrum olursa amaçladığı ve yöneldiği şeyin cahili olur. Bulur mu, bulmaz mı? İstediği şeyi bulursa bilerek değil, tesadüfidir. Cahilin doğruyu bulduğu çok az vakidir.

Âlimin nefsi rahattır. Çünkü o, ancak gerekli vakitte ve doğru zamanda işe başlar ve arayışa geçer. Bundan dolayı biz kardeşlerimizin -Allah onları ve bizi kendinden bir ruhla desteklesinbütün ilimleri öğrenmesini istedik, onları bunlara teşvik ettik ve yönelttik. Bu, kişinin öğrenmekten geri kalmaması gereken dünyevî maksatlar ve cismânî amaçlar konusunda böyleyse, rabbani delilleri öğrenmekten, ahirete giden ve ona kendi kazandıklarının karşılığını vermesi için Rabbine varan yolu bilmekten nasıl geri kalabilir?

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, insanların ulaştığı bu sanatın en iyisi ve bilgilerinin en görkemlisi, kralların, sultanların, vali­lerin, veliahtların, beylerin, komutanların, subayların, vezirlerin, kâtiplerin, işçilerin ve kâhyaların hallerinin niteliğini; devletlerin başlangıçlarını ve sonlarını, çocukların ömür sürelerini ve doğumlarını, zamanlarda ortaya çıkan şeyleri ve ve mekânlarda bildikleri şeyleri bilmeleridir. Bunlar, vahiy, ilham, doğru hayal ve rüya yoluyla va­kıf oldukları ve ulaştıkları semavî haberler sayesinde bilgelerin çıkardığı, âlimlerin bildiği birikmiş ilimler, gizli sırlar ve gömülü haberlerdir. Allah’ın yardımıyla biz, bu risâlede bunların bir kısmını artırıp eksiltmeden âlimlerden naklederek anlatmayı ve bilgelerden haber vermeyi düşündük. Allah kendisinden yardım istenendir.

Bölüm

Bunlar içinde bilinmesi ve kendisiyle amel edilmesi gerekenlerin ilk şey, taç giy­dirme, krala biat ve hilafet konumunda olan bu nebevi krallığa yerleşmiş olan büyük yönetimin ve muhteşem krallığın başlamasıdır. Uygulanan ve bilinen şeylerin en üs­tünü, Ay’ın doğru ve talihsizliklerden arınmış olması istenen şeylerden olmasıdır. Bundan önce bu başlangıç ve yönetimin bulunduğu cevher, cins, belde, bölge, şe­hir ve mekân bilgisi; zaman, seçkin, kâhya, Ay’ın sahibi ve yönetimin yöneticilerine mahsus olan efendiler, şahitlikler ve dereceler bilgisi söz konusudur. Bunu taşır ve bazısını bazısında toplarsın. Birinciye sonuncuyla kıyaslarsın, sonra Ay’ın özellik­le başlangıçta nerede olduğuna, doğruluğunda, bedenine bitişen ve kendisiyle ilişki kuran şeyde, yolunda, konağında ve kendisine bakanlarda nasıl olduğuna bakarsın. Onlar onun hissesinden midir, yoksa başkasının hissesinden mi? Biatin birinde baş­langıç yapma açısından halifelerin payı Güneş’inkinden, veliahtların payı Jüpiter’inkinden, ağzı olanların payı Mars’ınkinden, kâhyaların payı Satürn’ünkinden, vezir ve kâtiplerin payı Merkür’ünkinden, işçilerin payı Ay’ınkinden, komutanların payı Venüs ve Mars’ınkinden daha çoktur. Taç giydirme, krala biat, yönetime başlama, ortaya çıkma, başkanlık, krallık tahtına oturma, emretme ve yasaklamanın en iyisi, doğanın sabit bir burç olması ve Ay’ın iyi bir yerde bulunmasıdır. Özellikle aslan bur­cunda krallık uzun olur, başkanlık süreli olmaz. Çünkü kralların emrine uygun olan burçlar koç burcu, aslan burcu ve yay burcudur. Ne zaman böyle olur ve doğanda şans görürsen bu, huyun güzelliğine ve bütün bu başlama ve krallığın iyiliğine dela­let eder. Eğer doğanda talihsizlik görürsen bunun dışında fesat ve kötülük gibi du­rumlar olur. Eğer Mars doğanda olursa yönetici sert, kaba, hafif, küfürbaz, hayâsız, dinsiz, tiksindirici, zayıf, müstehcen konuşan, hizmetçilerini ve ülke halkını küfür ve sövgü ile karşılayan, rakiplerinden nefret eden, kan dökmeyi ve ülkeler yıkmayı seven, emrettiğinde sebatsız, konumuna hızlı düşen, ayıp ve kusur işleyen, düşmanı bol ve çok yakman kimse olur.

Eğer Satürn doğanda olursa kindar, kınayıcı, kaba, görevini iyi yürütemeyen, kıs­kanç, cimri, hilekâr, açgözlü ve yerilen bir kimse olur.

Eğer Güneş doğanda ise onun başkasını engelleyen cemaati, ordusu ve sayısı çok olur; büyük bir mutluluk ve izzet sahibi olur.

Eğer Jüpiter doğanda olursa o, doğru sözlü, vefakâr, hayrı seven, bilen, dindarlara sevgi besleyen, arkadaşı çok, iyi öğüt dinleyen, iffetli ve dünyaya düşkün olmayan kimse olur.

Eğer Merkür doğanda ise düşünen, zeki, edip ve işlerini hile, akıl, kurnazlık ve düzen yoluyla sağlam yapan bir kimse olur.

Eğer Venüs doğanda olursa kadın ve hizmetçiler açısından mal ve hizmetçileri çok, zayıf bedenli, işte sebatsız, sekse düşkün, oyun, eğlence, neşelenme, gezme, iyi elbise, güzel koku, lezzetli yiyecek ve içecekleri, kadınlarla baş başa kalmayı ve onla­rın elbisesiyle süslenmeyi seven kimse olur.

Eğer Ay doğanda ise gücü ve gece yürümesiyle meşhur bir yiğit olur. Eğer baş şanslarla birlikte doğanda olursa zamanın krallarına üstün ve düşmanlarına baskın gelir.

Kral, üstünlüğü, gücü ve koruyuculuğuyla ilgili şeylerin en iyisi, Jüpiter, Güneş, Ay ve doğanın üstünde yükseldiğinde söz konusu olur. O, bazı kral burçlarındandır ve aynı şekilde kral burçlarından birindedir. Onun anlatımı açısından daha büyük ve Jüpiter’in bulunduğu burcun dönüşmesi açısından daha yücedir. Çünkü daima dö­nüşen şey emir bakımından daha meşhur, daha yüce ve daha samimidir. Onlardaki iki bedenliler cins ve karıştırma bakımından daha çok; sabitler ise durum itibariyle daha uzun ve daha dayanıklıdır.

Krallığın başlangıcında Jüpiter’in Güneş, Ay ve doğana bakmadığını görürsen bil ki, bu kral için övgü, yergi ve iyilik yoktur. Mars’ın iyi bir yerde, Jüpiter’in Mars’ın evinde, Mars’ın da Jüpiter’in evinde olduğunu görürsen, özellikle Güneş, bir gündüz burcu olan aslan burcunda onunla birlikte ise ve mal evinin sahibi bir direkten ya da sağ veya soldaki bazı kuvvetli mekânlardan ona bakarsa kral, adaletsiz, emri uy­gulayan, öldürmede başarılı, düşmanlarına karşı muzaffer, ülkeleri fetheden, krallığı koruyan, düşmanı konusunda derin ve düşmanları zayıf olan bir kimsedir.

Krallık evi olan doğandan onuncu eve bakman gerekir. Aynı şekilde, soru esna­sında veya bakma ve başlama sırasında içinde bulunduğu ve Güneş krallığının evi olan Güneş evinden onuncu eve bakman gerekir. Çünkü ne zaman bu iki mekânda şanslar bulursan ve bu iki burcun sahipleri, yeri iyi olan sabit burçlarda olursa kral mutlu, iyi ve erdemli olur. Bu mekândaki yıldızlar eğer o ikisinin yüksek yerinde, onun iki doğusunda veya başlangıç hissesinde olursa ya da onların bu başlamada toplanma, dolma veya mutluluk hissesi gibi bir payı olursa bu daha üstün ve daha iyidir. Bu, yıldızların kendi yerlerinde enlem ve kuzeyde düz seyretmeleri ve yüksel­meleri ve başlamanın gündüz gündüze, gece geceye uygun olarak fazla akmalarıdır.

Yine onların paylarının sahiplerine eksik olmadan, yavaş olmadan, düşüşlerinde ol­madan, zıtlarında olmadan, etkiler olan derecelerde olmadan, karanlık mekânlarda olmadan, Güneş ışınlarının altında olmadan bakarsın. Bütün bunlar yer, mekân ve talihsizlik ölçüsünde yalan, hile ve karıştırmaya delalet eder.

Aynı şekilde gök ortasındaki burca bakarsın. O mutlaka olması gereken yerdir. Çünkü o, kralın ve sultanın burcudur. Yıldızlardan doğanın derecesini, evi, sınırı, yüzü ve yüksek yeri öğren. Orada kim vardır? Oraya kim bakar? Orada aydınlatıcı yıldızlardan herhangi bir şey var mıdır? Onun yüksek yerinin sahibi nerededir? An­cak bunun en iyisi, onun yüksek yerinin sahibi şans olur veya gök ortasının sahibi doğuda düz seyreder. Bunun en iyisi, onun yüksek yerinde ve içinde şans olan bir yerinde olur. Bu yüksek yerin sahibi, Güneş’in, Ay’ın veya Jüpiter’in yüksek yerinde olur. Bu yüksek yerin sahibi, iyi bir yerin herhangi bir mekânındadır. O delaletini bulunduğu yerde gücü ve kendisi için belirlenmiş yıldızlar ölçüsünde getirir.

Belirli yer diye adlandırılan on birinci mekânı ve içindeki yıldızları bil. Orada Güneş, Ay, Jüpiter, Venüs, Merkür veya “baş”ı kendisine şanslar bakmakta iken gö­rürsen bu başlama, güzel gelecek, sebat, kuvvet, parlaklık ve fazlalıktandır. Çünkü böyle birinin krallığı, özellikle bu mekân şanslar burcundan olunca gayretiyle oğlu­na ulaşır veya varır. Onda Jüpiter veya Merkür, hangisi olursa olsun, bu yerde şans­lara bakar. Bu, krallığın onun oğluna geçeceğine delalet eder. Eğer Satürn’ü gün­düz yüksek yerinde veya Jüpiter’e bakarken görürsen ve Mars gece yüksek yerinde, evinde veya Jüpiter’in evinde olursa ya da Mars, düşmanlığından dolayı kendisine bakarsa ilk zamanında olan kral ülkeleri harap eder, gasp eder ve üstünlük kurar. Aynı şekilde hiç kimseden korkmayan güçlü ve cesur, kan dökmekten hoşlanan, yiğit olarak anılmak isteyen kimse olur. Özellikle Mars’la birlikte mutluluk oku ve cesaret oku olursa kan dökmeye, rakiplerini öldürmeye dalar; atlıları, silahı ve se­ferleri sever ve onun ansızın yapıncaya kadar kimseye göstermediği kendine has eylemleri olur.

Mutluluk oku, yükseklik oku ve krallık okunu koru. Onun için gündüz orada bulunan Güneş’in derecesinden koç burcunun on dokuz derecesine kadar sayarsın. Sonra bunu doğan dereceden atarsın. Hesabın bittiği yerdir. Bu derecede gündüz mutluluk oku vardır. Gece boğa burcunun üçüncü derecesinden sayarsın ve bunu Güneş’e yaptığın gibi doğandan atarsın. Gündüz Güneş’ten Ay’a kadar sayılan krallık okunu koru. Gece ondan buna kadar sayarsın. O gök ortası derecesinden atılır. Sen bu okları iyi yerlerde şanslarla birlikte bulduğunda bu, mutluluk ve krallık için daha meşhurdur.

On İkinciyi sıkıntı evi olarak adlandırılan doğandan ve şanslar ve talihsizlikler gibi onların her evindeki kimselerden öğren. Hangisi olursa olsun onda talihsizlik vardır. Onun üzüntüsünün ve düşmanlığının bu talihsizliğin gerçekleşmesi açıdan olduğunu bil. Başlama anında talihsizliklerin olduğu çalkalanan taraflar da böyledir. Talihsizliklerin özellikle toprağın altında düşmüş olduğunu görürsen onun düşman­larının, iradelerine göre zayıflık, bitkinlik ve güçsüzlüğe meyilli olduğunu bil. Bunun en iyisi, doğanın gök ortasında direkte olmasıdır.

Hilacı ve ondan gördüğün kimseleri bil. Aydınlatanlara, ışınlara, doğanın sahi­bine, gök ortasının sahibine ve mutluluk okuna bak. Çünkü talihsizlikleri ne zaman bu yerlerin birinde ışınlarla birlikte görürsen orada zarar ve kötülük meydana gelir. Onlar bu ışını Hilacm üzerine bırakırsa onun nefsiyle ilgili olarak korkarsın. Eğer onlar ışını göğün ortasına bırakırsa onun krallığıyla ilgili olarak korkarsın. Onlar ışını doğanın üzerine bırakırsa onun hakkında bütün işleriyle ilgili olarak korkar­sın. Eğer şanslar belirttiğim bu yerlere ışın bırakan şeyler ise onun hakkında sevinç, mutluluk, doru yolda yürüme ve hayır ile hükmet. Krallık ve saltanatın bekası için bakışın özellikle gündüz Güneş ve doğandan olsun. Ona ne zaman talihsizliklerden ışın düşerse bu, korkuya delalet eder. Allah daha iyi bilir.

Hilac konusunu öğrenince doğumlar konusunda sana anlattıklarımdan sonra kâhyaları ara. Eğer kâhyalar direkte ise bu, aylara delalet eder; düşmüş ise derecesi sayısınca günlere delalet eder. Aynı şekilde ateşlerin baktığı şanslar ve talihsizliklere bak. Eğer onlar güzel bir yerden üçlü ve altılıdan bakarsa bu, yıllar ve aylarda artışa delalet eder. Düşmanlık bakışı değilse o, eksiklik, toplanma ve dolmaya delalet eder. Direkte, direği izleyen şeyde veya güzel bir yerde olan sahibinde yer alırsa Allah’ın izniyle fazlalık, güç ve başarıya delalet eder.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, o, bu çalışma, bu ilmi bilme, bu sanatı pekiştirme ve hesabı düzenleme ile olunca bütün iş, yeryüzü saltanatı ve felsefî bilgi siyaseti için olur. Eğer o bu işi üstlenen biriyse bu çalışmayı kendisi için yönetecek ve hesabı düzenleyecek birine ihtiyaç duyar. Bu böyle olunca o ne kral ne de imamdır. O ancak Allah’ın kendi işiyle görevlendirdiği ve melekle­riyle desteklediği halifedir. O, bunu bütün felekî mutlulukları onun için toplayan ve ruhâniyetleri kendisine çevrilen tedbir ile yönetendir. Nitekim Yüce Allah, Davud Oğlu Süleyman’ı krallıkla desteklemiş; cinleri, insanları, kuşları ve vahşi hayvanla­rı onun hizmetine vermiştir. Yine Musa’yı (as) Firavun, ülkesinin halkı ve devlet adamlarına üstün gelmesi ve sihirbazlarının ona icabet etmesi için konuşması ve emriyle desteklemiştir. Onlar onun zamanındaki müneccimler ve kâhinlerdir. Kral­lığı onun adına vakıf oldukları ve ilimleriyle ulaştıkları şeylerle yönetiyorlardı. Onlar Musa’dan (as) gözlerini kamaştıran ışığı gördüklerinde; ilimlerinde onun yaptığının ve getirdiği şeyin geçersiz olduğuna dair bir şey görmediklerinde; onların Firavunun emri olarak tâbi oldukları her şeyin yok olacağını ve ortadan kalkacağını [anladık­larında] ve şansların tümüyle Musa ve Harun’un (as) hizmetine girecek şekilde dön­düğünü gördüklerinde şöyle dediler: “Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine inandık.”[139] Külli destek ve ilahi emrin bu şansları Musa ve kardeşine çevirdiğini görünce ona icabet ettiler ve önünde boyun eğdiler.

Yüce Allah desteğini kendisine çevirdiği, ona vahiy indirdiği, krallar kendisine itaat ettiği, yanlarında kitap ilmi bulunan kâhinler ve müneccimler icabet ettiği, ona inanıp peygamberliğini tasdik ettikleri, kendisi onların yöneticisi ve hâkimi olduğu, onların yönetimine ihtiyaç duymadığı, onlara sahip olmadıkları ve güçlerinin yet­mediği şeyleri getirdiği ve ulaşamadıkları ve güç yetiremedikleri felek ilmini ve gök haberlerini getirdiği zaman Peygamberimiz Muhammed’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) durumu da böyledir. Onlar bunu görünce onun desteğinin ilahi, hikmetinin rabbani ve kendisine öğretilen işin feleklerin üstünden ve göklerin en yüce makamından olduğunu bilip anladıkları zaman o, çevreleyen arş ve geniş kürsi ile buluşur.

Bu, muazzam yönetim ve Yüce Allah’ın halifeliği demek olan büyük hilafet sıfa­tıdır. Ona halife kılınan, kendi zamanında Peygamberdir. Ondan sonra o Rabbine -ismi yüce olsungittiği zaman Peygambere (as) halifelik edecek kimse bu sözleş­meyle [halife] olur.

Risalet evi halkına (as) özgü bu velayet söz konusu olduğunda onlar bunda ken­dilerinden başka yöneticilere ve âlimlere ihtiyaç duymazlar. İnsanlar onların sırla­rından haberdar olmazlar ve haberlerini, doğumlarını ve öldükleri zaman yaşlarını bilmezler. Onların kendilerine özgü ve bilmeleriyle âlemden ayrıldıkları ilimleri ve başkalarının ortaklığı olmadan yaptıkları amelleri vardır. Bundan dolayı onlar baş­kanlığı hak etmişler ve halifelikle nitelenmişlerdir. Onlar bu ilmi göstermeleri gere­ken vakitte ilahi dileme ve rabbani irade olmadan hiçbir ameli göstermezler ve hiçbir fiili ortaya çıkarmazlar. Onlar nefis tabipleri ve ruh doktorlarıdırlar.

Biz sana açıkladığımız ilim, eylem ve yönetimle ancak bu sanat sahiplerinin be­lirttikleri ve bu yönetimle görevlendirilen kral ve halifenin efendi değil, köle oldu­ğunun bilinmesi için hilafete başlama, krallık tahtına atanma, bunun için toplanma, işlediklerini iddia etme, yaptıklarını yönetme, ödül, mal ve hilat isteme zamanında yaptıkları şeyi kastettik. O ancak yeryüzüne ait bir destekle desteklendi. O hapse­dilmiş ve engellenmiştir. O devam eden ve ancak ölümle çıkabilecek olan bir sihir­le büyülendi. Bu krallığın başında gerçekleşmeden önce bu bilgiye ve doğru sanata sahip olan kimse onu sağlıklı düşünemez. Eğer bu gerçekleşse zaman istediği işe uygun biçimde hazır olmaz. Bu onun için hazır olsa doğum hükmü ona karşı çıkar. Bu gerçekleşse sanat sahipleri arasında anlaşmazlık ve çekişme olur. Anlaşmazlık olduğunda ihtilaf edilen şey bozulur.

Anlattıklarımız sayesinde Aziz ve Çelil olan Allah’ın hilafetinin ve mahlûklarının hilafetinin nasıl olduğunu anladın. Birisi bunu iddia ederse, bil ki, o ancak Yüce Allah’ın emriyle olur. Halife seçilen kimse bu hususta ismi yüce olan Allah’ın emrine uyarsa doğru söylemiş olur. Yüce Allah’ın dediği gibi, ona itaat eden kimse Allah’a itaat etmiş olur: “Kim Peygambere itaat ederse Allaha etmiş olur”[140] Eğer ondan tersine saparsa Yüce Allah’ın emrinden çıkar ve yasağını işlemiş olur. Bu sözü açıklamak ve bu manayı izah etmek istiyoruz.

Kardeşim! Allah seni desteklesin! Bil ki, Allah’ın yeryüzünde seçtiği ilk halife Âdem’dir (as). Yüce Allah, yasakladığı ağaca yaklaşmamak suretiyle düşmanı ve mu­halifi olan İblise karşı çıkmayı emredince Allah’ın emriyle cennette oldu. İblise itaat edip onu kabul edince ve ağaçtan yiyince Yüce Allah’ın emrinden çıktı, Allah lanet etsin, İblis’in emrine girdi ve hataya düştü. Çünkü Yüce Allah emrettiğinde ona karşı çıktı; İblis emrettiğinde ona itaat etti. Allah’ın, tavsiyesini unutması sonucu, hatır­latmada ona seslenmesiyle bunu bilince geri döndü, tevbe etti, ona yöneldi, İblisin büyüklendiği gibi büyüklenmedi.

Böylece Yüce Allah, İblise, Âdem’e secde etmesini emretti. Nefsi, kendisinin ondan daha iyi olduğu yönünde onu kandırıp da secde etmekten kaçınınca Yüce Allah’ın emrinden çıktı ve nefsinin emrine uydu.

Orada tevbeden sonra Âdem’i halife seçen Yüce Allah’ın emriyle yeryüzünde Âdem’in soyundan halife seçilenlerin durumu da böyledir. Bu, onun çiğnemediği, unutmadığı ve geride kalıcı bir söz olarak bıraktığı ikinci emir ve ikinci tavsiyedir. O, peygamberlik hilafeti, risalet ve imamet krallığıdır. Kim bu emri çiğner, bu tav­siyeye karşı çıkar ve Allah’ın kullarını kendi çabası ve hırsıyla yönetmek için Yüce Allah’ın halifesi olmak isterse bu onun için gerçekleşmez. Eğer gerçekleşir ve bunu başarabilirse o, İblis’in halifesidir. Çünkü bu bir hile, tuzak, kandırma, haddi aşma, gasp, zulüm, düşmanlık, aşırılık, azgınlık ve isyandır. Bunu yapınca ona bir yıldızın ruhâniyeti yapışır ve ölünceye kadar daima mahpus ve hükümlerinde mahsur olur.

Dünyadaki kralların, sultanların ve zorbaların durumu da böyledir. Bundan do­layı onlar müneccimlere ve marifet ehline muhtaç olurlar. Hatta bazısı, bu sanatın erbabı olan âlim bir bilgeye varınca, isteğini ona iletince ve onun kendisinden sadır olan, ortaya çıkan şeyleri ve işinin sonunu bildiğini anlayınca onu öldürür, hapse­der veya konuşmasını engeller. Onun için en sevimlisi öldürülmektir. Bundan dolayı âlimler ilimlerini krallara tamamen göstermezler, bunları onlardan gizlerler ve ken­dilerini özendirdikleri dünya işlerine ve hallerine rağbet etmezler.

Kardeşim! Bil ki, bu sanat gerçek ve kesindir. Onu hakkıyla bilen kimse, sırat-ı müstakime vakıf olur. “Bilirseniz o gerçekten büyük bir yemindir.[141] Âlime onların il­minden verilen, denizdeki bir nokta ve damlalardan bir damla gibidir. Çünkü dünya bütünüyle, yeryüzü üzerindeki, içindeki, karnındaki ve sırtındaki şeylerle açık ara­zideki bir hardal tanesine benzer. Akıl onun bölgelerinin genişliğini en küçük felek olan Ay feleğine kıyasla idrak edemez. Bu böyle olunca Yüce Allah’ın halifeliğinin, bildikleri beşerî siyaset yönetiminin dışındaki bir konu ve bilgilerinden gizlenmiş bir ilim olduğu anlaşılmış olur.

Kardeşim! Bil ki, içinde hilafet sırrı ve nübüvvet ilmi olan ev, kendilerinden çıkan ayetler ve bildikleri mucizeler sebebiyle halkını cahiliyede ve İslam’da büyük sihirle niteledikleri evdir. Onların düşmanları, bildiklerinin benzerini yapmaktan aciz oldukları ve onların bildikleri ilmi bilmedikleri için konumlarında devam edecek­leri bir hal bulamadılar. Ancak “Onlar sihirbazdırlar; onların bu konuda kendilerini destekleyen cin yardımcıları var.” dediler. Heyhat, kendileriyle arzuladıkları şeyler birbirinden ayrıldı! O ancak yazıcı yüce meleklerin ve hesap tutan koruyucuların in­dirdikleri ve ismi yüce olan Allah’ın emriyle seçtiği kullarına ve yeryüzünde hilafete uygun bulduğu kimselere öğrettikleri İlahî bir bilgi ve rabbani bir destektir.

Kardeşim! Bil ki, Yüce Allah’ın yaratıkları hakkındaki delili ve hayvan âleminden oluşan yeryüzünde emini ve yeryüzünde bitkiler, hayvanlar ve aynı şekilde madenler üzerindeki halifesi insanın suretidir. “Ruhânîlerin Fiilleri Risalesindedediğimiz gibi, geniş daire daima onların fiillerini gösterir ve altındakiler üzerindeki etkilerini açık­lar. Bil ki, maden dairesinde üstün ve değerli cevherler vardır. Bitkilerde, ağaçlarda, onlardan görünen ve oluşan şeylerde de böyledir. Kapsayıcı (el-Câmia) risâlemizde belirttiğimiz gibi, yine hayvanlar içinde krallar ve başkanlar vardır.

Bil ki, hayvanlar içinde krallar ve başkanlar vardır. Bazısı, yırtıcı kuşlar ve vahşi hayvanlar gibi, zalim ve gaddar olup işlerini zorbalık, gasp ve zulümle yapar. Onlar kınamanın zirvesindedir. Onlara yaklaşma az yararlanmalıdır. Daha doğrusu, uygun olan, onlardan kaçmak ve uzaklaşmaktır. Onlar içinde, soylu at, sığır ve koyun gibi, işlerini iyi huylu ve güzel ruhlu olarak yapan krallar da vardır. Kuşlar da böyledir. Bu, bütün yaratıklarda ve tüm yer dairesinde mevcuttur.

Maden, hayvan ve bitkilerde böyleyse bütün bunların tamamen kendisi için ol­duğu insan âleminde nasıl böyle olmaz? Bu burhana göre kendisinde cehalet görü­nen ve ilim olmayan her zorba ve sultan, yırtıcı kuşlar ve vahşi hayvanlar gibi gücü yettiği zaman ve ulaşabildiği vakit yakalar. Ona komşu olanlar kendilerine getirdiği erzaktan dolayı yorgunluk, bitkinlik, korku ve meşakkat; krallığından dolayı zillet içindedirler.

Bu sıfatı taşımadan halife olanlar, peygamberler, imamlar, Allah kendilerinden, onlar da Allah’tan razı olarak iyilikle onlara tâbi olanlar, iyiliği emredip kötülüğü ya­saklayanlar gibidir. Onlar Yüce Allah’ın, emrine uyan ve âlemin düzeni kendileriyle sağlanan halifeleridir. Belki açıklık devrinde açıkça desteklerler ve mekânda bulunur­lar. Gizlilik devrinde bunun tersidir; ancak gizlilik devrinde yüzlerini düşmanların­dan tamamen gizlemezler. Dostları onları tanırlar. Onlara yönelmek isteyen kimse bunu başarabilir. Bundan başka olursa zaman, Allah’ın kulları üzerindeki hücceti olan imamdan mahrum olur. Yüce Allah hüccetini kaldırmaz ve kendisiyle kulları arasına uzatılmış ipi koparmaz. Onlar yeryüzünün direkleridir. Onlar gerçekte her iki de­virde de halifedirler. Açıklık döneminde krallıkları bedenlerde ve ruhlarda görünür. Gizlilik döneminde ise emirleri ruhlarda, akıllarda, yeryüzü krallığı ve cismânî hilafet sahiplerinde gerçekleşir. Fiilleri ruhlarda değil, sadece bedenlerde görünür. Ne ruhsal krallığa sahiptirler, ne de semavî yardımla desteklenirler. Bundan dolayı hayvanların meşgul olduklarına benzer şeylerle meşgul olurlar. Onlar karın ve cinsel organ dışında bir şeyle ilgilenmezler. Aynı şekilde onlar, Yüce Allah’ın dediği gibi, sadece dünyanın azık ve cevherlerini toplama, zevklerinden yararlanma ve şehvetlerine ulaşma konusunda ihtiras göstermeyle ilgilenirler: “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süs­lü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katindadır”[142] Bu insanlar, Allah’ın insana hitaben dediği gibi, yeryüzü salta­natıyla aldanırlar: “Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir”[143]

Kardeşim! Bil ki, Dünyaya aldanan ve kapılan kimse azabı gördüğü zaman kendi kendisine şöyle der: “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime!”[144]

Der ki; keşke dönsem, keşke tekrar gelsem. Heyhat, “Cehennemi kesinlikle cin ve in sanların hepsinden dolduracağım.” ve “Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yok tur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir”3'1 gerçekleşti. Kardeşim! Bu burhan sayesinde Allah’ın halifesi ile şeytanın halifesi ve yer krallığı ile gök kral lığı arasındaki fark senin için açıklığa kavuştu.

