İhvân-ı Safâ Risâleleri 8
| |
İlahi
ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
Sekizinci -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Kırk DokuzuncuRisâlesi
Rûhânîlerin Hallerinin Niteliği Hakkında[1]
Rahmân
ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!
Allah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa Ona ortak koşulan varlıklar mı?”[2]
Ey
merhametli kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Bil
ki, ruhânîlerin fiillerini bilmek ve onlara vakıf olmak cismânî âlemdeki biri
için nefsinin cevherini ve onun bedenine nasıl etki ettiğini bilmeden mümkün
değildir. Onun keyfiyetini bilince ve kavrayınca bundan sonra onun için
ruhânîlerin âlemde bulunan tüm hallerini kavraması mümkün olur. Bu, onu
yaratıcısını bilmeye ve var edicisini, onun bizzat yaptığı fiili ve yoktan
yarattığı varlıkları yüceltmeye sevk eder. İnsanın yetkinliği bunu bilmekle
gerçekleşir. Ruhânî ve melekî sureti bu şekilde tasavvur edebilir. Onun
fiilleri meleklerin fiilleri ve onların cismânî âlemde ve İnsanî yaratılışta
ortaya çıkan iş ve eylemleri gibi olur. Aynı şekilde secde eden meleklerden kulak
hırsızlığı yaptıklarında cinlerin, şeytanların ve onların izinde gidenlerin
fiillerini ve onları kovmak için izleyen ve her yandan kuşatan yakıcı
yıldırımları ve delici şimşekleri de bilir: “Onlar için sürekli bir azap
vardır. Ancak bir söz kapan olursa onu da delip geçen bir ışık takip eder.”[3]
Aynı zamanda âlemdeki Kirâmen Katibin[4]
meleklerini, bedenlerden meydana gelen şeyleri inşa etmekle ve oluş ve bozuluş
âlemini imarla yükümlü sorgucu Hafaza[5]
meleklerini de bilir.
Ey
kardeş! Allah seni desteklesin! Bil ki, akıl dairesi, Yüce Allah’ın nefsanî
zihin tarafından idrak edilemeyen emrinden düzenlenmiş ve aydınlatıcı nurlar
ise tümel nefsin ufkunda hiçbir hissin idrak edemediği ve dokunulamayan
yerdedir. Ruhânî ve cismânî, saydam ve yoğun iki âlemdeki yaratılmışların
vehimleri birinci daireden uzaktır. Onlar, kendilerine mahsus ve kendilerinden
çıkan fiil ile muttasıftırlar. O, kendi altında ve komşusu olan şeyleri düşünen
akıldır. Zihinler onun gayesine ulaşmadan döner ve onun dairesinde ve ihata alanında
yer alanların bir kısmını atlarlar. O, yaratıcısının ilahlığını dile getirmesi,
var edicisini tenzih etmesi ve ondan korkmasıdır. O bununla kendisinden
çıkmadığı birinden görünen şeyin sıfatı gibi nitelenmiştir. Bu, ona özlem
duyan, önünde boyun eğen, ufkunda sıralanan, kendisiyle huzura kavuşan,
üzerine dayanan ve ona dönen nefis konumundadır.
Bil
ki, akıl dairesi, aydınlatıcı ve parlaktır. O orada duruluk ve aydınlığının şiddetinden
çoğalmayan ve artmayan, bilakis varlıkta ve var etmede kendine özgü olan salt
birlikle onurlanmış şey sayesinde parıldayan İlahî nurlar gibi görünür. Ancak
kendisine benzeyen ve cinsinden olan şeylerin eklendiği bir şey çoğalır.
Artmaya ihtiyacı olan şey artar. Artmaya ihtiyaç duyduğunda eksilmesi gerekir.
Mantıkî lafızlarla ortaya çıkan sıfatlardan, nefsanî hayallerden ve maddî
temsillerden münezzeh olan birlik, kendisinden meydana gelen şeyler yoluyla
çoğalan birlik dediğimiz sayılardaki birin çoğalması gibi çoğalmaz. Çünkü o,
çokluğun aslı ve yaratılış varlığının ilkesidir. O, kendisinden meydana gelen
şeylerin tamamını kapsayan ilk dairedir. Bundan dolayı ona “önce gelen”
denmiştir.
Aynı
şekilde nefis dairesi de kendisinden sonrakinin “önce’sini izleyen ikinci gibidir.
O birinciyi takip eder. Sonra heyûla konumundaki üçüncü ve tabiat konumundaki
dördüncü gelir. Aynı şekilde, sonuncusu yer dairesi olacak şekilde bu
esaslardan meydana gelen daireler sıralanır. Bunlardan her birinin -Yüce
Yaratıcının onu orada kılması ve oraya koyması sebebiylefailinin onu aşmaksızın
sadece kendisiyle ilgilendiği ruhânî sınırları vardır. Bunların
söylediklerimize delil ve anlattıklarımıza burhan olacak bir kısmını açıklamak
istiyoruz.
Ey
saygılı kardeş! Bil ki, Yüce Yaratıcı, bütün varlıkların babaları olan ilk iki
eşi var etti. Onlar, ululuk ve alçaklık âleminde bulunanları kuşatan iki
dairedir. Biri kuşatan, diğeri kuşatılandır. Birinci daire, kendisinden çıkan
fiille nitelenmiştir. Bu fiil, tamlık, yetkinlik, üstünlük, feyz, rahmet ve
merhamet, dairesinden altındakilere inen, onun edindiği, aldığı, kendisine
akıtılan ve öğretilen hayır ve bereketlerdir. O, değişken lekelerden arınmış
salt cevherliğinde iz bırakmak suretiyle bunu etkileyen taşmadır. Bundan dolayı
sahip olduğu şeyler, Yüce Allah’ın dediği gibi, değişme ve dönüşme söz konusu
olmayan bu İlahî işleri sürekli düşünmesi sebebiyle değişmez ve dönüşmez: “Allah’ın
sözlerinde değişme olmaz.”[6] O,
kendine özgü beka ve büyük kudret altında olma halinde kalıcıdır. Onun
dairesinde aydınlanmasıyla zatı aydınlatır. O, kendisine özgü ve
zatındakilerle altında bulunanlardan ayrılmış sıfatla yüce olan kudret
nurlarıyla aydınlanır. Onun sayesinde var edicisini yüceltme ve yaratıcısını
zatında müşahede ettiklerinden ve varlıkları hakkında düşündüklerinden beri
olmak suretiyle tenzih etme mertebesine erişir. Bu, onun güç ve kuvvetiyle
olur. Eğer o, fiilin kendisinden olması sebebiyle onları sayma işleminde olduğu
gibi kuşatır ve onlara mahsus olursa bu ancak ona yaptığı etkiye ve varlık
mertebesinde olmasını sağlayan cömertliğe göredir. Onun cömertliği sayesinde
her mevcudun varlık kaynağı/ilkesi olur. Bundan dolayı akıl diye
adlandırılmıştır. Çünkü o, bütün varlıkların suretlerini akleder, onlara
özelliklerini cömertçe verir, yerlerinde düzenlerini sağlar ve mekânlarında
oluşturur. Işığıyla onu aydınlatır, üzerine taşırdığı feyz ile onda tecelli
eder, Ona olan sevgi ve şefkatiyle nimet verilenin nedenine yaklaşır. Onun
sahip olduğu şeyler tükenmez; çünkü madde ayrı değil, bitişiktir. Eğer o feyz
olursa ondan kendi altındakilere, onlardan dolayı kazanmaksızın ve onlara
muhtaç olmaksızın başkasına geçer. Daha doğrusu o, onlara kendi zatından
sürekli varlık verir. Eğer bu zatında bulunanların yetkinliğinden dolayı
olsaydı onunla kendisini var eden nedeni arasında fark kalmaz ve ona muhtaç olmaz,
bilakis zatındakiler sebebiyle ona ihtiyaç duymaz, onlara ilişkin tam bilgi
kendisinden uzak olmazdı. Allah, yarattığı şeyleri feyzinin hakikatiyle
kuşatmaktan münezzehtir. Şanı yüce olan Allah, kudret ve emrinden dilediği
kadarım, kendisine hâlis kulluk edilmesi, ilahlığınının kabul edilmesi, sürekli
yardım istenmesi, kendisini daima teşbih ve takdis edip yüceltilmesi için
memnun olduğu yaratma fiiline taşırır. O bununla talebini idrak eder,
aşinalığının gayesi, kutsallığının ruhu, mutluluk ve sevinci olan zatına
ulaşır. Allah’ın cömertliği sayesinde onun kendisini kuşatan şeyin ufkunda bir
mertebesi vardır. O emirdir. İdrak, emrin tamamına erişemez. Onunla ancak,
içinde yaratılmış olup onun kuşattığı ve kuvveden fiile çıkardığı varlıkların
suretleri idrak edilir.
Akıl
böyle olunca nefis akıldakilerin tamamını mevcut sıfatlarının yetkinliğiyle
kendisine ait bir vasıta olmadan kuşatamaz. Bunu ancak destekleme aracı yaptığı
ve peş peşe taşırdığı şeylerle yapar. Eğer ondakilerin tümünü bir defada kabul
ederse, onun içine aldıklarıyla genişlemeleri ve ulaştıklarını kapsamaları
sebebiyle, bununla onlar arasında fark kalmaz ve bunun onlara üstünlüğü olmaz.
O, altındaki şeyleri, aklın onları kavraması gibi kuşatır. Nefis dairesi,
kendisinde bulunanları nedeninden olmaya başladığı sırada kuşatır. O bunların
zatıdır ve ondan çıkanlar onun varlıklarıdır. Kendisine öğretilen ve taşırılan
şeyleri orada kabul eder. Onun kendisine has fiili, orada yaratılan ve maddede
nefisle şekillenen suretler sebebiyle ondan kaynaklanan ve sudur eden tabii
güçtür. O, akıldaki bütün gayri maddî suret ve cevherleri onun kendisine
öğrettiği ve verdiği şeyler olmadan kuşatamaz.
Bu
böyle olunca tabiat, her an, her zaman ve her zamansal ve doğal hareketle birlikte
bir şekil, bir tür ve bir renk ortaya çıkarır. Onun gariplikleri sayılmaz,
ilginçlikleri bitmez. O bunları kendisine verilen ve taşırılan tümel nefis,
yayılan felekî güçler ve topraktan meydana gelme ve bedensel yaratılışla
görevli meleklerle birlikte inen şeyler sebebiyle peş peşe ortaya çıkarır.
Onlar bu suretleri annelerin cevherlerine yerleştirirler, unsurların
tabiatlarında gösterirler ve onlardan meydana gelen hayvan ve bitkileri
yetkinleştirirler. Onlar bunlardan sorumlu ve işlerinin tamamlayıcısıdırlar.
Onlardan her birinin ayrılmış bir parçası ve belli bir nasibi vardır. Nitekim
Yüce Allah, saygın melekleri ve muhteşem orduları hakkında hikâye ederek şöyle
demiştir: “Bizim içimizde belli bir makamı olmayan hiçbir kimse yoktur"[7] [8]
Yüce Allah onlardan hikâye ederek şöyle demiştir: “Şüphesiz biz sıra sıra
durur ve Allah’ı teşbih ederiz”^ Yine haberde şöyle denmiştir: “Yağmur
damlalarından her biri ile birlikte, gece ve gündüz saatlerinden her biri ile
birlikte, her insan ve hayvan ile birlikte, her cin ve şeytan ile birlikte
iftira etmeden Allah’ı teşbih eden ve emredildikleri şeyleri yapan melekler
vardır. Onların her biri bir makamdadır. Onlardan her birinin görevli olduğu
özel fiilleri vardır.”
Bundan
dolayı tabiat, zamanın geçmesi, günlerin değişmesi ve her yerde gözle görülür
anların her birisiyle birlikte yeni bir renk şeklinde ortaya çıkar oldu, işleri
ölümsüz ve kalıcı oldu. Oradan bozulmayla yok olan ne varsa, onun yerinde
benzer şekilde ancak daha çok olarak yenisi var olur. O, önce ilk hareketle
başlayan dolap hareketinin gücü gibi, varlıkta kendisinden önce gelen şeyden
kaynaklanan(sudur eden) ve yayılan bir güçtür. O, dolabın aletinde kullanılan
hayvani harekettir ve dolabın kaplarını bir defasında kuyunun dibine indirecek
ve dolacak, sonra onu yukarı kaldıracak şekilde bir aletten diğerine iletilir.
Böylece dolu olan kap oradan boş döner, sonra dolar. Hareket bitişik olduğu
sürece böyle devam eder. Hareket o aletin hareket ettiricisi olan bu hayvanın
kullanıcısına ulaştığında istediği doldurma ve boşaltma, hareketi tutar ve
dolap, kaldırma ve indirme işlevi görmez. Tabiatta da böyle etkide bulunur. O,
hareket ettirici ve döngüsel olan felekî alete ait ve ona bitişik bir
harekettir. Tümel nefis, aklî güçle ona bağlıdır. İlahî bir dilemeden, onun
dışında kimsenin bilmediği birinin emriyle rabbani bir inayetten ve duyu
algısını idrak etmeyen bir kimsenin emrine yönelmiş ihtiyarî bir iradeden
kaynaklanır. Böylece duyulurlar bütününe katılır. İdrak edilen bilgi ancak,
yaratıkların son bulduğu sıfatlar ve sınırlardan arınmış olmasıdır. O zaman
varlıklar tikellerin fillerini yapamaz olur. Fakat o, hakkında ne geçersizlik
ne de iptalle sonuçlanan sürekli bir söz söylenmiş bir emirdir. Nitekim o şöyle
diyordu: “Allah bunu haksız yere yaratmadı”[9],
Onun sözü: “Biz bir şeyin olmasını istediğimizde sözümüz ol demekten
ibarettir; o da oluverir”[10]
Var
olanlar emir ile oldular. İrade, oluşu öncelemiştir. İlk yaratma, oluşun gerçekleştiği
yerdir. Şeyler, onun sayesinde yokluktan varlığa geçen haricî şeyler olmuştur.
Oluşlarıyla mekânda yer kaplarlar ve varlığıyla mevcut ve tamlık ve yetkinliğe
muhtaç bir sureti bilfiil ortaya çıkarmak için onları altındakilere ileten var
edicilerinden zatlarıyla varlık olarak ayrılırlar. Bu, erkeğin kendisindeki
spermi (nutfe) güçlü bir şekilde dişiye iletmesine benzer. O bunu kabule
hazır hale gelir ve nefis gücü ve Güneş vasıtasıyla ilişki kuran şey sayesinde
onunla birleşir. Nefse hayat veren, aletin tamamlanması esnasında bedeni
yetkinleştiren ve en üstün halde olmasını sağlayan şeyleri aklın etkisiyle onun
üzerine yansıtır.
Bundan
dolayı biz şöyle dedik: İlahî daire ve yüce aklî suretler, irade kalemiyle
yazılmış satırları parlayan bir kitap ve onu koruması sebebiyle içinde korunan
dileme levhasıdır. Kuvvetleri altındakilere, ona ait ruhânî, basit, nuranî ve
tümel nefis dairesinde oluşuyla onda çıkan şeyler olacak şekilde onunla
yayılır. Onların her birisi, düzenli satırlarda ve çizilmiş çizgilerde
kısımlarında sıralanmış, nizamında düzgün ve birbirini geçmeden duran dizili
harfler gibi onu geçmeyen bir makamdadır.
Akıl,
bütün bu emirleri nefse indirir ve onu bunlarla destekler. O, akıldan kendisi
için yardım ister, bu da ona yardım eder. Bu ona Yaratıcısının feyzini iletir.
Bundan dolayı aklın, Rabbine nefse benzediğinden daha çok benzediği
söylenmiştir. Çünkü yaratıcının cömertliğini onun sürekli emriyle alır. Nefis
de ondan aklın kendisine yaptığı yardımı alır. Nefsin akla nispeti, aklın onun
altındakilere nispetinden daha yakındır. Varlıklardan her biriyle ilişkili
güçlerin herhangi birisinden kaynaklanan, ona ait ve ona nispet edilen maddî
fiiller de böyledir. Onların ilki, dalların anneleri olan esaslardır. Onlar,
birleşik terkiplerden uzak olan mutlak ilk cevherlerdir. Bu sıfatı taşıyan ilk
cevherler, akıl ve nefis âlemidir. İkinci cevherler, hareketlerini görevli
meleklerin sağladığı yüksek felekler âlemine mahsus olan tabii ve maddî
güçlerdir. Onlardan çıkan dallar, süfli anneler, tikel unsurlar, cisimsel
tabiatlar ve onlardan doğan ve oluşan hayvan ve bitkilerdir. Allah’ın onlar üzerindeki
halifesi ve emini, her dönemdeki şeriat sahibinin nefsi olan tikel nefistir. O
onları aşağı âlemde yönetir. O, sanatın sağlam yapmasıyla var olan hikmete
dayalı bedenle birleşir. Onları tamamlayan şey, yaptıklarından oluşan tabiat
işleridir. Nefis, bedendeki her şeyi onun mertebesinde sıralar, menfaatinden
çıkarır ve onu gayesine ulaştırır. O, aşağı âlemde ve yerin merkezinde Allah’ın
halifesi ve yeryüzündeki madenler, bitkiler ve hayvanların yönetiminden sorumlu
meleğidir. O, ikinci daire olup feleği, tümel nefisle ilişkili tikel nefsin
bağlı olduğu döngüsel bir harekete sahiptir. Orada doğan yıldızlar, parlayan
nurlar, emredildikleri şeyleri yapan, yüksek zatlarıyla ruhânî, yoğun
bedenleriyle cismânî olan potansiyel olarak (bilkuvve) melekler vardır.
O meleklerden her birinin ordusu ve yardımcıları vardır.
Ey
kardeş! Bil ki, insan dairesinde, nefis ve tabiat dairesindeki şeyler görünür.
Çünkü insan, ona ait şeyleri meydana getirir, onu söz ve davranışla açıklar.
Söz, felekî hava olaylarını, yıldız hükümlerini, nefsin sıfatını, kuşatan felek
ve altındakilerle ilişki şeklini söylemek ve aklın onun ilk varlık ve en üstün
zat olduğunu bilmesi gibidir. Akıl, Aziz ve Çelil olan Allah’ın birlenmesin! ve
tenzih edilmesini söyler. O, Allah ile altında yer alan yaratıkları arasında
vasıtadır.
Amel/iş,
“Amelî (Pratik) Sanatlar Risâlesi”nde bahsettiğimiz şeyler gibidir. Yüce
Allah’a yaklaştıran amellerle yaklaşmaktan bahsettiğimiz gibi, bu risâlede
ruhânî ve nefsânî dairelerin sıfatını, her dairede oturan melekleri ve onların
fiil ve üstünlüklerinin nasıl olduğunu anlatmak istiyoruz. Aydınlatıcı nurları
ve parlak şahısları olan düzgün dairelerden bahsetmeyi bitirince ters
döndürülmüş karanlık dairelerden ve ters yüz edilmiş şeytanî suretlerin
sahiplerinden bahsettik. Onu bilmekle insan, cennet, cehennem ve oranın
halkının her bir şekle özgü fiillerinin hakikatini bilir.
Bu
üstün hikmete vakıf olduğun ve bu yüksek dereceye çıktığın zaman, ulaşan
kardeşlerini ve felsefi (hikemî) ahlâk ile bezenen ve İlmî makamları
bilen seçkin dostlarını onunla onurlandır. Bil ki, bu şer’î ve İlahî
risâlelerimiz, ortaya koyduğumuz şeylerin cevherleri ve telif ettiklerimizin
hâzineleridir. Sana arz ve tahsis ettiğimiz bu kitabı kardeşlerimize emanet
ettik. Allah onları ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin!
Allah’ın
Bizzat Yaptığı Fiil ve Kendisine Yakışan Sıfatları Hakkında
Ey
kardeş! Bil ki, aklın yaratıcısına nispeti (aidiyeti), altındakilere
nispetinden daha yakındır. Altındakilere nispeti ise önce nispet edilen kimse
için ondan daha yakındır. Ortaya çıkan asıllardan her biriyle ilişkili güçlerin
birinden kaynaklanan fiiller, ona mahsus sıfatlar ve meydana gelen bileşikler
de böyledir.
Akıl,
ismi yüce olan yaratıcısına en yakın şey ve onun emriyle altındakilerin f aili
(öznesi) olunca, onun kendisini bizzat yapan Yüce Yaratıcının fiili ve eliyle
yazdığı kitabı olması zorunlu oldu. O, kendisine muhalefet eden bir ortağı ve
karşı çıkan bir zıddı olmayan meliktir. Bilakis o, hâlis ve saftır, kendisinde
değişim ve dönüşüm olmaz. Nurları parlak, eserleri görünürdür. Kendisinden
kaynaklanan ve olan şeyleri ihtiva eder ve kuşatır. İşte bu, Allah’ın kendisine
mahsus ve mensup, hiçbir farklılık olmayan fiilidir.
Fâil
kendi fiiline suret ve misalini verdiği ve ortaya çıkardığı işler üzerindeki,
kuvveti oluşturan kudretiyle onu desteklediği zaman akıl, Aziz ve Çelil olan
Allah’ın emir ve kudretinin mahalli olur. Bazı vahyedilmiş kitaplarda
nakledildiğine göre, Allah Âdem’i kendi suretinde ve örneğinde yarattı. Aziz ve
Çelil olan Allah’ın sözü: “Göklerde ve yerde bulunan en yüce örnek ona
aittir.”[11]
Aynı şekilde filozoflar da nedenlide nedenin etkilerinin bulunduğunu
söylemişlerdir. Böylece sağlam fiiller ve sanatlar failinin hikmetine delalet
eder, ona nispet edilir ve o bunlarla nitelenir. Biz, layık olduğu fiil gibi
layık olduğu sıfatı da anlatacağız.
Ey
saygılı ve merhametli kardeş! Bil ki, Yaratıcının (cc) ilim, kudret, kuşatma ve
hayat gibi sıfatları, yaratılmışların cismânîlere ait fiillerle bağlantılı
anlayışlarına yaklaştırma yoluyla, yaratılmış ruhânîlerde bulunuşları
bakımından olmaksızın ruhânîdir; onlara layık, mensup ve birbirinden olan
fiilleri meydana getiren, var eden ve yaratan şeylerdir. Bunlar, insan ve
hayvanla ilişkili olacak şekilde akıl ve altındakilere özgüdür. Onlardan her
biri, liyakatine göre, Allah’ın yarattığı şeylerden bir kısmına sahiptir. Bu
nedenle Yüce Allah şöyle dedi: “Her şeye yaratılışını verdi, sonra yol
gösterdi”[12]
Bu sıfatlara bütün varlıklar ortak olunca tenzih bakımından Yüce Yaratıcının
kendine mahsus fiili gibi özel sıfatlarının da olduğunu anladık. Onları yüksek
istek ve gayretle, filozofların kitaplarını incelemek ve âlimler ile kitap
sahibi zikir ehline sormak suretiyle araştırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle
demiştir: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz”[13]
Biz, Allah’ın ihsan ve hediye ettiği şeylere vakıf kılındık. Biz bunların
burada anlatılması uygun olanları anlatacağız. Akıl sahibi ve Allah’ın doğruya
muvaffak ettiği kimselere bu kadarı yeter.
Ey
kardeş! Bil ki, Yüce Allah’ın hiçbir mahlûkunun ortak olmadığı sıfatları ve
kendisinden başkasının bilmediği bilgisi şunlardır: O var eden, icat eden,
yaralan, oluşturan, kudret sahibi, bilen, diri, mevcut, ezelî ve fâildir. O,
varlığa cömertliğin den bu sıfatları ve kendisine gereken ve yakışan şeyleri
verir. Akla bunlardan var eden, meydana getiren, diri, kudretli, icat eden,
bilen, fail ve mevcut olduğunu ta şırdı. Akıl, kendisinden kaynaklanan şeylerin
var edicisi, yapılan manasında yapan, meydana getirilen ve nedenli manasında
meydana getirici, kendisine verildiği gibi altındakilere hayat veren ve ondan
sudur eden fiillerinin varlığıyla var edendir.
Ruhânîlerin
ve cismânîlerin sıfatları ve onlardaki ortaklıkları da böyledir. Onlar,
kendisiyle ruhânîler ve cismânîler hakkında konuşulan tikel (cüzî) sıfatlardır.
Bu sıfatlar, tıpkı varlık ile yokluğun, ilim ile cehaletin, hayat ile ölümün,
kudret ile acizliğin, hareket ile durgunluğun, aydınlık ile karanlığın bitişik
olması gibi zıtlarıyla birlikte onlara bitişiktir. Bütün bu varlıklar,
nitelenenlerdeki sıfatla zıtlarına bitişiktir. Yüce Yaratıcı bunlarla
nitelenemez. Aksine o, varlık ve yokluğun yaratıcısıdır; dolayısıyla yaratma
ile özelleşmiştir. Ölüm ve hayatı var edendir; dolayısıyla beka ile
özelleşmiştir. İlim ve cehaleti meydana getirendir; dolayısıyla ilimle
özelleşmiştir.
Ruhânîler
ve cismânîler gibi mahlûkların var edilen fiil ve işleri de böyledir. Bunlar,
onlardaki emanetler ve birbirlerinden istifade etmeleri suretiyle onlara
akıtılan (feyezân eden) etkilere göredir. Hatta Yüce Allah onların hepsinin var
edicisi ve onların hayat vericisidir. Sonra ne o, manada onların sıfatlarıyla
nitelenir, ne de onlar bunlarda ona ortaklığı hak ederler. Onların birtakım
derece ve makamları vardır. Onlardan her birinin altındakilere göre fazla ve
üstünlüğüyle temayüz eden bir sıfatı vardır. Bu düşünen kimselere gizli
kalmayan bir varlıktır. Kudretin duyarlı canlıdan insana kadar bütün
hayvanlarda olması böyledir. Onun fertlerinin her birinde onu diğerlerinden
ayıran bir kudret vardır. Hatta onun sonu, insanın tamamı karşısındaki
kudretidir. Bu, bedensel güç şeklinde de olur, ruhsal karakter şeklinde de
olur. Sonra insanı hayvandan ayıran özel ilim söz konusudur. Onlar ilimde
eşitlik şeklinde değil, tenzih, ayrılma, tabakalarda yükselme ve derecelerde
yukarı çıkma şeklinde ortaktırlar. Hatta onların ilimdeki son sınırı, onların
peygamberi kendi zamanında, kendisine, altındakilere öğretmen olmaya uygun ilme
özgü yüksek âlemden ilime ait bir güç taşan filozofu kendi vaktinde
bilmeleridir.
Bil
ki, onlara, yani insanlara ihtiyaç duydukları şeyleri öğreten insan, Yüce
Allah’ın onlar arasındaki halifesi, üzerlerine tayin ettiği eminidir. Sonra
hayat da aynı şekilde intikali hareketle mevsuf olan bütün hayvanlar arasında
ortaktır. Her hayvan, hareketli ve canlıdır. Onlar, aynı durumda olmadıkları
için eşit değillerdir. Onlar kısa ömürlü, uzun ömürlü ve orta ömürlüdürler.
Daimî hayat ile temayüz eden kimse, insanlık suretinden meleklik suretine, Ay
feleği altından üstüne intikal eder.
Sonra
ruhânîler ve meleklerin sıfatı da böyledir. Dereceleri farklı olmakla birlikte
bu sıfatlara onlar da ortaktırlar. Onlardan her birinin paylaştırılmış bir
parçası ve belli bir derecesi vardır. Böylece akıl orada onların son sınırı
olur, onların önüne geçer ve onlara iyilik eder. Sonra o, itaat, huşu, kusur
ve yaratıcısını idrak etmek, sahip olduklarının özüne ulaşmak ve onun başlangıç
ve sonunu bilmekten aciz olduğunu itiraf etme hususunda ondan başkasının
ulaşamadığı, kendisine ortak olmadığı ve sadece onun sahip olduğu bir
derecededir. Bundan dolayı nefse, Yüce Yaratıcının emri konusunda itaat, huşu
ve hayreti o verir. Ona bundan sadece kendisine açılan şeyleri taşırır ve ona
kendisine verildiği nispette verir. O, kendisine ilk tamlık ve yetkinlik
taşırılan şeyin yaratılmasıdır. O zaman ruhânîlerin akıl ve nefis âlemiyle
ilgili fiillerini Yüce Allah’ın emretmesi sebebiyle verirler. Onlar ona
yakınlıkta kendilerine altlarından kimsenin ulaşamayacağı bir konumdadırlar.
Bundan dolayı melekler, bunun sonuncusuyla ilişki kurmasına kadar onlara
başkasının sahip olmadığı şekilde yakın kimseler olmuşlardır. Onlar, Ay
feleğinde oturan meleklerdir. Onların, verilen ve taşırılan ruhsal maddeler ve
içlerinde ilahi dilemeden kaynaklanan emanetlerle ilgili aklî kıyaslardan oluşan
kendilerine uygun fiil ve işleri vardır. Onlara ait tikel nefsin maddeleri,
cismânî cevherler, tabii güçler ve yeryüzüne ait şahıslar, dileme
tamamlanıncaya ve ilk hareketin gerektirdiği kesin hüküm ulaşıncaya kadar ilk
hareketin hareketliye bir önceliğinin olması içindir. Ateş dairesi kutbu
çevresindeki bu hareket varlıkların ulaşması içindir. O ebedî olup, varlık
alanına yayılan şeyler, bilinen bir şey olmak için oradan hareket ederek iner
ve hamd, yüceltme, tespih, takdis ve tenzih ile şöyle der: İsmi yüce olan
Yaratıcı, ne meydana getiren, yapan ve yapılan olmaları bakımından ruhânîlerin
sıfatıyla ne de duyularla idrak eden cismânîlerin sıfatıyla nitelenir. Onun
sıfatı, anlayışımız bakımından ancak kadim, ezelî, nedenleri nedenli yapan,
etkilenmeyen fâil, dilediğini yapan ve yaratan var edici ve cevherleştiricidir.
O her an biri diğerini meşgul etmeden bir iştedir. Bu gün, âlemin günlerinden
değildir. O, ufkunda aklî daire sıralanmış olan İlahî dairenin günlerinden bir
gündür. O, ilk hayatı ve son hayatı yaratandır. Ondan başka ilah yoktur.
Ahiretin ve dünyanın Rabbidir. Kendisini birleyeni Mevâ cennetine
çıkarır, inkâr edeni derin cehennem çukuruna düşürür. Onun özel fiili, emriyle
olan şeydir.
İşte
bu, ona mahsus fiildir. O, isimleri açılmış defterde yazılı satırlarda kayıtlı,
temizlerden başkasının giremediği, azgınlara yakın olan uzak günahlardan
kurtulan, ondan gelen ve ondan çıkarak altındakilere ulaşan şeyleri levhada
yerleşmesi için bilkuvve suret yapan itaat nurlarının mutluluklarından nasiplenmiş
kimselerden başkasının oturmadığı mamur eve yerleştirilmiş olan özellikleri
olan kimselerin etkilendiği kimsedir. Sonra onun misali, tabii dairede nefsanî,
mekânda zamansız hareket eden, bizzat zamanın dışında ve zaman içinde ondan
etkilenen bir suret meydana gelinceye kadar görünür. O, ilk olan zatıyla
zamanın hareketi altına girmez. Zaman, mekân ve varlığın yaratıcısını tenzih
ederim. Güzel isimler ve yüce misaller onundur. Yüce Allah dedi ki: “İster
Allah, ister Rahman, her ne şekilde dua ederseniz edin, güzel isimler ona
aittir”[14]
Bu
şaşırtıcı sıfatlar, yaratıcıyı bilme konusunda akıl sahiplerine aittir.
Bunlarda kendisine başka hiç kimsenin ortak olmaması sebebiyle o bunlardan
münezzehtir. Onun fiili bizzat yaptığı ve kelimeleriyle var ettiği bir fiildir.
Bunlar, mevcutları içinde vardır ve yeryüzünde ve göklerinde yazılıdır. Onlar,
onun ufuklar (âfâk) ve ne-
fişlerde
(enfüs) yazılı ayetleridir. Onları düşünen ve onlara vakıf olan kimse,
apaçık gerçeği derinden düşünür ve dosdoğru yolu inceler.
Bu,
nutkî (söylenen) söz ve lafzî anlatımın cisimsel alet, İnsanî suret ve yakın
melekler vasıtasıyla teşbih, kutsama, yüceltme ve övme şeklinde gerektirdiği
sebebiyle Aziz ve Çelil olan Allah’ın sıfatlarının ve onlara mahsus fiilinin
bilgisidir. Ancak o, bundan başkadır. Kullardan her daireye mensup olanlar için
ona uygun ve layık şeyler vardır. Nitekim insanın Yaratıcısı hakkındaki bilgisi
hayvanın bilgisinden daha üstün ve büyük; hayvanın bu konudaki hissi bitkinin
hissinden güçlü; bitkinin bu husustaki hissi de madeninkinden daha çoktur.
Madenî
cevherlerin ibadet için hareket ve Yüce Yaratıcıyı ikrar etmeleri, resim ve
sureti kabul etmeleri şeklinde ortaya çıkar. Bu onların ibadeti, itaati, boyun
eğmesi ve huşu duymasıdır. İtaatten zevk alması ve ona özlem duyması
bunlardandır. Kabulde en hızlı, surette en güzel, kudrette en ihtişamlı ve bu
konuda en yüce olan şeyler de onlardandır. Bundan habersiz, suret almayan,
ateşte erimeyen, parlaklığı ve saflığı olmayan, sert kaya, tepe, taş ve çorak
arazi gibi faydasız şeyler de onlardandır.
Bitkinin
ibadeti, onda görülen hareketlerdir. O havayla birlikte sağa sola gittiğinde
rükû ve secde eder, yapraklarının kımıldaması, dallarının hareketi, tomurcuk ve
çiçek çıkarması ve hayvana meyvesinden vermesiyle tespih ve takdis eder.
Onların faydasız ve ateşten başka şeye yaramayan kısımları da vardır.
Hayvanın
ibadeti, insana hizmet etmesi, onunla birlikte gittiği yere gitmesi ve
kendisiyle yaptığı işlere sabretmesidir. Hayvanlar içinde yırtıcılar ve
vahşiler gibi insana asi, nankör ve itaatsiz olanlar da vardır.
İnsanın
ibadeti ise Yüce Allah’ın ona vacip kıldığı ve hediye ettiği şeylerdir. Bu,
yeryüzündeki ibadetlerin en görkemlisi ve hayvani bilgilerin en yücesidir. Onun
konuşma fazileti, altındakilere kudret üstünlüğü, yaratılış yetkinliği ve boy
düzgünlüğü vardır. Âlemlerin toplamıdır. O iki uca yakın sınır ve iki taraf
arasında orta gibidir. Ey kardeş! İbadet ve itaate teşbih ve takdisin en
zâhidane (sufıce) gaye ve nefsinin bulacağı en büyük tat oluncaya kadar düşkünlük
göster. O zaman cismânî gıdadan nefret edersin, ondan hoşlanmazsın, onu
özlemezsin ve ölümsüz diri oluncaya kadar melekût bahçesinde olursun.
Ey
kardeş! Bil ki, ibadetten gafil ve günaha dalmış olan insan, hayvandan, bitkiden
ve madenlerden daha değersizdir ve aşağıların aşağısına döndürülür. Çünkü insan
şekil almadığı halde madenî cevherler alır; insan Rabbine rükû ve secde etmediği
halde ağaç eder; insan Rabbine itaat etmediği, onu bilmediği ve bulmadığı halde
hayvan insana itaat eder. Bu gaflet ve unutmadan Allah’a sığınır, ondan tevbe
ve vazgeçme isteriz. O, ihsan sahibidir.
Aklın
Fiillerini Bilme Hakkında
Ey
kardeş! Bil ki, faal akıl, ilk icat ve en yetkin yaratmadır. O, Allah’ın
zatıyla yaptığı ve kelimesi ve kudretiyle var ettiği fiilidir. Cömertçe verdiği
varlığını onda takdir etti. Bu burhan, bahsettiğimiz konuda bize karşı gelen
kimsenin dile getirdiğimiz şeyi inkâr edemeyeceğini ve anlattığımız hususta
muhalefet edemeyeceğini gösterir. Yoksa açıkça ortada olan şeyi reddetmiş olur.
Konuya geri dönüyor ve diyoruz ki aklın kendine özgü ve ondan ayrılmayan fiili
vardır. O, o olması nedeniyle yakındır.
Akıl,
yaratıcısının cömertliğini kaybetmeyip, aksine bulduğunda onun hâkimiyeti,
kuşatması ve emrinin kendisine ulaşması içinde düzene sokulmuş olarak ona yakın
olacağı yerde bulunması gerekir. Böylece ikinci yaratmanın ondan kaynaklanması,
ondan ortaya çıkması, şevk ile kendisinden ona yönelmesi ve ondan başlayıp ona
dönmesi gerekir. O, ona şevk ile yönelinceye, ondan yararlanıncaya ve kendisi
için kaimlik sureti olan şeyi ondan alıncaya kadar ona yakındır. O, Allah’ın
hâkimiyetinde düzene girmiş olan küllî nefistir. O, nefse cevherinde bulunan
faziletleri taşırır. Ondan aldıklarıyla tamamlanır ve mutlu olur. Onun
kendisinden yüce ve kendisini kuşatan zatını araştırma inceliğiyle düşünmekle,
ona özlem duymak ve rağbet etmekle dairesinde ona özgü mülahazası örülür ve
zatında o gerçekleşir. Onu gözlemlemek ve ondan yardım istemek suretiyle
düşündüğünde, tıpkı öğrencinin hocasından bilgi aldığı zaman yaptığı gibi, onun
dairesinde şekiller halinde gördüklerini örnek alarak döner. Benzeme ve taklit
etme yoluyla öğrendiklerini temsil etmeye döner. Nitekim bu, çocuklarda
babalarının mesleklerini taklit etmek ve yaptıklarında onlara benzemek şeklinde
ortaya çıkar. Bu onların karakterlerine ve akıllarına kendilerini sanatlara ve
işlere yöneltmesi için yerleştirilmiştir. Çünkü bunda onlar için tam fayda ve
dünya evinin imarıyla ilgili genel iyilik vardır.
Bu
resim ve şekiller nefis dairesinde meydana geldiğinde, onları onun ufuklarında
sıraladığında ve dairesinde bina ettiğinde onları altındakilere vermeye başlar
ve onların oraya yerleşmeleri ve oradan olmaları gibi ona yerleştirilmesini
üstlenir. Maddî bedenleri kuşatan doğal güçler başlar ve üzerlerine nefsanî
nurların yansıması ve sayelerinde ruhânî güçlerin birleşmesi için onlardan
aydınlık bedenlerde, karanlık bedenlerde ve maddî bedenlerde bulunan şeklî
resimler ve aydınlık renkler meydana gelir. Onlara melek gücü, felek iradesi,
aklî güç ve İlahî dileme ile öğretilen hikmetlere dönüşür. İnsanî yaratılış ve
suretler, hak ile kaim olarak, doğruyu söyleyerek, Yüce Yaratıcının birliğini,
yaratılışlarının oluşunu, yapılışlarının sağlamlığını ve bünyelerinin
yetkinliğini dile getirerek ortaya çıkar. Bu, yaratıcılarının onlarda var
ettiği ve onlara ikram ettiği varlığıyla gerçekleşir. Bu, büyük âlemin suretine
benzeyen bir surettir. Bundan dolayı küçük âlem diye adlandırılmıştır. Sonra
onların aşağısında hayvan suretleri, yapılarının ilginçlikleri ve
bileşiklerinin harikaları vardır. İnsanın sureti kendisi için büyük âlemde
apaçık kitap ve dosdoğru yoldur. O, içinde küllî nefse ait bir tek insan
bulunan şeydir. Bu nefis, tıpkı küçük âlem olan insanın nefsinin bedenin bütün
eklem ve organlarını hareket ettirmesi gibi, Yüce
Allah’ın
izni, dilemesi ve karar vermiş iradesi ile onun feleklerini yönetir ve yıldızlarını
hareket ettirir.
Ey
kardeş! Bil ki, bu nefsanî hareketlerin Ay feleğine ve altındaki unsur ve doğanlara
bitişik güçleri ve onlarda ortaya çıkan ve sayısını Yüce Allah’tan başkasının
bilmediği fiilleri vardır. Bu, “İnsanın Yapısı Risalesi” ve “İnsan
Küçük Alemdir Risâlesı'nde açıkladığımız gibi, tıpkı insanın bütün beden ve
eklemlerinde nefse ait çok sayıda fiillerin olmasına benzer.
Bil
ki, âlemin tamamının cismi/bedeni, “Sema ve Alem Risâlesı’nde
açıkladığımız gibi, on bir küreden oluşur. Felek iki yarıya bölünmüştür.
Felekte yıldızlara yol olması için on iki burç vardır. Her burçtan ona akan
şey ve her yıldızın gücünden ona özgü, onu yapan ve onun çalışmasıyla ayakta
duran bir fiilin ortaya çıkışını sağlayan şey düşer. Nitekim ilk daire, onu
kuşatan feleğin dairesi; onu hareket ettiren şey, küllî nefis; onun kendisine
özgü fiili, altında yer alanları kendisiyle birlikte döndürmek ve ondan çıkan
fiil, dairelerin sistemde düzgün olmasıdır. O onları kuşatmış, onlar da onun
ufkunda sıralanmıştır. Aynı şekilde merkezlere doğrudur ve bazısı bazısının
içindedir. Bu sabit yıldızlardan altındakilere bitişik, onlara kendilerinden
ortaya çıkan fiilleri veren ve Allah’ın irade ve kudretiyle bunun ortaya
çıkarılması gereken vakitlerde onlardan ortaya çıkaran tesirler ve güçler
yayılır.
Ey
kardeş! Bil ki, yüce âlemdeki Güneş dairesi, Yüce Allah nezdinde üstün, değeri
ve konumu yüksek bir dairedir. O, bedendeki kalp konumundadır. Çevreleyen
felek, baş gibidir. Hikmet onunla devam eder ve Güneş’ten güç yayılır. Küllî
nefisten ona kendisine ait ve bütün cisimlere hayat gücü veren bir güçtür.
Âlemin iyileşmesi, varlığının tamamlanması ve bekasının yetkinleşmesi onunla
mümkündür. Ondan, sistemin düzgün durmasını ve şeylerin varlıklarını en iyi
şekilde sürdürmelerini, âlemin parlamasını ve aydınlanmasını sağlayan ruhânî
bir güç yayılır. O, sönmeyen bir ışık kandili ve kudret lambasıdır. O, göksel
varlıkların ve felekî şahısların en üstünü olduğu için göklerdeki yüce
örnek/ide konumundadır. Onun gücü, kalpten bedenin bütün organlarına yayılan
sıcaklık gibidir. Sıcaklığın her organdaki etkileri kendisine özgüdür. Her
birinde ondan ortaya çıkar ve onun büyümesini, kalıcılığını, ondan çıkan şeyin
farklılığını ve dönüşünü sağlayan şey onun içinde teşekkül eder. Aynı şekilde
doğal ruhânî fiiller âlemden eksilen ve kaybolan şeylerinin yerine gönderir ve
benzeri onun yerine döner. O, durumlu cisimleri ve sıralı varlıkları istila
eder. Nefsin aklı takip eden yüce taraftan düşen ruhâniyetlerinin üstün ve
meleklerinin yüce olanları, kralların, taç giyenlerin, izzet, ululuk ve
otorite sahiplerinin doğumlarıyla ilgilidir.
Ey
kardeş! Bil ki, nefsin kendisinden iki gücün indiği iki tarafı vardır: Birisi
tabiatı izleyen güç olup tabii fiiller yönünden tabiata bağlıdır. Diğeri, akla
yakın taraftan inen güç olup insan suretiyle ilişki kurar ve felek
şekilleriyle teşekkül eder. O zaman akıl onu aydınlatır ve bu iki güçle yönetir.
Bu ikisi vasıtasıyla yüce âlemden nefse iner. Yüksek taraf Güneş dairesinden
iner; hayvanlar arasından insana, bitkiler arasından kokusu güzel, meyvesi
temiz ve şekli iyi olana, madenler arasından altına ve cevherler arasından
yakuta ait olur. Onun tamlık ve yetkinlik fiilleri, aydınlık ve parlaklık
sıfatları vardır. Onun yeryüzündeki mekânı kral ve başkanların yerleri; fiili
ise temizlik ve saflıktır. Alçak taraf ise aşağı gökte yer alan ve fazlalık,
eksiklik, verme, alma, boşaltma ve doldurma nitelikleri olan Ay vasıtasıyla
iner. Biz ona mahsus fiillerden inşallah kendi yerinde bahsedeceğiz.
Ey
kardeş! Bil ki, Güneş dairesinden yeryüzü âlemine filozofların ruhâniyetler
diye adlandırdığı meleklerin yerine ait bir daire iner. Onların şer’î sırlar ve
dinî ilimler alanında kendilerine layık nitelikleri ve kendilerine nispet
edilen fiilleri vardır. Onlar bu niteliklerle tanınırlar ve onlar konusunda
kendilerinden sudur eden şeylerle nitelenirler. Onların fiilleri, daha önce
bütün yönler hakkında belirttiğimiz gibi, krallardan sadır ve onlara mahsus
olan şeylerdir. Oradaki bütün bitki, maden ve varlıklar, değeri yüksek ve şanı
büyük şeylerdir. Onlara özgü fiiller ve onlara nispet edilen sıfatlar, hayat,
kalpten bedene yayılan sıcaklık, denge, yetkinlik, tamlık, iyilik, güzellik,
parlaklık, aydınlık, ışık, yücelik ve ihtişamdır. Bunlar, muamelelerde Güneş
ruhâniyetlerinin fiilleri, onlardan âleme yayılan ve onların dairesinden
giysileri sarı ipek kumaş, ziynetleri kırmızı altın, taçları cevherli başlıklar,
binekleri kumral at ve sarı beygir olan, başlarında elinde ışıkla şöyle
yazılmış sarı sancaklı iyi bir melik ve büyük bir şahıs bulunan kral ve
sultanların mekânına inen meleklerin makamlarıdır: Allah’tan başka ilah
yoktur. O hay ve kayyumdur. Her canlıya hayat verendir. Güneş ve Ay’ı göklerin
ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederek düşünenler için bir ayet kılandır.
O bunu ancak hak olarak yarattı. İzzet sahibi Rabbin onların tasvir
ettiklerinden münezzehtir: “De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım, sen mülkü
dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini yüceltir, dilediğini
alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Sen her şeye güçyetirensin."'5
Bu
niteliklere sahip ve bu derecelerde bulunan bu melekler, onların doğmasıyla
doğar ve batmasıyla batarlar. Bunlar, onların dairesiyle yükümlü, feleklerine
nüfuz eden ve yeryüzü âlemiyle onlar vasıtasıyla ilişki kuran meleklerdir.
Nefsanî güç onlarla parlar, aklî güç onlarla aydınlanır. O zaman onların
şahısları nefsanî, ruhları aklî, maddelerin İlahîdir. Mekân onlara dar gelmez;
zamanın uzunluğu onların fiillerini, mekân varlıklarını değiştirmez.
Bu
makam, üstün ruhânîlerin en yüksek makamıdır. Onlar yakınlaşmış meleklerdir.
Onların altında onları takip edenler ve üstünde bundan başka sıfatlarla nitelenen
melekler vardır. Bu, üstlerinde daha yüce ve daha yüksek kimseler oluncaya
kadar böyledir. Çünkü bunlar zatlarıyla ruhânî, kendilerinde ortaya çıkan
fiiller sebebiyle cismânîlikle ilişkilidirler. Üstlerinde bulunanlar yüce
meleklerdir. Bunlar, yüce varlıklara yakın kimselerdir. Yüce meleklerin
sıfatları onlarla zatları bakımından ilgilidir. Onların fiilleri natık
nefisler, ruhâniyetleri olan şeylerdir. Bazıları nefsanîdirler. Onlar, gökleri
ve yeri kaplayan kürsiyi takip ederler. Bazıları Arşın etrafını kuşatmışlardır.
Bazıları Arşın taşıyıcılarıdır. Her biri yüce bir makamda ve büyük bir mahalde
olup Rablerini hamd ederek teşbih ederler. [15]
Ey
kardeş! Sana anlattıklarımızı düşündüğünde ve bahsettiğimiz hususlar senin
için gerçekleştiğinde melekî sureti edinebilir, fazilet ve insanlığa sahip
olabilir, hayvani suret ve sıfattan uzaklaşabilirsin. Böylece arınmış ruhun ve
aydınlanmış nefsinle göğün sakinlerinden olursun. Suretin zatî ve nefsanî,
ruhun kutsal ve aklî, madden İlahî olur. O zaman yakın meleklere, gönderilmiş
peygamberlere ve salih şehitlere dost olursun. Cennetlere girer, hayvan yurduna
yerleşirsin. Senin için mutluluk ve güzel bir dönüş gerçekleşir.
Ey
kardeş! Bil ki, sen nasıl dünyada bedenin ve seninle varlıklar arasındaki
araçlar olmadan sırf nefsin ve saf ruhunla var olamıyorsan aynı şekilde bu
senin için amel olmadan bilgi ile ve fiil olmadan söz ile gerçekleşmez.
Bil
ki, amel miraç merdiveni, bilgi ise önünde yürüyen ışıktır. Merdivenle yukarı
çıkar, ışıkla doğru yolda yürürsün. Allah seni ve bizi rahmetiyle bilgi ve
amele eriştirsin!
Satürn
dairesinden felekler, anneler ve doğanlar gibi tüm âleme nüfuz eden
ruhâniyetler yayılır. Onun sayesinde suret heyûlaya tutunur. O, şeylere
ağırlık, vakar, durma ve yavaşlık özelliği kazandırır. Onun insan bedenindeki
yeri dalaktır. Ondan bedene yayılan şey kara safradır. Onunla bedenin kemik,
sinir, deri ve donuk nemleri gibi parçaları meydana gelir. Yaşlık ve kuruluk
onun fullerindendir. Kara renkli ve çirkin suretli hayvanlar ve bitkiler, zift
ve kara kurşun gibi madenler, siyah renkli ve pis kokulu her şey, yeryüzündeki
kara dağlar, karanlık vadiler, engebeli yollar ve çirkin görünüşlü korkunç
vahşiler ve insanlar âleminde de bu nitelikte olanlar ona aittir.
Ölüm
ve hareketsizlik bu ruhânîlerin fullerindendir. Ondan âleme yayılan melekler,
yüksek nefisler ve dikkatsiz ruhların azap çekmesi için onlardan ortaya çıkan
fiil ve hareketlerle nitelenmişlerdir. Onlar silinmiş kitaplar ve ters yüz
olmuş resimlerdir.
Onun
ruhâniyetinin âlemdeki fiilleri, soğukluk ve kuruluktur. Ruhları tutmak ve
bedenleri öldürmek için inen melekler gece saatleriyle görevli ruhânîlerdir.
Onların sayısını Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar siyah binekler üzerine
binmişlerdir. Başlarında elindeki siyah bayrak üzerinde şu yazı bulunan bir
melik vardır: “Geceyi ve gündüzü belirleyen, karanlıkları ve aydınlığı yaratan
Allah’tan başka ilah yoktur.” Allah’a eş koşanlar yalanladılar ve kesin bir
şekilde saptılar. “Allah hiçbir çocuk edinmemiştir ve onunla birlikte başka
bir ilah yoktur’.’[16]
Yeryüzünün
harap olmuş yerleri, virane mekânları, yüksek dağları ve engebeli yollarına
mahsustur. Bu, yeryüzünün yıkılmış yerlerinin imar edilmesidir. Denizler, kendi
yerlerine onlar sayesinde tutunurlar ve yeryüzünün kazıkları onlar sayesinde
sabit olurlar. O olmasaydı yeryüzünün parçaları erir, suya karışır ve denizlere
akardı.
Onlarla
görevli olan bu melekler, onları Aziz ve Çelil olan Allah’ın izniyle tutarlar.
Filozoflar bu melekleri Satürn’ün ruhânîleri diye, Şeriat ise gazap melekleri,
ordular ve yardımcılar diye adlandırır. Onlar ruhları almakla görevlidirler.
Ölüm meleği onlar dandır.
Jüpiter
dairesinden bütün âleme nüfuz eden ruhânî güçler iner. Tabiatlar bu güçlerle
dengede durur ve zıt güçler sayesinde birleşir. Onlar oluşan doğanlara sebep
olur ve varlıklardaki düzeni korurlar. Onların büyük âlemdeki ruhâniyetlerinin
etkileri, küçük âlem olan insan bedenine yayılan karaciğerdir. Mizacın
iyiliği, karışımların itidali ve kanın organlara akışı onunla gerçekleşir.
Onun sayesinde beden büyür ve şekillenir, hayat güzelleşir, yaşamak tatlı olur
ve ruhlar ünsiyet bulur. Onun ruhâniyeti, peygamberlerin (as) ve şeriat
sahiplerinin doğumlarını, onun dairesinden yayılan, onun feleğinden inen ve
onun kapısından çıkan meleklerin yerlerini ve namaz kılınan ve ibadet edilen
mekânları elinde tutar. Kurbanlarda boğazlanan, etleri sadaka ve zekât olarak
dağıtılan güzel suretli hayvanlar; son derece dengeli, çok faydalı ve kâfur
kokulu bitkiler; soğuk ile sıcak ve yaş ile kuru arası mutedil buharlar; beyaz
elbiseler, koca sarıklar ve şallar vardır. O, filozofların, kadıların,
peygamberlerin şeriatları ve filozofların makamlarına hizmet edenlerin doğumlarıyla
ilgilidir. Ondan yayılan melekler, uzayın sakinleri ve havanın yöneticileridir.
Onların sayısını Aziz ve Çelil olan Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar beyaz,
parlak ve benekli atlara binerler. Elbiseleri beyaz ve yeşil olup onlara iyi,
yüce şahsiyetli ve üzerinde şöyle yazılı bir bayrak taşıyan bir kral başkanlık
eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur. Hamd, gökleri ve yeri
yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı kılan Allaha mahsustur...
Uyarıcı gelmemiş hiçbir ümmet yoktur.[17] O her
şeye kadirdir.”
Bu
güçler, madenlerden beyaz ve yumuşak cisimli olanlara, cevherlerden inci,
mercan, billur ve cama ve içinde canlı hayvan ve başka şeyler bulunan tatlı
sulara mahsustur. O bunlara aittir ve onlar bundan kaynaklanır. Peygamberler
Allah’ın kendileri için hazırladığı güzel gelecek ve bol sevaba onun
ruhâniyetiyle ulaşır. Cennet hazinedarı Rıdvan da onlardandır.
Mars
dairesinden felekler, unsurlar ve doğanların oluşturduğu âleme nüfuz eden
ruhânî güçler yayılır. İş ve sanatlarda meyletme, ilerleme, hız, yüksek
derecelere çıkma, gayeleri isteme, tamlığa ulaşma ve güçlülük, üstünlük, izzet
ve saltanatla yetkinliğe yükselme onunla gerçekleşir. Onun ruhâniyetinin
fiilleri ve meleklerinin işleri, demir madeni, ondan yapılan silah, ateş
yakmaya yarayan şey bitki ve hayvanlara sulu rutubetleri ve nemli maddeleri
emerek onların meyvelerini olgunlaştıran sıcaklıkla ilgilidir. Bu doğal
sıcaklıkla onlardaki soğukluğu çeker. Bu sıcaklık olmazsa bitkilerin kökleri
telef olur, sıcaklık basar, mahvolur, zarar görür, yok olur, geriye bir şey
kalmaz.
Onun
hayvanlara özgü fiili, onlarda görülen öfke, düşmanlık ve kötülüktür. İnsanlardaki
fiilleri ise savaş ve fitnelerdir. Yeryüzü bölgelerinden ateş ve demir işleme
yerleri ve hayvan mezbahalarıdır. İnsan bedeninde ise sarı safra ve sıcaklık ve
ısı gibi ondan vücuda yayılan fiillerdir. O olmazsa soğuk ve kuru güç vücutta
baskın olur, vücut ölür ve yok olur.
Allah,
savaş ve fitneler yoluyla kötüyü iyiden ayırır ve bu bir topluluk için mutluluk
olurken, diğer topluluk için mutsuzluk olur. “Ölen açık bir delille ölsün,
yaşayan da açık bir delille yaşasın diye (böyle yaptı)”16 Bu
ruhânîler de sayılarını Aziz ve Çelil olan Allah’tan başka kimsenin bilmediği
katı ve sert meleklerdir. Önlerinde kızıl bir ata binmiş bir melik vardır ve
elindeki kırmızı bayrakta şu yazılıdır: “Ölümü ve hayatı belirleyen Allah’tan
başka ilah yoktur. Göklerde ve yerde bulunan, gece ve gündüz vaktinde sakin
olan şeyler onundur.” “Ey cin ve insan toplulukları, göklerin ve yerin
uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin”[18] [19]
“Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birtakım faydalar bulunan demiri
indirdik”[20]
Bu
ruhânîler, sultanlar, subaylar, komutanlar, yiğit, atılgan, cesur ve kahraman
kimselerin doğumlarıyla ilgilidir. Onlar bununla Satürn’ün yaptıklarının
zıddını yaparlar. Çünkü Satürn’ün ruhânîlerinin fiili, istikrar, sükûnet, hile
üretme, hareket yavaşlığı ve fırsat aramadır.
Venüs
dairesinden bütün âlemin bedenine ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler
yayılır. Âlemin ziyneti, düzeninin iyiliği, ışıklarının parlaklığı, çiçeklerinin
çekiciliği, kâinatın süsü, varlıkların güzelliği, bitkilerin itidali, süs
arzusu, güzellik sevgisi ve yetkinlik talebi onunla gerçekleşir. Bu tıpkı zevk
arzusunun mide organından yiyecek ve içeceklerin tadını alan bütün duyu
kanallarına yayılmasına benzer. Onun ruhânîleri, kadınların, hizmetçilerin ve
onların konumunda olanların doğumlarıyla ilgilidir. Onun ruhânîlerinin
âlemdeki fiilleri, aşk, sevgi, güzel ziynetlerle süslenmedir. Madenlerden
kadınların kullandığı aletler, taçlar, takılar ve yüzüklerle; cevherlerden
inciyle; bitkilerden tadı ve kokusu hoş ve görünüşü güzel her şeyle, tüm ağaç
çiçekleri, kokuları, yağları ve onların hoş manzaraları ve güzel meyveleriyle
ve hayvanlardan buna benzer şeylerle ilgilidir. Onların yeryüzündeki yerleri,
lezzet ve tatlıların mekânlarıdır. Onların ruhânîleri, sayısını Aziz ve Çelil
olan Allah’tan başka kimsenin bilmediği meleklerdir. Onlar, ziynetle süslenmiş
renkli hayvanlara binerler. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan bir
melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur” “De ki:
Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim yasaklar?”[21]
O, nakış ve resmin özüdür. Nefis heyûlaya bu güç sayesinde yerleşir.
Merkür
dairesinden âlemin bütün bedenine ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler
yayılır ve bilgiler, ilimler, görüşler, ilham, rüya ve vahiy onlarla
gerçekleşir. Bu, beyinden vehim gücünün ve onu izleyen zihin, tahayyül, fikir,
düşünce, temyiz, sezgi, görüş, ilham, şuur ve duygunun yayılmasına ve onların
ruhâniyetlerini kaplamasına benzer. Onun inen meleklerinin fiilleri, doğal
madenlerde civa ve yükselen ruhlarla, cevherlerden inci/boncuk ve badizehr[22]
ile, hayvanlardan zürafalar, yaban öküzleri ve yavaş yürüyen ve hızlı giden her
şey ile, bitkilerden üstün ilaçlarla, insan âleminden kâtipler, vezirler,
valiler ve mal tahsildarlarının doğumlarıyla ile ilgilidir. Sanat ve meslekler
alanında etkilidir. Söz alanından şiir, hat, nazım ve benzerleri ile de
ilgilidir. Onun dairesinden inen melekler Kiramen Kâtibin ve hesap
sorucu Hafaza melekleridir. Onların güzel görünüşleri, parlak suretleri
vardır. Ruhları hafif ve şahısları ince ve yumuşaktır. Onlara elinde şöyle
yazılı bir bayrak bulunan bir melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan
Allah’tan başka ilah yoktur’.’ “Hayır, böyle yapma! Çünkü bu bir öğüttür.
Dileyen ondan öğüt alır. O, şerefli ve sadık yazıcı meleklerin elindeki yüksek,
tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir”[23]
Ay
dairesinden bütün âleme ve parçalarına nüfuz eden ruhânî güçler yayılır. Tüm
âlemdeki varlıklar bazen ayın başında felekler âleminden oluş âlemine doğru
nefes alır, bazen ayın sonunda oluş âleminden felekler âlemine doğru nefes
alır. O, kalıcılık ve yetkinlik kaynağı olan felekler âlemiyle oluş, bozuluş,
düşüş ve birleşmenin kaynağı olan unsurlar âlemi arasındaki orta güçtür. Bu,
bazen beden dışından ondaki doğal sıcaklığı korumak için hava çekerek, bazen
dinlendirmek için dışarı göndererek teneffüs etmeyi sağlayan gücün akciğerden
yayılmasına benzer. Hava solurken akciğer şişer ve büyür, onu dışarı verirken
zayıflar ve küçülür. Aynı şekilde Ay dairesi, üstündekilerden yardım alarak
genişler ve onun melekleri ulvi maddeler ve göksel hayırlarla inerler; böylece
[Ay] âlemde artma, büyüme çoğalma etkisi yapar. O zaman nehirlerin suyu
çoğalır, artar ve cisimler irileşir. Ayın ortasına kadar böyle devam eder. Bu
süre içinde bazı madenler ve cevherler oluşur. Onun ruhânîleri madenlerde gümüş
ve tuz ve kar gibi beyaz cisimler meydana getirir. Beyaz dağlar ve karlı yerler
ona aittir. Sudan oluşan, oradan beslenen ve onun ruhânîlerinin istila ettiği
hayvanlar da ona aittir. Onun fiilleri ve orduları, vekiller ve ileri gelenler
gibi imaret sahiplerinin, tahsildarların ve suda çalışanların doğumlarıyla
ilgilidir.
Ey
kardeş! Biz, “Sihir ve Büyüler Risâlesi"nde, Ay’ın içlerinde
yüzdüğü, kendilerine uğradığı konaklara ait ruhânîlerin fiillerini, ondan ve
onlardan yeryüzü âlemine ve aşağı merkeze inen ve ondan olan şeyleri ve iş
yapan kimsenin yaptığı şeyi yapmak istediği zaman bilmesi gerekenleri
zikrettik. Bu güç, oluş ve bozuluş âleminin yönetimine mahsustur. Ay feleği,
dünya göğüdür. Onun melekleri yeryüzü âlemiyle görevlidirler. Onların sayısını
Yüce Allah’tan başkası bilmez. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan
bir melek başkanlık eder: “Ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur” “Ay
için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ne
güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede
yüzmektedir”[24]
Aynı
şekilde sabit yıldızların her birinin cüssesinden(hacminden), geniş arş olan
sekizinci feleğin en tepesinden yeryüzü merkezinin sonuna kadar yer kaplayan bütün
âleme nüfuz eden ruhânî bir güç yayılır. Bu güç ve meleklerle gökleri
aydınlatan, felekleri ışıtan ve Güneşe bitişik olan ışık, aydınlatan kandil,
inci yıldız, parlayan nur ve tutuşmuş en parlak lambadır: “Ne doğuya ne
batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulmuştur’.’[25]
Güneş ışığından havaya tamamı nur, aydınlık, ışık, parlaklık ve güzellik olan
şeffaf cisimler yayılır. Bu güçle varlıkların suretleri iner ve tabiat
dairesinde maddede korunmuş olur. Âlem Yüce Yaratıcısının izniyle onun
sayesinde iyileşir, ayakta durur ve varlıkta olduğu şekilde bulunur. Göklerin
sakinlerinin sonları da onun sayesinde olur. Onlar yüce melekler ve Allah’ın,
sayısını kendisinden başkasının bilmediği ordularıdır. Nitekim Yüce Allah
şöyle demiştir: “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için
ancak bir uyarıdır”[26] [27]
Onlardan hikâye ederek şöyle dedi: “Bizim her birimiz için, bilinen bir makam
vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız ve tespih edenleriz”22
Onlar geniş makamın sakinleridir. Çevreleyen arşın taşıyıcıları onları
üstlerinden yetkin feyizler ve kapsamlı nimetlerle desteklerler. Onlar
âlemlerin Rabbinin yakınında sıralanmışlar, onun sözüne kulak vermektedirler,
onun emir ve yasaklarını yerine getirmektedirler. Onlar kendi altlarındakilere
vahiy ve yardım taşırlar ve Rablerinin mesajlarını bütün peygamberler (as)
tebliğ ederler.
Felek
daireleri, göksel melekler ve arştan en aşağı seviyedeki son merkeze kadar
yüksek topluluktan (mele-i a’lâ) inen ruhânîlerin sıfatlarından
bahsettik. Bu arada bir daire vardır. İçinde bulunan sakinlerin dairesi ve
onların zamanda ortaya çıkan fiilleri yakın ilişki hükümlerinin gereğidir. Ay feleğinin
altındaki dairelerin ilki, küre şeklinde, ateş gibi ve Ay feleği ve ona bitişik
yıldız felekleri, felek dönüşlerinin ateşleri, onların titremeleri,
sallanmaları ve ışımalarının hareket ettirmesiyle meydana gelmiş olan “esir”
dairesidir. Hepsi Ay feleğinin altında toplanırlar. Bu daire, gül gibi,
titreyen, hareketli ve dönen bir şeydir. Ondan âleme ateşli güçler iner.
Âlemdeki ateş ondan gelmiştir. Onun âleme ulaşması, Güneş ışığının ulaşmasıyla
gerçekleşir. Ay feleği altındaki şeylerden Güneş ışığıyla çözülen o sıcaklık,
yazın güçlenir, Güneşin yaklaşmasıyla kışın zayıflar. Onun burçlarında yeryüzü
dairesine yaklaştığı zaman yaz olur; onun zirvesinde ve feleğinin dairesi
üzerinde uzaklaştığı zaman bu daire zayıflar ve onun zayıflamasıyla altında yer
alan şiddetli soğuk (zemheri) dairesinin etkisi güçlenir. Esir
dairesinin etkisiyle ısınma, olgunlaşma ve besinin iyileşmesi gerçekleşir. Bu,
kendisiyle gece karanlıklarında aydınlanma sağlanan ateştir. Bu, külli ateşin
parçası olan bir ateştir.
Onun
altında zemheri dairesi bulunur. O küre şeklinde olup rengi mavi ve kırmızıdır.
O, hava ve yeryüzünden yükselen buharlardan meydana gelmiştir. O esir küresi
düzeyine ulaşınca onun nüfuz etmesi imkânsızlaşır ve onun altına yerleşerek
durur. Güneş uzaklaştığı, esir dairesinin fiili zayıfladığı ve kurulukta ateşli
yıldızları kapladığı zaman ondan âleme kışın meydana gelen soğuk, yağmur, kar
ve benzeri şeyler yayılır. Onun fiili soğukluk ve nemdir. Onun gücü, Ay’ın
ulaşmasıyla ulaşır, artmasıyla artar ve eksilmesiyle eksilir.
Altta
hava dairesi vardır. O daire şeklinde ve karışmış halde ve mavi renklidir.
Üzerine Güneş, Ay ve yıldızların ışık saçmasıyla ağarır. Gündüz aydınlanır,
gece kararır. Işıkları kabul etmeye elverişlidir. Orada güçlerine, oraya
ulaşmasına ve orayı aydınlatmasına göre ışır. Bu dairenin âlemdeki fiili,
cisimleri beslemek, sistemin düzgünlüğünü korumak, doğal sıcaklığı ve nefesi
dinlendirmek, güç ve hareketi muhafaza etmek, güzel yaşam ve zevkli hayattır.
O kendisini güçlendiren ve kendisiyle ilişki kuran şeyle birlikte meyleden
mutedil bir şey olup kışın kendisiyle ilişki kuran zemheri gücü sebebiyle
soğur, yazın kendisiyle ilişki kuran esir sıcaklığı sebebiyle ısınır. Güneş, Ay
ve diğer yıldızlara ait olan bu fiil, güçlü ve bilgili olan Allah’ın takdiridir.
Hava
dairesinin altında su dairesi vardır. O dairevî olup toprağı kuşatmıştır. Onu
da hava kuşatmıştır. Havanın kuruttuğu, yukarı çıkardığı ve yükselen buharları
kendisiyle birlikte yükselten şey, zemheri dairesiyle birleşinceye, esirin
sıcaklığıyla ısınıncaya ve Güneş kendisini yıldız ışınlarıyla aydınlatıncaya
kadar asılların/anaların molekülleriyle (letâif) beraberdir. O, yeryüzü
halkının sulandığı bir yağmura dönüşür ve içenlere lezzet veren, kolay yutulan
hoş bir tatlı olur.