Kardeşim! Bil ki, kralları, başkanları, sultanları, yöneticileri, onların tebaalarını, işlerini, hallerini, onlara düşmanlık eden, zamanlarında onlara başkaldıran ve yer lerinde sıkıştıran kimselerin halini bu sanatla bilirsin. Bunu bildiğin ve buna vakıf olduğun zaman ruhun onunla güzelleşir, bildiklerine güvenirsin, hak ve kesin bilgiye sahip olan halifeye doğru yönelirsin ve onu arınmış nefsine ve aydınlanmış ruhuna halife kılarsın. Ona güç yetirir ve ulaşabilirsin kurtulursun ve açık yola ve parlak yönteme vakıf olursun. Eğer bundan mahrum olursan aklını kendine halife yap ve onun emir ve yasaklarını kabul et, hevadan sakın. O, İblisin senin içindeki halifesi­dir. Halifenin ve halife seçilenin, yani bilkuvve İblis ile onun şendeki bilfiil halifesi­nin sana karşı birleşmesinden sakın! Şöyle ki hayvani nefsin ve şehvet gücün nefs-i natıkaya ve düşünen güce üstün gelirse helak olursun.

Bölüm

Kardeşim! Bil ki, olanların en güçlüsü, İblis in gizlilik dönemindeki fiilidir. Çün­kü ismi yüce olan Allah’ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki halifesi giz­li ve saklıdır. Onun ışıkları onu bilen, ona dönen ve gördükleri dünya krallarının ve şeytan halifelerinin gücüne aldanmayan kimselerin ruhlarını aydınlatırsa onlar fani, yok olan, kaybolan, süreksiz ve devamsız konulardır. Onlar gizlilik döneminde onun krallık ve saltanatına önlerinden bakmazlar. Gizlilik ve gayb dönemi onları bu hususta şüpheye düşürmez; aksine imam, gizlilik ve gayb döneminde onların ya­nında olur. Çünkü onlar, gönderilmiş peygamber için caiz gördüklerinin benzerini vasi ve imam için de caiz görürler. Zira Peygamber onların mertebece en yüksek ve en üstünleri idi. Onlar peygamber için ölüm, öldürülme, yardımcı bulamadığında düşmanlardan kaçma, yeme, içme, evlilik, sevinç ve üzüntüyü caiz görürler. Felekî durumlar bizim bedenlerimize iliştiği gibi onların bedenlerine de ilişir. Ancak on­ların ruhânî, yüksek ve nuranî nefisleri feleklerin dışından olduğu için felek onların nefislerine değil, bedenlerine hükmeder. Onlar bedende bize benzerler. Ancak ruh açısından onlarla bizim aramızda, düşünmeyen hayvanlarla bizim aramızda olduğu gibi fark vardır.

Bu, uzayan bir meydandır. Onu açıklamak istersek bu risâledeki amacımızın dı­şına çıkmış oluruz. Önümüzdeki konuya dönüp diyoruz ki; biz krallığa başlama, taç giyme ve saltanat tahtına oturma şeklini anlattık. Bu sanatı bilme ve onu uygulama kapsamında izzet ve yöneticilik bayrağını dikme ve taç giyme şeklini, savaşların ala­metini anlatalım. Bu, anlattıklarımızdan sonra bu sanatın en iyi işidir.

34. Meryem, 19/71.

Bölüm

Batlamyus dedi ki: Bu iş esnasında velayet sözleşmesi ve ona ait tahsilleri izleyen şeyler hakkında Ay’a bak. Onu Jüpiter’den düşürme. Satürn’ü onunla irtibatlı yap. Satürn’ün evinde Ay, ayın başında üçleme (üçgen) ve altılama (altıgen)dandır. Ay’ı Satürn’ün evine koyun. Sana anlattığım gibi, Ay, ayın başında üçleme ve altılamadadır. Şansların Ay’a biraz bakmasını sağla. Bu böyle olunca bu velayet ve sözleşme gördü­ğü Mars gücü ölçüsünde yıllarca, sonra aylarca, sonra günlerce devam eder ve uzar. Eğer Mars ayın başında anlattığım yerde, Ay ve şanslar ise onunla beraber olursa işi­ni yapanlar onu ifsat ederler, karalarlar; ordu ona karşı korkutulur, bu işindeki krallı­ğı elinden alınır ve işinin sonu şanslar ve Ay’ın mekânı sebebiyle selamete gider. Eğer Mars ayın sonunda ise o uygun ve iyidir. Eğer Mars ve Satürn birlikte gök ortasına düşman gibi bakarlarsa bu sancağın helak olacağından korkulur, sahibi öldürülür, içinde öleceği bir zindana hapsedilir veya bazı çalışanları tarafından yok edilir. Eğer Satürn ayın sonunda ise o, gücünün payı olması halinde yerilir. Ancak zayıf olursa onun payı olmaz ve üzerindeki şanslar güçlü olur. Ay Satürn’de ve anlaşma doğanın benzerinde olunca sahibi heybetli olur ve insanlar ondan korkarlar. O zaman Ay’a bak. Eğer makbul ise tebaasının onu övdüğüne delalet eder. Makbul değilse onların nezdinde onlardan ayrılıncaya kadar yerilir. Eğer talihsiz olursa kötülüğü artar ve ondan şiddet görürler. Buna kıyasla iş, bundan doğan şey ile olur.

Bölüm

Ey kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Peygam­ber ve imam -Allah onlara salât etsiniçin yapılan sancak, bundan daha yüce ve daha açık bir ilimle olur. Bu ona destekleme niyetiyle ve engelleme muvafakatiyle verilir. Peygamber veya imam onu, Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sancağı vermesi gibi, ancak bu ilmin mirasına layık olan kimseye verir. O ashabına dedi ki: “Sancağı yarın Al­lah ve Resulünü seven ve Allah ve Resulünün de kendisini sevdiği bir adama verece­ğim. O kaçmadan tekrarlar ve fethi gerçekleştirmeden dönmez” Nitekim bu öyle oldu. Yine grupların şeytanına çıkardığı vakit olduğu gibi ve bunun gerektiği vakitte ona tâbi kıldığı makbul dua gibi. Böyle bir ilim sayesinde peygamberlerin ve imamların fiillerini ve onların ashap ve tabilerinin amellerine dair bildiklerini bilirsin. Onlar bunlardan her birine konumuna uygun olarak hak ettiği ve kendileri nezdindeki fazilet yüceliğinden sadır olan şeyi verirler. Bu, onda gördükleri iyiliğe bağlı olarak artar ve eksilir.

Biz bu sanatın güzelliklerini, ilginçliklerinin garip yanlarını ve sihirlerinin ince­liklerini dile getirerek anlattığımızda sana garip bir ilim ve ilginç bir sihir olan bu bölümü anlatmış olduk. Sen kendin katılmak istediğinde ve bu konuda ortak görü­şe sahip kardeşlerin veya çağrıldığı davet ya da ziyafetin durumunu soran kimseler katılmak istediğinde onun hali ve meclisin niteliği nasıldır, kimler gelir ve yiyecek, içecek ve nedim olarak neler getirilir, davet sahibi nasıl biridir ve bulundukları orta­mın niteliği bütün olarak nedir? Ona şunları söyleyerek ve bu bölümde açıklayacak­larımızla hükmederek başla:

Bölüm

Bunu istediğinde doğana bak. O, evde yenen şeylere delalet eder. Doğanın ikinci burcundan yenen şeyin mahiyeti, üçüncü burçtan katılımcıların ve nedimlerin ni­teliği ve dördüncü burçtan oturacağı yerin batı mı doğu mu, güney mi kuzey mi, iyi mi kötü mü olduğu anlaşılır.

Bil ki, beşinci burçtan içeceğin ne olduğu, altıncı burçtan hizmetçileri, yedinci burçtan gidilen yerin değerli mi yoksa değersiz mi olduğu, sekizinci burçtan bu ek­mek ve yemek, dokuzuncu burçtan yanında oturduğun dostun, onuncu burçtan seni davet eden ev sahibi, on birinci burçtan şarkıcıların durumu, on ikinci burçtan evin kadınları ve erkekleri anlaşılır.

Eğer Ay doğanda ise onların yemeklerinde yaş çok, tat ve güzellik az, et suyu fazla, sululuk aşırı olur.

Eğer Ay doğanda Mars ile birlikte olursa davette çok şey vuku bulur.

Ay ve Mars göğün ortasında olursa davette yaralama ve öldürme yoluyla kan dö­külür.

Ay Merkür ile birlikte olursa mecliste alış veriş gerçekleşir.

Ay Venüs ile birlikte olursa davette neşe ve eğlence olur.

Doğanda adlandırdığımız şeylerden bir olursa o Ay konumundadır.

Ay Satürn’e üçgenden bakar ve Ay su burçlarının birinde olursa davette yenen şey balık veya herhangi bir deniz hayvanıdır.

Ay terazi burcunda ise yenen şey tahıldır.

Ay ikizler ve kova burcunda ise davette yenen şey kuş etidir.

Eğer Ay Satürn’e dörtleme ve karşılaşmadan bakıyorsa davette yenen şey soğuk ettir.

Ay Mars ile birlikte ise veya ona bakıyorsa yenen şey sıcak ettir.

Satürn doğanın beşincisinde ise içecekleri acıdır.

Mars beşincide ise içecekleri ekşidir.

Jüpiter ve Merkür beşincide ise içecekleri çok tatlıdır.

Venüs beşincide ise içecekleri tatlı ile acı arası bir tatta, güzel kokulu, lezzetli ve hoş renklidir.

Ay akrep burcunda kuyrukla birlikte olursa meclisinde zehir içirilmekten sakın.

Ay aslan burcunda ise etten sakın. Eğer yay burcunda ise av eti yemekten sakın.

Ay terazi burcunda ise turp ve tahıl yemekten sakın. Yersen sana zarar verir. Doğ­rusunu Allah daha iyi bilir.

Kardeşim! Şu acayip ilme ve mevcutlarda gerçekleşen tüm şeyleri kapsayan sağ­lam sanata bak. Onun güzel yaptığı, kullanmayı ve hakkında hüküm vermeyi güzel­leştirdiği olaylar meydana gelir. Uygulamayı başaran kimse bu ilim sayesinde olacak şeyleri olmadan önce haberverir. Bu, yeryüzüyle ilgili gayb ilminin bir türüdür. Zecr ve fal ile olan şeyler de böyledir.

Bölüm

Bu sanatın güzelliklerinden ve sırlarının ilginçliklerinden biri de bir topluluğu ziyaret etmek ve yanlarında gecelemek isteyen kimsenin durumunu, buradaki işini ve varacağı neticeyi bilmektir.

Bunu istersen Venüs’e bak. O, kadınların haline delalet eder. Mars veya Satürn’ün evinde ise o gece kendi karısından başka bir kadının yanına varır. Eğer Venüs Merkür’ün evinde, kova burcu, oğlak burcu veya yengeç burcunda olur ve Ay da onlarla birlikte olursa o, ışıklı ve aydınlık bir evde bakire bir kadının yanında ge­celer. Eğer Venüs ve Ay birlikte Mars’ın evinde bakarsa o, genç bir kadına yaklaşır. Herhangi bir halde yedinciden Mars’ın evine bakarsa ve sahibi de ona bakarsa aynı şekilde olur. Eğer Mars yedincide olur ve doğanın derecelerine bakarsa o, erkekle­re ve kadınlara arkalarından yaklaşır. Merkür’e yedinciden bakarsa yine böyle olur. Eğer Jüpiter Venüs’e bakarsa kendi karısına yaklaşır. Doğan iki bedenli bir burç olur ve Venüs yedinciden bakarsa o, ihtiyacını giderir ve tek başına geceler. Ay yedinciden dört ayaklı bir burca bakar ve Satürn veya dereceleri arasında olursa o, hayvanlara yaklaşır. Satürn yedincinin evinden doğana bakarsa çiftçilerin karılarına yaklaşır ve karanlık ve pis bir yerdeki bir toprakta geceler. Jüpiter böyle olursa o, güzel ve alımlı bir kadının yanında geceler. Mars ve Venüs birlikte olursa o, korku ve panik halinde­ki kadınlara yaklaşır. O bundan dolayı tehlikededir.

Bu konunun geri kalan kısmı astroloji kitaplarında anlatılmıştır. Biz bununla mu­kaddimeleri ortaya koyduk. Bunlara vakıf olduğunda dediklerimiz senin için ger­çekleşir. Beşerî âlemde ve yeryüzü halkı arasında meydana gelenlerin tamamı felekî bir yönetim ve semavî bir emir ile olur. Çünkü alçak âlem, bütün iş ve durumlarında yüksek âleme bağlıdır. Biz kardeşlerimizin Allah onları desteklesinbilmesi için an­lattığımız bu ilim ile ilmin faziletinin insana melekî surete ve semavî mertebeye ulaş­masını ve göze görünmeyen, zaman itibariyle önce ve varlık itibariyle gelecek olan hususları bilmeyi sağlayan insanlık ismini gerektirmesini kast ettik. O, en yüksek ve görkemli ilimdir. Bu, bütün sanatlara vakıf olduktan ve onlarda uzmanlaştıktan son­ra bilinir. Nefislerin güzelliği, kalbin selameti, olanlara teslimiyet, korku ve kaygının azlığı mutlaka olması gereken şeylerdendir. Yüce Allah’a dua ve yakarışla ve ortak koşmadan sadece ondan korkmayla kendini savunmak böyledir.

Risâlelerimize vakıf olanların çoğu belki bunları ortaya koymaktaki maksadımı­zın astroloji ilmini öğretmek olduğunu zanneder. Hayatım üzerine yemin ederim ki bu, oradaki amaçlarımızdan biridir. Zira biz kardeşlerimizin -Allah kendilerini desteklesinbütün ilimlere vakıf olmalarını, onları öğrenmelerini ve cahil olmama­larını istiyoruz. Onların mezhebi, bütün ilimleri düşünmek, tümüyle araştırmak, dış ve iç kısımlarının bilgisini kavramaktır. Ortaya koyduğumuz risâlelerde güttüğümüz amaçların çoğu, ismi yüce Allah’ı birlemek ve bilgisini bilmeyen cahillerin ve sevgi­sinden ve yarattığı kulların ve icat ettiği sanatların bilgisinden uzak olan kimsele­rin nispet ettikleri şeylerden tenzih etmektir. Şeylerin tamamı birbirine bağlıdır ve muhtaçtır. Sihir ve sihirbazlar bahsini duyan insanların çoğu, bir grup sihirbazın su­retleri oldukları halden başka suretlere dönüştürdüklerini zannettiler. Bunun sebebi geçmiş asırlara ve ümmetlere ait önceki filozoflar zamanından kalma eski evlerde yıldız derecelerinin suretlerini ve ilk ortaya çıkanlarını görmeleridir. Bunu görünce zanlannın bozukluğu yüzünden çizilen suretlerin ve çekilen çizgilerin onların yap­tıkları sihirler olduğunu; onunla havadan kuş indirdiklerini; konuşma, büyü ve mus­ka ile suların derinliklerinden balık çıkardıklarını ve insana hayvan olacak şekilde büyü yaptıklarını zannettiler. Bu gibi konularda onların çok sayıda bozuk vehimleri vardır. Mesele onların zannettikleri ve durum onların vehmettikleri gibi değildir; fakat yaptıkları hilelerle, kurdukları tuzaklarla ve ustaca yaptıkları sanatlarla olur. Onlar, âlemde dünya durdukça var olan sihirdir. Bu ancak onunla mevcuttur. Biz bu risâlenin başında sihrin mahiyetini, kısımlarını ve her insan topluluğuyla ve sanat erbabıyla ilgili olanı anlattık. Uzatma korkusu olmasaydı astroloji âlimlerinin giz­lediklerini ve kendisiyle olanı ve olacağı haber verebildikleri şeyi anlatırdık. Onun bir kısmını inceledik. Doğan kimsenin halinin bilinmesini sağlayan şeyi nutfenin düştüğü andan çıkarsamayı artırmak ve burada anne karnındaki ceninin erkek mi yoksa dişi mi, hamileliğin bir mi iki mi, hamilelikten ne zaman kurtuluş olduğunu bildiren ilmi anlatmak istiyoruz.

Bölüm

Hamileliğin bir mi, iki mi olduğunu öğrenmek istediğinde doğana bak. Eğer o, iki bedenli burç ise içinde yıldız varsa ve böyle bir şeyi çocuğun evinde bulursan, o, ikize hamiledir. Eğer doğan ve çocuğun evi iki bedenli bir burç değilse ve içinde be­lirttiğim talihsizliklerden biri yoksa ve ateşler bedenli burçlarda değilse o bir yavruya hamiledir. Hamileliğin erkek mi, yoksa dişi mi olduğunu bilmek istersen doğanın sahibine ve çocuk evinin sahibine bak. Dişi burçlarda ise dişidir; erkek burçlarda ise erkektir. İkisi değişik olursa Ay’ı delil göster. Hangisine şahitlik ederse ona hükmet. Aynı şekilde bunu istediğinde Ay evinden al. O Ay’a kadar eşit derecede yengeç bur­cudur. Onun üzerine doğanın derecelerini ekle, sonra doğandan at. Eğer erkek bir burca düşerse erkektir; dişi bir burca düşerse dişidir.

Bölüm

Hamileliğin Ne zaman Olduğunun Bilinmesi Hakkında

Bunu istersen yedincinin sahibinin derecesinden yedincinin direğinin derecesine kadar al ve üçte iki, üçte iki şeklinde at. Yetişen her üçte iki bir aydır. Dokuz aydan çok olursa ondan dokuz at. Ondan sonra geriye kalan hamilelik vaktidir. Bir başka yön; doğan ile birlikte doğan şeye bak, o bunun ilk ortaya çıkanıdır. Her ilk ortaya çıkan için bir ay, her derece için yedi dakika otuz saniye olsun. Hamilelik vakti böyle bilinir.

Bölüm

Hamilenin ne zaman, gece mi gündüz mü doğuracağını bilmek istersen doğana ve sahibine bak. Eğer gündüz burcunda ise gündüz doğurur, gece burcundaysa gece doğurur. Eğer anlaşmazlık olursa tanığı en çok olana göre davran.

Bölüm

Hamilelik Vaktinin Seçimi Hakkında

Bil ki, en iyisi, doğandan itibaren Ay’ın Güneş’in üçgeninde erkek burcunda ol­masıdır. Yanan yolda olmasından sakın. O, talihsizliklerden ve yanmalardan uzak olmalıdır. Venüs de böyledir. Çünkü Venüs bozulursa yeryüzü de bozulur. Ay yolu bozulursa beden de bozulur ve ondan yararlanılmaz.

Bölüm

Ceninin Anne Karnında Ölmesi Hakkında

Cenin anne karnında ölür, çıkarırken kadının ölmesinden korkulur ve onlar da çıkarılmasını isterlerse, onu Ay’ın ışığı azalmış, güneye inmiş ve Mars ve Venüs dört­leme ve üçlemeden doğana veya Ay’a bakar halde çıkarsınlar. En iyisi, Ay dişi burçta olduğunda ve doğan ve sahibi Venüs ve Jüpiter’e baktığında olur. Ay veya doğanın olduğu burçların en iyisi, eşit olarak doğan dişi burçlardır.

Bölüm

Anne Karnındaki Bebeğin Durumu Hakkında

Nutfe (sperm) rahme düştüğünde onu ilk ayda soğukta Satürn yönetir. İkin­ci ayda biraz ılık ortamda Jüpiter yönetir. Üçüncü ayda Mars yönetir ve onu kana dönüştürür. Dördüncü ayda Güneş ona ismi yüce olan Allah’ın izniyle hayat üfler. Beşinci ayda Venüs onda erkeklik ve dişiliği oluşturur. Altıncı ayda Merkür onda dil ve dişleri meydana getirir. Yedinci ayda Ay onda şekli tamamlar. Ay’ın yönetiminde doğarsa yaşar. Eğer gecikirse sekizinci ayda Satürn’ün yönetimine döner. Satürn’e ait sekizinci ayda doğarsa ölür. Eğer yönetimin Jüpiter’e geçtiği dokuzuncu ayda doğar­sa Allah’ın izniyle kurtulur. Onun tarafından kendisi için takdir edilen şey, hayat sü­resi içinde doğumunun üstlendiği şeye göre olmasıdır. Bu sırlara vakıf olmak, onları haber vermek ve onlara hükmetmek, ondaki insanı hayvandan ayıran açıklama ve zecr ve kehanetle çıkarılan şey sebebiyle akıllar için sihirdir.

Bölüm

Bir ihtiyaç için gönderilmiş bir elçinin onu getirip getirmediğini bilmek istersen Ay’a ve beşincinin ev sahibine bak. Eğer Ay veya beşincinin ev sahibi, kendisiyle gönderildiği ihtiyacın tabiatına benzeyen yıldızdan ayrılırsa, böyleyse bak, sonra do­ğanın derecesiyle ilişki kur. Bu, onun ihtiyacı gidermek için geldiğine, yoksa gelme­yeceğine delalet eder.

Bölüm

Elçinin Gelmesi Hakkında

Bu elçinin hızla dönüp dönmeyeceğini ve yokluğunda ondan meydana gelen şeyi bilmek istediğin zaman Güneş’e ve doğanın sahibine bak. Eğer yedincinin evinde ise o ikisinden biri elçi ile ilişki kurar.[145] Eğer ikisi dördüncüde olursa o, hasta veya mah­pustur. Sekizincide olurlarsa o, ölüdür. Dokuzuncuda olurlarsa o ayrılır. Onuncuda olurlarsa ve Mars ona bakarsa o, zalim sultanın eline düşer. On birincide olurlarsa o bir dostun yanında olur. Eğer Ay, ikizler burcunun başında ve şansları iyi bir yerde olursa tamamen hayırlı bir gaip haberiyle müjdelenir.

Bölüm

Sonuna Ulaşmadan Mektuptakilerin/Kitaptakilerin Bilinmesi Hakkında

Bunu istersen doğanı dik ve Merkür’ün nerede olduğuna bak. Eğer o doğanda ise mektupta sahibinin haberini ve kendisiyle ilgili konuda halini açıklayan şey olur. Eğer İkincide ise mektupta mal ve benzeri konular belirtilir. Eğer o üçüncüde ise mektup yakın kardeşlerle ilgilidir. O dördüncüde ise onda mülkler, arsalar ve taşın­mazlar zikredilir. Eğer o beşincide ise mektupta çocuklar, elbiseler ve sevinçlerden bahsedilir. Altıncıda ise mektupta köleler, hayvanlar ve hastadan bahsedilir. Eğer yedincide ise onda kadınlardan, evlilikten ve benzeri konulardan bahsedilir. Eğer se­kizincide ise mektupta ölüm ve miraslardan bahsedilir. Eğer dokuzuncuda ise iyilik ve din uğrunda hac ve seferden bahsedilir. Eğer onuncuda ise mektupta sultandan bahsedilir veya sultanla ilgilidir. Eğer on birincide ise mektupta arkadaşlar ve kar­deşlerden bahsedilir. Eğer on İkincide ise mektupta düşmanlardan bahsedilir.

Bölüm

Mektubun Tamamlanması Hakkında

Mektubun tamamlanıp tamamlandığını veya üzerinde son söz olup olmadığını öğrenmek istersen bu konuda Merkür ve Ay’a bak. Eğer Ay, Merkür ile ilişki kurarsa onun henüz tamamlanmadığını bil. Ay’ın Merkür’den yıldızın haddi kadar ayrıldığı­nı görürsen mektubun tamamlandığını bil ve mektubu Merkür’e, çamuru Ay’a ait kıl.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi desteklesin! Bil ki, biz sana bunu ondan diğerlerini çıkarman ve oluş ve bozuluş âlemindeki küçük ve büyük, dakik ve görkemli bütün işlerin felekî bir takdir ve semavî bir emir ile olduğunu ve hepsinin apaçık bir kitap­ta yazılmış bulunduğunu bilmen için haber verdik. Kim onu güzelce okursa onların tüm bilgisini kavrar ve nefsi felekler âlemine, gökler alanına, hayvanların yurduna, rıdvanın genişliğine, cennetler ravzasına ve güllük gülistanlık ülkeye yükselmek ister.

Bölüm

Haberlerin Doğruluğu ve Yalanlığı Hakkında

Bunu bilmek istersen delile, yani Ay’a bak. Eğer o bir direkteki yıldız ile ilişki ku­rarsa haber doğrudur. Düşen bir yıldız ile ilişki kurarsa yalandır, onun tersidir.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sen ve bütün kardeşlerimiz nefislerinizdeki bilgi ve ilimlerle kadrinizi bilmeyen kimseye ihtiyaç duymamak için bu konuları bilmeye muhtaçsınız. Onun bildiğini ve kanıtladığını siz bilmezseniz onun size üstünlüğü olur. Bu, erdemli kardeşlerimizin niteliği değildir. Çünkü onlar kendileri için cahilliğe razı olmazlar ve bütün ilimleri güçleri ölçüsün­de kavramak için çaba ve gayret göstermedikçe istikrar ve huzur bulmazlar. İhtiyaç duydukları ilimlere ve onların bilgisine ulaştıkları zaman İnsanî erdemi elde ederler. Bundan dolayı onları erdemli kardeşlerimiz diye adlandırdık. Bundan dolayı senin ilimlerdeki gayret ve çaban nedeniyle onlardan olacağını umuyorum.

Bölüm

Allah seni desteklesin! Bil ki, biz kardeşlerimiz için -Allah kendilerini destekle­sindin ve dünyaları konusunda işlerinin iyilik ve istikametine vesile olan şeyleri istiyoruz. Onlarla ilgili amaçlarımızın çoğu bu olunca bu kitabı onlar için genişlettik ve orada Allah’ın muvaffak kılmasıyla gücümüz ölçüsünde İlmî ve amelî iş ve sa­natların ilkeleriyle ilgili bilgiyi anlattık. Biz bunun üzerinde taşıdığımız şeyi bir tek ilim ve sanatla sınırlamadık. Çünkü biz, insanların tabiat ve cevherlerinin farklılığı­nı ve tabiat ve cevherlerinin elverişli olduğu sanatlar ve doğumlarının gerektirdiği şeyler sebebiyle her birinin istek duyduğu şeyi biliyoruz. Bu tıpkı şehvet, yiyecek, içecek ve bütün halleri gibidir. Bu risâlelerimizde yeni başlayana yardımcı ve öğ­renciye alıştırma olacak sanat, bilgi ve ilimlerin ilkelerini verdik. Dediklerimizde iddialı olmadık ve ortaya koyduklarımızda haddi aşmadık. Bize ve âlimlere düşen, kardeşlerimize bize ulaşan ve çıkardığımız ilimler ölçüsünde samimiyetle nasihat etmektir. Biz bütün ilim ve sanatları ihata etmiş değiliz. Çünkü ortaya koyduğumuz bu mukaddimeler, bahsettiğimiz ilimler ve özlerimizden çıkarılanları filozofların ve öncekilerin kitaplarından aldık. Onlardaki İlmî sanatlar, hakiki ilimler ve şer’î sırlar, peygamberlerin -Allah’ın salâtı onların, arkadaşlarının ve kendilerine güzelce tâbi olanların üzerine olsunhalifelerindendir. Bahsetmediğimiz birçok sanat ve dikkat çekmediğimiz, bize ulaşmayan ve özünün bilgisi aklımıza gelmeyen birçok ilim var­dır. Her ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır. Fakat biz onlara yönlendirdik ve kar­deşlerimize dünya ve ahiret hayatında iyiliğe vesile olan şeyleri aramak ve kazanmak için çalışmayı emrettik.