Onun
bir kısmı, tuzlu denizler ve tuzlu topraktan kaynaklanan sular gibi yukarı
çıkmadan önce acı tuz olan şeylerdir. Ey kardeş! Bu hikmete bak ve bu sanatı düşün.
Suyun zemheri dairesine doğması ve yeryüzü dairesinden uzaklaşmasıyla nasıl kazanıldığına;
ona nasıl bitiştiğine; bu tabiat, tat, saflık, yumuşaklık ve yararın ona nasıl
yansıdığına; nasıl cisimler için madde, bedenler için besin, bitki ve hayvanlar
için hayat olduğuna bak! Düşük halinde ve eksik mertebesinde kalsaydı ondan yararlanılmazdı.
Aynı
şekilde nefis de eski bedeni ve değersiz mekânıyla birlikte kalırsa mutluluğuna
ve yüksek derecelere çıkmasına vesile olan erdemlere ve bedenden ayrıldıktan
oluş ve bozuluş âleminden göçtükten sonra ahiret yurdunda ulaşacağı lezzet ve
güzelliğe ulaşamaz.
Su
dairesinden sonra toprak denilen yer dairesi gelir. O, daire şeklinde, siyah
renkli, koyu ve cansızdır. Düzlüğünde bedenli varlıklar yerleşmiştir, sırtında
ruhânîlerin ışıkları parlar, onun temiz bölgelerinde peygamberler ve salih
insanlar oturur. O, vahyin ve yakın meleklerin indiği yerdir. İç kısmında
madenler bulunur. Güzel bölgelerine içenlere zevk veren temiz su yerleşir.
Felekleri takip eden yüzeyi onun yüzüdür. Orası, cismânî âlemin ve insanların
yerleştikleri yerdir. Onun üzerinde daireler ve çizgiler vardır. Her dairenin
kendisine üstten bitişen şeye göre özel bir fiili ve kendisinden ortaya çıkan
bir işi vardır. Ay feleğinin altındaki yer, düşünmeyen ve en aşağı seviyede
bulunan dilsizler ve sağırların sığınağıdır. Ay feleğinin altında yeryüzü
merkezinin sonuna kadar devam eden dairelerden bahsetmiştik. Şimdi de yeryüzü
üzerinde bulunup orada oluşan, oradan yükselen ve oraya yerleşen dairelerden
bahsedelim.
Ey
kardeş! Bil ki, yerkürenin içinde başlayan ve oluşla birlikte harekete geçen
ilk şey madenlerdir. O, gizli, yoğun ve ağır gücü olan bir dairedir. Sertlik ve
yumuşaklık ondandır. Renkleri, boyaları, eksiklik ve fazlalığı vardır. Suret
kabul eden ve fiile sürüklenen şeyler de ondandır. Onun her şeklinin kendisine
özgü bir fiili ve kendisinde bulunan bir gücü vardır. Bunları “Madenler
Risalesi ’nde anlattık. Sonra onun üstünde yer alan ve onu takip eden daire
bitki dairesidir. O, okyanus seviyesindeki yükseklikten sonra yeryüzünden de
yüksektir ve üzerine inen (yağmur gibi) şeyleri kabul eder. Onun fiili, hayvanı
beslemektir. O, kendisinden çıkan şeyler hususunda hayvanın yediği meyve ve
tohumlar ve yararlandığı şeyler sebebiyle hayvan ile yeryüzü arasında
vasıtadır. Biz, “Bitki Risalesinde onun her bir türüyle ilgili hususlardan
bahsettik.
Onun
üstünde bulunan daire hayvan dairesi, onun fiilleri ve ondan ortaya çıkan
şeylerdir. O, bitki dairesini kuşatır ve onda olan şeylere üstün gelir.
Onlardan yer ve onlarla beslenir. Onların her bir cinsinin yaptığı bir işi ve
kendisine özgü bir fiili vardır. Onlarda insanlar için yararlar vardır.
Bunları “Hayvanlar Risalesinde anlattık. Bu dairelerin üstünde
sıralanmış olan ve felekleri kuşatan felek gibi bir şeyi bulunan daire, onların
tamamına egemen olan insan âlemi dairesidir. Bu dairenin ilki Âdem, sonuncusu
yeni başlayan ilişkide yeni devrin sahibidir.
İnsanın
altında sıralanmış, ona itaatle, emir ve yasağına boyun eğmekle yükümlü olan bu
hayvani nefisler, Âdem’e (as) secde eden ve itaati kabul eden meleklerdir. Onlar,
göklerin ve felekler âleminin sakinleri olan meleklerin ve insana isyan ve düşmanlık
eden hayvanların gölgeleridir. Onlar, İblis, onun ordusu, partisi, şeytan ve
takipçileri gibidirler. Anlattıklarımız ve zikrettiklerimizle küçük ve büyük
âlemdeki şeylerin ve insan fiilinin bilgisi açığa çıkmıştır. Ondan birbirine
zıt fiiller ve farklı işler ortaya çıkar. O, suretlere hükmeden bir suret ve
altındaki daireleri kuşatan bir dairedir. Onlarda üstündekilerin örnekleri
vardır. Biz bunların bir kısmını “Küçük İnsan Risalesi "inde*
anlattık. Biz bu risâlede, bu bedenleşmiş dairelerden her bir daireyle ilgili
ayrıntıları ve birleşik çizgileri anlatmak ve insan dairesiyle ve orada bulunup
birbirini çevreleyen kısımlarla başlamak istiyoruz. Onların sonuncusu Ay
feleğidir ve katı şeylerin mekânı ve benzetme ve delil getirmeyle ince şeylerin
fiilinin varlığı olan yer merkezinde son bulur.
İlahî
şeriat dairesinin şahısları şeriat işlerini ve Rablerinden kendilerine indirilen
şeyleri yerine getirirler. Onun insan âlemindeki durumu, çevreleyen felek ve
yıldızlarının durumu gibidir. Ona din ve dünya hususunda inen mutluluklar,
sabit yıldızların bütün âleme bitişen feyzi, mutluluklar ve ışığın aydınlatması
gibidir. Bu dairenin insan âlemindeki konumu, Güneş dairesinin gökler
âlemindeki konumu gibidir. Ona mülk, izzet ve saltanat dairesi bitişiktir. O,
altındaki insan âlemine ait bütün daireleri ihtiva eder, altındaki bütün
âlemleri kuşatır. Ona ait şeylerden bunlarla ilim, hikmet ve olmuş ve
olacakları haber verme ilişkilidir.
Onu
izleyen daire, birinci dairenin ufkunda sıralanmış olan felsefî ve aklî hikmetler
sahiplerinin dairesidir. Ondan âleme, başkanlar ve krallara layık olan sağlam
sanat ve fiiller yayılır.
Sonra
bunun altındaki şey, başkasının altında olan bir dairedir. Nihayet onların en
sonuncusu, Yüce Allah’ın dediği gibi, sanat ve işlerin en değersizidir: “Birbirlerine
iş gördürmeleri için kimini kimine derece derece üstün kıldık?**
Bu
söz sayesinde insan âleminin birbirini kuşatan ve birbirinden çıkan derece,
tabaka ve daireler olduğu anlaşılmıştır. Tıpkı her küre ve feleğe tümel nefsin
bir fiilinin, ona nüfuz eden güçler ve âlemdeki ruhânîlerin ait olması gibi,
onların her bir dairesine de Güneş’in bazı güç ve fiilleri aittir. Onun güç ve
ruhânîleri âlemin bütün yönlerinde hazır olur. Onun meleklerini görevlendirmesi
onların varlıklarıyla olur. Onların kendilerine uygun yerlerde ikametleri
onlardan tek tek her biriyle olur. İnsan kendi bedeninin yapısını ve bedeninde
nefsinin nasıl iş yaptığını bilmekle büyük âlemin tamamındaki şeyleri,
yaratıcısının birlenmesini, var edicisinin tenzihini, yer ’ “İnsan Küçük
Âlemdir Risalesi” kastediliyor, (y.h.n.)
”
Zuhruf. 43/32. Risale metni, ayetteki “liyettehıze" kelimesi yerine
“ve uhvice baduhüm ila badın" ibaresini ihtiva etmektedir. Biz
ayetin mealini naklettik, (ç.n.)
ve
göğünde yazılı ayetlerini ve yarattığı mahlûkları bilir. Bundan dolayı
Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Kendini en iyi
bileniniz Rabbini en iyi bilir.”
Ey
kardeş! Bil ki, Aziz ve Çelil olan Allah, insanın bedenini, yapısının varlığı
ve görünüşünün yetkinliğiyle nicelik ve nitelik bakımından feleklere benzemesi
için dokuz daireye dayanan ve birbirinin içinde meydana gelen dokuz cevherden
bileşik olarak yarattı. Zira felekler, birbirinin içinde oluşan dokuz
tabakadır. Çevreleyen felek, onların hepsini içine alır. Nitekim Yüce Allah
şöyle demiştir: “Her birisi bir felekte/yörüngede yüzer”[28]
Aynı şekilde insan bedeni de biri diğerinin üstünde, diğeri onu tutmuş ve
kuşatmış haldeki dokuz cevherden yaratılmıştır. Açıklaması şöyledir: Onlar
kemikler, içindeki ilik, sinir, damarlar, onların içindeki kan, et, deri, saç
ve tırnaktır.
İlik,
kemiğin içinde yer alır ve görevi, kemikleri oluşturmak, gücü korumak ve
kuruluğu yumuşatmaktır. Kemiğin görevi eti tutmak ve sabitleştirmektir. Sinirin
görevi eklemleri tutmak ve dağılmamaları için birbirine bağlamaktır. Etin
görevi, bedenin bozulmasını önlemek ve kemikleri çatlama ve kırılmaya karşı
korumaktır. Damarların görevi kanı orada toplamak, vücudun uçlarına akmasını
sağlamak ve nabzı hareket ettirmektir. Kanın görevi, ısının tutulması,
canlılığın korunması, karışım ve hareketin dengelenmesidir. Derinin görevi,
tüm bedeni ve içindeki şeyleri kuşatmaktır. Deri, bedenin duvarı gibidir.
Tırnağın görevi, uçları kırılmaması ve dağılmaması için tutmak ve korumaktır.
Feleğin
on iki burç ile imar edilmesinde olduğu gibi bedenin yapısında da ona uygun
olarak on iki delik bulunur. Nasıl feleğin nefsinde, feleğin her bir burcunda
onlarla görevli güçler varsa insan nef sinde bedeninin her bir duyusunda da
onunla görevli ve ondan çıkıp tekrar ona dönen birtakım güçler vardır.
Burçların
altı tanesinin güneyde, altı tanesinin kuzeyde olması gibi, insanın da nicelik
ve nitelikte ona paralel olarak altı deliği sağda altısı da soldadır.
Felekte
kâinattaki felek hükümlerinin gerçekleşmesini ve varlıkların düzenini sağlayan
yedi gezegenin olması gibi, bedende de onun iyiliğini gerçekleştirmek üzere
İnsanî nefisten kaynaklanan doğal güce bitişik olan yedi faal güç vardır. Bu
gezegenlerin nasıl nefisleri, cisimleri ve bitki ve hayvan gibi varlıklarda
ortaya çıkan ruhânî fiilleri varsa, aynı şekilde insan bedeninde de onu
etkileyen ve onun devamlılığını, büyümesini ve maddeleri kullanabilmesini
sağlayan yedi cismânî güç vardır. Bu yedi güç; çekme gücü, tutma gücü, sindirme
gücü, itme gücü, besleme gücü, büyütme gücü ve şekillendirme gücüdür. Yedi
gezegenin ruhânî güçlerine paralel olarak onun da yedi ruhânî gücü vardır.
Bunlar duyu güçleridir. İnsan onlarla yetkinleşir ve fiilleri onlarla
tamamlanır. Bu tıpkı feleğin yedi gezegenle süslenmesi ve varlığını sürdürmesi,
yüksek âlemin onlarla düzgün ve düzenli durması gibidir. Bunlar; görme,
koklama, tatma, işitme, dokunma, konuşma ve akletme güçleridir.
Beş
duyu, beş gezegene benzer. Şu iki güç, yani konuşma ve akletme güçleri ise
Güneş ve Ay’a benzer. Şöyle ki Ay, 28 konağında akmak suretiyle ışığını
Güneş’ten alır. Aynı şekilde natıka yani konuşma gücü de varlıkların manalarını
ve görünür şeylerin hakikatlerini akletme gücünden alır; dolayısıyla onlardan
sözlükteki 28 harf aracılığıyla haber verir.
Felekte
nasıl zatları gizli, fiilleri görünür olan baş ve kuyruk şeklinde iki düğüm
varsa, aynı şekilde insan vücudunda da mizacın iyilik ve kötülüğü için iki şey
vardır. Mizaç iyi olunca bedenin işi doğru olur; mizaç bozulunca tamamı
sarsılır. Aynı şekilde nefis akla meyledince fiilleri sağlıklı olur, tabiatın
kederinden kurtulur, akıl onu aydınlatır, nefis akla yönelir ve onunla yakınlık
kurar. Tabiata meylettiğinde ise fiilleri sarsılır, işleri çirkinleşir,
nedeninden uzaklaşır, cehalet denizlerine batar ve Güneş ve Ay’ın kuyruk düğümü
yüzünden tutulması ve yeryüzünde zor işlerin meydana gelmesi gibi tutulur.
Aynı şekilde mizaç iyi olduğunda konuşma ve akletme güçleri de iyi olurlar.
Bedenin yapısı sağlıklı olduğunda ve varlığını doğal halinde devam ettirdiğinde
nefis saflaşır. Nefis arı olduğu zaman akıl onu aydınlatır ve ışıtır. Bedendeki
iki göz Güneş ve Ay’a benzer. Çünkü onlar bedenin iki lambasıdır. Nefisler,
Güneş ve Ay ışığının aydınlatması sonucu varlıkların suretlerini ve görünür
şeylerin renklerini onlarla idrak eder. Diğer duyular da böyledir. Felek
dairelerinde ve burçlarında sınırlar, yüzler ve derecelerin olması gibi beden
eklemleri ve organlarında da değişik niteliklerde eklem ve damarlar vardır.
Külli nefsin güçlerinden yedi gezegen ve on iki burca nasıl her birine özgü
fiilleri bulunan ruhânîler yayılıyorsa ve bunlar her an, her dakika, her saat
ve zamanın her hareketinde âleme iniyorlarsa, aynı şekilde insan nefsinden de
onun bedenine ve eklemlerine her an, her hareket ve her nefeste kendisinden
ortaya çıkan birtakım fiil ve işler yayılır. İnsan nefsinin bedenden
ayrıldığıveondanbaşkabirşeye çıktığı vakte kadar bitişik, birleşik ve zatıyla
var ve araçlarıyla kaim olduğu sürece bedenin hareketiyle hareketli olması
gibi, küllî nefis de yaratıcısının izniyle feleğin hareketine bitişiktir. Onun
bu şekildeki varlığı takdir edilen müddete ve yönetici hikmete kadar devam
eder.
İnsan
Bedeninin Ay Feleği Altındaki Dairelere Benzerliği Hakkında
İnsanın
başı; gözünün ışınları, duyularının hareketi ve nefeslerinin sıcaklığı
bakımından ateş dediğimiz esir dairesine benzer. Ağzından boyun dibine kadar
üzerinden soğuk suyun geçmesi ve akması sebebiyle zemheri dairesine benzer.
Nitekim su yeryüzüne zemheri dairesinden iner. Aynı şekilde su insanın karnına
ağzından ulaşır. Onda ortaya çıkan tükürük, konuşma, sesler, kükreme ve
fışkırmalar, zemheri dairesinden inen gök gürlemesi, yıldırım ve kara benzer.
Yine bu, sıcaklığı soğutmak istediğinde ağzından üflediği soğuk hava gibidir.
Göğsü, ona bitişik nefesleri, orada oturan akciğer ve kalbindeki doğal
sıcaklığı dinlendirmesi hava dairesine benzer. Karnı, suyun, ondan ayrılmayan
rutubetlerin ve gerekli ıslaklığın yerleşmesi için su dairesine benzer.
Göbeğinden ayağına kadar oraya yerleşmesi ve orada koşması, gitmesi ve
gelmesiyle yerden ayrılmaması için yer dairesine benzer. Başka bir açıdan başı
çevreleyen felek gibi, içindeki güçler çevreleyen felekle görevli melekler
gibidir. Ruhânîlerden âleme oranın iyiliğini sağlayan şeylerin inmesi gibi,
baştaki akıl gücünden de bedene onun iyiliğini sağlayan şeyler iner. Başta
saçın bitmesi, Satürn feleğine ve ondan yayılan ruhânîlere benzer. Sonra aynı
şekilde Ay feleğinde son buluncaya kadar altındakiler de bulunan her şey insan
bedeninin yapısında da vardır. Bu bölümü “İnsan Küçük Alemdir Risâlesi’nde
tam olarak anlattık. Nefsinin özel güçleri dengeli olduğunda ve tabiattan akıl
tarafına yöneldiğinde melekler gibi olur ve fiilleri onların fiillerine benzer.
Bedeni terk ettiği zaman onlara döner ve gelir. Eğer akıldan tabiata dönerse
şeytanlar gibi ve İblisin lanetli ordusundan olur; fiilleri de onların
fiillerine benzer. Bedeni bu durumdayken terk ederse onlarla birlikte olur.
İnsanın önü sağ taraftaki olarak cennete benzer. Arkası ise sol taraftaki
olarak cehenneme benzer. Arka, sırt ve ondan çıkan dışkı gibi şeyler
dolayısıyla tamamı karanlık olduğu için oluş ve bozuluş âlemine benzer. Yüz;
duyular, nefesler ve ışıklarla donatılmıştır. O, feleklerin bayındırlığı ve
göklerin aydınlığı gibi bayındır ve tanıdıktır. Nitekim Yüce Allah şöyle
demiştir: “Aralarına kapısı olan bir duvar çekilir. Onun iç tarafında
rahmet, dış tarafında azap vardır”[29]
Yüzünü döndüğünde güzel yüzlü, mükemmel yaratılışlı ve yetkin bünyeli insandan
daha güzel suretli kimse, arkasını döndüğünde ise ondan daha vahşi biri yoktur.
Yine
insan, dünya geçimliği, bedeninin iyiliği ve nefsinin doğruluğunda biri fakirlik,
diğeri zenginlik olan iki halde bulunur. Zenginlik, yüzünü dönme (ikbal), fakirlik
sırtını dönme (idbar)dir. Bolluk, lezzet, amaç ve arzuya ulaşma zenginlikle
gerçekleşir. Aynı şekilde cennetlikler için de orada canlarının çektiği, hiçbir
gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen
şeyler vardır. Sevilen şeylerden mahrumiyet, aşırı dert, üzüntü, hasret, nail
olup da kaçırılan şeylere pişmanlık ve sol ehline (ehlul-yesar)' ait
olan.daha başka şeyler fakirlikle gelir.
Bu
örnekte olduğu gibi, insanın yapısını inceleyip düşündüğünde onda bütün
varlıkları ve oradakilerin örneklerini görürsün. Bundan dolayı filozoflar onu
büyük âlem diye adlandırırlar. Çünkü o, içinde barındırdıklarıyla büyük
âlemdeki şeylere benzer.
Biz
insan bedeninde tasvir ettiğimiz dairesi ve yapı terkibindeki kararlılık
yoluyla bu dairelerin varlığını gördük. Şimdi bu şeylerin insan dairesi altında
yer alan hayvan dairesindeki varlığını anlatalım.
Ey
kardeş! Bil ki, bazı hayvanların şekli güzel, fiilleri hoş ve işleri iyidir.
Sonra bunun altında görünüşü en çirkin ve içi en kötü olana kadar [birçok
hayvan] vardır. Bunlar, iç içe girmiş daireler, dereceler ve konumlardır.
Ruhânîler ve gök sakinlerinin felekler âleminde yaptıkları gibi işler yapan
nefislere sahip hayvanların sureti güzel ve ruhuna itaatkârdır. Bunlar İnsanî
nefislere hizmet ederler ve boyun eğerler. O, üstünlükte onlara katılabilir.
Onun kendi dairesindeki konumu, Rablerine secde eden felekler ve gökler
âlemindeki meleklerin konumu ve insan âleminde kral ve başkanların konumu
gibidir. Sureti çirkin ve İnsanî nefislere isyankâr olan [hayvan] ise
bulundukları zamanda peygambere ve filozofa karşı çıkan, düşmanlık eden ve
büyüklenen İblis, Firavun, Haman ve Karun gibidir. Zulmeden, ileri giden, hak
etmediği bir şeyi alan, yasağı çiğneyen, emre karşı gelen, günahta ısrar edip
tevbe etmeyen kimseler de böyledir.
Bitkide
de buna benzer şeyler bulunur. Bazılarının çiçeği tatlı, kokusu ve meyvesi
güzel, dalı uzun, kökü hoş ve faydası çoktur. Bazıları da bunun tersidir.
Madenler
de böyledir. Bazıları altın ve gümüş gibi yüksek değerli ve güzel görünüşlüdür.
Bunun altındakiler daha önce bahsedildiği gibi, kendisinden dolaylı olarak
yararlanılanlara kadar devam eder.
Bu
böyle olunca yaratılış ve fıtratın bütünüyle biri diğerini kuşatacak şekilde
çevreleyen felekler ve kapsayan daireler olduğu anlaşılmıştır. Âlemin tamamı
bir hayvan bedeni gibi, ona sirayet eden bütün güçler ise bir tek nefis
gibidir. Yüce Allah, onu yaratmak, icat etmek, var etmek ve oluşturmak suretiyle
kuşatmış; anılan bir şey değilken var etmiştir.
Ey
saygılı kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sen
bu ayetleri düşündüğünde, bu ruhânîlerin fiillerine baktığında, göklerin, yerin
ve ikisi arasındaki yüksek ve alçak her şeyin yaratılışı üzerinde tefekkür
ettiğinde, sonra hikmetle bina edilen bu iskelete baktığında, bu ilim dolu
kitapları teemmül ettiğinde ve cennetle cehennem arasına uzatılmış olan bu
sırata -onu geçmeye muvaffak olmanı isterimbaktığında belki gaflet uykusundan
uyanır, heyûla denizinin karanlıklarından kurtulur, tabiat esaretinden
uzaklaşır, sana bozukluğun erişmediği ve bedenler mahalline ilgi
göstermeyeceğin yüksek makama ve temiz mekâna çıkarsın.
Ey
kardeş! Bil ki, insan dünyada durdukça onun yapacağı birtakım eylem ve işlerin
olması gerekir. Onun ortaya koyduğu bütün işler yaptığı ve bütün sanatlar üstün
nefsinin ve ince ruhunun güçlerinden çıkar. O, ilginç sanatlar ve fiiller
yapar, mantıklı lafızlar ve edebî hutbeler tertip eder. Bunlar da yine cismânî
araçlarla ortaya konan ruhânî fiillerdir. Onları ortaya çıkaran, küllî nefisten
yayılan nefsanî bir güçtür. Yerli yerine konan ve hakkı verilen şeyler
meleklerin fiillerine benzer. Bunun aksine hata ve kötülük gibi eylemler, yalan
söz, öfke, haddi aşma, zulüm, zina ve livata gibi şeyler İblis ve şeytanların
fiillerine benzer. Biz “Kapsamlı Risâle’de bu övülen ve yerilen mertebe
ve konumların ve yeryüzü, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar gibi şahısların
bilgisini kendi yerlerinde anlattık. Madenlerin sonu bitkilerin başlangıcına,
bitkilerin sonu hayvanların başlangıcına, hayvanların sonu insanların
başlangıcına, insanların sonu melekler mertebesinin başlangıcına bağlıdır. Bu,
saflaştığında olur. Bu dairelerde tabaka ve konumlara ayrılmış değişik
mertebeler vardır. Onlar nokta olarak başlar, birbirini kuşatmaya varıncaya
kadar genişlerler. Yüce Yaratıcı, bütün varlıkları birbirlerine benzer şekilde
yarattı ve tüm âlemin amacını onu kapsayan feleğin ve içine alan dairenin
amacı gibi kıldı. Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Her birisi bir
felekte/yörüngede yüzer”[30]
Ey
kardeş! Bil ki, Yüce Yaratıcı feleği küre şeklinde yaratmıştır. Çünkü bu şekil,
üçgen, dörtgen, koni ve diğer cismânî şekillerin en üstünüdür. Bu şekiller ve
örneklerden her birinin kendisinden çıkan fiilleri ve onunla yetkinleşen işleri
vardır.
Felekî
şekil ve dönüşümlü örneğe ait olan, alanı en büyük, hareketi en hızlı ve
ortadaki afetlerden ve eşit bölgelerden en uzak olan şekildir. O hem dairevî
hem de doğrusal olarak hareket edebilir. Bu özelliğin ondan başkasında
bulunması imkânsızdır. Bundan dolayı İlahî hikmet ve rabbani inayet, daha önce
açıklandığı üzere bu şeklin diğer şekillere üstünlüğü sebebiyle âlemin,
feleklerin ve gezegenlerin daire ve küre şeklinde yaratılmasını gerektirmiştir.
Her feleğin fiilleri altındakilerde dairesinin genişliği ve kuşattığı şeyin
darlığına göre ortaya çıkar. O zaman onda üstünde sıralanmış şeyin fiilleri
ortaya çıkar. Bu fiilde Yüce Yaratıcının hikmetine ve bilgisine delalet eden
bir sır vardır. Çünkü o, yarattıklarını kuşatan ve var ettikleri üzerinde etkin
olandır. Hikmet ve kazasını geri çevirecek kimse yoktur.
Ey
kardeş! Bil ki, dairevî şeklin fiili, üstündekilere ve kendisinden daha geniş
olanlara oranla altındakilerde daha çok ve daha belirgin ortaya çıkar. Bu,
tuzlu denizlere akan tatlı suların fiiline benzer. Bunlar az olmaları ve deniz
suyunun çok ve geniş olması sebebiyle onları etkilemez. Aynı şekilde mum ışığı
da içinde lamba bulunan eve girdiğinde lambanın ışığı baskınlığı nedeniyle mum
ışığından ayırt edilemez. Oraya mum ışığından daha güçlü ve daha belirgin bir
ışık girdiğinde de durum yine böyledir.
Buna
kıyasla, bir şeyin fiili kendi altındaki şeyde daha net ve daha güçlü olur. Bu
böyle olunca nefis, aklı onun fiilini örtecek ve ortaya çıkmayacak şekilde
etkilemez. Akıl, nefsi hem potansiyel olarak (bilkuvve) hem bilfiil
olarak etkiler. Çünkü o nefse tamlık ve yetkinlik sureti verir. Onun nefsi
bilkuvve etkilemesi nefsin aklın ilk varlığında maddî (heyûlanV) olmasıdır.
Onu bilfiil ortaya koyması ise nefsin varlıklar sahibi olduğu vakte kadar devam
eder. Bundan dolayı aklın fiilleri nefiste ortaya çıkar ve onun dairesi nefsin
dairesini kuşatır. Nefsin tabiattaki etkisi de açık ve nettir. Çünkü o,
tabiatın fiillerini tamamlar ve ona güzellik ve parlaklık verir. Öyleyse akıl,
Allah’ın bir fiilidir ve Allah onu ve altındakileri kuşatır. Onun ışığıyla
parlayan, bütün yarattıklarının ışıklarıdır. Onlar Allah’ı idrak etmekten onun
durdurduğu yerde kavramaktan alıkonulmak suretiyle alıkonulmuşlardır. İsmi yüce
olanın dediği gibi, onun emrinden kaçamazlar, hükmü dışına çıkamazlar: “O, kulları
üzerinde otorite sahibidir"[31]
O, onları belli bir düzene sokan ve onlara kalıcılık, tamlık ve yetkinlik
sureti verendir. O, eksiklikten münezzehtir, ondan başka ilah yoktur. O, büyük
arşın ve gökler ile yeri kaplayan saltanatın Rabbidir.
Kuşatıcı
feleğin dairesi, felekî dairelerin en genişidir. Onun altındaki bütün felekler
dairevîdir ve birbirlerinin içinde oluşmuşlardır. Kuşatıcı felek, yerin
etrafında her 24 saatte bir defa yeryüzü üzerinde doğudan batıya, yeryüzünün
altında batıdan doğuya doğru dolap gibi döner. Onun altında yer alan felekler
üzerindeki etkisi açık ve nettir. O bunları hareket ettirir ve onlara
kendilerinde bulunan, onlara inen ve ulaşan şeyleri, kendilerinden çıkan fiil
ve işleri verir. Küllî nefis onda onun yaptığı fiilleri yapar ve işlediklerinde
ona benzer. O, feleği hareket ettirir. Küllî nefsin dairesi onun dairesine
bağlıdır ve onu kuşatır. Bu, ona duyduğu şevkle ve ona yakın olma arzusuyla
döner. Çünkü küllî nefis onun nedenidir ve Aziz ve Çelil olan Allah’ın izniyle
onu dilediği gibi etkileyendir.
Bil
ki, bu yedi gezegenden her biri, döndürme feleği adındaki dönen küçük bir
feleğin içinde döner. Bu felekler de aynı şekilde merkezlerin dışındaki
felekler içinde dönerler. Bunların hepsi, dolap adı verilen ve diğer felekleri
çevreleyen burçlar feleğinin yüzeyinde sıralanmışlardır. Felek ve yeryüzü küre
şeklinde ve dairevî olmasaydı bu dönüş düzgün olmaz ve gezegenlerinin
hareketleri devam etmezdi. Onun fiilleri anlattığımız ve açıkladığımız şekilde
cereyan etmektedir.
Ey
kardeş! Bil ki, tikellerden, tümellerden, dallardan ve asıllardan oluşan bütün
âlem, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan meydana gelen türler ve
yeryüzündeki tüm denizler, dağlar, çöller, nehirler, harap ve bayındır yerler
bir tek küredir. Hava onları her taraftan kuşatır. Zemheri, esir, hava
olayları ve Ay feleğinin ihtiva ettiği şeyler onları tümüyle çevreler. Yeryüzü
üzerindeki dağların şekli daire çevresinden bir yay gibidir. Dağlara ait fiil
ise onlara Satürn ruhânîlerinden iner. Daha önce anlattığımız gibi, ağırlık,
çökme, tutma ve deniz suları ile yeryüzü arasına girme, onların üzerine suyun
çıkmaması ve batırmaması içindir. Onların havada yükselmesi yer ortasında
meydana gelir. Onlar, duvarlar, barajlar ve şadırvanlar gibidir. Bu, rüzgâr ve
bulutların ortalarındaki şeyleri Allah’ın yarattıklarına lütfü ve kullarına
şefkati olarak onlara muhtaç olan yerlere sürüklemesini sağlar. Ayrıca altındakileri
daha ötesini isteyen düşmandan koruyan surlar gibidir. Çünkü denizler,
dalgalarının şiddetli hareketleri sebebiyle yeryüzünü suyla kaplamak ister.
Hâlbuki onlar kendi yerlerinde korunaklıdırlar ve dağlar Allah’tan kullarına bir
lütuf olarak onların yeryüzü bölgelerine yayılmalarını engeller. Dağların Ay
feleği ve zemheri dairesine doğru uzamasıyla sis ve bulutların birikmesini
sağlayan buharlar yükselir. Sonra ağırlaşırlar ve esir küresi hareketleriyle
onları sıkıştırır, böylece inmek üzere döndürülürler, onlardan yağmur ve kar
oluşur. İndiğinde dağ tepeleri onun la karşı laşır ve oralara yerleşir. Kış
günlerinde oranın mağara ve çukurları ona veda ederler ve o onların arasını
açar. Yaz gelip Güneş ısındığında bu sular dağlarda sıkılır ve oralardan geçip
uzaklaşmak isterler. Pınarlar ortaya çıkar, ırmaklar uzanır; köyler, şehirler,
karalar, yaz güneşi yüzünden kurumuş topraklar dirilmek ve hayvanlar için ot
bitirmek için sulanırlar. Bu, âlemin canlanmasıdır. Bu, Allah’tan her şey için
bir rahmettir.
Denizlere
özgü fiil ve tuzlu olmalarındaki hikmet, tuzluluklarının havayla karışıp onu
gidermesi, nem ve katı karışımları parçalaması ve rüzgârlarının âlemle birleşip
havanın bozulmaması ve bütün yer hayvanlarının helak olmasına yol açmaması için
ondaki kiri yok etmesidir. Bunlar ırmaklara aktığında ve onları yağmurlar takip
etti ğinde orada [kir] kalmaz. Çünkü sular onları artırmaz. Fakat onları içince
ve emince buhar olarak geri gönderirler. Onlardan tencere ve hamam buharı gibi
bulut ve buhar meydana gelir. Onlardan havaya su yükselir, bulutlar oluşur;
dediğimiz gibi, zemheri dairesine ulaşıncaya, dağlara ve bayındır yerlere
geçinceye kadar yükselir; orada ağırlaşır ve oradan geçen yıl olduğu gibi
ikinci kez vadilere, ırmaklara ve denizlere dönen dolap gibi iner. Bu, güçlü
ve bilen Allah’ın takdiridir.
Hayvan
ve bitkilerin fiili de böyledir. Her biri Yaratıcısının kendisinde yarattığı ve
hazırladığı yeteneğe göre yapar. Onların hepsi bu unsurlardan oluşur,
tamamlanır, olgunlaşır ve Yüce Allah’ın dilediği kadar varlığını sürdürür,
sonra bozulur, yok olur ve önceki gibi toprak olur. Sonra Yüce Allah, dediği
gibi tekrar yaratır: “İlk yaratmayı nasıl başlattıysak üzerimize bir vaat
olarak onu yeniden yapacağız”[32]
Ey kardeş! Allah seni cehalet ve körlükten korusun!
Biz
sapmışlara yol göstermek, yolunu şaşıranları irşat etmek ve gafilleri uyarmak
için çok çaba harcadık ve risâlelerimizde her topluluk ve sınıfla durumlarına
uygun şekilde hitap ettik. Özellikle bu risâlemizde onlara ruhânîlerin
fiillerini açıkladık ve birçok risâlemizde insaflı kimseler için bazılarında
bulunan yeterli açıklamayla tabiatın varlığına ve fiillerinin ortaya çıkışına
dikkatlerini çektik. Bunu bilhassa “Siyaset Çeşitlerinin Nitelikleri ve
Nicelikler Risalesi'ndeki bilgilerle, filozof geçinen şüphecilerle
yaptığımız konuşmalarla ve bu âlemde gezegenlerin ortaya çıkan fiilleri
hakkında söylediklerimizle ve onları bazı görüşlerine ilişkin olarak yaptığımız
açıklamalarla yaptık. Bu kişilere özellikle şöyle diyoruz:
Farkında
değil misiniz? Allah sizi ıslah etsin! Muhammed’in (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) diliyle indirilen Kur’an’ı okumadınız mı veya onu her zaman okuyan
kimseden dinlemediniz mi? Eğer siz okumadıysanız birçok yerde nefsin tekrar
anlatılmasından dolayı Aziz ve Çelil olan Allah’ın sözü şöyledir: “Ey huzura
eren nefis! O senden, sen ondan hoşnut olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına,
cennetime gir”[33]
Bu hitap, yönelen kimseye yapılır. Ey nefsin varlığını ve fiillerini toptan
inkâr eden kimseler, siz onun var olmayan yok için yapılmış bir hitap olduğunu
mu düşünüyorsunuz, yoksa o var olan birine yapılmış bir hitap mıdır? Aziz ve
Çelil olan Allah yine dedi ki: “Nefse ve onu düzgün biçimde şekillendirip
ona kötülük duygusunu ve takvasını ilham edene and olsun ki nefsini arındıran
kurtuluşa ermiş ve onu kirleten kimse de ziyana uğramıştır?[34]
Yine dedi ki. “Herkesin kendisi için mücadele ederek geleceği ve
kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği
günü düşün’.’[35]
Aziz ve Çelil olan Allah dedi ki: “Nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça
kötülüğü emreder”[36]
Yüce Allah dedi ki: “Allah insanların ruhlarını öldüklerinde,
ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını
tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır?[37]
[38]
Kur anda her düşünenin nefsin bedenden başka bir şey olduğunu bilmesi için
nefisten bahseden ve ona müennes/dişil olarak hitap eden birçok ayet vardır.
Zira beden müzekker/eril olup ona müenneslikle hitap edilmez. Nefis ile beden
arasındaki farkı açıklamak için bu kadarı yeterlidir. Bu topluluk -Allah
kendilerini ıslah etsininsanın şu hissedilir, gözle görülür, sadece uzunluk,
genişlik ve derinlikle nitelenen ve beraberinde başka bir varlık bulunmayan
bir şey olduğunu iddia etmektedir. Hâlbuki her akıl sahibi, nefis gerçeğini
düşündüğünde onun et, kan, damar, sinir, kemik ve anatomi kitaplarında
zikredilen diğer organlardan oluşmuş bir cisim olduğunu bilir. Onun aslı
nutfe, hayız kanı, sonra süt ve gıdadır. Sonra nefisten ayrılırken ölüm ona geldiğinde
-övgüye layık olan Allah vaat ettiği gibi dilersebedeni eskir.
Nefis,
semavî, nuranî, diri, bilen, faal, hisseden, idrak eden, ölmeyen, aksine haz
alarak veya acı çekerek ebedî kalan bir cevherdir. Allah’ın dostları ve salih
kullarından olan müminlerin nefisleri, ölümden sonra onun vasıtasıyla rahatlık
ve huzur içinde kıyamet gününe kadar felekler sahasına yükseltilir. Onların
bedenleri yayıldığında hesaba çekilmek ve iyiliğe iyilikle, kötülüğe
bağışlamayla karşılık verilmek üzere onlara geri gönderilir. Kâfirlerin,
fâsıkların, günahkârların ve kötülerin nefisleri ise kıyamet gününe kadar azap
ve acı çekerek, üzülerek ve korkarak körlük ve cehaleti içinde kalır. Sonra
hesaba çekilmek ve yaptıklarına karşılık verilmek üzere çıkarıldıkları bedenlere
döndürülürler.
Dediklerimizin
doğruluğunun ve anlattıklarımızın hak olduğunun delili, Aziz ve Çelil olan
Allah’ın şu sözüdür: “Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı
gün, Firavunun adamlarını azabın en ağırına sokun, denir’.’36
Aziz ve Çelil olan Allah yine dedi ki: “Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları
içinde çırpındığını; meleklerin, ellerini uzatmış, haydi canlarınızı kurtarın,
Allaha karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve onun ayetlerinden kibirlenerek yüz
çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız,
diyecekleri zaman hallerini bir görsen!”[39]
Yüce Allah yine dedi ki: “Kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik
ederler?[40]
Yine dedi ki: “Şöyle der: Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları
ile birlikte ateşe girin?[41]
Yüce Allah dedi ki:
“
Hesap günü oraya girerler. Onlar oradan kaybolup kurtulacak değillerdir"*
Kuranda bu manada nefsin ölümden sonra gerek nimete kavuşarak ve zevk alarak,
gerekse ,u ı ve azap çekerek baki kaldığına delalet eden birçok ayet vardır.
Anlattıklarımızla
yetinen, kendisine karşı samimi olan, ölüm sonrasına önem veren, ahiret
hakkında düşünen, irtihal için hazırlık yapan ve yolculuk için azık hazırlayan,
dünyada zahitçe yaşayan, ömür bitmeden, ecel ve irtihal yaklaşmadan önce ahireti
arzulayan kimseler için yeterli bir açıklama vardır. Söylediklerimizin,
ruhânîlerin varlığına delaleti ve onların hem bu risâlede hem de “Sihir ve
Tılsım RisâlesTndekı sınıfları konusunda yeterli olmasını istiyorum. Biz,
önceki düşünürlerden bazılarının nefislerin iki kısma ayrıldığını iddia
ettiklerini söyledik. Birisi, bedende oturmaz ve cisimlerle ilgili değildir ve
bu da iki kısma ayrılır: Birisi bizzat iyi olup bunlar meleklerdir; diğeri
bizzat kötü olup bunlar da şeytanlardır. Yıldızların bedenleriyle ilgili başka
birtakım nefisler vardır. Onlardan ancak bir miktar ayrı ve uzak dururlar.
Onlar âlem üzerinden iki türlü tasarrufta bulunurlar: Birincisi, astroloji
kitaplarında yazılı olduğu şekilde onların bedenlerinin tabiatlarıyla tasarrufta
bulunurlar, diğeri nefisleriyle tasarrufta bulunurlar. Bedenlerle ilgili olan,
onlardan ancak bir bedeni bozacak miktarda ayrı ve uzak duran diğer birtakım
nefisler de vardır. Bu nefis tabakasının insan bedeninde oturan ve onu ancak
nefsin diğer hayvan ve bitki şahıslarını terk etmesi gibi terk eden bir türü
vardır. Onlar, azap edilmek üzere Tavs[42] [43]
[44]
denizine döndürülür. Ancak ikamete elverişli ve kurtuluşa ulaşabileceği
maddeye inmeyi durdurmak ister. Nitekim bunu “Astroloji, Sihir ve Tılsım
Risâlesi”nde uzun bir açıklamayla anlattık. Ruhânîlerin birçok yerde
şeytanlar, cinler ve diğer kötü ruh çeşitleri olarak adlandırılan türüne
gelince, Kuran onlarla ilgili anlatımlarla doludur. Özellikle Hıristiyanların
kitaplarında ve satışla ilgili olarak okuduklarında şeytanlar ve onların
Mesih’le ilgili yaptıkları tekrar tekrar anlatılır. İncilde onlardan birkaç
yerde bahsedilir. Ey kardeş! Allah seni desteklesin! Incil’i ve “Deyiniz ki Kim
Risâlesi” şeklindeki kitabı oku! Sen onlarda bu sanata dair birçok sebep görürsün.
Eğer uzatma korkusu olmasaydı sana onların bir kısmını anlatır ve ruhânîlerin
varlığı ve bu âlemdeki etkilerine dair söylediklerimizin doğruluğu hakkındaki
bilgini artırırdık.
Bu
konuyla ilgili olarak Kuranda da çok ve uzun anlatımlar vardır. Fakat Ey kardeş!
Allah seni desteklesin! Şimdi bu topluluğun, ruhânîlerin varlığı iddiasını yalanlarken
söylediklerinin ve onların açık fiillerini inkâr etmelerinin geçersizliğini
bilmen için ondan şu anda yapılan anlatımları zikredeceğiz. Bununla ilgili
olarak Bakara suresinde şu ayet vardır: “İblis hariç bütün melekler secde
ettiler. İblis bundan kaçındı, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu"ii
Kuranın dile getirdiği bu söz, bizim gözlerimizle kendisini ve kabilesini
görmediğimiz İblisin varlığına delalet etmektedir. Kur'anın varlığına şehadet
etmesine rağmen, duyularımız onu idrak etmez.
Aziz
ve Çelil olan Allah yine bu surede şöyle dedi: “Derken, şeytan orada ayaklarını
kaydırdı ve onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de
birbirinize düşman olarak inin, dedik.”[45]
Bunu yapan birini nasıl yalanlayabiliriz? Yine orada dedi ki: “Süleyman’ın
hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa
Süleyman küfre girmedi; fakat şeytanlar insanlara sihri öğretmek suretiyle
küfre girdiler"[46]
Şanı
yüce Allah dedi ki: “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından
yiyin, şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sisin için apaçık düşmandır”[47] Yine
orada dedi ki: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkinlik ve
hayasızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaat
ediyor”[48]
Nisa
suresinde şöyle dedi: “Onlar, Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.
Hâlbuki aslında azgın bir şeytana tapmaktadırlar’.’[49]
Yine orada dedi ki: “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz
o apaçık bir hüsrana düşmüştür”[50]
Yine orada dedi ki: “Oysa şeytan onlara ancak aldatmak için vaatte
bulunuyor’.’[51]
Enam
suresinde şöyle dedi: “Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hatırladıktan
sonra hemen kalk, o zalim kavim ile beraber oturma”[52]
Yine orada dedi ki: “Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları
halde yeryüzünde şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi olalım?”[53]
Yine orada dedi ki: “İşte böylece biz her peygambere insan ve cin
şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar
fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla
baş başa bırak”[54]
Yine orada dedi ki: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi
anlatan bir peygamber gelmedi mi?”[55]
Araf
suresinde şöyle dedi: “Ant olsun, sizi yarattık, sonra size şekil verdik.
Sonra da meleklere Adem için saygı ile eğilin, dedik. İblisten başka hepsi
saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı’.’[56]
Yine orada dedi ki: “Ey Ademoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak
için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi
de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.
Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır”[57]
Ruhânîlerin
varlığına ve büyük ve güçlü fiillerine şâhitlik edecek bundan daha açık ve
güçlü bir hatırlatma ne olabilir?
Yine
bu surede şöyle dedi: “Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi”[58]
Yine orada dedi ki: “Ey Ademoğulları, şeytan sizi saptırmasın”[59]
Bundan daha etkili uyarı ne olabilir? Yine orada dedi ki: “Allah, şöyle der:
“Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.”
Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder”[60]
Yine orada dedi ki: “Ant olsun, biz cin ve insanların birçoğunu cehennem
için var ettik”[61]
Yine orada dedi ki: “Şüphe yok ki Allaha karşı gelmekten sakınanlar,
kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler, sonra hemen
gözlerini açarlar”[62] [63]
Enfâl
suresinde dedi ki: “Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve bugün
insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım” dedi.
İki ordu karşılaşınca da geri dönüp, benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin
görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allahtan korkuyorum, Allahın azabı
şiddetlidir, dedi”[64]
Yusuf
suresinde şöyle dedi: “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra
beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte
bulundu"[65]
İbrahim
suresinde dedi ki: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah,
size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten
benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen
bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi
kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni
Allaha ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap
vardır”65 Bu, şeytanın kendi kendisine söylediği sözdür. Fakat
onu ve varlığını yalanlayan ve fiillerini inkâr eden kimselerin onun onlara
yaptıkları üzerinde düşünmeleri ve tefekkür etmeleri gerekir.
Yüce
Allah, Hicr suresinde dedi ki: “Cinleri de daha önce dumansız ateşten
yarattık”[66]
Yine orada dedi ki: “Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan
kaçındı”[67]
Yine orada dedi ki: “Ey İblis, secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan
nedir?”*
Nahl
suresinde dedi ki: “Kuran okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allaha sığın”[68]
İsrâ
suresinde dedi ki: “Meleklere, Âdeme secde edin, demiştik. İblis’ten başka
hepsi secde etmiş, o ise çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim,
demişti. Yine demişti ki: Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Ant
olsun, eğer beni kıyamete kadar ertelersen onun soyunu, pek azı hariç
kontrolüm altına alacağım. Allah şöyle dedi: Çek, git. Onlardan kim sana uyarsa
kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır. Onlardan
gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların
üzerine yürü. Onların malları ve evlatlarına ortak ol. Onlarda vaatlerde bulun.
Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez”[69]
Yine orada dedi ki: “De ki. Ant olsun, insanlar ve cinler bu Kuranın bir benzerini
getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun
benzerini getiremezler.”[70]
Kehf
suresinde dedi ki: “Hani biz meleklere; Adem için saygı ile eğilin demiştik
de İblisten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis cinlerdendi, Rabbinin
emrinin dışına çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis i ve neslini kendinize
dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandır. Bu,
zalimler için ne kötü bir bedeldir!”[71]
Hac
suresinde dedi ki: “Senden önce hiçbir peygamber ve nebi göndermedik ki bir
şey temenni ettiği zaman şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş
olmasın. Ama Allah şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini
sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[72]
O, peygamberlere (as) de böyle yapmıştır. Allah onları şeytanın kendilerine
yaptıklarını silmek suretiyle tashih etmiştir.
Furkân
suresinde dedi ki: “Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakır”[73]
Nemi
suresinde dedi ki: “Cinlerden bir ifrit dedi ki: Sen yerinden kalkmadan önce
sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim”[74]
Kasas
suresinde dedi ki: “Dedi ki. Bu, şeytanın işidir. O gerçekten apaçık bir
saptırıcı düşmandır”[75]
Sebe
suresinde dedi ki: “Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir
aylık mesafeden gelen rüzgârı Süleyman’ın buyruğu altına verdik. Onun için su
gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun
buyruğu altına verdik”[76]
“Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı
aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı”[77]
[78]
Yine orada dedi ki: “Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.
İnananlardan bir grup dışında hepsi hepsi ona uydular’.’73
Saffât
suresinde dedi ki: “Biz en yakın göğü ziynetler ve yıldızlarla donattık. Onu
itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar yüce topluluğu dinleyemezler.
Kovulmak üzere her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap
vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler”[79] [80] [81]
Yine orada dedi ki. “Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır”30
Sâd
suresinde dedi ki. “Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara
bağlı olarak diğerlerini de onun emrine verdik"31 Yine
orada dedi ki: “Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: Muhakkak ben çamurdan
bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun
için saygı ile eğilin. Derken bütün melekler saygı ile eğildiler. Ancak İblis
eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah dedi ki: Ey İblis,
ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü
tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?”[82]
[83]
Fussilet
suresinde dedi ki: “İnkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve
insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım
ki en aşağılıklardan olsunlar.”82
Ahkâf
suresinde dedi ki: “Hani Kuran ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana
yöneltmiştik. Onlar onun huzuruna gelince birbirlerine, susun, dediler. Kuranın
okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler”[84]
Zâriyât
suresinde dedi ki: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de
istemiyorum. Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir”[85]
Rahmân
suresinde dedi ki: “Cinleri de yalın ateşten yarattı.”[86]
Yine orada dedi ki: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin
uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir
güç olmadıkça geçip gidemezsiniz. ”[87]
Mülk
suresinde dedi ki: “Ant olsun ki biz en yakın göğü kandillerle donattık. Bunları
şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık”[88]
Cin
suresinde dedi ki: “De ki: Bana cinlerden bir topluluğun (Kuranı) dinleyip
şöyle dedikleri vahyedildi: Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir
Kur an dinledik de ona inandık. Artık Rabbimize hiç kimseyi asla ortak
koşmayacağız... Şüphesiz biz insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan
söylemeyeceklerini sanıyorduk... Doğrusu bazı insanlar bazı cinlere
sığınırlardı da cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı”[89]
Nas
suresinde dedi ki: “Cinlerden ve insanlardan”[90]
Bütün
bu sözlerin, manalarının çokluğu, gelişlerinin çeşitliliği ve anlatılan yönlerinin
sayısı üzere yok olana ve var olmayana işaretler olduğunu görüyor musun? Biz
onların yetinen ve kibri terk eden kimseye yetecek kadarını anlattık. Ondan
sonra yirmi sureden bazı ayetleri insaflı kimse için yeterli ve ikna edici
olması sebebiyle daha önce söylediklerimizin doğruluğuna delalet eden kanıtlar
olarak ortaya koyduk. Şimdi bu konudaki konuşmayı kesmemiz gerekmektedir.
Çünkü biz belirlediğimiz amaca ulaşmış bulunuyoruz. Allah’a çokça hamd olsun.
Ey kardeş! Allah’tan lütfü ve keremiyle bizi uygun olana muvaffak kılmasını ve
seni, bizi ve bulundukları her yerde bütün değerli kardeşlerimizi doğru yola
iletmesini istiyoruz. O bize yeter. Hak ettiği üzere hamd daima ve ebediyen
Allaha mahsustur.
“Ruhânilerin
Hallerinin Niteliği Hakkındaki Risâle” sona erdi. Bunu “Siyaset
Çeşitlerinin Nitelik ve Niceliği Hakkındaki Risâle takip etmektedir.
İlahi
ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûrnu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
Dokuzuncu -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin EllinciRisâlesi
Siyaset Çeşitlerinin Nitelikleri ve Niceliklerine Dair[91]
Rahmân
ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!
A |
llah’a
hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na
ortak koşulan varlıklar mı?”2
Ey
şefkatli, iyi kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruhla desteklesin! Bil
ki; biz risâlelerimizin her birinde o risâlenin özü kıldığımız bir bölüm
oluşturduk. Kim onu anlamaya muvaffak olur da onunla amel ederse dünya ve
ahiret saadetini elde etmiş olur. Biz 51. risâlede beyan ettiklerimizi el-Câmi‘a
olarak adlandırdık ve onu diğer risâlelerden ayrı bir risâlede özetledik. Bu
risâlede gücümüz nisbetinde diğerlerinde bahsettiklerimizin açıklamasını daha
özel tarzda anlattık. Allah’ın kolaylaştırması hariç, risâlelerimizin
tamamının bir kişide toplanmış olması neredeyse olanaksızdır. Bu risâleyi de
biz diğerlerini temsil etsin diye oluşturduk. Ne var ki bizce en doğrusu ve
en uygunu, 51. risâleyi okuduktan sonra el-Câmi'a adlı risâleyi
okumandır. Zira bu şekilde okumasının faydası daha çoktur ve
risâlelerimizdeki kapalı yerler de okuyana açılmış olur. Şayet o risâlelerin
tamamını veya bir kısmını kaybetse ve sadece onu (el-Câtni‘a) bulsa
diğerlerinin eksikliğini hissetmez.
Bu
risâleyi gereğince uygulaman, onu kıymetli kardeşlerimizden -Allah onlara
merhamet etsinsana ayrıcalık verenlere okuman, senin ve onların çalışma zamanlarında
onlarla müzakere etmen için “Siyaset ve Riyâset” olarak adlandırdık.
Böylece sen bunların faydalarının eksikliğini hissetmeyesin.
Ey
mutlu kardeşim! Bu risâleye vâkıf olduktan (onu tamamen okuyup öğrendikten)
sonra sana buyurduğumuz şeylere uymanı emrediyoruz. Çünkü sen inşâallah din ve
dünya bakımından büyük mutluluğa erişeceksin. Biz bu bölümü “kapsayıcı bölüm” (fasl-ı
camı) diye isimlendirdik. Çünkü bu bölümde, Allah’ın izniyle, faydaların
mutluluklarının temeli vardır.
Bil
ki, insanın faydası üçüncüsü olmayan iki tanedir ve iki yönden olur:
Dünyevîuhrevî; cismânî-rûhânî. Bu iki denge insanda tam olarak bulunursa o
zaman insan, insan ismini hak eder. Ruhu meleklik (melekiyyet) suretlerini
kabule elverişli olur ve o ruhun başına gelen ve “ölüm ve yok oluş” olarak
adlandırılan bir hal ile bedenden ayrılmasıyla semavî mertebeye intikale hazır
olur.
2.
Nemi, 27/59.
Biz
bu risâlede, kendisiyle iki âlemde olgunluğu elde etmen ve onunla iki cihanda
mutlular mertebesine yükselmen için iki siyasetin niteliklerini senin için bir
araya getirdik. Dolayısıyla bunu mutlaka iyi koruman gerekir. Sana, kendilerine
bunları iletmen ve onlara ihsanda bulunman uygun olan kimselerin niteliklerini
bildirmek isteriz. Bunu kısaca şöyle ifade ederiz: Niteliği, senin niteliğin,
yolu da senin yolun olan kimseye cimri davranma. Çünkü hikmeti, onu bilmeye
ehil olandan sakınman sana helal (uygun) olmaz. Bilakis o hikmeti, ehli olana
ilet ki, o hikmet, hayırları bir araya getiren bir f asıl, kendisiyle
saadetlerin tamamlandığı ve işleyenine bereketlerin indiği bir sözdür.
Ey
Kardeşim! Bil ki, senin aklî ve pratik faydaları kabule hazır; nefs-i
natıkası, aklî faydaları ve Rabbânî ilmin azıklarını kabul hususunda geniş;
dünyada zâhid (dünyaya fazla önem vermeyen), ona ilgisi az, seni
ilgilendirmeyen dünya lezzetlerini ve dünyanın sevilen şeylerini umursamaz,
dünyanın şehvetlerinden kaçınarak ondan yüz çeviren, onun lezzetlerinden
kaçman, onun az bir azığıyla yetinen, gayretinin tamamını arı nefsinin ve temiz
aydınlık ruhunun ıslahına harcayan; hilm (yumuşak huyluluk) elbisesini
kuşanarak, oturmuş/yerleşmiş bir ahlakla, tam bir zühdle, güzel bir ibadetle,
meleklere ait özelliklerle, (kötülükten ve dünyadan) yüz çeviren bir nefisle,
güzel bir suretle, dengeli bir yaratılışla, tam donanımla, safi bir zihinle,
anlayan bir zihinle, Allah’tan sakınan bir kalple, ağlayan gözle, sende
gerçekleşen bir ümitle bir bölgeden bir bölgeye, bir beldeden bir beldeye sırf
ilim tahsili için seyahat eden biri olduğunu gördük.
Senin
hakkında, seninle ilgili düşüncesi onaylanan ve Allah’ın nuruyla -ki bu nuru
Allah sana, onunla yaratıklara bakman ve yine onunla Allah’ın ayetlerini güzel
okuman için bahşetmiştirseni aydınlattığı şeyle, doğru ferâsete sahip kişinin
düşüncesiyle derin derin düşündük. Nitekim Hakîm-i Sâdık (doğru hikmet sahibi
Hz. Peygamber) şöyle buyurur: “Mümin Allah’ın nuruyla bakar.” Yüce Allah
da; “Onların nuru önlerinde koşar”[92]
buyurmuştur. Sana, bize bağışlanan ve ilk defa atamız Hz. İbrahim’de yaratılmış
olan bu nurla baktık. Atamız İbrahim kendisine bağışlanan bu nurla göklerin ve
yerin melekûtunu (hükümdarlık ve saltanatını) gördü, bu sayede o tam
inananlardan oldu. İbrahim’den sonra bu nur, kendisine tâbi olan zürriyyeti
içerisinde nakledilen bir miras oldu. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Artık
kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok
bağışlayan, çok merhamet edensin”[93]
Bize
ulaşma, bizi şiddetle arzulama, zulüm döneminin karanlıklarından, şeytanın ve
zalimlerin yardımcılarından kurtulma, hakkın zayıflaması hak taraftarlarının
halktan kopması ve yollarının engebeli ve zor oluşundan kurtulma yolundaki
çaban ve gayretinden sonra seni bu doğru düşünce ile gördüğümüzde ben de senin
zamanındakilerden biriydim. Fırtınalı, kat kat karanlık, soğuk bir gecede,
kılavuzlarını kaybetmiş, yol işaretleri yok olmuş bir yolda ışığıyla
aydınlatmak isteyerek çakmak çakan bir kimse gibi. Bu kimsenin yolunu
gösterecek alametleri kalmamış, sadece kendisinde yürümenin ve hedefe ulaşmanın
mümkün olmadığı, izleri örlü lü engebeli bir yolu vardır. Yine bu yolda ancak
daha önceden bir bilgi sahibi olup onunla bu gizli izleri sürebilenler
gidebilirler. Yine bu kimselere bir takım alametler verilmiştir ki, bu
alametler Allah’ın nurunu gidermek ve yeryüzünden onu tamamen kaldırmak
isteyenlere, Allah’ın yeryüzünden hücceti ve eserleri kalkmasın diye kapalı
kalmıştır.
Sana
bir kıvılcım çakmış, ortaya rehber çıkararak yol göstermiş, böylece (Allah’a)
arz olunan dünyanın başka bir dünyaya dönüştüğü yeryüzünün bahçelerinden birine,
cennetten bir yere ulaşırsın. Orada, “Öyle adamlar vardır ki onları ne bir
ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten
alıkoyar”[94] “Onların,
rükû ve secde halinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün''[95] Onlar
Kaf dağının ardındaki ekvator çizgisinin yanında bir okyanus kıygındadırlar.
Orası öyle bir yer ki, her iki tarafı da güneşin doğuş ve batışında güneş
ışınlarını bir araya getirmektedir. Ayın yörüngesi için hazırlanmış yirmi sekiz
konak yeri oradan görünür. Orası Araf dağında yüksek bir bölgedir. Aşağıların
aşağısından kurtulup yüceler yücesine, yalnızlığınla; ailen, vatanın,
sevdiklerin, komşuların, arkadaşların ve dostlarından ayrılmanla; bedeninin
rahatlığının gitmesiyle; malını ve çocuklarını kaybetmenle; bela ve musibetlere
sabrınla; sabır binitine binmenle; engebeli bir yolda gitmenle; senin
dışındakilere çıkması zor olan bir dağa tırmanmanla; senden başkasının
inmesinin kolay olmadığı inmenle ulaştığında ben senin tırmandığın dağda;
sakındığın yok edici ıssız yerde; kendisinde kaybolmaktan korktuğun uzak ve
akla gelmeyen yerde idim. Yoğun bir felaketin ve birbirini takip eden
korkuların arasında bulunmaya devam ediyorsun. Bir gemi sahibi kimse gibi ki
o, ayı gözükmeyen bulutlu bir gecede karanlık bir denizdedir, her taraftan
fırtına kuşatmış, her yandan dalgalar yükselmiş vaziyettedir. Bu gemi sahibi
başına gelene sabretmekte ve içinde bulunduğu durumdan kurtuluşa bir vesile
için Rabbine dua etmektedir. Bu kimse içindekilerle birlikte gemiyi idare
etmekte ve Allah’ın kendisine ilham ettiği ilim ve kurtuluşuna vesile olacak
eylemle ve marifetiyle felaket kaynaklarını gemiden uzaklaştırmaya
çalışmaktadır. İstediği yere ve güvenli mahalle varıncaya kadar durumu bu hal
üzere devam etmektedir.
Ey
mutlu kardeş! Bize ulaştığında, bizden haberdar olduğunda, senin gibi bize
ulaşanların imtihan edilmeleri gibi, seni de imtihan ettiğimizde seni sabırlı
ve Allah’a ne güzel bir kul olarak gördük! Seni bu nitelikle gördüğümüzde ve bu
bilgiyle anladığımızda sana nasihati gizlememiz ve bizi hıyanet gözüyle
görmemen için sana emaneti vermememiz uygun olmaz. Ayrıca bu, doğru sözlü,
faziletli, seyyid ve kâmil Peygamberinin, “Yolculuğa çıkın ki, kazanç elde
edesiniz” sözünün, senin tarafından doğru bulunması' ve uzun yolculuğundan
sonra hiçbir kazanç elde etmeden ve hiçbir ihtiyacını karşılamamış olarak
dönmemen içindir. Biz seni gördük. Allah’ın bize ilhamı ve vahyiyle
gördüklerimiz, O’nun bizi başarıya ulaştırmasıyladır. Allah, bize lütfuyla
gösterdiği doğru (sâdık) bir rüyada, seni bizim davetçimiz (dâî) ve
kılavuzumuz; kardeşlerimizden ve dindaşlarımızdan gördüklerine sırrımızı açman
ve işimizin ortaya çıkmasını müjdeleyici olarak bize gösterdi. Çünkü senin
yapabildiklerine onlar güç yetiremezler, senin ulaştığın yere onlar
ulaşamazlar. Bunun sebebi de, bu işlerin onlara zor gelmesi, zamanın onlara zor
olması, engelleyici sebepler ve önemli olaylar olmasıdır. Sana makamın (kalman)
için bir yer seçtik. Orada oturur ve oraya sığınırsın. Orada, zalimlerin elleri
sana ulaşamaz.
Bu
bölümde, sana haber verdiklerimizi kavradığında, onları prensip kabul et ve
onlara güven. Elde ettiğin duruma ulaşmandan önceki hale vardığında kendine
kanaatten bir ev inşa et. Onun yapısını güçlendir, duvarlarını yükselt,
kapısını da zühdden (dünyaya gereğinden çok önem vermemekten) yap. Fakirliği
kapma bekçi yap. Açlığını giderdiğin ve avretini (görülmemesi gereken
şeylerini) örttüğün şeyler hariç, alt ve üst minderin servetin terki olsun.
Bil
ki, bu eve yerleştiğinde haramiler ve hırsızlardan, sultanın yakalamasından, kardeşlerin
hasedinden emin olursun. Komşun az olur, mezarın insanlardan uzak olur. Bu evi
anılan unsurlar üzere inşa ettiğinde buradaki duruşun, ruhânî siyasete ait
herhangi bir şeyi yapma konusunda yavaş davranmak ve dînî/şerî işleri yapma
hususunda gâfıl olmaktan korkmak olsun. Bütün işlerini sapsağlam yaptıktan
sonra bu evin ortasında oturacak bir yerin olsun.
Cismânî
Siyaset Hakkında
Bedenini
idare etmene gelince; afiyeti seçtiğinde, -ki âfıyet varken yiyeceklerin
verdiği sıkıntı sana ulaşmaz-, gıdan, yasak olmayan mevcut iki sınıf yiyecek
olsun, üçüncüsü de kolaylıkla ulaşabileceğin ya gökten inen ya da yerden çıkan
su olsun. Sen uygun vakitlerde, az yemek, tam doymamak ve açlığa tahammül üzere
bulunmaya devam edersen, kişiliğin, kendisinde eksiltmene gerek olan şeyde bir
artış veya artırmana ihtiyaç olan şeyde bir azalış söz konusu olmayan durumu
üzere olur. Bedene ârız olan haller gıdadan ve bedeni koruma hususundaki
gafletten kaynaklanmıyorsa bu durumda bakmalısın: Eğer bedendeki sıkıntı hava değişimindense
tıbbî siyasetten öğrendiklerinle bu durumu düzeltirsin. Şayet bu durum
yıldızların hükmü gereği ise kalbini ferah tut, sabırlı ol ve kendini kınama.
Zira sıkıntı, yeme içmeyi çok yapmaktan değil gıdayı ihmal sebebiyledir.
Merhametli
iyi kardeş! Bil ki, bedenine yiyecek, içecek ve hareketleri dengeli bir şekilde
yüklersen sağlık seninle beraber olur ve hastalıklar yok olur. Bununla beraber
bilmelisin ki, hastalıklar ve elemler bedenlere ancak yıldızların hareketi ve
semâvî ölçüler gereğince girerler. Bunların çıkması da aynı şekildedir. Bu
durum bedenlerin bâkî değil fâni olması yönüyle onlar hakkında takdir
olunmuştur. Bunun için değişiklik, yok oluş ve bir halden başkasına geçiş
onlar hakkında bir olgudur. İnsanlardan çoğu, sıkıntılar ve hastalıklar
geldiğinde kendilerini yiyecek ve içeceklerden aşırı
şekilde
yararlanmakla kınarlar ve kederleri artar, sıkıntıları da devam eder. 1 kıtta
on lar, nefislerini kendi düşmanları kabul eder, aşırı yiyip içmesi (böylece
hastalanması) sebebiyle, dönüp onu ayıplar ve ona üzülürler böylece de
sıkıntıları daha devamlı ve hastalıkları daha uzun süreli olur.
Bu
durumu kesinkes anladığında nefsin sakinleşir, bedene gelen sıkıntılar ve has
talıklar üzerine nefsinin sabretmesi güzel olur. Gayretinin çoğunu bu evden kur
tulmak ve bu hapisten ayrılmak için harca. Çünkü sen buradan çıktığında Rabbine
varırsın.
Ey
kardeş! Bil ki, sen bu hal üzere iken, Rabbine, sevabı hak eden kimseyi ödüllendirdiği
gibi, ödüllendirilmiş bir varışla gidemezsin ve varamazsın. Bu durum senin
üzerinde gerçekleştiğinde ölüm sana önemsiz gelir ve onu arzu edersin, nefsin
de hoşnut olur. Kaderle belirlenmiş hükümlere göre bedenin meydana gelmesi için
gerekli sebepler ortaya çıktığında, bu hususta Rabbinin senin hakkında
vermediği bir hükmü (yargıyı) kendinde göremezsin. Sadece senin iyiliğinin ve
kurtuluşunun istenildiği hükmü (yargıyı) görür ve onunla da sevinirsin.
Hastalıklar ve sıkıntılar kendilerine geldiğinde ruhlarıyla bedenleri,
bedenleriyle de ruhları imtihan olunan, ölüm korkusuyla hüzünleri ve korkuları
devam eden kimseler gibi üzülme. Bunlar ölümle karşılaşacaklarını da,
üzüntülerinin ve kederlerinin sona ermeyeceğini de bilirler. Bunlar ruhlarını
ve ahiretlerini kurtarmak yerine bedenlerini ve dünya işlerini kurtarmakla meşgul
olmuşlardır. Geçici nimet hususunda ve başlarına gelen hastalıkla ilgili olarak
da telaşlıdırlar. Bunların dünya eziyetleri azaltılmaz. Bunlar üzüntüleri ve
kederleri sona ermediği halde dünyadan göçerler.
Bunu
bilip, iyice düşünüp anladığında ölümü vücudunun yönetimi hususunda önüne
koyarsın. Bu, dünyadan başka mekanı ve yeryüzünden başka yurdu olmayan,
uzunluk, genişlik, derinlik ve bunların çevrelediklerinden başka bir özelliği
bulunmayan maddî bedenine özgü yönetimdir. Marifet ve ilim sahibi olmayan
kimselerin, “Beden ruhun taşıyıcısı, onun özü, tabiatının en iyi bölümüdür.