Bil ki, İlmî sanatlar ve bilgilerle kast edilen şey iki kısma ayrılır. Bunların üçüncüsü yoktur. Birisi, bedenin iyiliğine ve iyi halde devam etmesine vesile olan şey; diğeri, nefsin bedenden ayrıldıktan ve ölümden sonra iyiliğine ve yeniden dirilişinde kendisine has iyi hal üzere devam etmesine vesile olan şeydir. Ey kardeş! Bu böyle olunca sana gereken, iki mutluluğu geliştirmeni ve iki makama ulaşmanı sağlayan şey konusunda istek ve gayret göstermektir. Sanatların değişik ve türlerinin çok ol­masının sebebi, dünyanın ve fiil ve işlerde ona dayalı tezat ve farklılığın imarıdır. Bu farklılık ve tezat yüzünden onların durumu helak ve yok oluşa dönüşür.

Kardeşim! Bil ki, nefsinin ve bedeninin devam etmesini sağlayan aynı ilim ve aynı bilgiye ulaşabilen kimse yetkin mutluluğa ve kapsayıcı nimete ulaşır. Bu onun adi eylemlerden, yorucu sanatlardan ve zahmetli işlerden uzak olmasıdır. Onun sa­natı mantıklıdır. Üretilmiş bir alete ihtiyaç duymaz ve ona karşı dil, yazma ihtiyacı duyduğu şeyi yazmak için eli hareket ettiren bir güç, fikir ve düşünceyi kullanma, iyi zihin, nefsin zekâsı ve iyi his dışında hiçbir organın yardımına başvurmaz. Anlattık­larımızı kapsayan bu bilgiyi aradığımızda hesap ilmi ve isteyenin bunu ancak kendi­siyle yapabildiği sayı ilmini bildikten sonra feleğin hadise ve hükümlerini bilmekten başka bir şey bulamadık. Onun hesap ve sayı ilmini bilmesi hasebiyle onun ilim ve bilgisi astroloji ile olur. Hesap ve sayı ilmi, bütün ilimlere giriştir.

Kardeşim! Bil ki, bütün sanatların dış kısımları bedenlerin iyiliği, iç kısımları ruhların iyiliği için konulmuştur. Onlardan kendisiyle yapılan şeyler, filozofların anlattığı ve peygamberlerin haber verdiği şekildedir. Değişim ve dönüşüme uğrayan şeyler bu niteliğin dışında olup din ve dünya konusunda bir imtihan olur. Felsefî sanatlara bakınca kısımlarının mutedil ve nispetlerinin eşit olduğunu görürüz. Çünkü mükemmeldirler, neticeleri güzeldir ve dışları içlerine uygun olup aykırı değildir. Dışları yüce olan bilge Yaratıcının yaratmasının ve şeyleri meydana getir­mesinin mükemmelliğine delalet eder. İçleri ise onun münezzehliğine delalet eder ve ona ibadet ve itaat etmeye götürür.

Kardeşim! Bil ki, hesap sanatı ve bilgisi, felek ilmi ve hikmeti sanatlarda, işlerde ve halkın, kalabalıkların ve düşük, çirkin ve rezil meslek ve sanat erbabının sanat­larına varıncaya kadar bundan sonrakilerde kral ve vezir gibidir. Hesap ilmi kral gibidir. Çünkü o diğer sanat ve ilimleri ihtiva eder. Onların miktarları, nicelikleri, başlangıçları ve sonuçlan onunla bilinir. Kralın veziri konumunda olan felek ilmi ille onların yerleri, nitelikleri, içlerinde devam eden ve etmeyen şeyler, onlardaki şanslı ve talihsiz, oluşlarındaki sebepler, üzerlerinde geçerli olan hükümler ve onlara ulaşan konular bilinir.

Feleğin hadiselerini bilmek, akıldan meydana gelen nefis gibidir. Çünkü tümel nefis, çevreleyen feleğe bağlıdır. O bunu hareket ettirir. Bu böyle olunca âlemde sayı ilmi ve astroloji sanatını bilme ve feleğin hükümlerini ve hadislerini bilme dışında yetkin ve din ve dünya konusunda yüksek makam ve dereceye ulaşmada sahibine yardımcı olan bir sanat yoktur. Bu, filozofların yöntemidir. Çünkü onlar bu iki esasla ilgili bilgiyi pekiştirinceye kadar herhangi bir ilim ve sanatla başlamadılar. Bu ikisini bilince diğer ilim ve sanatları başlattılar. Peygamberler (as) de böyledir. Nefis ve ak­lın maddeleriyle desteklenince şanı yüce Allah’a basiretli olarak dua ettiler. Duaları kabul edilen kimse din ve dünyası hususunda kurtuluşa muvaffak oldu. Allah daha iyi bilir.

Bölüm

Kardeşlerimiz içinde insanların erdemli ve hayırlılarından olan bir dostumuz vardı. Geçimini astroloji sanatıyla sağlıyordu. Bir gün ona vardığımda bir adam gel­di ve yanma oturarak ona şöyle dedi: Sana bende olan şeyleri haber vermen için geldim. O doğanı aldı, dik hale getirdi, hesabı iyi tuttu, işi güzel yaptı, bilgiyi doğru söyledi ve hükümde isabet etti. Ona dedi ki: Çalınmış bir şeyi sordun. “Evet, o ne­dir? Onun türünü haber ver” dedi. Dedi ki; o ne kadar? Ona miktarını bildirdi. “Kaç yaşında?” dedi. Onu söyledi. “Nereye gitti?” dedi. Onu haber verdi. “O nasıl?” dedi. Onu bildirdi. Talebini yerine getirdi, sonra döndü ve doğruya ulaştı. Ona iyi bir şey verdi. Bunu güzel buldum. Onu hoş bir sihir olarak gördüm. Geçici bir yarar olarak gördüm. Onu elde etmeyi güzel, onunla hükmetmeyi iyi buldum. Ondan bunu bana öğretmesini istedim. Öğretti. Bununla beni bu ilmi aramaya, gayesine ve sonucuna ulaşmak için istekli olmaya teşvik etti. Ona başarı ölçüsünde ulaştım.

Sana bu konuyu anlatmak istiyorum. Ne sen, ne de kardeşlerimizden -Allah ken­dilerini desteklesinbiri bu konuda müstağnilik gösteremez. O, astroloji hükümleri kitaplarında ve daha önce bahsettiklerimizin tümünde anlatılmıştır. Bütün bunları bilgelerden aldık ve onlardan naklettik. Onların her biri böyledir. Öyle ki onda asıl, semavî vahiy, rabbani tenzil ve yüce emir ile desteklenenlerdir.

Bölüm

Hırsızlık ve Hırsızla İlgili Hüküm Hakkında

Bu sanatın erbabı, bunun dört şeklinin olduğunu belirtti. Birincisi şeyin bilgisi, İkincisi hırsızlığın varlığının bilgisi, üçüncüsü bulunmaması, dördüncüsü hırsız ve yeri.

Çalman şeyin bilgisi, içinde Ay’ın bulunduğu hadden, o burcun cevherinden ve onların birbirine karışmasındandır. Doğanı, sahibini ve Ay’ın ayrıldığı yıldızı hırsı­za; İkinciyi, sahibini ve onunla irtibatlı yıldızı soru soranın takip ettiği şeye; sekizinciyi ve sahibini hırsızın takip ettiği şeye; onuncuyu ve sahibini eşyaya tahsis et. Eğer onuncu, hayvan burçlarından bir burç ise onun hayvan olduğunu bil. İnsan suretinde ise insan olduğunu bil. Eğer köleler burcundan ise o bir köledir. Allah daha iyi bilir.

Bölüm

Hırsızın Bilinmesi Hakkında

Yedinci burca bak. Eğer dişi ise o dişidir. Erkek ise o erkektir. İki bedenli ise hırsız iki ortak kişidir. Eğer şans ise o hürdür. Talihsizlik ise o köledir.

Bölüm

Hırsızın Yaşının Bilinmesi Hakkında

Delile bak. O, onun yaşındadır. Doğu yıldızları gençler ve delikanlılara delalet eder. Batı yıldızları ihtiyarlar ve orta yaştakilere delalet eder. Göğün ortasında ise genç, yerin direğinde ise yaşlıdır. Işının altında ise yaşlı ve genç değil, orta yaşlıdır. Doğanda yabancı bir yıldız varsa o, hırsızın delilidir. Eğer Satürn varsa o, esmer, kü­çük gözlü, koca burunlu, sivri dişli, sert ve uzun tırnaklı, geniş ve ayaklarının arası açık bir insandır. Jüpiter varsa o, kırmızıya yakın esmer, şişman, düz saçlı ve güzel akıllı biridir. Eğer Mars varsa o, cesur, ileri atılarak yürüyen, mavi kızıl renkli, hafif, kumral ve kurşuni saçlı ve sert bölgeli bir gençtir. Eğer Güneş varsa o, ela gözlü ve güzel vücutludur. Venüs varsa o, kibirli, cimri, kara, iyi halli ve genç, çok seks yapan, çirkin sesli, çoluk çocuğu fazla, vücudunda ateş yanıkları bulunan bir kimsedir. Mer­kür varsa o, güzel vücutlu, temiz ve tembel biridir. Ay varsa büyük ve arkadaşlarına cömertlik gösteren bir insandır.

Eğer sana: “Meşhur mu, meşhur olmayan biri mi?” denirse Güneş ve Ay’a bak. İkisi birlikte doğana bakıyorsa hırsız ev halkından biridir. İkisinden biri ise o, giriş çıkışta onlarla içli dışlı biridir. Eğer Güneş ve Ay doğandan düşmüş ise doğanın sa­hibinin doğanda olması, Ay evinin sahibinin onunla birlikte bulunması ve Güneş’in sahibine bakması dışında hırsız yabancıdır.

Bil ki, yedincinin sahibi doğanda doğanın sahibiyle birlikte olursa soru soranın kendisi hırsızdır. Aynı şekilde direkler olduğu zaman yedincinin sahibi doğanın sa­hibinden düşmüş ise hırsız yabancıdır.

Bölüm

Çalınan Şeyin Doğru Bilinmesi Hakkında

Kardeşim! Bil ki, bunda birtakım yönler ve delaletler vardır. Birincisi, yedincinin sahibinin doğanın sahibiyle ilişki kurmasıdır. Bu, hırsızın onu çaldığı kimseye hızlı­ca geri vereceğine delalet eder. İkincisi, yedincinin sahibinin Güneş ışınının altında olması ve doğanın sahibiyle ilişki kurmasıdır. Bu, hırsızın sultan tarafından yakala­nacağına delalet eder. Üçüncü ve dördüncüyü buna kıyasla. Beşincisi, onu yakalayan sultandaki şeye bakmasıdır. Göğün ortasına bak. O, sultan ve hırsıza delalet eder. Altıncı, yedinci, sekizinci ve bu bölümün geriye kalanları bu örnekteki gibidir. Aynı şekilde Ay doğanın sahibiyle ve Güneş’le ilişki kurduğu zaman on birinci çıkar. Bu, çalınan şeyin ele geçirileceğine delalet eder.

Bölüm

Hırsızın Bilinmesi Hakkında

Hırsızın ev halkından olduğunu bildiğin zaman ona delalet eden bu yıldıza bak. Eğer Mars varsa o erkek kardeşidir. Güneş varsa o babasıdır. Venüs varsa o karısıdır. Ay varsa o annesidir. Satürn varsa o kölesidir. Jüpiter varsa o oğludur. Yıldızların cevherleri de böyledir. İkincisi doğanda ise hırsızlık evde soru soran kişiyle birlikte yapılmıştır.

Bölüm

Hırsızın Şehirde Oturan Biri mi Yoksa Yolcu mu Olduğunun Bilinmesi Hakkında

İkincinin sahibi, üçüncünün sahibi ve dokuzuncu ile ilişki kurarsa bu, hırsızın kaçtığına delalet eder. Onuncunun sahibi ile ilişki kurarsa bu, eşyanın sultanın yanında olduğuna delalet eder. Yedincinin sahibi dokuzuncuda olur veya dokuzuncu ya da üçüncüdeki yıldız ile yahut onların sahipleri ile ilişki kurarsa bu, hırsızın çıktığına ve yolculuk ettiğine delalet eder. Yedincinin sahibi, yedinciden itibaren dokuzuncuda olursa bu, hırsızın bu şehir halkından olmadığına delalet eder. Yedinci­nin sahibi yüksek yerinde ise bu, hırsızın saygın bir yabancı olduğuna delalet eder. Eğer Mars yedincide veya sahibinde ise hırsız yabancıdır ve hırsızlık onun işidir. Yedi yıldızın cevherleri hakkında da böyle söyle. Eğer yedincinin sahibi iyi bir yerde ise hırsızın gücüne delalet eder. Yedincinin sahibi Satürn olursa hırsız eşyayı hile ile alır.

Bölüm

Hırsızlığın Olduğu Yerin Bilinmesi Hakkında

Malın nerede olduğunu bilmek istediğinde dördüncü burca bak. Eğer dört ayaklı ise hayvanlardan birinin olduğu yerdedir. Eğer insan suretinde bir burç ve içinde Mars var ise içinde demir bulunan veya demir kullanılmış ve karışmış bir yerdedir. Mars ona bakıyorsa o, içinde veya mekânında yanan ateş aletinin içindedir. Onda Merkür varsa o, sanatı kâtiplik olan bir insanın yanında veya yazılmış kitapların ya­nındadır. Onda Venüs varsa o, bir kadının veya kadınlara ait bir aletin yanındadır. Eğer o su burcu ise bir suyun yanında veya içindedir. Onda Satürn varsa tuvalet gibi pis bir yerdedir. Sonra Ay’ın direklerin hangisinde, doğuda mı, batıda mı, güneyde mi, kuzeyde mi olduğuna bak. Bu sana inşallah yerin o bölgede olduğunu gösterir. Yine bak; doğan eğer koç burcu veya aslan burcu ise o dağlardadır. İkizler burcunun sonunda ise bahçede, bağda veya ağaçlı bir yerdedir. Yengeç burcu, akrep burcu veya balık burcunda ise o, suda veya suya yakın bir yerdedir. Başak burcu, terazi burcu veya kova burcunda ise o, insanların evlerindedir. Oğlak burcunda ise o, toprakta, taşın veya duvarın altındadır. Doğan eğer ikizler burcu ise ve Güneş doğanda veya ona bakıyor ise hırsız, kral, sultan, bilge veya tacirin evlerindedir. Ay balık burcunda ise çalıntı ırmak, dere veya pınardadır. Eğer Mars doğanda ise silah yerlerinde, de­mirci dükkânlarında veya ateş mekânlarındadır.

Bil ki, Ay üçleme ve altılamadan talihsizlik yıldızı ile ilişki kurarsa bu onun yani hırsızın hızla yakalandığına delalet eder. Eğer dörtlemeden ise onda zorluk vardır.

Bölüm

Çalıntının Türünün Bilinmesi Hakkında

Aya bak; eğer o koç burcunda ve üçgeninde ise madenler ve dağlardan çıkarılan ateşli bir cevherdir. Eğer o zaman Mars’ın sınırında ise o altın veya gümüştür. Ay eğer boğa burcunda ve üçgeninde ise o, yer cevherleri ve bitkilerindendir. Ay ikizler burcunda ve üçgenlerinde ise o su hayvanıdır. Onun niteliği ve niceliği buna kıyasla bilinir.

Kardeşim! Bil ki, anlattığımız, tasvir ettiğimiz ve açıkladığımız şeylerle ilgili bu hüküm ve ilim, astrolojinin iyi hesap ve dakik düşünme olmadan bilinmesi ve çıkarılması mümkün olmayan gizli konularmdandır. Zamanımızın astroloji bilgi­siyle meşgul olan insanlarından birçoğu, onu çıkarmaktan, kullanmaktan ve onun hakkında hüküm vermekten bitkin düşer. Kardeşlerimizden -Allah onları destekleşinistediğimiz, onların sıfatlarına engel olan yanlış ve yalandan korktuğumuz için kendilerinin ilimlerden herhangi birini iyice öğrenmeden, bilmeden, hakkında uzmanlaşmadan ve onu tecrübe etmeden bildiklerini iddia etmemeleridir. Çünkü cahillerin çoğu sahip olmadıkları şeyleri iddia ederler. Onunla sınandıklarında ku­surları ortaya çıkar, sahtekârlıkları belli olur, yalancılıkla suçlanırlar ve kendilerini imtihan edenlerin gözünde düşerler. Hatta bazen doğru onların yanında olur, kendi­lerinden kabul edilmez ve alınmaz. Bu onları kırar, kalplerinde hasret olur ve onları ilim ve ameleden koparır. Bize düşen, kardeşlerimize nasihat etmektir. Biz onlara nasihati ulaştırdık, emaneti teslim ettik, kendimiz için istediğimizi onlar için de is­tedik. Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği gibi, bununla iman derecemizin yetkinleşmesini istedik: “Müminin imanı, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe yetkinleşmez’.’

Bu risâlelerimizi ilimler, bilgiler ve akıllar için sihir konumunda olan ve olacak olanla ilgili haberlerden alınan bir parıltıyla donattık. Çünkü insanın ilgilendiği bil­gilerin en yükseği, ilimlerin en sağlamı ve onların ilkleri vahiy ve ilham yoluyla me­leklerden alınmıştır.

Kardeşim! Bil ki, hiçbir beşerin onların tamamını kavramasına imkân yoktur. İsmi yüce olanın dediği gibi, Allah kullarına onlardan bir şeyi kendisine en yakın, nezdinde en sevimli ve en değerli olan kişinin diliyle kendisiyle onlar arasındaki me­lekler vasıtasıyla ihsanda bulundu: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yüce ve hikmet sahibidir’.’[146] Kardeşlerimize -Allah kendilerini desteklesin düşen, sakınmak ve oralardan uzaklaşmak için krallar arasında meydana gelen savaşların nerelerde ve ne zaman olduğuna dair bu ilme vakıf olmak ve onu bilmektir. Zira onlar kötü ve fitneci kimseler değillerdir. Onlar ancak hayır, selamet, ibadet, züht, ilim ve hikmet sahibi kimselerdir.

Bölüm

Savaşların ve Vakitlerinin Bilinmesi Hakkında

İçinde bulunduğun yıl veya gelecekte savaş olup olmayacağını bilmek istediğinde eğer geçmişin sonunda isen o yıl içinde Mars’a bak. Eğer direklerde ise o olur. Düş­müşse olmaz.

Bölüm

Savaşın Ne Zaman Olacağının Bilinmesi Hakkında

Bunu istediğinde Mars derecesinden Jüpiter derecesine al, sonra onu doğandan at. Hesabın bittiği yerde, o sınırda savaş olur. Başka bir şekil şöyledir: Onun olup olmayacağını veya ne zaman olacağını bilmek istersen dört direğe bak. Eğer Mars direklerin birisinde ise kesinlikle savaş çıkması gerekir. Evin sahibi direklerin biri­sinde Mars’a bakarsa o, baktığın vakitten itibaren acilen ve yakın bir zamanda olur.

Mars doğanda ise o doğu bölgesinde ve Horasanda olur. Göğün ortasındaysa Yemen bölgesinde ve güney tarafta olur. Eğer batanda ise o, batı tarafında olur. Yer direğinde ise o kuzey bölgesinde olur. Mars direkte ise savaş olur. Bu savaşın ne zaman olaca­ğını bilmek istersen Mars’ın burcunda kaçıncı derecede olduğuna bak. İlk onda ise yılın başında olur. Burcun ortasında ise yıl ortasında olur. Burcun sonunda ise sene sonunda olur. Allah daha iyi bilir.

Birbirlerinden uzaklaştıklarında ve biri kendisinden uzaklaşması durumunda sahibinin halini bilmek istediğinde kardeşlerimizin -Allah kendilerini desteklesinihtiyaç duydukları şeylerden biri de onun diri mi, yoksa ölü mü olduğudur. Çünkü onlar zorba düşmanlardan ve zalim liderlerden gelen bir tehditle can korkusuna ka­pıldıkları bir vakitte dostların ayrılmalarıyla, günlerin musibetleriyle, zamanın fela­ketleriyle, başkanların gizlenmesiyle ve erdemlilerin kaybolmasıyla denenirler.

Bölüm

Kaybolanın Hayatı, Hastalığı ve Ölümünün Bilinmesi Hakkında

Bunu bilmek istersen kendini soru soran yerine koy. Doğanı kendin veya sana soru soran kimse, yedinciyi de kayıp kimse kabul et. Sonra kaybolanın öldüğü so­nucunu çıkar. Doğanın sahibi direklerden düştüğü, yandığı, kötü bir yerde doğan­dan sekizinciyle ilişki kurduğu, soru sorma anında Ay düşüşte talihsizliklerle birlikte olduğu veya İkincide, on sekizincide veya akıncıda olduğu zaman bu, kaybolanın öldüğüne delalet eder.

Bölüm

Doğanın Sahibinin Gücünün Yaşadığının Bilinmesi Hakkında

Onun sekizincinin sahibinden düşmesi, üçleme ve altılamadan şansın yıldızıyla ilişki kurması ve Ay’ın soru esnasında yeryüzünde kurtulması. Doğanın sahibi de böyledir. Ay yedincide iken akıncıdan, on İkinciden, İkinciden ve sekizinciden kur­tulur. O, kendindeki kurtuluşla sağdır.

Bölüm

Hastalığının Bilinmesi Hakkında

Hasta mı sağlıklı mı olduğunu bilmek istersen doğanın sahibine ve Ay’a bak. Eğer o ikisi akıncının sahibi ile birlikte veya onun evinde iseler o hastadır. Aynı şekilde düşüşte veya yanmış iseler o hastadır. Ay ve doğanın sahibi o ikisiyle beraber değilse o hasta değildir.

Bölüm

Ölüm Şeklinin Bilinmesi Hakkında

Jüpiter doğanda olur ve o doğanda bir yıldızla ilişki kurarsa kötü bir şekilde ölür. Akrep burcunda olursa boğularak öldürülür. Mars ile ilişki kurarsa öldürülür veya boğulur. Eğer ikisi aslan burcunda onunla birlikte ise onu yırtıcı hayvanlar yer. Yahut yırtıcı hayvanlar tarafından bir felakete uğrar ve ölür. Eğer Satürn varsa hiç kimsenin bilmediği öldürücü zehirler içirilir.

Bölüm

Kardeşlerimizden biri, bir şehirde iken orası kuşatılır ve o buranın nasıl açılaca­ğını bilmek isterse doğanın ve Ay’ın haline baksın. Şehrin başkanmın hali, oranın burcu ve cevherleri orası ile birliktedir. Oraya yardım eden yıldızların şahitliğine başvurur ve orayı yerleri, mizacı “ve cevherleriyle değerlendirir. Eğer yıldızlar ora­da ve ilk hallerinde iseler orası kendileri tarafından açılır. Direklerin birinde Mars varsa orası kılıçla alınır. Eğer Satürn varsa hile ve tuzakla alınır. Dört direği bilir. Onlar kalelere delalet eder. Eğer onlarda talihsizlikler varsa alınır. Orada şanslar ve talihsizlikler birlikte bulunuyorsa ancak barış yoluyla alınır. Bu talihsizlikler onların sahipleri ise halkı üzerinden kuşatma barış yoluyla kaldırılır.

Bölüm

Kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, ilimler tümü­nü yaratma ve emir yetkisi olan kimseden başkasının kavrayamayacağı kadar çoktur. Bundan dolayı bazı âlimler felek hükümleri sanatından bahsetmiştir: Ben kendisin­den bu konuların çıkarıldığı şeyde burçların yönleri/vechleri sayısınca otuz altı bö­lüm buldum. Onlar otuz altı yöndür/vecihtir. Yıldızların güçleriyle birlikte konur ve orada yıldızları belirtilirse bu risâlelerimizin sınırından çıkar. Her dakikayı anla­tabilir ve yerlerini kavrayabilirsek de bu ilimde bulunan benzer nitelikler ve çeşitli delaletlerden dolayı bunu yapamıyoruz. İmkânsızlık ve acizlik yakamızı bu yeryüzü âleminde ve düşük merkezde meydana gelen şeyler konusunda bırakmazken semavî âlemde ve yüksek mekânda meydana gelen şeyler konusunda nasıl bıraksın? Daha doğrusu altındakinin ilzamından kat kat fazladır. Bu konudaki burhan şöyledir: Biz şeylerin çoğunda uyum değil farklılık görürüz. Teferruatta tezat uyumdan çoktur. Esaslar ise zıt değil, uyumludur. Fakat onlardan çıkan güçler, onlarda görünen cins­ler, cinslerden meydana gelen türler, türlerden şahıslara çıkan dallar, şahıslarla ilgi­li değişik sıfatlar, çeşitli renkler, farklı görünümler, küçükte ve büyükte, uzunda ve kısada, oluşta ve bozuluşta bedenler ve cisimlerde bulunduğu üzere böyle değildir.

Biz akıl vasıtasıyla yapılan sihirden bahsettik. Bu, şeylerin hakikatini açıklamak ve ortaya çıkarmaktır. O, ilmiyle peygamberlerin konuştuğu ve filozofların getirdiği indirilmiş kitaplar ve açıklanmış ayetlerdir. Nefis aracılığıyla ortaya çıkan sihirdir. Bu, işlerin başlangıcında olanlar ve olacaklar hakkında bilgi edinmek, âlemde mey­dana gelen hal ve fiilleri bilmek, onlar ve olanlar hakkında konuşmak ve hüküm vermektir. Felekî hikmet ve yıldız ilimlerini bilenler bu ilimle ilgilenirler. Bu konuda gafillere uyarı ve dış ve iç ayetler üzerinde düşünmeyi ihmal edenlere öğüt olması için bir nebze ve bir miktar anlattık. Çünkü bütün anlattıklarımız ve tasvir ettikleri­mizde amaçlarımızın çoğu, bunun kardeşlerimizi -Allah kendilerini desteklesinen üstün mutluluklara ve en yüksek derecelere sevk etmesi ve böylece gökler mahal­linde ve geniş felekler uzayında onlara mertebe olması için ilimleri öğrenmeye ve yaratılmışların gizli kalan sırlarından haberdar olmaya teşvik etmektir. Çünkü o, bu mertebeye bilen âlimlerden ve basiretli kesin bilgi sahiplerinden olmadıkça yükselemez. Cennetler mahalli ve hayvanlar yurdu, temiz ruhlara ve aydınlanmış nefislere önemsizlik mahallinden daha uygundur. Hüzünler, musibetler ve hastalıklar yurdu da pis ruhlara ve kirli nefislere daha uygundur.

Bölüm

Kardeşim! Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, peygamberlerden, elçilerden, sonra onların yerine geçenlerden, raşit halifelerinden, temiz ehlibeytlerinden ve mümin arkadaşlarında çıkan her bilgi ve görünen her eylem, aklî bir sihir ve İlahî bir emir­dir. Onunla kendilerine meyleden, getirdikleri emre teslim olan ve onlara güven du­yarak ve emin olarak doğruluklarını ispatlayan müminlerin akıllarını büyülerler. O, apaçık helal sihir ve doğru ve kesin sözdür. O, kendilerine İlahî dileme ve rabbani inayet tarafından vahyedilen aklî güç sebebiyle tümel nefsin güçleriyle desteklenen şer’î kuvvettir. Bilgeler, filozoflar ve âlimlerden zuhur eden işler, sanatlar, zanaat­lar, meslekler, matematik ilimler, yıldızların durumunu bildirme ve olan ve olacak hakkında onlarla hüküm verme, tabiat vasıtasıyla nefsanî bir sihirdir. Çünkü aklî nefsin tabiat vasıtasıyla ortaya çıkan fiili, maddede göze görünen ve görme duyusu ile idrak edilen boyalar, renkler, miktarlar, boyutlar, cinsler, türler ve şahıslar yoluyla meydana gelir. Çünkü Yüce Yaratıcı, aklı önde giden, nefsi izleyen, tabiatı itici güç ve maddeyi izleyen yaptı.