Gıdanın kuvvetiyle güçlenir, zayıflığıyla zayıflar.” şeklindeki düşüncelerinde
(zanlarında) olduğu gibi onun taşıyan değil de taşman olduğunu bil. Durum
bunların düşündüğü (zannettiği) ve algıladığı gibi değildir. Ruh bedeni,
kendisine gerekli olan yönlere götürür. Ruh beraberindeki bedenin bütün
hareketlerinde onu yönetir. Beden maddîlikte kendisine benzeyenler üzerine ruh
aracılığıyla kurulur: Ya yeryüzünün bir bölgesine ısrarcı bir şekilde en aşağı
seviyeye varacak kadar inerek yerleşir, ya da benzer bir durum yükselme
hususunda olur. Havada uçma ve göğe yükselme bu maddi yapıyla onun için mümkün
değildir. Ancak ruh bedenden kurtulup ondan ayrıldığında tek başına yükselebilir.
İşte,
mükemmel yapılmış, sapasağlam bir araç olan gemi, denizde, onu idare eden ve
gidişatını kontrol eden kişi ile yüzer. Bununla beraber gemi, sahibinin seçtiği
yöne, ancak onu götüren rüzgârın gücüyle yol alabilir. Rüzgâr durduğunda gemi
de durur. İnsan bedeni de işte böyledir. Ruh, bedeni terk ettiğinde, bedenin
ruhla kazandığı hareket gücünü artık ruh ona sağlayamaz. Beden, araçlarının
herhangi birinden mahrum değildir ve azalarından biri de yok olmamıştır. Sadece
ruh ondan ayrılmıştır. Bunun kanıtı (delili) şudur: Rüzgâr geminin maddesi
değildir, gemi de taşıyıcı değildir. Aksine rüzgâr onun için bir hareket
ettiricidir (muharriktir). Rüzgârın gemiyi harekete geçiren olduğu doğru olsa
da o, geminin maddesi olamaz. Gemi ve içindekiler, rüzgâr gittikten sonra
yapacakları herhangi bir girişimle onu geriye döndürmeye güç yetiremezler. Aynı
şekilde ruh bedenin maddesi değildir, beden de ruhu taşımamaktadır. Dünyadaki
hiçbir kimsenin gücü, ruh bedenden ayrıldıktan sonra onu döndürmeye yetmez.
Nasıl
böyle bir şey olabilir? Apaçık olan kanıtı (delili) göz göre göre inkâr etmek
dışında bu delil nasıl çürütülebilir? Bundan emin olduğunda ve bedeninin
rüzgârın esintileri için hazırlanmış bir gemi olduğunu öğrendiğinde şunu da
bilmelisin: Geminin yok olması -şayet yok olursaiki halde olur. Birincisi, gemi
gövdesinin bozulması ve yapısının çürümesi sonucu su almasıdır. Bu durum
batmasına, onu tamir etmeyi ve çürümeyi kontrol etmeyi ihmal etmeleri sebebiyle
içindekilerin ve geminin helak olmasına sebep oluşturur. Sahibi duyarsız ve
ihmalkâr olan bir bedenin normal durumlarından birinin bozulmasıyla yok olması
gibi. Aynı şekilde ruh, bedenin yapısı bozulduğunda, düzeni alt üst olduğunda
ve organları zayıfladığında onunla birlikte kalmaz. Gemi batmazdan önce onun
akıp gitmesini sağlayan rüzgâr, onun dönüşünü hazırlayamaz. Bu rüzgârın
esintisi, gemi helak olmazdan önce onu akıp götürdüğü yönden kaybolmuş
değildir. Aynı şekilde rüzgârın rotasında (menzilinde) bulunması gibi bedenin
yok olmasından sonra ruh varacağı yerde bulunmaktadır. Gemi için batış ancak
araç gereçlerinin bozulması sebebiyle mümkündür. Bedenin yok oluşu da onun
yapısının bozulmasıyla olmaktadır.
İkincisi,
geminin, şiddetli rüzgârın gücüyle yok olmasıdır. Böyle bir durum
gerçekleştiğinde geminin araç gerecinin bu gücü taşıyabilmesi ve rüzgâra üstün
gelmesi mümkün değildir. Sonuçta geminin yüzmesini sağlayacak bütünlüğü kalmaz
ve parçalanır. Bu felaketin sebebini, geminin içindeki doyuma ulaşmış (mutmain
derecesinde) nefse sahip, birbirlerine nasihat eden, başlarına gelene sabreden
kimseler bilmiş olsalar bile sonuç değişmeyecektir. İçinde bulundukları durum
geminin parçalanıp dağılmasına varıncaya kadar artsa bile, başlarına gelenin
kendilerinin aşırılıkları sebebiyle olduğu inancıyla onlar, huzurlu ve güven
içindeydiler. Bundan dolayı rüzgârı da suçlamıyorlardı. Aynı şekilde bedene,
felekî hükümler yönünden sebep (ârız) olan haller ve ilk olarak tümel (külli)
nefisten kaynaklanan, bedenleri götürüp enkaza dönüştüren, tedavi eden doktor
için ilaç olmadığı gibi hasta için de deva olmayan nefsânî hareketler de
böyledir. Bu duruma tahammül etmek, yok oluncaya ve kendisiyle buluşma yerine
ulaşıncaya kadar korkuya kapılmamak gerçek bir sabır ve büyük mükâfata layık
bir rıza göstermedir. Bu inançla sonuçlanmıştır ki, ruh bedenin dışında bir
cevherdir. Yine ruh, bedeni taşıyan, bedenle imtihan edilendir. Bunları
düşündüğünde, kabullendiğinde ve bu siyasetle amel etmek senin için
sonuçlandığında; ruhun, bedenin sebebiyle çektiği sıkıntı ve kederden kurtulur.
Nefsânî
Siyaset Hakkında
Ahlakın
hoş, adetlerin güzel ve fiillerin doğru olsun. İster dost olsun isler olmasın,
emaneti ehline vermeli, kendini koruma altına almalı, hakkını gözetmek
isteyenin hakkını gözetmeli, yakınındakine iyi davranmalı, kardeşinin sevgisini
seçmelisin; başına gelen sıkıntılı bir hali korkusuzca ve hırsa düşmeden
ortadan kaldırmalısın; kendin için istediğini başkası için de istemelisin.
İnsanlardan bazıları şöyle diyor: “Kişi kendi için istediğini kardeşi için de
istemezse gerçekten iman etmiş olmaz.” Bu bir kişinin değil, erdemli (fâzıl) ve
hikmet sahibi (hakim) olan Efendimizin (a.s.) hadisidir ve en şerefli sözdür.
İyi,
iyi olduğu için kendini iyi işler yapmaya alıştırman gerekir. Yaptığın işe
karşılık beklemezsin. Seni o eylemi işlemeye korku sevk etmesin. Sen ne zaman
mükâfat için bir eylem gerçekleştirirsen o iyi olamaz. Mükâfat istemesen bile
insanlarca anılasın diye yaparsan ikiyüzlü (münafık) olursun ve karşılığını
göremezsin. İkiyüzlü kimse (münafık), ruhâniyet ehlinin yanında olmayı hak
etmez.
İnsanın
eşi, çocukları, kardeşleri, köleleri ve cismânî nispet itibariyle sana göre
onların yerine geçen kimselerden oluşan aile yönetimine gelince; onları
ihtilafsız bir şekilde idare etmen gerekir. Onları vazgeçmediğin bir adet üzere
yönetmelisin. Ancak bir takım engeller istisna olabilir. Bu da onlara değişik
yönetim şekilleri ve farklı âdetler uygulaman sonucunda sana itaat etmemeleri
ve anlaştığınız şeylere aykırı hareket etmeleri sonucunda kendini kınamaman
içindir. Böylece sen aşırılığı kendine verirsin ve gamın artar, kederin ortaya
çıkar. Şayet sen onları, onların alıştığı bir yönetim ile idare eder ve bu hal
üzere onları düzene koyarsan nefsin rahatlar. Bununla beraber bizim için uzlet
ve yalnızlık daha sevimlidir. Ancak bunu bütün kardeşlerimiz
uygulayamamaktadır. Bunu neslin kesilmemesi için biz de onlara emretmemekteyiz.
Sen
bunu yaparsan aile yönetimini özellikle de kadınların idaresini sağlam yapmış
olursun. Onların vaziyetlerini her daim araştır. Çünkü kadınlar çok çabuk renk
değiştirirler, an be an değişirler. Çoğu vakit telaşlı olurlar. Onlara yumuşak
davranışın çokça olmalı ve sen onların hallerini onlara hissettirmeden
araştırmalısın. Onların ıslahı da seni çok gururlandırmasın, çünkü sana daha
önce de söylediğimiz gibi onların tavırları çok çabuk değişebilir, bozgunluğu
(fesadı) çok çabuk arzulayabilirler. Bu hususa Allah’ın koruduğu kadınlar dâhil
değildir. Bunların sayısı da azdır.
Çocuklarına,
hizmetçi ve yardımcılarına gelince; onlar için yerine getirmen gereken
görevleri yaptıktan sonra sakın ola ki onlara bir serzenişte bulunma! Çünkü
senin bir çarpıklığın ve düşkünlüğün ne zaman onlara belirgin olursa senin
değerin düşer ve seviyen alçalır, bir ağırlığın kalmaz, otoriten gider.
Şikâyetinin sana zillet ve gevşeklikten başka bir şey kazandırmayacağı
kimselere fakirliğini göstermen gereksizdir. Özür ve mazeretini onlardan her
biri için serzenişe varmayacak şekilde ortaya koy ve böyle bir duruş sergile.
Bu, senin için daha kazançlı ve faydaya (maslahata) daha uygundur.
Dostların
Yönetimi Hakkında
Kardeşim!
Dostların idaresinin, ancak onları tanımak ve haklarında yeterince bilgi sahibi
olmakla mümkün olabileceğini bilmelisin. Dünyevî ve dinî açıdan uygun olan
siyasetle dostları idare etmek için, onlarla ilgili küçük veya büyük herhangi
bir şey bilgin dışında kalmamalıdır.
Dostların
hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığın takdirde onları yönetebilmek,
memnuniyetlerini kazanmak ve onlarla dostluk kurmak tam olarak mümkün olmaz.
Akıllı bir kimse ancak tanıdığı ve hakkında kesin bilgi sahibi olduğu kişiyle
dost olur. Onları tanıdığın gibi onların da seni daha iyi (yakinen)
tanımalarını engellemek için, senin hakkında bilgi edinmelerine engel olmaya
çalış; zira güvendiğin yönden sana gelirler. Aslında arkadaşlarının hepsi senin
güvenini hak etmemiştir. Peygamberler ile dostluk edenlerin çoğu, hile yapmak
için onlarla dost olmuşlardır. Bu kimselerin isteği onların sırlarını keşfedip
bu sırları bilmeyen insanlara açıklamaktır ki, işte böyleleri ikiyüzlülerdir (münafıklardır).
Dostlara
karşı hem uzak hem yakın, hem yumuşak hem sert, hem cana yakın hem soğuk, hem
cömert hem cimri olmak gerekir. Ayrıca ne neşeli ne asık yüzlü, ne merhametli
ne de öfkeli olmamalı, iyiliğe karşı iyilikle karşılık verilmeli, kötülük yapıldığında
da cezalandırılmalıdır. Pişman olduklarında yumuşak bir şekilde karşılık
verilmeli, gerekli olduğu kadar ve taşıyabilecekleri oranda onlara ilim
öğretilmeli, tavsiyelerde bulunulmalıdır. Ailenin, neslinin, eşinin ve
çocuklarının inancı senin dostlarına ve kardeşlerine açtığın inancına karşı
olmamalıdır. Eğer böyle olmazsa, ne ailen ve dostların, ne dinin ve dünyan ve
ne de ilmin ve doğru eylemlerin (amelin) olur. Bilgili ve akıllı bir kişinin
ailesinin, arkadaşlarına karşıt (muhalif) olarak başka bir dine uymaları, başka
bir yolda gitmeleri mümkün müdür? Bu açıdan böyle bir kimsenin, ailesinin ve
dostlarının eğitiminde aynı yöntemi kullanması gerekmektedir. Ailesine
öğretmediği şeyi arkadaşlarına da öğretmemelidir. Bilakis onların eğitiminde tek
bir yöntem uygulamalı; eğitimi, bilgiyi, ibadetleri ve farzları onlara
öğretmelidir. Böylece her birisi gücü ve kapasitesi oranında bu bilgiyi alır.
Eğer onun aile ve akrabalarından biri aksi yöne saparsa, ondan uzak durarak ona
açıkça muhalefet eder. Onu, Allah Resulünün (s.a.) amcası Ebu Leheb’e yaptığı
gibi kendi ailesinden çıkarır. Allah Resulü şöyle demişti; “Ey
Haşimoğulları! İnsanlar kıyamet günü amelleriyle gelirken sakın siz soy bağı
ile bana gelmeyiniz! Ben doğru işleriniz (salih amelleriniz) dışında size
hiçbir şey yapamam.” Yüce Allah da dostu İbrahim’i (a.s.) şöyle
anlatıyordu; “İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden
dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca,
ondan uzaklaştı.”[96] Yine
Allah şöyle buyurur: “Allaha ve ahiret gününe inanan bir toplumun Allaha ve
Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin’.’[97]
Sözlerinde
bu niyetleri taşıyan (murat eden), işaretlerinde, cevherlerinin sırları
hususunda bu niyetlerle imada bulunan zekâ, basiret ve gaye ehli kimseler, bu
hususa riayet eder. Dostlarını tanıdığında bakışıyla onları başkalarından ayır
eder. Terbiye hususunda kendisinin ulaştığı makama ulaşıncaya kadar sözü sadece
dostlarına anlatır.
Yakından
uzağa, uzaktan yakma dostlar ve akrabalar hakkındaki bu siyaseti ustaca
yaptığında ibadeti, Allah’a ulaştıran vesileleri ve Onun katında değerli olan
doğru filleri (amelleri) sağlamca yap.
Allah’a
Yaklaştıranlar Hususunda
Şimdi
ise ibadet ve Allah’a yaklaştırın olan şeyleri zikredeceğiz. Bunlar üçüncüsü
olmayan iki kısımdan ibarettir: Doğru, makbul, yaklaştırın iki amel ve kabul
edilen iki duadır. Burada makbul olmayan bir kurban, müstecâb olmayan bir dua
vardır. Onu da Allah, Hz. Adem’in iki oğlunun iki kurban kesmeleri olayı ile
haber vermiştir. Kurbanlar, birinden kabul olmuş diğerinden ise kabul
edilmemişti. Kâfirin duası hüsrandır kabul olmaz.
İki
ibadete gelince, birincisi; şu sayılanlara riayetle olan dinî ibadettir:
Allah’a itaat, O’nun emir ve yasaklarına boyun eğmek; onun getirdiklerine,
yargısına ve kendisine icabet edilmesi konusunda verdiği hükümlere sarılmak;
onun Allah’a yaklaştırıcı özellikteki itaatlerinden, ibadetlerinden,
temizliklerinden, dualarından, orucundan, zekâtından, haccından ve cihadından
razı olduğunu zikretmesi vesilesiyle her türlü eksik sıfatlardan uzak
(münezzeh) olan yüce Allah’a yaklaşmak; mamur evlere ve temiz mevkilere koşmak;
Allah’ın kitaplarını, peygamberlerini, meleklerini, gönderdiği vahyi ve
şeriatın hükümlerinin gerekleri hususunda buna benzeyen her şeyi kabul etmek;
emirler ve yasaklar konusunda itaat etmek; Peygamberin fiillerini göz önünde
bulundurmak; onun fiillerini örnek almak; Yüce Allah’ın, “Elbette Allah
Resulünde sizler için güzel bir örnek vardır"[98]
buyruğundan hareketle tüm fiillerinde ona benzemek; her türlü eksik sıfatlardan
uzak (münezzeh) olan Allah’a yakarmak; toplantı zamanlarında, bayram
günlerinde, Cuma günlerinde ve işaretler ortaya çıktığında Allah’a yalvarmak.
İşte bunlar icabet edilen duaların ve kabul edilen, Allah’a yaklaşmaya vesile
olan şeylerin ta kendisidir.
İkinci
ibadete gelince o da felsefi ve ilahi ibadettir. O, izzet ve celal sahibi olan
Allah’ın birliğini kabul etmektir. İnşâallah, üzerinde duracağın Aritmetik
Risâlesı nin şerhi olan er-Risâletü’l-Câmi n’nın girişinde bu
hususlar daha önce belirtilmişti.
Kabul
olunan dua ve Allah’a yaklaşmaya vesile olanlara gelince, ey kardeşim, bil ki,
sen, dini ibadetlerde ihmalkâr davrandığında, felsefi ibadetten herhangi birine
karşı koyman gerekmez. Eğer karşı koyarsan kendin helak olur başkalarını da
helak edersin. Kendin sapıttığın gibi başkalarını da saptırırsın. Buna göre,
ilahi şeriatla amel etmek; ilahi şeriattaki ibadeti zorunlu (vacip) olarak
yerine getirmek; din sahibi Hz. Peygambere (salla'llâhü aleyhi ve sellem) itaati
gerekli görmek ve felsefi, İlahî ibadetle de amel etmek imandır. Mümin kişi,
dine teslim olmadıkça iman etmiş olmaz; teslim olmak ona inanmaktan önce gelir.
Resulünün (s.a.) diliyle yüce Allah, imanlarını ortaya koyup ikiyüzlülüklerini
(münafıklıklarını) gizleyen, şeriata muhatap olan münafık bedevilere hitaben
ayetinde şöyle buyuruyor: “Bedeviler iman ettik dediler. Onlara şöyle de:
Siz iman etmediniz. Fakat dine teslim olduk deyin. İman henüz sizin kalplerinize
girmedi?™ Ancak Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) arkadaşları
(ashabı), Onun vefatından sonra, Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) kendisine şart koşarak ve arkadaşlarına (ashabına) öğretmek amacını
güderek Rabbine ibadet ve itaat hususunda hayata geçirdiğini gördükleri sabra
tüm mesailerini harcadılar. Neticede O, emredilen iki hususu, yani dine iman
edip ona teslim olmayı yaptı, iki konumda kemâle erdi ve iki fazileti de elde
etti. Çünkü O, Müslüman, mü’min, kabul vaktinde duayı bilen biriydi. Bundan dolayı
O, duası geri çevrilmeyen biriydi. Müslümanların ve mü’minlerin, ilahi hikmeti
(felsefe-i ilahiyyeyi) bilen imamı idi. Ehl-i beyti ve arkadaşlarından
(ashabından) bir kimsede bu fazilet tamam olunca, o övünerek “Ben bu ümmetin
Aristoteles’iyirridedi.
Ey
kardeşim! Bil ki, dinî ibadeti felsefi ibadetle birleştirmek gerçekten güçtür.
Çünkü bu, en erken zamanda bedenin ölümü ve ruhun tamamen sevilen işlerden
yoksun bırakılması, bu işlerdeki her şeyde izni (ruhsatı) terk etme ve
varlıkların hakikatini tam manasıyla idrake ulaşmadır. İlk aşamanın bir
derecesini elde etmen için sana bunun bir yönünü açıklamak istiyoruz. Bu, senin
için bir giriş, bir başlangıç gibidir. Ümit edilir ki bu mertebedeki bir şeyi
gerçekleştirirsin. Böylece, ibadetin ve duaların kabul edildiği vakitlerde
belirtilen hal üzere dua eden kimsenin duasının en üst sınırındaki mertebeden
bir derece sana verilmiş olur.
Ey
kardeşim! Bil ki, şer’î sünnetteki ve İslam dinindeki en faziletli dua, Kadir
gecesinde edilen duadır. Ondan sonra, Ramazan Bayramı ve kurban kesme günü olan
Kurban Bayramındaki dua, Kabe’nin yanında Rukun ile Makam arasındaki dua,
Ramazan Bayramı hilalinin görüldüğü andaki ve hak sahibine zekatın verildiği andaki
dua, zekatı alanın da aldığı andaki duadır. İşte bunlar karşılık verilen dualar
ve kabul edilen yakınlaşma şekilleridir.
Felsefi
İlahî ibadetin ilk derecesi; filozofların öncüleri ve büyük âlimlerin çocuklarını
ve öğrencilerini kendisine yönlendirdikleri ibadettir. Bu ibadete onları bedenî
ve ruhî yönetimin, dinî ibadetlerin hükümlerini öğrettikten sonra yönlendirmekteydiler.
Bu ibadet onlara, bir Yunan Yılının bütün aylarında, -bu yılı kabul edenlere
göre başlangıcı ve sonu itibariyle sayısı bilinen takvim üzereher ayda üç gün
olacak şekildedir: Her ayın başında bir gün, ortasında bir gün, sonunda bir
gün.
Ayın
ilk günü güzelce temizlenmeli ve mümkün mertebe güzel kokular sürünmelidir.
Allah’ın diniyle kendisine farz kılınan namazlarında ve temizlikte aşırıya
kaçmaz. Yatsı namazını kılıp ibadethaneden dönünce oturup, gecenin ilk üçte
biri geçinceye kadar Allah>ı teşbih ve takdis eder; tekbir ve tehlil
getirir. Sonra kalkar, tam bir temizlik ve nur üzerine nur olsun diye,
abdestini yeniden güzelce alır. Evinden çıkıp kendisiyle yol bulunan kuzey
yıldızının hizasına gelinceye kadar açık havada yürür. Yüce Allah, “Daha
nice işaretler (alâmetler). Onlar, yıldızlarla da yol-
10.
Hucurât, 49/14.
larını
doğrulturlar”[99]
buyuruyor. Kuranı (Kitab-ı Mübin’i) ve ayetlerini tefekkür eder; Allah’ı teşbih
ve takdis ederek Onun mülk ve tasarrufatını seyreder, Allah’ın vasfettiği şu
kişilerden olabilmek için tekbir ve tehlili de bırakmaz: “Onlar ayak tay
ken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yetin
yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler”[100]
Gecenin üçte ikisi geçinceye kadaı böyle devam eder. Böylece gecenin ilk üçte
biri Allah>a ibadetle, ikinci üçte birini de melekût âlemini tefekkür ile
geçirmiş olur.
Gecenin
ikinci üçte ikisi geçince alçak gönülle ve boyun eğerek secdeye kapanır. Gücü
yettiğince bu hal üzere devam eder. Sonra ağlayarak, gözyaşları içerisinde (ev
be ve bağışlanmada (istiğfarda) bulunarak başını secdeden kaldırır. İşlediği
günah ların çokluğunu hatırlar, iyiliklere ve doğru fiillere (salih amellere)
yönelmeye niyet eder. Eflâtûnî bir dua, İdrisî bir tevessül ve kendi
kitaplarında anılan Aristotalesî bir yakarış ile dua eder. Şafak sökünceye
kadar böyle devam eder. Sonra kalkar, güzelce abdest alır, temizlenir.
İbadethanesine döner ve sabah namazını kılar. Güneş doğuncaya kadar, bulunduğu
yerde oturur. Eğer düzenli olarak kurban kesen biri ise güneşin doğduğu ilk
saatlerde, kesimi helal olan hayvanlardan imkân dâhilinde kurbanını kendisi
keser. Sofranın hazırlanmasını emreder, ailesi ve kardeşlerinin yanma
gelmelerine izin verir ve sofrayı önlerine getirtir. Yemeklerini yiyince
Allah’ı (cc) överek şükrederler. Kendilerine verdiği nimete şükretmek için
Allah’ın huzurunda secdeye kapanırlar. Sonra onlara, zamanın ve mekânın el
verdiği kadar hikmeti anlatır. Yatsı vaktine kadar günlerinin geri kalanında da
bu şekilde devam ederler. Daha sonra evlerine dönerler ve günlük işleriyle
meşgul olurlar. İkinci güne kadar kendi dini hükümlerine ait yükümlülüklerini
yerine getirirler. Bu, ayın dönmesini tamamladığı ve ışığının tam olduğu
dolunay gecesidir. Bu gecede ve bu günün sabahında, ertesi gece yatsıdan sonra
ayrılacağı vakte kadar, ayın sonunda yani gelecek ayla arasında 5 gün olan 25.
günde biraz fazlalaştırmakla beraber ilk gün yaptıklarını aynen yapar. Bu yıla
(Yunan Yılına) uyanlar için yılda 3 tane bayram vardır.
Birinci
bayram güneşin oğlak dönencesine girdiği gündür. Yeryüzünde bu gün, gece ve
gündüz eşit olur, hava güzel olur sabah meltemi eser, karlar erir vadilerden
sular akar, nehirler uzar pınarlar fışkırtır, ağaçlara su yürür, otlar biter,
ekinler uzar, yeşillikler büyür, çiçekler parlar, ağaçlar yapraklanır, nurlar
tamamlanır, yeryüzü yeşillenir, hayvanlar doğar, sürüngenler hareketlenir,
hayvanlar ürer, memelerden bol bol süt akar, hayvanlar ülkelere yayılır, karada
yaşayanların hayatı güzelleşir, yeryüzü adeta genç kız gibi süslenir. İşte bu
günün sevinç ve mutluluğun ortaya çıktığı bayram olması gerekir. Bu günde
filozoflar toplanırlar, çocuklarını ve genç öğrencilerini en güzel süsleriyle
ve en temiz elbiseleriyle kendi tapınaklarında toplarlar. Temiz, iyi
kurbanlarını keserler, sofraları kurarlar. Sofralara baklalar, sütler, yerin
bitirdiği mahsullerden bolca koyarlar. Yiyip içtikten sonra, ruhları şerefli
şeylere doğru hareketlendiren çalgılarla ve hikmetlerin okunması, ilmin
yayılması şeklindeki güzel namelerle musiki icra etmeye başlarlar. Böylece ruh
rahatlar ve mutluluk olgunluğa ulaşır. Bu şekilde günün sonuna kadar devam
ederler sonra günlük işlerine yönelirler.
Yunancada
bu günün özel bir ismi vardır. Bu, güneşin koç burcuna girdiği, baharın
başladığı gündür.
İkinci
Bayram Hakkında
Güneşin
yengeç burcuna girmesi ikinci bayram günü ve yazın başladığı gündür. Bu günde
gündüzün uzunluğu gecenin kısalığı son bulur, bahar gider, yaz gelir, sıcaklık
artar, samyelleri eser, sular azalır, otlar kurur, hububat olgunlaşır, meyveler
ve ekinler yetişir. Bu gün ilk döneme tabi yeni bir dönemi karşılamak için bir
bayram olur.
Filozoflar
bu gün için özel olarak bina edilmiş tapmakta toplanırlardı. Zira her bayrama
ait bir tapınakları vardı. Onlar bu güne özgü özel kıyafetlerini o tapmaklara
girmek için giyerlerdi. O burca uygun elbiseler giyerek tapınaklara girerlerdi.
Yiyecek ve içeceklerin de belli özellikleri vardı. Meyveler birinci sınıf ve
olgun olurdu. Bu gün için gereken işleri yaptıktan sonra ayrılıp giderler ve
üçüncü bayram için toplanmazlardı. Bu gün, güneşin terazi burcuna girdiği
gündür.
Üçüncü
Bayram Hakkında
Güneşin
terazi burcuna girdiği ilk dakikalarda yeniden gece ve gündüz eşit olur.
Sonbahar girer, hava güzel olur, kuzey rüzgârları eser, zaman değişir, sular
eksilir, nehirler kurur, kaynak suları azalır, otlar kurur. Bu gün de bir
bayram günüdür. Filozoflar bu güne özgü bina edilmiş tapmağa girerler.
Kullandıkları yiyecekler o gün ve zamanın doğasına (tabiatına) uygun olur.
Yaydıkları ilim de o güne uygundur. Bu günden sonra, Güneş yay burcunun sonuna,
oğlak burcunun başına varıncaya kadar başka bayramları yoktur.
Dördüncü
bayramda gecenin uzaması ve gündüzün kısalması sona erer. Gece kısalmaya ve
gündüz uzamaya başlar. Sonbahar gider, kış girer, soğuklar artar, hava
sertleşir. Ağaçların yaprakları dökülür. Bitkilerin çoğu ölür. Hayvanlar,
soğuğun şiddetinden toprağın derinliklerine, dağlarda mağaralara sığınırlar.
Nem artıp bulutlar çıktığında, hava karardığında ve zaman eskisinden daha zor
bir hal aldığında hayvanlar bir deri bir kemik kalır ve bedenler güçten düşer.
İnsanlar serbest hareket edemez, birbirlerine gidip gelemezler. Çoğu canlının
yaşamı güçleşir. Filozoflar bu günü, üzüntü, keder, pişmanlık ve bağışlanma
dileme (istiğfar) günü kabul ederek o gün oruç tutarlardı. Hatta o gün oruç
açmazlardı.
Ey
kardeş! Filozofların bayram ve sevinç günü edindikleri felsefi yılın üç
bayramını düşündüğünde; sevinçlerinin en büyüğünün bunların ilkinde olduğunu,
bu sevincin ortadakinde biraz eksildiğini ve peşinden gelen diğer bayramda en
alt seviyeye düştüğünü, en son bayramlarında ise güneş koç burcunun başına
dönüp de yeni dönem burç başlayıncaya kadar üzüntü ve kederin olduğunu
göreceksin. İslam dininin bayramlarına baktığında, onları şeriata uygun
bulacaksın. İşte bizim Peygamberimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dininde
(şeriatında), ümmeti için üç bayram belirlemiştir: İlki, sevinci en büyük olan
Ramazan Bayramıdır. Bu sevinç, yeryüzü halkının kıştan kurtulup ilkbahara
kavuşma sevinci gibi insanların orucun zorluğundan kurtulup yeme-içmeye kavuşma
sevincidir. Sonra Kurban Bayramı gelir. Bu gün, hac günü olması sebebiyle
yorgunluk ve zahmet günüdür. Çünkü hac kafılelerindekilerin saçı başı dağılır,
toz toprak içinde kalırlar. Bu günde kurban kesmek gerekir. Bu günün sevinci,
zahmet ve keder ile karışıktır. Bundan dolayı bu sevinç, filozofların uygulamalarındaki
ikinci bayram sevinci gibi, ilk bayramın sevincinden daha azdır. Zira
filozoflar aşırı sıcak, sıcağı artıran sam yeli ve şiddetli yazla
karşılaşıyorlardı.
Dinî
uygulamadaki üçüncü gün ise Hz. Peygamber in veda haccından ayrılırken Gadîr-i
Hum’da vasiyetini yaptığı gündür. Bu günün sevincine, ahdi bozma ve vefasızlık
karışmıştır. Bu noktada felsefi üçüncü günle benzerlik taşımaktadır. Zira onların
üçüncü gününde yaz ile sonbahar yer değiştirirken meyveli bir ortam yerini
kuraklığa bırakır.
Dördüncü
gün hüzün günüdür. Zira o gün Nebi (s.a.) vefat etti. Rabbinin rızasına ve
kendisine ikram edileceği yere kavuştu. Bu günün bayram olması Rabbinin O'na “Şüphesiz
ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır’.’[101]
sözü ile vaat etmesi sebebiyledir. Böylece Rabbine kavuşması Onun için bir
bayramdır. Ancak bu bayram, Hz. Peygamber’in ümmetinin başına gelenler, onların
peygamberlerini kaybetmeleri ve vahyin kesilmesi sıkıntılarıyla iç içedir.
Ey
kardeş! Bil ki, İhvân-ı Safâ topluluğu dinî ibadetlere, onların vakitlerini
gözetmeye, farzlarını yerine getirmeye, helal ve haramlarını bilmeye
insanların en layık olanıdır. Bu iş için en özel insanlar bizleriz ve bu yükü
taşımaya insanların en layığıyız. Dinî ibadeti bizzat getiren kişiye en yakın
olan ve O’na insanların en layık olanı da biziz. Aynı şekilde İlahî felsefî
ibadetleri yapmada, öğrenmede ve unutulanlarını yeniden yaşatmada insanların en
layığı biziz. Felsefi ibadetleri yerine getirmeyi başardığımızda onlar bize,
kendileriyle ayırt edildiğimiz ve bilgisiyle uzmanlaştığımız üçüncü bir yol
olur. Bizim de bayram edindiğimiz üç günümüz vardır, kardeşlerimizden o gün
toplanmalarını ve ona koşmalarını isteriz.
Ey
kardeş! Bil ki, bizim bu bayramlarımız hakikatte dinî ve felsefi bayramlara
benzemez ancak sayıca onlar kadardır. Çünkü bayramlarımız, kendisine ait ve bağımsızdır.
Bayramlarımızın ritüelleri, bayram günlerinde o güne mahsus olarak ortaya
çıkar.
Bunlar
da aynı şekilde ilk, orta ve son olarak üç tanedir. Dördüncüsü ise uygulanışı
en zor ve fiilen katı olanıdır. İşte zikrettiğimiz bu dört günün benzerleri:
Gök
cisimlerinin hareketleriyle ve yıldız sisteminin gereği olarak zaman bakımından
benzer olanlar: İlkbahar, yaz, sonbahar, kış.
Muhammedi
şeriat ve Haşimî din bakımından benzer olanlar: Ramazan bayramı, Kurban
bayramı, Gadir bayramı ve Hz. Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ölüm
günü.
Felsefi
düzen bakımından benzer olanlar: Güneşin koç, yengeç, terazi ve oğlak
burçlarına girmesi.
İnsanların
gelişim süreci bakımından: Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve ömrün son günleri.
Bu son günlerde şahsın ölümü gerçekleşir ve ruh bedenden ayrılır. Bunun için
ardından ağlanır. Peygamber Ehl-i beytinin, Efendimizin vefatı ve içlerinden birini
kaybettiklerinde yaşadığı üzüntü gibi ailesinde onun kaybından ötürü acı ve hüzün
olur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ehl-i beytinin geride kalanlarını kapıp
götürdüler, birlikleri dağıtıldı, düşmanları umutlandı, hakları gasp edildi ve
bölündüler. Sonunda bu iş Kerbelâ günü ile son buldu. İslam dünyasının utanç duyduğu
bu günde Hz. Hüseyin ve beraberindeki birçok kişi şehit edildi.
Hz.
Hüseyin’in şehit edilmesi hadisesiyle Hz. Peygamber’in ve güzide arkadaşlarının
(ashabının) başına gelenleri hatırlıyoruz. Din Sahibinin (s.a.) vefatının
akabinde, şeriatın ikamesinde kendisine yardım eden ashabının ileri
gelenlerinden birçoğu öldürülmüş, Ehl-i beytine ve akrabalarına kötülükler peş
peşe gelmişti. İşte bunlar, İhvân-ı Safâ’nın gizlenmesine, Vefa Dostları
(Hullân-ı Vefâ) Devleti'nin kesintiye uğramasına sebep oldu. Bu gizlilik,
mağaralarından çıkıp uzun uykularından uyandıkları ve kendilerine ayaklanmanın
gerektiği zamanlarda onların birinci, ikinci ve üçüncüsüne Allah (cc)
ayaklanma izni verinceye kadar devam edecektir.
Din
sahibi olan babalarını kaybettikleri zaman onun peşinden meydana gelen üzüntü
ve hüzün gibi (bayram günlerinden) dördüncü gün, Efendilerini kaybettikleri
için üzüntü duyarlar.
Ey
kardeş! Bizim bayramlarımız düşünen fertler, Rabbinin kendilerine vahiy ve
ilham ettiği fiilleri ve amelleri O’nun izni ile yerine getiren canlı bedenler
gibidir. Günlerimizin birincisi ve bayramlarımızın en değerlisi; bizden
ayaklanacak ilk şahsın çıktığı gündür. Bu güne denk düşen gün, Güneşin Koç
Burcuna girip ilkbaharın geldiği, bolluk bereketin oluştuğu, nimetlerin arttığı
ve yağmurun bol bol yağması ile çiçeklerin açtığı ve tabiatta canlılığın
yaşandığı gündür. Bu gün, bizim ve kardeşlerimiz için sevinç ve mutluluk
günüdür.
İkinci
gün, bizden ayaklanacak ikinci şahsın başkaldırdığı gündür. Bu gün, gecelerin
uzayıp gündüzlerin kısalmasının sona erdiği Güneşin Yengeç burcuna girdiği ilk
güne denk gelir. Çünkü o gün, zulüm ehlinin saltanatının kesilip ortadan
kalktığı gündür. O gün, sevinç, mutluluk ve müjde günüdür.
Üçüncü
gün, bizden ayaklanacak üçüncü şahsın başkaldırdığı gündür. Güneşin Yengeç
burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşit olduğu, sonbaharın başladığı gündür. Bu
kalkış hakkın batıla direnmesi ve işin, (hali hazırda) olduğunun tersine dönmesidir.
Sonra
dördüncü gün, üzüntü, sıkıntı, gizlenme yerimiz olan mağaralarımıza döndüğümüz
ve Din Sahibinin “İslam garip olarak ortaya çıkmıştır ve sonunda tekrar
garip olacaktır. Gariplere müjdeler olsun? buyruğu üzere işin dönüştüğü
gündür. Durum, bizim şu an bulunduğumuz hal gibi, ortaya çıkış, başkaldırış ve
güneşin, kışın bitmesiyle oğlak burcuna dönmesi gibi gidişten sonra dönüş
vaktine kadar devam eder. “Bu, aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir?;
“Bizden belli bir makamı olmayan yoktur?; “Rızkı dar olan ise Allah'ın
kendisine verdiğinden versin?[102]
Kardeşim!
Bil ki Allah, bu müddet içerisinde iyiyi kötüden ayıracak; sabırları ve
kavuşacakları şeyleri ümit etmeleri sayesinde o ilim ehlini ulaşamayacakları
derecelere yükseltecektir. O halde ey kardeş! Zamanın rahat devam etmeyeceği
hakkında söylediklerimizi inkâr etme. Çünkü mutluluk ancak sıkıntıyla bilinir.
Adalet zulümle; sağlık, hastalıkla bilinir. İhvân-ı Safanın mutluluğu, iyi ve
kötü günde sıkıntıyı sabırla karşılamaları, Rablerine teslim olmaları ve
sükûnetle, gönül hoşluğuyla ona boyun eğmelerindedir.
Kardeşim!
Bil ki, söylediğimiz gibi dinî ve felsefî olmak üzere iki türlü kurban vardır,
bunların üçüncüsü yoktur. Dinî kurban, belirlenmiş özellikte iyi cinslerden,
şartları haiz belli hayvanların hac mevsiminde uygun yerde gerektiği gibi
kesilmesi emredilen kurbandır. Bunun en kıymetlisi fiyatı yüksek, cüssesi ve
görünüşü güzel ve eti yiyen için en iyi gıda ve doyurucu olandır. Şayet böyle
bir kurban helal maldan çıkarılıp gönül hoşluğuyla ve samimi bir niyetle ehline
verilirse makbul bir kurban, günahları bağışlatan (kef aret olan) ve kabul
olunmuş dua olur. îşte bu, şer’î kurbandır.
Felsefî
kurban da şer’î kurban gibidir. Ancak bunun sonunda, bedenlerin ölüme teslim
edilmesi ve korkunun terk edilmesi suretiyle bedenlerle Allah’a yakınlaşma
vardır. Hikâyesi Fâzen kitabında anlatılan, Sokrat’ın zehir içtiğinde
yaptığı gibi; Elma (et-Tuffaha) Risâlesi'nde anlatıldığı üzere
Aristo’nun ölmeden önce öğrencilerinin üzüldüğünü gördüğünde onlara sevinç
göstermesi, onlara konuşması ve vasiyeti gibidir.
Kardeşim!
Bil ki, kurbanların en büyüğü nefsin dünya sevgisini terk etmesi, dünyaya
gönül bağlamaması, ölümden korkmaması ve ölümü arzulamasıdır.
İhvân-ı
Safâ’nın kurbanı ise bütün bu özelliklerin tamamını dinî ve felsefîsiyle
birlikte içine alan kurbandır. Bu, İbrahim’in (a.s.), oğluna karşılık kurban
etsin diye kendisine bahşedilen, cennet yurdunda kırk mevsim otlamış koçla
gerçekleştirdiği yaklaşmadır. Eğer sen cennet yurdunda bir karış dahi otlamış
bir koç kurban etmeye imkân bulursan onu yap ve sakın ihmal etme. Bu hususta
çaba sarf etmek, örnek oluşturmak ve Allah Teâla’nın âlemini imar etmek için
elinden geleni yap. Allah’tan seni işittiklerini anlamaya muvaffak eylemesini
ve işittiğini anlayanlar zümresine dâhil etmesini dilerim.
Bu
konu, bütün ruhi yücelikleri içerdiği ve senin bu öğütlere uyduğun takdirde
melekleşme sürecin tamam olacağını bildiğimiz için, ayrıca bu konu senin o
makama ulaşmanı sağlamada sana bir hazırlık olacağı için bu risâleyi bu konuyla
bitirdik ve Faydalı Bilgileri Toplayan Fasıl diye isimlendirdik. Bu
konu, kitaba nispetle vücuttaki kalp ve bedendeki baş gibidir. Bu,
içindekilere vakıf olup, bütün yazdıklarımızı anladıktan ve bütün
anlattıklarımıza güvendikten sonra amaçlanan şeyin sonucudur.
Ey
kardeş! Bil ki, bu sözümüz sağlıklı aklın (akl-ı selim) sağlıklı
olduğuna şâhitlik eder. Rabbini arzulayan temiz ruhlar buna güvenir. Ufuklarda,
ruhlarda, yer ve göklerde yazılı ayetler, peygamberi (nebevi) ve semavi
kitapların işaret ettiği şeyler, peygamberlerin fiilleri ve onların bahsettiğimiz
bu işler üzere ittifakları, anlattığımız siyasetler, eski filozofların
faaliyetleri ve gökte bina edilenin benzeri tapınakları yeryüzünde bina
etmeleri bunu desteklemektedir.
Ey
kardeşim! Bil ki, söylediklerimiz hakkında şüphe duyan ve anlattıklarımızı
reddeden kişi bu konuda bağışlanabilir. Çünkü bu kimse ilim ve marifet sahibi
olmayan cahildir. O sarhoşluğunda kendini kaybetmiş, sapkınlığında
kaybolmuştur. Bizim söylediklerimizin doğru olduğunu bilmek ve doğruluğumuzu,
yanlışlığımızı sınamak isteyen, hareme girebilmek, makamda durabilmek (vakfe
yapabilmek) ve zemzemden içebilmek için bizim yaptığımızı yapsın, bizim
nefsimizle giriştiğimiz mücadeleye o da girişsin. Şayet Muhammedi şeriatın ve
Hâşimî dinin destekleyip kuvvetlendirdiği ve inançsızların (mülhitlerin) ve
peygamberleri inkâr edenlerin şüphelerini kaldırdığı şeyleri görürse ve böylece
bizi anlarsa, bizimle hemfikir olur ve bizim karşı çıktıklarımıza o da karşı
çıkar. Eğer dinde olan bir şeyin tersine bir kanıya kapılırsa, terk etmekte
mazurdur ve bu terkinden dolayı sevap alır. Ondan meydana gelen bu yanlış
kanıya itibarda ise sevap yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) kendisinden gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Allaha
isyan konusunda yemin yoktur.” Ey iyi ve merhametli kardeş! Allah seni iyilerin
makamına ulaştırsın. Seni, bizi, şehirlerde ve çöllerde yaşayan kardeşlerimizi
cehennem azabından korusun. Zira O, çok cömert ve bağışlayıcıdır.
Siyaset
Türleri ve Niceliklerinin Keyfiyeti hakkındaki dokuzuncu
risâle sona erdi. Bunu, Evrende Var Olan Hiyerarşinin Keyfiyeti
hakkındaki risâle takip edecektir.
İlahi
ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye
ve’ş-şer‘iyye)
Onuncu
-İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Elli BirinciRisâlesi
Bütün Âlemin Düzeninin Niteliğine Dair[103]
Rahmân
ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!
A |
llah’a
hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na
ortak koşulan varlıklar mı?”[104]
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Bil ki, büyük
âlem bütünüyle on bir tabakaya ayrılan bir tek küredir. Onların dokuzu, içi boş
ve şeffaf kürevî feleklerdir. Onun bütün gezegenleri de aynı şekilde küre
şeklinde, dairevî ve parlaktır. Tüm hareketleri dairevîdir.
İhtiva
ettiği bütün gezegen ve yıldızları kuşatan felek, yeryüzünün etrafında yirmi
dört saatte eşit olarak bir defa döner. Aynı şekilde her gezegen kendisine özgü
bir felek veya dairede belli bir zamanda döngüsel bir hareketle döner. “Yıldızlara
Giriş Risalesi”, “Gök ve Alem Risalesi” ve “Küreler ve Daireler
Risalesinde anlattığımız gibi, o her döndüğünde yeniden dönmeye başlar. Ay
feleğinin altında biri ateş ve hava, diğeri su ve toprak olmak üzere iki küre
vardır. Her biri küre şeklinde, sonrakileri kuşatan ve öncekilere bitişiktir.
Bunun
açıklaması şöyledir: Ateş, Ay feleğiyle onların başına, zemherinin tabiatıyla
onların sonuna bitişir. Zemherinin sonu, “UlvîEserler Risâlesi”nde
anlattığımız gibi, su ve toprağa bitişir ve onları kuşatır. Yeryüzü, bütün
deniz ve dağlarıyla bir tek küredir. O yeryüzünde dağlar ve nehirlerin şekliyle
dikkate alındığında her birinin sanki daire çevresinden bir yay parçası gibi
olduğu anlaşılır. Denizlerin şekli ise sanki küre şeklindeki cismin yüzeyinden
bir parça gibidir.
Kâinatın
halleri de böyledir. Düşündüğünde ve göz önünde bulundurduğunda onların çoğunun
küre şeklinde ve dairevî olduğunu görürsün. Bundan dolayı ağaçların
meyvelerinin ve yapraklarının çoğu, bitkilerin taneleri ve çiçekleri küre
şeklinde ve dairevîdir. “Geometri (Hendese) Risalesinde açıkladığımız
gibi, insanların ürettikleri şeylerin çoğu da böyledir. Onların halleri de
yine daire şeklindedir. Zamanın kıştan bahara, ilkbahardan yaza, yazdan
sonbahara, sonbahardan da kışa dönmesi gibi, başları sonlarına meyleder.
“Madde
(Heyûla) Risâlesi’nde açıkladığımız gibi, gece ve gündüzün
yer küresi etrafında dönmesi de böyledir. Nehir ve deniz suları ile bulut ve
yağmurların dönmesi de böyledir. Onlar dönen dolaba benzerler. Bu bulut ve
sisler, deniz ve nehirlerden yükselen buhardan meydana gelir. Rüzgârlar onları
bozkırlara ve dağ başlarına sürükler, orada yağmur yağar, vadilerde seller
toplanır, dönerek denizlere doğru gider, sonra ikinci defa yükselir. “Bu,
güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir"[105]
Bitkinin
hali ve toprak, su, ateş ve havadan oluşumu, dolap gibi dönmek suretiyle oraya
geri dönmesi de böyledir. Yine bitkinin büyüdüğü, tamamlandığı ve yetkinleştiği
görülür. Hatta en yüksek zirvesine ve olgunluğuna ulaşınca eskiyerek ve
bozularak oluştuğu şeye geri döner. Bu şöyle açıklanabilir: Bitki, unsurların
ince kısımlarını damarlarıyla emer ve bunlar hayvanın beslenmek için alacağı
yaprak, tohum ve meyveye dönüşür. Sonra bazılarının bedenlerinde et ve kan
haline gelir, bazılarınınkilerde ise tortu ve gübre olarak çıkar ve bitkilerin
beslenmesi için köklerine geri gönderilir, tekrar tohum ve meyveye dönüşür ve
hayvan onu yer. Bu durum düşünüldüğünde sanki dönen bir dolap gibi olduğu
görülür.
Bütün
hayvan bedenleri toprağa döner, çürür ve toprak olur. Daha önce açıklandığı
gibi, topraktan bitki, bitkiden hayvan olur. Bu düşünüldüğünde yine sanki dönen
dolap gibi olduğu görülür.
İnsanın
hallerini göz önünde bulundurduğunda yine hepsi dolap gibi döner. İnsanın
spermden (nutfe) olduğu, sonra yetiştiği, büyüdüğü, tamamlandığı, kendisinden
nutfe çıkacak duruma ulaştığı ve dolayısıyla şehvetini tatmin etmek ve
benzerini üretmek için çıktığı yere dönmeyi arzuladığı görülür. Aynı şekilde
onun oluşu, eksik kuvvetli ve zayıf yapılı şekilde olmaya başlar. Sonra en
güçlü çağma ulaşıncaya kadar yükselir ve artar. Daha sonra başlangıçta olduğu
gibi, ömrün en yaşlılık dönemine ulaşıncaya kadar düşüş ve eksilmeye başlar.
Nitekim Yüce Allah şöyle demiştir: “Biz insanı süzme çamurdan yarattık,
Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan
pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten
kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık
yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne uludur. Sizler, bütün
bunlardan sonra ölürsünüz.”[106]
Yine Yüce Allah dedi ki: “Size açıklamak ve belli bir süreye kadar
dilediğimiz şeyleri rahimlere yerleştirmek için sizi topraktan, sonra nutfeden,
sonra alakadan, sonra yaratılmış ve yaratılmamış et parçasından yarattık. Sonra
olgunluk çağına ulaşmanız için sizi çocuk olarak çıkarırız. Kiminiz ölür,
kiminiz de bildikten sonra bilemez hale gelmeniz için ömrün en yaşlı dönemine
ulaştırılırsınız”[107]
Yine dedi ki: “Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey
bilmez halde çıkardı”[108]
Ey
kardeş! Bil ki, Ay feleğinin altında bulunan bu varlıkların da aynı şekilde
varlık ve devamlılıkta bir düzen ve tertibi vardır. Sayı ve feleklerin
sıralanışı gibi, onların bazısı diğer bazısının altında sıralanmış ve sonları
baş taraflarıyla bitişmiştir. Bu şöyle açıklanır: Âlemin parçaları birbirini
kuşatınca ve bunlar on bir küre olunca onların dokuz tanesi felekler
âlemindedir. Onlar çevreleyen felekten başlar, Ay feleğinde sona erer. “Gök
ve Alem Risalesi’hde açıkladığımız gibi, onların sonu başlangıcına
bitişiktir. Onların ikisi Ay feleğinin altında olup ateş ve hava küresi ile su
ve toprak küresidir. Onlar dört tabiata ayrılmaktadır: Bunların ilki esir olup
Ay feleği altında yanan ateştir. Onun altındaki, aşırı soğukluk olan
zemheridir. Onun altındaki, aşırı nemli olan sudur. Onun altındaki, aşırı kuru
olan topraktır. “Oluş ve Bozuluş Alemi Risalesinde açıkladığımız gibi,
bu dört tabiatın tümelleri merkezlerinde korunmuş, sonları başlarına bitişmiş
ve tikellerinin bazısı bazısına dönüşmüştür.
Onların
tikelleri dediğimiz olanlar (kâinat), madenler, bitkiler ve
hayvanlardır. Onların felekler ve unsurların sırası gibi, sonları başlarına
bitişik bir düzen ve sıraları vardır. Bu şöyle açıklanabilir: Madenlerin
başlangıcı toprağa, sonu bitkiye bitişiktir. Bitkinin sonu hayvana, hayvanın
sonu insana, insanın sonu meleklere bitişiktir. “Ruhaniler Risalesinde
açıkladığımız gibi, meleklerin de aynı şekilde birinin başı diğerinin sonuna
bitişik olan birtakım mertebe ve makamları vardır. Bu bölümde dört unsurdan
meydana gelen maden, bitki ve hayvanların oluşturduğu kâinat/olanlar
mertebelerini anlatmak istiyoruz. Diyoruz ki; madenlerin ilki, toprağı izleyen
kireç/ alçı ve suyu izleyen tuzdur. Kumlu toprak olan kireç, yağmurlarla
ıslanır, sonra katılaşır ve kirece dönüşür. Tuz ise gübreli toprakla karışır,
katılaşır ve tuz haline gelir. Madenlerin sonuncusu bitkiyi takip eder. O,
mantar, pamuk ve benzeri şeylerdir. Maden gibi toprakta teşekkül eder; sonra
yağmurlu ve şimşekli ilkbahar günlerinde nemli yerlerde bitki gibi biter. Fakat
yaprağı ve meyvesi olmadığı için madenî cevherler gibi toprakta oluşur. Bu
yönüyle madene, diğer yönüyle bitkiye benzer. Diğer madenî cevher türleri bu
iki sınır, yani kireç ile mantar arasında yer alır. “Madenler Risalesinde
onların cins, tür, özellik ve yararlarını açıkladık.
Bitkiye
gelince; biz deriz ki: Varlıklara ait bu türün ilki madenlere, sonuncusu
hayvana bitişiktir(yani onlarla sıkı ilişkisi vardır). Bu şöyle açıklanabilir:
Ey kardeş! Bil ki, bitki mertebesinin ilk ve en aşağısı toprağı takip eden
hadraüddemen (gübre yeşili); sonuncu ve en üstünü hayvanı takip eden hurmadır.
Hadraüddemen toprak, kaya ve taşlar üzerinde keçeleşen toz topraktan başka bir
şey değildir. Sonra üzerine yağmur yağınca sabahleyin sanki ekin ve ot bitmiş
gibi yeşerir. Gün ortasında ona güneş sıcağı dokununca kurur ve gece nemi ve
tatlı rüzgârdan dolayı ertesi gün böyle olur. Mantar ve hadraüddemen
aralarındaki yakınlaşma sebebiyle ancak komşu bölgelerde ilkbaharda biter.
Çünkü bu bitkisel bir maden, öteki madenî bir bitkidir.
Hurma,
hayvanlığı takip eden son bitki mertebesidir. Hurma, hayvani bir bitkidir.
Çünkü onun bazı hal ve fiilleri cisminin bitkisel olmasına rağmen
bitkininkilerden farklıdır. Bu şöyle açıklanır: Etkin kuvve edilgin kuvveden
ayrıdır. Bunun delili, ondaki erkek şahıslarının dişi şahıslarından farklı
olmasıdır. Hayvanda olduğu gibi, şahıslarındaki erkeklikten dolayı dişisini
aşılar. Diğer bitkileri etkileyen güç, etkilenenden şahıs olarak değil, sadece
bilfiil ayrıdır. Nitekim bunu “Bitki Risâlesi”nde açıkladık. Hurma
şahıslarının başları kesildiğinde kurur, büyümeleri ve gelişmeleri durur. Bu
aynen hayvanların boyunlarının kesildiğinde hareketsiz kalıp ölmelerine benzer.
Bu itibarla hurma, bedeniyle bitki, nefsiyle hayvandır. Çünkü fiilleri hayvani
nefsin fiilleri, beden şekli bitkinin şeklidir. Üksus[109] adlı
başka bir bitki türü daha vardır ki bedeni bitkisel olsa da fiili hayvani
nefsin fiilidir. Bu bitki türünün diğer bitkilerde olduğu gibi toprakta sabit
bir kökü ve onlarınki gibi yaprakları yoktur. Bilakis o, ağaçlara, ekinlere,
baklalara ve otlara yönelir, ağaç yaprakları ve bitki dalları üzerinde hareket
eden, onları kemiren, onlardan yiyen ve beslenen kurtçuğun yaptığı gibi onların
nemlerinden emer ve beslenir. Bu bitki türünün bedeni bitkiye benzese de
nefsinin fiili hayvanın fiiline benzer.
Anlattıklarımızla
bitkisel mertebenin sonunun hayvani mertebenin başlangıcına bitişik olduğu ve
diğer mertebelerin bu iki mertebe arasında yer aldığı açıklığa kavuşmuştur.
Ey
kardeş! Bil ki, bitki mertebesinin başının maden mertebesinin sonuna ve maden
mertebesinin başının da toprak ve suya bitişik olduğu gibi, hayvan mertebesinin
başlangıcı da bitki mertebesinin sonuna bitişiktir. Nitekim bunu daha önce
açıkladık.
Bil
ki, hayvanların en aşağısı ve en eksiği, sadece bir tek duyusu olan salyangozdur.
O, salyangoz kabuğu içinde bulunan bir kurtçuktur. Bu salyangoz kabuğu bazı
deniz sahilleri ve ırmak kenarlarındaki kayalarda biter. Bu kurtçuk, bedeninin
yarısını bu kabuğun karnından çıkarır, bedeninin besleneceği gıda maddesi
arayarak sağa sola yayılır. Nem ve yumuşaklık hissettiği zaman ona doğru
yayılır. Sertlik ve katılık hissettiğinde ise bedenine zarar verecek ve
vücudunu bozacak şeyden kaçınmak için büzülür ve bu kabuğun içine gömülür.
Onun işitme, görme, koklama ve tatma duyuları yoktur; sadece dokunma duyusu
vardır.
Deniz
çukurları ve nehir derinliklerinde çamurda bulunan kurtçukların çoğunun da aynı
şekilde işitme, görme, tatma ve koklama duyuları yoktur. Çünkü ilahi hikmet
hayvana sadece yararı çekme ve zararı itmede ihtiyaç duyduğu organı vermiştir.
Zira ona ihtiyaç duymadığı bir şeyi vermiş olsaydı bu onun korunması ve
varlığını sürdürmesinde kendisine kötülük olurdu.
Bu
tür hayvani ve bitkiseldir. Çünkü bedeni bazı bitkiler gibi biter ve ayakları üstünde
durur. O, bedeniyle ihtiyarî hareket etmesinden dolayı hayvan, birden fazla
duyusunun olmamasından dolayı da en düşük mertebeli hayvandır. Bu duyu da bitkilerle
ortaklaşa sahip olduğu bir duyudur. Bitkilerin de sadece dokunma duyuları
vardır.
Bitkinin
dokunma duyusunun olduğunun delili, köklerini nehir ve nemli yerlere doğru
uzatması ve kayalar ve kuru yerlere doğru uzatmaktan kaçınmasıdır. Aynı şekilde
yatağı dar bir yere rastlayınca geri döner ve geniş yer arar. Eğer üstünde bir
tavan varsa onun yukarı gitmesini engeller; yanında onun için bir delik
bırakılırsa o tarafa doğru yönelir; hatta uzayınca oradan başını çıkarır.
Bunlar bitkinin ihtiyacı ölçüsünde his ve temyiz gücünün olduğunu gösterir.
Bitkide
acı çekme hissi yoktur. Çünkü bitki için acının yaratılması, ilahi hikmete
uymaz. O, hayvana verdiği gibi bitkiye def etme aracı vermemiştir. Hayvana acı
çekme hissi verildiği için ya kaçmak ya da kaçınmak ve uzak durmak suretiyle
def etme aracı verilmiştir.
Anlattıklarımızla
bitkiyi izleyen hayvanlık mertebesinin niteliği açıklığa kavuşmuştur.
İnsanlığı izleyen hayvanlık mertebesinin niteliğini anlatmak ve açıklamak
istiyor ve diyoruz ki; insanlık mertebesini izleyen hayvanlık mertebesi, bir
açıdan değil, birkaç açıdandır: İnsanlık mertebesi, erdem ve hasletlerin
kaynağı olunca onlara sadece bir tek hayvan türü değil, birçok tür sahip olur.
Maymun gibi bazı hayvanlar beden şekliyle insan mertebesine yakındır. Güzel
huylu at, insancıl kuş güvercin, zeki kalpli fil, çok ses, nağme ve melodisi
olan bülbül ve papağan, ince ürünlü bal arısı gibi bazıları da ona nefsanî
huylarla yakındır. İnsanın faydalandığı veya insana yakın duran hiçbir hayvan
yoktur ki nefsinde insan nefsine yakınlık üstünlüğü olmasın.
Maymunun
bedeninin şekli insan bedeninin şekline yakın olduğu için onun nefsi insan
nefsinin fiillerine benzer. Bu onda görülmekte ve insanlar arasında tanınmaktadır.
Güzel huylu atın bedeni, ahlâkının güzelliğinden dolayı kralların bineği olma
mertebesine çıkmıştır. Hatta o, yüksek edebinden dolayı kralın huzurunda
bulunduğu veya kral ona binmiş olduğu sürece idrar ve dışkısını yapmaz. Bunun
yanı sıra onun yiğit adamda olduğu gibi, zekâ, heyecanda ileri atılma, saldırı
ve yaralamada sabır özellikleri vardır. Nitekim şair onu şöyle tasvir
etmiştir:
Bir
süvari bana yaralanmadan yakınınca
Farklı
yaralama esnasında ona ilerle dedim
Beni
gördüğünde özrünü kabul etmem
Geme
yapıştı ve kişnedi
Fil,
zekâsıyla konuşmayı anlar, emir ve yasakla yükümlü akıllının uyduğu gibi emir
ve nehye uyar.
Bu
hayvanlar, kendilerinde görünen İnsanî üstünlüklerden dolayı insanlık mertebesini
takip eden hayvanlık mertebesinin sonunda yer alırlar. Diğer hayvan türleri bu
iki mertebe arasında yer alır.
İnsanlık
mertebesini izleyen hayvanlık mertebelerini anlatmayı tamamladık. Şimdi önce
hayvanlık mertebesini izleyen insanlık mertebesinden bahsetmek istiyoruz:
Bil
ki, hayvanlığı takip eden insanlık mertebesinin en düşüğü, duyulurlardan başka
iş bilmeyen, cisimsel olanlardan başka hayır tanımayan, bedeninin iyiliğinden
başka bir şey düşünmeyen, dünya ziynetinden başka bir şeye rağbet etmeyen,
ulaşamayacaklarını bildikleri halde dünyada ebedî kalmak isteyen, hayvanlar
gibi yeme ve içmeden başka bir lezzet arzulamayan, domuz ve eşekler gibi cima
ve evlilikten başka bir şeyde yarışmayan, karıncalar gibi ihtiyaç
duymadıklarını toplayarak, kargalar gibi faydalanmadıklarını severek dünya malı
biriktirmekten başka bir şeye tamah etmeyen, tavus kuşu gibi elbise boyamaktan
başka süs bilmeyen, leşe üşüşen köpekler gibi dünyanın enkazına düşkünlük
gösteren kimselerin mertebesidir. Bunların bedenleri insan bedeni gibi olsa da
nefislerinin fiilleri hayvani ve bitkisel nefis fiilleri gibidir.
Melekler
mertebesini izleyen insan mertebesi, nefisleri gaflet ve cehalet uykusundan
uyanmış, ilim ve bilgi ile canlanmış, basiret gözleri açılmış olan ve böylece
kalplerinin ışığıyla duyularından uzak kalan ruhânî konuları ve aklî varlıkları
gören, cevherlerinin saflığıyla ruhlar âlemini müşahede eden ve orada bulunan
yaratık türlerini fark eden kimselerin mertebesidir. O, cisimsel maddeden
soyutlanmış surettir. Onlar, meleklerin, Rabbinin ruhânî ve kürevî ordularının
ve bütün arş taşıyıcılarının türleridir. Onların hallerini bilir. Onların
sevinci, zevki ve mutluluğu onun için açıktır. O (insan mertebesi) onlara
özlem duyar, onları ihtirasla talep eder, dünyalıların mutluluğu ve bedenler
âlemindeki oluş konusunda zahitlik eder, cismânî şehvetlerini aramayı bırakır,
maddî zevkler tatmaktan yüz çevirir, bedeniyle burada olsa da düşüncesiyle
orada olur. Bilgi arayışı, işlerin iç yüzünü araştırma uğrunda gecesini
tefekkürle, gündüzünü açlıkla geçirir, bedensel hayatını devam ettirecek bir
kırıntı ve avretini örtecek bir kumaş kadar dünya malına belli bir vakte kadar
razı olur, dünyada nefsiyle melekler türünden olduğu halde bedeniyle türünün
fertleri olan insanlarla beraber yaşar.
Ey
kardeşim! Onların istediklerini isteme konusunda çalış, onlarla dost olmaya
rağbet et, onların geleneğine uy ve onların yaşadığı gibi yaşa! Umulur ki
onların zümresi içinde yerleşme yurdu olan cennete sevk edilirsin. Nitekim şanı
yüce olan Allah şöyle zikretti, vaat etti ve dedi: “Rab’lerinden korkanlar
cennete zümreler halinde sevk edilirleri Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve
sellem dedi ki: “Kişi kıyamet günü sevdikleriyle birlikte haşrolur”
Allah şöyle dedi: “De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah
da sizi sevsin”[110]
[111]
Peygamberlerin yolunu ve araştırmacı müminlerin özelliklerini ilimlerin
ilginçlikleri, edeplerin boyutlarını, nefsin eğitimi, ahlakın iyileştirilmesi
konusunda öğrettiğimiz 51 risâlede açıkladık. Ey kardeş! İnşallah Allah
seni onları okumaya, manalarını anlamaya ve içindekileri uygulama konusunda
başarıya ulaştırsın.
“Bütün
Âlemin Düzeninin Niteliği” hakkındaki onuncu risâle bitti.
Onu, “Sihir, Büyü ve Göz Değmesinin Mahiyeti” hakkındaki risâle takip
etmektedir.
İlahi
ve Dînî Yasalara Dair İlimlerin
(el-Ulûmu’n-nâmûsiyye ve’ş-şer‘iyye)
On Birinci -İhvân-ı Safâ Risâlelerinin Elli İkinciRisâlesi
Sihir, Büyü ve Göz Değmesinin Mahiyeti Hakkında[112]
Rahman
ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla!
A |
llah’a
hamd, seçtiği kullarına selam olsun, “Allah mı daha hayırlıdır yoksa O’na
ortak koşulan varlıklar mı?”[113]
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, biz bundan
önceki elli risâlede ilmin fenlerini ve hikmetin ilginçliklerini açıkladık,
onları düzene koyduk, birçok ilmi, çok sayıda amacı ve derin hikmetleri onların
içinde topladık ve onları yararlanacak öğrencilerin derecelerinin ve
arayıcıların mertebelerinin gerektirdiği şekilde sıraladık. İlmi ehli olmayan
ve değerini bilmeyen kimseye bolca vermemiz nasıl uygun değilse, aynı şekilde
danışan ve arayan kimseyi ondan alıkoymamız ve hak edene cimrilik etmemiz de
caiz ve helal değildir. Değerli kardeşlerimizden (ihvan) bu risâleleri
elde eden herkesin layık olan kimseye bunlardan kavrayışına yakın olan ve onun
işine yarayacağını veya mertebesine uygun olduğunu bildiği şeyleri “Fihrist
Risalesinde yaptığımız sıralamaya göre tedricî olarak iletmesi gerekir.
Nefsi ilimde bir dereceye yükseldikçe ve bilgide bir mertebeye ulaştıkça daha
sonrakine çıkar ve nefsi yetkinlik mertebesine varıncaya kadar onları izleyen
şeylere sevk edilir.
Biz
bütün risâleleri dört kısma ayırdık: Birinci kısım, kendisiyle başlanan matematik
kısım; ikinci kısım, onu izleyen cismânî ve tabii kısım; üçüncü kısım, nefsanî
ve aklî kısım; dördüncü kısım ise onların sonuncusu olan kanunî (nâmusi)
ve İlahî kısımdır.
Bu
risâle, dördüncü kısım risâlelerin sonuncusu, elli birinci risâledir. Burada
sihrin mahiyetini ve tılsım işinin niteliğini açıklamak istiyoruz. O, meşhur
ilim ve bilgilerden ve kullanılan hikmetlerden biri gibidir. Onu âlimlerden
duyduklarımız ve bizden önce geçen insanların kitaplarından öğrendiklerimizle
kanıtlayacağız.
Kardeşim!
Allah yardımcın olsun! Bil ki, bugün biz gafil insanların çoğunun sihirden
bahsedildiğini duyunca, onlardan birinin onu doğrulamasının imkânsız olduğunu,
onu üzerinde düşünülmesi ve bilgisiyle süslenilmesi gereken ilimler toplamından
sayan kimseyi tekfir ettiklerini gördük. Bunlar, zamanımızın âlim geçinenleri
ve geri kalmış ve insanların havas ve seçkinleri olduklarını iddia eden yeni
yetme filozoflarıdır. Çünkü onlar, ister kıt akıllı bir budala, ister ahmak bir
kadın, isterse bunak bir aptal kocakarı olsun bu ilimle uğraşanları ve onu
tanımadan elde etmeye dalanları görünce ve onlardan gelen bir sihir ve tılsım
bahsini işitince cahillikle ve yalan ve hurafe tasdikçiliğiyle suçlanmamak için
buna katılmaktan uzak durdular. Çünkü bu ilmi öğrenmek isteyen bu değersiz
kimseler, onu, talebi gerektiren bir bilgi ve onunla ilgili bir maksat ve amaç
olmadan düşük ve adi amaçları için istiyorlar. Onlar bunun hikmetin bir
parçası, daha doğrusu hikmet ilimlerinin bir kısmı ve sonuncusu olduğunu
bilmediler. Çünkü onun kalbi ondan önce gelen ilimleri öğrenmeye ihtiyaç
duyar. Üç şeyin, yıldızlar, felekler ve burçların bilgisi olan astroloji (ilm-i
nücûm) bunlardandır.