Akıl, ilk yaratık ve bütün ışıkların kendisiyle yarışmaktan aciz kaldığı en uzun ışıktır. Çünkü o üstün ışıklarını ve yetkin hayırlarını ihtişamı yüce ve isimleri mu­kaddes olan yaratıcısından alır. O, erdem ve iyilikleri altındaki ruhsal ve cisimsel ya­ratılmışlara ilişen eksiklik şeklindeki kusur ve değişikliklerden uzak durarak yetkin­leştirir. Çünkü o, altındakilere tamlık sureti veren tamdır. O, kendisinden var olan ve sudur eden her mevcudu devamlı bir şekilde sıralayan ve düzenin gerekliliğinde ve kısımların itidalinde layık olduğu payı tam olarak verendir.

Yine ona bütün mevcutların özlerini koruyan güç verildi. Güç, özünün mev­cuduyla ve ona özgü olanın özelliğiyle mevcutlara hususi özelliklerini hak ediş ve liyakatlerine göre tek tek verir. O, bütün şeyleri büyüleyen en büyük sihirbaz­dır. Çünkü o onları açığa çıkarır; onlar onunla bilinir, kendilerinden onunla haber alınır ve tümel nefis onunla büyülenir. Çünkü onları ve kendilerinde gizlenenleri o ortaya çıkarır ve görünür hale getirir. Onlardan açığa çıkan ve sudur eden şeyleri onlarda o yaratır. Bundan dolayı ona özgü olan akıl, onlar vasıtasıyla olur, onunla sakinleşir ve daimi hayırlarına, yüksek feyizlerine, ince ışıklarına ve kendisine özgü fiillerine ulaşan huzur derecesine onunla erişir. Bunlar tikel nefislerde tümel nefsin aracılığıyla ortaya çıkınca ve orada iz bırakınca onları ona ulaştırır, ona onlarla gelir ve tabiat esaretinden, hata ölümünden, madde bozuluşundan ve kölelik zilletinden onunla kurtulurlar.

Nefsin tabiat aracılığıyla ortaya çıkan fiilleri, beşerin sanat ve mesleklerden or­taya çıkan fiilleridir. Onların bir kısmını anlatmak istiyoruz. Çünkü onlardan yapı­lan şeyler tabii sihirdir. Renklenme, şekillenme, boyanma, suret kazanma, gözlerin dönmesi, doğal mevcudun tamamlanması ve madenî karışım onunla olur. Düşünen âlem birbirini onunla büyüler. Herkes bunu gücü oranında ve kendisinde yaratılan güçle ulaştığı ölçüde yapar.

Kardeşim! Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, o, ilmi sanatların en yücesi ve aklî güç ve nefsanî düşünce ile yapılan saf şey olunca doğal güçler ona ortak olmaz ve on­lar bu konuda onun dışındaki maddî mevzulara ihtiyaç duydukları gibi ihtiyaç duy­mazlar. Bu, sayı sanatı ilmidir. Çünkü o, nefsanî güce inen aklî bir suret ve astroloji ilmidir. O ancak döngüsel hareketle var olan nefsanî maddedeki fikrî güç ile idrak edilir. Nefis gücü ile onlardan olan ve çıkan şeyler bilinir. Hatta his ile var olurlar. Bunda esas, tümel nefis ufkunda altında bulunan mertebeleri hareket ettiren kuşatıcı feleğin hareketlerinin sayısı olan zamanın bilinmesidir. Biz daha önce sayı ilminin diğer ilimlere göre kral gibi, astroloji ilminin de krala bağlı vezir gibi ve başlangıç­ta mevcutlardan önce, nihayette onlardan sonra gelen akıl gibi olduğunu söyledik. Nefis ona tabidir, onu kabul eder ve ona döner. Aynı şekilde sayı ilmi de bütün ilim­lerden öncedir. O onlar yokken de vardır. Onların ortadan kalkmasıyla kaybolmaz. Onların düzeninde zatı ve mertebeleri ortadan kalkınca temsillerinde ona uygun olurlar. Astroloji ilmi, delillerinin gerekleri ve işaretlerinin gizliliği ile bilinen şeyler ve aşağı âleme ve yer merkezine inen ruhânî güçler ona bağlıdır. Bunlar, insanları korumakla ve başlangıçta yaratılışla ilgili önsel esaslar konusunda eşit bölüştürme, nihayette bozma ile görevli meleklerdir.

Kardeşim! Allah seni desteklesin! Bil ki, bölüştürme bütün mevcutlarda geçerlidir, eşit olup onlarda bir farklılık yoktur. Onların varlığı doğma ve büyüme, sonu bozu­luş ve yok oluşla gerçekleşir. Varlığın ve devamlılığın yaratıcısı olan ve karanlık ve aydınlığı başlangıçta yaratılışla olan, sonda yoklukla bozulan her şeye yayan [Allah] eksiklikten münezzehtir. Bilinen yaratılış şeklinde başlangıcı olmayan ve anlatılan yok oluş şeklinde sonu bulunmayan [Allah] eksiklikten münezzehtir. Kendisine bir şey ile işaret edilmekten münezzehtir. Ruhânîler ve cismânîler onu onun kendisini anlatması dışında anlatmaktan acizdirler: “Onun zatı dışında her şey yok olucudur’.’[147] Bu iki ilim, ince ilimlerin ve yüksek bilgilerin temeli olunca o, değeri en yüksek ve övüncü en çok olan ilimdir. İlahî ilimlere yöneltmesi nedeniyle biz ona işaret ettik ve dikkat çektik. Biz doğal sanatların ve cisimsel terkiplerin en yükseğinden ve bu insandan ona ulaşan en görkemli şeyden bahsetmek istiyoruz. Cinsinin altında yer alan ve ona ihtiyaçta ve önünde boyun eğmede hayvanlar gibi ona dönen fertlerden onunla üstün olur. Bu kısım da bir sihir türüdür. Çünkü âlem bütünüyle onun sev­gisine bağlıdır ve ona itaat etmeye düşkündür. Bu, gözleri bir varlıktan diğer varlı­ğa döndürme ve şeyin özelliğini gerekli vakitlerde bir mekândan diğerine çevirme bilgisidir. Sonra bunun altındaki sanatlar herkesin gücü ve kudreti ölçücünde elde etmesi için ona yönelir ve onun için yapılır.

Bu risalemizi Sihir ve Büyüler Risâlesi olarak adlandırdık ve orada iyi kardeşleri­mizin gizli sırları aydınlatıcı nefis ve temiz yeteneklerle düşündüklerinde ve bakış­larını fikir ve düşünce ile onları araştırmaya diktiklerinde onları çıkarabilmeleri için ve yüce ilimlere ve yüksek sanatlara ulaştıklarında ihtiyaç duydukları bütün dünya geçimlikleri konusunda başkalarına muhtaç olmamaları için sözü, mahiyetini, kı­sımlarının miktarını ve fiillerinin niteliğini açıkladık. Bu mertebeye ulaştıkları ve bu makamı kazandıkları zaman onları İhvân-ı Safâ diye adlandırabiliriz.

Kardeşim! Bil ki, bu ismin hakikati ona mecaz yoluyla değil gerçekten layık olan kimselerde bulunan özelliktir.

Kardeşim! Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, nefis din ve dünya konusunda bir­likte huzur derecesine ulaşmadan onun arınmasına imkân yoktur. Bu, insanın gücü ve kudreti ölçüsünde yaratıcısı ve var edicisi olan Yüce Allah’ın izniyle Allah’ı (c.c.) birlemeyi, mevcutların hakikatlerini ve oluşanların garipliklerini bilmesi, ona ibadet etmesi, onu yüceltmesi, yarattıklarında gördüğü ve yaptıklarında müşahede ettiği şeylerden tenzih etmesi ve bundan sonra da dünya yaşamının iyileşmesini ve bu sa­nattan mahrum olan kimselere muhtaç olmamasını sağlayan şeyi [bilmesidir]. Böyle olmayan kimse Ehl-i Safa’dan değildir. Çünkü o Ehl-i Safa dan ise bu sıfatlarıyla onun dışındakilere ihtiyacı olmaz.

Kardeşim! Bil ki, safanın hakikati, ihtiyaç duyulan hiçbir şeyin -bu bedenin çekti­ği acıya katlanmaktan kurtarılması yoluyla imtihan edilmesi sebebiylesaf ve temiz nefse gizli kalmamasıdır. [Nefis] arınmakla rahata kavuşur ve ona inmeyerek ve istek duymayarak ondan uzaklaşır. İnsanın ince ilimleri ve yüksek bilgileri bilmek sure­tiyle dünyasında bedeninin iyiliğini sağlayan şeyi ve ahirette sonunda nefsinin iyili­ğini sağlayan şeyi kazanacağını belirttik. Fakat bedeni konusunda onun için her biri mümkün olmaz. Çünkü bedenler felekî durumlara bağlıdır. Çünkü insanların çoğu, başkasının başaramadığı hesap ilmi bilgisi ve onun uygulamasına nail olurlar. Ne dünyalarında bedenlerinin iyiliğini sağlayan, ne de dinlerinde nefislerinin iyiliğini sağlayan şeye nail olurlar. Bu hususta onlara ihtiyaç duyulmaz. Dünyadaki bu paya bilgide onlardan düşük kimse nail olur. Nefsinin iyiliğini sağlayan şey ona gizli kalır. Diğerleri dinlerinde mutluluğa onunla erişirler. Bu onları kurtuluşa götürür. Onunla dünyadaki payı elde edemezler. Başkaları onun sayesinde iki dünyada da mutluluğa erişirler ve iki konumda da pay alırlar. Bir diğer grup, kendilerine özgü güçlerin on­ları bundan doğal eylemlere ve bileşik sanatlara yöneltmesiyle edebî bilgiler ve tıbbî ilimler olmadan dünyadaki payı alırlar. Sonra yapabildikleri ve ulaştıkları şeylerle istidlalde bulunurlar. Bazısı bedeninin iyiliğiyle ilgili konuda ihtiyacı kadar onun yardımına başvurur. Bazısı da ahirette nefsinin kurtuluşunu sağlayan şeye yönelir. Daha başkaları ise bundan mahrum olup ona muvaffak olamazlar.

Kardeşim! Bil ki, aklî ilimler, rabbani bilgiler ve ruhsal hikmetler konusunda in­sanların en yüksek tabakası peygamberlerdir (as). Sanatlar ve cisimsel bilgiler konu­sunda insanların en yüksek sınıfı ise filozoflardır. Âlimin peygamberlerin ilimleriyle ulaşmak istediği gaye ahirette nefsin iyiliğidir. Âlimin hikmet ilimleriyle ulaşmak istediği gaye bedenler âleminde ve oluş ve bozuluş âleminde bedenlerin iyiliğidir.

Bu risâlede doğal sanatlar kısmını açıklamak istiyoruz. Ona ulaşır ve başarabilirsen ondan en yüksek paylara nail olur ve en yüksek derecelere ve en görkemli tabakalara çıkarsın. Filozoflar bu konuda bütün dillerde çok söz söylediler, çok işarette bulun­dular ve çok delil getirdiler. Bütün insanlar ona talip ve isteklidirler. Âlemde hiç kimse onunla ilgili olarak ihtiyaçsız ve ümitsiz değildir. O, dünyanın imarı için dikili tılsım, sevimli cevher ve aranan madendir. O, büyük mıknatıs ve kibrit-i ahmerdir. Dünyalılar onunla övünürler, ona dayanarak savaşırlar, onu toplamak, biriktirmek için birbirlerine saldırırlar, onun bilgisini altında bulunan madenlerden çıkarırlar ve onun yol bulan cisimlerden nasıl çıkarıldığına, nasıl ayrıldığına, nasıl kurtulduğuna ve cevherinin başka bir cevhere nasıl dönüştüğüne, bir rengin başka bir renkten nasıl ayrılmasına ve gözleri onun oluşuna nasıl çevirdiğine vakıf olmak isterler. Böylece altında yer alan şey onun konumunda olur, gerçekleşen tedbir ile onun derecesine erişir, onun mertebesine ulaşır ve onun erdemine ortak olur. Aydınlık suretine ve parlak görünüşüne kavuşunca, temizlenip arınınca kendisi için gerekli tedbir saye­sinde değişim kirlerinden arınır.

İçinde filozofların değindiği ve âlimlerin işaret ettiği şeylerin bir kısmını anlatacağımız bir bölüm açmak istiyoruz. Onu temiz nefsinle, görünür ışıklarınla, parlak ve günah kirinden arınmış ruhunla düşünürsün. Umulur ki tabiatın sırrını bilmekle kurtulur, ona güç yetirdikten ve onu elde ettikten sonra ondan el etek çekersin. Gücü yettiği, kudreti bulunduğu ve imkânı olduğu halde ondan el etek çekmek, o konudaki zabitlikten daha güzel ve daha süslüdür. Kişi onunla bunlar arasına girer. O zaman bu saf suret yetkinleşir ve cevherinde kendisiyle birlikte olan şey sebebiyle karşısında yer alan suretlerin göründüğü parlak ayna gibi olur. O ne zıt, ne farklı, ne de değişiktir. Ona bakan, doğruluğundan şüphe etmeksizin ve hak olduğundan kuşku duymaksızın gördüklerinden dolayı hayret eder. Yüce Allah seni ve bizi safa/saflık gayesine ulaştırsın, nefislerimizi hidayet açıklığıyla aydınlatsın ve bizi ve seni din ve dünya konusunda nimet ve ihsanına vefa gösterenlerden eylesin. O dilediğini yapandır!

Bölüm

Bilge Fardimus dedi ki: Gök yuvarlaktır ve ayrı bölgeleri vardır. Yeryüzü göğün ortasında bir hardal tanesi gibidir. Onun her bölgesinde ismi yüce olan Allah’ın rız­kıyla yaşayan bir topluluk vardır. Güneş âleme hayat hareketi verir, yeryüzünün üze­rinde yükselir ve altına iner. Gök, içindekileri yetiştirir. Yeryüzü anne karnındaki cenin gibidir. Çocuğun rahimde büyüdüğü ve karında yaşadığı gibi orada büyür. Satürn, Mars, Jüpiter, Venüs, Merkür ve Ay; yapan, yöneten, mizaç, kuvvet ve tabiat­ları olan şeylerdir. Onlar yeryüzünde batarlar. Karışımlarıyla ondan yayılan ve çıkan güçleriyle görünen bu bedenler ortaya çıkarlar; oluş ve bozuluş âleminde inen yağ­mur; meydana gelen bitki ve ağaç, madenine yerleşen ve meskeninde teşekkül eden şeyler şeklinde oluşurlar.

Galen (Calinus) dedi ki: Sıcak, soğuk, yaz, kış, hava olayları ve met cezir gibi dünyadaki her şey onun döndürmesiyle artarak ve eksilerek hareket eder. Ay’ın ek­silmesiyle eksilir, artmasıyla artar. Doğanlar, yedi yıldızla döner. Küçük âlemde iki safra, balgam ve kan tabiatların ve yedi gücün yönetiminde artar ve eksilir. Üzerine Güneş doğan her şey, onun dönmesiyle döner. Âlemdeki her şey yedi ve on ikinin yönetimiyle meydana gelir. O, bunların toplanmasında ve ayrılmasında asildir.

Pisagor dedi ki; yedi on ikide onların amelidir. Bedende güçler böyledir. Güneş nefis, Ay ruhtur. Nefis sıcak ve kuru; ruh soğuk ve yaştır. Kuruluk yaşlıkla karışmış, sıcaklık soğuklukla dengelenmiştir. Yaratılmış beyindeki, dimağdaki akıl gücü, ne­denselliğin başındaki kral gibidir.

Galen dedi ki; Güneş’in yer ve mecralarından dolayı bedende dört makamı vardır. Onda akar, devam eder ve döner. O, Allah’ın emriyle bedeni korur. Bu makamlara acı ve eziyet veren bir şey dokunur ve bu ağrı onlardan birine erişirse bazı kapılarını/ kısımlarını bozar, mecralarını çalışmaz hale getirir, beden bozulur ve ölüm çabuk gelir.

Birincinin mekânı yüz olup, ona güçlerinin aktığı beş kapı açılır. Bunlar işitme, görme, koklama, tatma ve dokunmadır. Ondan kaybolan ve uzaklaşan şeylerin bilgi­si nefisle bu kapılardan ilişki kurar. Onda güçler girer ve çıkar, yükselir ve iner. Her kapıda onu nefsin emriyle açan ve kapatan görevli bir güç vardır. İkincisinin mekânı kalptir; ondan beş kapı açılır ve beş elçi çıkar. Bunlar temyiz, konuşma, sırra bakma, vehim ve düşünce. Üçüncüsünün yeri karaciğerdir; ona beş kapı açılır ve ondan be­denin diğer kısımlarına kan çıkar. Onu sular, yetiştirir ve kuvvet, dayanıklılık ve can­lılığı temin eder. Dördüncüsünün yeri böbrekler olup nutfenin (spermin) akıp çıktı­ğı kapı ondan açılır ve diş bitkisi onunla olur. Bunlar Güneş’in bedendeki yerleridir.

Ay’ın bedende deri ve baş olmak üzere iki yeri vardır. Omurda bulunan kemik Jüpiter’e aittir. Damarlar ve sinirler Merkür’e aittir. Kan ve safra Mars’a aittir. Saç, tır­nak ve “sevda” Satürn’e aittir. Mizacın itidali ve bedenin sağlıklı oluşu Jüpiter’e aittir. Resim ve suret Venüs’e aittir.

Aynı şekilde on iki burçta da birtakım yerler ve tabiatlar vardır. Başın saçı koç burcuna, alın boğa burcuna, gözler ikizler burcuna, burun delikleri yengeç burcuna, ağız ve dil aslan burcuna, sakal başak burcuna, omuzlar, eller ve ön kollar terazi bur­cuna, göğüs akrep burcuna, sırt omurunun tamamı yay burcuna, karın oğlak bur­cuna, husyeler, erkeklik organı ve böbrekler kova burcuna, kollar ve bacaklar balık burcuna aittir. Vücut bu kısımlarla ayakta durur ve bunlar üzerine kurulur.

Bu esasları bilince onlardan çıkan dalları da bilirsin. O zaman hayvan beden­leriyle ilgili tıp sanatını bilirsin. Madenî yapıların tabiatlarını da bunlar sayesinde bilirsin. Düşünen canlı tabiatları bilme konusunda cahil isen saf su tabiatlarını bilme konusunda daha çok cahil ve onları yönetmeye daha uzaksındır. Çünkü bazısının ilk kaynağından kaybolması, mutedil olmayan tabiattan çıkması, başka bir şekilde meydana gelmesi ve değişik bir şekilde yaşaması için ayrılması gerekir. Bazısı onun tabiatını tuzluluktan tatlılığa, sertlikten yumuşaklığa dönüştürür. Bazısı ona tersine etkide bulunur; yaşlıktan kuruluğa, ekşilik ve acılıktan mutedilliğe geçirir. Bazısı bazısına aralarında anlaşma olmadan ve hallerini bozan şey ortadan kalkmadan karışmaz. Onlardan biri sahibinden ayrılırsa onu bozar ve itidal sınırından ayrılırsa onu çıkarır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk olan sevdayı balgamın soğukluk ve yaşlık olan tabiatına çevirmek için tedavisini bilirsen ihtiyaç duyulanların bir kısmını elde edersin. Safranın sıcaklık ve kuruluk olan tabiatını kanın sıcaklık ve ılımanlık olan tabiatına çevirmeyi bilirsen bedenler tıbbının en görkemli makamlarına ulaşırsın. Madenî yönetimdeki bu iki makam, ona ulaşanların en yüksek makamlarıdır. Onlar, yani sıcaklık ve soğukluk ile yaşlık ve kuruluk, ilk iki esas ve tâbi olan iki daldır.

Bölüm

Aristoteles dedi ki; göğün altındaki ilk daire ateş dairesi; İkincisi hava dairesi, üçüncüsü su dairesi; dördüncüsü toprak dairesidir.

Toprak dairesinden iki duman rengi çıkar. Birisi ince ve hafif olup yukarı çıkar. Hava dairesinde yaklaşınca katılaşır ve orada ateş dairesine yaklaşıncaya kadar yük­selir. Dolayısıyla ısınır ve çıkış için yol bulamaz, kendi ocağına geri döner ve ondan yağmur meydana gelir. Diğer duman rengi onun yerinden çıkar ve yüzeyinde döner. O yoğun ve ağır olup ondan dağlar meydana gelir. Yükselen duman sabit dumana dönünce dağlar onu emer ve orada suyun içindeki ruh gibi olur. Su çekildiği zaman dağlar ortaya çıkar ve duman geri döner, onun içinde, deliklerinde ve gözeneklerin­de maden türleri oluşur. Gücü yetkinleştiğinde, tabiatları bir araya geldiğinde bedeni ve onda yer alan şeyler güçlendiğinde onlardan dengeye uzaklıklarına göre ortaya çıkar. Dört, on ikiye döner. Çünkü yeryüzündeki adaların karşısında bulunan dört dairenin fiilleri orada yedi yıldızın on iki burçtaki etkilerinin varlığı gibi mevcuttur. Güneşin onlardaki dönüşü b öyledir.

Filozofların bu konuda zihinleri duru olan İhvân-ı Safâ’dan başkasının haberdar olmadığı ve kullanmayı bilmediği gizli işaretleri ve ince sırları vardır. Hatta onlar ihtiyaç duydukları bu tabiatları arıtmaya kadar gittiler ve onları birbirine kattılar; nihayet insanın takati ölçüsünde tanrıya benzemesi durumu ortaya çıktı. Böylece dünyada iç huzur sayesinde ebedilik mutluluğuna eriştiler. Ahirette onlara gerçek hayat olan hayvani yurdun iyilikleri verildi.

Kardeşim bil ki! Topraktan çıkan biri ince diğeri kalın olan bu iki buharın bilin­mesi, aşağıdakinin yerinde kalması, yukarıda olanın oraya dönmesi, oraya yerleşme­si ve onunla sabitleşmesiyle iş tamamlanır ve sağlam bir şekilde yapılmış olur.

Bilge dedi ki; güneş’in bedeni her bedenin başıdır. Bedenlerin başkanı olduğu için baş diye adlandırıldı. Onun altındaki yıldızlar ona ne yaklaşabilir ne de uzaklaşabilir, o ışığıyla yıldızları aydınlatır. Yıldızlara indiği ve yaklaştığı zaman onları kendi ışığıyla aydınlatır. Bitki, cevher, ova ve dağ ondandır; kırmızı ve sarı meydana gelen şeyler de onlardır. Onun toprağı parlar altın bulunan toprağı dibine varıncaya kadar kazarsan onu toprağının sarı zırnık ve kibrît-i ahmer (kırmızı kükürt) gibi yaldızlı olduğunu görürsün. Sıcak bir rüzgâr oluşur, orası geniş bir yer olup tabiatı sıcak ve nemlidir. Orada akan sular tatlıdır. Bu, altın toprağının tabiatı ve gücüdür; onun madeninde ve mekânında oluşudur. Kabındaki bitkisinde ve cevherindeki şeklinde oluşudur. Bundan dolayı Pisagor dedi ki: Güneş her cevherin kralıdır. Onun tabiatı en dengeli tabiattır. Toprak onu bozmaz, bedeni yakan şeyler onu yakmaz. Çünkü onun mizacı sıcaklık, kuruluk, soğukluk ve yaşlıkta birbirine eşittir. Onun tabiatında ne biri diğerinden fazla, ne eksik ne de bozucu bir şey vardır. Bundan dolayı onu yücelttiler, değer verdiler ve Güneş diye adlandırdılar. Krallar ondan taç ve başlık yaptılar, onu cevherlerle süslediler ve onu değerini yüceltmek, anısını ve bedenler üzerindeki üstünlüğünü yükseltmek ve ülkelerin iyiliği ve kulların hayatı kendisine bağlı olan Güneş'e tazim için başlarına koydular. Çünkü o, oluş ve bozuluş âleminde bulunan en üstün madendir.

Eflatun dedi ki; biz kuzeyin bulunduğu dağlara girdik. Onlar Güneş’i göremedi­ğimiz yüksek dağlardır. Soğuğun şiddetinden dolayı orada kalamadık. Orada yazın bulunan bir azcık şey dışında bitki görmedik. Orada yaz, başka yerin kışı gibidir. Olanın en büyüğüdür. Bundan dolayı dedik ki âlemde Güneş’in yönetiminden daha değerli bir şey, onun çıkardığından daha üstün bir iş, onun yaptığından daha değerli bir cevher, onun boyadığından daha iyi bir renk yoktur. O, akılların kendisiyle büyü­lendiği ve tılsımlar tılsımı, tikel nefislerin ve cisimsel şehvetlerin mıknatısı yaptığı, madenî tabiatlarda en yüksek konum haline getirdiği ve sanatını yeryüzünün en bü­yük meslekî sanatı kıldığı sihirdir.

Eflatun dedi ki; ben bir grup arkadaşımı Hindistan’a gönderdim. Onlar havası güzel bir ülkeye uğradıklarını, buranın hoşlarına gittiğini söylediler. Ayrıca buranın halkının uzun ömürlü, az hastalanan, sağlıklı bedenlere sahip ve ikliminin şiddetli soğuk ve sıcağın olmadığı, mevsimlerin ılık ve eşit bir düzenlilikte olduğunu ve mi­zacın çabuk bozulmadığını belirttiler. İşte böylece biz de bu mekanın ekvator oldu­ğunu ve altın madeni olduğunu anladık.

Bu sözden hareketle bilgeler şöyle söyledi: Firdevs cennetinin yerden göğün üçte biri kadar yüksek olduğunu ve orada ne sıcak ne soğuk ne kuru ne de yaş, ne değişen ne de karışan bir şey bulunduğunu söylediklerinde orası her hususta düz ve Allah’ın lütfettiği kimsenin meskeni için ölçülüdür. Galen ve arkadaşları bu sebeple şöyle demiştir: Beden mutedil mizaçlı ve düzgün boylu olduğu sürece dünyada kalıcı ve istikrarlıdır. Orada duran nefs, kendisini yaratanı birliğini ikrar ederek, yönetiminde adil olarak bilirse böylece o, güçlü bir şekilde Firdevs cennetinde kalır. Bedeni terk edince oraya varır. Bu sebeple o ve arkadaşları tıp ilmini kullanırlar ve bedenlerini sağlıklı kılmada acele ederler. Dediler ki; insan düzgün mizaçlı olduğu müddetçe hiçbir yanı diğerinden fazla olmaz; çünkü o sağlıklıdır. Ona hastalık ve acıya maruz kalmaz. Böylece Firdevs cennetinin sakinlerinden olması kolaylaşır. Hastalıklı ve ağ­rılı kimse orada kalamaz.

Daha önceki konumuza dönecek olursak şöyle deriz: Firdevs cenneti güneşe ben­zemez; çünkü ölüm, hastalık ve bozulma ona ait bir etki değildir. O alemin hayatı olduğu için rengi kızıla çalan bir renkte ve tatlı bir halde tutar. Dedi ki; biz ondan kırmızı yapmayı öğrendik, sonra da onu yani ona ait bir taştan iki renk elde ettik. Onunla kitap yazdık ve ondan krallar için taç ve yüzük yaptık.

Bölüm

Dedi ki; ay ona benzer ve ona benzemek ister. O aslında siyahtır. Beyaz rengini ve beyaza çalan sarı rengini ondan alır. O, güneş batıp da dolunay güneşin şafağından dolayı onun yüzünde bir sarılık belirir. Sonra o sarılığı ondan alır ve ondan gücü çekilir. Böylece yeryüzünde rengine uygun iş yapar. İşte o gümüştür. Nemde ve top­rakta bozulur. Onun tadı ekşidir; çünkü o bakırın paslanması gibi paslanır. Ay, güneş ışınlarının altına gelince orada görünmeyecek şekilde kaybolur. Aynı şekilde gümüş de altınla karışınca onun rengini alır ve onunla karışır. Bakırla karıştırıldığında da böyledir ve onun rengini alır. Ay’ın bedendeki etkisi beyin, kan, safra, su kaynakları, med-cezir ve artan ve eksilen her şey üzerinde görülür.

Dedi ki; biz altından bir iksir yaptık ve onu gümüşün üzerine attık. Sonunda o da altın oldu. Bu çok çabuk gerçekleşti. Çünkü o sabırsız ince ve kendisine eziyet eden şeye karşı dayanıksızdır. Yüce ruhların hepsi de onun düşmanıdır. Yüksek ruhu olan her beden ona eziyet eder ve onunla uyuşmaz.

Elmas ise dişil, ekşi, kuru ve sıcak bir cevherdir. O gümüşe yakın olup temizlenip arıtıldığında gümüş ve altına karışabilir.

Kurşun ve demirden boyalı ve ruhlarla karışan ve onları tutup terk etmeyen şey­ler meydana gelir. Eğer boyanırsa kendisi rengini kaybeder ve onda sabit durmaz. Böylece yumuşatılıp temizlenmesi gerekir. O başkasında boya rengini tutar. Ondan bir şeyler yükselir ve köpek ondan ısırır. Boyayı kabul ettiği zaman ondan ayrılmaz. Kurşun ve demir boyayı alır ve ondan bir şey yükselir. Bu arındırılmak üzere sabit kalır. Bu şekilde de ondan gümüş çıkar.

Yeryüzünde Satürn’e ait siyah kurşun vardır. O, siyah kurşun olan Satürn geze­genidir ki karışımı ve renk değişimini kabul eder. Sülük gibi ona yapışır kalır ve ısıran köpek gibi ısırır. Rengi kabul edince, ısı sebebiyle ondan ayrılmaz çünkü onda Güneş’in içinden yükselen sıcak bir ruhâniyet vardır. O tadı az ve boyayı kabul eden eril bir şeydir. Ondan güneş meydana gelir. Güneşi değerli ve yüksektir. Su çeşitleri rengini ondan alır. O, Merkür’ü ve bütün ruhânî şeyleri tutar, onlar ile savaşlar arası­na girer. O kibritliğinden dolayı gümüşün düşmanıdır ve taşı boyar.

Cıva, soğuktur ve ıslaklığın kendisine baskın olduğu, bozduğu ve çözdüğü bir gümüştür. Kim onun devasını bilen onu öz varlığına dönüştürebilir, o gümüşe dönü­şür. Böylece o bunun sayesinde ruhları bir araya getirir ve eşleştirir. Ateşe karşı çok dayanıksızdır. Kimin onu diğer şeylerle uzlaştırmaya gücü yeterse o kişi muradına erişir, hatta onunla ölüler bile dirilir!

Bölüm

Dedi ki; taş üç çeşittir. Eriyenler, erimeyenler ve kireçleşip-kireçleşmeyenler. Erimeyenler ve kireç olmayanlar değerli bir taş ve en üstün cevherdir. O yakuttur. Onun düşmanı olan ve kendisine güç yetiren elmas taşı adında bir zıddı vardır. Elmas bü­yük bir taş olup onun da kurşun adında bir zıddı vardır. Yeryüzündeki taşların bazısı artar bazısı eksilir ve parçalanır. Güneş ve yağmurun etkisi ile rengini alır. Damarlı ve damarsız akik taşları böyledir. Bazıları ise yakut gibi renk değiştirir. O başlangıçta beyazken sonra maviye, sonra sarıya, sonra da kırmızıya döner ve bu renk üzere sabit kalır.

Kardeşim! Bil ki, kırmızı, renklerin en şereflisi ve tüm diğerlerinin de aslıdır. Gü­neş kırmızıdır ve onun tüm ruhâniyeti de kırmızı ve sarıdır. Beyaz, renklerin ilkidir. O tüm tabiatların kendisine meylettiği toprak gibi siyaha döner. O Satürn’ün rengi­dir. O ölümdür ve ona baskın gelen şeyde hayır yoktur.

Erkaşisa[148]: Gümüşle karışık bir kibrittir. O soğuk olmakla birlikte içindeki kib­ritten dolayı sıcağa yakındır. Eğer yıkanır ve arındırılırsa sonra da yakılırsa kuru ve soğuk bir madde olur. Onun sanatkârların ihtiyaç duyduğu şeyler alanına giren bir takım işlevleri vardır.

Magnezyum: O bilgelerin çok değerli saydığı ve eski filozofların da çok övdüğü kıymetli bir taştır. Çünkü onlar bu madde ile büyük işler yapıyorlar ve onunla ma­deni eşyaların tabiatını çözüyorlardı. O demir ve camı yumuşatır. Onun da erkeği ve dişisi vardır. Onu ‘kuru’ diye isimlendirdiler. Onun erkek olanı kurudur. Dişi olanına gelince o kapkara ve kırılgandır. Onu, ‘efirun diye isimlendirilen kibritle karıştırıp iyi kurşunun üzerine attılar. Sonra da onu gümüşe dönüştürdü.

Şazine: Elmasın çıktığı yumuşak, kuru ve soğuk bir cevherdir. Bilgeler ondan yö­netimde ihtiyaç duydukları şeyleri yaptılar. O, tüm cisimler ve yeşil taşlarla birleşir. Bilgeler onu çok değerli, büyük insanlar da onu çok kudretli olarak niteler. Çünkü onlar değerli tılsımlardır. Onunla çok acaib sihirler de yapılır. Turkuvaz ondandır ve ondan beden çıkar. Yine ondan zümrüt gibi bir cevher ve ezverd (takı süsleme ve tıpta kullanılan, kırmızı yeşil renkli çeşitleri olmakla beraber şeffaf, saf bir mavi renkli taş, maden) çıkar.

Taşlar içerisinde yine kibritin, civanın, talkın (parlak ve kıvılcım çıkaran bazen camın yerine kullanılan aydınlatıcı bir madde), sedef ve incinin tabiatını taşıyan taş­lar vardır.

Yumurtanın kabuğu tümüyle kuru ve soğuktur. Sirke ise onu tümüyle çözer ve ona nüfuz eder. Öyle ki onu sıvılaştıracak şekilde çözer. Galen dedi ki; onlar ku­rudurlar, yaş ise çözücüdür. Onlar cıvayı hapsederler. Sonra su yaparlar ve onu da tılsımlı varlıklara dönüştürürler. O madde ile gözlere gelir ve sihrin bir çeşidini ya­parlar. Bilgeler yumurta kabuğunu değerli buldular. Onun yazılı çok ismi vardır. Ke­mik kurudur, zayıf ve soğuktur. Süte gelince, yağından dolayı o ıslaktır. Eğer bu yağ ondan ayrılırsa o zaman o da kuru ve soğuktur.

Kardeşim! Bil ki, bilgeler -cansız madenlerin bedenlerinde olduğu gibibitkilerde de ruhânî güçlerin olduğunu söylediler. Bu güçler eriyen madenlerin bedenlerini Allah’a döndükleri ve yeniden yaratıldıklarında tıpkı onların ayrık ruhlarını etkile­dikleri gibi etkilerler. Onlar ismi yüce olan Allah’tan başka kimsenin sayamayacağı ve tüm yönleri ile bilemeyeceği kadar çoktur. Fakat biz, inşallah, diğerlerine bir delil olsun diye ondan bir kısmını anlatacağız.

Bölüm

Ağacın yaprağı fasulye yaprağında olduğu gibi halka halka ve yayvandır. Budan­mış dal gibi yukarı doğru meylederek biter. Yazın da kışın da ölmez. Şam dağlarında yetişir. Denildi ki; onun suyu çıkarılınca ve bu su cıva üzerine dökülünce, sonra da onu birbirine kenetleyip bileşim haline getirene kadar defalarca kaynatılınca, beyaz bir gümüş meydana gelir. Yine denildi ki; yeryüzünde ortaya çıkan ilk ağaç kökü insan bedenine benzeyen bir ağaçtır. O tılsımda bitkideki insan suretine benzer in­sani yapının ilk örneğiydi. Onun erkeği ve dişisi vardır. Dalı kırıldığında için haç işareti gibi olduğu görülür. Onun pek çok ismi vardır. O bilinen bir ağaçtır. O, saralı kimseye takıldığında, sara hastalığına iyi gelir ve kara safra için de böyledir. Onun üzerinde takılı kaldığı sürece saraya yakalanmaz. O sıcaktır. O, kötü ruhları kovar. Ondan tılsım edinilir ve oturulan evlere oralarda asılır. Artık böylece o evlerde kötü ruhlar barınamaz. Zararlı haşerelerin de kaçmaktan başka çaresi yoktur. Bilgelerden birisi bu ağaç hakkında onun faydalarını anlattığı bir kitap yazmıştır.

Sekbînec (İran’da tedavi için faydalanılan bir ağaç), sakamonya (bingöz otu), ken­dir otu, cıva, sinderus (Ermenistan taraflarından getirilen, kehribara da benzeyen bir tür ağaç zamkı ve bitkisi) ve afyon, bedeni yumuşatır ruhları güzelleştirir, kiri giderir bazı yüce ruhların güçlerini tutar. Bazıları kötü kibritleri yakar. Reçineli ağaç ve sakız ağacı pek çok işi yapar, birçok etkisi vardır, değerli işler yapar ve erdemli güçlere sahiptir.

Denildi ki; Farsça kendisine “hûs” Rumca ise “Hursmun” denilen ağacın kabuk­lu köküne yakın tarafından yaprağı koparılırsa sonra bu kırmızı zırnık (arsenik), parçaları ile karıştırılıp hepsi bir öğütülerek istediğin miktarda öz sularıyla ıslatılıp ateşte pişirilirse ortaya kırmızı altın olarak çıkar. Eğer ateşle kalıba dökülürse fazla dayanmaz. Bu ağacın yaprakları halka şeklindedir. Üzerine güneş doğduğunda yap­raklarını parlak ve ışıltılı görürsün. Onun üzerinde altın gibi sarı ve onlardan mey­dana gelen bir kurtçuk olur. Onun üzerinde onlara inen görevlilerin ruhları gezinir. Denildi ki; zakkumun kıpkırmızı olan çiçeği alınınca, sonra yaprağı, böceği, kökleri ve aynı ağacın iç kabuğu ile karıştırılıp iyice öğütülünce ve ona erimiş bakırla sıva­nınca ondan altına benzer bir şey çıkar. Fakat o ikinci kez ateşe ve sıcağa dayanamaz.

Üzümden elde edilen sirke çeşidi ise faydası çok olan içkinin sirkesidir. Tüm tabi­atları cisim ve bedenlerdeki çözer ve yumuşatır. Siyahı da ağartır ve beyazı karartır. Bitkilere ait bu sıfat ve isimlerin çoğundan bahsetmedik. Bunlar otlar kitabında ve özellikler kitabında mevcuttur. Yine bunlar ‘Taşlar’ kitabında ve insan bedeni ve hay­van organlarına benzeyen şeylerin kitabında da mevcuttur. Bizim kitabımıza bakan bir kimsenin zikrettiğimiz bu bilgilerle sadece ve sadece ister az ister çok olsun, ister büyük ister küçük olsun, ister maden ister bitkilerden olsun, ister canlı isterse ölü olsun hepsinin ancak bir hikmete göre yaratıldığını bilmesini istedik. Bunların hepsi bir faydasız olmayacak şekilde birbirine bağlıdır. Onun varlığında ismi yüce olan hikmetli yaratıcıya delalet eden bir hikmet vardır. Bütün her şey, yerli yerinde mah­fuzdur. İsmi yüce Allah, onları korur ve onları yaratan, büyüten, tutan ve yetiştiren melekler görevlendirir. Her birinin kaldığı ve gideceği yerler vardır. Hepsi de Yüce Kitap ta ve büyük levhada yazılıdır Her şey O ndan çıkmış ve O’na dönecektir. Bunlar ondan meydana gelen ve ortaya çıkan şeylerin misalleri ve alametleridir.

Kardeşim bil ki, cinler, şeytanlar ve isyankârlar layık oldukları ve olmaları gere­ken yerde bulunurlar. Melekler de böyledir. Onlardan her birinin bilinen bir makamı vardır. Cinler ve şeytanların bazı yerleri aynı zamanda insanlardan münafık insanla­rın göğüsleridir. Onlar vesvese vermek ve azdırmak için insanların içine yerleşirler. Onların birbirine fısıldayan yakın arkadaşları vardır. Meleklerin yerleri müminle­rin ve onların üstlerinde yer alan peygamberlerin göğüsleridir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Onu uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine indirmiştir”[149] Biz el-Câmi‘a (kapsamlı) risâlemizde bitkiler, hayvanlar ve madenler­den her bir türüne ve ruhların her bir şekline özgü bedenler, cisimler ve güçler ol­duğunu anlattık. Bu bölümde bilgelerin bu güçleri ve ruhları öğrenip öğrencilerine öğrete geldikleri sihir işinde nasıl kullandıklarını anlatmak istiyoruz. O, olması ge­reken vakitte karıştırma ve birleştirmeyi, oranı ve nisaplarının eşitliğini, ruhânîleri cismânî şeylere, cisimlerin bedenler üzerinde terkibini ve ruhların orada ölümden sonra olabileceğini bilmektir.

Kardeşim şunu bil: Mesih’in yaptığı gibi öldükten sonra bir bedeni diriltmeye gücü yeten kimse, ruhların doğrulayamayacağı ve akılların araştıramayacağı kadar büyük bir sihir getirmiş olur. O kesin bir gerçek ve apaçık bir sihirdir. Fakat onlar konuşmayan bedenler ve kendilerinden çıkıp sonra tekrar oraya dönen ruhlardır. Onlar parlak boya ve göz alıcı renklerdir.

Kardeşim! Bil ki, sen buna yönelir ve ilgi duyarsan, sihrin bu çeşidi akılları bozar ruhları öldürür. Kardeşlerimizin -Allah onları desteklesinkıyas açısından bu sana­ta, kitap okumaya, tecrübeye, söyleyen niteleyen ve “ben gördüm” diyen kişiye iltifat etmemeleri gerekir. Bununla kast edilen, kendisine helal olan sihri ve Allahın ölüleri nasıl dirilttiğini öğretmesi gereken kimselerden olduğunda ulaştıran, hikmetli, er­demli ve kendisine bunu vermek isteyen lütufkâr öğretmene tâbi olmaktır. Nitekim İbrahim şöyle demiştir: “Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini bir göster. Allah dedi ki: İman etmedin mi?” Yani (diriltme) sıfatına. “Dedi ki: “İnandım fakat kalbim de mutmain olsun” yani tefekkür ile “Dedi ki: ‘dört tane kuş yakala’” (Yani dört çift uçan kuş yakala) “onları yanına al, sonra her dağın başına onlardan bir parça koy” (Yani yapılması gerektiği gibi: Sabit beden parçalarını) “Sonra onları (sirkeli su ile) kendine çağır. Koşarak sana gelsinler. Bil ki, Allah her şeye kadirdir”[150] Bu ayetler, bu sanat erba­bının tevil ettiği şeyleri kapsar.

Karun bu sihre başvurdu ve amacının dışında kullandı. Böylece işinde Musa’ya muhalefet etti, kendisine çizilen sınırı aştı, bu sihir onunla Musa arasına girdi. Evi sarayı ile birlikte yere batırıldı. Yer onunla birlikte yanındaki her şeyi yuttu. Zaten dünyada bu ilmi öğrenmeyi hak eden az insan vardır. Anlattığımız ve daha anlata­cağımız şeylerle bilgilerle biz ihvanımızın akıllarını -Allah onları desteklesinbilgi­lerle ile aşılamak ve onları bütün ilimler ve irfanî ilim üzerinde yapılan sanatların niteliklerini ve prensiplerini bilmeye teşvik etmek istedik. Böylece âlimler ve bilge kişiler olsunlar, cehalet ve onun niteliklerini fark etsinler ve cahiller güruhundan ve onların afetlerinden kurtulsunlar, âlimin aklının derecesine ve hayırlarına ulaşsınlar, ilim ve bereket derecelerine nail olsunlar. “Sen çok istesen bile insanların çoğu iman etmezler.”[151] Bu konuda başarılı olan azdır. Onlardan da azdır.

Kardeşim! Allah seni desteklesin! Bil ki, herhangi bir şeyi, sanatı veya işi nefsi ve geçimi konusunda iyiliği isteyerek icra etmeye başlamak, kardeşlerimizden -Al­lah onlara yardım etsinhiçbirine veya insanlardan herhangi birisine Ay’ın hallerini bilmedikçe uygun değildir. Çünkü Ay insanlık âlemini yönetmeye tahsis edilmiştir. Hatta ister nefsi ve hayatı konusunda kendisiyle iyilik istediği bir iş olsun, ister sanat­lardan bir sanat isterse de eşyadan bir şeyin düzenlenmesine başlamakla ilgili olsun bu hiçbir insan için uygun değildir.

Kardeşim! Bil ki, insan tektir. Onun altında yer alanların hepsi ona bağdır. O dünya semasının kralı, yeryüzünde Güneş’in halifesidir. Güneş ise gökler ve yerde Allah’ın halifesidir. Her yıldız kendi feleğinin kralı, yöneticisi ve orada güneşin ha­lifesidir. Güneş yıldızların kralı, onun feleği ise feleklerin efendisidir. Hayat, kendi kaynağına onunla tutunur ve her konuşan, hisseden ve hareketli her canlı ile onun aracılığıyla ilişki kurar. Onun kendisine ait ve Yüce Allahın üstün kılması sebebiyle diğer yıldızlara üstün olmasını sağlayan birtakım sıfatları vardır. Allah ona bütün varlıkları koruyan bir güç vermiştir.

Bil ki, Ay, tüm işlerinde insan gibidir. Ayrıca o insanın büyüdüğü gibi büyür. Onun bir çocukluk ve doğumdan sonraki hali gibi geçirdiği bir süreç vardır. Onun bir ergenlik ve gençlik, güçlülük ve yetişkinlik, yaşlılık ve acizlik zamanları vardır. Sonra varlığı sona erinceye kadar bu böylece devam eder gider. Öyle ki görünme­yecek şekilde kaybolur ve yeni bir hayat başlar. Onun dakikalarının, menzillerinin ve burçlarının seyri geçim ve tüm tasarruflarında insanın seyrine benzer. O nasılsa bu da öyledir. Bu anlattıklarımıza başlamak isteyen kimsenin engelleme, fal, efsun, büyü, mühür yapma, ruh bağlama, tılsım dikmek, işaret koyma, hazine saklama ve çıkarma; düğüm çözme, düğüm bağlama, nirancat (sihir gibi fakat aslı sihir olma­yan bir büyü türü, Onu yapan kişi onunla eşyanın hakikatlerini nazar ile değiştirir. Bunu ise el çabukluk, hızlı bir dönüş ile yapar) sihri, göz bağlama ve bir varlığı başka bir varlığa çevirme türünden hoşuna giden işler gibi helal sihir yapması gerekir. O da ayın yörüngesini, konaklardaki tabiatlarını ve konak konak her birini bilmelidir. Ayrıca güneşin ve yıldızların yörüngesini takvime göre düzenlemelidir. İşte bütün bunlar bu işe başlamak isteyen kişiye yardımcı olur. Öyleyse o bu semavi takvime ve ilahi şansa bakmalıdır. Her gece aya bakmalı ve onun on iki burca inişinden sonuç çıkarmalıdır. Biz bilgelerin ve âlimlerin kitaplarında anlatılan bu astroloji sanatını açıklamak istiyoruz. Bu hususta düşünen kimse feleğin yörüngesini ufuklara baka­rak bilemezse yerel takvime ve belirlenmiş insani şansa ve cüzi kitaba baksın. İnşal­lah o istediklerinden bir kısmına bu şekilde ulaşacaktır.

Bölüm

Bilge dedi ki; Ay her gün bir menzile iner. Her menzildeki kalış süresi altıda biri eksik olan bir saattir. Çünkü menzil, 5/6 saat geçmedikçe doğmaz. Sonra Ay başka bir menzilde doğar. Ay, bir ayın ilk gecesinde doğunca bir 6/7 saat kadar kalır. Sonra bir menzilde doğar ve her gece bir saatin altı yedisi kadar artar. Sonra ayın yedinci gecesinde doğar ve gecenin yarısına kadar kalır, sonra kaybolur. Sonra buna göre her gün 6/7 saat kadar artar.

On dördüncü gece olunca Ay doğar ve Güneş doğuncaya kadar orada kalır sonra kaybolur. Güneş batınca ay doğar, güneş doğunca ay batar. Böylece tam bir birbirinin yerine geçme gerçekleşir. Çünkü Ay, Güneşin batışıyla birlikte âlemin yönetimini üstlenir ve Güneş doğduğunda dönüş ve tamamlanmada onu taklit ederek kaybolur.

On beşinci gece olduğu zaman Ay, hilalin göründüğü ilk gece doğduğu gibi 6/7 saat kadar geç doğar. Bu durum sabahla birlikte Ayın yirmi yedinci gece doğuşuna kadar devam eder. Sonra Güneş ışınları altında iki gün gizlenir. İşte o, onun kıyameti ve sahibine dönüşüdür. O, bunun hesabını tamamlar sonra yeniden yaratır. Ayet: Bu, güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir”[152] buyrulur. Sonra yeniden açığa çıkar ve daha önceden anlattığımız gibi doğar.

Ay, koç burcunun başlangıcına uğrayınca onun on iki derecesine ve 6/7 derece­sine kadar yengeçtir. O ateşli ve uğursuzdur. Kadınlarla ilgili işleri yapmak o zaman diliminde uygundur. O dönemde yeni elbiseler giymekten kaçınılır ve bütün işler bırakılır. Bu derecede kralların ve sultanların nefisleriyle ilişki kuran ruhâniyet ha­rekete geçer. Onlarda gazap, öldürme kastıyla yapılan saldırı, kan dökmek, eziyet zulüm görülür. Sonra bu tüm âlemi kapsar. Bu her birinde kuvvetine ve kendisine verilen kudrete göre ortaya çıkar. Kadınlarla ilgili olanlardan başka duruma uygun değildir. Kim bu günde evlenirse kadından yana şanslı olur. Kadın da ondan yana şanslı olur. Bu ayda köle, binek, koyun ve sığır satın al. O vakit ağaç dik, ek, biç, ev yap. Bunların neticesi güzeldir. O gün kimseyle kardeşlik kurma; çünkü sevenlerin sevgisi bu zamanda çok sürmez. O gün ticaret için bir şey satın alma. Çünkü bu işin sonucu iyi olmaz. O gün asla tılsım ve davet ile meşgul olma. O gün doğan kimse er­kek ise günahkâr, şerli, tutumsuz olur ve hiçbir işte sorumluluk üstlenmez. Eğer kız ise günahkar ve fâhişe, erkeklerin gözünde ise şanslı, gözde ve arzulanan kadın olur.

Butayn: (Ayın menzillerinden olup tam üçgen şeklinde üç yıldızdır, o koçun kar­nıdır ve küçüktür. Çünkü koç, koç suretinde çok sayıda yıldızdır, yengeç onun boy­nuzları, butayn onun karnıdır. Süreyya da böyledir.) Şanstır, sıcaktır, kurudur ve en yumuşak cevherdir. Ay, koç burcunun ikinci derecesine inince, o, on iki derece ve yedide altıdır. O zaman dünyaya yeryüzünden gelen fesadı ıslah eden mutedil ken­disinden önceki ifsadı kaldıran, kralların öfkesini nefislerinden gideren ruhânî var­lıklar iner. Bu, tüm işler, eylemler ve kadınlara değil de sadece erkeklere özgü şeyler için uygundur. O günde krallara, halk yığınlarına, ihvana, kadınlar hariç erkeklerden uygun olanlara karşı ilgi ve sevgi tılsımları yap. O gün tılsımlar ve Aristomahas’ın kitabında bulunan dört büyüyü yap. O gün sanatını icra et ve ruhânî varlıklarla il­gilen ve kralların huzuruna çık, onların isteklerini yerine getir ve onlarla irtibatlı ol. Onlarla aranda muhabbet kur. O gün evlenme, köle ve edinmek istediğin hiçbir hay­van alma. Ticaret namına bir şey alıp satma. O gün yeni elbise giyme. Kim o günde yeni elbise giyinirse, onun verem hastalığına müptela olmasından korkulur. O gün ekebilirsin ama mahsulünü toplama. Kim mahsulünü o günde toplarsa bu onun için bereketli olmaz. O gün doğan kimse erkek ise salih, ibadete düşkün, güzel gidişatlı, sır saklayan, iyi yaşayan ve düşmanı bol olan biri olur. Eğer kız ise günahkâr, asi, kötü yaşantıh ve insanların nefret ettiği bir kişi olur.

Süreyya: Soğuk ve sıcak karışımlı, şans, mutedildir. Saadet ve vasattır. O Koç bur­cunun 25,5/7 derecesinden Boğa burcunun 8,4/7 derecesine kadardır.

Ay, Süreyya’ya indiğinde, muhabbet için hızlı ve el çabukluğu ile muhabbet büyü­sü ve kadınlarla ilgili işler yap, kadınlardan alınan şeyi bırak, zehir bağını çöz ve ona muhabbet buhuru ile tütsü yap, tılsım yap, sanat icra et, davetler için yolculuk yap, kralların huzuruna çık, ileri gelenlerle ilişki kur, evlen, hoşuna giden şeyleri satın al, bina yap, kardeşlerle içli dışlı ol, ek ve ektiğini biç, mahsulünü topla, sevdiğin yeni elbiseleri giy. Bütün bunlar sonucu övülen ve güzel bir netice ile ruhânî işlere kapı açan şeylerdir. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, iyi, mutlu ve iffetli olur.

Deberan: (Ayın menzillerindendir. Boğa burcundaki beş yıldızı kapsar. Ona SEn ame denir.) Şanssızlık, topraksı ve kuru bir şeydir. O, Boğa burcunun 8,4/7 de­recesinden 1,3/7 derecenin tamamına kadar. Ay, Deberan a uğradığında özellikle düşmanlık ve kin büyüsü yap, kralların huzuruna çıkma, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışma, onlarla irtibat kurma, meslek icrası, tılsım yapma, davet, ekme, dikme, hasat işlerine başlama. O gün kimse ile görüşme, evlenme, yolculuk yapma. Çünkü bütün bu işler akıbetleri bakımından pek de tavsiye edilmezler. O gün doğan kimse erkek ise sakıncalı çirkin ve pis bir karaktere sahip kötü gidişatlı, katil olur. Eğer kız ise o da günahkâr, haddi aşan, kimsenin onu sevmediği ve ondan hoşlanmadığı bir kimse olur.

Hak’a: (İkizler burcu cihetine göre üstte ve boğa burcuna ait üç yıldızı kapsayan bir menzildir. Yıldızları birbirine yakındır. Eğer fecirle beraber doğarsa yaz sıcağı ar­tar.) Şansla karışık kuru bir talihsizliktir. O vakit âleme karışık ruhânî iner. O İkizler burcunun 21,3/7 derecesinden 4,2/7 derecesine kadardır. Ay ona uğradığında zehir büyülerini ve karışımlarını yap. O zaman bütün tılsımları yap ve ruhlarla ilgilen, davete icabet etme, meslekle uğraşma, ekme, dikme, evlenme. Bütün bunlar sonucu beğenilmeyen şeylerdendir. Kralların huzuruna çık, onların işleri için koştur, ileri gelenlerle ve kardeşlerle ilişki kur, köle al ve hoşuna giden iyi elbiseler giy, yolculuk yap. Bütün bunlar, sonucu güzel ruhâniyeti açık ve akıbeti iyi şeylerdir. O gün doğan kimse erkek ise insanlar arasında çok eziyet edilerek yerilir, sevilmez, yaşantısı çir­kin, kötü ve katildir. Eğer kız doğmuş ise az konuşan, sâliha (iyi), erkeklerden yana şanslı ve namuslu bir kadın olur.