Burçlar
on iki, felekler dokuz ve bilinen yıldızlar bin yirmi dokuzdur. Bunların dokuzu
gezegendir. Bunları bu kitabın birinci kısmının üçüncü risâlesinde belirttik.
Bu, takdimine ihtiyaç duyduğu her şeyi yıldız bilimlerine dâhil eder. Ama
burçlar, yıldızlar ve feleklerden başka birisi baş, diğeri kuyruk olarak
adlandırılan iki düğüm de onlardandır. Baş uğura, kuyruk uğursuzluğa delalet
eder. Onlar ne iki yıldız, ne de iki görünür cisimdir; fakat onlar iki gizli
olgudurlar. Zatlarının gizli, fiillerinin açık olması, âlemde hisse gizli kalan
nefisler olduğuna delalet eder. Onların fiilleri açık, özleri (zât)
gizlidir. Bundan önceki risâlede belirttiğimiz gibi onlar, ruhânîler, melek
cinsleri, cin kabileleri ve şeytan grupları olarak adlandırılırlar. İlim, sihir
ve tılsım erbabı bunu bilir. Bu manayı tam ve yetkin olarak öğrenmek için bizim
bundan önceki risâlemizi oku. Ey kardeş! Onu okuduğunda ruhânîlerin bu
âlemdeki fiilleri senin için gerçekleşecektir. Nitekim biz bunları orada
zikrettik, sıraladık ve açıkladık. Onların delaletlerini bildikten sonra
yıldızların fiillerini ve Ay feleği altındakilere etkilerini bilmek ise ruhânî
hikmet, İlahî destek ve rabbani inayetten bir parçadır. Bu ilmi bilen meşhur
âlimlerin en büyüğü, Almagest (el-Mecistî) ve bu ilimle ilgili diğer
kitapların sahibi olan Batlamyus ve öteki âlimlerdir.
Kardeşim!
Bil ki, yıldızlar Allah’ın melekleri ve göklerinin krallarıdır; onları âleminin
imarı, halkının yönetimi ve kullarının siyaseti için yaratmıştır. Onlar
Allah’ın yeryüzünde kullarını gözeten ve peygamberlerinin şeriatlarını kulları
üzerindeki hükümlerini onların yararına ve düzenlerini en iyi şekilde muhafaza
ederek uygulamak suretiyle koruyan halifeleridir.
Kardeşim!
Allah yardımcın olsun! Bil ki, bu yıldızların bu âlemdeki tüm cisim, ruh ve
nefisler üzerindeki etki ve eylem şekillerini ilimde derinleşenler, bilgilere
erişenler, İlahî ilimleri düşünenler ve Allah’ın yardımı ve ilhamıyla
desteklenenlerden başkası bilemez.
Kardeşim!
Bil ki, tümel ruhtan âleme doğru giden ilk güç, sabit yıldızlar denilen üstün
parlak şahıslarda, onlardan sonra gezegenlerde, daha sonra onların altında yer
alan ve maden, bitki ve hayvan şahıslarının oluşumunu sağlayan dört unsurda
bulunur.
Kardeşim!
Bil ki, tümel nefis güçlerinin tümel ve tikel bütün cisimlere geçmesi, Güneş ve
yıldızların ışığının havada ve ışınlarının mahallerinde yer merkezine doğru
yayılması gibidir.
Bil
ki, gezgin yıldızlar (gezegenler) dolaşma ve yükselişte olması ve bazısının bazısından
müzik oranı denilen en üstün oranda meydana gelmesi belli bir zamana tesadüf
edince o sırada bu güçler bu güçler tümel nefisten yayılır ve bu yıldızlar
vasıtasıyla bu âleme ulaşır; dolayısıyla olanların durumu en dengeli mizaç, en
sahih tabiat ve en kaliteli düzene göre gerçekleşir ve bu haller mutluluk
olarak adlandırılır. Eğer hal, belirttiğimizin tersine cereyan ederse, durum da
tersine olur. O zaman bu ilk yönelişle değil, fakat “Düşünceler ve Görüşler
Risâlesi’nde kötülüklerin nedenleri ve sebepleri bağlamında açıkladığımız
gibi arızî sebeplerle olur. Ey kardeşim! Bunları oradan öğren.
Ey
kardeş! Bil ki, kâinatın olmadan önceki bilgisinde hiçbir insan için yarar yoktur.
Çünkü bu, hayatı çekilmez kılar. Bu ilim ancak kendisiyle ondan daha üstün
olana yükselmek ve sebepler ve nedenleri bilmek suretiyle içindeki kötülüğü
bilmek için istenir. Böylece nefis, gaflet ve cehalet uykusundan uyanır, hata
ölümünden sonra dirilir, basiret gözü açılır, mevcutların hakikatlerini bilir
ve geri dönüş (me’âd) işi gerçekleşir; dolayısıyla dünyada züht hayatı
sürdürür, musibetlere aldırış etmez ve Resulullah’dan (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) nakledildiği gibi, astroloji ve felek hükümlerinin gereklerini
öğrendiği zaman üzülmez ve kaygılanmaz. Nitekim o şöyle demiştir: “Kim
dünyada züht hayatı yaşarsa musibetler onun için önemsiz hale gelir’.’
Allah Teâlânın şu sözü bunu doğrulamaktadır: “Kaçırdığınıza üzülmeyesiniz ve
elinize geçene sevinmeyesiniz diye... ”[114]
Ey
kardeş! Bil ki, bu ilimler beş kısma ayrılır: Birincisi, fakirliği ortadan
kaldıran ve sıkıntıyı gideren kimya ilmi; İkincisi, olmuş ve olacak şeyleri
anlamaya yarayan astroloji hükümleri ilmi; üçüncüsü, halkı hükümdarlara ve hükümdarları
meleklere bağlayan sihir ve tılsım ilmi; dördüncüsü, bedenlerin sağlığını
koruyan ve hastalık musibetlerini iyileştiren tıp ilmi; beşincisi, nefsin kendi
özünü bilmesini ve yerleştiği yerde soyutlandıktan sonra şereflenmesini
sağlayan soyutlama (tecrid) ilmidir. Bir risâlemizde yıldızlar hakkında
bir mukaddime ve bu risâleden önce bilgisi konusunda kendisine ihtiyaç duyulan
bir şey olarak konuştuk. Sihir ve tılsım ilmi, astroloji hükümleri ilmine
tabidir, onu takip eder ve onunla ilgilidir. Onunla ilgili faydalar çok ve
meşhurdur. Tılsımların haberi ve onların çok olduğu işitilmiştir. Baş olanın ve
zeytinin naklettiğinin haberi, timsah tılsımı, tahtakurusu tılsımı, yılan
tılsımı, akrep tılsımı, eşekarısı tılsımı ve bir topluluktan sürekli kendisiyle
ilgili haberler duyulan daha başkaları. Onlar üzerinde farklı zamanlarda ve
değişik şekillerde ittifak caiz değildir.
Bununla
birlikte eskilerin kitaplarında belirttikleri şeylerin ve yazdıkları haberlerin,
bu ilmi inkâr edenlere ve şehâdet bakımından doğru olduğunu iddia eden kimseyi
yalanlayanlara anlatılan şeyler olması gerekir. Bunlardan konusu taliplerine
gizli kalmayan ve beyinsizlerin bizi yalanlamaya yol bulmadıkça söyleyeni
yalanlanamayan ünü yaygın şeyler anlatılır. Biz diyoruz ki; filozof Eflatun,
Siyaset Kitabı nın ikinci bölümünde onun değerinin yüceliğini ifade etti. Dedi
ki; Oruba şehri halkından olan Corcius koyun güden bir adamdı, o dönemde Oruba
şehrini yöneten kişinin ücretlisi idi. O zaman yağmur gelmiş, beraberinde
depremler olmuş, dolayısıyla yeryüzünün bir yeri yarılmış ve koyun güden bu
adamın olduğu yerde bir çukur meydana gelmişti. Adam bu çukuru görünce şaşırdı
ve oraya indi. Orada birtakım ilginç şeyler gördü. Orada mevcut diğer şeyler
yanında bir de bakırdan yapılmış bir at vardı. Elinde yarık bir küre vardı.
Atın karnında da böyle bir küre gördü. Atın karnında bir miktarı ölü olan bir
insan olunca gördüğü şey insan miktarından çoktu. Üzerinde elindeki altın
yüzükten başka bir şey yoktu. Bu yüzüğü aldı ve çukurdan çıktı.
Çobanlar,
her ay sürülerinin durumunu krala arz etmek için gerçekleştirdikleri toplanma
âdetlerine uygun olarak toplandılar. O çoban da bu yüzüğü takmış olarak onlarla
birlikte geldi. O diğer çobanlarla birlikte otururken eli birden yüzüğe gitti.
Rahatını izleyen şey sebebiyle onu parmağında taşı içeri girinceye kadar
çevirdi. Bunu yapınca birlikte olduğu oturanların gözünden kayboldu. Hatta onun
oturduğunu fark etmediler ve onu görmediler. Kendilerinden yüz çevirdiğini
gösteren bu olay hakkında konuşmaya başladılar. O bu konuşmaya hayret ediyordu.
Sonra o, elini yüzüğe attı ve taşını dışarı çevirdi. Onu çevirince topluluk onu
görmeye başladı. Bunu anlayınca kendisinde bu gücün olup olmadığını görmek
için yüzüğüne vurdu. Ondan bu özelliğin aynen açığa çıktığını gördü. Şöyle ki
yüzüğün taşını içeri çevirince gizlendi ve gözden kayboldu, dışarı çevirince
açığa çıktı ve insanlar onu gördü. O sırada yüzüğündeki bu özelliği deneyince
sinsice davrandı ve elçiler sayısınca krala varmaya çalıştı. Ona ulaşınca onu öldürdü
ve şimdi onunla birlikte oldu.
Bir
düşün, Filozof Eflatun un fazilet ve aklına rağmen siyasetle ilgili telif ettiği
herhangi bir kitabında bu mucizeyi yazdığını görüyor musun? Bununla birlikte
onun yukarıda anlatılan bu yüzük tılsımının sonrasında bir gaye olan hikmetten
dolayı yapıldığını düşündüğü kabul edilebilir ve sanılabilir. Öyle ki fiil
gücünde, uyguladığı işte kendisinden çıktığı dereceye vardı. Ancak bu yeni
yetmeleri böyle bir olayı yalanlamaya ve inkâr etmeye sevk eden sebep,
içlerindeki tembellik, öğrenme arzusundaki zayıflık, guru ve hayâ azlığıdır.
Bunlar bu ilimleri inkâr etmeye ve onun doğruluğunu savunan kimseleri
yalanlamaya yöneliyorlar. Çünkü onlar bunu kendileri için daha kolay ve daha
zahmetsiz buluyorlar.
Ey
kardeş! Onların yolundan git, onları örnek al, onlara katıl veya onlara benze.
Daha doğrusu, mutlu olmak ve bahtiyarlar ve şehitlerle birlikte başarılı olmak
için ebediyen arayış fikrin, doğruya ulaşma amacın, hikmeti elde etme ve anlama
arzun olsun.
Sonra
İbn Ma şer Cafer bin Muhammed bin el-Müneccim anlattı. Müzakere Kitabında Şadib
bin Bahr’a dedi ki; bana Muhammed bin Musa Enes el-Harezmî anlattı. O da dedi
ki; bana Yahcub bin Mansur el-Müneccim anlattı. Dedi ki; ben ve bir grup
müneccim Me mun’un yanma gittik. Yanında bir topluluk ve önceden haber veren
bir insan vardı. Biz onu tanımıyorduk. Kadıları çağırdı, onlar gelmeden bana ve
gelen müneccimlere dedi ki; gidin, bir şey ile ve feleğin doğruluğuna ve
yanlışlığına delalet etmediği güçlerle iddiada bulunan bir insanın iddiası
için bir doğan tutun. Me’mun, bize, onun önceden haber veren birisi olduğunu
bildirmedi. Bazı sahanlara geldik, doğanı sıkıca bağladık ve onu tasvir ettik.
Doğanda bir dakika içinde Güneş ve Ay ortaya çıktı. Takım yıldızında Oğlak
burcu ve Jüpiter, doğana bakıyor. Dedi ki; benim dışımda gelenlerin hepsi onun
doğru olduğunu iddia etmiyor. Ben dedim ki; o doğrudur ve onun Zühre ve
Utarit’le ilgili delili vardır. Onun talep ettiği şeyin doğrulanması, doğru
olmaz, onun için tamamlanmaz ve düzene girmez.
Dedi
ki; nereden? Dedim ki; çünkü Güneş talihsiz olunca sebeplerin doğruluğu,
Jüpiter’den, Güneş’in üçlenmesinden veya önünün kapatılmasındandır. Bu hal,
Jüpiter’in düşüşüdür. Jüpiter ona muvafakat gözüyle bakar. Ancak o bunu bu burç
için yuvarlak hale getirir. Burç onu kendisi için yuvarlak yapar. Düzeltme ve
doğrulama gerçekleşmez. Venüs ve Utarit’le ilgili delil hakkında söyledikleri,
bir çeşit saçmalama, süslü söz ve aldatmadır.
Buna
şaşırdı ve “Aferin sana!” dedi.
Adamın
kim olduğunu biliyor musunuz? Ben “Hayır” dedim. Dedi ki: “Bu adam kendisinin
peygamber olduğunu iddia ediyor.”
Dedim
ki: “Ey Müminlerin Emiri, onun bununla ilgili delili var mı?” Ona sordu. Dedi
ki: “Bende taktığım iki taşlı bir yüzük var, bende hiçbir değişiklik olmuyor;
ama benden başkası taktığında gülüyor ve onu çıkarıncaya kadar kendisini
gülmekten alamıyor. Yanımda bir Şâniy üretimi bir kalem var, onu tutup onunla
yazıyorum; fakat onu benden başkası tuttuğunda parmağı hareket etmiyor.”
Dedim
ki: “Efendim, bu Venüs ve Merkür kendi işlerini yaptılar.” Me’mun ona dediğini
yapmasını emretti, o da yaptı. Biz bunun bir tılsım tedavisi olduğunu anladık.
Me’mun,
peygamberlik iddiasından vazgeçinceye ve yüzük ve kalemde başvurup uyguladığı
hileleri anlatıncaya kadar günlerce onunla birlikte oldu. Sonra Me’mun ona bin
dinar verdi. Sonra biz ona bir lakap taktık. O zaman o, astrolojide insanların
en bilgilisidir.
Kuranda
birçok yerde sihirden bahsedilmesine ve bu bahsin tekrarlanmasına gelince;
Bakara suresinde söylenen, bunu bir örneğidir: “Süleyman (büyü yaparak) küfre
girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve Babil’deki Harut ve Marut adlı iki
meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki
melek; ‘biz ancak imtihan için gönderilmiş iki meleğiz, sakın küfre girme;’
demedikçe kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan erkek
ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar,
Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi!’[115]
Sihrin
gücü ve onun kişi ile karısının arasını açtığına dair bilgisi ulaştığına göre
bundan sonra geriye ne kalmıştır? Kuran bize anlattıktan ve biz doğruluğunu öğrendikten
sonra bu haber hakkında artık şüphe olur mu? Aziz ve Çelil Allah, Mâ ide
suresinde şöyle buyurdu: “Hani sen İsrailoğullarına açık mucizeler
getirdiğin zaman ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler; bu
ancak açık bir büyüdür, demişlerdi!’[116]
Allah, birinin ağzından Enam suresinde şöyle buyurdu: “Eğer sana kâğıda
yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı yine o inkâr
edenler; bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdi’.’[117]
Allah Azze ve
Celle,
Araf suresinde şöyle buyurdu: “Firavunun kavminden ileri gelenler dediler
ki: Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.
Firavun, ileri gelenlere dedi ki: Öyleyse siz ne düşünüyorsunuz? Onlar dediler
ki: Musa ve kardeşini (bir süre) beklet ve şehirlere toplayıcılar yolla, bütün
usta sihirbazları sana getirsinler. Sihirbazlar Firavuna geldiler ve dediler:
Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi? Firavun
dedi ki: Evet, üstelik siz benim en yakınlarımdan olacaksınız. Dediler ki: Ey
Musa, ya önce sen at ya da önce atanlar biz olalım. Musa, siz atın, dedi. Bunun
üzerine onlar (ellerindekileri) atınca insanların gözlerini büyülediler ve
onlara korku saldılar, büyük bir sihir yaptılar”[118]
[119]
Kuran'ın
sihre önem verdiğini görmüyor musun? Allah Teâlâ şu surede buyurdu ki: “Sihirbazlar
secdeye kapandılar”5 Yine orada: “Dediler ki: Bizi büyülemek
için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”[120]
Yunus suresinde: “İçlerinden bir adama, insanları uyar ve iman edenlere,
Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye
vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki kâfirler; bu apaçık bir
sihirbazdır, dediler”[121]
[122]
Allah Teâlâ yine aynı surede: “Katımızdan kendilerine hak gelince, şüphesiz
bu apaçık bir sihirdir, dediler”" Allah Teâlâ, İsra suresinde dedi ki:
“Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında
konuşurlarken o zalimlerin; siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz, dediklerini
çok iyi biliyoruz”[123]
Yine orada: “Ant olsun, biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrail
Oğullarına sor: Hani Musa onlara gelmiş ve Firavun da ona: Ben senin kesinlikle
büyülendiğini zannediyorum ey Musa, demişti!"[124]
Allah Teâlâ, Tâhâ suresinde buyurdu ki: “Şöyle dedi: Ey Musa, sihrin ile
bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Biz de mutlaka sana karşı onun gibi
bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda uygun bir yerde senin de
bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle!"[125]
Yine orada: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve
en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar’."[126]
Yine orada: “Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları
sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor”[127]
Yine orada: “Şüphesiz ki biz, günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri
affetmesi için Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve
daha kalıcıdır”[128]
Ey
kardeş! Allah yardımcın olsun, bu da Kuranın bu yerlerde sihri tekrar takrar
anmasında duyduğun ve gördüğün gibidir. Onu asılsız bir batıl olarak mı görüyorsun?
Kullardan birini büyülemekten ve bunu söylemekten Allah’a sığınırım! Şimdi aynı
şekilde diğer şeriat sahiplerinin tâbi oldukları şeylere ve uydukları ve
doğruluğunu tasdik ettikleri kitaplarda olanlara dönüyoruz. Tevrat’ta yazılı
olan ve iki ümmetin, Yahudiler ve Hıristiyanların birlikte itibar ettikleri ve
doğruluğunu ikrar ettikleri şeyler bu gruptadır. Tevrat, Yahudilerin ve
Hıristiyanların ellerinde aralarında hiçbir farklılık olmaksızın, bilakis
doğruluğu ve içindekilerin hakikati konusunda ittifak ederek İbranice,
Süryanice ve Arapça olarak mevcuttur. Orada Isu kıssası hakkında şöyle dediği
yazılıdır: “Isu, avcı İshak’ın oğluydu. O her ava çıktığında Kenan oğlu İbn-i
Nemrud da çıkıyor ve şöyle diyordu: “Benimle seni yendiğim takdirde avını almam
üzere güreş.” İbn-i Nemrud’un üzerinde Âdem’in cennetten çıkarken üstünde
bulundurduğu gömlek vardı. Onda Allah’ın yarattığı vahşi hayvan, kuş ve deniz
hayvanlarının resimleri vardı. Âdem vahşi bir hayvanı veya başka bir şeyi avlamak
istediğinde elini gömleğinde onun üzerine koyuyordu. Bu şey, o gelip alıncaya
kadar şaşkın, durmuş ve kör halde kalıyordu. İbn-i Nemrud, Isu bin İshak ile
her güreştiğinde onu yakalıyor, yere çalıyor ve avını alıyordu.
Isu’ya
yapılan bu muamele uzayınca İbn-i Nemrud’un yaptığı şeyi babası İshak’a şikâyet
etti. İshak ona dedi ki: “Bana gömleği tasvir et.” O da onu tasvir etti. İshak
ona dedi ki: “Bu, Âdem’in gömleğidir, bunu taşıdığı sürece onu yenemezsin. Sana
güreşmek talebiyle geldiğinde ona gömleği çıkarmasını söyle. Bunu yaparsa
onunla güreş. Sen onu yeneceksin. Onu yendiğinde gömleği al ve dön.”
Isu
avlanmak amacıyla dışarı çıktı. İbn-i Nemrud, âdeti olduğu üzere onun yanma
geldi ve güreşmek istedi. Isu ona dedi ki; gömleğini çıkarırsın, sonra
güreşiriz. İbn-i Nemrud gömleğini çıkardı, Isu da elbisesini çıkardı ve
güreştiler. Isu onu yere çarptı ve göğsü üzerine oturdu. Sonra Isu fırladı,
gömleği ve avı aldı ve dönmek üzere kaçmaya başladı. İbn-i Nemrud’un karada
yürüyecek takati kalmadı. Şöyle dedi: “Oğlum, gömlek üzerinde olduğu sürece o
seni yenemeyecek. Ava çıktığında ve bir şey avlamak istediğinde elini
gömlekteki onun resmi üzerine koy, sen onu yakalayıncaya kadar dursun.”
Isu,
vahşi bir hayvanı avlamak istediğinde elini gömlekteki onun resmi üzerine
koyuyor, o da Isu gelip kendisini yakalayıncaya kadar kör ve görmez halde duruyordu.
Buradan elini sokuyor ve gömlekle avlıyordu. Ey kardeş! İşte bu, Tevrat’ın
doğruluğunu kabul eden ve asla inkâr etmeyen bütün Yahudi ve Hıristiyanların
bildiği meşhur bir haberdir. Yine Tevrat’ta, İkinci Sifır’de Yakub ile dayısı
Taban kıssasında şöyle der: “Rahil, Yusuf’u doğurunca Yakub, Abana dedi ki:
Ben çocuklarımla birlikte hareket edip ülkeme, mekânıma ve yerine gidinceye ve
kendileriyle sana hizmet ettiğim karılarımı verinceye kadar beni gözet ve yürü.
Laban dedi ki; sana ne kadar ücret vereceğimi söyle. Yakub dedi ki; dört.
Sürünü güderim, onları gece gündüz korurum, sürünün tatmamı için çabalarım. Her
şişman kızılı, her benekliyi, her siyahlıkta beyazlıkla parlayan kuzuyu, her
beyaz karışık renkli koyun ve keçiyi serbest bırakırım. Fakat bugün bu, bu
ayrılmaya göre daha belirgin ve daha yaygındır. Fakat bu günden sonra daha
tozlu, daha beyazlı ve daha kızıl keçi veya siyahlık ve beyazlıkta parlayan
koyun üzerinde daha belirgindir. Dedi ki; zararı yok, evet, belirttiğin gibi.
O gün beyazlı tekeler, sürüsündeki beyazlı, benekli ve kızıl olan, içinde
beyazı olan ve siyahlık ve beyzalıkla parlayan her hayvanı ayırdı ve onları
oğlunun eline teslim etti. Yakub, kendi sürüsünün otlağıyla tabanın sürüsünün
otlağını ayırdı. İkisi arasına üç günlük mesafe koydu. Her birisinin sürü ayrı
olarak bir yerdeydi. Yakub, tabanın geriye kalan sürüsünü de güdüyordu. Yakub,
bir miktar yaş badem ve çınar bitkileri aldı, onların kabuklarını soydu ve
kabukları beyazlattı ve bitkileri sürünün sulanmak için geldiği yerdeki
içilebilir su yatağında biriktirdi. Sürüyü karşılıyor, sürü seviniyor ve
karınlarında çocukları hareketleniyorlar ve bitkileri görünce sürü güzel
olarak ürüyor. Her yıl sürünün taşıdığı ilk şey, önce gelendir. Yakub, bu
bitkileri güvenli bir sulak yerde biriktirmeye başladı. Onları sürünün
arkasında biriktirmez. Adam zengin oldu ve hayvanları çoğaldı.”
Hiç
kimsenin reddedemeyeceği bu hadise aynen Tevrat’ta da vardır. Ey kardeş! Onu
öğren. Sonra aynı şekilde Yahudilere göre Tevrat’la aynı konumda olan
İsrailoğulları krallarının haberlerine dair kitaplarda, içlerinde Şamuel adlı
bir peygamberin olduğu zikredilir. O, peygamberler (as) arasında meşhurdur.
Onun bir kitabı vardır. Hıristiyanlar ve Yahudiler onun peygamberliğini,
kadrinin yüceliğini ve ellerindeki kitabını kabul ve tasdik etmektedirler.
Kitapta onun Yahudiler için Tâlut adlı bir kral tayin ettiği belirtilir. Allah
Teâlâ, Amâlik ile savaşmasını emretti, o da yaptı. Ancak o, onların
hayvanlarını kabul eden kimseyle ters düştü ve krallık mertebesini kaybetti.
Davud onun yolunu izledi ve Şamuel öldü. Tâlut sihirbaz ve kâhinleri öldürmeye
yöneldi. Öldürülen öldürüldü, kaçan kaçtı. Filistinliler onunla savaşmak için
girişimde bulundular. Onlar için kâhinleri topladı. Kendisini hedef alan
ordunun çokluğundan korkuya kapıldı. Âdeti olduğu üzere peygamber, sihirbaz,
kâhin ve hâkimlerden sözüne güvenen hiçbir kimseyi bulamadı. Bundan dolayı
huzursuz oldu ve maiyetindekilere şöyle dedi: Benim için işimin akıbetini soracağım
bir sihirbaz arayın. Bir sihirbaz kadın gösterildi. Ona güvendi ve ondan
kendisi için bunu soracağı bir peygamber yaratmasını istedi. Ona hangi peygamberi
yaratmasını seçtiğini sordu. Şamuel’i seçti, o da yarattı. [Kadın] onu görünce
korktu ve çığlık attı. Tâlut ona dedi ki; benden korkma! Ne gördün? Dedi ki;
Rabbin melekleri gibi yerden yükselen bir bornoz taşıyan yaşlı ve parlak bir
adam. Tâlut onun Allah’ın gönderdiği Şamuel olduğunu anladı. Huzuruna vardı ve
önünde eğildi. Şamuel dedi ki; Tâlut, beni niçin geri döndürdün ve
dirilttirdin? Yeryüzü Filistin halkından dolayı bana dar gelmesi, onların
benimle savaşması, Allah’ın inayetinin benden uzaklaşması ve onun rüyaları
benden alıkoyması sebebiyle işim hususunda istişare etmek için seni çağırdım. Şamuel
dedi ki; Allah krallığı arkadaşın Davud’a devretti. Amâlik hayvanlarına
yaptıklarınızdan dolayı sana ve İsrailoğullarına kızdı. O, size karşı
Filistin’e yardım etti ve onları sizden üstün kıldı. Yarın benimle beraber
ölüler arasında olacaksın. Bayıldı, sihirbaz kadın onu tanıdı, ona ve yanındaki
adama yöneldi, Ayılıncaya kadar onun yanında kaldılar, gecelerini onlara
kattılar ve sabahlayarak ayrıldılar. Savaş kızıştı, İbraniler hezimete
uğradılar. Aralarında savaş arttı. Tâlut üç oğlu öldürdü. O mızrağına yaslandı,
onu sırtından çıkardı. İsrailoğulları Davud’u kral yapmak üzere toplandılar. O
da onları düşmanlarına karşı savundu.
Ey
kardeş! Bütün bunlar hakkında haberler gelmiştir. Filozoflardan gelen şeyler
bunlardandır, peygamberlerden gelen şeyler ve şeriat kitapları bunlardandır ve
daha önce sihirle ilgili olarak Kurandan aktardıklarımız bunlardandır.
Bütün
bunlar asılsız bir yalan, kendi kendilerini inkâr eden bu şaşkınların ve cehaletleriyle
adlandırdıklarını yalanlayanların yanında zikrettikleriyle ilgili ahmaklık ve
aptallık ve akıllarının kıtlığı, ilimlerinin azlığı ve hakiki ilimlere
ulaşmaktan mahrum olmaları sebebiyle onlara karşı kibirlenme, övünme ve
böbürlenme uydurdu. Dolayısıyla inkâr ve yalanlamayı onlar için hafif
buluyorlar. Allah, yardım istenendir. Ondan başarı ve seçimin iyisini isteriz.
Tılsım
ilimleri ve fiilleri iddiasında bulunanlardan işittiklerimizin sonuncusunun,
bize haberleri nakledilen ve eserlerine ulaştığımız Yunanlılar olduğunu söylüyoruz.
Onların insanlar nezdinde çeşitli isimleri vardır. Sabiîler, Harrasîler ve
Hatufiler bunlar arasında yer alır. İlimlerinin esaslarını siyaset ve dinlerle
ilgili yeni ortaya çıkan sanatların ve ilimlerin ülkelerde taşındığı şekliyle
Süryanîlerden ve Mısırlılardan almışlardı. Onların ilklerinin başkanlarından
dört tanesi vardır. Birincisi Eadmayun, [İkincisi] Hermes, [üçüncüsü] Lumehris,
[dördüncüsü] Eratos’tur. Sonra onların orduları, Pisagorcular, Aristanuniler,
Eflatuncular, Okorusçulara ayrıldı.
Onlar
âlemin küre şekilli olmak dışında alan bakımından sonlu olduğunu ve varlığının
ikinci bir ilkesinin bulunmadığını iddia ederler. O, Yüce Yaratıcıya ancak
nedenli-neden ilişkisi şeklinde bağlıdır. Onlar yeryüzünden ibaret olan âleme
ait işlerin aynı şekilde birkaç konuyla tamamlanacağını ileri sürmektedirler.
Birincisi, karışım ve bileşimi kabul eden madde, yani dört unsurdur. İkincisi,
şahıslardaki hareketli ve durgun nefislerdir. Üçüncüsü, semavî âlemin dört
unsuru ve onlardan doğanları nefislerin maddede yapıcının her mevzu için sanat
etkisini gösterebileceği hareket ettirme, durdurma, toplama, ayırma, sıcaklık,
soğukluk, yaşlık ve kuruluk gibi etkilerini kabul edecek şekilde hareket
ettirmesidir. Dördüncüsü, Yüce İlah Subhanehu ve Teâlâ’nın oradaki bütün
mevcutların güçlerini koruması, onları yardımıyla desteklemesi, onların
amaçlarını ve maksatlarını tamamlaması ve mevcut işleri yedi yıldıza
bölüştürmesidir.
Onlar,
sabit yıldızların, güçlerinden karışım olmak ve fiillerinde onlara yardım etmek
üzere gezegenlere bölüştürüldüğünü iddia ettiler. Burçlar feleğinin sonu olan
sabit yıldızlar feleğine dokunan dokuzuncu feleğin kendisine özgü bir suretle
şekillendiğini ve onun her bir derecesinin biri kuzeyde, diğeri güneyde olmak
üzere iki kısma ayrıldığını iddia ettiler. Tılsımcıların belirttiğine göre
onlarda zaman boyunca kendilerine ilişen etkiler sebebiyle gözetimin tam olduğu
suretler vardır.
Yeryüzüne
ait işleri yedi yıldıza bölüştürünce ve bunları onların yönetimi ve onlara
etkisi altında sıralayınca yönler, iklimler, bölgeler, şehirler ve yörelerde
aynı yöntemi takip ettiler. Onlara göre cisimlerle alakalı olmayan ve oradan
yüce ve oranın kir ve pisliklerinden yüksek olmaları nedeniyle hiçbir şekilde
cennette ikamet etmeyen nefisler vardır. Bunları İlahî nefisler diye adlandırırlar.
Bunlar onlara göre iki kısma ayrılırlar: Birinci kısmı bizzat iyi olup onları
melekler olarak adlandırırlar ve hayırlarını çekebilmek için onlara
yaklaşırlar. İkinci kısmı bizzat kötü olup onların şahıslarını şeytanlar diye
adlandırırlar ve onlara şerlerinden sakınmak için yaklaşırlar. Onlardan her
birisi için belli bir dua, belirli bir tütsü ve sayesinde istediklerine
ulaşabilecekleri bir amel şekli ihdas ettiler.
Yıldızların
bedenine ait ve onlardan ayrılmayan başka nefisler vardır. Bununla birlikte
onlar, yeryüzü âlemiyle, orada iki tür tasarrufta bulunarak ilgilidirler: Birisi,
astroloji kitaplarında belirtildiği gibi, bedenlerin tabiatlarıyla ilgilidir.
İkincisi, onların nefisleriyle ve bedenlere ait, onlardan ayrılmayan ve bedeni
ancak bozulmasından dolayı ayrıldığı ölçüde terk eden nefislerle ilgilidir. Bu
nefisler tabakasında insan bedeninde oturan, onunla ve orada tasarrufta
bulunan ve onlardan ancak nefsin diğer hayvan ve bitki şahıslarından ayrılması
gibi ayrılan bir tür vardır. İçinde kendisinden inkılâp ve onların ikametine
elverişli maddeye düşüş talep edinceye veya kurtuluşlarını idrak edebilinceye
kadar eziyet etmek için onları Tus denizine, yani esir küresine katar.
Kendilerinin
bu yolla bilebildiklerini iddia ederler. Bunun sebebi, onun huy ve âdetlerini
gözlemlemeleridir. Onun tabiat konusundaki tasarrufunda düşüncesizlik,
görüşsüzlük, ilim, fikir ve dinin yardımını veya bir görüşün incelenmesini
kabul etmeme yönüyle hayvana benzediğini görünce onun nefsinin ev yapımı ve
insanlık nefsinin ikametinden başka bir işe yaramayan hayvani bir nefis
olduğuna hükmettiler. Diğer tür, sağlıklıyken içinde feleklere
yükselebileceği, kendilerinde durabileceği ve haz alabileceği; hastayken
onlardan düşüp bedende durabileceği, onlarla ilgilenebileceği, onlarla haz
alabileceği ve acı çekebileceği nefislerdir. Bunlar İnsanî ve beşerî
nefislerdir.
Aynı
şekilde onlar, insanın akıbetinin ölümden sonra, dünyadan ayrılınca nereye
döneceğini bilebildiklerini iddia ederler. O, haliyle ilgili dilediğine güç
yetirir. Her bir görüş ve dinî konu için inanılan şey vasıtasıyla ahlâk
türlerinden birine dönüşme ve amel çeşitlerinden herhangi birisine doğru
hareket etme söz konusudur. Müntesipleri aşırı derecede vahşileşip ilkelleşen
görüş, cedel ve zıtlaşmanın bol olduğu görüş, nefis öldürme ve mal gaspının çok
olduğu görüş, hayvan boğazlama ve et yemenin aşırı olduğu görüş ve varlığını
herhangi bir amele dalmaya borçlu olan daha birçok görüş bunun örnekleridir. Bu
davranışlar insanda artış gösterince ona sürekli yaptığı ve kendisiyle
tanındığı âdetinin gerektirmesi sebebiyle birtakım huylar kazandırır.
Aynı
şekilde ahlâk/huy türlerinden her birinin insanlarda mevcut olması halinde,
herhangi bir hayvan türünde daha güçlü ve daha belirgin olduğunu iddia ettiler.
Nitekim yiğitlik aslanın, düzenbazlık kurdun, kurnazlık tilkinin, aşırı arzu
domuzun, gamsızlık eşeğin, alçaklık devenin, dalgınlık kertenkelenin, inatçılık
sineğin, edepsizlik ayının, tutku maymunun, haksızlık yılanın, hırsızlık
saksağanın, gasp etme şahinin, korkaklık tavşanın, yerleşiklik geyiğin,
kızışmışlık tekenin, kibir tavus kuşunun, ihanet karganın, unutkanlık farenin,
tekelcilik karıncanın, pratiklik köpeğin ve benzeri huylar daha başka hayvan
türlerinin [karakteristik huyu]dur. Bazı hayvan türleri bu huyların bazısında
ortaktır. Azlık ve çokluk bakımından farklılık gösterirler. Bunların her
miktarı herhangi bir türe özgüdür.
İnsan
bu derecelerin herhangi birisinde olunca, bu huydaki nasibi, sürdürürken öldüğü
miktar olan bu türe intikal eder. O, bu yolun feraset sahibinin yolunun aksi
olmasına
benzer. Çünkü yaratılıştan huyların çıkarılmasına bu yoldan ulaşılır. Yerleştikleri
her bedende ve ait oldukları her mizaçta nimet ile azap ve acı ile haz onlardan
dolayı birbirine karışır. Böylece bu, onlar için bir hile ve onların aidiyet
süresi boyunca bir bağ olur. Onlardan üzerlerinde meydana gelen şeyleri tam
olarak alıncaya ve kendilerine ait şeyler tamamlanıncaya kadar onda onların
hapishanesinden birtakım şeyler meydana gelir. “Allah, kullara haksızlık
etmez."[129]
Bütün
bu belirttiğim ve anlattığım şeyler, sihir ve tılsımla ilgili görüşlerinin onaylanması
bağlamındaki esaslar ve ilimlerinin öncülleri kapsamında yer alır. Eğer sözü
uzatmaktan kaçınmak ve özetlemeyi talep etmek için zikrettiklerimin çoğunu terk
eder ve anlattıklarımın çoğunu bırakırsam mıknatıs ve benzeri özelliklerin
fiili gibi onlara göre özellikler kitabında anlatılanlar konumundaki şeyleri
zikretmeyi terk etmiş olurum. Ben onu ortaya çıkması için bıraktım. Ancak
-Allah yardımcın olsuney kardeş, ben, onların tüm amaçlarını kavraman ve
araştırdıkları konudaki hallerini düşünmen için başka bir cümleyi zikredeceğim.
Aynı şekilde, zihinlerinde bu öncüller yerleştiği, onlara alıştıkları ve uzun
süre daldıkları zaman onları dallara ayırdıklarını, üzerlerine bina
ettiklerini ve şöyle dediklerini iddia ettiler: Daha önce bahsedilen bu husus
yerleşik ve sürekli olunca, “yıldızlar” ve cisimleri yöneten “nefisler” bu ilim
ve kudret durumunda olunca ve bunlar bizim için elverişli ve üzerimizde
yönetici olunca ihtiyaç, şu iki durumun gerçekleşmesi için bizi onlara
yakınlaşmaya ve bizde bozulan şeyleri düzeltme, zorlaşan şeyleri kolaylaştırma
ve doğrudan sapan düşünce ve görüşlerimizi engelleme hususunda onlara boyun
eğmeye zorlar: Birincisi dünyada iyi yaşamak, İkincisi kendini ahirete
adayabilmektir.
Bir
yıldıza veya onun nefsine yakınlaşmak isteyince onun tabiatına uygun olduğu
anlaşılan ameller işlediler ve o zaman onun kudreti kapsamına giren
ihtiyaçlarını istediler. Diyorlar ki; onlar doğal amel türlerinden birini
yaptıkları ve onunla astroloji hükümleriyle ilgili hiçbir şeye karşı çıkmadan
kendilerini gözeten yıldıza yakınlaştıkları zaman onun ihtiyacı karşılamadaki
etkisi, bu yıldızın onlardan sadece iradî olarak uzaklaşması nedeniyle zayıf
olur.
Böylece,
eylemde bulundukları ve ihtiyacı aramada doğal eylemleri dikkate almadan
astrolojik tercihler yolunu izledikleri zaman onların yerine getirilmesindeki
etki yine zayıf olur; daha doğrusu, yıldızın onlarda sadece doğal olarak tek
olması sebebiyle neredeyse çoğunlukla gerçekleşmez. Nitekim bununla ilgilenen,
onu kendi açısından olmaksızın yorumlayarak araştıran ve başka bir yönden
isteyen kimselerin çoğunun ahmaklardan, bu konuyu az bilen avamdan ve bu
sanatın, yani tılsım ve sihir sanatının esaslarını bilmeyenlerden olduğunu
işitir ve görürsün. Onlar bu iki konuyu bir araya getirip ihtiyaçlarını
araştırmada iki yol tuttuklarında orada kendileri için yıldızın tabiatı ile
iradesinin bir araya geldiğini iddia ederler. Bu, sebep açısından daha kesin ve
araştırma ve amaca ulaşma bakımından daha iyidir.
Onlar
bu eylemin nüfuz edilmiş sır ve zayıflamış niyetten çıkması halinde abes ve
tutku yerine geçeceğini, ondan faydalanmanın ortadan kalkacağını ve belki de
onun tersine ve içinde zarara yol açacağını iddia ediyorlar. Astroloji
kitaplarında mevcut ve zikredilmiş olduğu gibi, tecrübenin yönelttiği şeye
dayanarak herhangi bir yıldızın bölümlemesinde bulunan şehirlere bakıyorlar,
onları birbirinden ayırıyorlar ve hangisinin yüksek derecesindeyken onun
egemenliğinde, hangisinin evindeyken onun egemenliğinde, hangisinin önemli
halindeyken onun egemenliğinde ve hangisinin kendi tarafındayken onun
egemenliğinde olduğunu düşünüyorlardı. Onların gözünde [şehirlerin] halleri
için yerleşiklik ve hadiseleri için inceleme açıklık kazanınca bu yıldızın o
şansların bir kısmında meydana gelmesini beklediler, bu hisseyi tekelinde
bulunduran o şehrin bu yıldızı için bir mabet yapmaya başladılar, onunla
birlikte ona kendi derecesinde olan yıldızlar ve suretlerden koruyucular tasvir
ettiler, bunları o mabede koydular, onun için birtakım ameller ihdas ettiler,
onları muhafızların yanma bırakacakları ve onun bölümlemesi altına giren
hisseler içinden bu hissede olduğunda sorması muhtemel emirlerin zikrini
ekleyecekleri bir kanun kitabına kaydettiler ve her yılın bu gününü o mabette
bu yıldız için bayram haline getirdiler. İnsan onlardan biridir; müstağni
kalamayacağı bir ihtiyaç belirdiğinde onu bir yerde, yani mabette ister. Onu
tanıdıkları zaman bu mabet için ona layık bir adakta bulunur, bayram günü bunu
onun huzuruna çıkarır, kendisi için yazılmış olan işleri yapar ve ondan
ihtiyacını ister.
Bu
konudaki örnek, ihtiyaçların ayırt edilmesidir. Mesela, Güneş -yüksek konumu
olankoç burcunda olunca yükselen dereceye yerleşir ve kendileri için sihir
yapılabilen ihtiyaçlar ancak yükselenin beşincisi olan aslan burcu sebebiyle
beşinci burç kısmına ait çocuk, haz ve sevinç gibi şeyler olur. Aslan burcunda
olunca ve dolayısıyla yükselen derecesine yerleşince kendileri için sihir
yapılabilen ihtiyaçlar, onların yüksek konumu ve yükselenin dokuzuncusu olan
koç burcu sebebiyle bizzat din işleri, din adamları, kadılar ve kutsal kitaplar
gibi şeylerle ilgili olur.
Ay,
onun yüksek konumu olan ve yükselene yerleşen Boğa burcunda olunca, ihtiyaçlardan
ancak yükselenin üçüncüsü olan Yengeç burcu sebebiyle üçüncü kısımdaki
kardeşler, kız kardeşler, akrabalıklar ve yakın kitaplar gibi ihtiyaçlar
gerçekleşir. Yengeç burcunda olup yükselene yerleştiğinde onunla ancak ümit ve
mutluluk gibi on birinci kısımdaki işler gerçekleşir ve ihtiyaçlar giderilir.
Yıldızların diğer hisseleri de bu şekildedir.
Gezegenleri
ona birçok hisseyi gerekli kılması sebebiyle mabetlerden/heykellerden
oluşturdular. Onlar içinden Güneşin birçok yüksek konumu vardır. Dediler ki:
Ayın peygamberler, şeriatlar ve sünnetler gibi birçok yüksek konumu vardır.
Diğer gezegenler için de böyledir. Onlar, tecrübenin kendilerini buna ve
etkileri güçlü bir bilgiye götürdüğünü iddia ettiler. Geçen siryüs/akyıldız
olan “Zorba Köpek”, hediye olan “Orun”, nişancı takımyıldızı olan “Herus” ve
büyük siryüsün kızları arasındaki küçük yıldız olan “Sehi” bunlardandır.
Aynı
şekilde sanki soyut nefisler imiş gibi daha başka mabetler/binalar da yaptılar
ve onları yıldızlar ve ihtiyaçlar konumuna getirdiler. Cehennem ve ateşten
sorumlu melek olan “Felutî”, denizden sorumlu melek olan “Felusdur”,
rüzgârlardan sorumlu melek olan “Mucas”, cinden ortaya çıkan harikalardan
sorumlu olan “Yims”, dalgalardan sorumlu melek olan “Fortus” ve tahayyül
ettikleri daha başka şeyler bunlardandır. Böylece onlar için seksen yedi
mabet/heykel tamamlandı. Sonra eylemin bu şeklinde bütün gezegenlerin,
çizgilerinde olduğu bir vakitte bir mabet yaptılar ve onları iki kısma
ayırdılar: Birisini erkekler, diğerini kadınlar için tahsis ettiler. İki kısmın
her birisinde, duvarlarında delik ve kapısında çatlak olmayan büyük bir ev
vardır. Hatta kapısı örtülünce ışıktan eser kalmaz. Kapısını güneye bakan
taraftan, önünü kuzeye bakan taraftan yaptılar ve on iki burcu onların
adlarıyla tasvir ettiler. Gezegenlerin suretlerini her biri uygun maddeden
üretilmiş olarak oluşturdular: Güneş altından, Ay gümüşten, Zühal/Satürn
demirden, Müşteri (Jüpiter) cıvadan, Merih (Mars) bakırdan, Zühre (Venüs)
kaliteli kurşundan ve Utarid (Merkür) kalitesiz kurşundan.
Her
birisini yükseleni astroloji kitaplarında açıklanan bir burçta kendi şeklinde
gösterdiler, Önlerinde, un renginde, istek formunda konulmuş ve yüzleri
heykellere dönük yedi yuvarlak cismin bulunduğu şeffaf bir mahal vardır. Her
birinin üzerinde kızıl topraktan yapılmış mızrağı sağlamca yerleştirilmiştir.
Her birisi yedi gezegenden birinin adıyla anılır. Putlara yakın olan Ay’a
aittir ve onun bir dönüşü vardır. Onlara uzak olan Satürn’e aittir ve onun yedi
dönüşü vardır. Her birinin dönüşü oluş mertebesine göredir. Her birinde bir tek
tütsüsü olan bir buhurluk vardır: Güneşinki ud, Ay’ınki böbrek, Satürn’ünki
güzel koku, Jüpiter’inki amber, Merih’inki senderus[130],
Venüs’ünkü zaferan, Utarid’inki sakız ağacıdır. Yıldızlarının kuzeyinde bir
şarap ibriği, horoz ötmeden önce kesilen ılgın ağacından yapılmış üç uzun değnek,
sapı ondan yapılmış demir bıçak ve kaşı ondan yapılmış, tırnak kadar saydam ve
üzerine iblislerin reisi Carcas’ın resmi işlenmiş bir demir yüzük vardır. O
Carcas mabedine geldiğinde delikanlıları ve genç kızları kendi dinlerine
katarlar. Orada horozlar kesilir ve daha sonra açıklayacağımız iki sır okunur.
Kâhinlerin reisi gelir, erkeklerin bulunduğu bir eve girer ve Güneş batmadan
önce maddenin hizasındaki bu mekâna oturur. Kapı kapatılır, lamba yakılır,
karanlık aydınlanır. O, sol ayağım yayarak, sağ ayağını dikerek, sol elinin
başparmak, işaret parmağı ve orta parmağını yere koyarak ve sağ elinin aynı
parmaklarını kaldırarak oturur ve o vakit horoz ötmeden önce şu manaya gelen
bir söz söylemeye kalkışır: Ey carcasların carcası, iblislerin iblisi,
şeytanların büyüğü ve bütün cinlerin ulusu! Beni rızan ve imdadından
başkasının kurtaramayacağını bilerek senden istiyor, sana yalvarıyor ve kendimi
önüne atıyorum. Çünkü sen bende his konumundasın, nefis evinde oturmaktasın ve
Güneş ışınları altındaki şeylere hükmetmektesin. Seninle karışımlarımız
hareketli, organlarımız çeşitli, yaratılışımız bozuk, düşüncelerimiz karışık,
ayaklarımız sarsılmış haldedir. Bu gecemizin sabahında bazı gençlerimizi
davetimize katmaya ve meleklerimizin sırrını onlara işittirmeye niyetlendik.
Bizimle birlikte gel, lehimizde ve aleyhimizde şahit ol, şerrini ve felaketini
üzerimizden uzaklaştır, hilekâr ve düzenbaz arkadaşlarını bulunduğumuz yerden
kov. Sana kurban sunuyor ve önünde, sana çok düşmanlık eden düşmanlarından mavi
ve parlak bir düşmanı boğazlıyorum. Bu ona yapılan övgü (hamd'fdür, ipek
binasına çıkar, ağaçların dallarına tırmanır, ağaçların üzerinde kurutur, gök
gibi ve ikazla çırpar. Dolayısıyla ruhun ondan ürker, dilin onun korkusundan
kekeler, onun gelişiyle kaçarak ona sırtını dönersin ve ondan ürkerek kaçarsın.
Bunu senin için çizilmiş bir resim ve sırrıma duyurduğum her olayda bilinen bir
kanun yapıyorum ve onu emrimi uygulayacağın her şeyde senin için hareket
ettiriyorum.
Horozlar
öttüğünde o senin konuşmanı engeller ve uyku gibi yararlandığı şeylere yönelir.
Şafak sökünce gelir, sadece davet edilip de gelmiş olan adamlar toplanır, davete
katmak ve sırrı duyurmak istedikleri gençler getirilir. Onlar sır evinin
kapısında dururlar. Onlardan biri soyulur, iki kâhin kolundan tutarak onu sıkı
bağlanmış ve bitkin yürür halde içeri sokar. Nihayet o eve, kâhinler başının
huzuruna varır. Yanında ona kefalet eden ve kapıyı çakan bir adam vardır.
Lambalar yakılır, buhurdanlar toplanır.
Kâhinler
başı ona der ki: Dinimize girmek ve meleklerimizi dinlemek ister misin? O
“Evet” der.
Ona
der ki: Eğer dinimden çıkar ve sırrımı herhangi bir kimseye açarsan, Allah şu
elimin altında ve arkadaşlarımın önünde duran başını zelil eder ve arkandan
tacını düşürür. O yine “Evet” der.
Der
ki: Fakat dinimi uygular ve sırrımı korursan arkadaşların arasında başın yüksek
ve tacın sabit olur.
Sonra
kefiline şöyle der: Sen onun dinimi uygulamasına ve sırrımı korumasına kefalet
ediyor musun? O “Evet” der.
Kâhin
onu sofranın önünde bu yaygını üzerine sol kolunun üstüne yatırır ve kafasına
anılan ve dizilmiş bulunan seksen yedi meleğin ve iblislerin başkanı Carcas’ın
adını okur.
Ondan
sonra şöyle der: Bu sırları duyanlardan olduğun için seni tebrik ederim. Allah
için temiz değilsen Allah seni temizler.
Sonra
tanıttığım o bıçağı onu boğazlamak için eline alır ve kefiline dönerek şöyle
der: Kuralları koruması, daveti uygulaması ve sırrı gizli tutması için yüzüğünü
ona rehin olarak ver. Ona yüzüğü ve horozu verir.
Kâhin
der ki: O zaman ben, nefisleri dirilten Güneşin ve iblislerin başkanı Carcas’ın
önünde bir canın yerine başka bir can ve bir temsilci alırım.
Sonra
horozu oğlanın boynuna koyar ve onu şöyle diyerek boğazlar: Ey iblislerin kralı
Carcas, şu kurbanlığı al da bu oğlanı ebeveyni ve melekler için bırak!
Sonra
doksan dokuzu tutarak bu demir yüzüğü lambayla ısıtır ve sağ elinin başparmağının
üstünü dağlar; o ılgın sopalarının bir kısmıyla göğsünü ve alnını hafif ve
parlak bir dağlamayla dağlar.
Sonra
ona meleklerin kurbanlıklarının derilerinden yapılmış yeni beyaz ve hafif
elbiseler giydirir, belini sarıkla bağlar ve ona üçgen şeklinde çizdiği tuz
kahvaltısı verir. Diğer arkadaşlarına da böyle yapar.
İnsanların
çoğunluğu, kirlerinden arınarak, adaklarını yerine getirerek ve iblislerin
başkanı Carcus için hayvan horoz gibi kurbanlarını boğazlayarak mabetteki sır
evinin ve eklerinin dışına çıkarlar. Nitekim Eflatun, “Kazun” adlı kitabında
hocası filozof Sokrat’ın ölümü esnasında şöyle vasiyette bulunduğunu
zikretmiştir: “Mabette benim için bir horoz boğazlayın. O benim üzerime
adaktır.” Bu, onun dünya yurdundan yaptığı son vasiyettir. Onlar, sır adağı
olan horoz eti dışında diğer kurbanlarının etlerini diledikleri zaman,
diledikleri gibi yiyorlardı. Onlar bunları ancak sır evinde kâhinlerin ruhuyla
yiyorlardı. Kâhinlerin başkanı gençleri alma işini bitirince onlara sırrı
duyurma işine başladı. Onların, her biri uzun Kuran surelerinden daha uzun olan
iki tür konuşmaları vardı. Birisine adamların sırrı, diğerine kadınların sırrı
diyorlardı. Adamların sırrını sadece adamlar, kadınların sırrını da sadece
kadınlar işitiyordu. İki sır, kelime ve harf sayısı bakımından eşittir. Onların
lafızları, her birisinin bir kelimesi diğerinin iki lafzı arasında olacak
şekilde nesir olarak ve sonra nazım olarak yazıldığında o ikisinden birçok
telif eser meydana gelir. Bu telifler bütünü içinde dört telif vardır. Onların
her biri, dört ilimden her bir ilmin kanun ve burhanlarını ihtiva eder.
Bunlardan biri, bedenlerin sağlığına kavuşmasına, hastalık ve acıların yok
olmasına ve dünya ikametinden faydalanmasına yarayan tiptir.
İkincisi,
yoksulluğun giderilmesine ve zararın defedilmesine yarayan kimya ilmidir.
Üçüncüsü,
olaylar hakkında, gerçekleşmeden önce bilgi edinilmesine yarayan yıldızlar ilmi
(astroloji) ve hükümleridir.
Dördüncüsü,
tebaanın kralların tabiatına, kralların da meleklerin tabiatına katılmasını
sağlayan tılsım ilmidir. Bu ilimlerin halkın çoğunluğuna açıklanması ve yayılması
yasak olan kısmı, seçkinler aleyhine korkulan şeylerdir. Çünkü halk, gayret
zayıflığı, ilim eksikliği, kötü huylar ve çirkin âdetlerdeki şer gücüyle olduğu
gibi arzulara dalıyorlar ve onları her buldukları yerden alıyorlar, bu konuda
dine, mürüvvete ve gerekli ve tehlikeli şeyleri bilmeye dönmede dikkatli
davranmıyorlar. Böylece övülen tertip bozuluyor ve avamdan biri kimya ilmine
girince, mesela infak ettiği şeyi şeriatın mubah kıldığı dışında makbul olmayan
konuda infak edince, aynı şekilde tıp ilmiyle ilgili olarak madenlerden vs.
alınan ilaçların güçleri olan kokular ve özellikler gibi bilinmesi caiz olmayan
şeyleri bilince, uygun sınırdan dışarı çıkıyor. Bu ilmin layık olmayanlardan
korunması ve kullanmaya ehil olmayanlardan uzak tutulması gerekir. Daha önce
bahsedilen ve tanıtılan avamdan biri, tılsım ilmine dair bilmesi ve kullanması
uygun olmayan şeyleri bilirse durum, filozof Eflatun un Siyasetler Hakkında
adlı kitabında anlattığı gibi olur.
Bu
konuyla ilgili olarak kralı öldürüp buna hiç ehliyetli ve layık olmadığı halde
onun saltanat koltuğuna oturan çobanın durumu şeklindeki anlatımımız bu
risâlenin başında geçti.
Kavlus,
onların büyüklerindendi. Sırrın varisleri olan Rumlar “Onun kalbi ölmüştür.”
sırrını sakladılar. Onlar keçilerin engellenmesini yasakladılar, onları sadece
kurban için tahsis ettiler ve hamilenin onlara yaklaşmamasını ve etlerini yememesini
[istediler].
Onlar
“Arus’a tazim gösterirler. O, Stronikos zamanında tanrılardan düşen suyu döktü
ve Hint ülkesine doğru yönelerek dışarı çıktı. Onu aramak için yola çıktılar,
ona yetiştiler ve kendilerine geri dönmesini istediler. Onlara dedi ki: Ben bundan
sonra Harran ülkesine girmem; fakat Kaziye gelirim -burada Kazi’nin anlamı,
Harran’ın doğusundaki bir yerdirve şehrinizi kontrol ederim.
Onlar
günümüze kadar her sene nisanın yirminci gününde bu putun gelişini beklemek
için çıkıyorlar. Bu bayrama Kazi bayramı derler. Onların bu putun gelişini
beklemeleri, Yahudilerin Mesih’i beklemelerine benzer. Onlar, adamların sır
evinde boğazlanan horozun sol kanadını muhafaza ederler ve onu hamilelere ve
çocukların boynuna koruma amacıyla asarlar.
Onların
genel âdetlerinden biri de yılbaşı kabul ettikleri nisanın ilk günü yeme içmeyi
çoğaltmaları ve harcamayı artırmalarıdır. Bunlar, bildiğimiz ve işittiğimiz
astroloji ilmi ve ona bağlı sihir ve tılsım ilimleri hakkındaki haber ve
delillerdir.
Eskilerin
ve filozofların kitapları, bunun dışında her durumla ilgili bölüm bölüm ve
anlam anlam olarak yapılan kanıtlama, burhan oluşturma ve onu destekleme ile
doludur. Bunlar bir tek kitapta ve bir tek risâlede bile sayamayacağımız kadar
çoktur.
Büyü,
sihir, vehim, zecr (bir tür sihir ve kehânet) ve benzerleri ile bunların etkileri;
ilaç ve devaların bedenlere ve bunlara bitişik nefislere bıraktığı çeşitli
tesirler şeklindeki fiillerin delilidir. Yine senin şahit olduğun ve işittiğin
bazı ilaç ve taşların etkileri: Demirde mıknatıs taşı demiri çekmesi, safrada
sakamonyanın çekmesi, sevdada “ermeni taşıYun çekmesi, şap taşı ve dışarıdan
yüklendiğinde onun mide ağrısına faydası, kurt kuyruğunun kolon iltihabına
faydası, engerek yılanı boğmaya yarayan iplerin dışarı atıldığında difteri
hastalığı olan kimseye faydası, şakayık otunun çocukların anası diye
adlandırılan sara hastalığına faydası, deniz tavşanının akciğere onu
yaralamakla verdiği zarar, arseniğin mesaneye onu yaralamakla, Mordasenc[131],
sirkenin içine atıldığında ekşiliğini tatlılığa dönüştürmesi; kirece atıldığında
bedeni karartması. Demiri çeken mıknatıs taşı, sarımsakla ovulduğunda etkisini
kaybeder; sirkeyle yıkanınca bu güç ona geri döner ve etkisine kavuşur. Bu gibi
durumlar açıklaması ve sayımı uzayacak kadar çoktur. Bunların çoğu Özellikler
kitaplarında anılmıştır. Bunların tamamını veya çoğunu aktif çalışan insanlar
tecrübeleriyle müşahede etmişlerdir. Özellikle cansız cisimlerdeki bu durumlara
ve birbirleri üzerindeki görülür etkilere tanık olmuşlardır. Biz düşünen İnsanî
nefsin hayvani nefis üzerinde onu kontrol altında tutma ve gücünü kırma gibi
çeşitli tesirler gösterdiğini gördük. Anılan bu hususlar, filozofların ahlakın
ıslahına dair yazdıkları kitaplarda, din kitaplarında ve vaat ve tehditlerin
zikredildiği, mukavemet gösteren kötü huyların ve çirkin fiillerin ortadan
kaldırılmasına yarayan zıtları güzel fiillerin belirtildiği kitaplarda
kayıtlıdır. Mesela kişi, hayvani nefis adlı gazabî nefsin güçlerinden olan
öfkeyi nefs-i nâtıkanın güçlerinden olan hilim (yumuşak huyluk) ile yener.
Aceleciliği sabırla, şehveti iffetle, diğer düşük huyları da övülen güzel
fiillerle yener. Düşünen nefsin aynı şekilde şehevî nefse, özellikle düşünen
nefsin şehevî nefse karşı “gazabî nefis” diye adlandırılan hayvani nefisten
kendisine boyun eğmesi, onu alçaltması, bütün hallerinde denge üzere olmasını
sağlaması; adaletten, felsefi siyasetin, şer’î emir ve yasakların ve dinî
geleneklerin gerektirdiği işlerden ayrılmaması, bunun dışına çıkmaması ve
şeriatta helal olmayan ve filozofların adalet anlayışına uymayan hususları
çiğnememesi için ona üstün gelmesi ve kontrol altına alması konusunda yardım istediği
zaman etki ettiğini gördük.
Sonra
yine düşünen nefsin iki hayvani nefse yani hayvandaki gazabî ve şehevî nefsi
zecr/engelleme (bir tür sihir) gibi onları etkileyen sebepler yoluyla
etkilediğini gördük. Onun hayvanlar topluluğuna yaptığı zecr fiili, seyisin ata
yaptığı şey ve onu binilmeye uygun hale getirmesi gibidir. Bir başkası, fil
yetiştiricisinin fili eğitmesi ve ona boyun eğdirmesidir. Düşünen nefsin
hayvani nefsi sayesinde yönettiği ve yönlendirdiği daha şeyler vardır. Çocuğun
at ve sığıra su içerlerken yaptığı şeyler ve deve sürücüsünün deve ve
diğerlerine yaptıkları da böyledir. Onların bunları yürümeye teşvik etmek
istediklerinde isteklerine boyun eğmeleri için alıştırdıkları işaretlerle
işaret ederek yaptıkları ve durmalarını ve yürüyüşü bırakmalarını
istediklerinde onların durmaları ve hareketsiz kalmaları için yaptıkları da
böyledir. Onların nefisleri tabiatlarının farklılığına rağmen bu değişik
işaretleri kabul ederler. At, katır ve eşek için yapılan zecr; deve, sığır ve
koyun için yapılan zecrden farklıdır. Bu cins ve türlerin her birisi,
diğerinde olmayıp sadece onu etkileyen ve ona mahsus olan bir işaretle
eğitilir. Bu değişik işaretler hayvan nefislerini etkiler ve hayvan türleri
onlardan bunları tabiatlarının farklılığına göre açık ve net bir şekilde kabul
ederler. Düşünen nefisler onlar üzerinde üstünlük kurar ve farklıklarına rağmen
onları istedikleri şeylere sürüklerler. Bu, ilaçların tabiat farklılığına
rağmen değişik organları kendilerine has özelliklerle etkilemesine benzer. Bu
aynı şekilde büyü ve muskanın nefislerde etki yaptığına ve onları cevher ve
tabiatlarına göre etkilediğine delalet eder.
Bilgeler,
ilaçlarda tabiatlarına uygun olarak bulunan özellikleri gösterdiler ve her
tabiat ve özelliğin niçin uygun ve yararlı; niçin zararlı ve eziyet verici;
hangi hastalığa faydalı ve hangi organa zararlı olduğunu belirttiler.
Aynı
şekilde onlar bu büyü, muska ve şifa büyüsünü gösterdiler ve her hayvan için
açılan ve ona mahsus olan şeyin mutluluk kalemi büyüsü ve hayat büyüsü gibi;
akrep, arı ve daha başka hayvanların büyüsünün etkilediği şey ve sihrin
insanların nefis ve bedenlerinde yaptığı etki gibi olduğunu belirttiler. Bu,
açıklaması uzayacak bir konudur. Bundan önceki risâlemizde bununla ilgili
sözün ve tılsım bilmenin doğruluğunu anlattık. Anlattıklarımızın bir kısmında
bu konudaki görüşün ve kendisinde dediklerimiz gerçekleşen kimsenin bilgisinin
doğruluğuna yeterli delalet vardır. Bu büyü, muska ve sihir gibi şeyler,
düşünen nefsin hayvani nefis ve hayvanları etkileyen ince ruhânî etkilerdir.
Onları harekete geçiren ve rahatsız eden şeyler bunlardandır; onları kontrol
altına alan şeyler bunlardandır; onlarda değişik güçlü etkiler yapan şeyler
bunlardandır. Onda göz değmesi olur; onu belki çatlatır, belki delirtir.
Önüne
oturan insanı bir saatten kısa bir sürede delirten kimseleri çok gördük! Bu,
tıpkı kıvılcımın ateşten çıkıp cisimlere düşmesi ve dolayısıyla onları yakması
gibi, ancak bir nefisten çıkıp başka bir nefiste etki meydana getiren ince bir
etkidir. Fakat nefisten çıkan şey ince ve ruhsaldır. Çünkü en ince nefisten
çıkar ve kendisi gibi ince bir şeyde etki meydana getirir. Ateşten çıkan ise
ateşin yoğunluğu gibi ondan daha yoğundur; yoğun cisimleri etkiler ve bu
etkinin sebebi olur. Fikirde kendisine bakılan şeyin suretini düşünüp tasavvur
ettiğinde -ki fikir düşünen nefsin duyularından biridir ve kavradığı şeyi
nefse götürürnefisten bir şey ortaya çıkar, kendisine bakılan şeyi etkiler ve
delirtir. Bu, nazar değen kimselerde açıkça görülür. İnsanların çoğu, gözle
görülür açık bir şey ve daima işittiğimiz bir durum olduğu halde bunu reddeder,
ona inanmaz ve onu doğrulamaz.
Hintli
bir toplulukla ilgili olarak şöyle bir hikâye anlatılır: Onlar, başkalarında
vehimleriyle insanların çoğunun yadırgadığı ilginç etkiler yapıyorlar. Bu
risâlede anlattığımız gibi sihir giderilir, büyü ve vehim kaldırılır. Çünkü
böyle şeyler, gayba benzeyen ince/latif konulardır. Fakat özellikle nazar
değenlerde açıkça görülür. Onu ancak harikalar gösteren yalancıların uydurduğu
sahte iddialara sarılması bakımından gideren kimse giderir. Onu bu cine benzer
şeyin içine gömerler. Nitekim bunu, bu risâlenin başında onların işittikleri
sihir ve tılsım etkisi bahsini yalanlaması manasında anlatmıştık. Onun ardına
düşen bazı cahil talipler ve onu bilgisizce, ilmi ve aklı kıt bir aptal insan
gibi veya ahmak ve cahil bir koca karı gibi esaslarını bilmeden isteyen
kimseler işittiklerinde bunları yalanladılar ve kendilerini bu sınıfa mensup
kimselerin üstünde gördüler. Çünkü onların eksikliğini ve cehaletini anladılar
ve bu yalancı cahillerin bozduğu bu konuların çoğunu batıl gördüler;
dolayısıyla hepsinin batıl olduğuna hükmettiler. Zira yalancılar tarafından
gelen şey daha çok ve daha yaygındır. Bilgelere ait olan asıl ise doğrudur,
doğru esaslara dayanır ve çok azdır.
Resulullah’dan
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) rivayet edildiğine göre o dedi ki: “Sihir
haktır ve göz değmesi haktır" Yine rivayet edildiğine göre ona büyü
yapıldı ve büyü kuyudan çıkarıldı. Bu konudaki hadis meşhurdur. Rivayet
edildiğine göre, o, şiddetli nazara maruz kalan bir adama su dökülmesini
emretti. Bu hadis de aynı şekilde meşhurdur. Adama nazar değen kimseden
kendisinden çıkan göz değmesinin etkisinin yok olması, ondan meydana gelmesi
nedeniyle bunun kaybolması için yıkanmasını emretti. Çünkü Peygamber (sav),
bunun özellik ve keyfiyet ve yolunu bildiği için yol gösterdi.
Şahit
olduğumuz esneme de böyledir. Bir adamın esnemesinin yanındaki meclis
arkadaşının ve hatta aynı meclisteki bütün cemaatin esnemesine yol açtığını
görürüz. Bu sirayet edicidir. Aynı şekilde bu tesir edici bir etkidir. Baktığı
kişiden başlar ve onu etkiler. Belirttiğimiz bu sıfatlar, sihir, büyü ve
muskanın hayvan türlerinde bulunan hayvani nefisleri etkilediğini gösterir.
Büyücünün üfürme ve üfleme gibi yollarla büyücülükten medet umduğunu görürsün.
Çünkü üfürme ve üfleme, nâtık nefsin (konuşan nefsin) hareketiyle bu hayvanın
cevherindendir ve safir, nazar boncuğu ve belirttiğimiz diğer işaretlerin
etkilemesi gibi onu etkiler. Bunların hakikatlerine ve inceliklerine ancak
Allah Azze ve Celle’nin vahyiyle desteklediği temiz bilgeler vakıf olurlar.