Hen’a: (İkizler burcu tarafındadır. O ayın menziline geldiği saf görünen beş yıl­dızdır.) Yumuşak ve rüzgârlı ve şanstır. İkizler burcunun 4,70 derecesinden 17,1/7 derecesinin tamamına kadardır. O gün buhur tütsüle. Zehirlerin büyüsünü çöz, tıl­sımları yap, mesleği icra et, davete çağır, kralların huzuruna çık, onların ihtiyaçları için çalış, kardeşlerle ilişki kur, işlere başla, evlen, köle satın al, ek, biç, dik ve ürü­nünü topla ve yolculuk yap. Bunlar sonu iyi şeylerdir, ruhâniyete açık, arınma ve bereketi kalıcı işlerdir. Dedi ki; o gün doğan kimse eğer erkek ise güzel yaşantıh ve insanlar arasında sevimlidir. Eğer kız ise insanlar nezdinde şanslı, beğenilen, iffetli ve namuslu biri olur.

Zer’a: (Ayın menzillerindendir. Ay oraya ayın yedinci gecesinde iner. O kuzey ve güney arasında iki yıldızdır. O aslan burcunun koludur.) Rüzgârlı, yumuşak tabiatlı ve şanstır. O, ikizler burcunun 17,1/7 derecesinden sonuna kadardır. Ay ona uğradı­ğında şehvet ve muhabbet büyülerini yap, onları buhurla tütsüle, o gün işlerine başla davet et bütün ruhânî varlıklar ile ilgilen, mesleğini icra et, görüşme girişiminde bu­lun, tılsım da yap, kralların huzuruna çık ve onların ihtiyaçlarını yerine getirmek için çalış, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki kur, ek, biç, dik, evlen, köle ve binek hayvanı satın al, hoşuna giden elbiseleri giy, yolculuğa çık. Bunları sonu güzel ruhâniyete açık ve arınma ve bereket açısından akıbeti iyi şeylerdir. Bu günde doğan kimse ister erkek ister kız olsun, mutlu, iyi, yaşantısı ve idaresi güzel biri olur. Kim bu ayda parmağına bu yıldızların şeklinde bir yüzük takınırsa sevdiği ve istediği şeyi görür.

Nesra: ( İki yıldız olup bakan kimse aralarında bir parmak kadar boşluk görür. Onda bulut parçası gibi kirli bir beyazlık vardır, O ayın uğradığı aslan burnudur.) O, şans, yumuşak ve talihsizlikle karışıktır. O yengeç burcunun başlangıcından 12,6/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında özellikle zehir, ilişki kesme ve düşmanlık büyüsünü yap, tılsım yap, davet et, mesleğini icra etme, ruhânîlerle ilgilenme, yeni elbise giyme. Elbise giyen kimsenin ateşle yanmasından korkulur. O vakit yolculuk yap, kralların huzuruna çık, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalış, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki kur, ek, biç, ama ürününü toplama, evlenme, köle, binek veya ticari mal satın alma, o gün doğan kimse eğer erkek ise talihsiz, rızkı dardır. Eğer kız ise kötü yaşantıh, erkekler nezdinde şanslı ve insanlar arasında beğenilen kimse olur.

Tarfe: (Bir yıldızdır ve onunla iki taraf kast edilir. Bu ikisi karşı karşıya duran iki yıldızdır. Onlar aslanın iki gözüdür ve kendilerine Ay uğrar. Çünkü bu ikisi ayın uğradığı aslanın iki gözüdür.) O, yengeç burcunun 12,6/7 derecelerinden 25,5/7 derecelerindedir. Sıvı, talihsiz ve yumuşaktır. Ay oraya uğradığında özellikle ilişki kes­me, düşmanlık ve şehvet bağlama büyüsü yap. O günde tılsım yapma, mesleğini icra etme, ruhânîleri çağırma, asla hiçbir kimseyle ilgilenme. Kim o gün yeni bir elbise giyerse bedeninde bir yaranın çıkmasından korkulur. O gün kralların huzuruna çık­ma, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki kurma, evlenme, köle ve binek hayvanı satın alma. Bunları yapan kimsenin sonu iyi olmaz, hasret ve pişmanlık getirir. Ekme, ürünü biçme ve toplama, düşmanlar o gün eken ve toplayan kimsenin ürününü gasp ederler. O gün yolculuk yapma, savaş. O gün düşmanıyla savaşa kalkışan ve onlara karışan zafere ulaşır. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, talihsiz, kötü, ahlaksız ve kötü yaşantıh ve insanlar tarafından yerilen bir kimse olur.

Cebhe: (Ayın menzillerindendir. Ona aslan burcunun alm da denir. O ayın 10. gecede menzilinde olduğu dört yıldızdır.) Sıvı, sıcakla karışık, yarı şanslı bir kimse­dir. Yengeç burcunun 25,5/7 derecesinden aslan burcunun 8,4/7 derecesine kadardır. O gün (karı kocayı) ayırma büyüsü yap, özellikle şehvet ve zehir bağını çöz, tılsım yap, mesleğini icra etme, ruhânî varlıkları çağırma, ruhlarla ve diğerleri ile ilgilenme, kralların huzuruna çık, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalış, ileri gelenlerle ve kardeşlerle ilişki kur, ek biç, fakat ürününü toplama. Kim ürününü toplarsa hırsızlar onu veya parasını çalar. O gün evlen, o sonu güzel bir gündür. O gün köle ve binek hayvanı satın al, yolculuğa çık, savaşa başla. O zaman zafer ve esenlik vardır. Dedi ki; o gün doğan kişi erkek ise kurnaz, hilekar ve düzenbaz olur. Eğer kız ise erkekler nezdinde şanslı, şehvete düşkün, erkeklere hırslı olur.

Zübra: (Ayın menzillerindendir. Aslanın iki omzunda iki parlak yıldızdır. Ay oraya 12. uğrar.) Ateşli, kuru ve şanstır. Aslan burcunun 8,4/7 derecesinden 21,3/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında özellikle kralların ileri gelenlerin gönlünü kazanma büyüsü yap. O gün tılsım yap, mesleğini icra et, davet et, ruhlarla ilgilen, kralların huzuruna çık ve onların işlerinde çalış, kardeşler ve ileri gelenlerle ilişki kur, ek, biç, ürününü topla, evlen, köle ve binek hayvanı satın al, sevdiğin yeni elbi­seleri giy, yolculuğa çık, savaş yap, bütün işlere başla. Bunlar sonu güzel, ruhâniyete açık, sonucu iyi, arınma ve bereketi tam olan işlerdir. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, çok mutlu, namuslu, iyi, ebeveyni ve ailesi içinde uğurlu ve insanlar arasında övülen kimse olur.

Sarfe: (Ay’ın menzillerindendir. Ay oraya 12. gecede iner. O, Zübra tarafında as­lan kalbi denilen parlak bir yıldızdır.) Ateş ve toprak karışımı bir cevherdir. Şansla karışık bir şanssızlıktır. Aslan burcunun 21,3/7 derecesinden Başak burcunun 4 de­recesine kadardır. Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme ve ayırma büyü­sü yap, buhur ile tütsüle, tılsım yap, mesleğini icra etme, davette bulunma, ruhânî ruhlarla ilgilenme, ekme, ürününü toplama, işlere başlama, kralların huzuruna çık­ma, onların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışma, onlarla, ileri gelenlerle, kardeşlerle ilişki kurma. Evlenme, binek hayvanı ve köle satın alma. Bunlar sonu iyi olmayan, ruhâniyete kapalı ve akıbetinden korkulan işlerdir. O gün yeni elbise giyme. Kim yeni elbise giyerse sultan onu döver. O gün düşmanların arasına gir, savaş, yolculu­ğa çık. O gün zafer ve esenlik vardır. O gün doğan kimse eğer erkek ise kötü ruhlu, kurnaz ve halk nezdinde makbul olur. Eğer kız ise tiksindirici, arsız, ve insanlar nez­dinde yerilen biri olur.

Avva: (Ayın menzillerinden biridir, beş ya da dört yıldızdan oluşur. O sanki bin yazısı gibidir. Ona aslan kalçası denir. Soğuktan sonra doğduğu söylenmiş olup so­ğuk savan diye adlandırılmıştır.) Topraklı, kuru, şans ve talihsizliğe meyillidir. O, başak burcunun dört derecesinden 17,7 derecesine kadardır. Ay onun menziline gir­diğinde kadınlara yönelik muhabbet ve sevgi büyüleri yap. İleri gelenler, kardeşler ve başkalarıyla buluş, tılsım yap, davette bulun, ruhânîlerle ilgilen, ek, biç, ama ürünü­nü toplama. Çünkü o gün kim ürününü toplarsa sultan ona zarar vermek suretiyle taşkınlık yapar. O gün sanatını icra etme, savaşma, düşmanlarla iç içe olma, kralların huzuruna çık, onların işlerini yapmak için çalış, yeni elbise giy, köle satın al ve yolcu­luk yap. O gün doğan kimse erkekse ailesine ve anne babasına karşı kötü, rızkı dar, serkeş ve insanların kin beslediği birisi olur. Eğer kız ise erkekler tarafından sevilen, şanslı, iffetli ve güzel huylu birisi olur.

Semmak: (Başakçı yıldızı ve Arkturus adında iki balıktır. Onlar iki parlak yıldız veya aslanın iki ayağıdır.) Topraklı, kuru ve talihsizliktir. O, başak burcunun 17,1/7 derecesinden sonuna kadardır. O vakit âlemin sonuna inilir. Ruhânî ve şanssızlıktır. Ay oraya uğradığında iki kişi arasında düşmanlık, tefrika ve öldürücü zehir büyüleri ile zarar ve eziyet veren her şeyi yap. O gün tılsım yapma, mesleğini icra etme, işlere başlama, ekip biçme, bina yapma, ürününü toplama, kralların huzuruna çıkma kar­deşler ve ileri gelenler ile görüşme, evlenme, köle ve binek hayvanı satın alma. O gün tıraş olma, banyo yapma ve kıl aldırma dışındaki işlerden kaçın ve yolculuk yapma. O gün doğan kimse ister kız ister erkek olsun, uğursuz, rızkı dar, ahlaksız, gidişatı berbat ve yerilen biri olur.

Gafr: (Ay’ın kendisinin menziline girdiği üç yıldızdır. Terazi burcundandır.) O, terazi burcunun başından 12,6/7 derecesine kadardır. O rüzgârlıdır ve şanstır. Ay oraya uğradığında sevgi, muhabbet ve duygu büyüleri yap, esiri sal, öldürücü zehir sihrinin bağını çöz. O gün çalış, davet et, ruhânîlerle ilgilen, yolculuk et, kralların huzuruna çık, kardeşler ve ileri gelenler ile görüş, evlen, köle ve binek satın al. O gün ek, biç, mahsulünü topla, sevdiğin yeni elbiseleri giyin, tüm işlerine başla. O gün doğan kimse, ister kız ister erkek olsun, şanslı, mutlu ve anne babasına karşı saygılı, sevilen, salih ve edepli biri olur.

Zübanî: (Akrep burcunun iki boynuzundaki iki parlak yıldızdır.) Rüzgârlı ve şanstır, talihsizliğe meyillidir. O, terazi burcunun 12, 6/7 derecesinden 25, 5/7 dere­cesine kadardır. Ay oraya uğradığında şehvet bağlama ve çözme büyüleri yap, öldü­rücü zehir büyüsünü çöz, tılsım yap, davet et, ruhânîlerle ilgilenme, mesleğini icra etme, ek, biç ama mahsulünü toplama. O gün kim mahsulünü toplarsa o kısa süre içinde yok olup gider. O gün yolculuk yapma, kralların huzuruna çık, onlarla irtibat kur ve yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyen kimseye yerdeki bir canlıdan ona sara hastalığı ya da bir rahatsızlık bulaşır. O gün evlen, binek hayvanı ve köle satın al, savaş işlerini yürüt ve düşmanın içine gir. Doğan çocuk erkek ise mutlu, sevimli, ibadet eden ve itaatkâr birisi olur. Eğer kız ise anne babasına asi, çirkef, günahkâr ve kötü gidişath birisi olur.

İklil: (Ay’ın bir menzilidir. Sırah dört yıldızdır.) Ateşle karışık ve rüzgârlıdır. O, terazi burcunun 25,5/7 derecesinden Akrep burcunun 8,4/7 derecesinde kadardır. Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, iki kişiyi ayırma ve öldürücü zehir büyüleri yap. Bunlardan her biri ilişkileri koparmaya ve zarar vermeye neden olur. O gün mesleğini icra etme, tılsım yapma, ruhânîlerle ilgilenme, krallar, kardeşler ve ileri gelenlerle birlikte olma, ekme, biçme, mahsulünü toplama, yolculuk yapma, yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyen kimsenin yırtıcı hayvanların saldırısına uğramasından korkulur. O gün evlenme, köle ve binek satın alma, geçim ve ticaretle ilgili hiçbir işe başlama, savaşma. O gün doğan kimse ister kız ister olsun, namuslu, sevimsiz, bozuk, çocuksuz ve mahrum biri olur.

Kalp: (Akrebin kalbidir. Ayın menzillerinden biridir. Onun iki yanında iki yıldız vardır. Parlak bir yıldızdır.) Sulu ve şanstır. O, akrep burcunun 8,4/7 derecesinden 21,3/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında muhabbet ve kalpleri sevgiyle bir­leştirme büyüleri yap, esiri özgürlüğüne kavuştur, öldürücü zehir düğümünü çöz, sanatını icra et, tılsım yap, davet et, ek, biç ve ürününü topla, bütün işlerine başla, evlen, binek ve köle satın al, yeni elbise giyin. İşte bütün bu işler sonuç olarak iyi ve övülen, akıbeti iyi, ruhâniyete açık, sonu güzel, bereketli ve arı duru işlerdendir. O gün doğan çocuk ister kız ister erkek olsun, mutlu, mübarek, iyi, sevilen, işi ve gidişi güzel olan ve namuslu bir kimse olur.

Şevle: (Ay’ın uğradığı iki parlak yıldızdır. Ona akrep hummesi denir.) Ateşle ka­rışık sulu, talihsizlikle karışık şanstır. O, akrep burcunun 21,4/7 derecesinden yay burcunun 4,1/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında şehvet ve öldürücü zehir düğümü büyüleri yap, tılsım yap, mesleğini icra etme, davet et, ruhânîlerle ilgilenme, yolculuğa çıkma, ek fakat mahsulünü toplama. Kim mahsulünü toplarsa düşmanlar ve hırsızlar onu gasp eder. O gün kralların huzuruna çıkma ve onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışma. Kardeşler ve ileri gelenler ile görüş, evlenme, köle satın alma, yeni elbise giyme. Yeni elbise giyinen kimse bitkin düşüren ateşli bir hastalığa tutu­lur. Hiçbir işe başlama. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, anne babasına ve ailesine karşı saygısız, onlara öfke duyan, insanlar tarafından yerilen, yaşantısı kötü ve namussuz biri olur.

Neâim: (Şekli deve kuşu benzeyen bir Ay menzilidir. O adeta eğri bir yatak gibi sekiz yıldızdan oluşur.) Ateşli şanstır. O, yay burcunun 4,2/7 derecesinden 17,1/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında muhabbet ve sevgi bağları büyüsü yap, esiri özgürlüğüne kavuştur, öldürücü zehirli düğümü çöz, tılsım yap, mesleğini icra et, davet et, ruhânîlerle bağ kur, bütün işlerine başla, krallar ve ileri gelenler ile görüş, yolculuğa çık, ek, mahsulü topla, evlen, köle ve binek satın al. O gün savaş; çünkü o gün hem zafer hem selamet vardır. Yeni elbiselerini giy. İşte bütün bunlar sonucu övülen, akıbeti güzel, ruhâniyete açık, saflık ve bereket getiren şeylerdir. O gün do­ğan kimse ister erkek ister kız olsun, mutlu, iyi, yaşantısı güzel ve namuslu olur.

Belde: (Neaim Sa’dü’z-zabih arasında yer alan ve Ay’ın uğradığı yıldızsız bir gök parçasıdır). Ateşli ve şanssızlıktır. O, yay burcunun 17,2/7 derecesinden başlar. Ay oraya uğradığında ilişkileri koparma, düşmanlık, iki kişi arasına ayrılık sokma, öl­dürücü zehirler ve zarara, fesada neden olan her işle ilgili büyüleri yap. O gün bunun dışında tılsım yapma. O günde mesleğini icra etme, davet etme, ruhânîlerle bağ kur­ma, ekme, biçme, dikme, ölçme, yolculuk yapma, krallar, ileri gelenler ve kardeşler ile yakınlık kurma, evlenme, binek ve köle satın alma, yeni elbise giyme. O gün kim yeni elbise giyerse üzerinde sirayet eden öldürücü bir yara çıkar. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, talihsiz, uğursuz ve anne veya babasını kaybeden biri olur. Ayrıca onun terbiyesi eğitimi de kötü olur. Yine o eğitimi berbat, ahlaksız ve kötü yaşantıh biri olur.

Sa'dü’z-zâbih: (Kurbanı kesen kişinin mutluluğu ve şansı anlamına gelir. Kuzey­den güneye dikey olarak yükselen iki yıldızdır. Kuzey taraftaki diğerine bitişen kü­çük yıldıza zabih denir. Araplar bu iki yıldızı Sa’dü'z-zabih olarak isimlendirmişlerdi. Çünkü onu kurban ettikleri bir koyuna benzettiler. O Ay’ın uğradığı dört şanslı men­zilden biridir.) Topraklı ve talihsizliğe benzer. O, oğlak burcunun başından 12,6/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında tılsımlar ve şehvet bağlama, öldürücü zehir ve zarara sebep olan her türlü ilgi büyüleri yap, mesleğini icra etme, davette bulunma, ruhânîlerle görüşme, krallar ve ileri gelenlerle görüşme ama kardeşlerle görüş, ek ama ürününü toplama. O gün toplayanın ürünü elinden çıkıp gider. O gün yolculuğa çıkma, yeni elbise giyme; çünkü o gün yeni elbise giyen kimse düşmanı tarafından yaralanır. O gün ister erkek ister kız doğsun; erkek ise kısmetli, konuşkan, yaşantısı güzel ve çalışması iyi biri; kız ise erkeklerden yana şanslı, onlara düşkün, şehvetleri tahrik eden, namussuz ve ahlaksız biri olur.

Sa‘dü bula1: (Ay’ın menzillerindendir. Onlar mecrasında birbirine eşit iki yıldız­dır. Biri az ışıklı diğeri ise parlaktır. Biri diğerini yutuyor gibi göründüğü için bu ismi almıştır. Doğuş zamanı gecedir.) Topraklı ve talihsizliğe meyillidir. O, oğlak burcunun 12,6/7 derecesinden 25,5/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında ilişki kesme, düşmanlık ve öldürücü zehir büyüleri yap, şehvetleri bağla ve serbest bırak, tılsım yap, mesleğini icra etme, ruhlarla ilişki kurma, yolculuk yap, kralların, ileri gelenlerin ve kardeşlerin huzuruna çık, ek, ürününü topla; evlenme, köle ve bi­nek hayvanı satın alma ve hoşuna giden yeni elbiselerini giyin. O gün doğan kimse erkek ise kısmeti sınırlı, uğursuz, bozuk, arsız, günahkâr, davranış ve yaşantısı kötü biri olur. Kız ise şanslı, iffetli, saygın, şerefli, namuslu, yaşantısı güzel ve erkeklerden yana kısmetli biri olur.

Sa‘dü’s-suûd: Rüzgâr ve toprak karışımlıdır, şanstır. O, oğlak burcunun 25,5/7 derecesinden kova burcunun 8,4/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında mu­habbet, kalplerin birbirine sevgiyle bağlanması, esiri serbest bırakma büyüleri yap, onları ve öldürücü zehir düğümlerini çöz. O gün tılsım yap, tüm işlerine başla, davet et, ruhânîlerle bağ kur, krallar, ileri gelenler ve kardeşlerin huzuruna çık, ek, mah­sulünü topla, yeni elbiselerini giy, yolculuk et, evlen, köle ve binek satın al. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, mutlu, şanslı, namuslu, sevimli, yaşantısı ve çalışması güzel biri olur.

Sa‘dü’l-ahbiye: Talihsizliktir ve rüzgârlıdır. O, kova burcunun 8,4/7 derecesinden 21,3/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, iki kişiyi birbirinden ayırma, öldüren zehirler, zarar ve fesada neden olan her türlü ilişkinin büyülerini yap. O gün ekme, mahsulünü toplama, tılsım yapma, davet etme, kimsey­le ilgilenme, yolculuğa çıkma, krallar, ileri gelenler ve kardeşlerle iç içe olma, sana­tını icra etme, yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyenin elbisesi çalınır. Evlenme, köle ve binek satın alma. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, uğursuz ve talihsiz olur, babasını kaybeder, edepsiz olur, onu en uzak kişiler yetiştirir, günahkâr, pis ve yaşantısı kötü biri olur.

Mukaddimu’d-delvi (Kovanın başı): O, kova burcunun 21,3/7 derecesinden balık burcunun 4,2/7 derecesine kadardır. O şanstır, rüzgârlıdır. Dedi ki; Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, şehvet bağlama ve öldürücü zehir büyüleri ve tılsım yap, mesleğini icra etme, davet etme, şehvet düğümünü çöz, ruhânîlerle ilişki kur, kralların ve ileri gelenlerin huzuruna çık, sevdiğin yeni elbiseleri giyin, ek ama mahsulünü toplama. O gün kim mahsûl toplarsa, sultan onu ağır vergiyle cezalan­dırır ve böylece ürünü veya parası yok olur. O gün doğan kimse erkek ise uğursuz, kısmetsiz, bozuk, ahlâksız, pis karakterli, kötü gidişath ve insanlar tarafından yerilen biri olur. Kız ise talihli, mutlu, sevimli, namuslu ve erkeklerden yana şanslı olur.

Muahhiru’d-delvi (Kovanın sonu): Sulu ve talihsizlikle karışık şanstır. O, balık burcunun 4,2/7 derecesinden 17,1/7 derecesine kadardır. Dedi ki; Ay, son kısım olan muahhiru’d-delvi menziline uğradığında düşmanlık, ilişkileri koparma, şehvet bağ­lama ve öldürücü zehir büyüleri yap. O gün tılsım yap, sanatını icra etme, davet etme, ruhânîler ile ilişki kur, kralların ve ileri gelenlerin huzuruna çık, savaş yap, yolculuk et, ek ama ürününü toplama. O gün kim ürün toplarsa ona sultanın zararı dokunur emeği boşa gider. Dedi ki: O gün doğan kimse eğer erkek ise uğursuz, rızkı dar, bozuk, ahlaksız, kötü yaşantıh, pis karakterli ve insanlar tarafından yerilen biri olur. Eğer kız ise şanslı, mutlu, sevilen ve erkekler nezdinde şanslı biri olur.

Batn-ı hût (balığın karnı): O, balık burcunun, 17,1/7 derecesinden sonuna ka­dardır. O, sulu ve şanstır. Ay oraya uğradığında muhabbet, kalpleri sevgi ile birleştir­me, esiri özgürlüğüne kavuşturma ve öldürücü zehir düğümünü çözme büyüleri yap. O gün tılsım yap, mesleğini icra et, davet et, ruhânîler ile ilişki kur, ek, biç, ürününü topla, yolculuk et, krallar ve ileri gelenlerle görüş, evlen, köle ve binek satın al, işlere başla. Bunlar sonu güzel, bereketli ve ruhâniyete açık şeylerdir. O gün doğan kimse ister kız ister erkek olsun, mutlu, şanslı, temiz, övülen ve güzel yaşantıh biri olur.

Kardeşim! Sen bu felekî sırları, Hermetik[153] yönetimleri ve İdrisî haberleri gerçek­leştir. Onları kendin, kardeşlerin, dinin ve dünyanın maslahatları için icra et. Onun­la arkadaşlarına yakınlık sağla. Onları anlayışının inceliği ve basiretinin açıklığı sa­yesinde düzenler ve böylece iyilerin makamlarına ulaşabilirsin.

Hermes dedi ki; bunlar, Ay’ın ruhânîlerinin bilge kişinin Kitabu'l-Mahzûnda (saklı kitap) anlattığı bu işlerle döndüğü vakitlerdir. Aynı şekilde sordu: Büyü ve tılsım yapmak için gece ve gündüzün hangi saatleri daha çok hoşuna gider? Dedi ki; büyü yapmak için en çok hoşlandığım saatler, şafağın kaybolmasından güneşin doğmasına kadar geçen vakitlerdir. Çünkü bu saatler ruhânîlerin ortalığı kapladığı sakin saatlerdir. Ruhânîler güneşin doğması, ışıklarını yayması ve yerdeki ruhânîlerin ve hareketlerinin dağılıp saçılmasıyla beraber gizlenip saklanır ve sır olur. Güneş battığı, ışığı ve parıltısı kaybolduğu zaman ruhânîler hareketleri ile yayılır ve onların faaliyetleri içine nüfuz ederler.

Hermes dedi ki; Kitabu’l-Mahzûnda, büyülerin esrarı hakkında, yapan kişinin yaptığı en iyi işin insanların gözlerinden, görüşlerinden, güneşin doğuşundan ve ışıklarından gizleyerek yaptığı şey olduğunu fark ettim. Çünkü insanların gözleri, onların ruhânîlerini çeker, büyü ruhlarının oraya girmesini engeller ve Güneş’in ışıkları büyüyü geçersiz kılar, girme ve tamamlanma ruhâniyetini uzaklaştırır.

Dedi ki: Muhabbet, sevgi, ilişki kesme, şehvet bağlama ve çözme büyülerini Ay menzillerinden bölünmüş, gece ve gündüzlere ait bir gecede yapman gerektiğini bil. Tılsım, sanat, davet, ruhânîlerle ilişki kurma, zehir karıştırma, onları bağlama ve çözme, ruhânî çiftlerle görüşme işlerini ister gece ister gündüz yap. Bütün bu işlerde, parlak gözlere ve eziyet veren tasalara karşı uyanık ol. Çünkü bu ikisi en küçük ve en büyük âlemin ruhâniyetini bozar, sınırlarını ortadan kaldırır ve arazlarını değiştirir.

Dedi ki; Kitabu’l-Mahzûnda, en büyük ve en küçükte anlatılan işlerden ona ba­kan gözler dışında hiçbir şeyin bozukluğa şu üç şeyden daha yakın olmadığını gör­düm. Bu yüzden bilgeler bu üç şeyi gizlemeyi, sır olarak tutmayı ve ruhâniyete yeni alışık, azimli, tam karakterli, arkadaşlığı güven veren, ilimlerin artırılmasına yardım eden bir öğrenci dışında tüm insanlardan saklamayı emrettiler.

Biz bu safhada, üzerinde durman ve sihir duygusu altında kalman için, Ay’ın menzilleri ve on iki burç dairesine geldik. Burası, 28 menzilin şekillendiği, her men­zilde Kıptî ve Rum aylarının ortaya çıktığı, Güneşin girdiği, gece ve gündüzün uza­dığı ve Güneşin girmesiyle gecelerin kısaldığı konumdur. Ey kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Ben senin define gömme, kuyu kazma, nehir, bina, gemi, ev, evlendirme, kralların huzuruna çıkma, ziraat, ağaç dikme, akar sa­tın alma ve bunlarla sonuçlanan diğer işler hariç, şeriatın vacip ve gerekli kılmadığı işleri yapmaktan Allah’a sığınmanı isterim. Allah kardeşlerimizi -Allah kendilerini desteklesinbunlar dışındaki işleri yapmaktan korumuştur. Bununla şefkat, bağlılık ve irtibat gibi işleri kastediyorum. Bunu kardeşlerimize onu yapan kimselerin -ilim­leri kuşatıcı olacak şekildeçalışma şeklini bilmen ve bilgelerin insanların ihtiyaç duyduğu din ve dünya işlerinden geri kalmadıklarını öğretmek için açıkladık. Ancak onlar konuştular, iş yaptılar ve avam insanların hayret ettiği özel işler sergilediler. Ayrıca onların Yüce Allah’ın şöyle buyurduğu gibi hiçbir şeyi boş yere var etmediği­ni bilmeleri için [açıkladık]: “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık, biz ancak gerçek olarak yaratırız”'1'1

Ey kardeş! Bu hikmet ve sanatı düşündüğünde, bu sırra vakıf olduğunda, akılları büyüleyen bu sihrin hakikatini kavradığında, şeyleri hakikatleriyle bildiğinde, hangi insana nasıl büyü yapacağını öğrendiğinde, gafillere gizli kalan İlahî işler senin için açık olduğunda, gaflet ve cehalet uykusundan uyan ve dünya ve ahirette acil yararı ve ulaşan hayrı elde etmek için etkileyebildiğin gafilleri de uyandır. Ey nazik ve merha­metli kardeş! Allah seni seçilmiş iyilerin makamlarına ulaştırsın ve seni, bizi ve tüm müminleri kendinden bir ruh ve rahmetle desteklesin! Amin!