Onlar her şeyin sebebini, neyi etkilediğini ve hayvanın hangi cevherine
götürdüğünü bilirler. Onların işaret edip de insanların eline düşen ve
görüldüğü gibi kendisiyle iş yaptıkları şeyler bunlardandır. Gösterdikleri
mıknatıs taşı ve onun demiri çeken tabiatı böyledir. Böyle bir şey haber olsa
onu insanların çoğu doğrulamazlar ve müşahede etmedikleri ve bilmedikleri
diğer şeyleri yalanladıkları gibi yalanlarlar. Fakat gözle görme ve müşahede,
taş bedenlerde ve cansız ilaçlarda söz konusudur. Böyle bir şey, düşünen nefsin
etkisini ve müşahede ettiği fiillerini kabule hazır olan karışımlı hayvani
nefis sayesinde ölüye karşı üstünlükle birlikte hayvanda olamaz mı? Onu idrak
ettiğimizden çok idrak etmemizin ve bunları bilme ayrıcalığına sahip
bilgelerin -kendilerine selam olsunbaşarısı olmadan niteliğini, nedenlerini ve
sebeplerini bilmemizin yolu yoktur. Onlar arasında, Mesih’den (as) rivayet
edildiği gibi, kendisine bunların çoğu verilen kimseler de vardır. Şöyle ki o,
hangi taşın, ağacın veya herhangi bir şeyin yanma uğrasa onunla ona uygun
olarak konuşur ve onu tanıtırdı. Bu konuşma ölüden bir cevap gelme şeklinde
değil, bilakis bir işaret, ima ve düşünme şeklinde olurdu. Aleyhisselam,
ondakini yaratıcısı olan Yüce Allah’tan bir vahiyle bilirdi. O, seçtiği
kullardan -Allah’ın salât, rahmet ve bereketi hepsine olsundilediğini hikmete
varis kılar.
Ey
nazik ve merhametli kardeş! Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin!
Şimdi biz bu risâlede geçen konuşmada senin için işitme ve haber açısından bir
kanaat ve yeterliliğin olduğunu sanmıyoruz. Özellikle bundan önceki elli
risâlede geçen sözleri iyice düşünürsen, onlar, bunun mukaddimesi ve senin
bilgini kuşatmada yardımcıdır. Bundan dolayı şimdi burada sana ilmini garanti
ettiğimiz ve tamamlamayı üstlendiğimiz risâlelerin sonuncusu olan bu son
risâleyi tamamlama amacımıza ulaşmak için sözü kesmek istiyoruz. Ey nazik ve
merhametli kardeş! Allah, razı olduğu konuda sana ve bize yardım etsin, bizi
ve seni yaklaştırdığı maksadı konusunda başarılı kılsın ve bizi maksadımız olan
ve hakkımızda dilediği yetkinliğin zirvesine ulaştırsın. Bizden ve bütün
değerli kardeşlerimizden ona daima, ebediyen, zevalsiz ve kesintisiz hamd
olsun. Zaten o buna layık ve müstahaktır. O bize yeter, o ne güzel vekildir!
Sihir
ve Diğerlerinin Gerçeğinin Açıklanması
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sihir,
dilbilimcilerin ve tefsircilerin belirttiğine göre Arapçada birçok anlama
gelir. Onlardan bu kitabımıza uygun olanları bu konuda dile getirdiğimiz
görüşlere delil olması için zikretmek istiyoruz. Şöyle ki Arapçada sihir, ‘bir
şeyin hakikatini açıklamak, ortaya çıkarmak, hızlı bir gayretle gözler önüne
sermek ve pekiştirmek’tir. Bir şeyi, olmadan önce haber vermek ve yıldızların
bilgisiyle felek hükümlerinin gerektirdikleriyle delillendirmektir. Kehanet,
zecr ve fal da böyledir. Ona ancak astrolojiyle ve felekî hükümlerin ve göksel
önermelerin gerekleriyle ulaşılır ve güç yetirilir.
Açık
olanın çevrilmesi ve âdetlerin dışına çıkılması da sihir kapsamına girer. Yapılan
hayaller, hikâyeler, temsiller, toprağı tesviye etme, göz bağıcılık, sara,
aptallık ve şaşkınlık gibi durumları celbeden belli tütsüler de ona dâhildir.
O, birçok kısma ve çeşitli türlere ayrılır. O bütün dillerde âlimlerin
belirttiği ve filozofların açıkladığı değişik sözcüklerle ifade edilir. Sihrin
amelî ve İlmî, hak ve batıl diye kısımları vardır. Peygamberler için
yapılanları ve filozofların damgalanmasına sebep olan sihirler de vardır.
Sadece kadınların bildikleri de vardır. Araplar, hızlı anlatmak ve delil ve
burhan getirmek istediklerinde “Filanca beni konuşmasıyla büyüledi.” derler.
Örtü kalkıp şüphe yok olduğu zaman âlimler: “Akılları büyüleyen büyük bir sihir
getirdi.” derler. Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sabahleyin
methedip doğru söylediği, sonra aynı konuda yerip doğru söylediği bir adam
hakkındaki sözü böyledir: “Şiirde hikmet, anlatımda sihir vardır” Geçmiş
ümmetler ve eski çağlar, peygamberlerden göz alıcı mucizeler, gözle görülür
ayetler, parlak açıklama ve açık delil görünce onları sihirbaz olarak
adlandırdılar. Filozofların olanları haber verdiklerini, âlemdeki sevinç,
hayır, nimet ve bereketlerin inmesi yoluyla uyarı ve müjdelerden
bahsettiklerini görünce haberlerin kendilerine kapalı kalması, nübüvvet ve
peygamberleri (as) bilmemeleri ve onların kendilerine göğün haberlerini
getiren, böylece olmuş ve olacakları öğreten cinlerinin olduğunu zannetmeleri
sebebiyle onları kâhinlikle suçladılar. Yüce Allah, Kitabında bu topluluğun
ağzından Musa (as) kavmine mucizeler getirdiği zaman Firavunun Musa ve
Harun’dan gördükleri karşısında dediğinde olduğu gibi, peygamberlerin
sihirbazlıkla suçlandığı bir hikâye anlatmıştır: “Bunlar, sizi ülkenizden
büyüleriyle çıkarmak ve sizin örnek hayat tarzınızı ortadan kaldırmak isteyen
iki sihirbazdır”2' O, Hâmân’ının işaret ettiği ve şeytanının
güzel gösterdiği gibi, bununla Musa (as)’ın ancak sözünün hakikati ve ilminin
doğruluğu olmayan hayal, maharet ve sihirbazlıkla hareket ettiğini kast etti: “Şehirlere
bütün bilgili sihirbazları getirmek üzere toplayıcılar gönder”[132]
[133] [134]
Yani her göz bağıcıyı, cambazı, sözünü süsleyeni, işini abartanı. Onun
kıssasına ait olan hususlar, sihirbazların Musa ve Harun’a (as) teslimiyetleri,
onlardan sadır olan şeyler, pişman oldukları işten dönmeleri, yatıkları işten
vazgeçmeleri ve “Biz Musa’nın ve Harun’un Rabbine inandık”22
demeleri. Cahiliye müşriklerinin Peygamberimiz Muhammed (sav)’in yalancı bir
sihirbaz olduğunu söylemeleri gibi. Yüce Allah dedi ki: “Bir mucize
görseler bu süre gelen bir büyüdür, diyerek yüz çevirirler”[135]
Her konuşan peygambere, her doğru söyleyen, mucize getiren ve ayetler gösteren
bilgeye bu ad takıldı. Peygamberlerin yalanlanması ve bilgelerin reddedilmesi
için taşkın topluluklar ve azgın gruplar tarafından bu sıfat kullanıldı.
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sihrin mahiyeti
ve hakikati, akılların büyülendiği, nefislerin hayret, tâbi olma, dikkat kesilme,
dinleme, güzel görme, itaat ve kabul manasında bütün söz ve fiillerin etkisiyle
boyun eğdiği her şeydir. Bunlardan peygamberlere (as) özgü olanlar, beşerin güç
yetiremediği işleri bilmek gibidir. Onları bilmek ancak vahiy, destekleme ve
meleklerden alma yoluyla mümkündür. Bunlar, Yüce Allah’ın hikmetine,
birliğine, helal ve haramın beyanına, karar ve hükümlerin izahına ve olmuş ve
olacakla ilgili gaybın bildirilmesine delalet etmek üzere indirilen kitaplar,
açıklanan ayetler ve verilen örneklerdir. Bundan dolayı cahiliye, Peygamber
(sav)’e uyan ve İslam’a giren kimselere: “Filanca, Muhammed’in dinine girdi ve
onun sihri bunu etkiledi.” diyordu.
Helal
sihir, hak ve doğru sözle Yüce Allah’a davet etmek; batıl sihir ise peygamber
karşıtlarının ve filozof düşmanlarının batılı süsleme ve ilan etme, hakkı batıl
söz ile ret ve inkâr etme, güçsüz erkek ve kadınların kafasına onları Allah’ın
yolundan ve ahiret güzergâhından alıkoymak, akıllarını batıl ile büyülemek ve
onlarla kurtuluş arasına girmek için kuşku ve şüphe sokma şeklinde yaptıkları
şeylerdir. Onlar cahiliyede müşriklerin şeytanları ve münafıkların
başkanlarıdır. Onlar her zaman ve her asırda güçleri yettiği ölçüde
sihirleriyle Yüce Allah’ın dininden alıkoyarlar ve şeriatın sünnetini yok
ederler. İşte bu, sebat ve devamlılığı olmayan haram ve batıl sihirdir. Onun
burhanı ve kendisine yönelten doğru kılavuzu yoktur. Ona göre iş yapan lanetli,
onu doğrulayan büyülenmiş ve onu isteyen uğursuzdur.
Halkın
geneli, Kuranda bahsedilen, Babilde Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilen
sihir hakkında küçümsenen ve doğruluğu olmayan sözler söylemişlerdir. Bu sözün
kitaptan bir ilme sahip olan âlimlerin zikrettiği ince bir anlamı vardır. Bu
onların güvendikleri seçkinler içindir. Onu soylu evlatlarına ve erdemli
kardeşlerine teslim ettiler. Biz bu konuda anlatılan bir örnek ve rivayet
edilen bir haber vermek istiyoruz. Böylece vakıf olmak ve ulaşmak istediğin
şeyin anlamı sana yaklaştırılır. Başarı Allah’tandır.
Anlatıldığına
göre, Fars krallarından birinin gözle görülür nimeti, ezici heybeti, büyük bir
saltanatı ve varissiz bir krallığı vardı. Yine onun düşünceli ve kararlı bir
veziri vardı. O, mutluluğu kralı yönetmede ve ona yeterli vezirlik yapmada görüyordu.
İhtiyaç duyduğu yönetim işinde ona yetiyordu. O, zevkiyle, hayattan tat alma
tamahkârlığıyla, zamanın musibetlerinden ve devrin felaketlerinden güvende
olmayla meşguldü. Vezir, onu övgüye layık, düşünceli, güzel niyetli ve iyi
amaçlı olmasıyla takdim ediyordu. Kral, zamanının bir müddetini ve ömrünün bir
süresini bunun üzerine ikame etti.
Bir
zaman geldi, kral, huzurunu kaçıran ve hayatını zehir eden bir derde yakalandı;
rengi attı, vücudu zayıfladı, gücü kayboldu, bu dertle uğraştı ve vezirini
çağırarak ona şöyle dedi: Zevk ile aramı açan bu hastalıktan dolayı başıma
gelenleri görüyorsun. Neredeyse ölümü temenni edecek hale geldim ve hayattan
bıktım.
Vezir
onun haline acıdı ve ağladı. Sonra çıkıp doktorları topladı ve şifa aradı.
Getirmedik doktor, büyücü, müneccim ve kâhin bırakmadı. Onlara kralın çektiği
ağrı ve sancıyı anlattı. O, vücudunun çarpıntısından, kalp ve karaciğerindeki
aşırı yanmadan şikâyet ediyordu. Herkes bir şey dedi, ama neticeye ulaşamadı;
çalıştı, ama sonuç elde edemedi; tedavi etti, ama başaramadı.
Kralın
hastalığı iyice şiddetlendi. Vezir, ülkenin yönetimiyle ve memleketin hizmetçileri
ve tebaasının özel ve genel siyasetiyle meşgul oldu. İşler karıştı, valiler
isyan etti, memleketin sınır boylarında ve devletin uzak bölgelerinde asiler
çoğaldı. Bu durum vezire ağır geldi, şaşırdı ve krallığın yok olmasından
korktu. Filozofları topladı, âlimleri ve onlara gücü yeten gün görmüş yaşlıları
getirdi. Sözü onlara havale etti ve cevaplarını bekledi. İçlerinde bilgili ve
tecrübeli bir büyük yaşlı vardı. Dedi ki;
Ey
vezir! Kralın derdi dış yüzüyle bilinen, iç yüzüyle gizli bir şeydir. Böyle bir
derdin sebebi şu iki durumdan birisi olabilir: Birisi nefse, diğeri bedene
aittir. Nefse ait olan iki kısma ayrılır: Birisi düşünen nefis ve akleden
güçle, diğeri hayvani nefis ve şehevî güçle ilgilidir. Cisme ait olan da aynı
şekilde iki kısma ayrılır: Birisi sıcaklık ve kuruluğa, diğeri zıddı olan
soğukluk ve yaşlıkla ilgilidir.
Düşünen
nefisle ilgili olan, şanı yüce olan Yaratıcı ve yarattıkları hakkında düşünmek,
yarattığı, icat ettiği ve meydana getirdiği şeylere hayret etmek ve başlangıç,
bitiş ve benzeri İlahî işler hakkında düşünüp taşınmaktır. Nefis bu konuya
daldığı, kapıları üzerine kapandığı ve sebepleri imkânsız hale geldiği zaman
daralır, sıkışır, dolayısıyla bedenin tabiatı yakar, doğal güçler besin
almaktan aciz kalır ve bedende bu gördüğün zayıflık, değişiklik, arıklık ve
bitkinlik meydana gelir. Bu böyle devam eder, bu dert sürdükçe artar. Zihin
onunla meşgul olur, kapılar üzerine kapanır, sebepler imkânsızlaşır, üzerine
kapanan kapıları açacak ve kendisi için zorlaşan sebepleri kolaylaştıracak
birini bulamaz.
Hayvani
nefise ve şehevî güce ait özel olan kısma gelince, o, kadınlar, çocuklar,
gençler ve adamlar vs. hayvani suretlere âşık olmak gibidir. Aşığın maruz
kaldığı şey böyledir. Sevdiği şey huzurundan kaybolduğu ve sevgilisiyle arasına
bir engel girdiği zaman onda vücudunun telef olmasına, mizacının sapmasına ve
bünyesinin bozulmasına yol açan zayıflık ve değişiklik ortaya çıkar. Belki ona
melankoliye sebep olan daha çok şey dokunur ve yanar. Belki hastalık kara
sevdaya kadar varır, helak olur ve ölür.
Bedene
ilişen dertler dört tabiat yönündendir. Mizacın bozulmasından kaynaklanan her
dertte tabiatların bazısı bazısına üstün gelir. Onun bu derdin varlığına delalet
eden birtakım belirtileri ve ilaçlarla kast edilen yerleri vardır. Uzman
doktorun tedaviye ancak bu dertle ilgili şu soruları sorduktan sonra başlaması
gerekir: Sebebi nedir, nasıl oldu, neden oldu, aslı nedir, çok yediği
yemeklerden, aşırı içtiği içeceklerden, maruz kaldığı kederden, kendisine
nüfuz eden bir tasadan, kalbini ve aklını meşgul eden bir durumdan, gördüğü ve
kalbine düşen, fakat sonra onunla arasına bir engel giren ve zevk alması
önlenen bir suretten ileri gelen bir şey midir, vücudunun neresinde ağrı
hissetmektedir, hangi organıyla ilgilidir, neyi canı çekmektedir, onu hangi söz
eğlendirmekte ve memnun etmektedir, neyi dinlemek onu neşelendirmektedir?
Hasta, doktoru sorduğu bu şeyler hakkında bilgilendirirse ve sağlam akıllı
olursa, uzman doktorun onunla ilgili bilgisi artar, onun sözlü olarak
bildirdiklerini ona hisle delalet eden burhanla ve hastanın dile
getirdiklerinin doğruluğunu delillendiren şeylerden hareketle anlaşılan nabız
sağlığıyla kanıtlar.
Doktor,
hastanın sözünü ve nabzın tanıklığını başka bir delille, yani su ile test eder.
Nabız ve su hastanın şikâyeti konusunda ittifak edince doktor hastalığı ve
hangi organlarda bulunduğunu anlar. Eğer tabiatlardan biri baskın, diğeri zayıf
olursa bu organa onu yerinde sıkıştıran zıddının nezaket ve tedricilikle
kontrol altına alınması için tabiatına ve gücüne uygun olanı gönderir. İlk
etapta ona keskin ilaç vermez. Belki bu onda düzeltilmesi beklenmeyen bir fesat
meydana getirir. Buna odunda ilk ulaştığında yanan ateş örnek verilebilir. O
güçlendiğinde ve üzerine su döküldüğünde sıcaklığı artar ve buharı
kuvvetlenir. Kendisine geleni yok eder ve içine alır. Ey vezir, bu derdin nasıl
başladığını, sebebinin ne olduğunu ve onu gerektiren hali sor. Umulur ki bunu
bildiğimizde inşallah onu kibarca ve güzel muameleyle iyileştiririz. Vezir
dedi: Ey bilge! Kral vezirlerinin edebine uygun olan ve krallara arkadaşlık
edenlere gereken; onlara sorulması gerekmeyen soruyla başlamamak, onlar
başlamadan kendilerine bununla saldırmamak, söylediklerine kanıt getirmelerini
istenmemek, bilakis dinlemek, tasdik etmek ve bütün işlerinde onlara teslimiyet
göstermek, iş ve eylemlerinde onlara karşı çıkmamaktır. Ben ona özellikle kendi
nefsi ve bedeniyle ilgili bir konuda kendisinin açıklamadığı bir şeyi ve
gizleyip bana bilgi vermediği bir hali sormaktan çekiniyor ve korkuyorum. Bilge
şöyle açıkladı: Ey vezir! Bahsettiğim şeyleri bana açıklamadan onu
iyileştirmeye ve tedavisini bilmeye imkân yoktur. Ben senin ona durumunu ve
gizlediği sırrı sormanın, inşallah, onun yaşamasına ve kurtulmasına sebep
olacağını görüyorum. Sana bunu bildirdiğinde bana bildir ve anlattıklarını
unutmamak için koru.
Sonra
bu yaşlı ve meclise gelen doktorlar yüz çevirdiler. Vezir kalktı ve kralın huzuruna
girdi. Onu görünce onunla samimi oldu, onu kendisine yaklaştırdı ve kendisi
için deva ve şifa bulunup bulunmadığını sordu. Vezir onun için çokça dua
ettikten sonra ona yöneldi ve hastalığın nasıl başladığını ve meydana gelme
sebebinin ne olduğunu sordu. Kral, vezirinden kendisine daha önce kimsenin
sormadığı bu soruyu duyunca, huzurundaki hizmetçilerine onu oturtmalarını ve
yaslanmasını temin etmelerini emretti. Onlar bunu yaptılar, sonra da ondan
uzaklaşmalarını emretti. Vezir bunu görünce canından korktu ve ürktü. Kral
yatağı üzerinde oturarak doğruldu ve ona şöyle dedi: Bana yaklaş, şu soruyu
tekrarla ve bana doğru söyle. Ben senin doğru sözlülüğünle iyileşmek istiyorum.
İnşallah sen, hastalığı giderecek ilacı sağlayabildin. Ben daha önce senden bu
soruyu işitmedim. Krallık adabında krallara düşen, ikramda bulunduğu
kölelerine ve ileri gelenlerine özellikle açacakları, emanet edecekleri ve
kapıları kapalı ve sebepleri imkânsız bir şeyin açılmasını isteyecekleri ehil
bir kimse bulamadıklarında sırlarını, yalnız kaldıklarında meydana gelen
hadiseleri ve akıllarından geçirdikleri düşünceleri açmamaktır. Ben başıma bu
derdin geldiği bu uzun zaman zarfında bana bunu soracak ve benim de açıklayacağım
birini istiyordum. Bana bunu soracak birini bulamadım. Kendisine şikâyetimi
açacak ve yakalandığım derdi gösterecek birinden mahrum kaldıkça derdim daha da
güçleşti ve sıkıntım arttı.
Vezir
kraldan bunu işitince tecrübeli bilge yaşlının sözü gerçekleşti. Onun doğru
söylediğini ve isabet ettiğini anladı. Vezir ona dedi ki; bu durumun konulacağı
ve bu sırrın açılacağı kişi olmak istiyorum.
Kral:
“İnşallah.” dedi, sonra söze başladı ve şöyle dedi: Günün birinde Yüce Allah’ın
nimeti bana nasip oldu. Onun benim için olan süresi belli oldu. Bunu üzerine
hâzinelerimdeki kimisi kendi dönemimde topladığım, kimisi atalarımdan miras
kalmış olan kıymetli cevherlerin ve değerli aletlerin çıkarılmasını emrettim.
Hizmetçilerim, kölelerim ve onu önüme getiren hazinedarlarımla baş başayken
hazine önüme getirildi. Beni son derece coşturan bir manzara gördüm, onunla
sevindim ve neşelendim. Onun sayesinde sevinç, neşe, mutluluk ve keyiften bolca
nasiplendim ve çok hissedar oldum. Nefsim kabardı ve kadrim yüceldi. Hiç
kimsenin ulaşmadığı şeylere ulaştığımı ve en mutlu kimse olduğumu zannettim.
Sonra uyudum ve rüyamda bu haldeyken kendimi olanların en iyisi, en olgunu ve
en yetkini üzerindeymişim gibi gördüm. Devletimin adamları ve krallığımın
köleleri önümde boyun eğmiş, secde eder, sözümü dinler ve emrime itaat eder
halde duruyorlardı. Ben de saltanat tahtında yüksek bir makamda idim.
Ben
bu haldeyken daha önce hiç görmediğim ve tanımadığım yakışıklı, güzel elbiseli
ve genç bir adam gördüm. Sanki yakınımdaydı ve hiç korkmadan, önümde eğilmeden,
selam vermeden ve elimdekilerin hepsine tek başına sahipmiş gibi bana alaycı
bir şekilde bakıyordu. Sanki o, benim sahip olmadıklarıma sahipti, benim yapamadıklarımı
yapabiliyordu ve benim ulaşamadıklarıma ulaşıyordu. Bundan dolayı ona
öfkelendim, ona saldırmaya niyetlendim. Yanımdaki tüm hizmetçilere ve ülkem
halkına ve devlet adamlarıma ona saldırmalarını emrettim. O yerinde durmuş,
bana gülüyordu. Sanki onlar ona erişememiş ve ona güç yetirememişlerdi. Sanki
bana karşı alay ve küçümsemesi daha da artmış, gördüğü hiçbir şey onu
korkutmamıştı.
Ondan
bunu görünce korktum ve ürktüm. Yerimden kalktım, tahtımdan çekilip ona
yaklaştım ve şöyle dedim: Sen kimsin, nerelisin, bana nasıl ulaştın, huzuruma
nereden girdin? Bana şöyle dedi: Ey miskin, ey yeryüzü saltanatı ve sınırlı
krallıkla gururlanan kimse, sen hangi kralsın? Sen ancak kölesin, efendi
değilsin! Niçin imkânsızı iddia ediyor ve nefsin için yalana razı oluyorsun?
İçinde bulunduğun her şey yok olacak ve ortadan kalkacaktır. O, birbirinizden
ayrılacağınız az bir şeydir. Kral ancak, semavî kral ve İlahî sultandır. Eğer
acele eder, seni Rabbine yaklaştıracak işleri yaparsan ona ulaşırsın, gerçekten
kral olursun, eskimeyen bir saltanata, fani olmayan bir hazza nail olursun,
gerçek kral olursun. Ruhun temizlendiğinde ve arındığında benim yaptığımı sen kendin
yaparsın ve benim ulaştığım şeyin benzerine sen de ulaşırsın.
Ondan
bunu görünce onun dediği gibi, efendi değil köle, âlim değil cahil, insan değil
hayvan olduğumu kesin olarak anladım. Sonra uyandım, düşünüp taşındım, aklımı
çalıştırdım. Bu kişiden, dediklerinden dolayı hayal gücüm arttı. Krallığımdan
dolayı onun kudretinin genişliğini ve yükseldiği makamı gördüm. Onun ulaştığı
çalışmayı bilmek istedim. Elde ettiğim bütün lezzetler yerine bununla meşgul
oldum. Tüm arzulardan uzaklaştım, yiyecek ve içeceklerden vazgeçtim. Düşünmeye
ve bakışımı ülke halkına ve devlet adamlarına çevirdim. Onların içinde bu sırrı
açabileceğim hiçbir kimseyi görmedim. Onların hepsinin bu kişinin bende
kınadığı hal ile muttasıf olduklarını gördüm. Ben de onlar da köledir. Ödünç
aldığımız isimler bize uygun ve yaraşır değildir. Onlar bizden gidecek ve yok
olacaktır. Durumumu ehli olmayan birine açıklamaktan, delilikle ve akılsızlıkla
suçlanmaktan korktum. Sustum. Düşünme üzüntü, keder ve tasamı artırdı. İşte
bundan dolayı bende gördüğün değişim, dönüşüm ve sıfatlar meydana geldi. İşte
ağrımın sebebi ve derdimin kaynağı budur. Eğer beni bu gördüğüm şahsın ulaştığı
duruma ulaştıracak davranışı elde edemezsem, bu dünyadan bu hasretle
ayrılacağımı zannediyorum. Sana durumumu arz ettim, gizlediğim sırrı açtım.
Eğer elinde beni rahatlatacak bir şey varsa bana onunla ihsanda bulun. Eğer
bundan mahrumsan delilikle ve akılsızlıkla suçlanmamam için sırrımı sakla,
durumumu benim sana açtığım gibi kimseye açma. Yoksa krallık ikimizin de
elinden gider ve düşmanlar bize karşı tamahkârlık gösterir. Çünkü aklın
gitmesi, devası imkânsız ve şifası bulunmayan en zor derttir.
Fakat
ben, senin bunu bana sorduğunu görmem sebebiyle benim için bir çıkış yolu
olmasını arzu ettim. Hâlbuki bu senin benimle olan ilişkinde âdetin olan bir
şey değildir ve ben sende seni sana açmadığım sırrımı sormanı sağlayan böyle
bir davranışa sevk etmeyecek krallara layık bir edep olduğunu biliyorum. Benim
sana doğru söylediğim gibi sen de bana doğru söyle.
Vezir
dedi ki; olanları ve bana bunu gösteren ve emreden yaşlı bilgenin/şeyhin
dediklerini ona tekrarladım.
Şöyle
dedi: Bana şeyhi getir! O derdimin teşhisini koydu. Onda şifa olduğunu ümit
ediyorum.
Onun
yanından çıktım, bu şeyhin yanma vardım ve durumu baştan sona anlattım. O
ağladı ve şöyle dedi: Hastalık teşhis edildi, şifasını anladık. İnşallah onu
iyileştirebiliriz.
Sonra
kralın huzuruna çıkmak üzere benimle birlikte kalktı. Şeyhi görünce sevindi,
onu onurlandırdı, ona teveccüh etti ve yakınlık gösterdi. Durumu baştan sona
ona tekrar anlattı. Şeyh, krala yönelerek şöyle dedi: Seni gördüğün gibi bir
şeye ulaştıracak davranış, ancak şanı yüce Yaratıcının birliğini bildikten ve
onu hakkıyla tanıdıktan sonra gerçekleşir. Bu senin için gerçekleştiğinde ve
onu bildiğinde seni ona kulluğa götürecek ve cennetine ve yücelik yurduna
ulaştıracak ilmi öğrenmeye başlarsın. Bu kulluğu sağlam bir şekilde yerine
getirdiğin zaman muradına erişir ve amacına ulaşırsın. Bu ancak sahip olduğun
ve yapabildiğin bütün dünya işlerini terk ettikten sonra mümkündür.
Kral
dedi ki; buna razı oldum ve nefsim ondan hoşlandı. İçinde bulunduğum her şeyi
terk etme konusunda acele ettim, ölmeyi ve şu âlemden kurtulup rahatlamayı
temenni ettim.
Şeyh
dedi ki; bu ilim, ülkemizdeki hiçbir kimsede yoktur. O ancak gerçekte makamı
Hint bölgesinde, Serendib dağında, ekvator çizgisinin altında bulunan
bir bilge adamda mevcuttur. Kapanan bu durumun ve zorlaşan bu sırrın
anahtarları onun elindedir.
Kral
dedi ki; ben ona nasıl gidip gelebilirim? Gördüğün gibi ben, zayıf vücutlu,
güçsüz ve düşmanı bol bir kimseyim. Gördüğün gibi, durum perişan, işler ve
çalışanlar bozuk, bize karşı ayaklananlar ve düşmanlarımız çok, bana eziyet
etmek ve elimdeki fani ve yok olucu krallığı gasp etmek istiyorlar. İşittiğim
ve gördüğüm şeylerden sonra bunları kaybetmekten dolayı üzülmesem de buradan
çıktığım ve uzaklaştığım takdirde yakalanmaktan, yolda öldürülmekten ve
ölmekten, öldükten sonra mutluluğu sağlayacak şeye ulaşamamaktan, dünyada
çabucak zelil ve alçak olmaktan, ahirette ona hızla varmaktan korkuyorum.
Şeyh
şöyle dedi: Kral, bahsettiği konuda doğru söyledi. Bizim bu konuda başka bir
tedbirimiz var.
“O
nedir?” dedi.
Şöyle
dedi: Ben bilgeye durumu anlatan bir mektup yazacağım. Sonra onun cevabına
bakıp inşallah gereğini yapalım.
Kral,
“Öyle yap!” dedi. Aldığı cevap kralın hoşuna gitti. Şeyhin sözüyle içi huzura
kavuştu.
Vezire
şöyle dedi: Bil ki, ben sağlığıma kavuştum, bu fikrî hareketle huzur buldum ve
kalbimdeki hararet söndü. Kendisini güçlü tutacak ve ihtiyacını giderecek kadar
yiyecek ve içecek istedi. Devlet işleriyle ilgilenen krallık maiyeti arasında
kralın hastalıktan kurtulduğu ve maruz kaldığı halin ortadan kalktığı yayıldı.
İnsanlar bu duruma sevindiler ve fitne sakinleşti. Dolayısıyla asiler itaate
koştular, bereket ve nimet yayıldı. Durum kısa sürede en iyi şekle kavuştu.
Kralın nefsi güçlendi ve başarılı ve olgun şeyhin sözüne güvendi. Şeyh, zamanın
Beytülhikme (hikmet evi) reisine olanları anlatan ve ondan kendisine
onun durumuna uygun ilmi açıklamaya ve bedeni için gerekli hususları öğretmeye
elverişli gördüğü birini göndermesi talebini içeren bir mektup yazdı.
Mektup
bilgeye ulaşıp da içeriğini öğrenince kendisiyle birlikte bulunan on iki
öğrencisini çağırdı. Onlara eline geçen şeyi bildirdi ve mektubu okudu. Onlar
dediler ki; bize yapmamızı ve arzunu yerine getirmemizi istediğin şeyi emret.
İçlerinden iki adamı ayırdı ve onlara şöyle dedi: Krala gidin. Huzuruna
girdiğinizde biriniz onunla irtibata geçsin ve matematik ilminde gerekli
seviyeye ulaşıncaya kadar ona eşlik etsin. O bu seviyeye ulaşıp vakıf olduğu
zaman ilahi ilme yükselir, sonra ondan ayrılır. Onu gerekli olan seviyede
tutuncaya kadar diğeri ona eşlik etsin. Onun eylemlerinin güzelleştiğini ve
davranışlarının arındığını gördüğünüz zaman ondan ayrılın. Ondan ne bir
karşılık ne de bir teşekkür isteyin.
Sonra
o, bu iki kişiye tavsiyede bulunmaya ve onları dünya bağlarına ve şeytanın
ağına kapılma konusunda uyarmaya başladı ve şöyle dedi: Siz, dünyanın
güzelliklerine, süslerine, cazibesine, ihtişamına ve dünyalıların karşı karşıya
bulunduğu fitneye uzak bir yerdesiniz. Kralın yanında geniş bir ülkeye, gözle
görülür bir nimete ve çok lezzete ulaşacaksınız. Sizi onlardan birine
meyletmekten ve onları sevmekten sakındırırım. Eğer siz bunu yapar ve gördüklerinizden
herhangi bir şeye meylederseniz bozulursunuz, bozarsınız ve insanlık suretinden
fiilî şeytanlık suretine çıkarsınız; geniş cennetlerden, mutluluk ve esenlik
bahçesinden çıkarsınız, alçaklık yurdunda şeytana komşu olursunuz ve bütünün
enginliğinden çıkıp parçanın zindanına girersiniz.
O
ikisi, “Başüstüne!” dediler ve bulundukları yerden kralın bölgesine yöneldiler.
Bilge, şeyhe, bunu öğreten ve haberlerini, yapacaklarını ve krala muamele
tarzlarını kendisine iletecek, onu da o ikisi üzerine gözcü tayin eden bir
mektup yazdı.
Sonra
onlar üzerlerindeki perişanlık ve çirkinlikle, dervişlere yaraşır bir yoksulluk
ve rezillik içinde şeyhe geldiler. Krala bilge tarafından iki adamın geldiği
haber verildi. Onların gelişinden dolayı sevindi ve mutlu oldu. Sonra onları
yanma getirmelerini emretti. Onlar onun huzuruna girdiler. O, iki ayağı
üzerinde ayağa kalktı ve onlara oturmalarını emretti. Onlar verici âlimler
gibi, kral ve vezir ise alıcı öğrenciler gibi oturdular.
Sonra
matematik ilmi ile başlayan öne çıktı ve bunu kral ve vezire pekiştirip öğreninceye
ve gereklerini ve hükümlerini yerine getirinceye kadar öğretti. Sonra birincisi
ayrıldı ve İkincisi öne çıktı. Onlara ilahi hikmeti sahip olduğu en yüksek
düzeye ulaşıncaya ve kapasitesinde bulunanları alıncaya kadar okudu. Onlar
görevlerini bitirip ayrılmak istediklerinde kral onlara dönerek şöyle dedi:
Ben bana yaptığınız bu iyiliğe ve meselemi üstlenmenize karşılık size
krallığımı teslim etmekten başka bir ödül bulamıyorum. Siz onu yönetirsiniz,
ona dilediğiniz gibi hükmedersiniz. Hepsini size bırakıyorum. Bana göre o
sizin için az bile.
Ondan
bunu işitince güzelce reddettiler ve kralın kendileri için hazırlattığı mekâna
gitmek üzere ayrıldılar. Kralın kendilerine sunduğu ve hediye ettiği krallık
konusunda istişare ettiler. Nefisleri gördükleri dünya güzelliğine, görkemine,
mülkiyetine ve hoş lezzetine meyletti. Dediler ki; bizim için iki yurdun bir
araya gelmesinde ve iki mutluluğa birden ulaşmamızda bir sakınca yoktur: Hem
dünyada hem ahirette saltanat. Onlar kralın hediye ettiği saltanat, tahta
oturma ve onun icrasını kabul etmeye niyetlendiler. Sonra kral veziri ile baş
başa kaldı ve ona şöyle dedi:
Kardeşim!
Bil ki, bu dünya fanidir ve biz de ebedî değiliz. Onun lezzet ve nimetlerinden
elde edebildiğimiz kadarını elde ettik ve gücümüzün yettiği kadarına ulaştık.
Haydi, onlardan uzaklaşalım ve daima ölümden sonra kurtuluş ve başarımıza
vesile olacak bu yüksek ilim ve ince amel ile meşgul olalım. Ölümün bize
erişeceğinden ve üzerimize ineceğinden hiç şüphe etmiyoruz. Umulur ki ikimiz
yeryüzü krallığında olduğu gibi gökyüzü krallığında da birlikte oluruz. “Yap!”
dedi. Niyetleri güçlendi ve bu nefislerine güzel göründü.
İki
adam randevu vaktinde kralın huzuruna girdiğinde ona söylediği sözü ve krallığı
kendilerine teslim etmek istediğini tekrarladı. Böylece onların ülkeyi ve
halkını yöneterek ve bunlara hükmederek mutlu olmalarını istedi. Ülke halkının
ve içlerindeki iyi insanların, kendisinin ulaştığına benzer böyle bir ilim ve
amele ulaşmalarını arzu etti. Böylece bereket ve nimet yayılacak ve mutluluk
zirveye çıkacaktı. Onlar onun kendilerine ettiği hediyeyi aldılar ve tevdi
ettiği görevi üstlendiler. O, kendisine İlahî ilmi öğreteni krallık makamına,
arkadaşını da vezirlik makamına getirdi. O, veziriyle birlikte ilim üzerinde
düşünmeyi, ameli uygulamayı, dünyada ibadet ve züht konusunda gayret
göstermeyi, dünyayı horlamayı, şehvetlerini bırakmayı ve zevklerini terk etmeyi
sürdürmekle meşgul oldu.
Şeyh,
bilgeye bunu yazdı, onların ona dönmelerinden umudunu kesti ve gördükleri şeye
kandıklarını, nefislerinin ona meylettiğini ve orada ebedi kalmak istediklerini
anladı. Kral ölünceye, kısa bir süre sonra veziri ona katılıncaya, ikisi de
Yüce Allah’ın rahmetine kavuşuncaya, semavî krallığa nail oluncaya ve ona
ulaşıncaya kadar krallığın yönetiminde ve memleketin siyasetinde bunu devam
ettirdiler. İki adam dünyaya aldandı, ilim ve amelden uzaklaştı ve dünyevî
zevklere daldı. Bilge, onlara emanet ettiği hikmeti geri istedi. Onlar
hatırladıkları şeyi unuttular, yanlarında bulundukları şey onlardan kayboldu,
gökyüzü krallığını bırakıp yeryüzü krallığına yapıştılar. Cennetten
kovuldular, rahmetten uzaklaştılar, zarar ederek gerisin geri döndüler.
Kendilerine yaptıkları şeyle gelen kimseleri yıktılar ve sarstılar. İnsanlar
onlardan dolayı aldandılar ve onlardan kendilerine ne zarar, ne yarar veren
şeyler öğrendiler. Ayıpları göründü. Şöyle dediler: Dünyayı terk etmeyi ve
orada zühdü emreden bu iki âlim, yasakladıkları ve sakındırdıkları şeye
kendileri döndüler. Acil olanın gerçekleşen nimet olduğunu bilmeselerdi onu
seçmez ve öğrendikten sonra ona dönmezlerdi.
Taşkınlıkları
çok arttı, şeytan onları hükmü altına aldı, onlara Rahman ı anmayı unutturdu ve
filozoflara düşman, âlimlere muhalif oldular. Bilge, şeyhe, şerlerinden
korkarak onlardan uzak durmasını ve uzaklaşmasını emreden bir mektup yazdı. O
da bunu yaptı.
O
ikisi, dünya işleriyle ve arzularıyla uğraşmaya başladılar, kendilerine
indirilen ve yapmaları ve uygulamaları istenen ve kurtulanın kurtuluşunun bağlı
olduğu helal sihri terk ettiler; üstelik sapık olan haram sihre döndüler.
Bu,
Harut ve Marut adlı iki meleğin haline, işleriyle ilgili hususlara, gökten yere
inişlerine ve tıpkı İblisin büyüklenmek ve isyan etmek suretiyle meleklerden
ayrılması, Âdem’in hata ve unutması sebebiyle içinde bulunduğu cennetten
ayrılması gibi Rablerinin ve onunla birlikte olan meleklerin komşuluğundan
ayrıldıklarına delalet eden bir sözdür. Bu, açıklamanın ihtimali ve imkânın
kapsaması ölçüsünde sihrin ve sihirbazların mahiyetinin, onu uygulamanın,
kısımlarının miktarının, hak ve batılın ne olduğunun açıklamasıdır.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, cisimlere yerleşen
dertlerin tedavisi ve bunu bilmek, Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği
gibi, doğal ve cisimsel bilgilerin en önemlisidir: “İlim iki çeşittir:
Dinler ilmi ve bedenler ilmi” Aynı zamanda o, helal sihrin bir türüdür.
Çünkü o, âdetin kötülükten iyiliğe, eksiklikten tamlığa dönüşmesidir. Haram
sihir, cisimlere ve değersiz şeylere kötülük katılması, öldürücü zehirlerle
yapılan şeylerde ve bunun için edinilmiş onların özellikleriyle iş yapan ve
ilaçlarda ve onların cisimlerde meydana getirdiği dertler ve hastalıklarda
olduğu üzere karışımlarının bozulması ve tabiatlarının çözülmesi gibi, bunun
tersidir. Elde edeceği dünya veya ona ait bir şey sebebiyle bunu yapan ve
kasıtlı bir şekilde İnsanî sureti bozmaya kalkışan kimse, yeryüzünde
bozgunculuk yapan bir sihirbazdır. Onun öldürülmesi ve ülkeden sürülmesi helaldir.
O, Aziz ve Çelil olan Allah ve Onun Elçisi ile savaşan ve Firavunun,
kendilerinden gördüğü muamele, onların onun yaptıklarını berbat etmeleri ve
adamları ve kavminin ileri gelenleri önünde onun itibarını sarsmaları sebebiyle
sihirbazlara yaptığı gibi, organlarının kesilmesini ve suretlerinin bozulmasını
hak eden kimselerdendir.
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, işe yeni
başlamış ve tecrübesiz doktorların çoğu, hastayı öldürürler, hastaların
hastalığını artırırlar, dolayısıyla isabet ettiklerini zannederek hata ederler.
Öldürdükleri nice hasta, hasta ettikleri nice sağlam insan ve zarar verdikleri
nice sağlıklı kişi vardır! Bu konunun dikkatle incelenmesinde, ondan
sakınılmasında, onunla ilgili tembih ve yönlendirme yapılmasında büyük fayda
vardır.
Biz
sana bu konuda öğrenilmesi gerekenleri açıklamak istiyoruz. Onu kullanman
gerekir. Çünkü cisimler acıların, ağrıların, hastalıkların, dertlerin ve
devaların ortaya çıkmasına bağlıdır. Zira kardeşlerimize -Allah onları ve bizi
kendinden bir ruhla desteklesinuygun olan, bütün ilimleri bilmek, onlardan
haberdar olmak ve sahiplerini tanımaktır.
Ey
kardeş! Bil ki, tıp sanatını öğrenmek isteyen kimsenin önce kitapları
bilgelerin ve âlimlerin önünde okuması, meydana geldiği neden ve sebeplerin
öncüllerini bilmesi, bütün ilaçları karışımları açısından üstün oran ve dengeli
bölümleme itibariyle bilmesi, dört tabiatı ve karışımlarını, mizacın sağlığının
sağlıklıyken nasıl, bozukluğunun bozukken nasıl olduğunu, bedenin iki tarafında
bünye ağırlığının geometrik olarak nasıl bilineceğini bilmesi gerekir. Bu onun
için gerçekleştiği, ona tam vakıf olduğu ve nabız ve suda hastalığa delalet
eden belirtileri, bedenden ayrılan şeyleri ve ilişen hastalıklar sebebiyle
çıkan artıkları bildiği zaman yıldızlar ilmi (astroloji) sanatlarını ve felek
hükümlerini öğrenmeye başlar. Çünkü onlar, bütün yeryüzü işlerinde ve doğal
cisimlere ilişen şeylerde asıl ve temeldir. Bunu kendisine uygun bir şekilde
bilip tam olarak vakıf olunca hastaya yaklaşması gerekir. Onu gördüğü, derdini
öğrendiği, başlangıcını sorduğu ve sözünü dinlediği zaman aklı sağlam ise
[tamamdır]; eğer ondan mahrum ise delillerinin örneklerine ve hastalığın
başladığı kısma bakar. Bu kendisi için gerçekleşirse hastanın doğumuna bakar,
bundan mahrum olursa girdiği doğana bakar. Onun sağlığı gerektirdiğini görünce
hayat evine bakar. Bu kendisi için gerçekleşirse iyileşeceğine güvenen bir
ruhla tedavisine başlar ve bu dert için uygun olan tedavisinde kaybolacağından
şüphe etmeksizin ve uzaklaşacağından ümit kesmeksizin nazik davranır. İşi
ilimle güçlendirir ve bu faaliyetinde filozofların gayretlerine ve
peygamberlerin eylemlerine tâbi olur. Çünkü onlar Aziz ve Çelil olan Allah’a
nispet etmediler ve esasları, gereklerini, kanıtları ve hükümlerini öğreninceye
kadar bildikleri şeyi göstermediler. Bunu gerçekleştirince Yüce Allah’ın
yaratmadaki maksadını, bilgisini, tevhidini, ibadetini, o ismi yüce olanın
onları bundan dolayı yarattığını ve var ettiğini anladılar.
Bundan
mahrum olan nefis, kusurlu, eksik, hasta ve sağlıksız olur. Onların kendilerini
onlara yaklaşmaya ve sevgi göstermeye zorlayan vakitlerde ruh hastalarına
yaklaşmaları gerekir. Onlar, uzman doktorun girdiği, “İhvân-ı Safânın
İtikadı Risâlesi”nde hikâyesi anlatılan şehir halkına yaptığı gibi,
bunların ilaçlarının faydalı ve tedavilerinin iyileştirici olduğunu bilirler.
O zaman hatırlama ve dini, şeriatın sünnetini ve bu zamanın gerektirdiği
şeyleri yerine getirme konusundaki güzel öğütle eksiklikten münezzeh olan Allah’a
davet ederler. Bununla yakınlık etkisine hükmedilir. Onların ruh hastalıklarını
etkileyen ilaçları, ilaçların ortaya çıkardıkları belirtiler ve yaptıkları
mucizeler ile bedenleri etkilemesi gibi, sakındırma, uyarı ve korkutmadır.
Onlar, tıpkı doktorun hastaya kötü yiyecek ve içecekleri, hastalığa sebep olan
ve şifayı zayıflatan şeyleri yasaklaması gibi, insanların yaptıkları şeyleri
men ettiler, onlardan sakındırdılar ve onları failine yasakladılar. Nitekim
ismi yüce olan Allah şöyle demiştir: “Biz ayetleri ancak korkutmak için
göndeririz!’[136]
Peygamberler (as), itaat edenlere cenneti, günahkârlara cehennemi vaat
ettiler. Aynı şekilde doktor da hastaya tavsiyesini kabul etmesi, emrettiği
şeyi kullanması ve kendisine karşı çıkmayı bırakması halinde güzel yaşamayı,
sağlık ve hayatı vaat eder. O ne zaman bundan sapar ve tersine yönelirse ölür
ve helak olur.
Peygamberlerin
mucizeleri ve bilgelerin işaretleri çok çeşitli ve değişik kısımlara ayrılır.
Her zamandaki her şey yakınlık gereği onlardan birine aittir. Doktorların
ilaçları da aynı şekilde hastaların farklılığına bağlı olarak değişiklik
gösterir.
Bazı
mucizeler rahmet ve nimet, bazıları da itaatten çıkıp günah işlenmesi halinde
öfke ve cezadır. Nimet ve rahmet, peygamberin zuhurunu gerektiren o zamanda
ortaya çıkan üstünlüğü ve getirdiği hayır, bereket ve ilgili hususlar,
kendisine Allah tarafından zafer ve duasını kabul edenin gücünün indirilmesi,
devrinin genişlemesi, zikrinin yükselmesi, şanının yücelmesi, zamanındaki
insanların ondan faydalanması, dini üzerinde toplanmaları ve onların kendisi
hakkındaki şüphelerinin giderilmesidir.
Onu
inkâr eden, yalanlayan, ona karşı büyüklenen ve itaatten yüz çeviren kimselere
yönelik öfke ve musibet şeklindeki mucizeler; Nuh kavminin müstehak olduğu
(başına gelen) büyük tufan, Hud kavmine inen yok edici fırtına, Firavun ve
adamlarının maruz kaldığı boğulma hadisesi ve deveyi kestikleri için Salih
kavminin başına gelen felaket gibidir. Bunlar Kuranda önceki peygamberlerin ve
muhalefet eden ümmetlerin haberlerini anlatan kıssalar olarak zikredilir.
Kardeşim!
Bil ki, peygamberlere (as) özgü ilim, amel ve gösterdikleri mucizeler, onlara
melekler vasıtasıyla vahiy ve ilham olarak gelen İlahî bilgi ve rabbani öğretimdir.
O, yeryüzüne ait bir öğretim ve tikel bir bilgi değildir. O ancak tümel bir
destek ve aklî bir feyizdir. Onlar katlanabildikleri ölçüde ondan âleme çıkar.
Uyarı ve kınama türünden olan mucizeler de vardır. Onlar kendilerini
yalanlayan ümmetlerin ve inkâr eden grupların helâkini isteselerdi bunu daha
başta yaparlardı. Yapsalardı bu, görevlerine aykırı olurdu. Çünkü onlar bozuk
olanı düzeltmek için gönderildiler ve eziyetlere sabır ve tahammül konusunda
geniş takatle, kibir ve öfkeyi terk etmekle ve âlemin genel iyiliğini,
gönderildikleri insanların kurtuluşunu, cehalet ve kötülükten kurtarılmalarını
isteyerek işler konusunda hamiyet, merhamet ve teenni ile desteklendiler. Asi
topluluklar ve azgın gruplar, kendilerine delil vacip olduktan ve kanıtlama
açıklık kazandıktan sonra isyanda diretince ve şeytanın güdümüne girince
peygamberler ayetler getirdiler, mucizeler gösterdiler ve âdetleri altüst
ettiler. Onları yalanlayan kimseleri musibetler kuşattı ve felaketlere
uğradılar. Onlardan helake uğrayanlar açık delille helake uğradılar, sağ
kalanlar da açık delille sağ kaldılar. İblisin gücü zayıfladı, ışığı söndü,
şeytanları ondan ayrıldılar, yardımcıları helak oldu, dilleri tutuldu ve
delilleri çürüdü. Aynı şekilde doktor da hasta kendisine karşı çıkınca ilk
etapta sabreder, müşfik davranır, nazikçe tedavi eder ve işini kolaylaştırır.
Muhalefette, itaatsizlikte, emrettiğine karşı çıkma ve yasakladığını kullanmada
diretirse onu isteğiyle baş başa bırakır, o da helak olur.
Kardeşim!
Böylece nefisleri ve bedenleri tedavi bilgin tamamlanır ve iki siyasete vakıf
olmuş ve iki makamı öğrenmiş olursun. Bu anlattıklarımızla kardeşlerimizi
-Allah onları kendinden bir ruhla desteklesinkendilerine uygun bir şekilde uyarmak
ve onları bütün ilimleri öğrenme konusunda çalışmaya teşvik etmek istedik.
Onlar buna vakıf oldular ve ulaşacak yolu buldular. Biz bu risâlede dile
getirdiğimiz hususları ilimlerin nihayetlerini ve hikmetlerin gayelerini
bilmelerini amaçlayan birtakım öncüller, girişler, yollar ve mertebeler
yaptık. Bunlar üzerinde düşünürler ve onlara vakıf olurlarsa nefisleri onlara
kapalı hususları bilmeyi arzular ve dolayısıyla ismi yüce olan Allah’ın dediği
gibi, araştırmaya çalışırlar ve bilmediklerini bilenlere sorarlar: “Eğer
bilmiyorsanız bilenlere sorunuz"[137]
Nitekim Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) de şöyle demiştir: “Her
sanat hakkında erbabından yardım isteyin” O zaman eğitici ve doğru yol
üzerinde duran kılavuzlar olurlar.
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki,
astroloji, astronomi ve meteoroloji ilmini bilen âlimler, falcılar, kâhinler, zecr
ve ruhâniyatın ortaya çıkışıyla uğraşanlar, tılsım, alamet, belirti ve define
gibi işlerle meşgul olanlar, buna ancak esasları ve onların görünür
ayrıntılarını bildikten sonra hazır olurlar. Bu gerçekleşince onları kendilerine
uygun olduğu şekilde yaparlar ve onları kendilerinden meydana gelen şeye
delalet etmek suretiyle haber verirler. Onlar bu konuda öğretimdeki
çabalarına, ilme devam etmelerine, âlimlerle birlikteliklerine, filozoflarla
dostluklarına, yazılmış kitaplardaki derslerle ilgilenmelerine ve o konularda
zihin saflığı, düşünce üretimi ve olanları inceleme yoluyla derinleşmelerine
göre farklı derecelerde yer alırlar. Bunu onun hakkında olana, senelerin
doğuşları bilgisine, bunların hesap ve nesepteki uyumuna, tarihlerin ve
başlangıçların bilgisine, işlerin başlangıcında doğanlara, bunun devamının
gerektirdiklerine, sabit yıldızların gerektirdiklerine, yok oluşuna, bir
üçgenden diğerine intikal etmek suretiyle değişmesine, yıldızların
toplanmasına, birbirlerine bakmalarına, zirveye çıkmalarına, derecelere
yükselmelerine, aşağıya düşmelerine göre hüküm vermek için yapar. Tek tek her
birine derin düşünce ve inceleme yoluyla baktıklarında buna yakın olan kimse
hükümlerinde isabetli olmaya yakın olur.
O,
doğruyu yakaladığında ve tadını aldığında en azından hata etmez. Şöyle ki bu
isabet sayesinde basireti güçlenir, çabası ve gayreti artar, zaferi doğrulukla
güzel bulur, sözlerinin ve hükümlerinin doğru olmasını çok arzu eder. O zaman
ilimde rakiplerini geçer ve çağdaşlarının reisi olur; dolayısıyla kendisine
sırlar açılır, önündeki şeyler hiçbiri gizli kalmadan açık hale gelir; arınmış
nefsi, fikrî görüşü ve doğru tahayyülü ile altındakileri bilen çevreleyici
felek gibi olur. O, olanları olmadan önce en yakın bakış ve en kısa düşünmeyle
haber verir. Sonra böylece bunun dışında, başarılı kılındığı ve zaferle
ödüllendirildiği gibi olur.
Bu
ilme ait olan bu sanat müneccimlik diye adlandırılır. Cahiliye (dönemi) insanları
onu zecr ve kâhinlik olarak adlandırır. O da bir sihir türüdür ve onunla
tılsımlar dikilir ve işler yapılır. Biz bununla mukaddime ve giriş gibi
inşallah anlattıklarımızın delili, tasvir ettiklerimizin açıklaması ve ortaya
koyduklarımızın burhanı olması için bir ilim türünden, hüküm şeklinden ve onu bilmeden
bahsetmek istiyoruz.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, var olan, devam
eden, sonuçları hızlı ve yavaş hareketlerin gereklerine göre sonradan meydana
gelen şeylerin ve olan işlerin bilindiği ilim, buna bakan ve bilmeye istek
duyan kimsenin bilmesi gereken ilimdir. Bu, onun işlere ve eylemlere başlanan
vakitleri ve zamanları en ince dikkat ve en doğru düşünme ile bilmesidir.
Böylece meydana gelen bu başlamayı ve sonunun varacağı şeyi bilir. Yine onun
felekteki on iki burcun, aydınlatıcı yıldızların, seyyar yıldızların, sabit
yıldızların ve doğanlarm/tevalînin yerlerini bilmesidir. Okların ve on iki
burca kadar olan şeylerin yerlerini, direkleri, zamanın yöneticilerini,
saatlerin ve dinlerin/kıyamet günlerinin efendilerini, yılın mevsimlerinin
yöneticilerini, gün ve saatlere bakanları, enine boyuna yedi hesabın tayin
edilmesini bilmesidir. Bunu doğru bir bakış ve düzeltici bir hesapla düşünmesidir.
Doğanları düzgün ve isabetli bir şekilde düzenlemesidir. Burçların ve
direklerin hesabını derece ve dakikalarıyla belirlemesidir. Baş ve kuyruk
yerini, bu işin olmasını sağlayan oku, toplanma ve dolmayı, parçaları, on iki
burcu, doğan ve sahibini, gün ve saatlerin sahibini belirlemesidir. Şeylerin
düşünmede en faydalısı, haberde en doğrusu ve yönetimiyle en çok ilgili olması
sebebiyle oluş ve bozuluş âleminde meydana gelen şeylerin en iyi delili olan
Ayın yeri neresidir? Felaketlerden nasıl kurtulur ve yanan yoldan nasıl
uzaklaşır? Kurtuluşu ve iyi yönelmesi esnasında işin kendisiyle başladığı her
şeyin sonu güzel, neticesi sağlam ve faydası tamdır. Onun devamı ve sürekliliği
hareketin yavaşlığına hızlılığına ve delillerinin delalet ettiği şeye bağlıdır.
Eğer felaketlere yakın ve güney bölgesine düşmüş ise veya burçların sonunda ya
da onların ilk mertebesinde olup da sonra onları tamamlamamışsa bu kötüdür.
Eğer düşüşte ise kendisine bakacak ev sahibi yok ise direkten düşmüşse veya ilk
felekle' birlikte ise bu başlama kalıcı değildir. Veya Ayın ayrıldığı yıldızı
veya Ayın bir direkte veya onu takip eden direkte birleştiği yıldızı bilir ya
da düşer. Çünkü düşen Ayda hayır yoktur. Ancak o, doğanın üçüncü yerinde olur.
Eğer evinin sahibi düşerse -çünkü sen Ayın ev sahibini doğan direkte, gök
ortasında, on birincide veya beşincide bulursan doğuda düz hareket ederböylece
Venüs’ün kadın ve mutluluk işlerine, Jüpiter’in din, mezhep ve erkek işlerine,
Merkür’ün yazıya, Güneş’in sultanlık ve başkanlığa, Ay’ın öğretim ve elçiliğe
uygun olması gibi, başladığı işe uygun olur.
Kendisiyle
Güneş’e, Ay’a, onların iki üstünlüğünün ve sınırlarının sahiplerine başladığın
her ilim hakkında düşünmen, sonra göğün ortasına bakman gerekir. Çünkü bu iki
yeri ne zaman felaketlerden uzak ve sahiplerini, yani onların yükseklerini veya
“doğan’ın sahibini güzel bir yerde görürsen başlama, övülen, tam ve üstün olur.
'
Orijinal metinde “cevzehr” kelimesi kullanılmış olup Farsça sözlükte ilk felek,
Ay feleği ve baş ve kuyruktan her biri anlamları verilmiştir, (ç.n.)
Özellikle
aydınlatıcı şansların karşısında olursa. “Doğan’ın sahibi doğu tarafında olur.
Yıldızların doğması, ihtiyacın giderilmesi konusunda üstünlük, zafer, tamlık ve
hıza delalet eder. Yıldızların batması, eğer bir direkte ise yavaşlık, ağırlık
ve uzamaya delalet eder. Ayı, güzel bir yerde, sahibini de düşen/sâkıt
haldeyken bulursan, işe başlama ve sonunun güzelliği zayıftır. Eğer Ayı ve
sahibini düşmüş halde görürsen işin hem başının hem sonunun kötülüğüne hükmet.
Ay ve sahibi güzel bir yerde olursa iş, sahibinin istediği gibi tamlık ve
kıvamıyla tamdır. Özellikle doğanın sahibi direkte olursa şanstır. Yeri iyi
olduğu halde uğursuz ise en faydalı şey, Jüpiter veya Venüs’ün doğanda
olmasıdır. Bu, özellikle Ay şanslara bitişik olduğunda böyledir. Bu şans
eksilmez ve geri dönmez. O, efendisinden kaçmak isteyen ve kendisine ait
olmayan şeyi alan köleden başka her iş için uygundur.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Ay, altındaki oluş
ve bozuluş âlemini yönetmesiyle ilk yıldızdır ve vasıtadır. Bundan dolayı önce
bu konuda mutluluğuna ve şanssızlığına bakmaya, sonra başlangıçtaki fazlalığını
bilmeye ihtiyaç duyar. O, Güneş’ten ayrıldığı zamandan itibaren güç ile başlar.
Sonra onu altıgen, dörtgen ve üçgen yaptığında ve onunla karşılaştığında
değişir; gücü o zaman birleştiği yıldız ölçüsünde olur. Onun feleği ve içindeki
sınır, dörtgen yapma, üçgen yapma, altıgen yapma ve karşısında olmadır. Ay’ın
ışığının arttığını görürsen bu, artmanın hoş karşılandığı işlerde daha iyidir.
Işığı azaldığında ise bu, azalmanın hoş karşılandığı işlerde daha iyidir. Aynı
şekilde Ay, Güneş’ten sol çeyreğinde son buluncaya kadar ayrılırsa bu, hakkı
aramaya uygundur. Güneş’le buluşmada son buluncaya kadar sol çeyreğinden
ayrılırsa bu, şeyler konusunda husumet, tartışma ve münazaraya başlayan kimse
için iyidir. Karşısındaki ile sağ çeyrek arasında olan ise husumet ve borç
konusunda zulme uğrayanlar için uygundur. Sonra bedenleşmeye varıncaya kadar
olanlar ise ilmi uygulayan ve hakkı arayan kimseler için uygundur.
Doğanın
(Tâli’) Şansı ve Saatin Gücü Hakkında
Doğanın
ve yıldızların en iyi şansı, içinde bulunduğu burçta şans olunca ikinci burçta
da şans olur.
Dönüşen
burçlar, içinde üstünlük ve övünme bulunan her konuya uygundur; özellikle oğlak
burcu, koç burcu ve iki bedenliler sihir ve hile yapanlar için, sabitler ise
sözleşme yapanlar, ilişki kuranlar, tılsımcılar ve sebatlı kimsenin istediği
şey için uygundur.
Eğer
altın veya gümüş ilacından devam eden ve sürüp giden bir iş veya ruhânînin
ilişkili olduğu bir şey yapmak istersen Ay ve doğan, sabit burçta ve “iki
cesetli burcunda olsun. Her gün tekrar dönmek istediğin bir işe başlamak
istersen doğan, “iki cesetli burcu” olsun; Ay, dönüşen bir burçta doğana
baksın. Sebat ve gücünün devamlılığıyla iş yapmak istersen bu olsun. Doğan,
“iki cesetli” sabit burç olsun; Ay, üçgen (teslis) veya altıgen (tesdis)
şeklindeki evinin sahibine bitişik sabit bir burçtadır. Evinin sahibi,
felaket, yanma ve dönmeden uzaktır.
Eğer
bu senin için mümkün olmazsa Ay şanslara bitişik olsun ve bu şans üçgen (teslis)
veya altıgen (tesdis)den doğana baksın. Karşıtlık (mukabele) ve
dörtgen (terbiden sakın. Şans bakışı olan şeylerin en güçlüsü, üçgen (teslis)
veya altıgen (tesd ;s) dendir. Sonra şans bakışı olan şeylerin en
zayıfı, dörtgen (terbi) ve Karşıtlık (mutaîbe/e)tandır. Talihsizlik
bakışı olan şeylerin en zayıfı üçgen (teslis) ve altıgen (tesdis)den-,
en güçlüsü ise dörtgen (terbi) ve Karşıtlık (mukâbele)dendir.
Bunu anla ve bil.
Ay,
talihsiz bir halde, evinin sahibiyle dostluktan dolayı birleşince ihtiyaçlarda
ve bütün yapılanlarda yine iyi olur. O doğana bakarken şans olursa, Ay’ın
kuyrukla birlikte yerinden ve dörtgen (terbi), karşılıklılık ve
bitişiklik şeklindeki talihsizliklere bakmasından bütün işlerin en iyisi, en
güzeli ve en dikkatlisi olur. Bütün mesele ve işlerde Ay’ın bozukluğundan
sakın. O, eksikliğiyle, özellikle bu eksiklik ışık, hesap ve yolculuk
şeklindeki üç türden olursa zorluk, sıkıntı, işlerin uzaması ve meşakkate
delalet eder. Bunun en iyisi, onda tamamen fazla olması ve Mars’ın ona hiçbir
şekilde bakmamasıdır. Çünkü Mars’ın Ay’a fazlalıkta bakması büyük bir
felakettir. Ay eksik olduğunda Satürn’ün Ay’a bakması da böyledir. Ay’ın gece
en güçlü olduğu durum, yeryüzünün üstünde olduğu zamandır. Doğanın gündüz en
güçlü olduğu durum, Ay’ın yeryüzünün altında olmasıdır. En iyi şey, Ay ve
doğanın, doğdukları yer düzgün olan burçlarda olmasıdır. Böyle olunca,
özellikle sabit burçlarda ve iki bedenlilerde olunca, ihtiyaçların hızlı
karşılanmasına ve başarıya delalet eder.
Bil
ki, koç burcu, dönüşen burçların en hızlısı; yengeç burcu, onların en çok dönüştüreni;
oğlak burcu, en çok koşanı; terazi burcu, en güçlüsü ve en dengelisidir. Bil
ki, direkler, işin tamamlanmasında ve başkalarını bitirmede en hızlıdır.
Direkleri yavaşlık izler. Düşen, yavaştır ve başarısız bir yapıdır. Olan işin
en hızlısı, şansın doğanda veya Ay ile birlikte olması ve doğrusal olarak
ilerlemesidir.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, işlerin
sonuçlarının bilgisi, ancak Ay evi üçgeninin sahibi ve doğanın sahibi
vasıtasıyla bilinir. Bu ikisinin yerleri, halleri ve yıldızların kendilerine
bakışı belirlenir. İnşallah sana belli olduğu kadarıyla onun benzeri üzerinde
konuş ve meselenin sonu hakkında hüküm ver.
Kardeşim!
Bil ki, iki cesetli burçlar, onların en çok yüzü ve sureti olanlarıdır. Onlar
ortaklık ve kardeşliğe uygundur. Onları etkileyen şey, defalarca geri döner. Ay
ve doğan, iki bedenli burçta olur ve şanslara bakarsa bu iyidir. Çünkü onlar
fazladır ve her işe elverişli ve uygundur. İkizler burcu, onların en çok
yüzlüsü ve sanat, hesap, mantık, ticaret ve dağıtıma en uygun olanıdır. Başak
burcu, alma, verme, yazım ve edebiyata uygundur. Yay burcu, sultanlık ve
başkanlık işine ve cesur, yiğit ve kahraman kimselere uygundur. Balık burcu,
denize dalanlar, orada çalışanlar ve benzerleri için uygundur. Sabit burçlar,
sahibinin sebat ve uzun süre devam etmesini istediği her işe uygundur. Çünkü
onda bulundukları zaman Ay ve doğanın delaleti daha güçlüdür. Sabit bir burçta
çalışmaya başladığı zaman uzun sürmesi ve sonunda tamamlanmasıyla bu işin
sebatına delalet eder. Bu eğer talihsizlik olursa ondan buna kötülük gelir.
Akrep
burcu, sabitlerin en hafifi, aslan burcu en sabiti, kova ve boğa burcu ise en
ıslağıdır. Şans okuna ve sahibine bakmayı bırakma. Çünkü bu ikisi işin başında
güzel yerlerde olurlarsa bu işin iyiliğine ve sonucunun güzelliğine delalet
ederler. Bunun en iyisi, ok sahibinin bilinen bir yerde parlamasıdır. Suretleri
ve şeyleri Ay’ın bu burç ve doğanın efendisine baktığı sırada öğren ve Ay’ın
sürekli efendisine bakmasını sağla. O, Yüce Allah’ın başarılı kılmasıyla
istediği işlerde daha hızlı ve daha başarılıdır.
Batlamyus
dedi ki; yıldızın evine bakmadığı zamanki durumu, evinden ve yurdundan uzakta
olan adamın durumuna benzer. O, ondan hiçbir şeyi gideremezve engelleyemez.
Doğan m sahibi evine baktığı esnada uzak olduğu halde evini koruyan ve ondan
[kötülüğü] engelleyen ev sahibi konumundadır. Ay’ı her başlamada çok iyi bir
yerde tut, onda gevşeklik gösterme veya onun şansla birlikte olmasını ya da
şansa bitişmesini temin et ve kendisinden bir ihtiyaç istediğin burcun şanslı
olmasını sağla.
Bil
ki, başlamada ve meselelerde şans okuna ihtiyaç duyulur. Onu Ay’ın bakışından
ve bitişikliğinden asla düşürme. Ay’ın şans okunda ortaklığı vardır. Onun
doğduğu dereceye yönelme. Çünkü bu suretten doğan her suret ve derece, bir işe,
iki işe ve daha çok işe uygundur. Bil ki, dönüşen burçlar ondaki mücadele ve
gayrete uygundur.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Ay feleğinin
altında yer alan oluş ve bozuluş âleminde cereyan eden küçük ve büyük, diri ve
ölü, konuşan ve suskun, büyüyen ve artan, çiçekli ve saran her şey, ismi yüce
Yaratıcısının koyduğu ve haddi aşmaz kıldığı düzenin dışına çıkmayan feleğin
düşünmesiyle ve göksel bir emirle olur. Her biri kendisine uygun bir mekâna
yerleşmiştir.
Yıldızların
fiilleri ve ruhsallıkları oluş ve bozuluş âlemine ruhsal güçlerin bedenlere
nüfuz etmesi gibi nüfuz eder. Felekte her yıldızın yönleri ve sınırları vardır.
Sınırlarının basamakları, onların da her suretten oluş ve bozuluş âlemine inen
sureti, benzerine bitişik ve şekliyle irtibatlı ruhsallığı vardır. Onlar
belirli bir süre bunlardan sorumludurlar. Onlar Yüce Allah’ın, adedini kendisinden
başkasının sayamadığı melekleridir. Onlar ancak onun emriyle ve hikmetiyle
inerler.
Bunu
bilmek bilen kimseye, öldükten sonra melekî suretleri tasavvur etmek demek
olan İnsanî fazileti gerekli kılınca biz risâlelerimizde değerli kardeşlerimize
Allah onları ve bizi kendinden bir ruhla desteklesinvakıf olmaları, ilimlerin
öncül ve ilkelerini bilmeleri -böylece onlara bu hususlarda yardımcı olur ve
onları bunlar hakkında bilgilenmeye teşvik eder-, hiçbir ilim hakkında
bilgisizlik göstermemeleri ve hiçbir âdeti çiğnememeleri için onun söylenmesi
uygun olan miktarını söyledik. Öyle ki ilimden nefret etmezler, taşıyıcısına
düşmanlık göstermezler ve talibini ondan alıkoymazlar. Biz belirttiğimiz ve
anlattığımız sihir, büyü, kehanet, muska, fal ve zecrin manası ve mahiyeti
hakkındaki bu risâleyi -daha sonra inşallah bu anlatımı açıklamak
üzereeğlenceye dalan nefsi ve dalgınlık gösteren ruhları uyarmak için ortaya
koyduk. Onların mevcutların keyfiyeti hakkında bilgileri, ruhsallığın nüfuzu ve
oluş ve bozuluş âleminde ortaya çıkardığı şeyler hakkında kavrayışları yoktur.
Onları bilgilendirmek ve kendilerine gizli kalan ve zor gelen şeylerin
anlamlarına vakıf kılmak istedik.
Kardeşim!
Bil ki, bütün işler, sanatlar, meslekler, zanaatlar ve insanlar arasında icra
edilen alma, verme, satma, satın alma, dinler hakkında tartışma, konuşma, delil
getirme, kanıtlama, burhan ve âdetleri bozma, gözleri çevirme, şeyleri
birbirine dönüştürme, birbirinin içine karıştırma; işte bütün bunlar sihir ve
büyüdür. Âlemin tamamı onun ilmi ve eylemi ile ayakta durur; fakat her eylem,
güç yetirilmesi, gayret gösterilmesi, kudret ve takati ile kendisine yol
bulunmasına göre yapılır. Bütün bunlar, yolunda çalışan ve varlığını sürdüren
her akıllının -bu hükmün geçerli olduğu yerde ondan başkasına geçinceye kadar
devam ettiği müddetçeondan geri kalmamasını ve onu geçmemesini gerektiren
felekî bir yönetim ile olur.
İlmi
ve bilgisi olmayan birçok insan, yer âleminde ve aşağı merkezde meydana gelen
olayların sadece ondan olduğunu ve ondan ortaya çıktığını zannetti. Bu konudaki
aslın bilgisinden mahrum oldular. Eğer onlar hareketin ortaya çıkışın sebebi
olduğunu bilseler ve inceleselerdi, Aziz ve Çelil olan Yaratıcının emriyle,
döngüsel hareketin aslının çevreleyen felek ve onun hareket ettiricisinin tümel
nefis olduğunu anlarlardı. Bundan dolayı astroloji ilmi üzerinde düşünmeyi
ihmal ettiler. Bunun bilgisi hakkındaki cahillikleri onları ilim erbabını
reddetmeye sevk etti. Onlara düşmanca davrandılar, uzak durdular, onlardan
ayrıldılar, âlemde gerçekleşen bütün iyilik ve kötülüğü (maruf ve münkeri),
övülen ve yerileni Yüce Yaratıcının fiiline nispet ettiler. O bunu irade eder.
İsmi yüce olan Yaratıcının hikmetinde durum, onların zan ve tahayyül
ettiklerinin tersidir. Çünkü yaratılışın aslı tamamen hayır ve tamamen
iyiliktir. Onun nura nî yaratmasında ve ruhânî taşmasında fark yoktur. Biz bu
manayı “Risâletü’l-Câmia”da açıkladık.
Kardeşim!
Bil ki, yıldızların filozofların anlattığı ve âlimlerin bildirdiği şekilde
yaratılışını bilmek, senin bilmen gereken ve bilgisizliği sana yakışmayan bir
konudur. Bil ki, o, kâhinlerin, sayesinde güzel işler yapabildikleri ilimdir.
Zecr ve fal da böyledir. Bu bölümde inşallah bilmen ve ihtiyaç duyduğunda
kendisiyle iş yapman için onun bir kısmını anlatmak istiyoruz.
Filozofların
Anlatımına Göre Yıldız ve Burçların Yaratılışının Bilgisi Hakkında
Koç,
içi boş ve ortası büyük iki bedeni olan, parlak, ışıldayan, sert ve kıvrımlı
bir şeydir. Boğa, içi boş, iri bedenli, büyük, kendisine küçük bir şey
bitişmiş, beyaza çalan, sert ve katı dokunuşludur. İkizler, ortası ince, iki
yanı geniş, uzun, kıvrımlı ve sadedir. Yengeç, sayısı çok, sert dokunuşlu ve
parçalanan bir şeydir. Aslan, parlak, ışıldayan, çok sert, eni boyundan fazla
ve meyillidir. Başak, sayısı çok, toplu, bir tek asıllı, güzel dokunuşlu yapısı
olan, zayıf bedenli, üstü kalın, altı ince bir şeydir. Terazi, uzun, birbirine
girmiş ve birbirinin üzerine kıvrılmış kökleri olan, değişik cevherli, yayılan
ve kıvrılan bir şeydir. Akrep, uzun, kıvrımlı ve içi boştur. Yay, ilk yarısı
sade, ikinci yarısı içi boş, kızıl, kuru ve kırmızıya çalan bir şeydir. Oğlak,
sürmeli, içi boş, şeker kamışı ve papirüs gibi düzdür. Kova, yeşil, sonundan
beş basamağı hariç tamamı sade ve içi boştur. Balık, ilk yarısı yeşile kadar
beyaz, ikinci yarısı sonuna kadar beyazdır.
Yıldızların
Yaratılışı Hakkında
Güneş:
Yuvarlak, parlak, yaygın, ışıklı ve güzel vasıflıdır; insanı arıtır ve üzüntüyü
giderir.
Ay:
Yuvarlaktır, eksik olunca kırık ve hasarı vardır, tam ve mükemmel olduğunda
genişliğine dönen bir yuvarlaktır, tam renkli, parlak siyah ve biraz durudur.
Merkür:
Küçük, hafif, adi, yaygın ve dürülmüştür.
Venüs:
Çeşitli, parlak renkli, güzel kokuludur, gelişir, katlanan sekiz yaş açısı
vardır.
Mars:
Kırmızı, kuru, kırmızısı mat, kusursuz ve boyu eninden uzundur.
Jüpiter:
Sarı, cinsi değerli, uzun, enli, eğik ve bükülmüştür.
Satürn:
Siyah, adi, değersiz, kötü görünümlü, pis kokulu, dörtgen şeklinde ve
dörtgenliği eğridir.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, iyisiyle, kötüsüyle,
soran insanın nefsinde gizli işleriyle, meydana gelen, gözden uzak şeylerden
haber verme, aynı şekilde sihir ve kehanettir. Bu, filozofların anlattıklarının
doğruluğunu anlamak için bilmen gereken şeylerden biridir. Biz, vakıf olmak
istediğin, arzu edip sorduğun şeyler konusunda yardımcı olması için onun bir
kısmını sana açıklamak istiyoruz.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Hint âlimleri
astroloji sanatını bilen ve kâhinlik ismine layık olan kimselerdir. Bu ilimde
onlara Fars filozofları katılır. Bu ikisinden sonra Yunanlılar gelir. Zecr ile
cahiliye Arapları ilgilenir. Ondan sonra İslam’daki fal (el-fâl) gelir.
Bu ilimle ilgili olarak güzel kitaplar ortaya konmuştur. Onlarda yüksek amaca
ulaşmayla ilgili hususları bu açıdan açıkladılar. Bir soran sana bir haberi,
bir gizli şeyi veya bir sırrı haber vermeni ve hakkında konuşmanı isteyerek
sorarken sen bunu istersen onun saatlerin efendilerinden olduğuna hükmet. Buna
örnek: Bir adam sana Venüs saatinin başında elindekini sorarsa bil ki, o,
beyaz, güzel renkli, hoş kokulu ve ateşe girip gümüş gibi çıkan bir şeydir.
Eğer sana saatin ortasında gelirse güzel ve ıtır gibi hoş kokulu bir şeydir.
Sana saatin sonunda gelirse o, suya nispet edilenlerden zayıf renkli bir
şeydir. Eğer sana Güneş saatinin başında gelirse o, yer bitkilerinden küçük bir
şeydir. Sana saatin ortasında gelirse o, altın, gümüş, yuvarlak altın yüzük
veya dinardır. Eğer saatin sonunda gelirse o, şişeye benzer ince ve kızgın bir
şeydir.
Ay:
Eğer sana onun saatinin başında gelirse o, değeri düşük biraz gümüş veya siyah
taşlı bir yüzük ya da ayarı düşük bir gümüştür. Sana saatin ortasında gelirse
o, kırık dirhem gibi kırık ve çatlak bir yuvarlak şey, gül veya kâfurdan bir
şeydir. Eğer sana saatin sonunda gelirse o, kırmızı veya sarı arseniktir.
Mars:
Eğer sana saatinin başında gelirse o, bakıra benzer uzun ve kırmızı bir şeydir.
Saatin ortasında gelirse o, çaput veya ayna şeklinde kırmızı ve geniş bir
şeydir. Eğer saatin sonunda gelirse o, mızrak ucu ve hançer gibi keskin ve uzun
bir şeydir.
Merkür:
Eğer sana saatinin başında gelirse o, kitap veya hesap defteridir. Sana saatin
ortasında gelirse bil ki, o, siyaha çalan yer bitkisidir; ama geniş ve kurudur.
Eğer saatin sonunda gelirse o, delik bir taş, inci tanesi, dirhem veya nakışlı
ya da şekilli bir şeydir.
Jüpiter:
Eğer sana saatinin başında gelirse o, yakut veya inci gibi bir cevherdir. Sana
saatin ortasında gelirse o, inci veya kristaldir. Eğer saatin sonunda gelirse
saf taşlı veya taşı firuze olan yüzük gibi bir şeydir.
Satürn:
Eğer sana saatinin başında gelirse bil ki, o demir veya kurşundur. Sana saatin
ortasında gelirse o, yerin ağır bitkilerindendir. Eğer saatin sonunda gelirse
o, kesinlikle hünnap veya sedir ağacı gibi bir şeydir.
Saatçilerin
Bilgisi Hakkında
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, bu konuda bu ilmin
bilgisini elde ettiğinde bundan önceki bölümde açıkladığımız şeyleri haber
verebilirsin. Bu, yedi yıldızın, yedi günün efendileri olduğunu bilmendir.
Pazar gününün efendisi Güneş, pazartesi gününün efendisi Ay, sah gününün
efendisi Mars, çarşamba gününün efendisi Merkür, perşembe gününün efendisi
Jüpiter, cuma gününün efendisi Venüs, cumartesi gününün efendisi Satürn’dür.
Günün
efendisi yıldızlardan biri olduğunda o, bu günün ilk saatinin yöneticisi, sonra
diğeri ikinci saatin efendisi, sonraki üçüncü saatin efendisidir. Günün efendisinde
her son bulduğunda mesela pazar günü gibi yirmi dört saat tamamlanıncaya kadar
sayı ile başlar. O, Güneş’e aittir ve ilk saatin efendisidir. Venüs ikinci
saatin efendisi, Merkür üçüncü saatin efendisidir. Her günün efendisinin
saatleri böyledir.
Yıldızların
İşaret Ettiği Hayvan Organlarının Bilgisi Hakkında
Bedenin
dışında sağ kulak, içinde dalak Satürn’e aittir.
Sol
kulak ve bedenin içinden yürek Jüpiter’e aittir.
Sağ
burun deliği ve bedenin içinden iki böbrek Mars’a aittir.
Gündüz
sağ göz ve bedenin içinden mide Güneş’e aittir.
Gece
sol göz ve bedenin içinden akciğer Ay’a aittir.
Bedenin
dışından yüz ve göğüs, içinden kalp Venüs’e aittir.
Dil
ve bedenin içinden safra kesesi Merkür’e aittir.
Gizlinin
Bilgisi Hakkında
Hayvan
olduğunda; “doğan”ın başının yaratılışıyla onun başının yaratışına, gök
ortasının göğsünün yaratılışıyla onun göğsünün yaratılışına, yedincinin
ortasının yaratılışıyla onun karnının yaratılışına, dördüncünün ayaklarının
yaratılışı ve sayısıyla onun ayaklarının sayısı ve yaratılışına, şansların ve
talihsizliklerin müşahedesiyle onun güzellik ve çirkinliğine istidlal edilir.
Ay talihsiz olursa sorduğun beden organları çirkindir. Şanslı ise daha
güzeldir.
On
İkinciden Gizli Olanın ve Sahibinin Bilgisi Hakkında
On
ikinci burç, havaî ise o havadan; topraklı ise topraktan; sulu ise sudan; ateşli
ise ateştendir.
Sonra
böylece yerin sahibine bak ve ikisini karıştır. Eğer birisi topraklı ve sahibi
sulu ise o bitkidir. Eğer birisi sulu ve sahibi de aynı şekilde [sulu] ise o,
bedenler ve kibritler gibi bedensel bir cevherdir. Eğer biri topraklı, diğeri
havaî ise topraktan çözülen hayvandandır. İkisi de topraklı ise o, toprağa
aittir. Her şeyde böyledir.
Fars
Bilgelerinin Sözlerinden Hareketle Sınırların/
Hadlerin Delalet Ettiği Şeylerin Bilgisi Hakkında
Koç
burcu: Jüpiter’in sınırı birincisi olup ateş ile yapılan beyaz ve sarı cevhere
delalet eden altı derecedir. İkincisi Venüs olup ateşin erittiği siyah ve
sarıya çalan katı ve kuru bir şeye delalet eden sekiz derecedir. Bütün bunlar
yuvarlak ve enine dairevîdir. Üçüncüsü Merkür olup siyah bir resim, yazılı bir
şey ve siyah bir bitkiye delalet eden yedi derecedir. Dördüncüsü Mars olup
bakıra benzer uzun ve kırmızı bir şeye delalet eden beş derecedir. Beşincisi
Satürn olup demir, kurşun, aslı değersiz olan siyah bir şey, ölü veya kıymetsiz
bir şeye delalet eden dört derecedir.
Boğa
burcu: Birincisi Venüs’ün sınırı olup sekiz derecedir. Yer bitkisidir; fakat
beyaz bitkilerden beyaz bir cevherdir. İkincisi Merkür’ün sınırı olup yedi
derecedir. Yer bitkisidir; fakat mevcut durumu değişmiş bir cevherdir.
Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup yedi derecedir; boynuzlulardan dört ayaklı bir
hayvandır. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup iki derecedir. Toprak cinsinden bir
cevherdir; fakat katı, sert, kuru ve siyahtır. Beşincisi Mars’ın sınırı olup
altı derecedir. Et yiyen hayvandır.
İkizler
burcu: Onların birincisi Merkür’ün sınırı olup yedi derecedir. İnsanların
cinsinden ve kartal kuşlardan bir hayvan olup et yer, insanlara karışır, evlere
alışır ve konuşur. İkincisi Jüpiter’in sınırı olup altı derecedir. İnsanların
hayvanı olup kısa boyunlu kuşlardandır. Bunların hepsi beyaza çalar. Üçüncüsü
Venüs’ün sınırı olup yedi derecedir. Kuşlardan çeşitli renkleri olan bir
hayvandır; bir değil, iki değil, çeşitli renklerde. Dördüncüsü Mars’ın sınırı
olup altı derecedir. İnsan ve kuş cinsinden et yiyen bir hayvandır. Beşincisi
Satürn’ün sınırı olup dört derecedir. Siyaha çalan bir hayvandır.
Yengeç
burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Su yırtıcısı ve ateş ve
su ile yapılmış bir cevherdir. İkincisi Jüpiter’e ait olup yedi derecedir.
Yenilen ve faydalanılan bir su cevheridir. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup yedi
derecedir. Kuşlardan et yiyen, güzel konuşan, küçük ve iki renkli bir
hayvandır. Dördüncüsü Venüs’ün sınırı olup yedi derecedir. Sudan çıkan bir cevher,
yumuşak bir hayvan veya güzel kokulu bir şeydir. Beşincisi Satürn’ün sınırı
olup üç derecedir. Bir hayvandır; ama yararlanılmaz. İçinde iri kırmızı
bulunan bir siyahtır. Sudan başka bir yerde bulunmaz.
Aslan
burcu: Onun ilk sınırı Satürn’e ait olup altı derecedir. Taş gibi, sert, faydalanılmaz
ve kuru bir şeydir; fakat boyunadır. İkincisi Merkür’ün sınırı olup yedi
derecedir. Siyah, kuru, işe yaramaz ve lekeli bir cevherdir. Üçüncüsü Mars’ın
sınırı olup beş derecedir. Siyah, işe yaramaz ve lekeli bir cevherdir.
Dördüncüsü Venüs’ün sınırı olup altı derecedir. İlk yarısı kuru, diğer yarısı
değersiz ve işe yaramaz bir şeydir. Beşincisi Jüpiter’in sınırı olup altı
derecedir. Et yiyen, insanlara ısınamayan ve iri bir dört ayaklıdır.
Başak:
Onun ilk sınırı Merkür’e ait olup yedi derecedir. Boyuna vermiş küçük ve ağır
bir bitkidir. İkincisi Venüs’e ait olup altı derecedir. O, büyük bir meyvesi
olmayan ve içi dışından güzel bir bitkidir. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup
beş derecedir. Şişman ve güçlü bir şeydir. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup
altı derecedir. Çok dikenli, kırmızı meyveli, iki renkli, güzel çiçekli, sıcak
ve kuru bir ağaçtır. Beşincisi Mars’ın sınırı olup altı derecedir. İri, uzun,
siyaha çalan, çok ayaklı ve sabırlı bir hayvandır.
Terazi
burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Siyah bir şeydir. İkincisi
Venüs’ün sınırı olup beş derecedir. Uçan bir hayvandır. Uçmayanın ayakları
yoktur. İnsanlara düşmandır. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup beş derecedir. Ağır
ve yararlanılmaz bir hayvandır. Dördüncüsü Jüpiter’in sınırı olup sekiz
derecedir. Beyaz ve dişil bir şeydir. Beşincisi Mars’ın sınırı olup beş
derecedir. Et yiyen renkli bir hayvandır.
Akrep
burcu: Onun ilk sınırı Mars’a ait olup altı derecedir. Suda bulunan, su
hayvanlarına eziyet eden çok ayaklı bir hayvandır. İkincisi Venüs’ün sınırı
olup beş derecedir. Suda bulunan güzel ve yararlı bir cevherdir. Üçüncüsü
Jüpiter’in sınırı olup sekiz derecedir. Suda bulunan, ince, uzun, işe yarar ve
insanların yediği bir hayvandır. Dördüncüsü Merkür’ün sınır olup altı
derecedir. Suda bulunan kuru ve pis kokulu bir cevherdir. Beşincisi Satürn’ün
sınır olup beş derecedir. İşe yaramaz pis bir hayvandır.
Yay
burcu: Onun ilk sınırı Jüpiter’e ait olup sekiz derecedir. Birinci yarısı taş
gibi sağlam bir cevher, ikinci yarısı dört ayaklı, yararlanılan ve yük taşman
bir hayvandır. İkincisi Venüs’ün sınırı olup altı derecedir. Birinci yarısı
hayvan, ikinci yarısı kırmızı ve sağlam bir cevherdir. Üçüncüsü Merkür’ün
sınırı olup beş derecedir. Birinci yarısı hayvan, ikinci yarısı işe yaramaz bir
cevherdir. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup altı derecedir. Ateş ile eritilen
siyah, kırmızı ve sağır bir cevherdir. Beşincisi Mars olup beş derecedir.
Bozguncu ve insan düşmanı bir hayvandır.
Oğlak
burcu: Onun ilk sınırı Venüs’e ait olup yedi derecedir. Bitkisel bir cevherdir.
İkincisi Merkür’e ait olup yedi derecedir. İki toprağın cevherinden suya ve
ateşe benzer bir kuştur. Üçüncüsü Jüpiter’in sınırı olup sekiz derecedir. Dört
ayaklı ve iki boynuzlu bir hayvandır. Dördüncüsü Satürn’ün sınırı olup dört
derecedir. Ateş ile işlenen, erimeyen, sert bir cevher olup demirdir. Beşincisi
Mars’ın sınırı olup dört derecedir. Ateşin erittiği, kırmızıya çalan sert bir
cevher olup bakırdır.
Kova
burcu: Onun ilk sınırı Satürn’e ait olup yedi derecedir. İnsanların eziyet gördüğü
bir kara hayvanıdır. İkinci sınır Venüs’e ait olup altı derecedir. Bir
hayvandır. Üçüncü sınır Jüpiter’e ait olup yedi derecedir. İnsana benzeyen bir
hayvan; suda yetişen tavuk gibi bir kuştur. Dördüncüsü Jüpiter’in sınırı olup
beş derecedir. Kartal ve akbaba gibi kuşlardan daha çok et yer. Beşincisi
Mars’ın sınırı olup beş derecedir.
Balık
burcu: Onun ilk sınırı Venüs’e ait olup on iki derecedir. Hayvan postundan
yapılan, sağlam ve benzer renkli bir elbisedir. İkincisi Jüpiter’in sınırı olup
dört derecedir. Suda bulunan bir hayvandır. Üçüncüsü Merkür’ün sınırı olup üç
derecedir. Suda bulunan bir bitki olup sadece ateşte işe yarar. Dördüncüsü
Mars’ın sınırı olup dokuz derecedir. Suda bulunan ve sudaki hayvanlara eziyet
eden bir hayvandır. Beşincisi Satürn’ün sınırı olup iki derecedir. Deniz
sahilinde suda oluşan ve üzerinde demir ve taş taşıyan bir kabuk taşıdır.
Hint
Bilgelerin Sözlerinden Nevbehrlerin/Türlerin Bilinmesi Hakkında
Koç
burcu: Ondaki ilk ortaya çıkan (nevbehr) altın, İkincisi bitki, üçüncüsü yeşil
bitki, dördüncüsü dört ayaklı, beşincisi altın veya kırmızı yakut, akıncısı iki
ayaklı hayvan, yedincisi bitki, sekizincisi beyaz şahin, dokuzuncusu iki
ayaklıdır.
Boğa
burcu: Ondaki ilk ortaya çıkan bitki, İkincisi taş, üçüncüsü ruhu ve ayakları
olan şey, dördüncüsü altın, beşincisi bitki, akıncısı insan, sekizincisi* beyaz
şahin, dokuzuncusu iki ayaklı ruhtur.
'
“Yedincisi” ya gerçekte yok ya da matbu metinde atlanmış, (ç.n.)
İkizler
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi benzeri, üçüncüsü insan,
dördüncüsü bitki, beşincisi kurşun, kulaî veya üsrüp/kurşundur.’ Altıncısı su
hayvanlarındandır. Yedincisi dört ayaklı, sekizincisi bir yer bitkisi,
dokuzuncusu iki ayaklıdır.
Yengeç
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi cevher veya sedef, üçüncüsü
tohum, dördüncüsü bitki, beşincisi demir, altıncısı beygir veya katır,
yedincisi bitki, sekizincisi cevher veya taş, dokuzuncusu su hayvanlarıdır.
Aslan
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı altın, İkincisi dört ayaklı, üçüncüsü insan,
dördüncüsü yılan, beşincisi aslan veya kaplan, altıncısı dört ayaklı, yedincisi
kadın, sekizincisi akrep veya yılan, dokuzuncusu beygir veya katırdır.
Başak
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı yün, İkincisi su teresi, üçüncüsü insan,
dördüncüsü koyun, beşincisi manda, altıncısı kuş, yedincisi suda bulunan sülük,
sekizincisi köpek, dokuzuncusu kadındır.
Terazi
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı bitki, İkincisi ok, üçüncüsü dört ayaklı, dördüncüsü
onun benzeri, karga veya sırtlan, beşincisi et yiyen kuş, altıncısı kadın, yedincisi
tuz, sekizincisi hayvanlar, dokuzuncusu bitkidir.
Akrep
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı eşekarısı veya akrep, İkincisi ayı veya maymun,
üçüncüsü çaylak yavrusu veya Mısır akbabası, dördüncüsü kılıç, beşincisi akrep
veya yılan, altıncısı fil, yedincisi kaplumbağa, sekizincisi insan, dokuzuncusu
devekuşudur.
Yay
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı altın, İkincisi bitki, üçüncüsü insan, dördüncüsü
bitki, beşincisi aslan, altıncısı câriye, yedincisi yeşil bitki, dokuzuncusu"
beygir veya insandır.
Oğlak
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı kertenkele, İkincisi sedef, üçüncüsü insan,
dördüncüsü tavuk veya horoz, beşincisi fil, altıncısı rüzgâr, yedincisi kılıç,
sekizincisi ok, dokuzuncusu insandır.
Kova
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı su teresi, İkincisi insan, üçüncüsü kuş veya dişi
keçi, dördüncüsü deve veya eşek, beşincisi garip bir hayvan, altıncısı su
cevheri, yedincisi domuz, sekizincisi bitki, dokuzuncusu insandır.
Balık
burcu: Onun ilk ortaya çıkanı su kuşu ve su hayvanları, İkincisi su kuşu,
üçüncüsü gümüş, inci, sedef veya lületaşı, dördüncüsü alaca bacaklar, beşincisi
et yiyen hayvan, altıncısı beygir veya adam, yedincisi insan, sekizincisi
meyve veya kuyu, dokuzuncusu balıktır.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, bu sanat ve hüküm
erbabının bu meselelerde anlatmaktan ve incelemekten vazgeçtiğimiz daha birçok
delili vardır. Çünkü biz her ilimden ancak kardeşlerimizi o konuda uzmanlaşmaya
teşvik etmek ve özendirmek için geri kalanına bir mukaddime ve giriş olacak
’
Üsrüb kelimesinin kurşun anlamına gelmesinden hareketle “kulai” kelimesinin de
kurşunun eş anlamlısı olduğu düşünülebilir, (ç.n.)
”
“Sekizincisi” ya gerçekte yok ya da matbu metinde atlanmış, (ç.n.)
kadar
bahsediyoruz. Çünkü bir şeye teşvik etmek o konuyu öğrenmeye ve bilmeye aşırı
istek uyandırır. Kardeşlerimizin -Allah onları ve bizi kendinden bir ruhla
desteklesinböyle bir ilmi öğrenmeleri ve hiçbir konuda ondan taviz vermemeleri
gerekir. Çünkü o, muhteşem, değerli ve üstün bir ilim, semavî bir cevher ve
başlaması İlahîdir. Aşağı âlemde ve yer merkezinde olanların tümünün yönetimi
doğuş, musibet, eksilme ve tamamlanma halindedir.
Önce
bu sanat sahiplerinin başladığı ve yeni öğrencilere meselelerin ayrıntılarını
ve onun ne ve neden olduğunu, ondan neyin çıktığını soran kimsenin sorduğu
sırrın bilgisini bilmeleri için mukaddime yaptığı şeyleri anlatmak istiyoruz.
Bu, kehanet ve astroloji sanatında dayanılan esastır. Kehanetle ilgilenen
kimse, bu konuda alete, hesap yapmaya ve kitaba bakmaya ihtiyaç duymaz; bilakis
onu gerekli kılan doğumunda tesadüfen başına gelen şeylerin yardımıyla birlikte
kaliteli ezber, ruh zekiliği, akıl sağlığı, yüksek temyiz ve keskin zekânın
yardımına başvurur. Ay’ın yerini, doğanın takvimini, saatlerin ve günlerin
efendilerini bildiği ve ona soru soran kimse geldiği zaman ona sorduğu şeyi,
durumuyla ilgili hususu, işinin başlangıcını, sonunun nasıl olacağını haber
verir. Zecr\e ilgili konuda ise soru esnasında gözünün iliştiği ilk şeyi
sorulan meselenin cevheri yapmasıdır. Onu görünce ondaki “doğan"ın
cevherine ve Ay vaktinin yerine bakar. Ona uygun düşerse onunla hükmeder ve ona
bundan olan şeyi haber verir. Eğer bakmaktan mahrum kalırsa iyi dinlemeye döner
ve işittiği ilk sesi daha önce bakma konusunda anlattığımız gibi yapar. Bununla
ilgili anlatımı uzun sürecek bir ilim vardır.
Soran
İçin Gizli Şeyin Çıkarılması Hakkında
Kardeşim!
Bil ki, meselelerin üç yönü vardır: Birinci yönü, soran kişinin sana hangi
konuda meselede geldiğini ve ne sorduğunu bilmendir. İkinci yönü, bu meselenin
nereden geldiğini ve ilk sebebinin ne olduğunu [bilmendir]. Üçüncü yönü, ilk
etapta yargıda bulunulup bulunulamayacağım ve sonunun nereye varacağını bilmendir.
Söyle ve kıyas et. Bunu bilmek istersen sana anlatacağım şeyin delilini bilmekle
başla.
Bunu
bilmek, doğana ve sahibine, Ay’a ve evinin sahibine, Güneş’e ve evinin sahibine,
saatin sahibine ve şans okuna bakmakla olur. Onların yer bakımından en iyi ve
tanık olarak en güçlü olanını çalıştır. Belirttiklerimizden herhangi bir şey
bulamazsan “doğan”ın sahibine, yüksek yerin sahibine, sınırın sahibine,
üçgenin sahibine ve yüzün sahibine bak. Sonra hangisinin doğanı sahiplendiğini
bil. Bu, hangisinin doğanda/talihte en çok hissedar olduğuna bakmandır. Dolayısıyla
onu delil edin.
Bil
ki, onun yeri iyi olunca -ki yerinin iyiliği onun evinde, yüksek yerinde,
sınırında, üçgeninde veya yüzünde olması ve talihsizliklerden arınmış
bulunmasıdırişte o delildir.
Bil
ki, ev sahibinin beş payı, yüksek yer sahibinin dört payı, sınır sahibinin üç
payı, üçgen sahibinin iki payı, yüz sahibinin bir payı vardır. Sen onların
tanıklığı en güçlü ve yeri en iyi olanını kullan.
Bil
ki, doğanın sahibi doğanda olunca buna diğerlerinden daha layıktır. Eğer o
doğanda değil, fakat yüksek yer sahibi doğanda ise o bunun tamamını istila
eder. Eğer ikisi birlikte doğanda iseler onlar ortaktırlar. Eğer herhangi
birisinin başka bir tanıklığı varsa onun yeri daha kuvvetlidir. O, doğanda
tanıklığı olan bir yıldıza sahip olması, ikisinden birine bitişmesi, Ay’ın
birisinin evinde olması veya birisine bitişmesine tanıklık edenin üstünlüğüyle
delildir. Böyle olunca o, bir şâhitlik üstünlüğüyle delildir. İkisi de doğanda
değilse senin delil bulman gerekir.
Bil
ki, olan delillerin en güçlüsü ve meseleye en uygun olanı, yeri en kuvvetli ve
nasibi en çok olandır.
Bil
ki, her doğanın bir efendisi vardır. Doğan bazen çıkıncaya kadar iki saat
kalır. Bazen bu iki saatte birçok meseleyi sorması mümkündür. Doğanın sahibi
bütün bu soruların delili olursa şu iki durumdan birinde olur: Ya tamamen
iyidir, ya tamamen kötüdür. Ama durum böyle değildir. Ay bazen günün tamamında
veya gündüzün bazı saatlerinde herhangi bir yıldıza bitişir. Meseleler
farklılık gösterir. Bazılarında esaslar iyi düşünürken bazılarında iyi
düşünülmez.
Feleğin
Direkleri, Çeyrekleri ve On İki Evin Anlatımı Hakkında
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, yüce
felek, burçlar feleğini ve diğer felekleri gündüz ve gece doğudan batıya bir
defa döndürür. Vakitlerin her birinde burçlar feleğinin bazı dereceleri doğu
ufkunda, bazıları gök ortasında bir derecenin hakikatinde, bazıları batanın
derecesinin ufkunda, bazıları da dördüncünün derecesinde olur. Bu yerlerin her
birinden diğerine feleğin dörtte biri kadar mesafe vardır. Onun her çeyreği üç
kısma ayrılır: Bazısı ev (beyt) diye adlandırılır ve felek her vakitte
yılın mevsimleri ölçüsünde dört çeyrek olur. On iki ev burçların sayısı kadar
olur. Doğandan göğün ortasına ve batandan dördüncüye kadar olan iki çeyrek, iki
eril, doğulu ve sağcı dönüşen diye adlandırılır. Onuncudan batana ve
dördüncüden doğana kadar olan iki çeyrek ise iki dişil, batılı ve solcu dönüşen
diye adlandırılır. Yine şöyle denebilir: Toprağın üstü sağdır, toprağın altı
soldur. Başka bir bölümlemede, doğandan göğün ortasına kadar olan çeyrek gelen
doğuludur. Göğün ortasından batanın derecesine kadar olan çeyrek, kaybolan
güneylidir. Batıdan çeyreğin derecesine kadar olan çeyrek, gelen eril
batılıdır. Dördüncünün derecesinden doğana kadar olan çeyrek, kaybolan dişil
kuzeylidir. Bunlar iki dişil çeyrek diye adlandırılır. Göğün ortasından onun
son üçüncü derecesinin sonuna kadar olan yarıya yukarı çıkan; karşısındaki
yarıya da aşağı inen denir. Bu dört [ çeyrek] burçların sayısına göre on iki
kısma ayrılır. Onların her bir kısmına ev (beyt) denir.
Evlerin
Bilgisi Hakkında
Felek
evlerinin ilki, birincisinin doğu ufkundan doğduğu evdir. Ondan sonraki
İkincisi, sonra üçüncüsü, sonra dördüncüsü, sonra aynı şekilde diğerleridir.
Onlardan her ev, on İkinciye kadar onu izleyen sayının adıyla adlandırılır. Bu
on iki evden her birisi özel bir isimle adlandırılır ve içinde bulunan şeylere
nispet edilir.
Birinci
eve doğan (tâ/z") denir. O, bedenlere, hayata ve her başlamanın hallerine
delalet eder. İlk üçgenin hareketi hayat, ömür ve onun uzunluk ve kısalığına
delalet eder. İkincisi cisimdeki güce delalet eder. Üçüncüsü surete delalet
eder.
İkinci
eve beytülmal denir. O, mal toplama, yığma, yaşam sebepleri, onların halleri,
alma ve vermeye delalet eder. İlk üçgenin hareketi mala, İkincisi yardımcılar
ve hayata, üçüncüsü mürüvvet ve lütfa işaret eder.
Doğanın
üçüncü evine erkek kardeşler, kız kardeşler, yakınlar, hısımlar, ilim, düşünce,
din, fıkıh, düşmanlıklar, dinler, kitaplar, haberler, resuller, yakın kutsal
kitaplar, kadınlar ve kısa rüyaların evi denir. İlk üçgen erkek ve kız
kardeşlere, İkincisi akrabalara, üçüncüsü ise tebaaya delalet eder.
Doğanın
dördüncü evine babaların evi denir. O, babaların, aslın, cinsin, iki yerin,
köylerin, şehirlerin ve binanın hallerine, yer altındaki her gizli şeye,
hâzinelere, akıbet, ölüm ve defin, mezar kazma, çarmıha germe, yakma, bazı
yerlere atma, hayvan eti yeme gibi ölü insanın daha sonra uğradığı hallere ve
ahirette nefisle ilgili sevap ve cezaya delalet eder. Nefisle ilgili olan bu
kısım üzerinde düşünmek erdemli kardeşlerimizden olan âlimler dışında hiçbir
kimseye nasip olmaz. Biz bunun nasıl olacağını lezzet ve acıların keyfiyetini,
ölüm ve ölümden sonraki durumların açıklamasını anlattığımız sırada “Risâletu'l-Câmia’da
anlattık. İlk üçgen babalara ve anneler, İkincisi işlerdeki sona, üçüncüsü iki
yere ve şehirler kurmaya delalet eder.
Doğanın
beşinci evine çocuğun evi denir. O, çocuk, elçiler, hediyeler, rica, kadınları
isteme, arkadaşlık, arkadaşlar, şehirler ve şehir halkının hallerine,
kayıpların ürünlerine, çokluk ve azlıklarına delalet eder. İlk üçgen çocuk,
lezzet, yeme ve içmeye; İkincisi haberlere ve elçilere; üçüncüsü ise
karşılıklı konuşma ve arkadaşlığa delalet eder.
Altıncı
eve hastalık evi denir. O, hastalıklara, sebeplerine, müzminliğe, kölelere,
cariyelere, duruma, zulme ve bir yerden bir yere taşınmaya delalet eder. İlk
üçgen hastalığa, İkincisi kölelere, üçüncüsü niyet ve düşünceye delalet eder.
Onun
yedinci evine kadınlar evi denir. O, kadınlara, evlendirmeye, sebeplerine,
husumetlere, zıtlara, sefere, selefe, sebeplerine ve ortaklığa delalet eder.
İlk üçgen evliliğe, İkincisi zıtlara, üçüncüsü ortaklığa delalet eder.
Sekizinci
eve ölüm evi denir. O, ölüm, öldürme, miraslar ve öldürücü zehirler ve korkuya;
helak olan ve kaybolan her şeye, emanetler, tembellik ve atalete delalet eder.
İlk üçgen ölüme, İkincisi korkuya, üçüncüsü miraslara delalet eder.
Dokuzuncu
eve yolculuk evi denir. O, yolculuklar, yollar, gurbet, rablık, nübüvvet ve
din konusu, bütün ibadet evleri, felsefe, bilgi takdimi, astroloji ve kehanet
ilmi, kitaplar, elçiler, haberler ve rüyalara delalet eder. İlk üçgen yolculuk
ve uygunluğuna, İkincisi din, ibadet, kitaplar, ilim ve felsefeye, üçüncüsü
rüya ve düşlere delalet eder.
Onuncu
eve saltanat evi denir. O, yükseklik, krallık, saltanat, vali, kadı, üstünlük,
erkek, sanatlar, anneler ve işlere delalet eder. İlk üçgen saltanat, kudret ve
yönetimlere; İkincisi gizli soruya, meleklere ve vahye delalet eder. Onun
saltanat, kudret ve yönetimler olduğu söylenir. Üçüncüsü annelere delalet eder.
On
birinci eve şans evi denir. O, mutluluk, ümit, arkadaşlar, sevgi, övgü,
vaatler, beklentiler, çocuklar ve yardımcılara delalet eder. İlk üçgen işlerde
ümide, İkincisi mutluluğa, üçüncüsü arkadaşlar, cömertlik ve nezakete delalet
eder.
On
ikinci eve düşmanların evi denir. O, düşmanlar, sıkıntı, üzüntü, keder, haset,
iftira, kurnazlık, hile, zorluk, inatçılık ve ordulara delalet eder. İlk üçgen
düşmanlara, İkincisi sıkıntı, iftira ve kedere, üçüncüsü inatçılığa delalet
eder.
Meseleler
Hakkında Bilgilenmek ve Onlardan Haber Vermek Konusunda
Sana
bir mesele sorulursa doğanı onun derece ve dakikalarına yerleştirdiğinde ve
delili öğrendiğinde bak. Burçların herhangi birisinde, sınırların herhangi
birisinde Ay’a bak. Sınırlardan vazgeçenden, birleşen kimseye, iki yerin
hangisinde daha güçlü ise ona hükmet. Bunun açıklaması şöyledir: Biz
baktığımızda doğanın Mars’ın sınırındaki koç burcu olduğunu görürüz. Mars
düşmüştür, Satürn düşmüştür. Ay, doğanın üçüncüsünde Merkür’ün evindedir.
Merkür doğanın yedincisinde, Venüs kova burcundadır. O zaman delil, Mars’ın ve
aynı şekilde Satürn’ün düşmüş olması nedeniyle Ay’dır. Ay, doğanın üçüncüsünde
Merkür’ün evindedir. Bundan dolayı biz delilin Ay olduğunu söyledik. Şöyle ki
biz Ay’dan daha güçlüsünü bulamayız. Doğanın üçüncüsünde neşesinin evindedir.
Üçgenden (teslis) Merkür’e birleşir. Merkür, yedincide Venüs’ün evidir. Onun
buna bakışı teslistendir. Hasta evinin sahibi Merkür de soru soranın kendisine
kardeşi tarafından getirilen bir mektubu sorduğuna delalet eder. Onun içinde
bazı eşlerinden hali yaratmaya dönen bir kadının hastalığının hali belirtilir.
Birisi
sana nefsini, halini ve kendisine dokunan şeyleri sorarsa doğana ve sahibine
bak. Doğanın ve Ay’ın şanslı mı yoksa talihsiz mi olduğuna bakan kimse
[bilmelidir ki] eğer o şanslı ise hali iyidir; talihsiz ise hali kötüdür;
karışık ise vasattır.
Eğer
bulunduğu durumun devamlılığını sorarsa doğanın ve Ay’ın sahibine bak. Eğer bu
iki sabit burçta veya direklerde ise bulunduğu durumun devamlılığına delalet
eder. Eğer bir direği takip eden şeyde iseler o, bulunduğu durumun yok
olacağına delalet eder. Eğer talihsizlik direkten önce ise ona “Sen kötü
haldesin” de. Eğer direkte ise ona “Sen bugün o durumdasın” de. Talihsizlik
direkten sonra ise “Bundan sonra, özellikle on İkincide olunca korkman gerekir”
de. Eğer doğanın sahibi şanstan şansa geçerse “Bir hayırdan diğer hayra” de.
Talihsizlikten talihsizliğe geçerse “Bir kötülükten diğer kötülüğe” de. Eğer
doğanın sahibi Ay evinin sahibine bakarsa “Sevinç kazanırsın” de. Evinin ve
yüksek yerinin sahibine bakarsa o bir makamdan diğer makama yükselir. Ondan
ayrılan yıldız, Ay evinin sahibi, yeniden başladığı konuda ona dönen şeydir. Sana
mal sorarsa bak; doğanın sahibi eğer İkincinin sahibine bitişirse o istediğini
elde eder. Eğer bir yıldız aralarını açarsa bu konuda aralarına bu yıldızın
cinsinden bir insan girer. Bunu bilmek, feleğin evlerinden herhangi bir evin
sahibini bilmen ve dolayısıyla onun evine bakması halinde bunu ona nispet etmendir.
Eğer İkincinin sahibi İkincide olursa o, önündeki bir işe kavuşur. Eğer
İkincinin sahibi üçüncüde ise o, erkek ve kız kardeşlerine kavuşur. Dördüncüde
ise babalara ve iki yere; beşincide ise oğla ve ticarete; altıncıda ise
kölelere ve hastalara; yedincide ise kadınlar, husumetler ve ortaklığa;
sekizincide ise miraslara; dokuzuncuda ise din ve kitaplara; onuncuda ise
sultanlara ve atalara; on birincide ise arkadaşlara, kardeşlere ve ticaretlere;
on İkincide ise ilaca ve bozucu duruma kavuşur. Eğer onun evinde ise ortadır;
düşüşünde ise biraz kötüdür. Şanslı ise iyidir. Eğer İkincinin sahibi Mars ile
bağlantı kurarsa çalma, hırsızlık, günah ve husumetler söz konusudur. Satürn
ile bağlantı kurarsa o, kendisine ancak yorgunluk ve zahmetten sonra ulaşılan
zorluk ve sıkıntı söz konusudur. Jüpiter ile ilişki kurarsa takva, din, züht ve
fıkıh söz konusudur. Merkür ile ilişki kurarsa yazı, hesap, ticaret ve konuşma
söz konusudur. Venüs ile ilişki kurarsa kadınlarla ilgilidir. Güneş ile ilişki
kurarsa krallar ve sultanlarla ilgilidir. Ay ile ilişki kurarsa konuşma ve
elçilikle ilgilidir.
Hint
Bilgeleri ve Diğerlerinin İç Dünya ile İlgili Sözleri Hakkında
İlk
delil doğanın efendisi veya onun yönetimini kabul eden yıldız ise iç dünya/
damîr, felekte doğanın sahibinin yerinden veya feleğin onun yönetimini kabul
eden yerindendir. İç dünya bazen bizzat doğanın derecesinden çıkar. Bunun için
doğanın derecesinin hangi yıldız ile ilişki kurduğuna bakman ve doğanda bulunan
yıldızdan gafil olmaman gerekir. O doğanın derecesinden düşmezse iç dünya bu
yıldızın cevheridir. Doğanın bulunduğu herhangi bir evin sahibine bakarsan
mesele, baktığı bu evin cevheriyle ilgilidir.
İkinci
delil, Virunus, Antalikus, Batlimus, Valis ve Ranbus’un görüşüdür: Bu, onun
hangi evin sahibi olduğuna ve içinde şans oku bulunan burca bakmandır. Mesele,
doğanın bu evinin cevherindendir. Eğer doğanda olursa mesele kendisindendir.
Eğer İkincide ise maldandır. On iki burcun diğerlerinde de durum böyledir.
Üçüncü
delil, Hint âlimlerinin görüşüdür. Onlar dediler ki; sana senin için gizli olan
bir şey sorulunca derece ve doğanın hissesinin sahibi, sınırın sahibi ve derecenin
sahibinden hangisinin daha güçlü olduğuna ve ne ile ilişki kurduğuna bak. Bu
yerin sahibi, sana gizli kalan şeyin delilidir. Onların en güçlüsü, doğanın
derecesinin hangi burçta olduğuna ve hangi burçta yer aldığına bakmandır. Eğer
bu burcun sahibi orada ise ve orada bir yıldız görürsen iç dünya feleğin böyle
bir evindendir. Orada yıldız yoksa bu evin sahibinin payının nerede bulunduğuna
bak. Sır, doğana ve sahibinin yerine ait pay sahibinin böyle bir yerindedir.
Bu
konuyla ilgili örnek, doğanın koç burcunca on iki derece olmasıdır. Her burç
için iki buçuk derece belirlersin ve doğan olan koç burcundan belirlemeye
başlarsın. Bu hesaba göre o, çocuğun evi olan aslan burcunda olur. Orada ne
Güneş ne de yabancı bir yıldız vardır. Güneşe baktığında onun yedincide
olduğunu görürsün ve meselenin bir kadınla evlenmek isteyen çocukla ilgili
olduğunu söylersin. Eğer Güneş akıncıdaysa çocuğun hastalığıyla ilgili
olduğunu söylersin. On iki burcun geriye kalanlarının durumu da inşallah
böyledir.
İlk
Ortaya çıkanlardan Delil Çıkarma Hakkında
Bu,
koç burcundan doğanın ilk ortaya çıkanlarının derecesine kadar her burç için
dokuz tane, her üç derece için bir ilk ortaya çıkan almandır. Yanında toplanan
ilk ortaya çıkanı on ikiden at. Eğer on iki tamamlanmazsa onları koç burcundan
at ve bittiği yerden başla. Bu burçta doğanın ilk ortaya çıkanı vardır. Onun
nerede bulunduğunu bilince doğanın bu burcunun ne diye, mal evi mi, kardeş evi
mi veya başka bir şey mi olarak adlandırıldığına bak. İç dünya, doğanın bu
burcuna ait böyle bir cevherle ilgilidir. Bunun örneği şudur: Sana bir soru sorulursa
ve onun doğanı hamle/koç burcuna ait on derece olursa bu, üç ortaya çıkandır.
Bunu doğandan atarsın, böylece sayı doğanın üçüncüsünde son bulur. Onda Satürn
vardır. O da geri döner. Meselenin kaybolan şeyle ilgili olduğunu söyle. Ne
zaman geri döner? Merkür, gök ortasında doğanın ortaya çıkanının sahibidir.
Doğan, Güneş’le birliktedir. De ki: Kaybolan bu şeyin görkemli bir saltanatı ve
büyük bir şerefi vardır. Yanında bir ordu topluluğu ve ileri gelenlerden oluşan
önemli insanlar bulunur. Çünkü Güneş, kova burcunda doğan yüksek yerin
sahibidir. Kova burcundayken âlemin ışığı, gök ortasındaki Merkür’le
birliktedir. O ikisinin -Merkür’ün evi ikizler burcundaki sahibi olan Satürn,
bu kayıp olanın Müminlerin Emiri olduğuna delalet eder. Eğer bunu kanıtlarsan
Satürn, âlemin senesinin sahibi olur. O, Güneş evinin ve Merkür evinin birlikte
sahibidir. Soru, kitabından geri döner mi dönmez mi? Bakarsan onun inşallah
geri döneceğini anlarsın. Ona hükmetme ve ondan haber vermeyi kanıtlayan böyle
bir delili soran kimse hakkındaki durum da böyledir.
İlk
Âlimlerden Oluşan Eski Bilgelerin İttifak Ettikleri Deliller Hakkında
Doğanda
dokuz, diğerlerinde üç delil vardır. Doğanda olan, doğanın sahibi, şerefinin,
üçgeninin, sınırının, yüzünün, ilk ortaya çıkanın ve on ikiliğinin evi; doğanın
derecesine giden yıldız, doğanda olan, doğandan başkasında olan, şans oku, onun
sahibi, gündüz Güneş’in sahibi, gece Ay’ın sahibidir. Onların tanıklık ve egemenliği
en çok olanına bak; o delildir. Delili öğrendiğin zaman on iki evi düzelttikten
sonra onun ilişki kurduğu veya onunla ilişki kuran kimseye bak. Evler iki
burçtan ayrılır. Bazısı yeryüzünün kazığından, bazısı göğün ortasındandır. Bu
böyle olursa doğanın derecelerinin en çoğunu al, en azını bırak ve sırrı
doğanın ortasında olan bu şeye nispet et. Eğer o bir şeyle ve bir şey onunla
ilişki kurmazsa mesele kendisiyle ilgilidir. Eğer delil doğandan onun
İkincisine gider ve ondan bir parça çıkarsa mesele, soran kimsenin elinden
çıkan şeyle ilgilidir. On iki burcun tamamına kadar, içinde delil bulunan evin
cevherine kadar böyledir. Bir bağlantı olmadığında da böyledir.
Bir
ilişki söz konusu olduğunda ilişki, delil olmaya daha uygundur. O zaman delili,
delilin kiminle ilişki kurduğunu öğren; delilin baktığı evi kullan, diğerini
bırak ve sırrı bu eve nispet et. Eğer delil düşüşte ise mesele, hırsızlıkla
veya düşen, alçalan ya da hapsedilen bir şeyle ilgilidir. Eğer bir burçtan
diğer burca intikal ederse taşınma veya seferle ilgilidir. Eğer delil
sekizincinin veya on İkincinin sahibine aitse onlar talihsizlik evidir. Bu
durumda mesele ölüm veya korkuyla ilgilidir. Eğer delil dönüş için durursa o,
bir yolcunun ne zaman geri döneceğini sorar. Eğer doğrulmak isteyerek durursa
o, bir yolcunun ne zaman yola çıkacağını sorar. Eğer delil tereddütlü ise onun
tereddüdünü sorar. Eğer delil yüksek yerinde veya gök ortasında baş ile beraber
ise o, bir kralı, bir başkanı veya bir din konusunu sorar. Eğer Venüs ve Mars
ile birlikteyse o bunlara bakar; Mars ve Venüs ile birlikte ise bunlar ona
bakar. Bu durumda o, kadınların iftirasını sorar. Kuyruk ile birlikteyse
konuşma ve husumet sorar. Aynı şekilde Ay doğanda ise husumet ve haber sorar.
Eğer delil dördüncüde veya yedinci ve dördüncüdeki baş ile birlikte ise mesele,
hazine veya define gibi gömülü mal ile ilgilidir. Aynı şekilde İkincinin
sahibi dördüncüde, dördüncünün sahibi doğanda ve burç da ateşli olursa mesele,
kimyanın onun için uygun olup olmadığıyla ilgilidir. Eğer burç ateş burcundan
ise mesele savaşla ilgilidir. Delil kuyruk ile birlikte ise o, sihrin doğru
olup olmadığını sorar. Eğer Merkür’ü görürse bunu gerçekleştirir. Aynı şekilde
delil Satürn olur, o Merkür ile birlikte bulunur ve Merkür ona bakarsa mesele
hapisle ilgilidir. Delil ışının altında ise mesele mahpus ile ilgilidir. Doğan
Merkür’ün evi veya onun yüksek yeri ise ve deliller Merkür’ün yerlerinde ve
aralarında bağlantı var ise mesele kitap ile ilgilidir.
Soruların
ve Cevaplarının Bilinmesi Hakkında; Evler ve İlgili Ayrıntılar
Hayat
evi: Sana insanın ömrü sorulursa doğanın ve Ay’ın efendisine bak. Eğer bir
yıldız hayat evinden ayrılırsa Ay’ın irtibatlı olduğu yıldız kalan ömrüne
delalet eder. Eğer doğanın sahibi ışının altında ateşin içine girer ve Ay
talihsiz olur, doğandan düşer veya bazı talihsizlikler doğanda veya yedincide
olursa bu, soru soranın öleceğine delalet eder. Bunun vakti doğanın sahibi
tarafından bilinir. Düşer veya aralarında bulunan basamaklardan kendisiyle
yanma derecesi arasındaki şeye bakarsa bu, onun kalan ömrüdür. Eğer değişen
burçta olursa günler vardır. Eğer iki bedenli burçta ise aylar vardır. Sabit
burçta ise yıllar vardır. Bunun daha şiddetlisi, talihsizliğin doğanda olması
ya da doğana, dördüncüye veya sekizinciye bakmasıdır. Şanslar doğanı mutlu
eder, Ay talihsizlikler görür ve doğanın sahibi de böyle olursa bu, ömrün
uzunluğuna ve kalıcılığa delalet eder. Ay ve talihsizlik ile doğanın sahibi
arasında olanları yanıncaya kadar say. Ay hesabından çıkan odur. Doğandan çıkan
ömrün sayısıdır.
Mal
evi: Sana umulan bir şey sorulursa veya biri mal elde edip etmeyeceğini sorarsa
doğanın sahibine ve Ay’a bak. Eğer mal evinin sahibiyle ilişki kurar ve Ay’ın
bu mal evinin sahibinden doğanın evinin sahibine intikal ettiğini görürse
“Evet, mal elde edeceksin.” de. Aynı şekilde şanslar mal evinde olur veya
onunla Ay ya da doğanın sahibi ilişki kurarsa çok mal ve yüksek bir mevkie
kavuşur. Bu şans kararsız olur ve düşerse sahibinin durumunun tersine
döneceğine delalet eder. Ay gezmezse soru soran ölünceye kadar aynı hal üzere
devam eder. Mal evindeki en iyi şans Jüpiter’dir. Çünkü o, dinar ve dirhemlere
işaret eder.
Sen
veya benzer şekilde sana soru soran kimse, beklediğin konuda ne kadar mal elde
edeceğini öğrenmek istersen mal evinin sahibine bak. Delil Merkür ise ve o,
düşüşünde veya kötü bir yerde ise malın yirmi dirhem olduğuna delalet eder.
Üçgeninde ise iki yüz dirhemdir. Evinde ise iki bin dirhemdir. Yüksek yerinde
ise yirmi bin dirhemdir. Bütün yıldızlar en küçük parlama miktarlarına göre on
kattır.
Eğer
yıldız düşüşünde veya kötü bir yerde ise onu en küçük parlama sayısına göre
verir. Üçgeninde ise en küçük parlama miktarına göre on kat verir. Eğer evinde
ise onların sayısına göre yüz kat verir. Eğer yüksek yerinde ise onu sayılarına
göre bin kat verir. Yıldız yanıyorsa yanması ve Güneşten uzaklığı ölçüsünde
azalt. Eğer Güneş’le birlikte bir tek derece ise hiçbir şey elde edemez. Ona
bir talihsizlik bakarsa, senin için belli olan yüksek yer, ev, üçgen ve düşüşe
göre miktarına delalet eden şeyden yerindeki kuvveti kadar eksilir.
Eğer
Jüpiter delile yüksek yerinden bakarsa bu on iki bin dirhem artar. Evinden
bakarsa bin iki yüz dirhem artar. Üçgeninden bakarsa yüz yirmi dirhem artar.
Kötü ve yabancı bir yerden bakarsa on iki dirhem artar. Ateşte iken Jüpiter’in
verdiği Güneş’e uzaklık miktarına göre azalır. Güneş derecesinde olursa hiçbir
şey artmaz. Bu konaklardan anladığın gibi, aynı şekilde talihsizlik azalır,
şans artar. İki bedenli bir burçta eksilen veya artan şeyin sayısını kendisiyle
çıkardığın delili ne zaman bulursan bu sayıyı katla. Bazen talihsizlikler malı
veren şeylerdir. Onlar şeyin sayısının delilidir.
Yıldızların
Yaşı Bilgisi Hakkında; Onlar En Büyük, Orta ve
En Küçük Şeklinde Üç Mertebedir
Onların
en büyük yaşı, Güneş için yüz yirmi yıldır. Bu doğal ömürdür. İnsan onu Yüce
Allah dilemedikçe geçemez. Venüs için seksen iki yıldır. Merkür için doksan
altı yıldır. Ay için yüz sekiz yıldır. Satürn için elli yedi yıldır. Jüpiter
için yetmiş dokuz yıldır. Mars için atmış altı yıldır.
Onların
orta yaşı, Güneş için otuz dokuz buçuk yıldır. Venüs için kırk beş yıldır.
Merkür için kırk iki buçuk yıldır. Ay için otuz dokuz yıldır. Satürn için kırk
üç buçuk yıldır. Mars için kırk yıldır.
En
küçük yaşı, Güneş için on dokuz yıldır. Venüs için sekiz yıldır. Merkür için
yirmi yıldır. Ay için yirmi beş yıldır. Satürn için otuz yıldır. Jüpiter için
on iki yıldır. Mars için on beş yıldır. Bunlar onların parlama/yaş türlerinin
bilgisidir.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, biz kitaplarımızda
ve risâlelerimizde akılları arıtacak ve ruhları uyaracak ilimler ortaya koyuyoruz.
Her ilimden imkânın elverdiği ve zamanın gerektirdiği kadar aldık. Bunun yapabildiğimizin
ve ulaşabildiğimizin en iyisi olması için çalıştık. Bundan dolayı onu
kardeşlerimize -Allah kendilerini desteklesinanlattık, ispat ettik ve dile
getirdik. Kendimiz için istediğimizi onlar için de istedik. Çünkü biz aynı
ruhuz, aynı toprağız, aynı babanın çocuklarıyız. Bir tek rabbimiz vardır ve o,
bizi aynı nefisten yaratandır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem dedi ki:
“Müminin imanı kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe
olgunlaşmaz” Yüce Allah dedi: “Söze kulak veren ve onun en iyisine uyan
kullarımı müjdele. Onlar Allah’ın yol gösterdiği kimselerdir ve akıl
sahipleridir"[138]
Hesap
ilmi; geniş, dairesi büyük, her şeyi kuşatan, ama kendisi kuşatılmayan bir ilim
olunca sana onun bir kısmını seni ona girmeye ve başarılı kılınanı öğrenmeye
teşvik etmek için giriş ve mukaddime olarak öğrettik. Astroloji ilmi de aynı
şekilde geniş bir ilimdir. O, yer âlemine hükmeden yüce gök âleminin ilmidir. O
büyük ve yüce bir âlem; bu küçük ve düşük bir âlemdir. Bundan dolayı “Ruhânilerin
Fiilleri Risâlesi’nde şöyle dedik: Büyük âlemin fiilleri küçük âlemde
görünür. Küçük âlemin büyük âlemde görünecek fiili yoktur. Onun ancak içine
konulanı ve kendisine gönderileni açıklama özelliği vardır. Sana bu risâlede
astroloji ilminin sırrını, güzel meselelerini, doğru burhan ve delillerini
öğrettik. Eğer vakıf olursan onu öğrenmeyi ve hakkında uzmanlaşmayı arzularsın.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Astroloji bilgisi
sayesinde bilgi edinmek ve yüce mekâna geçmek için göğe doğru yol alırsın. Bunu
öğrenmezsen bu yolda yürümen imkânsız olur. Bilmediği yolda yürüyen kimse
neredeyse orada kaybolur. Nitekim meşhur bir darbımeselde ve geçmiş bir sözde
şöyle denmiştir: “Yeryüzünü onu bilen öldürdü.” Yani bilgi ve malumat olarak.
“Ve yeryüzü kendisini bilmeyeni öldürdü.” Yani şaşkınlık ve felaket olarak.
Belirttiklerimizin delili ve anlattıklarımızın açıklaması, bu meseleyi
bilmektir.
Muhtaç
bir adama dünya ve din işlerini göstermek istersen şunu bilmen gerekir: Onu
kendisiyle meşhur olduğu yerde buluyor musun, bulmuyor musun? Doğanın sahibine
bak. Eğer direklerde ise adam onun yerindedir. Kazığı izleyen şeyde ise onun
yerine yakındır. Eğer düşmüş ise yerinde değildir. İnsan bu delili bilirse dünya
hayatında amaçladığı şey ona kolaylaşır. Ne zaman bu bilgiden mahrum olursa
amaçladığı ve yöneldiği şeyin cahili olur. Bulur mu, bulmaz mı? İstediği şeyi
bulursa bilerek değil, tesadüfidir. Cahilin doğruyu bulduğu çok az vakidir.
Âlimin
nefsi rahattır. Çünkü o, ancak gerekli vakitte ve doğru zamanda işe başlar ve
arayışa geçer. Bundan dolayı biz kardeşlerimizin -Allah onları ve bizi
kendinden bir ruhla desteklesinbütün ilimleri öğrenmesini istedik, onları
bunlara teşvik ettik ve yönelttik. Bu, kişinin öğrenmekten geri kalmaması
gereken dünyevî maksatlar ve cismânî amaçlar konusunda böyleyse, rabbani
delilleri öğrenmekten, ahirete giden ve ona kendi kazandıklarının karşılığını
vermesi için Rabbine varan yolu bilmekten nasıl geri kalabilir?
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, insanların ulaştığı
bu sanatın en iyisi ve bilgilerinin en görkemlisi, kralların, sultanların, valilerin,
veliahtların, beylerin, komutanların, subayların, vezirlerin, kâtiplerin,
işçilerin ve kâhyaların hallerinin niteliğini; devletlerin başlangıçlarını ve
sonlarını, çocukların ömür sürelerini ve doğumlarını, zamanlarda ortaya çıkan
şeyleri ve ve mekânlarda bildikleri şeyleri bilmeleridir. Bunlar, vahiy, ilham,
doğru hayal ve rüya yoluyla vakıf oldukları ve ulaştıkları semavî haberler
sayesinde bilgelerin çıkardığı, âlimlerin bildiği birikmiş ilimler, gizli
sırlar ve gömülü haberlerdir. Allah’ın yardımıyla biz, bu risâlede bunların bir
kısmını artırıp eksiltmeden âlimlerden naklederek anlatmayı ve bilgelerden
haber vermeyi düşündük. Allah kendisinden yardım istenendir.
Bunlar
içinde bilinmesi ve kendisiyle amel edilmesi gerekenlerin ilk şey, taç giydirme,
krala biat ve hilafet konumunda olan bu nebevi krallığa yerleşmiş olan büyük
yönetimin ve muhteşem krallığın başlamasıdır. Uygulanan ve bilinen şeylerin en
üstünü, Ay’ın doğru ve talihsizliklerden arınmış olması istenen şeylerden
olmasıdır. Bundan önce bu başlangıç ve yönetimin bulunduğu cevher, cins, belde,
bölge, şehir ve mekân bilgisi; zaman, seçkin, kâhya, Ay’ın sahibi ve yönetimin
yöneticilerine mahsus olan efendiler, şahitlikler ve dereceler bilgisi söz konusudur.
Bunu taşır ve bazısını bazısında toplarsın. Birinciye sonuncuyla kıyaslarsın,
sonra Ay’ın özellikle başlangıçta nerede olduğuna, doğruluğunda, bedenine
bitişen ve kendisiyle ilişki kuran şeyde, yolunda, konağında ve kendisine
bakanlarda nasıl olduğuna bakarsın. Onlar onun hissesinden midir, yoksa
başkasının hissesinden mi? Biatin birinde başlangıç yapma açısından
halifelerin payı Güneş’inkinden, veliahtların payı Jüpiter’inkinden, ağzı
olanların payı Mars’ınkinden, kâhyaların payı Satürn’ünkinden, vezir ve
kâtiplerin payı Merkür’ünkinden, işçilerin payı Ay’ınkinden, komutanların payı
Venüs ve Mars’ınkinden daha çoktur. Taç giydirme, krala biat, yönetime başlama,
ortaya çıkma, başkanlık, krallık tahtına oturma, emretme ve yasaklamanın en
iyisi, doğanın sabit bir burç olması ve Ay’ın iyi bir yerde bulunmasıdır.
Özellikle aslan burcunda krallık uzun olur, başkanlık süreli olmaz. Çünkü
kralların emrine uygun olan burçlar koç burcu, aslan burcu ve yay burcudur. Ne
zaman böyle olur ve doğanda şans görürsen bu, huyun güzelliğine ve bütün bu
başlama ve krallığın iyiliğine delalet eder. Eğer doğanda talihsizlik görürsen
bunun dışında fesat ve kötülük gibi durumlar olur. Eğer Mars doğanda olursa
yönetici sert, kaba, hafif, küfürbaz, hayâsız, dinsiz, tiksindirici, zayıf,
müstehcen konuşan, hizmetçilerini ve ülke halkını küfür ve sövgü ile
karşılayan, rakiplerinden nefret eden, kan dökmeyi ve ülkeler yıkmayı seven,
emrettiğinde sebatsız, konumuna hızlı düşen, ayıp ve kusur işleyen, düşmanı bol
ve çok yakman kimse olur.
Eğer
Satürn doğanda olursa kindar, kınayıcı, kaba, görevini iyi yürütemeyen, kıskanç,
cimri, hilekâr, açgözlü ve yerilen bir kimse olur.
Eğer
Güneş doğanda ise onun başkasını engelleyen cemaati, ordusu ve sayısı çok olur;
büyük bir mutluluk ve izzet sahibi olur.
Eğer
Jüpiter doğanda olursa o, doğru sözlü, vefakâr, hayrı seven, bilen, dindarlara
sevgi besleyen, arkadaşı çok, iyi öğüt dinleyen, iffetli ve dünyaya düşkün
olmayan kimse olur.
Eğer
Merkür doğanda ise düşünen, zeki, edip ve işlerini hile, akıl, kurnazlık ve
düzen yoluyla sağlam yapan bir kimse olur.
Eğer
Venüs doğanda olursa kadın ve hizmetçiler açısından mal ve hizmetçileri çok,
zayıf bedenli, işte sebatsız, sekse düşkün, oyun, eğlence, neşelenme, gezme,
iyi elbise, güzel koku, lezzetli yiyecek ve içecekleri, kadınlarla baş başa
kalmayı ve onların elbisesiyle süslenmeyi seven kimse olur.
Eğer
Ay doğanda ise gücü ve gece yürümesiyle meşhur bir yiğit olur. Eğer baş
şanslarla birlikte doğanda olursa zamanın krallarına üstün ve düşmanlarına
baskın gelir.
Kral,
üstünlüğü, gücü ve koruyuculuğuyla ilgili şeylerin en iyisi, Jüpiter, Güneş, Ay
ve doğanın üstünde yükseldiğinde söz konusu olur. O, bazı kral burçlarındandır
ve aynı şekilde kral burçlarından birindedir. Onun anlatımı açısından daha
büyük ve Jüpiter’in bulunduğu burcun dönüşmesi açısından daha yücedir. Çünkü
daima dönüşen şey emir bakımından daha meşhur, daha yüce ve daha samimidir.
Onlardaki iki bedenliler cins ve karıştırma bakımından daha çok; sabitler ise
durum itibariyle daha uzun ve daha dayanıklıdır.
Krallığın
başlangıcında Jüpiter’in Güneş, Ay ve doğana bakmadığını görürsen bil ki, bu
kral için övgü, yergi ve iyilik yoktur. Mars’ın iyi bir yerde, Jüpiter’in
Mars’ın evinde, Mars’ın da Jüpiter’in evinde olduğunu görürsen, özellikle
Güneş, bir gündüz burcu olan aslan burcunda onunla birlikte ise ve mal evinin
sahibi bir direkten ya da sağ veya soldaki bazı kuvvetli mekânlardan ona
bakarsa kral, adaletsiz, emri uygulayan, öldürmede başarılı, düşmanlarına
karşı muzaffer, ülkeleri fetheden, krallığı koruyan, düşmanı konusunda derin ve
düşmanları zayıf olan bir kimsedir.