“İstitâs” kitabının yazarının belirttiği bu dairelerin sayısı 28 menzil olup biz on­ları onun bir benzeri olan risâlede anlattık. Ayrıca biz, kastedilen şeylere yardımcı olan bazı büyülerden bahsetmek istiyoruz. Biz bunları Hermes’in hikmetle üçlenen kitabında bulamadık. O, Ay’ın taksim ve seyrinden sonra şöyle dedi: Yedi yıldız, ruhâniyetleri ve 12 doğandaki seyri ile çeşitli yönetimlere ayrıldı. Birinci kısmın iptal edilmediğini ve eksilmediğini, onun birinci kısımdaki asıl olduğunu söyledi. Ancak bu yedi ruhânî, bölümlemeyle 12 kısma ayrıldı, ruhâniyetleri onlara üstün

44. Enbiyâ. 21/16.

geldi; onları dakikalar, saniyeler, altılama, dörtleme, üçleme, karşılama ve bitişme şeklinde ayırdı. Onları özellikle doğanlardaki (mevâlid) yönetimine ve Ay menzilleri ve yolundaki bu eksik bölümlemeye ait ömür meyvelerine kattı. Bundan dolayı Ay ikinci şanstır ve onun yolu yıldızların Ay menzillerindeki en hızlı yoludur ve hızlı hareketiyle bütün yıldızların ruhâniyetine ulaşmada en kudretlisidir.

O aynı şeklide kitabında şunu da zikretti: Bu bölümleme bilgisine ihtiyaç duy­mayan hiçbir bilge yoktur. Çünkü o, iş ve sanat icrasıyla ilgili esastır. Dedi ki: Aynı şekilde ben küçük âlemden ve hareket eden hayvandan bu ruhânî organları almakla gizli ilimlerin sırlarını buldum. O dedi ki; kan, akıcı olduğunda hacamat(kan al­dırma), yarma ve cerrahi yöntemleri ile en küçük âlemden alınır. Baş ve duyudan alınması şanstır. Fakat hareketli hayvan kanının ancak boğazlanırken boynundan alınması caizdir. Çünkü en küçük âlem cevherinin bileşiminde yetkin tabiatlı ve 12 parçadaki yedi organda tam ruhâniyetlidir. Diğer hareketli hayvanlar cevherde eksik bileşimlidir. Nefes, hayat bağı ve ruhâniyeti kanallarındaki boyun kanından başkası caiz değildir. Bu sebeple, kanı en küçük âlemden aldığın zaman, eğer onu yaş olarak kullanmak istersen, onu bir şişeye yerleştir, sonra onu sıcak bir güneşe veya sütunlu duvarda içinde ateş yanan bir eve as. Şişenin ağzını pamukla tıka. Cevheri durulup suyu yükselene kadar onu bir gün boyunca o halde bırak. Güneşin yakıcı sıcağının ve evde yanan ateşin hararetinin etkisiyle, onun tabiatı orada filizlenip çıkacaktır. Bu bir gün veya gecenin tam 12 saati boyunca tamamlandığında onu kaldır, yükselen suyu onun başına dök ve sakinleşen kısmını al. Onu yaş olarak kullanmak istersen kullan. Onu kurutmak istersen gümüş bir kaba dök ve güneşe koy. Sonra onu ha­vadaki tozlardan meydana gelen bir örtüyle sıkıca kapat, gece yumuşak ve sıcak bir yere koy ve daima bu şekilde uygula. Böylece soğur ve katılaşır. Sonra onu kurut ve ihtiyaç duyuluncaya kadar ince bir şişede muhafaza et.

Hareketli hayvanların kanma böyle bir işlem yapmaya ihtiyaç duymazsın. Çünkü hareketli hayvanın tabiatı tam ve yetkin değildir. Onun güneşte tutulmasına ve üste çıkan suyunun tabiat cevherinin bozulmasından arındırılmasına gerek duyulmaz. Eğer onu yaş kullanmak istersen bir bardağın içine koy ve sakinleşinceye kadar bir saat beklet. Sonra onu kurut ve kullan. Eğer onu kuru olarak kullanmak istersen ilk durumda gibi güneşte kurut. Sonra onu şişelere koy ve kullan. Fakat aldığın boyun damarı kanı ilk damladan itibaren ihtiyacını alıncaya kadar akar. Sonra onu yere dökülmeyecek şekilde bir şişe ve leğene koy.

Beyin: En küçük âlemden ve hareketli hayvandan beynini çıkarıp al. Beyni çev­releyen “sinta” adlı ince deriyi, kafatasını, ona yapışık damarları ve “adida” adlı mu­hayyel kurtçuğu at. Çünkü nefis bütün bunlardan acı çeker. Eğer onu yaş kullanmak istersen kullan. Eğer kurutmak istersen onu bir şişeye yerleştir, kuruyuncaya kadar örtülü soğuk bir yerde gölgeye koy, ihtiyaç duyuluncaya kadar temiz bir şişede mu­hafaza et.

İlik/muhh: Onu kemiklerden ayırıp şişeye koyarsın. Eğer onu yaş kullanmak is­tersen kullan. Kurutmak istersen onu kurumak üzere bir şişeye yay ve kapalı soğuk bir yerde gölgeye koy ve istediğin zaman kullan.

Safra: Eğer onu yaş kullanmak istersen bir şişeye koy ve kullan. Kurutmak ister­sen kuruyana kadar güneşin altına as ve kaldır. Eğer onu kullanmak istersen koy ve safrayı o oyuğundan çıkar, onu kaplayan deriyi soyup at ve onu istediğin gibi kullan.

İçyağı: Böbreğin yağını damarlarından ayırarak çıkar, bir tencerede erit, sonra eriyiği soğuması ve iğrenç kokusunun gitmesi için su dolu bir şerbetin içine koy, sonra bir şişeye kaldır ve istediğin zaman kullan.

İnfeha(ŞirdenZmaya)[154]: Onu al ve kuruyana kadar gölgeye as. Onu yaş kullanma. Et, karaciğer, akciğer ve diğer su hayvanlardan elde edilen şeyler de böyledir. Bunu ve tanıtılan diğer şeyleri al. Ondan hiç kimseye yedirme. Eğer ondan bir parça almak istersen derisini kurumadan önce at ve kalanını kullan.

Hermes Kitabında dedi ki: Eğer sen yemekte bu karışımlardan birini bir kimseye yedirmek istersen, bir tek insanın yiyeceği kadar yemek hazırla. Bunu onunla karıp karıştır. Bu yiyecek, yapacağın bir tatlı, elinle kızartacağın bir et ya da içi doldurul­muş yuvarlak ekmekler olabilir. Sonra ister et, ister yuvarlak ekmek olsun, bu karışı­mı ateşte sıcak olarak eritinceye kadar o yiyeceğin üstüne sürüp kapla. Eğer tatlı ise işlemi tamamlamadan önce, olgunlaşamaya yaklaştığında ise ateşten kaldırmadan önce onunla karıştır. Ondan hakkında sevgi, düşmanlık, zehir, şehvet ve boşama düğümü ve zehir çözme gibi diğer ilişki büyüleri yapılan kimseden başkası İşlerin hepsini böyle yap.

Hermes Kitabında dedi ki: Büyü yapan kişinin vehmini toplaması, azim ve ni­yetini yaptığı işe hiçbir şaibe karışmayacak şekilde düzgün tutması gerekir. Çünkü bu ruhâniyet onun niyet ve himmetinin doğruluğu sayesinde nüfuz eder ve güçle­nir. Eğer kapısından içeri şek şüphe girerse ruhânîler zayıflar, etkili olmaz ve nü­fuz edemez. Sevgi, şefkat ve muhabbet büyüsünü karıştırmak istersen onu azim ve vehminin doğruluğuyla tedavi ederek de ki: “Bu, filanca oğlu falancanın tabiatında bulunan sevginin, muhabbet ve şefkatle kaynaştırılmasıdır. Onun sevgi kalbinde, bu karışımların ruhâniyetinin tabiatında ve gücünde duran ruhâniyetini filan kadının oğlu falancaya doğru hareket ettirirsin. Onu sevgi ve muhabbetle güçlü, sarsılmaz ve şiddetli bir şekilde ateşin hareket ve gücü, rüzgârın yükseliş ve inişi gibi hareket etti­rirsin.” Bunu o işi bitirinceye kadar söylemeye devam edersin. İşi bitirince onu bakan gözlerden, güneşin parlaklığı ve ışıklarından, insanların elleriyle dokunmasından ve koklamasından ırak tut. Eğer onu kendi elinle yedirebilirsen yedir. Çünkü bu şekilde daha etkili ve daha güçlü olur. Eğer bunu yapamazsan onu güvenilir bir sırdaşa gö­tür. Bunu ona, kendisi yedirinceye kadar koklamaması, bakmaması, güneşin altına koymaması şartıyla sun. Eğer kendin için yapmak istersen tatmak ve tütsülenmek istediğin konuda kendine bir isim ver. Eğer bütün insanlar tarafından sevilmek veya tütsüsüyle tütsülenmek için karışımlardan biriyle yağlanmak istersen onu avucunda yukarı kaldırarak veya tütsüyü ateşe atarak şöyle dersin: “İnsanların gözlerine bağ­lanmış ve kalplerine yapışmış ruhâniyeti güneş ışınlarının en büyük âlemin ışığını ve güçlerini çektiği gibi heybetle ve onun tuttuğu bu ruhâniyet gücüyle kendime çektim. Nefsimi ve ruhâniyetimi tazim ve heybetle tıpkı Güneş’in ışığının âlemin ışık ve güçlerinden yüksek olması gibi, onların nefis ve ruhâniyetlerinden yüksek kıldım.” Eğer onu düşmanlık ve kişileri birbirinden ayırmak için yapmak istersen şöyle söyle: “Falanca kadının oğlu falan ile filanca kadının kızı filanın arasını ruhânî ruhların gücü ile açtım ve onları birbirinden aydınlık ile karanlık gibi ayırdım. Ara­larına su ile ateş arasındaki düşmanlık gibi düşmanlık ve kin koydum.” Düğümü çözmek istersen şöyle söyle: “Bu ruhânî ruhların gücü ile falanca kadının oğlu falan ile filanca kadının kızı filan arasında bulunan ruhânî kopukluk ve ayrılığı çözdüm ve kaldırdım; ona tıpkı aydınlığın karanlığa ve hayatın ölüme hâkim olduğu gibi hâkim oldum.” Şehvet ve hareketlerini bağlamak istersen şöyle de: “Dağların ve kayaların bağlanması gibi bu ruhânî ruhların gücüyle falanca kadının oğlu falanın filanca kadı­nın kızı filana karşı şehvet ruhâniyetini bağladım.” Eğer bu düğümü çözmek istersen de ki: “Falanca kadının oğlu falandan filanca kadının kızı filanın şehvet ruhâniyeti düğümünü tıpkı parlak Güneş’in âlemin karanlığını ve karanlığın ruhlarını çözmesi gibi bu ruhânî ruhların gücü ile çözdüm ve onu ateşin mumu, Güneş’in karı eritmesi gibi erittim.” Ruhların iyiliği için bu büyülerden birini yapmak istediğinde şöyle de: “Güneşin karanlığı, suyun ateşi ortadan kaldırması gibi ben de bu ruhânî ruhların gücüyle falanca kadının oğlu filanın bedeninde gizli bulunan ruhâniyeti sildim ve ortadan kaldırdım.” Eğer sürüngenlerin ve yırtıcı hayvanların şerrine karşı bir tütsü veya başka bir şey yapmak istersen şöyle de: “Sürüngenler, sinekler ve öldürücü yır­tıcı hayvanların ruhâniyetini tıpkı aydınlığın karanlığı ve kedinin fareyi def etmesi gibi bu ruhânî ruhların gücü ile def edip uzaklaştırdım.”

Ne zaman bu büyülerden birini yapmak istersen vehmini düzgün tut ve bu husus­ta uyanık olmayı, sakınmayı, güzel çalışmayı, sebat ve nezaketi prensip edin. Sakın ola ki beceriksizlik ve acele ile bir şey yapmaya kalkışma. Çünkü beceriksizlik ve acele ile hareket etmek nezaket ve sebata aykırıdır. Bütün bu konularda kendisiyle yapılacak işlerin manası hakkında söylenmesi gereken sözü söyle. Çünkü sihir hakkındaki söz, gizli olan ruhâniyeti güçlendirir ve ona nüfuz ettirir.

Onun kitabında büyünün dört kısım olduğu zikredilir. Bir kısmı, belirli ölçülere göre alınan doğru karışımlardır. Diğer kısmı, çaba, azim ve niyetin doğruluğudur. Bir diğer kısmı, ruhâniyetini güçlendiren sözdür. Son kısmı ise onu gözlerden, uza­nan ellerden, Güneş’in parlaklık ve ışığından koruma ve kollama kısmıdır.

Hermes Dedi ki: Eğer insanların senin ve başkaları hakkında söylediklerini or­tadan kaldıracak bir şey istersen şöyle de: “Filan kadının oğlu falanı veya kendimi aydınlatan ışığın örtüsüyle gizledim, tüm insanların benim ve onun aleyhinde konu­şan dillerini kesip kopardım, pis bakışlarını engellemek ve eziyet veren dillerini ko­parmak için gözlerine ruhânî bir perde çektim.” Eğer bir insanın maskesini düşürüp ayıbını ortaya çıkarmak istersen şöyle de: “Güneş ışınlarının koyu sisleri ortadan kaldırması gibi bu ruhânî güçle filan kadının oğlu falanın örtüsünü kaldırdım. Okçuların attıkları okların hedefine ulaşması gibi kusurunu açığa çıkardım ve onu yerilen ruh vasıtasıyla dillerin ruhâniyetine hedef yaptım.”

Kitabında Hermes’e şöyle soru sorulduğu ve dediği anlatılır: Bu vahşi hayvanlar, yırtıcılar, kuşlar ve sürüngenler nasıl yakalanıp avlanır? Kuşlara ulaşmak halkın on­ları avlamadaki hilesi gibi bir hile ile olmaz mı?

Dedi ki; evet, Kitab-ı Mahzunda (Saklı Kitap) gizli ilimlerin sırlarını buldum.

Ona dedi ki; evet, aynı şekilde sen de genel kullanıcı ruhâniyetinle gizli ilimlerin sırlarını ve inceliklerini tıpkı Güneş ışınlarının âlemin ışığını ve gücünü çekmesi gibi çekebilirsin. Sen gizli ilimleri ve ince sırları ancak ruhâniyetinle çekerek düşünebi­lirsin.

Dedi ki; ben sana sorduğun şeyleri ve hakikati açıklayacağım. Sana bu vahşi hay­vanların, yırtıcıların ve kuşların hikmetli bir hile ile nasıl yakalanacağını da anlata­cağım. Sen işini gizle, sana görünen kısımları sor, ben de cevap vereyim. Sana kapalı gelen muğlak işlerde fikrimi ve düşüncemi belirteyim. İşlerin anahtarları, sırların esrarı ve nedenleri benim elimdedir ve ben sana bunlarla ilgili hiçbir şeyi gizleme­yeceğim. Eğer bu yırtıcıları, vahşi hayvanları ve kuşları yakalamak, ruhâniyetlerine boyun eğdirmek, sana hiçbir eziyet etmeden, sana bir kötülük dokunmadan veya yakalamakta zorlanmadan tabiatlarını arzulamak istersen yedili yıldız bölümleme­sinde bütün vahşi hayvanları yakalamanı sağlayacak dört karışım yap: Birincisi ‘badimya’ diye isimlendirilen karışımdır. Onu bütün yırtıcılar için yaparsın. İkincisine ‘sumûdya denir. Onu bütün vahşi hayvanlar için yaparsın. Üçüncüsüne 'amudya’ de­nir ve onu bütün yabani kuşlar için yaparsın. Dördüncüsüne ‘udya denir ve onu yer­de gezen bütün sürüngenler için yaparsın. Hepsi de bütün yırtıcı hayvanlara ait olan ‘badimya’nın sıfatıdır. Atın kanından dört okka, sırtlanın yağından bir okka, yine sırtlanın beyninden dört miskal, kuşun ödünden iki miskal, kara kedinin ödünden bir miskal, domuzun yağından üç miskal, eşeğin beyninden dört miskal, karganın ödünden, kartalın ödünden, akbabanın ödünden ve horozun ödünden birer miskal, tilkinin kanından bir okka, tavşanın içyağından ve beyninden dörder miskal alınır. Sonra iki yağı tencerede birleştirip ısınmak üzere ateşin üzerine koyarsın. Isınınca beyni erimesi için üzerine atarsın, sonra onun üzerine erimesi için içyağını atarsın. Ardından karışması için bütün ödleri yaş olarak onun üzerine at. Hepsi birbirine karışınca öğütülmüş buruc/pirinçten dört miskal, ufalanmış yay şeddinden -ki o bil­lurdan yapılmış bir maddediron miskal, öğütülmüş yılan derisinden iki miskal, sarı kibrit ve kırmızı arsenikten beşer miskal alırsın. Hepsi ateşte karıştığı zaman onu yanma getir ve soğumaya terk et. Soğuduğu zaman korunaklı cam bir kaba koy ve kaldır.

Koca başlı aslan, fil, kurt, aslan, “arbeyan”, “ruman”, “arman” ve yedi yıldıza uygun olarak bölümlenmiş diğer öldüren yırtıcılardan yedi tanesini almak istersen, olabil­diğince farklı renkte olan köpek yağından bir ntıl (2-3 kg) al. Yaptığın bu karışımdan ona sür. İşte o badimyadır. Dört miskal kadardır. Onu bir kaba yerleştirip erimesi için ateşin üzerine koyarsın. Sonra bunu onun üzerine sür. Sonra badimyadan bir miskal alıp içinde kor olan bir mangala koyarsın. Sonra bu yırtıcıların olduğu yere geçer, elinde içyağı bulunarak miskal ile tütsü yapar ve şöyle dersin: “Ey yırtıcı hayvanlar, filanın ruhâniyetini aldım, onun ismiyle bu ruhânî ruhların gücünü istedim ve onu bulut rüzgârını sevk eder gibi kendime sevk ettim. Ey filan ve falanın bedeninde gizli olan ruhânî, seni çağırıyorum. Onu aynen bu ruhânî ruhların gücüyle adlandırırsın. Bana itaat ederek cevap ver ve boyun eğerek işini tam yap!” Sen böyle tütsüleme yapın ve bu sözlerle konuştuğun zaman istediğin yırtıcı hayvan fazla kalmaz, kendine hâkim olamaz ve üzerine atılarak onu yer. Onu yiyince alçalır, boyun eğer ve sarhoş bir adam gibi olur. Böylece ruhâniyeti kaybolur.

Eğer onu bir iple bağlamak istersen bağla ve onu doğru bir şekilde istediğin yere götür.

İstersen onu bir yerde kes ve vahşi hayvanlara ait sumudyanın bir niteliği olarak istediğin organlarından al. Kara köpeğin kanından beş okka, domuzun beyninden dört miskal, tavşanın içyağından bir okka, geyiğin safrasından ve içyağından ikişer miskal, karganın beyninden dört miskal alırsın. Kan bir tencereye konulup üzerine erimesi için içyağı, beyin ve safra atılır. Eriyip iyice karıştığı zaman öğütülmüş ge­yik boynuzundan on miskal, ufalanmış yaban eşeği toynağından bir miskal, suruc/ pirinç tanesinden beş miskal, fıtır, esalyun ve sisalyun denilen dağ kerevizinden dör­der miskal alınır, öğütülür, içine atılır ve karıştırılır. Sonra da cam bir kaba konulup kaldırılır.

Eğer vahşi hayvanlardan birini yakalamak istersen bir okka insan kanı al, onu bir tencereye koy, hafif bir ateşte ısıt, sonra bu karışımdan ona erimek üzere dört miskal kat. Eridiğinde yaş dağ kerevizi demetini al ve içinde kara safra bulunan bu zehirli kanın içine yatır. Sonra içilmek üzere temiz bir kap içinde kaldır. Sonra onu ve bir miskal samudyayı al ve içinde ateş koru bulunan mangala koy. O vahşi hayvanların bulunduğu yere git, tütsüyü ateşe at, sonra da aynıyla istediğin gibi yırtıcılar ve vahşi hayvanlar konusunda bahsettiğim ilk sözleri söyle. Çok geçmeden o hayvan sana gelir. Yemesi için ona yanındaki kerevizi at. Hayvan onu yiyince ruhâniyeti boyun eğer ve sana tam bir teslimiyetle itaat eder. Bu durumda onu ister boğazla istersen dağa sür.

Uçan Kuşlara Ait Olan Umudya’nın Niteliği

Kartalın kanından bir okka, akbabanın ve şahinin beyninden birer miskal, turna kuşunun ve ördeğin yağından beşer miskal, baykuşun, gece kuşunun ve kuzgunun ödünden birer miskal alınır. Kan, tencerede kaynatılır. Önce içyağı sonra beyin, ar­dından öd karışacak şekilde üzerine atılır. Karışınca, öğütülmüş neyruc/pirinç ile öğütülmüş çam kozalağından beşer miskal, susam, buğday ve kızıl hurma çekirde­ğinden birer miskal al, hepsini öğüt ve bu ilacın üzerine dök, sonra karıştır. Onu birlikte karıştırdığında temiz bir cam kaba koy.

Eğer kuş yakalamak istersen, soluk renkli susam ve dört miskal umudya al. Onu bir ntıl hindiba suyunda erit. Susamı karışması için onun içine at. Sonra onu kuru­mak üzere kaldır. Kuruyunca onu, bir miskal umudyayı ve bir ateş buhurdanını alıp yakalamak istediğin kuşun yanına git. Onu tütsüle ve önceki sözlerle konuş. Kuşa isim ver ki sana doğru gelsin. Geldiğinde yemlenmesi için susamı ona doğru at. Böy­lece onun ruhâniyeti sana boyun eğer. Eğer keskin dişli kuşlardan ise bir serçe alıp boğazla. Sonra onun tüylerini yol. Bir miskal umudya al, bir kapta erit ve bu serçeyi onunla sıva. Onu yanında götür ve o hayvana doğru at. Onu yiyince ruhâniyeti sana boyun eğer ve itaat eder. Bundan sonra onunla istediğini yap.

Sürüngenlerin Umudya Sıfatı

Geyikten birkaç okka kan, birer miskal beyin ve içyağı, iki miskal tavşan beyni, geyik ve ehlileştirilmiş yaban eşeğinden yarımşar miskal infeha(şirden)/süt, birer miskal öğütülmüş geyik boynuzu ve yaban eşeği boynuzu, bir miskal engerek yılanı yağı alırsın. Bu kan bir tencereye koyulup kaynatılır ve üzerine hep birlikte karışacak şekilde içyağı, beyin, süt ve boynuz atılır. Birbirine karışınca onu temiz bir şişeye koyup kaldır. Eğer yerde kımıldayan sürüngenlerden birini yakalamak istersen bir miktar kadın sütü alıp bakır bir kaba koy. Onun içinde bu karışımdan iki miskal erit. Sonra onun bir miskalini ve buhurdanlığı alıp engerek yılanı, kirpi ve varan gibi sürüngenlerin olduğu yere götür. Bu miskal ile tütsüle. Önceki sözü orada da söyle. Aynı şekilde ona da bir isim ver. Çok geçmeden sana çıkıp gelir. İçecek kabını içmesi için önüne koy İçtiği zaman ruhâniyeti sana boyun eğecektir. Eğer akrep ve kerten­kele gibi süt içen sürüngenlerden değilse onu sana çıkıp gelmesi için yakala. Çünkü onun ruhâniyeti kontrol altına alınmıştır, senden çekinmez.

Eğer bir itirazcı karşı çıkar ve şöyle derse: Şeylerin özelliklerini bilen uzmanlar, yılanların geyik boynuzundan aşırı derecede ürktüğü konusunda ittifak halindedir­ler. Bizden biri evinde yılan olduğunu fark ederse yılanın çok uzaklara kaçması için evini geyik boynuzu ile tütsüler. Sen sürüngenleri avlamaya yarayan ilaçlar konusun­da nasıl davranırsın? Dedi ki; bizim soğan ve sarımsak kokusundan çok nefret etti­ğimizi bilmez misin? Eğer tencerede baharatla birlikte bulunursa ondan hoşlanırız. Aynı şekilde hardal ve biberden de tek başına hoşlanmayız, ama pişirilince tat alırız.

Dedi ki; bilgeye sordum ve şöyle dedim: Sen bu yırtıcı hayvanların bazılarında ve organlarında kokularıyla eziyet eden ve öldüren zehirler bulunduğundan bahsettin mi? Evet, dedi. Dedim ki; adam bu hayvanları yakalarken ondan nasıl sakınabilir? Dedi ki; bu, sana anlattığım karışımlarla sağlanır. Dedim ki bunu nasıl yapar? Dedi ki; istediği hususta kullanacağı karışımdan bir miktar alır. Her şeyden önce başlar ve onun yarım miskalini yarım okka susam yağı ile birlikte eritir. Ellerini, burnunu, ağzını ve yüzünü onunla bir saat ovar. Ayaklarına da azcık sürer. Sonra sana anlattı­ğım şeyi yapar. İşte bu, onun korktuğu her çeşit zehirlenme olayına karşı bir muska/ korunma olur.

Öğrenci dedi ki; bilgeye dedim: Ben o kitapta ruhânî güç ile birlikte ayrıca düşünmeyen hayvanlara yapılan tütsü hakkında söylenen bu söz ile de karşılaştım. Aklı ve anlayışı olmayan hayvanla konuşmanın anlamı nedir? İlk bilge, akıl ve anlayışın birleşmesi için küçük âlemin büyüleri hakkında konuşmayı kesti. Öyleyse bu akılsız hayvanın durumu hakkındaki görüş nedir? Bilge cevap verdi: Bu söz senin bahsettiğin şey için söylenmedi. Akıl ve anlayış şeklinde ayrılmadı. Saklı kitapta sana anlattığım yıldızların cevherlerinin senin insan adlı ilk terkibinde birleşmiş olan ilk ruhâniyetten alınmış olduğunu gördüm. Çünkü o ancak senin hareket ettirmenle gerçekleşir. İşte o söz de başkası değil, senin için söylenmiştir. İşte bu âlimlerin sırlarındandır. Onu muhafaza et ve başkasına söyleme. O büyük bir bozulmadır. Sana bildirdiğim şeylerin altında büyük bir hazine vardır. Eğer onu anlamaya muvaffak olursan bil ki, o hayvan veya küçük âlem için değil, senin içindir. Çünkü o ancak senin hareket ettirmenle gerçekleşir. Bu söz başkası için değil, senin içindir. İşte bu, bilenlerin sırlarındandır.