Krallık
evi olan doğandan onuncu eve bakman gerekir. Aynı şekilde, soru esnasında veya
bakma ve başlama sırasında içinde bulunduğu ve Güneş krallığının evi olan Güneş
evinden onuncu eve bakman gerekir. Çünkü ne zaman bu iki mekânda şanslar
bulursan ve bu iki burcun sahipleri, yeri iyi olan sabit burçlarda olursa kral
mutlu, iyi ve erdemli olur. Bu mekândaki yıldızlar eğer o ikisinin yüksek
yerinde, onun iki doğusunda veya başlangıç hissesinde olursa ya da onların bu
başlamada toplanma, dolma veya mutluluk hissesi gibi bir payı olursa bu daha
üstün ve daha iyidir. Bu, yıldızların kendi yerlerinde enlem ve kuzeyde düz
seyretmeleri ve yükselmeleri ve başlamanın gündüz gündüze, gece geceye uygun
olarak fazla akmalarıdır.
Yine
onların paylarının sahiplerine eksik olmadan, yavaş olmadan, düşüşlerinde olmadan,
zıtlarında olmadan, etkiler olan derecelerde olmadan, karanlık mekânlarda
olmadan, Güneş ışınlarının altında olmadan bakarsın. Bütün bunlar yer, mekân ve
talihsizlik ölçüsünde yalan, hile ve karıştırmaya delalet eder.
Aynı
şekilde gök ortasındaki burca bakarsın. O mutlaka olması gereken yerdir. Çünkü
o, kralın ve sultanın burcudur. Yıldızlardan doğanın derecesini, evi, sınırı,
yüzü ve yüksek yeri öğren. Orada kim vardır? Oraya kim bakar? Orada aydınlatıcı
yıldızlardan herhangi bir şey var mıdır? Onun yüksek yerinin sahibi nerededir?
Ancak bunun en iyisi, onun yüksek yerinin sahibi şans olur veya gök ortasının
sahibi doğuda düz seyreder. Bunun en iyisi, onun yüksek yerinde ve içinde şans
olan bir yerinde olur. Bu yüksek yerin sahibi, Güneş’in, Ay’ın veya Jüpiter’in
yüksek yerinde olur. Bu yüksek yerin sahibi, iyi bir yerin herhangi bir
mekânındadır. O delaletini bulunduğu yerde gücü ve kendisi için belirlenmiş
yıldızlar ölçüsünde getirir.
Belirli
yer diye adlandırılan on birinci mekânı ve içindeki yıldızları bil. Orada
Güneş, Ay, Jüpiter, Venüs, Merkür veya “baş”ı kendisine şanslar bakmakta iken
görürsen bu başlama, güzel gelecek, sebat, kuvvet, parlaklık ve
fazlalıktandır. Çünkü böyle birinin krallığı, özellikle bu mekân şanslar
burcundan olunca gayretiyle oğluna ulaşır veya varır. Onda Jüpiter veya
Merkür, hangisi olursa olsun, bu yerde şanslara bakar. Bu, krallığın onun
oğluna geçeceğine delalet eder. Eğer Satürn’ü gündüz yüksek yerinde veya
Jüpiter’e bakarken görürsen ve Mars gece yüksek yerinde, evinde veya Jüpiter’in
evinde olursa ya da Mars, düşmanlığından dolayı kendisine bakarsa ilk zamanında
olan kral ülkeleri harap eder, gasp eder ve üstünlük kurar. Aynı şekilde hiç
kimseden korkmayan güçlü ve cesur, kan dökmekten hoşlanan, yiğit olarak anılmak
isteyen kimse olur. Özellikle Mars’la birlikte mutluluk oku ve cesaret oku
olursa kan dökmeye, rakiplerini öldürmeye dalar; atlıları, silahı ve seferleri
sever ve onun ansızın yapıncaya kadar kimseye göstermediği kendine has
eylemleri olur.
Mutluluk
oku, yükseklik oku ve krallık okunu koru. Onun için gündüz orada bulunan
Güneş’in derecesinden koç burcunun on dokuz derecesine kadar sayarsın. Sonra
bunu doğan dereceden atarsın. Hesabın bittiği yerdir. Bu derecede gündüz
mutluluk oku vardır. Gece boğa burcunun üçüncü derecesinden sayarsın ve bunu
Güneş’e yaptığın gibi doğandan atarsın. Gündüz Güneş’ten Ay’a kadar sayılan krallık
okunu koru. Gece ondan buna kadar sayarsın. O gök ortası derecesinden atılır.
Sen bu okları iyi yerlerde şanslarla birlikte bulduğunda bu, mutluluk ve
krallık için daha meşhurdur.
On
İkinciyi sıkıntı evi olarak adlandırılan doğandan ve şanslar ve talihsizlikler
gibi onların her evindeki kimselerden öğren. Hangisi olursa olsun onda
talihsizlik vardır. Onun üzüntüsünün ve düşmanlığının bu talihsizliğin
gerçekleşmesi açıdan olduğunu bil. Başlama anında talihsizliklerin olduğu
çalkalanan taraflar da böyledir. Talihsizliklerin özellikle toprağın altında
düşmüş olduğunu görürsen onun düşmanlarının, iradelerine göre zayıflık,
bitkinlik ve güçsüzlüğe meyilli olduğunu bil. Bunun en iyisi, doğanın gök
ortasında direkte olmasıdır.
Hilacı
ve ondan gördüğün kimseleri bil. Aydınlatanlara, ışınlara, doğanın sahibine,
gök ortasının sahibine ve mutluluk okuna bak. Çünkü talihsizlikleri ne zaman bu
yerlerin birinde ışınlarla birlikte görürsen orada zarar ve kötülük meydana
gelir. Onlar bu ışını Hilacm üzerine bırakırsa onun nefsiyle ilgili
olarak korkarsın. Eğer onlar ışını göğün ortasına bırakırsa onun krallığıyla
ilgili olarak korkarsın. Onlar ışını doğanın üzerine bırakırsa onun hakkında
bütün işleriyle ilgili olarak korkarsın. Eğer şanslar belirttiğim bu yerlere
ışın bırakan şeyler ise onun hakkında sevinç, mutluluk, doru yolda yürüme ve
hayır ile hükmet. Krallık ve saltanatın bekası için bakışın özellikle gündüz
Güneş ve doğandan olsun. Ona ne zaman talihsizliklerden ışın düşerse bu,
korkuya delalet eder. Allah daha iyi bilir.
Hilac
konusunu öğrenince doğumlar konusunda sana anlattıklarımdan sonra kâhyaları
ara. Eğer kâhyalar direkte ise bu, aylara delalet eder; düşmüş ise derecesi
sayısınca günlere delalet eder. Aynı şekilde ateşlerin baktığı şanslar ve
talihsizliklere bak. Eğer onlar güzel bir yerden üçlü ve altılıdan bakarsa bu,
yıllar ve aylarda artışa delalet eder. Düşmanlık bakışı değilse o, eksiklik,
toplanma ve dolmaya delalet eder. Direkte, direği izleyen şeyde veya güzel bir
yerde olan sahibinde yer alırsa Allah’ın izniyle fazlalık, güç ve başarıya
delalet eder.
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, o, bu çalışma, bu
ilmi bilme, bu sanatı pekiştirme ve hesabı düzenleme ile olunca bütün iş,
yeryüzü saltanatı ve felsefî bilgi siyaseti için olur. Eğer o bu işi üstlenen
biriyse bu çalışmayı kendisi için yönetecek ve hesabı düzenleyecek birine
ihtiyaç duyar. Bu böyle olunca o ne kral ne de imamdır. O ancak Allah’ın kendi
işiyle görevlendirdiği ve melekleriyle desteklediği halifedir. O, bunu bütün
felekî mutlulukları onun için toplayan ve ruhâniyetleri kendisine çevrilen
tedbir ile yönetendir. Nitekim Yüce Allah, Davud Oğlu Süleyman’ı krallıkla
desteklemiş; cinleri, insanları, kuşları ve vahşi hayvanları onun hizmetine
vermiştir. Yine Musa’yı (as) Firavun, ülkesinin halkı ve devlet adamlarına
üstün gelmesi ve sihirbazlarının ona icabet etmesi için konuşması ve emriyle
desteklemiştir. Onlar onun zamanındaki müneccimler ve kâhinlerdir. Krallığı
onun adına vakıf oldukları ve ilimleriyle ulaştıkları şeylerle yönetiyorlardı.
Onlar Musa’dan (as) gözlerini kamaştıran ışığı gördüklerinde; ilimlerinde onun
yaptığının ve getirdiği şeyin geçersiz olduğuna dair bir şey görmediklerinde;
onların Firavunun emri olarak tâbi oldukları her şeyin yok olacağını ve ortadan
kalkacağını [anladıklarında] ve şansların tümüyle Musa ve Harun’un (as)
hizmetine girecek şekilde döndüğünü gördüklerinde şöyle dediler: “Alemlerin
Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine inandık.”[139]
Külli destek ve ilahi emrin bu şansları Musa ve kardeşine çevirdiğini görünce
ona icabet ettiler ve önünde boyun eğdiler.
Yüce
Allah desteğini kendisine çevirdiği, ona vahiy indirdiği, krallar kendisine
itaat ettiği, yanlarında kitap ilmi bulunan kâhinler ve müneccimler icabet
ettiği, ona inanıp peygamberliğini tasdik ettikleri, kendisi onların yöneticisi
ve hâkimi olduğu, onların yönetimine ihtiyaç duymadığı, onlara sahip
olmadıkları ve güçlerinin yetmediği şeyleri getirdiği ve ulaşamadıkları ve güç
yetiremedikleri felek ilmini ve gök haberlerini getirdiği zaman Peygamberimiz
Muhammed’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) durumu da böyledir. Onlar bunu
görünce onun desteğinin ilahi, hikmetinin rabbani ve kendisine öğretilen işin
feleklerin üstünden ve göklerin en yüce makamından olduğunu bilip anladıkları
zaman o, çevreleyen arş ve geniş kürsi ile buluşur.
Bu,
muazzam yönetim ve Yüce Allah’ın halifeliği demek olan büyük hilafet sıfatıdır.
Ona halife kılınan, kendi zamanında Peygamberdir. Ondan sonra o Rabbine -ismi
yüce olsungittiği zaman Peygambere (as) halifelik edecek kimse bu sözleşmeyle
[halife] olur.
Risalet
evi halkına (as) özgü bu velayet söz konusu olduğunda onlar bunda kendilerinden
başka yöneticilere ve âlimlere ihtiyaç duymazlar. İnsanlar onların sırlarından
haberdar olmazlar ve haberlerini, doğumlarını ve öldükleri zaman yaşlarını
bilmezler. Onların kendilerine özgü ve bilmeleriyle âlemden ayrıldıkları
ilimleri ve başkalarının ortaklığı olmadan yaptıkları amelleri vardır. Bundan
dolayı onlar başkanlığı hak etmişler ve halifelikle nitelenmişlerdir. Onlar bu
ilmi göstermeleri gereken vakitte ilahi dileme ve rabbani irade olmadan hiçbir
ameli göstermezler ve hiçbir fiili ortaya çıkarmazlar. Onlar nefis tabipleri ve
ruh doktorlarıdırlar.
Biz
sana açıkladığımız ilim, eylem ve yönetimle ancak bu sanat sahiplerinin belirttikleri
ve bu yönetimle görevlendirilen kral ve halifenin efendi değil, köle olduğunun
bilinmesi için hilafete başlama, krallık tahtına atanma, bunun için toplanma,
işlediklerini iddia etme, yaptıklarını yönetme, ödül, mal ve hilat isteme
zamanında yaptıkları şeyi kastettik. O ancak yeryüzüne ait bir destekle
desteklendi. O hapsedilmiş ve engellenmiştir. O devam eden ve ancak ölümle
çıkabilecek olan bir sihirle büyülendi. Bu krallığın başında gerçekleşmeden
önce bu bilgiye ve doğru sanata sahip olan kimse onu sağlıklı düşünemez. Eğer
bu gerçekleşse zaman istediği işe uygun biçimde hazır olmaz. Bu onun için hazır
olsa doğum hükmü ona karşı çıkar. Bu gerçekleşse sanat sahipleri arasında
anlaşmazlık ve çekişme olur. Anlaşmazlık olduğunda ihtilaf edilen şey bozulur.
Anlattıklarımız
sayesinde Aziz ve Çelil olan Allah’ın hilafetinin ve mahlûklarının hilafetinin
nasıl olduğunu anladın. Birisi bunu iddia ederse, bil ki, o ancak Yüce Allah’ın
emriyle olur. Halife seçilen kimse bu hususta ismi yüce olan Allah’ın emrine
uyarsa doğru söylemiş olur. Yüce Allah’ın dediği gibi, ona itaat eden kimse
Allah’a itaat etmiş olur: “Kim Peygambere itaat ederse Allaha etmiş olur”[140]
Eğer ondan tersine saparsa Yüce Allah’ın emrinden çıkar ve yasağını işlemiş
olur. Bu sözü açıklamak ve bu manayı izah etmek istiyoruz.
Kardeşim!
Allah seni desteklesin! Bil ki, Allah’ın yeryüzünde seçtiği ilk halife Âdem’dir
(as). Yüce Allah, yasakladığı ağaca yaklaşmamak suretiyle düşmanı ve muhalifi
olan İblise karşı çıkmayı emredince Allah’ın emriyle cennette oldu. İblise
itaat edip onu kabul edince ve ağaçtan yiyince Yüce Allah’ın emrinden çıktı,
Allah lanet etsin, İblis’in emrine girdi ve hataya düştü. Çünkü Yüce Allah
emrettiğinde ona karşı çıktı; İblis emrettiğinde ona itaat etti. Allah’ın,
tavsiyesini unutması sonucu, hatırlatmada ona seslenmesiyle bunu bilince geri
döndü, tevbe etti, ona yöneldi, İblisin büyüklendiği gibi büyüklenmedi.
Böylece
Yüce Allah, İblise, Âdem’e secde etmesini emretti. Nefsi, kendisinin ondan daha
iyi olduğu yönünde onu kandırıp da secde etmekten kaçınınca Yüce Allah’ın
emrinden çıktı ve nefsinin emrine uydu.
Orada
tevbeden sonra Âdem’i halife seçen Yüce Allah’ın emriyle yeryüzünde Âdem’in
soyundan halife seçilenlerin durumu da böyledir. Bu, onun çiğnemediği,
unutmadığı ve geride kalıcı bir söz olarak bıraktığı ikinci emir ve ikinci
tavsiyedir. O, peygamberlik hilafeti, risalet ve imamet krallığıdır. Kim bu
emri çiğner, bu tavsiyeye karşı çıkar ve Allah’ın kullarını kendi çabası ve
hırsıyla yönetmek için Yüce Allah’ın halifesi olmak isterse bu onun için
gerçekleşmez. Eğer gerçekleşir ve bunu başarabilirse o, İblis’in halifesidir.
Çünkü bu bir hile, tuzak, kandırma, haddi aşma, gasp, zulüm, düşmanlık,
aşırılık, azgınlık ve isyandır. Bunu yapınca ona bir yıldızın ruhâniyeti
yapışır ve ölünceye kadar daima mahpus ve hükümlerinde mahsur olur.
Dünyadaki
kralların, sultanların ve zorbaların durumu da böyledir. Bundan dolayı onlar
müneccimlere ve marifet ehline muhtaç olurlar. Hatta bazısı, bu sanatın erbabı
olan âlim bir bilgeye varınca, isteğini ona iletince ve onun kendisinden sadır
olan, ortaya çıkan şeyleri ve işinin sonunu bildiğini anlayınca onu öldürür,
hapseder veya konuşmasını engeller. Onun için en sevimlisi öldürülmektir.
Bundan dolayı âlimler ilimlerini krallara tamamen göstermezler, bunları
onlardan gizlerler ve kendilerini özendirdikleri dünya işlerine ve hallerine
rağbet etmezler.
Kardeşim!
Bil ki, bu sanat gerçek ve kesindir. Onu hakkıyla bilen kimse, sırat-ı
müstakime vakıf olur. “Bilirseniz o gerçekten büyük bir yemindir. ’[141]
Âlime onların ilminden verilen, denizdeki bir nokta ve damlalardan bir damla
gibidir. Çünkü dünya bütünüyle, yeryüzü üzerindeki, içindeki, karnındaki ve
sırtındaki şeylerle açık arazideki bir hardal tanesine benzer. Akıl onun
bölgelerinin genişliğini en küçük felek olan Ay feleğine kıyasla idrak edemez.
Bu böyle olunca Yüce Allah’ın halifeliğinin, bildikleri beşerî siyaset
yönetiminin dışındaki bir konu ve bilgilerinden gizlenmiş bir ilim olduğu
anlaşılmış olur.
Kardeşim!
Bil ki, içinde hilafet sırrı ve nübüvvet ilmi olan ev, kendilerinden çıkan
ayetler ve bildikleri mucizeler sebebiyle halkını cahiliyede ve İslam’da büyük
sihirle niteledikleri evdir. Onların düşmanları, bildiklerinin benzerini
yapmaktan aciz oldukları ve onların bildikleri ilmi bilmedikleri için
konumlarında devam edecekleri bir hal bulamadılar. Ancak “Onlar
sihirbazdırlar; onların bu konuda kendilerini destekleyen cin yardımcıları
var.” dediler. Heyhat, kendileriyle arzuladıkları şeyler birbirinden ayrıldı! O
ancak yazıcı yüce meleklerin ve hesap tutan koruyucuların indirdikleri ve ismi
yüce olan Allah’ın emriyle seçtiği kullarına ve yeryüzünde hilafete uygun
bulduğu kimselere öğrettikleri İlahî bir bilgi ve rabbani bir destektir.
Kardeşim!
Bil ki, Yüce Allah’ın yaratıkları hakkındaki delili ve hayvan âleminden oluşan
yeryüzünde emini ve yeryüzünde bitkiler, hayvanlar ve aynı şekilde madenler
üzerindeki halifesi insanın suretidir. “Ruhânîlerin Fiilleri Risalesindedediğimiz
gibi, geniş daire daima onların fiillerini gösterir ve altındakiler üzerindeki
etkilerini açıklar. Bil ki, maden dairesinde üstün ve değerli cevherler
vardır. Bitkilerde, ağaçlarda, onlardan görünen ve oluşan şeylerde de böyledir.
Kapsayıcı (el-Câmia) risâlemizde belirttiğimiz gibi, yine hayvanlar
içinde krallar ve başkanlar vardır.
Bil
ki, hayvanlar içinde krallar ve başkanlar vardır. Bazısı, yırtıcı kuşlar ve
vahşi hayvanlar gibi, zalim ve gaddar olup işlerini zorbalık, gasp ve zulümle
yapar. Onlar kınamanın zirvesindedir. Onlara yaklaşma az yararlanmalıdır. Daha
doğrusu, uygun olan, onlardan kaçmak ve uzaklaşmaktır. Onlar içinde, soylu at,
sığır ve koyun gibi, işlerini iyi huylu ve güzel ruhlu olarak yapan krallar da
vardır. Kuşlar da böyledir. Bu, bütün yaratıklarda ve tüm yer dairesinde
mevcuttur.
Maden,
hayvan ve bitkilerde böyleyse bütün bunların tamamen kendisi için olduğu insan
âleminde nasıl böyle olmaz? Bu burhana göre kendisinde cehalet görünen ve ilim
olmayan her zorba ve sultan, yırtıcı kuşlar ve vahşi hayvanlar gibi gücü
yettiği zaman ve ulaşabildiği vakit yakalar. Ona komşu olanlar kendilerine
getirdiği erzaktan dolayı yorgunluk, bitkinlik, korku ve meşakkat; krallığından
dolayı zillet içindedirler.
Bu
sıfatı taşımadan halife olanlar, peygamberler, imamlar, Allah kendilerinden,
onlar da Allah’tan razı olarak iyilikle onlara tâbi olanlar, iyiliği emredip
kötülüğü yasaklayanlar gibidir. Onlar Yüce Allah’ın, emrine uyan ve âlemin
düzeni kendileriyle sağlanan halifeleridir. Belki açıklık devrinde açıkça
desteklerler ve mekânda bulunurlar. Gizlilik devrinde bunun tersidir; ancak
gizlilik devrinde yüzlerini düşmanlarından tamamen gizlemezler. Dostları
onları tanırlar. Onlara yönelmek isteyen kimse bunu başarabilir. Bundan başka
olursa zaman, Allah’ın kulları üzerindeki hücceti olan imamdan mahrum olur.
Yüce Allah hüccetini kaldırmaz ve kendisiyle kulları arasına uzatılmış ipi
koparmaz. Onlar yeryüzünün direkleridir. Onlar gerçekte her iki devirde de
halifedirler. Açıklık döneminde krallıkları bedenlerde ve ruhlarda görünür.
Gizlilik döneminde ise emirleri ruhlarda, akıllarda, yeryüzü krallığı ve
cismânî hilafet sahiplerinde gerçekleşir. Fiilleri ruhlarda değil, sadece
bedenlerde görünür. Ne ruhsal krallığa sahiptirler, ne de semavî yardımla
desteklenirler. Bundan dolayı hayvanların meşgul olduklarına benzer şeylerle
meşgul olurlar. Onlar karın ve cinsel organ dışında bir şeyle ilgilenmezler.
Aynı şekilde onlar, Yüce Allah’ın dediği gibi, sadece dünyanın azık ve
cevherlerini toplama, zevklerinden yararlanma ve şehvetlerine ulaşma konusunda
ihtiras göstermeyle ilgilenirler: “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve
gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler
insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak
güzel yer ancak Allah’ın katindadır”[142]
Bu insanlar, Allah’ın insana hitaben dediği gibi, yeryüzü saltanatıyla
aldanırlar: “Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir”[143]
Kardeşim!
Bil ki, Dünyaya aldanan ve kapılan kimse azabı gördüğü zaman kendi kendisine
şöyle der: “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime!”[144]
Der
ki; keşke dönsem, keşke tekrar gelsem. Heyhat, “Cehennemi kesinlikle cin
ve in sanların hepsinden dolduracağım.” ve “Sizden cehenneme
varmayacak hiç kimse yok tur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir
iştir”3'1 gerçekleşti. Kardeşim! Bu burhan sayesinde
Allah’ın halifesi ile şeytanın halifesi ve yer krallığı ile gök kral lığı
arasındaki fark senin için açıklığa kavuştu.
Kardeşim!
Bil ki, kralları, başkanları, sultanları, yöneticileri, onların tebaalarını,
işlerini, hallerini, onlara düşmanlık eden, zamanlarında onlara başkaldıran ve
yer lerinde sıkıştıran kimselerin halini bu sanatla bilirsin. Bunu bildiğin ve
buna vakıf olduğun zaman ruhun onunla güzelleşir, bildiklerine güvenirsin, hak
ve kesin bilgiye sahip olan halifeye doğru yönelirsin ve onu arınmış nefsine ve
aydınlanmış ruhuna halife kılarsın. Ona güç yetirir ve ulaşabilirsin
kurtulursun ve açık yola ve parlak yönteme vakıf olursun. Eğer bundan mahrum
olursan aklını kendine halife yap ve onun emir ve yasaklarını kabul et, hevadan
sakın. O, İblisin senin içindeki halifesidir. Halifenin ve halife seçilenin,
yani bilkuvve İblis ile onun şendeki bilfiil halifesinin sana karşı
birleşmesinden sakın! Şöyle ki hayvani nefsin ve şehvet gücün nefs-i natıkaya
ve düşünen güce üstün gelirse helak olursun.
Kardeşim!
Bil ki, olanların en güçlüsü, İblis in gizlilik dönemindeki fiilidir. Çünkü
ismi yüce olan Allah’ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki halifesi gizli
ve saklıdır. Onun ışıkları onu bilen, ona dönen ve gördükleri dünya krallarının
ve şeytan halifelerinin gücüne aldanmayan kimselerin ruhlarını aydınlatırsa
onlar fani, yok olan, kaybolan, süreksiz ve devamsız konulardır. Onlar gizlilik
döneminde onun krallık ve saltanatına önlerinden bakmazlar. Gizlilik ve gayb
dönemi onları bu hususta şüpheye düşürmez; aksine imam, gizlilik ve gayb
döneminde onların yanında olur. Çünkü onlar, gönderilmiş peygamber için caiz
gördüklerinin benzerini vasi ve imam için de caiz görürler. Zira Peygamber
onların mertebece en yüksek ve en üstünleri idi. Onlar peygamber için ölüm,
öldürülme, yardımcı bulamadığında düşmanlardan kaçma, yeme, içme, evlilik,
sevinç ve üzüntüyü caiz görürler. Felekî durumlar bizim bedenlerimize iliştiği
gibi onların bedenlerine de ilişir. Ancak onların ruhânî, yüksek ve nuranî
nefisleri feleklerin dışından olduğu için felek onların nefislerine değil,
bedenlerine hükmeder. Onlar bedende bize benzerler. Ancak ruh açısından onlarla
bizim aramızda, düşünmeyen hayvanlarla bizim aramızda olduğu gibi fark vardır.
Bu,
uzayan bir meydandır. Onu açıklamak istersek bu risâledeki amacımızın dışına
çıkmış oluruz. Önümüzdeki konuya dönüp diyoruz ki; biz krallığa başlama, taç
giyme ve saltanat tahtına oturma şeklini anlattık. Bu sanatı bilme ve onu
uygulama kapsamında izzet ve yöneticilik bayrağını dikme ve taç giyme şeklini,
savaşların alametini anlatalım. Bu, anlattıklarımızdan sonra bu sanatın en iyi
işidir.
34.
Meryem, 19/71.
Batlamyus
dedi ki: Bu iş esnasında velayet sözleşmesi ve ona ait tahsilleri izleyen
şeyler hakkında Ay’a bak. Onu Jüpiter’den düşürme. Satürn’ü onunla irtibatlı
yap. Satürn’ün evinde Ay, ayın başında üçleme (üçgen) ve altılama
(altıgen)dandır. Ay’ı Satürn’ün evine koyun. Sana anlattığım gibi, Ay, ayın
başında üçleme ve altılamadadır. Şansların Ay’a biraz bakmasını sağla. Bu böyle
olunca bu velayet ve sözleşme gördüğü Mars gücü ölçüsünde yıllarca, sonra
aylarca, sonra günlerce devam eder ve uzar. Eğer Mars ayın başında anlattığım
yerde, Ay ve şanslar ise onunla beraber olursa işini yapanlar onu ifsat
ederler, karalarlar; ordu ona karşı korkutulur, bu işindeki krallığı elinden
alınır ve işinin sonu şanslar ve Ay’ın mekânı sebebiyle selamete gider. Eğer
Mars ayın sonunda ise o uygun ve iyidir. Eğer Mars ve Satürn birlikte gök
ortasına düşman gibi bakarlarsa bu sancağın helak olacağından korkulur, sahibi
öldürülür, içinde öleceği bir zindana hapsedilir veya bazı çalışanları
tarafından yok edilir. Eğer Satürn ayın sonunda ise o, gücünün payı olması
halinde yerilir. Ancak zayıf olursa onun payı olmaz ve üzerindeki şanslar güçlü
olur. Ay Satürn’de ve anlaşma doğanın benzerinde olunca sahibi heybetli olur ve
insanlar ondan korkarlar. O zaman Ay’a bak. Eğer makbul ise tebaasının onu
övdüğüne delalet eder. Makbul değilse onların nezdinde onlardan ayrılıncaya
kadar yerilir. Eğer talihsiz olursa kötülüğü artar ve ondan şiddet görürler.
Buna kıyasla iş, bundan doğan şey ile olur.
Ey
kardeş! Allah seni ve bizi kendisinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, Peygamber
ve imam -Allah onlara salât etsiniçin yapılan sancak, bundan daha yüce ve daha
açık bir ilimle olur. Bu ona destekleme niyetiyle ve engelleme muvafakatiyle
verilir. Peygamber veya imam onu, Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sancağı
vermesi gibi, ancak bu ilmin mirasına layık olan kimseye verir. O ashabına dedi
ki: “Sancağı yarın Allah ve Resulünü seven ve Allah ve Resulünün de
kendisini sevdiği bir adama vereceğim. O kaçmadan tekrarlar ve fethi
gerçekleştirmeden dönmez” Nitekim bu öyle oldu. Yine grupların şeytanına
çıkardığı vakit olduğu gibi ve bunun gerektiği vakitte ona tâbi kıldığı makbul
dua gibi. Böyle bir ilim sayesinde peygamberlerin ve imamların fiillerini ve
onların ashap ve tabilerinin amellerine dair bildiklerini bilirsin. Onlar
bunlardan her birine konumuna uygun olarak hak ettiği ve kendileri nezdindeki
fazilet yüceliğinden sadır olan şeyi verirler. Bu, onda gördükleri iyiliğe
bağlı olarak artar ve eksilir.
Biz
bu sanatın güzelliklerini, ilginçliklerinin garip yanlarını ve sihirlerinin
inceliklerini dile getirerek anlattığımızda sana garip bir ilim ve ilginç bir
sihir olan bu bölümü anlatmış olduk. Sen kendin katılmak istediğinde ve bu
konuda ortak görüşe sahip kardeşlerin veya çağrıldığı davet ya da ziyafetin
durumunu soran kimseler katılmak istediğinde onun hali ve meclisin niteliği
nasıldır, kimler gelir ve yiyecek, içecek ve nedim olarak neler getirilir,
davet sahibi nasıl biridir ve bulundukları ortamın niteliği bütün olarak
nedir? Ona şunları söyleyerek ve bu bölümde açıklayacaklarımızla hükmederek
başla:
Bunu
istediğinde doğana bak. O, evde yenen şeylere delalet eder. Doğanın ikinci
burcundan yenen şeyin mahiyeti, üçüncü burçtan katılımcıların ve nedimlerin niteliği
ve dördüncü burçtan oturacağı yerin batı mı doğu mu, güney mi kuzey mi, iyi mi
kötü mü olduğu anlaşılır.
Bil
ki, beşinci burçtan içeceğin ne olduğu, altıncı burçtan hizmetçileri, yedinci
burçtan gidilen yerin değerli mi yoksa değersiz mi olduğu, sekizinci burçtan bu
ekmek ve yemek, dokuzuncu burçtan yanında oturduğun dostun, onuncu burçtan
seni davet eden ev sahibi, on birinci burçtan şarkıcıların durumu, on ikinci
burçtan evin kadınları ve erkekleri anlaşılır.
Eğer
Ay doğanda ise onların yemeklerinde yaş çok, tat ve güzellik az, et suyu fazla,
sululuk aşırı olur.
Eğer
Ay doğanda Mars ile birlikte olursa davette çok şey vuku bulur.
Ay
ve Mars göğün ortasında olursa davette yaralama ve öldürme yoluyla kan dökülür.
Ay
Merkür ile birlikte olursa mecliste alış veriş gerçekleşir.
Ay
Venüs ile birlikte olursa davette neşe ve eğlence olur.
Doğanda
adlandırdığımız şeylerden bir olursa o Ay konumundadır.
Ay
Satürn’e üçgenden bakar ve Ay su burçlarının birinde olursa davette yenen şey
balık veya herhangi bir deniz hayvanıdır.
Ay
terazi burcunda ise yenen şey tahıldır.
Ay
ikizler ve kova burcunda ise davette yenen şey kuş etidir.
Eğer
Ay Satürn’e dörtleme ve karşılaşmadan bakıyorsa davette yenen şey soğuk ettir.
Ay
Mars ile birlikte ise veya ona bakıyorsa yenen şey sıcak ettir.
Satürn
doğanın beşincisinde ise içecekleri acıdır.
Mars
beşincide ise içecekleri ekşidir.
Jüpiter
ve Merkür beşincide ise içecekleri çok tatlıdır.
Venüs
beşincide ise içecekleri tatlı ile acı arası bir tatta, güzel kokulu, lezzetli
ve hoş renklidir.
Ay
akrep burcunda kuyrukla birlikte olursa meclisinde zehir içirilmekten sakın.
Ay
aslan burcunda ise etten sakın. Eğer yay burcunda ise av eti yemekten sakın.
Ay
terazi burcunda ise turp ve tahıl yemekten sakın. Yersen sana zarar verir. Doğrusunu
Allah daha iyi bilir.
Kardeşim!
Şu acayip ilme ve mevcutlarda gerçekleşen tüm şeyleri kapsayan sağlam sanata
bak. Onun güzel yaptığı, kullanmayı ve hakkında hüküm vermeyi güzelleştirdiği
olaylar meydana gelir. Uygulamayı başaran kimse bu ilim sayesinde olacak
şeyleri olmadan önce haberverir. Bu, yeryüzüyle ilgili gayb ilminin bir
türüdür. Zecr ve fal ile olan şeyler de böyledir.
Bu
sanatın güzelliklerinden ve sırlarının ilginçliklerinden biri de bir topluluğu
ziyaret etmek ve yanlarında gecelemek isteyen kimsenin durumunu, buradaki işini
ve varacağı neticeyi bilmektir.
Bunu
istersen Venüs’e bak. O, kadınların haline delalet eder. Mars veya Satürn’ün
evinde ise o gece kendi karısından başka bir kadının yanına varır. Eğer Venüs
Merkür’ün evinde, kova burcu, oğlak burcu veya yengeç burcunda olur ve Ay da
onlarla birlikte olursa o, ışıklı ve aydınlık bir evde bakire bir kadının
yanında geceler. Eğer Venüs ve Ay birlikte Mars’ın evinde bakarsa o, genç bir
kadına yaklaşır. Herhangi bir halde yedinciden Mars’ın evine bakarsa ve sahibi
de ona bakarsa aynı şekilde olur. Eğer Mars yedincide olur ve doğanın
derecelerine bakarsa o, erkeklere ve kadınlara arkalarından yaklaşır. Merkür’e
yedinciden bakarsa yine böyle olur. Eğer Jüpiter Venüs’e bakarsa kendi karısına
yaklaşır. Doğan iki bedenli bir burç olur ve Venüs yedinciden bakarsa o,
ihtiyacını giderir ve tek başına geceler. Ay yedinciden dört ayaklı bir burca
bakar ve Satürn veya dereceleri arasında olursa o, hayvanlara yaklaşır. Satürn
yedincinin evinden doğana bakarsa çiftçilerin karılarına yaklaşır ve karanlık
ve pis bir yerdeki bir toprakta geceler. Jüpiter böyle olursa o, güzel ve
alımlı bir kadının yanında geceler. Mars ve Venüs birlikte olursa o, korku ve
panik halindeki kadınlara yaklaşır. O bundan dolayı tehlikededir.
Bu
konunun geri kalan kısmı astroloji kitaplarında anlatılmıştır. Biz bununla mukaddimeleri
ortaya koyduk. Bunlara vakıf olduğunda dediklerimiz senin için gerçekleşir.
Beşerî âlemde ve yeryüzü halkı arasında meydana gelenlerin tamamı felekî bir
yönetim ve semavî bir emir ile olur. Çünkü alçak âlem, bütün iş ve durumlarında
yüksek âleme bağlıdır. Biz kardeşlerimizin Allah onları desteklesinbilmesi için
anlattığımız bu ilim ile ilmin faziletinin insana melekî surete ve semavî
mertebeye ulaşmasını ve göze görünmeyen, zaman itibariyle önce ve varlık
itibariyle gelecek olan hususları bilmeyi sağlayan insanlık ismini
gerektirmesini kast ettik. O, en yüksek ve görkemli ilimdir. Bu, bütün
sanatlara vakıf olduktan ve onlarda uzmanlaştıktan sonra bilinir. Nefislerin
güzelliği, kalbin selameti, olanlara teslimiyet, korku ve kaygının azlığı
mutlaka olması gereken şeylerdendir. Yüce Allah’a dua ve yakarışla ve ortak
koşmadan sadece ondan korkmayla kendini savunmak böyledir.
Risâlelerimize
vakıf olanların çoğu belki bunları ortaya koymaktaki maksadımızın astroloji
ilmini öğretmek olduğunu zanneder. Hayatım üzerine yemin ederim ki bu, oradaki
amaçlarımızdan biridir. Zira biz kardeşlerimizin -Allah kendilerini
desteklesinbütün ilimlere vakıf olmalarını, onları öğrenmelerini ve cahil
olmamalarını istiyoruz. Onların mezhebi, bütün ilimleri düşünmek, tümüyle
araştırmak, dış ve iç kısımlarının bilgisini kavramaktır. Ortaya koyduğumuz
risâlelerde güttüğümüz amaçların çoğu, ismi yüce Allah’ı birlemek ve bilgisini
bilmeyen cahillerin ve sevgisinden ve yarattığı kulların ve icat ettiği
sanatların bilgisinden uzak olan kimselerin nispet ettikleri şeylerden tenzih
etmektir. Şeylerin tamamı birbirine bağlıdır ve muhtaçtır. Sihir ve sihirbazlar
bahsini duyan insanların çoğu, bir grup sihirbazın suretleri oldukları halden
başka suretlere dönüştürdüklerini zannettiler. Bunun sebebi geçmiş asırlara ve
ümmetlere ait önceki filozoflar zamanından kalma eski evlerde yıldız
derecelerinin suretlerini ve ilk ortaya çıkanlarını görmeleridir. Bunu görünce
zanlannın bozukluğu yüzünden çizilen suretlerin ve çekilen çizgilerin onların
yaptıkları sihirler olduğunu; onunla havadan kuş indirdiklerini; konuşma, büyü
ve muska ile suların derinliklerinden balık çıkardıklarını ve insana hayvan
olacak şekilde büyü yaptıklarını zannettiler. Bu gibi konularda onların çok
sayıda bozuk vehimleri vardır. Mesele onların zannettikleri ve durum onların
vehmettikleri gibi değildir; fakat yaptıkları hilelerle, kurdukları tuzaklarla
ve ustaca yaptıkları sanatlarla olur. Onlar, âlemde dünya durdukça var olan
sihirdir. Bu ancak onunla mevcuttur. Biz bu risâlenin başında sihrin
mahiyetini, kısımlarını ve her insan topluluğuyla ve sanat erbabıyla ilgili
olanı anlattık. Uzatma korkusu olmasaydı astroloji âlimlerinin gizlediklerini
ve kendisiyle olanı ve olacağı haber verebildikleri şeyi anlatırdık. Onun bir
kısmını inceledik. Doğan kimsenin halinin bilinmesini sağlayan şeyi nutfenin
düştüğü andan çıkarsamayı artırmak ve burada anne karnındaki ceninin erkek mi
yoksa dişi mi, hamileliğin bir mi iki mi, hamilelikten ne zaman kurtuluş
olduğunu bildiren ilmi anlatmak istiyoruz.
Hamileliğin
bir mi, iki mi olduğunu öğrenmek istediğinde doğana bak. Eğer o, iki bedenli
burç ise içinde yıldız varsa ve böyle bir şeyi çocuğun evinde bulursan, o,
ikize hamiledir. Eğer doğan ve çocuğun evi iki bedenli bir burç değilse ve
içinde belirttiğim talihsizliklerden biri yoksa ve ateşler bedenli burçlarda
değilse o bir yavruya hamiledir. Hamileliğin erkek mi, yoksa dişi mi olduğunu bilmek
istersen doğanın sahibine ve çocuk evinin sahibine bak. Dişi burçlarda ise
dişidir; erkek burçlarda ise erkektir. İkisi değişik olursa Ay’ı delil göster.
Hangisine şahitlik ederse ona hükmet. Aynı şekilde bunu istediğinde Ay evinden
al. O Ay’a kadar eşit derecede yengeç burcudur. Onun üzerine doğanın
derecelerini ekle, sonra doğandan at. Eğer erkek bir burca düşerse erkektir;
dişi bir burca düşerse dişidir.
Hamileliğin
Ne zaman Olduğunun Bilinmesi Hakkında
Bunu
istersen yedincinin sahibinin derecesinden yedincinin direğinin derecesine
kadar al ve üçte iki, üçte iki şeklinde at. Yetişen her üçte iki bir aydır.
Dokuz aydan çok olursa ondan dokuz at. Ondan sonra geriye kalan hamilelik
vaktidir. Bir başka yön; doğan ile birlikte doğan şeye bak, o bunun ilk ortaya
çıkanıdır. Her ilk ortaya çıkan için bir ay, her derece için yedi dakika otuz
saniye olsun. Hamilelik vakti böyle bilinir.
Hamilenin
ne zaman, gece mi gündüz mü doğuracağını bilmek istersen doğana ve sahibine
bak. Eğer gündüz burcunda ise gündüz doğurur, gece burcundaysa gece doğurur.
Eğer anlaşmazlık olursa tanığı en çok olana göre davran.
Hamilelik
Vaktinin Seçimi Hakkında
Bil
ki, en iyisi, doğandan itibaren Ay’ın Güneş’in üçgeninde erkek burcunda olmasıdır.
Yanan yolda olmasından sakın. O, talihsizliklerden ve yanmalardan uzak
olmalıdır. Venüs de böyledir. Çünkü Venüs bozulursa yeryüzü de bozulur. Ay yolu
bozulursa beden de bozulur ve ondan yararlanılmaz.
Bölüm
Ceninin Anne Karnında Ölmesi Hakkında
Cenin
anne karnında ölür, çıkarırken kadının ölmesinden korkulur ve onlar da
çıkarılmasını isterlerse, onu Ay’ın ışığı azalmış, güneye inmiş ve Mars ve
Venüs dörtleme ve üçlemeden doğana veya Ay’a bakar halde çıkarsınlar. En
iyisi, Ay dişi burçta olduğunda ve doğan ve sahibi Venüs ve Jüpiter’e
baktığında olur. Ay veya doğanın olduğu burçların en iyisi, eşit olarak doğan
dişi burçlardır.
Bölüm
Anne Karnındaki Bebeğin Durumu Hakkında
Nutfe
(sperm) rahme düştüğünde onu ilk ayda soğukta Satürn yönetir. İkinci ayda
biraz ılık ortamda Jüpiter yönetir. Üçüncü ayda Mars yönetir ve onu kana
dönüştürür. Dördüncü ayda Güneş ona ismi yüce olan Allah’ın izniyle hayat
üfler. Beşinci ayda Venüs onda erkeklik ve dişiliği oluşturur. Altıncı ayda
Merkür onda dil ve dişleri meydana getirir. Yedinci ayda Ay onda şekli
tamamlar. Ay’ın yönetiminde doğarsa yaşar. Eğer gecikirse sekizinci ayda
Satürn’ün yönetimine döner. Satürn’e ait sekizinci ayda doğarsa ölür. Eğer
yönetimin Jüpiter’e geçtiği dokuzuncu ayda doğarsa Allah’ın izniyle kurtulur.
Onun tarafından kendisi için takdir edilen şey, hayat süresi içinde doğumunun
üstlendiği şeye göre olmasıdır. Bu sırlara vakıf olmak, onları haber vermek ve
onlara hükmetmek, ondaki insanı hayvandan ayıran açıklama ve zecr ve kehanetle
çıkarılan şey sebebiyle akıllar için sihirdir.
Bölüm
Bir
ihtiyaç için gönderilmiş bir elçinin onu getirip getirmediğini bilmek istersen
Ay’a ve beşincinin ev sahibine bak. Eğer Ay veya beşincinin ev sahibi,
kendisiyle gönderildiği ihtiyacın tabiatına benzeyen yıldızdan ayrılırsa,
böyleyse bak, sonra doğanın derecesiyle ilişki kur. Bu, onun ihtiyacı gidermek
için geldiğine, yoksa gelmeyeceğine delalet eder.
Bölüm
Elçinin Gelmesi Hakkında
Bu
elçinin hızla dönüp dönmeyeceğini ve yokluğunda ondan meydana gelen şeyi bilmek
istediğin zaman Güneş’e ve doğanın sahibine bak. Eğer yedincinin evinde ise o
ikisinden biri elçi ile ilişki kurar.[145] Eğer
ikisi dördüncüde olursa o, hasta veya mahpustur. Sekizincide olurlarsa o,
ölüdür. Dokuzuncuda olurlarsa o ayrılır. Onuncuda olurlarsa ve Mars ona bakarsa
o, zalim sultanın eline düşer. On birincide olurlarsa o bir dostun yanında
olur. Eğer Ay, ikizler burcunun başında ve şansları iyi bir yerde olursa
tamamen hayırlı bir gaip haberiyle müjdelenir.
Bölüm
Sonuna Ulaşmadan Mektuptakilerin/Kitaptakilerin Bilinmesi Hakkında
Bunu
istersen doğanı dik ve Merkür’ün nerede olduğuna bak. Eğer o doğanda ise
mektupta sahibinin haberini ve kendisiyle ilgili konuda halini açıklayan şey
olur. Eğer İkincide ise mektupta mal ve benzeri konular belirtilir. Eğer o
üçüncüde ise mektup yakın kardeşlerle ilgilidir. O dördüncüde ise onda mülkler,
arsalar ve taşınmazlar zikredilir. Eğer o beşincide ise mektupta çocuklar,
elbiseler ve sevinçlerden bahsedilir. Altıncıda ise mektupta köleler, hayvanlar
ve hastadan bahsedilir. Eğer yedincide ise onda kadınlardan, evlilikten ve
benzeri konulardan bahsedilir. Eğer sekizincide ise mektupta ölüm ve
miraslardan bahsedilir. Eğer dokuzuncuda ise iyilik ve din uğrunda hac ve
seferden bahsedilir. Eğer onuncuda ise mektupta sultandan bahsedilir veya
sultanla ilgilidir. Eğer on birincide ise mektupta arkadaşlar ve kardeşlerden
bahsedilir. Eğer on İkincide ise mektupta düşmanlardan bahsedilir.
Bölüm
Mektubun Tamamlanması Hakkında
Mektubun
tamamlanıp tamamlandığını veya üzerinde son söz olup olmadığını öğrenmek
istersen bu konuda Merkür ve Ay’a bak. Eğer Ay, Merkür ile ilişki kurarsa onun
henüz tamamlanmadığını bil. Ay’ın Merkür’den yıldızın haddi kadar ayrıldığını
görürsen mektubun tamamlandığını bil ve mektubu Merkür’e, çamuru Ay’a ait kıl.
Bölüm
Kardeşim!
Allah seni ve bizi desteklesin! Bil ki, biz sana bunu ondan diğerlerini
çıkarman ve oluş ve bozuluş âlemindeki küçük ve büyük, dakik ve görkemli bütün
işlerin felekî bir takdir ve semavî bir emir ile olduğunu ve hepsinin apaçık
bir kitapta yazılmış bulunduğunu bilmen için haber verdik. Kim onu güzelce
okursa onların tüm bilgisini kavrar ve nefsi felekler âlemine, gökler alanına,
hayvanların yurduna, rıdvanın genişliğine, cennetler ravzasına ve güllük
gülistanlık ülkeye yükselmek ister.
Bölüm
Haberlerin Doğruluğu ve Yalanlığı Hakkında
Bunu
bilmek istersen delile, yani Ay’a bak. Eğer o bir direkteki yıldız ile ilişki
kurarsa haber doğrudur. Düşen bir yıldız ile ilişki kurarsa yalandır, onun
tersidir.
Bölüm
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, sen ve bütün
kardeşlerimiz nefislerinizdeki bilgi ve ilimlerle kadrinizi bilmeyen kimseye
ihtiyaç duymamak için bu konuları bilmeye muhtaçsınız. Onun bildiğini ve
kanıtladığını siz bilmezseniz onun size üstünlüğü olur. Bu, erdemli
kardeşlerimizin niteliği değildir. Çünkü onlar kendileri için cahilliğe razı
olmazlar ve bütün ilimleri güçleri ölçüsünde kavramak için çaba ve gayret
göstermedikçe istikrar ve huzur bulmazlar. İhtiyaç duydukları ilimlere ve
onların bilgisine ulaştıkları zaman İnsanî erdemi elde ederler. Bundan dolayı
onları erdemli kardeşlerimiz diye adlandırdık. Bundan dolayı senin ilimlerdeki
gayret ve çaban nedeniyle onlardan olacağını umuyorum.
Bölüm
Allah
seni desteklesin! Bil ki, biz kardeşlerimiz için -Allah kendilerini desteklesindin
ve dünyaları konusunda işlerinin iyilik ve istikametine vesile olan şeyleri
istiyoruz. Onlarla ilgili amaçlarımızın çoğu bu olunca bu kitabı onlar için
genişlettik ve orada Allah’ın muvaffak kılmasıyla gücümüz ölçüsünde İlmî ve amelî
iş ve sanatların ilkeleriyle ilgili bilgiyi anlattık. Biz bunun üzerinde
taşıdığımız şeyi bir tek ilim ve sanatla sınırlamadık. Çünkü biz, insanların
tabiat ve cevherlerinin farklılığını ve tabiat ve cevherlerinin elverişli
olduğu sanatlar ve doğumlarının gerektirdiği şeyler sebebiyle her birinin istek
duyduğu şeyi biliyoruz. Bu tıpkı şehvet, yiyecek, içecek ve bütün halleri
gibidir. Bu risâlelerimizde yeni başlayana yardımcı ve öğrenciye alıştırma
olacak sanat, bilgi ve ilimlerin ilkelerini verdik. Dediklerimizde iddialı
olmadık ve ortaya koyduklarımızda haddi aşmadık. Bize ve âlimlere düşen,
kardeşlerimize bize ulaşan ve çıkardığımız ilimler ölçüsünde samimiyetle
nasihat etmektir. Biz bütün ilim ve sanatları ihata etmiş değiliz. Çünkü ortaya
koyduğumuz bu mukaddimeler, bahsettiğimiz ilimler ve özlerimizden çıkarılanları
filozofların ve öncekilerin kitaplarından aldık. Onlardaki İlmî sanatlar,
hakiki ilimler ve şer’î sırlar, peygamberlerin -Allah’ın salâtı onların,
arkadaşlarının ve kendilerine güzelce tâbi olanların üzerine
olsunhalifelerindendir. Bahsetmediğimiz birçok sanat ve dikkat çekmediğimiz,
bize ulaşmayan ve özünün bilgisi aklımıza gelmeyen birçok ilim vardır. Her
ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır. Fakat biz onlara yönlendirdik ve kardeşlerimize
dünya ve ahiret hayatında iyiliğe vesile olan şeyleri aramak ve kazanmak için
çalışmayı emrettik.
Bil
ki, İlmî sanatlar ve bilgilerle kast edilen şey iki kısma ayrılır. Bunların
üçüncüsü yoktur. Birisi, bedenin iyiliğine ve iyi halde devam etmesine vesile
olan şey; diğeri, nefsin bedenden ayrıldıktan ve ölümden sonra iyiliğine ve
yeniden dirilişinde kendisine has iyi hal üzere devam etmesine vesile olan
şeydir. Ey kardeş! Bu böyle olunca sana gereken, iki mutluluğu geliştirmeni ve
iki makama ulaşmanı sağlayan şey konusunda istek ve gayret göstermektir.
Sanatların değişik ve türlerinin çok olmasının sebebi, dünyanın ve fiil ve
işlerde ona dayalı tezat ve farklılığın imarıdır. Bu farklılık ve tezat
yüzünden onların durumu helak ve yok oluşa dönüşür.
Kardeşim!
Bil ki, nefsinin ve bedeninin devam etmesini sağlayan aynı ilim ve aynı bilgiye
ulaşabilen kimse yetkin mutluluğa ve kapsayıcı nimete ulaşır. Bu onun adi
eylemlerden, yorucu sanatlardan ve zahmetli işlerden uzak olmasıdır. Onun sanatı
mantıklıdır. Üretilmiş bir alete ihtiyaç duymaz ve ona karşı dil, yazma
ihtiyacı duyduğu şeyi yazmak için eli hareket ettiren bir güç, fikir ve
düşünceyi kullanma, iyi zihin, nefsin zekâsı ve iyi his dışında hiçbir organın
yardımına başvurmaz. Anlattıklarımızı kapsayan bu bilgiyi aradığımızda hesap
ilmi ve isteyenin bunu ancak kendisiyle yapabildiği sayı ilmini bildikten
sonra feleğin hadise ve hükümlerini bilmekten başka bir şey bulamadık. Onun
hesap ve sayı ilmini bilmesi hasebiyle onun ilim ve bilgisi astroloji ile olur.
Hesap ve sayı ilmi, bütün ilimlere giriştir.
Kardeşim!
Bil ki, bütün sanatların dış kısımları bedenlerin iyiliği, iç kısımları
ruhların iyiliği için konulmuştur. Onlardan kendisiyle yapılan şeyler,
filozofların anlattığı ve peygamberlerin haber verdiği şekildedir. Değişim ve
dönüşüme uğrayan şeyler bu niteliğin dışında olup din ve dünya konusunda bir
imtihan olur. Felsefî sanatlara bakınca kısımlarının mutedil ve nispetlerinin
eşit olduğunu görürüz. Çünkü mükemmeldirler, neticeleri güzeldir ve dışları
içlerine uygun olup aykırı değildir. Dışları yüce olan bilge Yaratıcının
yaratmasının ve şeyleri meydana getirmesinin mükemmelliğine delalet eder.
İçleri ise onun münezzehliğine delalet eder ve ona ibadet ve itaat etmeye
götürür.
Kardeşim!
Bil ki, hesap sanatı ve bilgisi, felek ilmi ve hikmeti sanatlarda, işlerde ve
halkın, kalabalıkların ve düşük, çirkin ve rezil meslek ve sanat erbabının
sanatlarına varıncaya kadar bundan sonrakilerde kral ve vezir gibidir. Hesap
ilmi kral gibidir. Çünkü o diğer sanat ve ilimleri ihtiva eder. Onların
miktarları, nicelikleri, başlangıçları ve sonuçlan onunla bilinir. Kralın
veziri konumunda olan felek ilmi ille onların yerleri, nitelikleri, içlerinde
devam eden ve etmeyen şeyler, onlardaki şanslı ve talihsiz, oluşlarındaki
sebepler, üzerlerinde geçerli olan hükümler ve onlara ulaşan konular bilinir.
Feleğin
hadiselerini bilmek, akıldan meydana gelen nefis gibidir. Çünkü tümel nefis,
çevreleyen feleğe bağlıdır. O bunu hareket ettirir. Bu böyle olunca âlemde sayı
ilmi ve astroloji sanatını bilme ve feleğin hükümlerini ve hadislerini bilme
dışında yetkin ve din ve dünya konusunda yüksek makam ve dereceye ulaşmada
sahibine yardımcı olan bir sanat yoktur. Bu, filozofların yöntemidir. Çünkü
onlar bu iki esasla ilgili bilgiyi pekiştirinceye kadar herhangi bir ilim ve
sanatla başlamadılar. Bu ikisini bilince diğer ilim ve sanatları başlattılar.
Peygamberler (as) de böyledir. Nefis ve aklın maddeleriyle desteklenince şanı
yüce Allah’a basiretli olarak dua ettiler. Duaları kabul edilen kimse din ve
dünyası hususunda kurtuluşa muvaffak oldu. Allah daha iyi bilir.
Bölüm
Kardeşlerimiz
içinde insanların erdemli ve hayırlılarından olan bir dostumuz vardı. Geçimini
astroloji sanatıyla sağlıyordu. Bir gün ona vardığımda bir adam geldi ve yanma
oturarak ona şöyle dedi: Sana bende olan şeyleri haber vermen için geldim. O
doğanı aldı, dik hale getirdi, hesabı iyi tuttu, işi güzel yaptı, bilgiyi doğru
söyledi ve hükümde isabet etti. Ona dedi ki: Çalınmış bir şeyi sordun. “Evet, o
nedir? Onun türünü haber ver” dedi. Dedi ki; o ne kadar? Ona miktarını
bildirdi. “Kaç yaşında?” dedi. Onu söyledi. “Nereye gitti?” dedi. Onu haber
verdi. “O nasıl?” dedi. Onu bildirdi. Talebini yerine getirdi, sonra döndü ve
doğruya ulaştı. Ona iyi bir şey verdi. Bunu güzel buldum. Onu hoş bir sihir
olarak gördüm. Geçici bir yarar olarak gördüm. Onu elde etmeyi güzel, onunla
hükmetmeyi iyi buldum. Ondan bunu bana öğretmesini istedim. Öğretti. Bununla
beni bu ilmi aramaya, gayesine ve sonucuna ulaşmak için istekli olmaya teşvik
etti. Ona başarı ölçüsünde ulaştım.
Sana
bu konuyu anlatmak istiyorum. Ne sen, ne de kardeşlerimizden -Allah kendilerini
desteklesinbiri bu konuda müstağnilik gösteremez. O, astroloji hükümleri
kitaplarında ve daha önce bahsettiklerimizin tümünde anlatılmıştır. Bütün
bunları bilgelerden aldık ve onlardan naklettik. Onların her biri böyledir.
Öyle ki onda asıl, semavî vahiy, rabbani tenzil ve yüce emir ile
desteklenenlerdir.
Bölüm
Hırsızlık ve Hırsızla İlgili Hüküm Hakkında
Bu
sanatın erbabı, bunun dört şeklinin olduğunu belirtti. Birincisi şeyin bilgisi,
İkincisi hırsızlığın varlığının bilgisi, üçüncüsü bulunmaması, dördüncüsü
hırsız ve yeri.
Çalman
şeyin bilgisi, içinde Ay’ın bulunduğu hadden, o burcun cevherinden ve onların
birbirine karışmasındandır. Doğanı, sahibini ve Ay’ın ayrıldığı yıldızı hırsıza;
İkinciyi, sahibini ve onunla irtibatlı yıldızı soru soranın takip ettiği şeye;
sekizinciyi ve sahibini hırsızın takip ettiği şeye; onuncuyu ve sahibini eşyaya
tahsis et. Eğer onuncu, hayvan burçlarından bir burç ise onun hayvan olduğunu
bil. İnsan suretinde ise insan olduğunu bil. Eğer köleler burcundan ise o bir
köledir. Allah daha iyi bilir.
Bölüm
Hırsızın Bilinmesi Hakkında
Yedinci
burca bak. Eğer dişi ise o dişidir. Erkek ise o erkektir. İki bedenli ise
hırsız iki ortak kişidir. Eğer şans ise o hürdür. Talihsizlik ise o köledir.
Bölüm
Hırsızın Yaşının Bilinmesi Hakkında
Delile
bak. O, onun yaşındadır. Doğu yıldızları gençler ve delikanlılara delalet eder.
Batı yıldızları ihtiyarlar ve orta yaştakilere delalet eder. Göğün ortasında
ise genç, yerin direğinde ise yaşlıdır. Işının altında ise yaşlı ve genç değil,
orta yaşlıdır. Doğanda yabancı bir yıldız varsa o, hırsızın delilidir. Eğer
Satürn varsa o, esmer, küçük gözlü, koca burunlu, sivri dişli, sert ve uzun
tırnaklı, geniş ve ayaklarının arası açık bir insandır. Jüpiter varsa o,
kırmızıya yakın esmer, şişman, düz saçlı ve güzel akıllı biridir. Eğer Mars
varsa o, cesur, ileri atılarak yürüyen, mavi kızıl renkli, hafif, kumral ve
kurşuni saçlı ve sert bölgeli bir gençtir. Eğer Güneş varsa o, ela gözlü ve
güzel vücutludur. Venüs varsa o, kibirli, cimri, kara, iyi halli ve genç, çok
seks yapan, çirkin sesli, çoluk çocuğu fazla, vücudunda ateş yanıkları bulunan
bir kimsedir. Merkür varsa o, güzel vücutlu, temiz ve tembel biridir. Ay varsa
büyük ve arkadaşlarına cömertlik gösteren bir insandır.
Eğer
sana: “Meşhur mu, meşhur olmayan biri mi?” denirse Güneş ve Ay’a bak. İkisi
birlikte doğana bakıyorsa hırsız ev halkından biridir. İkisinden biri ise o,
giriş çıkışta onlarla içli dışlı biridir. Eğer Güneş ve Ay doğandan düşmüş ise
doğanın sahibinin doğanda olması, Ay evinin sahibinin onunla birlikte
bulunması ve Güneş’in sahibine bakması dışında hırsız yabancıdır.
Bil
ki, yedincinin sahibi doğanda doğanın sahibiyle birlikte olursa soru soranın
kendisi hırsızdır. Aynı şekilde direkler olduğu zaman yedincinin sahibi doğanın
sahibinden düşmüş ise hırsız yabancıdır.
Bölüm
Çalınan Şeyin Doğru Bilinmesi Hakkında
Kardeşim!
Bil ki, bunda birtakım yönler ve delaletler vardır. Birincisi, yedincinin
sahibinin doğanın sahibiyle ilişki kurmasıdır. Bu, hırsızın onu çaldığı kimseye
hızlıca geri vereceğine delalet eder. İkincisi, yedincinin sahibinin Güneş
ışınının altında olması ve doğanın sahibiyle ilişki kurmasıdır. Bu, hırsızın
sultan tarafından yakalanacağına delalet eder. Üçüncü ve dördüncüyü buna
kıyasla. Beşincisi, onu yakalayan sultandaki şeye bakmasıdır. Göğün ortasına
bak. O, sultan ve hırsıza delalet eder. Altıncı, yedinci, sekizinci ve bu
bölümün geriye kalanları bu örnekteki gibidir. Aynı şekilde Ay doğanın
sahibiyle ve Güneş’le ilişki kurduğu zaman on birinci çıkar. Bu, çalınan şeyin
ele geçirileceğine delalet eder.
Bölüm
Hırsızın Bilinmesi Hakkında
Hırsızın
ev halkından olduğunu bildiğin zaman ona delalet eden bu yıldıza bak. Eğer Mars
varsa o erkek kardeşidir. Güneş varsa o babasıdır. Venüs varsa o karısıdır. Ay
varsa o annesidir. Satürn varsa o kölesidir. Jüpiter varsa o oğludur.
Yıldızların cevherleri de böyledir. İkincisi doğanda ise hırsızlık evde soru
soran kişiyle birlikte yapılmıştır.
Bölüm
Hırsızın Şehirde Oturan Biri mi Yoksa Yolcu mu Olduğunun Bilinmesi Hakkında
İkincinin
sahibi, üçüncünün sahibi ve dokuzuncu ile ilişki kurarsa bu, hırsızın kaçtığına
delalet eder. Onuncunun sahibi ile ilişki kurarsa bu, eşyanın sultanın yanında
olduğuna delalet eder. Yedincinin sahibi dokuzuncuda olur veya dokuzuncu ya da
üçüncüdeki yıldız ile yahut onların sahipleri ile ilişki kurarsa bu, hırsızın
çıktığına ve yolculuk ettiğine delalet eder. Yedincinin sahibi, yedinciden
itibaren dokuzuncuda olursa bu, hırsızın bu şehir halkından olmadığına delalet
eder. Yedincinin sahibi yüksek yerinde ise bu, hırsızın saygın bir yabancı
olduğuna delalet eder. Eğer Mars yedincide veya sahibinde ise hırsız yabancıdır
ve hırsızlık onun işidir. Yedi yıldızın cevherleri hakkında da böyle söyle.
Eğer yedincinin sahibi iyi bir yerde ise hırsızın gücüne delalet eder.
Yedincinin sahibi Satürn olursa hırsız eşyayı hile ile alır.
Bölüm
Hırsızlığın Olduğu Yerin Bilinmesi Hakkında
Malın
nerede olduğunu bilmek istediğinde dördüncü burca bak. Eğer dört ayaklı ise
hayvanlardan birinin olduğu yerdedir. Eğer insan suretinde bir burç ve içinde
Mars var ise içinde demir bulunan veya demir kullanılmış ve karışmış bir
yerdedir. Mars ona bakıyorsa o, içinde veya mekânında yanan ateş aletinin
içindedir. Onda Merkür varsa o, sanatı kâtiplik olan bir insanın yanında veya
yazılmış kitapların yanındadır. Onda Venüs varsa o, bir kadının veya kadınlara
ait bir aletin yanındadır. Eğer o su burcu ise bir suyun yanında veya
içindedir. Onda Satürn varsa tuvalet gibi pis bir yerdedir. Sonra Ay’ın
direklerin hangisinde, doğuda mı, batıda mı, güneyde mi, kuzeyde mi olduğuna
bak. Bu sana inşallah yerin o bölgede olduğunu gösterir. Yine bak; doğan eğer
koç burcu veya aslan burcu ise o dağlardadır. İkizler burcunun sonunda ise
bahçede, bağda veya ağaçlı bir yerdedir. Yengeç burcu, akrep burcu veya balık
burcunda ise o, suda veya suya yakın bir yerdedir. Başak burcu, terazi burcu
veya kova burcunda ise o, insanların evlerindedir. Oğlak burcunda ise o,
toprakta, taşın veya duvarın altındadır. Doğan eğer ikizler burcu ise ve Güneş
doğanda veya ona bakıyor ise hırsız, kral, sultan, bilge veya tacirin
evlerindedir. Ay balık burcunda ise çalıntı ırmak, dere veya pınardadır. Eğer
Mars doğanda ise silah yerlerinde, demirci dükkânlarında veya ateş
mekânlarındadır.
Bil
ki, Ay üçleme ve altılamadan talihsizlik yıldızı ile ilişki kurarsa bu onun
yani hırsızın hızla yakalandığına delalet eder. Eğer dörtlemeden ise onda
zorluk vardır.
Bölüm
Çalıntının Türünün Bilinmesi Hakkında
Aya
bak; eğer o koç burcunda ve üçgeninde ise madenler ve dağlardan çıkarılan
ateşli bir cevherdir. Eğer o zaman Mars’ın sınırında ise o altın veya gümüştür.
Ay eğer boğa burcunda ve üçgeninde ise o, yer cevherleri ve bitkilerindendir.
Ay ikizler burcunda ve üçgenlerinde ise o su hayvanıdır. Onun niteliği ve
niceliği buna kıyasla bilinir.
Kardeşim!
Bil ki, anlattığımız, tasvir ettiğimiz ve açıkladığımız şeylerle ilgili bu
hüküm ve ilim, astrolojinin iyi hesap ve dakik düşünme olmadan bilinmesi ve
çıkarılması mümkün olmayan gizli konularmdandır. Zamanımızın astroloji bilgisiyle
meşgul olan insanlarından birçoğu, onu çıkarmaktan, kullanmaktan ve onun
hakkında hüküm vermekten bitkin düşer. Kardeşlerimizden -Allah onları
destekleşinistediğimiz, onların sıfatlarına engel olan yanlış ve yalandan
korktuğumuz için kendilerinin ilimlerden herhangi birini iyice öğrenmeden,
bilmeden, hakkında uzmanlaşmadan ve onu tecrübe etmeden bildiklerini iddia
etmemeleridir. Çünkü cahillerin çoğu sahip olmadıkları şeyleri iddia ederler.
Onunla sınandıklarında kusurları ortaya çıkar, sahtekârlıkları belli olur,
yalancılıkla suçlanırlar ve kendilerini imtihan edenlerin gözünde düşerler.
Hatta bazen doğru onların yanında olur, kendilerinden kabul edilmez ve
alınmaz. Bu onları kırar, kalplerinde hasret olur ve onları ilim ve ameleden
koparır. Bize düşen, kardeşlerimize nasihat etmektir. Biz onlara nasihati
ulaştırdık, emaneti teslim ettik, kendimiz için istediğimizi onlar için de istedik.
Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği gibi, bununla iman
derecemizin yetkinleşmesini istedik: “Müminin imanı, kendisi için istediğini
mümin kardeşi için de istemedikçe yetkinleşmez’.’
Bu
risâlelerimizi ilimler, bilgiler ve akıllar için sihir konumunda olan ve olacak
olanla ilgili haberlerden alınan bir parıltıyla donattık. Çünkü insanın
ilgilendiği bilgilerin en yükseği, ilimlerin en sağlamı ve onların ilkleri
vahiy ve ilham yoluyla meleklerden alınmıştır.
Kardeşim!
Bil ki, hiçbir beşerin onların tamamını kavramasına imkân yoktur. İsmi yüce
olanın dediği gibi, Allah kullarına onlardan bir şeyi kendisine en yakın,
nezdinde en sevimli ve en değerli olan kişinin diliyle kendisiyle onlar
arasındaki melekler vasıtasıyla ihsanda bulundu: “Allah bir insanla ancak
vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle
ona dilediğini vahyeder. O yüce ve hikmet sahibidir’.’[146]
Kardeşlerimize -Allah kendilerini desteklesin düşen, sakınmak ve oralardan
uzaklaşmak için krallar arasında meydana gelen savaşların nerelerde ve ne zaman
olduğuna dair bu ilme vakıf olmak ve onu bilmektir. Zira onlar kötü ve fitneci
kimseler değillerdir. Onlar ancak hayır, selamet, ibadet, züht, ilim ve hikmet
sahibi kimselerdir.
Bölüm
Savaşların ve Vakitlerinin Bilinmesi Hakkında
İçinde
bulunduğun yıl veya gelecekte savaş olup olmayacağını bilmek istediğinde eğer
geçmişin sonunda isen o yıl içinde Mars’a bak. Eğer direklerde ise o olur. Düşmüşse
olmaz.
Bölüm
Savaşın Ne Zaman Olacağının Bilinmesi Hakkında
Bunu
istediğinde Mars derecesinden Jüpiter derecesine al, sonra onu doğandan at.
Hesabın bittiği yerde, o sınırda savaş olur. Başka bir şekil şöyledir: Onun
olup olmayacağını veya ne zaman olacağını bilmek istersen dört direğe bak. Eğer
Mars direklerin birisinde ise kesinlikle savaş çıkması gerekir. Evin sahibi
direklerin birisinde Mars’a bakarsa o, baktığın vakitten itibaren acilen ve
yakın bir zamanda olur.
Mars
doğanda ise o doğu bölgesinde ve Horasanda olur. Göğün ortasındaysa Yemen
bölgesinde ve güney tarafta olur. Eğer batanda ise o, batı tarafında olur. Yer
direğinde ise o kuzey bölgesinde olur. Mars direkte ise savaş olur. Bu savaşın
ne zaman olacağını bilmek istersen Mars’ın burcunda kaçıncı derecede olduğuna
bak. İlk onda ise yılın başında olur. Burcun ortasında ise yıl ortasında olur.
Burcun sonunda ise sene sonunda olur. Allah daha iyi bilir.
Birbirlerinden
uzaklaştıklarında ve biri kendisinden uzaklaşması durumunda sahibinin halini
bilmek istediğinde kardeşlerimizin -Allah kendilerini desteklesinihtiyaç
duydukları şeylerden biri de onun diri mi, yoksa ölü mü olduğudur. Çünkü onlar
zorba düşmanlardan ve zalim liderlerden gelen bir tehditle can korkusuna kapıldıkları
bir vakitte dostların ayrılmalarıyla, günlerin musibetleriyle, zamanın felaketleriyle,
başkanların gizlenmesiyle ve erdemlilerin kaybolmasıyla denenirler.
Bölüm
Kaybolanın Hayatı, Hastalığı ve Ölümünün Bilinmesi Hakkında
Bunu
bilmek istersen kendini soru soran yerine koy. Doğanı kendin veya sana soru
soran kimse, yedinciyi de kayıp kimse kabul et. Sonra kaybolanın öldüğü sonucunu
çıkar. Doğanın sahibi direklerden düştüğü, yandığı, kötü bir yerde doğandan
sekizinciyle ilişki kurduğu, soru sorma anında Ay düşüşte talihsizliklerle
birlikte olduğu veya İkincide, on sekizincide veya akıncıda olduğu zaman bu,
kaybolanın öldüğüne delalet eder.
Bölüm
Doğanın Sahibinin Gücünün Yaşadığının Bilinmesi Hakkında
Onun
sekizincinin sahibinden düşmesi, üçleme ve altılamadan şansın yıldızıyla ilişki
kurması ve Ay’ın soru esnasında yeryüzünde kurtulması. Doğanın sahibi de
böyledir. Ay yedincide iken akıncıdan, on İkinciden, İkinciden ve sekizinciden
kurtulur. O, kendindeki kurtuluşla sağdır.
Bölüm
Hastalığının Bilinmesi Hakkında
Hasta
mı sağlıklı mı olduğunu bilmek istersen doğanın sahibine ve Ay’a bak. Eğer o
ikisi akıncının sahibi ile birlikte veya onun evinde iseler o hastadır. Aynı
şekilde düşüşte veya yanmış iseler o hastadır. Ay ve doğanın sahibi o ikisiyle
beraber değilse o hasta değildir.
Bölüm
Ölüm Şeklinin Bilinmesi Hakkında
Jüpiter
doğanda olur ve o doğanda bir yıldızla ilişki kurarsa kötü bir şekilde ölür.
Akrep burcunda olursa boğularak öldürülür. Mars ile ilişki kurarsa öldürülür
veya boğulur. Eğer ikisi aslan burcunda onunla birlikte ise onu yırtıcı
hayvanlar yer. Yahut yırtıcı hayvanlar tarafından bir felakete uğrar ve ölür.
Eğer Satürn varsa hiç kimsenin bilmediği öldürücü zehirler içirilir.
Bölüm
Kardeşlerimizden
biri, bir şehirde iken orası kuşatılır ve o buranın nasıl açılacağını bilmek
isterse doğanın ve Ay’ın haline baksın. Şehrin başkanmın hali, oranın burcu ve
cevherleri orası ile birliktedir. Oraya yardım eden yıldızların şahitliğine
başvurur ve orayı yerleri, mizacı “ve cevherleriyle değerlendirir. Eğer
yıldızlar orada ve ilk hallerinde iseler orası kendileri tarafından açılır.
Direklerin birinde Mars varsa orası kılıçla alınır. Eğer Satürn varsa hile ve
tuzakla alınır. Dört direği bilir. Onlar kalelere delalet eder. Eğer onlarda
talihsizlikler varsa alınır. Orada şanslar ve talihsizlikler birlikte
bulunuyorsa ancak barış yoluyla alınır. Bu talihsizlikler onların sahipleri ise
halkı üzerinden kuşatma barış yoluyla kaldırılır.
Bölüm
Kardeşim!
Allah seni ve bizi kendinden bir ruhla desteklesin! Bil ki, ilimler tümünü
yaratma ve emir yetkisi olan kimseden başkasının kavrayamayacağı kadar çoktur.
Bundan dolayı bazı âlimler felek hükümleri sanatından bahsetmiştir: Ben
kendisinden bu konuların çıkarıldığı şeyde burçların yönleri/vechleri
sayısınca otuz altı bölüm buldum. Onlar otuz altı yöndür/vecihtir. Yıldızların
güçleriyle birlikte konur ve orada yıldızları belirtilirse bu risâlelerimizin
sınırından çıkar. Her dakikayı anlatabilir ve yerlerini kavrayabilirsek de bu
ilimde bulunan benzer nitelikler ve çeşitli delaletlerden dolayı bunu
yapamıyoruz. İmkânsızlık ve acizlik yakamızı bu yeryüzü âleminde ve düşük
merkezde meydana gelen şeyler konusunda bırakmazken semavî âlemde ve yüksek
mekânda meydana gelen şeyler konusunda nasıl bıraksın? Daha doğrusu
altındakinin ilzamından kat kat fazladır. Bu konudaki burhan şöyledir: Biz
şeylerin çoğunda uyum değil farklılık görürüz. Teferruatta tezat uyumdan
çoktur. Esaslar ise zıt değil, uyumludur. Fakat onlardan çıkan güçler, onlarda
görünen cinsler, cinslerden meydana gelen türler, türlerden şahıslara çıkan
dallar, şahıslarla ilgili değişik sıfatlar, çeşitli renkler, farklı
görünümler, küçükte ve büyükte, uzunda ve kısada, oluşta ve bozuluşta bedenler
ve cisimlerde bulunduğu üzere böyle değildir.
Biz
akıl vasıtasıyla yapılan sihirden bahsettik. Bu, şeylerin hakikatini açıklamak
ve ortaya çıkarmaktır. O, ilmiyle peygamberlerin konuştuğu ve filozofların
getirdiği indirilmiş kitaplar ve açıklanmış ayetlerdir. Nefis aracılığıyla
ortaya çıkan sihirdir. Bu, işlerin başlangıcında olanlar ve olacaklar hakkında
bilgi edinmek, âlemde meydana gelen hal ve fiilleri bilmek, onlar ve olanlar
hakkında konuşmak ve hüküm vermektir. Felekî hikmet ve yıldız ilimlerini
bilenler bu ilimle ilgilenirler. Bu konuda gafillere uyarı ve dış ve iç ayetler
üzerinde düşünmeyi ihmal edenlere öğüt olması için bir nebze ve bir miktar
anlattık. Çünkü bütün anlattıklarımız ve tasvir ettiklerimizde amaçlarımızın
çoğu, bunun kardeşlerimizi -Allah kendilerini desteklesinen üstün mutluluklara
ve en yüksek derecelere sevk etmesi ve böylece gökler mahallinde ve geniş
felekler uzayında onlara mertebe olması için ilimleri öğrenmeye ve
yaratılmışların gizli kalan sırlarından haberdar olmaya teşvik etmektir. Çünkü
o, bu mertebeye bilen âlimlerden ve basiretli kesin bilgi sahiplerinden
olmadıkça yükselemez. Cennetler mahalli ve hayvanlar yurdu, temiz ruhlara ve
aydınlanmış nefislere önemsizlik mahallinden daha uygundur. Hüzünler,
musibetler ve hastalıklar yurdu da pis ruhlara ve kirli nefislere daha
uygundur.
Bölüm
Kardeşim!
Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, peygamberlerden, elçilerden, sonra onların
yerine geçenlerden, raşit halifelerinden, temiz ehlibeytlerinden ve mümin
arkadaşlarında çıkan her bilgi ve görünen her eylem, aklî bir sihir ve İlahî
bir emirdir. Onunla kendilerine meyleden, getirdikleri emre teslim olan ve
onlara güven duyarak ve emin olarak doğruluklarını ispatlayan müminlerin
akıllarını büyülerler. O, apaçık helal sihir ve doğru ve kesin sözdür. O,
kendilerine İlahî dileme ve rabbani inayet tarafından vahyedilen aklî güç
sebebiyle tümel nefsin güçleriyle desteklenen şer’î kuvvettir. Bilgeler,
filozoflar ve âlimlerden zuhur eden işler, sanatlar, zanaatlar, meslekler,
matematik ilimler, yıldızların durumunu bildirme ve olan ve olacak hakkında
onlarla hüküm verme, tabiat vasıtasıyla nefsanî bir sihirdir. Çünkü aklî nefsin
tabiat vasıtasıyla ortaya çıkan fiili, maddede göze görünen ve görme duyusu ile
idrak edilen boyalar, renkler, miktarlar, boyutlar, cinsler, türler ve şahıslar
yoluyla meydana gelir. Çünkü Yüce Yaratıcı, aklı önde giden, nefsi izleyen,
tabiatı itici güç ve maddeyi izleyen yaptı.
Akıl,
ilk yaratık ve bütün ışıkların kendisiyle yarışmaktan aciz kaldığı en uzun
ışıktır. Çünkü o üstün ışıklarını ve yetkin hayırlarını ihtişamı yüce ve
isimleri mukaddes olan yaratıcısından alır. O, erdem ve iyilikleri altındaki
ruhsal ve cisimsel yaratılmışlara ilişen eksiklik şeklindeki kusur ve
değişikliklerden uzak durarak yetkinleştirir. Çünkü o, altındakilere tamlık
sureti veren tamdır. O, kendisinden var olan ve sudur eden her mevcudu devamlı
bir şekilde sıralayan ve düzenin gerekliliğinde ve kısımların itidalinde layık
olduğu payı tam olarak verendir.
Yine
ona bütün mevcutların özlerini koruyan güç verildi. Güç, özünün mevcuduyla ve
ona özgü olanın özelliğiyle mevcutlara hususi özelliklerini hak ediş ve
liyakatlerine göre tek tek verir. O, bütün şeyleri büyüleyen en büyük sihirbazdır.
Çünkü o onları açığa çıkarır; onlar onunla bilinir, kendilerinden onunla haber
alınır ve tümel nefis onunla büyülenir. Çünkü onları ve kendilerinde
gizlenenleri o ortaya çıkarır ve görünür hale getirir. Onlardan açığa çıkan ve
sudur eden şeyleri onlarda o yaratır. Bundan dolayı ona özgü olan akıl, onlar
vasıtasıyla olur, onunla sakinleşir ve daimi hayırlarına, yüksek feyizlerine,
ince ışıklarına ve kendisine özgü fiillerine ulaşan huzur derecesine onunla
erişir. Bunlar tikel nefislerde tümel nefsin aracılığıyla ortaya çıkınca ve
orada iz bırakınca onları ona ulaştırır, ona onlarla gelir ve tabiat
esaretinden, hata ölümünden, madde bozuluşundan ve kölelik zilletinden onunla
kurtulurlar.
Nefsin
tabiat aracılığıyla ortaya çıkan fiilleri, beşerin sanat ve mesleklerden ortaya
çıkan fiilleridir. Onların bir kısmını anlatmak istiyoruz. Çünkü onlardan yapılan
şeyler tabii sihirdir. Renklenme, şekillenme, boyanma, suret kazanma, gözlerin
dönmesi, doğal mevcudun tamamlanması ve madenî karışım onunla olur. Düşünen
âlem birbirini onunla büyüler. Herkes bunu gücü oranında ve kendisinde
yaratılan güçle ulaştığı ölçüde yapar.
Kardeşim!
Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, o, ilmi sanatların en yücesi ve aklî güç ve
nefsanî düşünce ile yapılan saf şey olunca doğal güçler ona ortak olmaz ve onlar
bu konuda onun dışındaki maddî mevzulara ihtiyaç duydukları gibi ihtiyaç duymazlar.
Bu, sayı sanatı ilmidir. Çünkü o, nefsanî güce inen aklî bir suret ve astroloji
ilmidir. O ancak döngüsel hareketle var olan nefsanî maddedeki fikrî güç ile
idrak edilir. Nefis gücü ile onlardan olan ve çıkan şeyler bilinir. Hatta his
ile var olurlar. Bunda esas, tümel nefis ufkunda altında bulunan mertebeleri
hareket ettiren kuşatıcı feleğin hareketlerinin sayısı olan zamanın
bilinmesidir. Biz daha önce sayı ilminin diğer ilimlere göre kral gibi,
astroloji ilminin de krala bağlı vezir gibi ve başlangıçta mevcutlardan önce,
nihayette onlardan sonra gelen akıl gibi olduğunu söyledik. Nefis ona tabidir,
onu kabul eder ve ona döner. Aynı şekilde sayı ilmi de bütün ilimlerden
öncedir. O onlar yokken de vardır. Onların ortadan kalkmasıyla kaybolmaz.
Onların düzeninde zatı ve mertebeleri ortadan kalkınca temsillerinde ona uygun
olurlar. Astroloji ilmi, delillerinin gerekleri ve işaretlerinin gizliliği ile
bilinen şeyler ve aşağı âleme ve yer merkezine inen ruhânî güçler ona bağlıdır.
Bunlar, insanları korumakla ve başlangıçta yaratılışla ilgili önsel esaslar
konusunda eşit bölüştürme, nihayette bozma ile görevli meleklerdir.
Kardeşim!
Allah seni desteklesin! Bil ki, bölüştürme bütün mevcutlarda geçerlidir, eşit
olup onlarda bir farklılık yoktur. Onların varlığı doğma ve büyüme, sonu bozuluş
ve yok oluşla gerçekleşir. Varlığın ve devamlılığın yaratıcısı olan ve karanlık
ve aydınlığı başlangıçta yaratılışla olan, sonda yoklukla bozulan her şeye
yayan [Allah] eksiklikten münezzehtir. Bilinen yaratılış şeklinde başlangıcı
olmayan ve anlatılan yok oluş şeklinde sonu bulunmayan [Allah] eksiklikten münezzehtir.
Kendisine bir şey ile işaret edilmekten münezzehtir. Ruhânîler ve cismânîler
onu onun kendisini anlatması dışında anlatmaktan acizdirler: “Onun zatı
dışında her şey yok olucudur’.’[147]
Bu iki ilim, ince ilimlerin ve yüksek bilgilerin temeli olunca o, değeri
en yüksek ve övüncü en çok olan ilimdir. İlahî ilimlere yöneltmesi nedeniyle
biz ona işaret ettik ve dikkat çektik. Biz doğal sanatların ve cisimsel
terkiplerin en yükseğinden ve bu insandan ona ulaşan en görkemli şeyden
bahsetmek istiyoruz. Cinsinin altında yer alan ve ona ihtiyaçta ve önünde boyun
eğmede hayvanlar gibi ona dönen fertlerden onunla üstün olur. Bu kısım da bir
sihir türüdür. Çünkü âlem bütünüyle onun sevgisine bağlıdır ve ona itaat
etmeye düşkündür. Bu, gözleri bir varlıktan diğer varlığa döndürme ve şeyin
özelliğini gerekli vakitlerde bir mekândan diğerine çevirme bilgisidir. Sonra
bunun altındaki sanatlar herkesin gücü ve kudreti ölçücünde elde etmesi için
ona yönelir ve onun için yapılır.
Bu
risalemizi Sihir ve Büyüler Risâlesi olarak adlandırdık ve orada iyi kardeşlerimizin
gizli sırları aydınlatıcı nefis ve temiz yeteneklerle düşündüklerinde ve bakışlarını
fikir ve düşünce ile onları araştırmaya diktiklerinde onları çıkarabilmeleri
için ve yüce ilimlere ve yüksek sanatlara ulaştıklarında ihtiyaç duydukları
bütün dünya geçimlikleri konusunda başkalarına muhtaç olmamaları için sözü,
mahiyetini, kısımlarının miktarını ve fiillerinin niteliğini açıkladık. Bu
mertebeye ulaştıkları ve bu makamı kazandıkları zaman onları İhvân-ı Safâ diye
adlandırabiliriz.
Kardeşim!
Bil ki, bu ismin hakikati ona mecaz yoluyla değil gerçekten layık olan
kimselerde bulunan özelliktir.
Kardeşim!
Yüce Allah seni desteklesin! Bil ki, nefis din ve dünya konusunda birlikte
huzur derecesine ulaşmadan onun arınmasına imkân yoktur. Bu, insanın gücü ve
kudreti ölçüsünde yaratıcısı ve var edicisi olan Yüce Allah’ın izniyle Allah’ı
(c.c.) birlemeyi, mevcutların hakikatlerini ve oluşanların garipliklerini
bilmesi, ona ibadet etmesi, onu yüceltmesi, yarattıklarında gördüğü ve
yaptıklarında müşahede ettiği şeylerden tenzih etmesi ve bundan sonra da dünya
yaşamının iyileşmesini ve bu sanattan mahrum olan kimselere muhtaç olmamasını
sağlayan şeyi [bilmesidir]. Böyle olmayan kimse Ehl-i Safa’dan değildir. Çünkü
o Ehl-i Safa dan ise bu sıfatlarıyla onun dışındakilere ihtiyacı olmaz.
Kardeşim!
Bil ki, safanın hakikati, ihtiyaç duyulan hiçbir şeyin -bu bedenin çektiği
acıya katlanmaktan kurtarılması yoluyla imtihan edilmesi sebebiylesaf ve temiz
nefse gizli kalmamasıdır. [Nefis] arınmakla rahata kavuşur ve ona inmeyerek ve
istek duymayarak ondan uzaklaşır. İnsanın ince ilimleri ve yüksek bilgileri
bilmek suretiyle dünyasında bedeninin iyiliğini sağlayan şeyi ve ahirette
sonunda nefsinin iyiliğini sağlayan şeyi kazanacağını belirttik. Fakat bedeni
konusunda onun için her biri mümkün olmaz. Çünkü bedenler felekî durumlara
bağlıdır. Çünkü insanların çoğu, başkasının başaramadığı hesap ilmi bilgisi ve
onun uygulamasına nail olurlar. Ne dünyalarında bedenlerinin iyiliğini sağlayan,
ne de dinlerinde nefislerinin iyiliğini sağlayan şeye nail olurlar. Bu hususta
onlara ihtiyaç duyulmaz. Dünyadaki bu paya bilgide onlardan düşük kimse nail
olur. Nefsinin iyiliğini sağlayan şey ona gizli kalır. Diğerleri dinlerinde
mutluluğa onunla erişirler. Bu onları kurtuluşa götürür. Onunla dünyadaki payı
elde edemezler. Başkaları onun sayesinde iki dünyada da mutluluğa erişirler ve
iki konumda da pay alırlar. Bir diğer grup, kendilerine özgü güçlerin onları
bundan doğal eylemlere ve bileşik sanatlara yöneltmesiyle edebî bilgiler ve
tıbbî ilimler olmadan dünyadaki payı alırlar. Sonra yapabildikleri ve
ulaştıkları şeylerle istidlalde bulunurlar. Bazısı bedeninin iyiliğiyle ilgili
konuda ihtiyacı kadar onun yardımına başvurur. Bazısı da ahirette nefsinin
kurtuluşunu sağlayan şeye yönelir. Daha başkaları ise bundan mahrum olup ona
muvaffak olamazlar.
Kardeşim!
Bil ki, aklî ilimler, rabbani bilgiler ve ruhsal hikmetler konusunda insanların
en yüksek tabakası peygamberlerdir (as). Sanatlar ve cisimsel bilgiler konusunda
insanların en yüksek sınıfı ise filozoflardır. Âlimin peygamberlerin
ilimleriyle ulaşmak istediği gaye ahirette nefsin iyiliğidir. Âlimin hikmet
ilimleriyle ulaşmak istediği gaye bedenler âleminde ve oluş ve bozuluş âleminde
bedenlerin iyiliğidir.
Bu
risâlede doğal sanatlar kısmını açıklamak istiyoruz. Ona ulaşır ve
başarabilirsen ondan en yüksek paylara nail olur ve en yüksek derecelere ve en
görkemli tabakalara çıkarsın. Filozoflar bu konuda bütün dillerde çok söz
söylediler, çok işarette bulundular ve çok delil getirdiler. Bütün insanlar
ona talip ve isteklidirler. Âlemde hiç kimse onunla ilgili olarak ihtiyaçsız ve
ümitsiz değildir. O, dünyanın imarı için dikili tılsım, sevimli cevher ve
aranan madendir. O, büyük mıknatıs ve kibrit-i ahmerdir. Dünyalılar onunla
övünürler, ona dayanarak savaşırlar, onu toplamak, biriktirmek için
birbirlerine saldırırlar, onun bilgisini altında bulunan madenlerden çıkarırlar
ve onun yol bulan cisimlerden nasıl çıkarıldığına, nasıl ayrıldığına, nasıl
kurtulduğuna ve cevherinin başka bir cevhere nasıl dönüştüğüne, bir rengin
başka bir renkten nasıl ayrılmasına ve gözleri onun oluşuna nasıl çevirdiğine
vakıf olmak isterler. Böylece altında yer alan şey onun konumunda olur,
gerçekleşen tedbir ile onun derecesine erişir, onun mertebesine ulaşır ve onun
erdemine ortak olur. Aydınlık suretine ve parlak görünüşüne kavuşunca,
temizlenip arınınca kendisi için gerekli tedbir sayesinde değişim kirlerinden
arınır.
İçinde
filozofların değindiği ve âlimlerin işaret ettiği şeylerin bir kısmını
anlatacağımız bir bölüm açmak istiyoruz. Onu temiz nefsinle, görünür
ışıklarınla, parlak ve günah kirinden arınmış ruhunla düşünürsün. Umulur ki
tabiatın sırrını bilmekle kurtulur, ona güç yetirdikten ve onu elde ettikten
sonra ondan el etek çekersin. Gücü yettiği, kudreti bulunduğu ve imkânı olduğu
halde ondan el etek çekmek, o konudaki zabitlikten daha güzel ve daha süslüdür.
Kişi onunla bunlar arasına girer. O zaman bu saf suret yetkinleşir ve
cevherinde kendisiyle birlikte olan şey sebebiyle karşısında yer alan
suretlerin göründüğü parlak ayna gibi olur. O ne zıt, ne farklı, ne de
değişiktir. Ona bakan, doğruluğundan şüphe etmeksizin ve hak olduğundan kuşku
duymaksızın gördüklerinden dolayı hayret eder. Yüce Allah seni ve bizi safa/saflık
gayesine ulaştırsın, nefislerimizi hidayet açıklığıyla aydınlatsın ve bizi ve
seni din ve dünya konusunda nimet ve ihsanına vefa gösterenlerden eylesin. O
dilediğini yapandır!
Bölüm
Bilge
Fardimus dedi ki: Gök yuvarlaktır ve ayrı bölgeleri vardır. Yeryüzü göğün
ortasında bir hardal tanesi gibidir. Onun her bölgesinde ismi yüce olan
Allah’ın rızkıyla yaşayan bir topluluk vardır. Güneş âleme hayat hareketi
verir, yeryüzünün üzerinde yükselir ve altına iner. Gök, içindekileri
yetiştirir. Yeryüzü anne karnındaki cenin gibidir. Çocuğun rahimde büyüdüğü ve
karında yaşadığı gibi orada büyür. Satürn, Mars, Jüpiter, Venüs, Merkür ve Ay;
yapan, yöneten, mizaç, kuvvet ve tabiatları olan şeylerdir. Onlar yeryüzünde
batarlar. Karışımlarıyla ondan yayılan ve çıkan güçleriyle görünen bu bedenler
ortaya çıkarlar; oluş ve bozuluş âleminde inen yağmur; meydana gelen bitki ve
ağaç, madenine yerleşen ve meskeninde teşekkül eden şeyler şeklinde oluşurlar.
Galen
(Calinus) dedi ki: Sıcak, soğuk, yaz, kış, hava olayları ve met cezir gibi
dünyadaki her şey onun döndürmesiyle artarak ve eksilerek hareket eder. Ay’ın
eksilmesiyle eksilir, artmasıyla artar. Doğanlar, yedi yıldızla döner. Küçük
âlemde iki safra, balgam ve kan tabiatların ve yedi gücün yönetiminde artar ve
eksilir. Üzerine Güneş doğan her şey, onun dönmesiyle döner. Âlemdeki her şey
yedi ve on ikinin yönetimiyle meydana gelir. O, bunların toplanmasında ve
ayrılmasında asildir.
Pisagor
dedi ki; yedi on ikide onların amelidir. Bedende güçler böyledir. Güneş nefis,
Ay ruhtur. Nefis sıcak ve kuru; ruh soğuk ve yaştır. Kuruluk yaşlıkla karışmış,
sıcaklık soğuklukla dengelenmiştir. Yaratılmış beyindeki, dimağdaki akıl gücü,
nedenselliğin başındaki kral gibidir.
Galen
dedi ki; Güneş’in yer ve mecralarından dolayı bedende dört makamı vardır. Onda
akar, devam eder ve döner. O, Allah’ın emriyle bedeni korur. Bu makamlara acı
ve eziyet veren bir şey dokunur ve bu ağrı onlardan birine erişirse bazı
kapılarını/ kısımlarını bozar, mecralarını çalışmaz hale getirir, beden bozulur
ve ölüm çabuk gelir.
Birincinin
mekânı yüz olup, ona güçlerinin aktığı beş kapı açılır. Bunlar işitme, görme,
koklama, tatma ve dokunmadır. Ondan kaybolan ve uzaklaşan şeylerin bilgisi
nefisle bu kapılardan ilişki kurar. Onda güçler girer ve çıkar, yükselir ve
iner. Her kapıda onu nefsin emriyle açan ve kapatan görevli bir güç vardır.
İkincisinin mekânı kalptir; ondan beş kapı açılır ve beş elçi çıkar. Bunlar
temyiz, konuşma, sırra bakma, vehim ve düşünce. Üçüncüsünün yeri karaciğerdir;
ona beş kapı açılır ve ondan bedenin diğer kısımlarına kan çıkar. Onu sular,
yetiştirir ve kuvvet, dayanıklılık ve canlılığı temin eder. Dördüncüsünün yeri
böbrekler olup nutfenin (spermin) akıp çıktığı kapı ondan açılır ve diş
bitkisi onunla olur. Bunlar Güneş’in bedendeki yerleridir.
Ay’ın
bedende deri ve baş olmak üzere iki yeri vardır. Omurda bulunan kemik Jüpiter’e
aittir. Damarlar ve sinirler Merkür’e aittir. Kan ve safra Mars’a aittir. Saç,
tırnak ve “sevda” Satürn’e aittir. Mizacın itidali ve bedenin sağlıklı oluşu
Jüpiter’e aittir. Resim ve suret Venüs’e aittir.
Aynı
şekilde on iki burçta da birtakım yerler ve tabiatlar vardır. Başın saçı koç
burcuna, alın boğa burcuna, gözler ikizler burcuna, burun delikleri yengeç
burcuna, ağız ve dil aslan burcuna, sakal başak burcuna, omuzlar, eller ve ön
kollar terazi burcuna, göğüs akrep burcuna, sırt omurunun tamamı yay burcuna,
karın oğlak burcuna, husyeler, erkeklik organı ve böbrekler kova burcuna,
kollar ve bacaklar balık burcuna aittir. Vücut bu kısımlarla ayakta durur ve
bunlar üzerine kurulur.
Bu
esasları bilince onlardan çıkan dalları da bilirsin. O zaman hayvan bedenleriyle
ilgili tıp sanatını bilirsin. Madenî yapıların tabiatlarını da bunlar sayesinde
bilirsin. Düşünen canlı tabiatları bilme konusunda cahil isen saf su
tabiatlarını bilme konusunda daha çok cahil ve onları yönetmeye daha
uzaksındır. Çünkü bazısının ilk kaynağından kaybolması, mutedil olmayan
tabiattan çıkması, başka bir şekilde meydana gelmesi ve değişik bir şekilde
yaşaması için ayrılması gerekir. Bazısı onun tabiatını tuzluluktan tatlılığa,
sertlikten yumuşaklığa dönüştürür. Bazısı ona tersine etkide bulunur; yaşlıktan
kuruluğa, ekşilik ve acılıktan mutedilliğe geçirir. Bazısı bazısına aralarında
anlaşma olmadan ve hallerini bozan şey ortadan kalkmadan karışmaz. Onlardan
biri sahibinden ayrılırsa onu bozar ve itidal sınırından ayrılırsa onu çıkarır.
Tabiatı soğukluk ve kuruluk olan sevdayı balgamın soğukluk ve yaşlık olan
tabiatına çevirmek için tedavisini bilirsen ihtiyaç duyulanların bir kısmını
elde edersin. Safranın sıcaklık ve kuruluk olan tabiatını kanın sıcaklık ve
ılımanlık olan tabiatına çevirmeyi bilirsen bedenler tıbbının en görkemli
makamlarına ulaşırsın. Madenî yönetimdeki bu iki makam, ona ulaşanların en
yüksek makamlarıdır. Onlar, yani sıcaklık ve soğukluk ile yaşlık ve kuruluk,
ilk iki esas ve tâbi olan iki daldır.
Bölüm
Aristoteles
dedi ki; göğün altındaki ilk daire ateş dairesi; İkincisi hava dairesi,
üçüncüsü su dairesi; dördüncüsü toprak dairesidir.
Toprak
dairesinden iki duman rengi çıkar. Birisi ince ve hafif olup yukarı çıkar. Hava
dairesinde yaklaşınca katılaşır ve orada ateş dairesine yaklaşıncaya kadar yükselir.
Dolayısıyla ısınır ve çıkış için yol bulamaz, kendi ocağına geri döner ve ondan
yağmur meydana gelir. Diğer duman rengi onun yerinden çıkar ve yüzeyinde döner.
O yoğun ve ağır olup ondan dağlar meydana gelir. Yükselen duman sabit dumana
dönünce dağlar onu emer ve orada suyun içindeki ruh gibi olur. Su çekildiği
zaman dağlar ortaya çıkar ve duman geri döner, onun içinde, deliklerinde ve
gözeneklerinde maden türleri oluşur. Gücü yetkinleştiğinde, tabiatları bir
araya geldiğinde bedeni ve onda yer alan şeyler güçlendiğinde onlardan dengeye
uzaklıklarına göre ortaya çıkar. Dört, on ikiye döner. Çünkü yeryüzündeki adaların
karşısında bulunan dört dairenin fiilleri orada yedi yıldızın on iki burçtaki
etkilerinin varlığı gibi mevcuttur. Güneşin onlardaki dönüşü b öyledir.
Filozofların
bu konuda zihinleri duru olan İhvân-ı Safâ’dan başkasının haberdar olmadığı ve
kullanmayı bilmediği gizli işaretleri ve ince sırları vardır. Hatta onlar
ihtiyaç duydukları bu tabiatları arıtmaya kadar gittiler ve onları birbirine
kattılar; nihayet insanın takati ölçüsünde tanrıya benzemesi durumu ortaya
çıktı. Böylece dünyada iç huzur sayesinde ebedilik mutluluğuna eriştiler.
Ahirette onlara gerçek hayat olan hayvani yurdun iyilikleri verildi.
Kardeşim
bil ki! Topraktan çıkan biri ince diğeri kalın olan bu iki buharın bilinmesi,
aşağıdakinin yerinde kalması, yukarıda olanın oraya dönmesi, oraya yerleşmesi
ve onunla sabitleşmesiyle iş tamamlanır ve sağlam bir şekilde yapılmış olur.
Bilge
dedi ki; güneş’in bedeni her bedenin başıdır. Bedenlerin başkanı olduğu için
baş diye adlandırıldı. Onun altındaki yıldızlar ona ne yaklaşabilir ne de
uzaklaşabilir, o ışığıyla yıldızları aydınlatır. Yıldızlara indiği ve
yaklaştığı zaman onları kendi ışığıyla aydınlatır. Bitki, cevher, ova ve dağ
ondandır; kırmızı ve sarı meydana gelen şeyler de onlardır. Onun toprağı parlar
altın bulunan toprağı dibine varıncaya kadar kazarsan onu toprağının sarı
zırnık ve kibrît-i ahmer (kırmızı kükürt) gibi yaldızlı olduğunu görürsün.
Sıcak bir rüzgâr oluşur, orası geniş bir yer olup tabiatı sıcak ve nemlidir.
Orada akan sular tatlıdır. Bu, altın toprağının tabiatı ve gücüdür; onun
madeninde ve mekânında oluşudur. Kabındaki bitkisinde ve cevherindeki şeklinde
oluşudur. Bundan dolayı Pisagor dedi ki: Güneş her cevherin kralıdır. Onun
tabiatı en dengeli tabiattır. Toprak onu bozmaz, bedeni yakan şeyler onu
yakmaz. Çünkü onun mizacı sıcaklık, kuruluk, soğukluk ve yaşlıkta birbirine
eşittir. Onun tabiatında ne biri diğerinden fazla, ne eksik ne de bozucu bir
şey vardır. Bundan dolayı onu yücelttiler, değer verdiler ve Güneş diye
adlandırdılar. Krallar ondan taç ve başlık yaptılar, onu cevherlerle süslediler
ve onu değerini yüceltmek, anısını ve bedenler üzerindeki üstünlüğünü
yükseltmek ve ülkelerin iyiliği ve kulların hayatı kendisine bağlı olan Güneş'e
tazim için başlarına koydular. Çünkü o, oluş ve bozuluş âleminde bulunan en üstün
madendir.
Eflatun
dedi ki; biz kuzeyin bulunduğu dağlara girdik. Onlar Güneş’i göremediğimiz
yüksek dağlardır. Soğuğun şiddetinden dolayı orada kalamadık. Orada yazın
bulunan bir azcık şey dışında bitki görmedik. Orada yaz, başka yerin kışı
gibidir. Olanın en büyüğüdür. Bundan dolayı dedik ki âlemde Güneş’in
yönetiminden daha değerli bir şey, onun çıkardığından daha üstün bir iş, onun
yaptığından daha değerli bir cevher, onun boyadığından daha iyi bir renk
yoktur. O, akılların kendisiyle büyülendiği ve tılsımlar tılsımı, tikel
nefislerin ve cisimsel şehvetlerin mıknatısı yaptığı, madenî tabiatlarda en
yüksek konum haline getirdiği ve sanatını yeryüzünün en büyük meslekî sanatı
kıldığı sihirdir.
Eflatun
dedi ki; ben bir grup arkadaşımı Hindistan’a gönderdim. Onlar havası güzel bir
ülkeye uğradıklarını, buranın hoşlarına gittiğini söylediler. Ayrıca buranın
halkının uzun ömürlü, az hastalanan, sağlıklı bedenlere sahip ve ikliminin
şiddetli soğuk ve sıcağın olmadığı, mevsimlerin ılık ve eşit bir düzenlilikte
olduğunu ve mizacın çabuk bozulmadığını belirttiler. İşte böylece biz de bu
mekanın ekvator olduğunu ve altın madeni olduğunu anladık.
Bu
sözden hareketle bilgeler şöyle söyledi: Firdevs cennetinin yerden göğün üçte
biri kadar yüksek olduğunu ve orada ne sıcak ne soğuk ne kuru ne de yaş, ne
değişen ne de karışan bir şey bulunduğunu söylediklerinde orası her hususta düz
ve Allah’ın lütfettiği kimsenin meskeni için ölçülüdür. Galen ve arkadaşları bu
sebeple şöyle demiştir: Beden mutedil mizaçlı ve düzgün boylu olduğu sürece
dünyada kalıcı ve istikrarlıdır. Orada duran nefs, kendisini yaratanı birliğini
ikrar ederek, yönetiminde adil olarak bilirse böylece o, güçlü bir şekilde
Firdevs cennetinde kalır. Bedeni terk edince oraya varır. Bu sebeple o ve arkadaşları
tıp ilmini kullanırlar ve bedenlerini sağlıklı kılmada acele ederler. Dediler
ki; insan düzgün mizaçlı olduğu müddetçe hiçbir yanı diğerinden fazla olmaz;
çünkü o sağlıklıdır. Ona hastalık ve acıya maruz kalmaz. Böylece Firdevs
cennetinin sakinlerinden olması kolaylaşır. Hastalıklı ve ağrılı kimse orada
kalamaz.
Daha
önceki konumuza dönecek olursak şöyle deriz: Firdevs cenneti güneşe benzemez;
çünkü ölüm, hastalık ve bozulma ona ait bir etki değildir. O alemin hayatı
olduğu için rengi kızıla çalan bir renkte ve tatlı bir halde tutar. Dedi ki;
biz ondan kırmızı yapmayı öğrendik, sonra da onu yani ona ait bir taştan iki
renk elde ettik. Onunla kitap yazdık ve ondan krallar için taç ve yüzük yaptık.
Bölüm
Dedi
ki; ay ona benzer ve ona benzemek ister. O aslında siyahtır. Beyaz rengini ve
beyaza çalan sarı rengini ondan alır. O, güneş batıp da dolunay güneşin
şafağından dolayı onun yüzünde bir sarılık belirir. Sonra o sarılığı ondan alır
ve ondan gücü çekilir. Böylece yeryüzünde rengine uygun iş yapar. İşte o
gümüştür. Nemde ve toprakta bozulur. Onun tadı ekşidir; çünkü o bakırın
paslanması gibi paslanır. Ay, güneş ışınlarının altına gelince orada
görünmeyecek şekilde kaybolur. Aynı şekilde gümüş de altınla karışınca onun
rengini alır ve onunla karışır. Bakırla karıştırıldığında da böyledir ve onun
rengini alır. Ay’ın bedendeki etkisi beyin, kan, safra, su kaynakları,
med-cezir ve artan ve eksilen her şey üzerinde görülür.
Dedi
ki; biz altından bir iksir yaptık ve onu gümüşün üzerine attık. Sonunda o da
altın oldu. Bu çok çabuk gerçekleşti. Çünkü o sabırsız ince ve kendisine eziyet
eden şeye karşı dayanıksızdır. Yüce ruhların hepsi de onun düşmanıdır. Yüksek
ruhu olan her beden ona eziyet eder ve onunla uyuşmaz.
Elmas
ise dişil, ekşi, kuru ve sıcak bir cevherdir. O gümüşe yakın olup temizlenip
arıtıldığında gümüş ve altına karışabilir.
Kurşun
ve demirden boyalı ve ruhlarla karışan ve onları tutup terk etmeyen şeyler
meydana gelir. Eğer boyanırsa kendisi rengini kaybeder ve onda sabit durmaz.
Böylece yumuşatılıp temizlenmesi gerekir. O başkasında boya rengini tutar.
Ondan bir şeyler yükselir ve köpek ondan ısırır. Boyayı kabul ettiği zaman
ondan ayrılmaz. Kurşun ve demir boyayı alır ve ondan bir şey yükselir. Bu
arındırılmak üzere sabit kalır. Bu şekilde de ondan gümüş çıkar.
Yeryüzünde
Satürn’e ait siyah kurşun vardır. O, siyah kurşun olan Satürn gezegenidir ki
karışımı ve renk değişimini kabul eder. Sülük gibi ona yapışır kalır ve ısıran
köpek gibi ısırır. Rengi kabul edince, ısı sebebiyle ondan ayrılmaz çünkü onda
Güneş’in içinden yükselen sıcak bir ruhâniyet vardır. O tadı az ve boyayı kabul
eden eril bir şeydir. Ondan güneş meydana gelir. Güneşi değerli ve yüksektir.
Su çeşitleri rengini ondan alır. O, Merkür’ü ve bütün ruhânî şeyleri tutar,
onlar ile savaşlar arasına girer. O kibritliğinden dolayı gümüşün düşmanıdır
ve taşı boyar.
Cıva,
soğuktur ve ıslaklığın kendisine baskın olduğu, bozduğu ve çözdüğü bir
gümüştür. Kim onun devasını bilen onu öz varlığına dönüştürebilir, o gümüşe
dönüşür. Böylece o bunun sayesinde ruhları bir araya getirir ve eşleştirir.
Ateşe karşı çok dayanıksızdır. Kimin onu diğer şeylerle uzlaştırmaya gücü
yeterse o kişi muradına erişir, hatta onunla ölüler bile dirilir!
Bölüm
Dedi
ki; taş üç çeşittir. Eriyenler, erimeyenler ve kireçleşip-kireçleşmeyenler.
Erimeyenler ve kireç olmayanlar değerli bir taş ve en üstün cevherdir. O
yakuttur. Onun düşmanı olan ve kendisine güç yetiren elmas taşı adında bir
zıddı vardır. Elmas büyük bir taş olup onun da kurşun adında bir zıddı vardır.
Yeryüzündeki taşların bazısı artar bazısı eksilir ve parçalanır. Güneş ve
yağmurun etkisi ile rengini alır. Damarlı ve damarsız akik taşları böyledir.
Bazıları ise yakut gibi renk değiştirir. O başlangıçta beyazken sonra maviye,
sonra sarıya, sonra da kırmızıya döner ve bu renk üzere sabit kalır.
Kardeşim!
Bil ki, kırmızı, renklerin en şereflisi ve tüm diğerlerinin de aslıdır. Güneş
kırmızıdır ve onun tüm ruhâniyeti de kırmızı ve sarıdır. Beyaz, renklerin
ilkidir. O tüm tabiatların kendisine meylettiği toprak gibi siyaha döner. O
Satürn’ün rengidir. O ölümdür ve ona baskın gelen şeyde hayır yoktur.
Erkaşisa[148]: Gümüşle
karışık bir kibrittir. O soğuk olmakla birlikte içindeki kibritten
dolayı sıcağa yakındır. Eğer yıkanır ve arındırılırsa sonra da yakılırsa kuru ve
soğuk bir madde olur. Onun sanatkârların ihtiyaç duyduğu şeyler alanına giren
bir takım işlevleri vardır.
Magnezyum:
O bilgelerin çok değerli saydığı ve eski filozofların da çok övdüğü kıymetli
bir taştır. Çünkü onlar bu madde ile büyük işler yapıyorlar ve onunla madeni
eşyaların tabiatını çözüyorlardı. O demir ve camı yumuşatır. Onun da erkeği ve
dişisi vardır. Onu ‘kuru’ diye isimlendirdiler. Onun erkek olanı kurudur. Dişi
olanına gelince o kapkara ve kırılgandır. Onu, ‘efirun diye
isimlendirilen kibritle karıştırıp iyi kurşunun üzerine attılar. Sonra da onu
gümüşe dönüştürdü.
Şazine:
Elmasın
çıktığı yumuşak, kuru ve soğuk bir cevherdir. Bilgeler ondan yönetimde ihtiyaç
duydukları şeyleri yaptılar. O, tüm cisimler ve yeşil taşlarla birleşir.
Bilgeler onu çok değerli, büyük insanlar da onu çok kudretli olarak niteler.
Çünkü onlar değerli tılsımlardır. Onunla çok acaib sihirler de yapılır.
Turkuvaz ondandır ve ondan beden çıkar. Yine ondan zümrüt gibi bir cevher ve ezverd
(takı süsleme ve tıpta kullanılan, kırmızı yeşil renkli çeşitleri olmakla
beraber şeffaf, saf bir mavi renkli taş, maden) çıkar.
Taşlar
içerisinde yine kibritin, civanın, talkın (parlak ve kıvılcım çıkaran bazen
camın yerine kullanılan aydınlatıcı bir madde), sedef ve incinin tabiatını taşıyan
taşlar vardır.
Yumurtanın
kabuğu tümüyle kuru ve soğuktur. Sirke ise onu tümüyle çözer ve ona nüfuz eder.
Öyle ki onu sıvılaştıracak şekilde çözer. Galen dedi ki; onlar kurudurlar, yaş
ise çözücüdür. Onlar cıvayı hapsederler. Sonra su yaparlar ve onu da tılsımlı
varlıklara dönüştürürler. O madde ile gözlere gelir ve sihrin bir çeşidini yaparlar.
Bilgeler yumurta kabuğunu değerli buldular. Onun yazılı çok ismi vardır. Kemik
kurudur, zayıf ve soğuktur. Süte gelince, yağından dolayı o ıslaktır. Eğer bu
yağ ondan ayrılırsa o zaman o da kuru ve soğuktur.
Kardeşim!
Bil ki, bilgeler -cansız madenlerin bedenlerinde olduğu gibibitkilerde de
ruhânî güçlerin olduğunu söylediler. Bu güçler eriyen madenlerin bedenlerini
Allah’a döndükleri ve yeniden yaratıldıklarında tıpkı onların ayrık ruhlarını
etkiledikleri gibi etkilerler. Onlar ismi yüce olan Allah’tan başka kimsenin
sayamayacağı ve tüm yönleri ile bilemeyeceği kadar çoktur. Fakat biz, inşallah,
diğerlerine bir delil olsun diye ondan bir kısmını anlatacağız.
Bölüm
Ağacın
yaprağı fasulye yaprağında olduğu gibi halka halka ve yayvandır. Budanmış dal
gibi yukarı doğru meylederek biter. Yazın da kışın da ölmez. Şam dağlarında
yetişir. Denildi ki; onun suyu çıkarılınca ve bu su cıva üzerine dökülünce,
sonra da onu birbirine kenetleyip bileşim haline getirene kadar defalarca
kaynatılınca, beyaz bir gümüş meydana gelir. Yine denildi ki; yeryüzünde ortaya
çıkan ilk ağaç kökü insan bedenine benzeyen bir ağaçtır. O tılsımda bitkideki
insan suretine benzer insani yapının ilk örneğiydi. Onun erkeği ve dişisi
vardır. Dalı kırıldığında için haç işareti gibi olduğu görülür. Onun pek çok
ismi vardır. O bilinen bir ağaçtır. O, saralı kimseye takıldığında, sara
hastalığına iyi gelir ve kara safra için de böyledir. Onun üzerinde takılı
kaldığı sürece saraya yakalanmaz. O sıcaktır. O, kötü ruhları kovar. Ondan
tılsım edinilir ve oturulan evlere oralarda asılır. Artık böylece o evlerde
kötü ruhlar barınamaz. Zararlı haşerelerin de kaçmaktan başka çaresi yoktur.
Bilgelerden birisi bu ağaç hakkında onun faydalarını anlattığı bir kitap
yazmıştır.
Sekbînec
(İran’da
tedavi için faydalanılan bir ağaç), sakamonya (bingöz otu), kendir otu, cıva, sinderus
(Ermenistan taraflarından getirilen, kehribara da benzeyen bir tür ağaç
zamkı ve bitkisi) ve afyon, bedeni yumuşatır ruhları güzelleştirir, kiri
giderir bazı yüce ruhların güçlerini tutar. Bazıları kötü kibritleri yakar.
Reçineli ağaç ve sakız ağacı pek çok işi yapar, birçok etkisi vardır, değerli
işler yapar ve erdemli güçlere sahiptir.
Denildi
ki; Farsça kendisine “hûs” Rumca ise “Hursmun” denilen ağacın
kabuklu köküne yakın tarafından yaprağı koparılırsa sonra bu kırmızı zırnık
(arsenik), parçaları ile karıştırılıp hepsi bir öğütülerek istediğin miktarda
öz sularıyla ıslatılıp ateşte pişirilirse ortaya kırmızı altın olarak çıkar.
Eğer ateşle kalıba dökülürse fazla dayanmaz. Bu ağacın yaprakları halka
şeklindedir. Üzerine güneş doğduğunda yapraklarını parlak ve ışıltılı
görürsün. Onun üzerinde altın gibi sarı ve onlardan meydana gelen bir kurtçuk
olur. Onun üzerinde onlara inen görevlilerin ruhları gezinir. Denildi ki;
zakkumun kıpkırmızı olan çiçeği alınınca, sonra yaprağı, böceği, kökleri ve
aynı ağacın iç kabuğu ile karıştırılıp iyice öğütülünce ve ona erimiş bakırla
sıvanınca ondan altına benzer bir şey çıkar. Fakat o ikinci kez ateşe ve
sıcağa dayanamaz.
Üzümden
elde edilen sirke çeşidi ise faydası çok olan içkinin sirkesidir. Tüm tabiatları
cisim ve bedenlerdeki çözer ve yumuşatır. Siyahı da ağartır ve beyazı karartır.
Bitkilere ait bu sıfat ve isimlerin çoğundan bahsetmedik. Bunlar otlar
kitabında ve özellikler kitabında mevcuttur. Yine bunlar ‘Taşlar’ kitabında ve
insan bedeni ve hayvan organlarına benzeyen şeylerin kitabında da mevcuttur.
Bizim kitabımıza bakan bir kimsenin zikrettiğimiz bu bilgilerle sadece ve
sadece ister az ister çok olsun, ister büyük ister küçük olsun, ister maden
ister bitkilerden olsun, ister canlı isterse ölü olsun hepsinin ancak bir
hikmete göre yaratıldığını bilmesini istedik. Bunların hepsi bir faydasız
olmayacak şekilde birbirine bağlıdır. Onun varlığında ismi yüce olan hikmetli
yaratıcıya delalet eden bir hikmet vardır. Bütün her şey, yerli yerinde mahfuzdur.
İsmi yüce Allah, onları korur ve onları yaratan, büyüten, tutan ve yetiştiren
melekler görevlendirir. Her birinin kaldığı ve gideceği yerler vardır. Hepsi de
Yüce Kitap ta ve büyük levhada yazılıdır Her şey O ndan çıkmış ve O’na
dönecektir. Bunlar ondan meydana gelen ve ortaya çıkan şeylerin misalleri ve
alametleridir.
Kardeşim
bil ki, cinler, şeytanlar ve isyankârlar layık oldukları ve olmaları gereken
yerde bulunurlar. Melekler de böyledir. Onlardan her birinin bilinen bir makamı
vardır. Cinler ve şeytanların bazı yerleri aynı zamanda insanlardan münafık
insanların göğüsleridir. Onlar vesvese vermek ve azdırmak için insanların
içine yerleşirler. Onların birbirine fısıldayan yakın arkadaşları vardır.
Meleklerin yerleri müminlerin ve onların üstlerinde yer alan peygamberlerin
göğüsleridir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Onu uyarıcılardan
olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine indirmiştir”[149]
Biz el-Câmi‘a (kapsamlı) risâlemizde bitkiler, hayvanlar ve madenlerden
her bir türüne ve ruhların her bir şekline özgü bedenler, cisimler ve güçler olduğunu
anlattık. Bu bölümde bilgelerin bu güçleri ve ruhları öğrenip öğrencilerine
öğrete geldikleri sihir işinde nasıl kullandıklarını anlatmak istiyoruz. O,
olması gereken vakitte karıştırma ve birleştirmeyi, oranı ve nisaplarının
eşitliğini, ruhânîleri cismânî şeylere, cisimlerin bedenler üzerinde terkibini
ve ruhların orada ölümden sonra olabileceğini bilmektir.
Kardeşim
şunu bil: Mesih’in yaptığı gibi öldükten sonra bir bedeni diriltmeye gücü yeten
kimse, ruhların doğrulayamayacağı ve akılların araştıramayacağı kadar büyük bir
sihir getirmiş olur. O kesin bir gerçek ve apaçık bir sihirdir. Fakat onlar
konuşmayan bedenler ve kendilerinden çıkıp sonra tekrar oraya dönen ruhlardır.
Onlar parlak boya ve göz alıcı renklerdir.
Kardeşim!
Bil ki, sen buna yönelir ve ilgi duyarsan, sihrin bu çeşidi akılları bozar
ruhları öldürür. Kardeşlerimizin -Allah onları desteklesinkıyas açısından bu
sanata, kitap okumaya, tecrübeye, söyleyen niteleyen ve “ben gördüm” diyen
kişiye iltifat etmemeleri gerekir. Bununla kast edilen, kendisine helal olan
sihri ve Allahın ölüleri nasıl dirilttiğini öğretmesi gereken kimselerden
olduğunda ulaştıran, hikmetli, erdemli ve kendisine bunu vermek isteyen
lütufkâr öğretmene tâbi olmaktır. Nitekim İbrahim şöyle demiştir: “Rabbim
bana ölüleri nasıl dirilttiğini bir göster. Allah dedi ki: İman etmedin mi?”
Yani (diriltme) sıfatına. “Dedi ki: “İnandım fakat kalbim de mutmain olsun”
yani tefekkür ile “Dedi ki: ‘dört tane kuş yakala’” (Yani dört çift uçan
kuş yakala) “onları yanına al, sonra her dağın başına onlardan bir parça
koy” (Yani yapılması gerektiği gibi: Sabit beden parçalarını) “Sonra
onları (sirkeli su ile) kendine çağır. Koşarak sana gelsinler. Bil ki, Allah
her şeye kadirdir”[150]
Bu ayetler, bu sanat erbabının tevil ettiği şeyleri kapsar.
Karun
bu sihre başvurdu ve amacının dışında kullandı. Böylece işinde Musa’ya
muhalefet etti, kendisine çizilen sınırı aştı, bu sihir onunla Musa arasına
girdi. Evi sarayı ile birlikte yere batırıldı. Yer onunla birlikte yanındaki
her şeyi yuttu. Zaten dünyada bu ilmi öğrenmeyi hak eden az insan vardır.
Anlattığımız ve daha anlatacağımız şeylerle bilgilerle biz ihvanımızın
akıllarını -Allah onları desteklesinbilgilerle ile aşılamak ve onları bütün
ilimler ve irfanî ilim üzerinde yapılan sanatların niteliklerini ve
prensiplerini bilmeye teşvik etmek istedik. Böylece âlimler ve bilge kişiler
olsunlar, cehalet ve onun niteliklerini fark etsinler ve cahiller güruhundan ve
onların afetlerinden kurtulsunlar, âlimin aklının derecesine ve hayırlarına
ulaşsınlar, ilim ve bereket derecelerine nail olsunlar. “Sen çok istesen
bile insanların çoğu iman etmezler.”[151] Bu
konuda başarılı olan azdır. Onlardan da azdır.
Kardeşim!
Allah seni desteklesin! Bil ki, herhangi bir şeyi, sanatı veya işi nefsi ve
geçimi konusunda iyiliği isteyerek icra etmeye başlamak, kardeşlerimizden -Allah
onlara yardım etsinhiçbirine veya insanlardan herhangi birisine Ay’ın hallerini
bilmedikçe uygun değildir. Çünkü Ay insanlık âlemini yönetmeye tahsis
edilmiştir. Hatta ister nefsi ve hayatı konusunda kendisiyle iyilik istediği
bir iş olsun, ister sanatlardan bir sanat isterse de eşyadan bir şeyin
düzenlenmesine başlamakla ilgili olsun bu hiçbir insan için uygun değildir.
Kardeşim!
Bil ki, insan tektir. Onun altında yer alanların hepsi ona bağdır. O dünya
semasının kralı, yeryüzünde Güneş’in halifesidir. Güneş ise gökler ve yerde
Allah’ın halifesidir. Her yıldız kendi feleğinin kralı, yöneticisi ve orada
güneşin halifesidir. Güneş yıldızların kralı, onun feleği ise feleklerin
efendisidir. Hayat, kendi kaynağına onunla tutunur ve her konuşan, hisseden ve
hareketli her canlı ile onun aracılığıyla ilişki kurar. Onun kendisine ait ve
Yüce Allahın üstün kılması sebebiyle diğer yıldızlara üstün olmasını sağlayan
birtakım sıfatları vardır. Allah ona bütün varlıkları koruyan bir güç vermiştir.
Bil
ki, Ay, tüm işlerinde insan gibidir. Ayrıca o insanın büyüdüğü gibi büyür. Onun
bir çocukluk ve doğumdan sonraki hali gibi geçirdiği bir süreç vardır. Onun bir
ergenlik ve gençlik, güçlülük ve yetişkinlik, yaşlılık ve acizlik zamanları
vardır. Sonra varlığı sona erinceye kadar bu böylece devam eder gider. Öyle ki
görünmeyecek şekilde kaybolur ve yeni bir hayat başlar. Onun dakikalarının,
menzillerinin ve burçlarının seyri geçim ve tüm tasarruflarında insanın seyrine
benzer. O nasılsa bu da öyledir. Bu anlattıklarımıza başlamak isteyen kimsenin
engelleme, fal, efsun, büyü, mühür yapma, ruh bağlama, tılsım dikmek, işaret
koyma, hazine saklama ve çıkarma; düğüm çözme, düğüm bağlama, nirancat (sihir
gibi fakat aslı sihir olmayan bir büyü türü, Onu yapan kişi onunla eşyanın
hakikatlerini nazar ile değiştirir. Bunu ise el çabukluk, hızlı bir dönüş ile
yapar) sihri, göz bağlama ve bir varlığı başka bir varlığa çevirme türünden
hoşuna giden işler gibi helal sihir yapması gerekir. O da ayın yörüngesini,
konaklardaki tabiatlarını ve konak konak her birini bilmelidir. Ayrıca güneşin
ve yıldızların yörüngesini takvime göre düzenlemelidir. İşte bütün bunlar bu
işe başlamak isteyen kişiye yardımcı olur. Öyleyse o bu semavi takvime ve ilahi
şansa bakmalıdır. Her gece aya bakmalı ve onun on iki burca inişinden sonuç
çıkarmalıdır. Biz bilgelerin ve âlimlerin kitaplarında anlatılan bu astroloji
sanatını açıklamak istiyoruz. Bu hususta düşünen kimse feleğin yörüngesini
ufuklara bakarak bilemezse yerel takvime ve belirlenmiş insani şansa ve cüzi
kitaba baksın. İnşallah o istediklerinden bir kısmına bu şekilde ulaşacaktır.
Bölüm
Bilge
dedi ki; Ay her gün bir menzile iner. Her menzildeki kalış süresi altıda biri
eksik olan bir saattir. Çünkü menzil, 5/6 saat geçmedikçe doğmaz. Sonra Ay
başka bir menzilde doğar. Ay, bir ayın ilk gecesinde doğunca bir 6/7 saat kadar
kalır. Sonra bir menzilde doğar ve her gece bir saatin altı yedisi kadar artar.
Sonra ayın yedinci gecesinde doğar ve gecenin yarısına kadar kalır, sonra kaybolur.
Sonra buna göre her gün 6/7 saat kadar artar.
On
dördüncü gece olunca Ay doğar ve Güneş doğuncaya kadar orada kalır sonra
kaybolur. Güneş batınca ay doğar, güneş doğunca ay batar. Böylece tam bir
birbirinin yerine geçme gerçekleşir. Çünkü Ay, Güneşin batışıyla birlikte
âlemin yönetimini üstlenir ve Güneş doğduğunda dönüş ve tamamlanmada onu taklit
ederek kaybolur.
On
beşinci gece olduğu zaman Ay, hilalin göründüğü ilk gece doğduğu gibi 6/7 saat
kadar geç doğar. Bu durum sabahla birlikte Ayın yirmi yedinci gece doğuşuna
kadar devam eder. Sonra Güneş ışınları altında iki gün gizlenir. İşte o, onun
kıyameti ve sahibine dönüşüdür. O, bunun hesabını tamamlar sonra yeniden
yaratır. Ayet: Bu, güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir”[152]
buyrulur. Sonra yeniden açığa çıkar ve daha önceden anlattığımız gibi doğar.
Ay,
koç burcunun başlangıcına uğrayınca onun on iki derecesine ve 6/7 derecesine
kadar yengeçtir. O ateşli ve uğursuzdur. Kadınlarla ilgili işleri yapmak o
zaman diliminde uygundur. O dönemde yeni elbiseler giymekten kaçınılır ve bütün
işler bırakılır. Bu derecede kralların ve sultanların nefisleriyle ilişki kuran
ruhâniyet harekete geçer. Onlarda gazap, öldürme kastıyla yapılan saldırı, kan
dökmek, eziyet zulüm görülür. Sonra bu tüm âlemi kapsar. Bu her birinde
kuvvetine ve kendisine verilen kudrete göre ortaya çıkar. Kadınlarla ilgili
olanlardan başka duruma uygun değildir. Kim bu günde evlenirse kadından yana
şanslı olur. Kadın da ondan yana şanslı olur. Bu ayda köle, binek, koyun ve
sığır satın al. O vakit ağaç dik, ek, biç, ev yap. Bunların neticesi güzeldir.
O gün kimseyle kardeşlik kurma; çünkü sevenlerin sevgisi bu zamanda çok sürmez.
O gün ticaret için bir şey satın alma. Çünkü bu işin sonucu iyi olmaz. O gün
asla tılsım ve davet ile meşgul olma. O gün doğan kimse erkek ise günahkâr,
şerli, tutumsuz olur ve hiçbir işte sorumluluk üstlenmez. Eğer kız ise günahkar
ve fâhişe, erkeklerin gözünde ise şanslı, gözde ve arzulanan kadın olur.
Butayn:
(Ayın
menzillerinden olup tam üçgen şeklinde üç yıldızdır, o koçun karnıdır ve
küçüktür. Çünkü koç, koç suretinde çok sayıda yıldızdır, yengeç onun boynuzları,
butayn onun karnıdır. Süreyya da böyledir.) Şanstır, sıcaktır, kurudur ve en
yumuşak cevherdir. Ay, koç burcunun ikinci derecesine inince, o, on iki derece
ve yedide altıdır. O zaman dünyaya yeryüzünden gelen fesadı ıslah eden mutedil
kendisinden önceki ifsadı kaldıran, kralların öfkesini nefislerinden gideren
ruhânî varlıklar iner. Bu, tüm işler, eylemler ve kadınlara değil de sadece
erkeklere özgü şeyler için uygundur. O günde krallara, halk yığınlarına,
ihvana, kadınlar hariç erkeklerden uygun olanlara karşı ilgi ve sevgi
tılsımları yap. O gün tılsımlar ve Aristomahas’ın kitabında bulunan dört büyüyü
yap. O gün sanatını icra et ve ruhânî varlıklarla ilgilen ve kralların
huzuruna çık, onların isteklerini yerine getir ve onlarla irtibatlı ol. Onlarla
aranda muhabbet kur. O gün evlenme, köle ve edinmek istediğin hiçbir hayvan
alma. Ticaret namına bir şey alıp satma. O gün yeni elbise giyme. Kim o günde yeni
elbise giyinirse, onun verem hastalığına müptela olmasından korkulur. O gün
ekebilirsin ama mahsulünü toplama. Kim mahsulünü o günde toplarsa bu onun için
bereketli olmaz. O gün doğan kimse erkek ise salih, ibadete düşkün, güzel
gidişatlı, sır saklayan, iyi yaşayan ve düşmanı bol olan biri olur. Eğer kız
ise günahkâr, asi, kötü yaşantıh ve insanların nefret ettiği bir kişi olur.
Süreyya:
Soğuk ve sıcak karışımlı, şans, mutedildir. Saadet ve vasattır. O Koç burcunun
25,5/7 derecesinden Boğa burcunun 8,4/7 derecesine kadardır.
Ay,
Süreyya’ya indiğinde, muhabbet için hızlı ve el çabukluğu ile muhabbet büyüsü
ve kadınlarla ilgili işler yap, kadınlardan alınan şeyi bırak, zehir bağını çöz
ve ona muhabbet buhuru ile tütsü yap, tılsım yap, sanat icra et, davetler için
yolculuk yap, kralların huzuruna çık, ileri gelenlerle ilişki kur, evlen,
hoşuna giden şeyleri satın al, bina yap, kardeşlerle içli dışlı ol, ek ve
ektiğini biç, mahsulünü topla, sevdiğin yeni elbiseleri giy. Bütün bunlar
sonucu övülen ve güzel bir netice ile ruhânî işlere kapı açan şeylerdir. O gün
doğan kimse ister erkek ister kız olsun, iyi, mutlu ve iffetli olur.
Deberan:
(Ayın
menzillerindendir. Boğa burcundaki beş yıldızı kapsar. Ona SEn ame denir.)
Şanssızlık, topraksı ve kuru bir şeydir. O, Boğa burcunun 8,4/7 derecesinden
1,3/7 derecenin tamamına kadar. Ay, Deberan a uğradığında özellikle
düşmanlık ve kin büyüsü yap, kralların huzuruna çıkma, onların ihtiyaçlarını
gidermek için çalışma, onlarla irtibat kurma, meslek icrası, tılsım yapma, davet,
ekme, dikme, hasat işlerine başlama. O gün kimse ile görüşme, evlenme, yolculuk
yapma. Çünkü bütün bu işler akıbetleri bakımından pek de tavsiye edilmezler. O
gün doğan kimse erkek ise sakıncalı çirkin ve pis bir karaktere sahip kötü
gidişatlı, katil olur. Eğer kız ise o da günahkâr, haddi aşan, kimsenin onu
sevmediği ve ondan hoşlanmadığı bir kimse olur.
Hak’a:
(İkizler
burcu cihetine göre üstte ve boğa burcuna ait üç yıldızı kapsayan bir
menzildir. Yıldızları birbirine yakındır. Eğer fecirle beraber doğarsa yaz
sıcağı artar.) Şansla karışık kuru bir talihsizliktir. O vakit âleme karışık
ruhânî iner. O İkizler burcunun 21,3/7 derecesinden 4,2/7 derecesine kadardır.
Ay ona uğradığında zehir büyülerini ve karışımlarını yap. O zaman bütün
tılsımları yap ve ruhlarla ilgilen, davete icabet etme, meslekle uğraşma, ekme,
dikme, evlenme. Bütün bunlar sonucu beğenilmeyen şeylerdendir. Kralların
huzuruna çık, onların işleri için koştur, ileri gelenlerle ve kardeşlerle
ilişki kur, köle al ve hoşuna giden iyi elbiseler giy, yolculuk yap. Bütün
bunlar, sonucu güzel ruhâniyeti açık ve akıbeti iyi şeylerdir. O gün doğan
kimse erkek ise insanlar arasında çok eziyet edilerek yerilir, sevilmez,
yaşantısı çirkin, kötü ve katildir. Eğer kız doğmuş ise az konuşan, sâliha
(iyi), erkeklerden yana şanslı ve namuslu bir kadın olur.
Hen’a:
(İkizler
burcu tarafındadır. O ayın menziline geldiği saf görünen beş yıldızdır.)
Yumuşak ve rüzgârlı ve şanstır. İkizler burcunun 4,70 derecesinden 17,1/7
derecesinin tamamına kadardır. O gün buhur tütsüle. Zehirlerin büyüsünü çöz,
tılsımları yap, mesleği icra et, davete çağır, kralların huzuruna çık, onların
ihtiyaçları için çalış, kardeşlerle ilişki kur, işlere başla, evlen, köle satın
al, ek, biç, dik ve ürününü topla ve yolculuk yap. Bunlar sonu iyi şeylerdir,
ruhâniyete açık, arınma ve bereketi kalıcı işlerdir. Dedi ki; o gün doğan kimse
eğer erkek ise güzel yaşantıh ve insanlar arasında sevimlidir. Eğer kız ise
insanlar nezdinde şanslı, beğenilen, iffetli ve namuslu biri olur.
Zer’a:
(Ayın
menzillerindendir. Ay oraya ayın yedinci gecesinde iner. O kuzey ve güney
arasında iki yıldızdır. O aslan burcunun koludur.) Rüzgârlı, yumuşak tabiatlı
ve şanstır. O, ikizler burcunun 17,1/7 derecesinden sonuna kadardır. Ay ona
uğradığında şehvet ve muhabbet büyülerini yap, onları buhurla tütsüle, o gün
işlerine başla davet et bütün ruhânî varlıklar ile ilgilen, mesleğini icra et,
görüşme girişiminde bulun, tılsım da yap, kralların huzuruna çık ve onların
ihtiyaçlarını yerine getirmek için çalış, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki
kur, ek, biç, dik, evlen, köle ve binek hayvanı satın al, hoşuna giden
elbiseleri giy, yolculuğa çık. Bunları sonu güzel ruhâniyete açık ve arınma ve
bereket açısından akıbeti iyi şeylerdir. Bu günde doğan kimse ister erkek ister
kız olsun, mutlu, iyi, yaşantısı ve idaresi güzel biri olur. Kim bu ayda
parmağına bu yıldızların şeklinde bir yüzük takınırsa sevdiği ve istediği şeyi
görür.
Nesra