Bil ki, sözün cevherleri ve ruhâniyeti bir araya gelmiş iki konudur. Küçük âleme ait bedenlerde gizli olan ruhâniyet o ikisine boyun eğer. Onun zatındaki rııhâniyet işitir ve düşünür. Bu sözün söylediğim şeyin anlamı hakkında söylenmediğine dela­let eden şeylerden biri de onun senin küçük âlem için yaptığın büyüler hakkında in­sanın işitmediği ve görmediği şekilde konuşuyor olmasıdır. Onu işitmeyen, görme­yen ve anlamayan kimsenin bedenine gizlenmiş ruhâniyete bu karışımların ruhları ulaşır. Konuşma, onun düşünmediği, anlamadığı ve görmediği şekildedir. Sonra bu onun içinde onun hakkında oluşturduğu sevgi, kin, düğümleme, çözme vb. mana­sında hareket eder. Aynı şekilde bu hareketli hayvanın içine gizlenmiş ruhâniyetine bu ruhlar senin anlamadığın, düşünmediğin ve görmediğin şekilde ulaşır. Kendi ruhâniyetini doğrular ve yaptıklarından şüphe duymazsan onu bu mekâna sevk edersin. Pis ruhâniyetine boyun eğerek ona dua eder. Hareketli hayvan üzerinde yapılan bu büyüler, küçük âlem üzerinde yapılan büyülerden daha ilginç değildir. Aksine bu konuda küçük âlem, ihtiva ettikleri bakımından akıl, anlayış ve güçlerinin bileşiminden daha ilginçtir. Her ne kadar küçük âlem, yapılan bu büyüleri iptal etse ve onun anlaşılmasını kesse de o, bileşiminin tam, yaratılışının yetkin olması sebe­biyle buna daha uygundur. Nitekim küçük âleme büyü yaparsan ve o bunu senden bilir ve kendisinin etkin olduğunu anlamazsa yaptığın iş boşa gider, bunu bil.

Ona dedim ki; bu konuda bu mana ile ilgili yapılmamış bir açıklama kaldı mı? Dedi ki; bizim anlattıklarımız ancak denizden bir damla kadardır. Yıldızların ruhâniyeti ilmi ve manaları, onları yapma vakitleri, elbiseleri ve tütsülerine dair bil­gi, her birisi için gerekli olan söz ve onların bilgisine vakıf olan kimseler için açığa çıkan eylemlerde büyük bir ilginçlik vardır. Bu ilim kapsamında olanların en azı, küçük âlemin, rüyasında kendisi açısından devam eden şeyi yapabilmesidir. O itaat ederek ve senin kendisiyle ilgilendiğini ve sana cömertçe verdiklerini büyük bir mut­luluk kabul ettiğini görmeyi isteyerek sana boyun eğer.

Ayrıca ben Bahreyn’deki Eval adasında iken bu âlemin bazı acayip işlerine şahit oldum. Orada Allah’ın ipine tutunmuş ve bu ilmi bilen bir adam vardı. Onu ziyaret etmeye niyetlendim. Ülke halkından bir topluluğun onun yanına girdiklerini ve kra­lın işlenmiş bir cinayet sebebiyle hapsettiği bir arkadaşlarıyla ilgili dertlerini şikâyet ettiklerini gördüm. Dediler ki; biz meseleyi vezire, hacibe ve kralın adamlarına arz ettik, fakat hiçbir fayda vermedi. Biz ona gücümüz ölçüsünde rüşvet de teklif ettik ama kabul etmedi. Bize kralın onu kesinlikle öldüreceğim dediğine dair bir haber ulaştı. Bunun üzerine o erdemli kişi, başını öne eğip sustu, sonra başını kaldırarak şöyle dedi: Arkadaşınız bu gecenin sonunda yanınızda olacak. Hadi gidin ve benim size söylediğimden hiç kimseye bahsetmeyin. Topluluk onun yanından çıktı.

Ben bunun üzerine şaka yollu ona dedim ki; sana kralın bu mahpusu geceleyin salacağı vahiy ile mi bildirildi? Bana dedi ki; kesinlikle göreceksin! Ben dedim ki; yarın salıvermesi mümkün değil mi? Bunun üzerine şöyle dedi: Eğer onu bu gece serbest bırakmazsa artık altı küsur aya kadar salmaz. Bu topluluğun bana bugün gelmesi bu mahpus için bir şans oldu.

O başka bir konuya geçti ve ben de yanından çıktım. Ertesi gün olunca ben selam vererek tekrar onun yanına vardım. Bir de ne göreyim, daha dün onun yanına giden halk benden önce onun yanına varmışlar ve ona hapisteki kişinin tahliyesinden ötü­rü teşekkür ediyorlar ve ona bu işi nasıl yaptığını soruyorlardı. Onlara dedi ki; sizin yanıma geldiğiniz zamanki doğan, mahpus arkadaşınızın bu gece serbest bırakılaca­ğını gördü. Onlara işin iç yüzünü açıklamadı.

Hapis ve zincirin bitkin düşürdüğü sarışın bir genç uşak gördüm. Şeyh gence gelip dedi ki; şu adama kralın dün seni nasıl tahliye ettiğini anlat. Bende daha önce mahpus olan gence döndüm. Dedi ki; ben yer altındaki bir zindana atılmış ve demir zincire vurulmuş bir mahpustum. Dün gün bitiminde gardiyan beni tehdit etmiş ve şöyle demişti: Kral, denizde yol kesen bir topluluğun kendisine getirilmesini em­retti. O onları bekliyor. Seni de onlarla birlikte asacak. Bu bana Güneş’in sarardığı esnada söylendi. Gece boyu ağladım, gözümü hiç uyku tutmadı. Ben bu haldeyken gecenin ilk yarısı geçti. Zindan kapısının şiddetli bir hareketle açıldığını duydum. Korktum ve başımı Allah’tan yardım isteyerek göğe doğru çevirdim. Bir de baktım ki hizmetçilerden bir grup orada. Onlardan biri beni üzerimdeki zincirle taşıdı. Kra­lın huzuruna götürüldüm. O sırada ayaktaydı. Beni görünce: “Onu yavaşça indirin.” dedi. Sonra üzerimdeki zincirin çözülmesini emretti. Bana kendisi için hangi işi ya­pacağımı sordu ve hizmetçileri arasına alınmamı emretti. Sonra benim için gözde adamlarına yaptığı gibi cari bir maaş tayin etti. Beni kurtardı. İşte durumum bundan ibarettir.

Kalktılar ve onun yanından ayrıldılar. Şeyhe soruyu tekrar sordum ve ondan bu gencin tahliyesi konusunda beni bilgilendirmesini istedim. Çünkü o onlara fayda­sız gördüğü için gece onun niçin tahliye edildiğini söylememişti. Dedi ki: Bugün bunu sana söylemem mümkün değil. Eğer yirmi sekiz gün sabredersen sana onu bildireceğim. Ben de ona sabredeceğimi söyledim.

Günler geçince ona tekrar sordum. Dedi ki; o gün gelen topluluk bana bu mahpusun durumundan bahsetti. Onlar seçkin insanlar oldukları için onların işi beni de ilgilendiriyordu. Ben onların bu mahpusun derdiyle dertlendiklerini gör­düm. Onlara dediğimi dedim. O gece iki saat geçtikten sonra onların yanından ayrıl­dım ve Mars büyüsü yaptım. Bu büyü ile kral ve mahpusa yöneldim. Bunun üzerine gördüğün gibi onu salıverdi.

Şeyhe dedim ki; onu serbest bırakma sebebini bana öğretmeni istiyorum. Dedi ki; bunun sebebi, kralın rüyasında kızıl tenli, mavi gözlü, kafası açık, başında bir saç ve elinde kılıç bulunan bir adamın onun yanına gelerek şöyle demesidir: “Eğer şu saatte falan oğlu filan mahpusu serbest bırakmazsan ve gece de gelirse, kafanı bu kılıçla koparırım!” demesidir. İşte bu onun tahliyesine sebep oldu. Bu büyüyü ben yaptım ve onun gözünde büyüttüm.

Bana dedi ki: Bu şehirde olduğun müddetçe senden sakın kimse duymasın. Ona söz verdim. Dedim ki: Mars’ın yaptığı büyü nedir? Şöyle dedi: Satürn’ün siyah elbise­si, Jüpiter’in beyaz elbisesi, Mars’ın kırmızı elbisesi, Güneş’in sarı elbisesi, Venüs’ün yeşil elbisesi, Merkür’ün rengârenk elbisesi, Ay’ın mavi elbisesi vardır. Onların ayrıca sadece yaratıkların sırlarına vakıf olan âlimlerin bildiği duman, tütsü ve bazı büyü­leri yapmada ihtiyaç duyulan taç benzeri daha başka şeyleri de vardır. Onu giyerse büyü yapan onu başına koyar. Onun boynuna taktığı çatlak gerdanlıklar da vardır. Eğer büyü işi Satürn’e aitse tacın dikenden, gerdanlığın kemik ve diğer malzemeler­den olması gerekir. Onlardan her birinin -anlatsam şaşkınlığını artıracakbaşkası­nın işine yaramayan özel bir aleti vardır. Onları ancak yaratılmışların sırlarına ve yıl­dızların ruhâniyetlerine vakıf olan âlimler bilirler. Ona dedim ki: Bu konuda aklıma bir soru geldi. Onu içime doğan bir şüpheden dolayı değil, sırf soru olsun diye sora­cağım. O değerli âlim bana dedi ki: Hadi sor! Ona dedim ki: Peygamberler -onlara selam olsunbu sihir ilmine vakıf değiller mi? Tebessüm ederek bana şöyle dedi: Ey zavallı miskin! Bu, peygamberlerin ilminin aksidir! Ona dedim ki: Biz peygamberle­rin, halkı çağırırken haksızlık ettiklerini, çok yorulduklarını, talepte bulunduklarını, düşmanlarının elinden gizlice kaçtıklarını işitmedik. Onlardan düşmanlarıyla olan ilişkisi öldürülecek noktaya kadar ulaşanlar vardır. Keşke bu yüksek ilim kudretleri dâhilinde olsaydı! Niçin düşmanlarına karşılık vermede muhtaç oldukları bu büyü­leri yapmıyorlar?

Bana dedi ki: Ne güzel sordun! Fakat Yüce Allah peygamberleri -onlara selam olsuninsanları kurtarmaları, onların ruhlarını şifa olacak ilahi bilgilerle güzelleştir­meleri ve Yüce Allah’ın dediği gibi, ihtiyarî ilme davet etmeleri için gönderdi: “Dinde zorlama yoktur”[155] Herhalde pek çok insan din ile şeriatı birbirinden ayıramıyor.

Dine zorlama yoktur. Kişi ona zorlanırsa onu kabule zorlananlar bundan bir fay­da elde edemezler. Çünkü o İlahî bir emirdir. Fakat dinin şeriatında zorlama vardır. Çünkü o, gelenekle ilgili ve dünyevi bir emir ve kanundur. Dinin sebat ve sürekliliği ancak onunla mümkündür. Bundan dolayı insanlar ona zorlanmışlardır. O, dinin görünen yüzüdür. Fakat imandan ibaret olan dine zorlanmazlar. Bu nedenle Yüce Allah şöyle buyurur: “Yoksa sen insanları iman etmeleri için zorlayacak mısın?” Yine bundan dolayı Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Ben insanlarla, onlar 'Allah’tan baş­ka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir’ diyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunu söylerlerse onun hakkıyla olması dışında kanlarını ve mallarını ben­den korumuş olurlar. Onların hesapları Allah’a kalmıştır. Denildi ki: Ya Resulallah, ‘Lailahe illallah’ diyen cennete girer mi? Dedi ki: Evet, kim ihlâslı derse cennete girer. Denildi ki: Onun ihlâslı şekli nasıldır? Dinin hadlerini bilmek ve haklarını eda etmek ile olur. Denildi ki: Ya Resulallah, onun haklarını eda etmenin ve hadlerini bilmenin anlamı nedir? Buyurdu ki: Ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır. Kim bu şehre gir­mek isterse kapısına gelsin” Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem böylece onları ihtiyari dine ve sevapları sevmeye sevk edecek aydınlatıcı açıklamalarda bulundu. Çünkü İslam’a zorlamak şeriatta bilinen bir yöntemdir. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Bedeviler 'biz iman ettik dediler’. De ki siz henüz iman etmediniz, fakat Müslüman olduk deyinizi’[156] Peygam­berler bu ilmi şu sebeplerden dolayı kullanmamışlardır: Birincisi; hangi tür hileli ve tuzaklı sihir olursa olsun, peygamberler bunun için gönderilmemiştir. İkincisi; eğer onlar bunu yapsalardı insanlar kendi kurtuluşları için değil, hile için icabet ederlerdi. Bu durumda insanlar nefislerin kurtuluşundan ibaret olan amacı kaçırmış olurlardı. Çünkü nefisler oluş ve bozuluş âleminden kurtuldukları zaman aldatma ve hilelerin olduğu şey ile arınamazlar. Bu ilmin faydaları dünyevi ilme mahsustur. Fakat pey­gamberler -onlara selam olsunfelekler âleminden daha yüce olan ulvi bir âlemin davetçileridirler. Bu sebeple de onu kullanmadılar.

Aynı şekilde, onların Allah’ın kendilerini vahiy ve yakın meleklerle destekleme­sine ilaveten bir de bu beşerî hilelere ve felekî sihirlere başvurmaları caiz değildir. Fakat bizim gibilerin bunları dünyamızın işlerini düzenlemek amacıyla kullanması caizdir. Onlar için caiz değildir. Çünkü onlar, şereflerinde ve yüksek makamlarında bizim muhtaç olduğumuz şeylere ihtiyaç duymazlar. Onlar kendilerini beşere özgü fiillerden şiddetle uzaklaştırdıkları için onu ve kimya sanatını bilmelerine rağmen onların dünyevî hallerinin kendileri için çok can sıkıcı olduğunu görmüşlerdir. Bu haslet hakkında “Helali hesap, haramı azap gerektirir.” denir. Bu sebeple şeriata uyan bir topluluk onların izinden giderek zühde, dünyadan el etek çekmeye tutundular, kendilerini buna zorladılar ve helal rızıkları kendilerine haram ettiler. İnsanların da onlar gibi yapmaları ve kendilerine uymaları için böyle davrandılar. Yüce Allah şöyle buyurdu: “İsrail’in kendisine yasakladıkları dışındaki her yiyecek İsrailoğullarına helal kılındı’.’[157] Bundan dolayı yapmadılar. Çünkü bütün bu haramlar, uzman ve şefkatli tabibin bedenlerimizin dünyada belirli bir süre sağlıklı yaşaması için uymamızı em­rettiği diyet konumundadır. Peygamberler de -onlara selam olsunhasta nefislerin doktorlarıdır. Nefisler bu cahillikleriyle tabiat kirlerinden arınmadıkça yüce âlem için uygun değillerdir. Onlar nefisleri bilgisizliğe karşı şifa, kalıcı suretlerine sağlık, bize şefkat ve merhamet olması için yasakladıkları bu şeylerden korudular. Peygam­berin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği gibi, Havza kadar kendisinden kopmaları imkânsız Kitapla birlik­te uzamış ip olan halife ve zürriyetleri bu konuda onların sünnetlerine tâbi oldular. Peygamberlere uymak ve tâbi olmak için onların ilmi ve bilgisi ile hareket etmediler. Bu, kısa bir cevaptır.

Birisi ona şu soruyu sordu: İnsanların faydalanması için bu yüksek ilmi niçin ayrıntıları ile açıklamadın?

Şöyle cevap verdi: Eğer bunu yapsaydık zararı büyük olur, hükmü geçersiz olurdu. Biz bu risâlemizde sadece küçük âlemle ilgili ruhâniyetlerin (büyü) işini açıkladık. Bir de risâlenin liyakatsiz birinin eline düşmesinden korkarak konuya sadece işaret etmekle yetindik. Aksi takdirde ekin ve nesil helak olur, kadınlar bozulur, haramlar çiğnenirdi. Bundan dolayı onu üstü kapalı ve yabancı kelimelerle anlattık. Ey karde­şim! Cevherin saf olur, pisliğinden güvende olursan bu ilmin birazı sana açılır. Onu ancak satın aldığın gibi sat. Onu çocuktan ve anne babadan senin aldığın gibi almaya uygun olmadıkça, cevherleri senin cevherin gibi arınmadıkça ve sen onlara bir şey vermeden senin ulaştığın seviyeye ulaşmadıkça uzak tut.

Kardeşim! Bil ki, filozoflar bu hükmü sırf işlerini sağlamlaştırmak ve onları en iyi şekilde yapmak için ortaya koydular. Onlar hiçbir işlerini uygun yerinin dışına koy­madılar, anlamsız bir iş yapmadılar, zararı faydasından daha yaygın olan hiçbir şeyi kendiliklerinden ortaya koymadılar. Onlar bunu yapsalardı zaten filozof olmazlardı. Hükmedenlerin en iyisi ve yaratanların en güzeli olan yaratıcıları, var edicileri ve destekçileri nasıl olur da zarara, fesada ve anlamsızlığa yol açacak bir şey yapabilir? O fesadı kastetmedi ve onu bize zarar vermek için yaratmadı. “O, onların dedikle­rinden çok yüce ve uludur”[158] Aziz Allah şöyle buyurur: “Biz göğü, yeri ve bunlar ara­sındakiler! oyun olsun diye yaratmadık”[159] “Biz onları sadece gerçek olarak yarattık”[160]

Bu hikmeti düşündüğün, bu sanatı tefekkür ettiğin, bu sırrı bildiğin ve akılları büyüleyen bu sihrin hakikatini gördüğün zaman şeyler bütün hakikatleriyle senin için açıklığa kavuşur, insanları nasıl büyüleyeceğini ve kalplerin sana nasıl yönelece­ğini öğrenirsin, haberlerin sapıklar ve gafillerden uzak tutulması sebebiyle onlardan gizli kalan şeyler senin için açık hale gelir.

Kardeşim! Gaflet ve cehalet uykusundan uyan! Dünya ve din hususunda sürekli bir hayır ve acil bir fayda sağlamak için gücünün yettiği gafilleri de uyar. Allah seni seçilmiş iyilerin makamlarına ulaştırsın. Allah seni, bizi ve tüm mümin kardeşlerimizi rahmeti ile başarılı kılsın! O merhametlilerin en merhametlisidir.

İhvân-ı Safa ve Hullân-ı Vefa Risalelerinin Elli ikinci Risalesi tamamlandı.
Böylece kitap da sona erdi.

Başında da, sonunda da Allaha hamd olsun!

İhvân-ı Safâ grubundan bir düşünürün şöyle dediği rivayet edilir: “Din hastaların, felsefe ise sağlıklı insanların tedavisiyle ilgilenir. Peygam­berler hastaları, hastalıklarının artmaması, hatta onların bütünüyle iyileş­mesi için tedavi eder. Filozoflar ise herhangi bir hastalık bulaşmaması için, sağlıklı insanların sağlığını korur.”

İhvân-ı Safâ, onuncu yüzyılda ortaya çıkmış bir grubun adıdır. Ansiklopedi niteliğinde 52 risale yazarak, matematikten müziğe, felsefeden gökbilimi­ne ve sihirden aşka kadar pek çok konuyu şiirsel bir dille incelerler.

İslam tarihinin toplumsal ve düşünsel yarılmalar yaşanan bir döneminde, aklın rehberliğinde, kalbi arındırmaya ve insanı yükseltmeye gayret eder­ler. Hiçbir bilime düşman olunmamalı, hiçbir kitaptan uzak durulmamalıdır onlara göre. Öteki düşünce ve inançlara karşı hoşgörüye vurgu yaparlar. Kim oldukları konusunda değişik teori ve söylentiler vardır. Etraflarındaki sır halesi bin yıldır kalkmamıştır. Risâleler’i, üç “gizli imam”dan İkincisi­nin yazdığı iddia edildiği gibi, İhvân-ı Safâ’yı İsmaililer’den Nusayriler’e ve Dürziler’e kadar değişik yapılara atfedenler de olur.

Abbasi halifesinin emriyle 1050 yılında İhvân-ı Safâ Risâleleri’nin (İbni Sina’nın eserleriyle birlikte) bütün kütüphanelerden toplanarak yakıldığı bilinir. Ancak Endülüslü düşünür Müslime, Doğu’ya seyahati sırasında ri­saleleri toplayarak, yok olmaktan kurtarır.

“(Bu) risaleler, cilâ, şifa, nur ve ışıktır. Hatta onlar ilaç olamamışsa, has­talık gibidir. İyileştiremezse hasta eder, ıslah etmezse ifsat eder; kurtuluşa erdirmezse helâk eder. Tedavi eder; ama bazen hasta da edebilir. Öldürür de, diriltir de.”

Nihayet Türkçe’ye çevrilen Risâleler beş cilt olarak yayımlanacaktır.

Bin yıldır Doğu’dan Batı’ya geniş bir kültür ve düşün coğrafyasında önce­leri nefesi sonraları ise hayaletiyle dolaşan bu eser, şimdi okunup, arınmış kalplerde yer edinmeyi bekler, yeniden.

 



[1] Çeviri: Doç. Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi.

[2] Nemi, 27/59.

[3] Şaffât, 37/9-10.

[4] İnsanın sağ ve solunda görevlendirip iyilik ve kötülükleri yazdığına inanılan melekler [Ed.N]

[5] İnsanı korumakla görevli melekler [Ed.N].

[6] Yûnus, 10/64.

[7] Saffât, 37/164.

[8] Saffât, 37/165-166.

[9] Yûnus, 10/5.

[10] Nahl, 16/40.

[11] Rûm, 30/27.

[12] Tâhâ, 20/50.

[13] Enbiyâ, 21/7

[14] İsrâ, 17/110.

[15] Âl-i İmrân 3/26.

[16] Mü’minûn, 23/91.

[17] Fâtır, 35/1, 24.

[18] Enfâl, 8/42.

[19] Rahman, 55/33.

[20] Hadîd, 57/25.

[21] Araf, 7/32.

[22] Kendisine olağanüstü güçler atfedilen ve panzehir olarak kullanılan bir taştır.

[23] Abese, 80/11-16.

[24] Yâsın, 36/39-40.

[25] Nûr, 24/35.

[26] Müddessir, 74/31.

[27] Sâf, 37/164-166.

[28] Yasin, 36/40.

[29] Hadîd, 57/13.

' Bunların olumsuzluk içerisinde bulunmaları ve olumsuz sıfatlar taşımaları sebebiyle kendilerine “sol ehli” ifadesi kullanılmıştır, (y.h.n.)

[30] Yasin, 36/40.

[31] Enam, 6/18.

[32] Enbiyâ, 21/104.

[33] Fecr, 89/27-30.

[34] Şems, 91/7-10.

[35] Nahl, 16/111.

[36] Yûsuf, 12/53.

[37] Zümer, 39/42.

[38] Mu'min, 40/46.

[39] Enam, 6/93

[40] Araf, 7/37.

[41] Araf, 7/38.

[42] İnfitâr, 82/15-16.

[43] Ay isimlerindendir.

[44] Bakara, 2/34.

[45] Bakara, 2/36.

[46] Bakara, 2/102.

[47] Bakara, 2/168.

[48] Bakara, 2/268.

49.Nisâ, 4/117.

[50] Nisa, 4/119.

[51] Nisa, 4/120.

[52] Enam, 6/68.

[53] En am, 6/71.

[54] Enam, 6/112.

[55] Enam, 6/130.

[56] Araf, 7/11.

[57] Araf, 7/27.

[58] Araf, 7/20.

[59] Araf, 7/27.

[60] Araf, 7/38.

[61] Araf, 7/179.

[62] Araf, 7/201.

[63] Enfâl, 8/48.

[64] İbrahim, 14/ 22.

[65] Yûsuf, 12/100.

[66] Hicr, 15/27.

[67] Hicr, 15/31.

’ Hicr, 15/32. Metindeki ifadeler, Hicr suresinde değil, Araf, 7/12’de yer almaktadır. Biz, Hicr suresindeki ilgili ayetin mealini verdik, (ç.n.)

[68] Nahl, 16/98.

[69] İsrâ, 17/61-64.

[70] İsrâ, 17/88.

[71] Kehf, 18/50.

[72] Hac, 22/52.

[73] Furkân, 25/29.

[74] Nemi, 27/39.

[75] Kasas, 28/15.

[76] Sebe, 34/12.

[77] Sebe, 34/14.

[78] Sebe, 34/20.

[79] Saffât, 37/6-10.

[80] Saffât, 37/65.

[81] Sâd, 38/37-38.

[82] Sâd, 38/71-75.

[83] Fussilet, 41/ 29.

[84] Ahkâf, 46/29.

[85] Zâriyât, 51/56-58.

[86] Rahman, 55/15.

[87] Rahman, 55/33.

[88] Mülk, 67/5.

[89] Cin, 72/1-2,5-6.

[90] Nas, 114/6.

[91] Çeviri: Okutman İbrahim Türkoğlu, Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

[92] Hadîd, 57/12.

[93] İbrahim, 14/36.

[94] Nûr, 24/37.

[95] Fetih, 48/29.

' Yaşadığın süreçten sonra “Peygamber ne kadar doğru söylemiş” demen için, (y.h.n.)

[96] Tevbe, 9/114.

[97] Mücâdele, 58/22.

[98] Ahzâb, 33/21.

ll.Nahl, 16/16.

12.Â1-İ İmrân, 3/191.

[101] Duhâ, 93/4.

[102] Ayetler sırasıyla şunlardır: Yasin, 36/38; Saffât, 37/164; Talak, 65/7.

[103] Çeviri: Doç. Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi.

[104] Nemi, 27/59.

[105] Yasin, 36/38.

[106] Muminûn, 23/12-14.

[107] Hac, 22/5.

[108] Nahl, 16/78.

[109] Üksus: Dallara yapışan ve yerde kökleri olmayan bir bitkidir.

[110] Zümer, 39/73.

[111] Âl-i İmrân, 3/31.

[112] Çeviri: Doç. Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi.

[113] Nemi, 27/59.

[114] Hadid, 57/23.

[115] Bakara, 2/102.

[116] Ma ide, 5/110.

[117] Enam, 6/7.

[118] Araf, 7/109-116.

[119] Araf, 7/120.

[120] Araf, 7/132.

[121] Yûnus, 10/2.

[122] 10/Yûnus, 76.

[123] İsrâ, 17/47.

[124] İsrâ, 17/101.

[125] Tâhâ, 20/57-58.

[126] Tâhâ, 20/63.

[127] Tâhâ, 20/66.

[128] Tâhâ, 20/73.

[129] Âl-i İmrân 3/182.

[130] Senderus: Ermenistan bölgelerinden getirilen, kehribara benzeyen ve ilaç yapımında kullanılan, hatta kalitesini artırmak için mürekkebin içine katılan bir ağaç veya maden zamkı.

[131] Yakıcı bir taş olup kurşun vs.den elde edilir, çok ağırdır. Halk ona “merasenk” der.

[132] Tâhâ, 20/63.

[133] Araf, 7/111-112.

[134] Şu>arâ 26/48.

[135] Kamer, 54/2.

[136] İsrâ, 17/59.

[137] Enbiyâ, 21/7.

[138] Zümer, 39/17-18.

[139] Araf, 7/121-122.

[140] Nisa, 4/80.

[141] Vakıa, 56/76.

[142] Âl-i İmrân, 3/14.

[143] İnfitâr, 82/6.

[144] Zümer, 39/56.

[145] Bu cümlede noksan kelime vardır.

[146] Şûra, 42/51.

[147] Kasas, 28/88.

[148] Sürme gibi güzellikte kullanılan ve yüze parlaklık veren bir madde.

[149] Şu>arâ, 26/193, 194,195.

[150] Bakara, 2/260.

[151] Yûsuf, 12/103.

[152] Yâsin, 36/38.

[153] Hermese nispetle böyle söylenir. Onun yıldız ilminde çok bilen bir kimse olduğu kabul edilir. Yıldız bilimcilerdendir.

[154] İnfeha: Süt emen bir oğlağın karnından çıkarılan sarı renkli bir madde. Yün içine sıkılır ve peynir gibi yoğunlaşıp katılaşır.

[155] Bakara, 2/256.

[156] Hucurât, 49/14.

48.Â1-İ İmrân, 3/93.

[158] İsrâ, 17/43.

[159] Enbiyâ, 21/16.

[160] Duhân, 44/39.


Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar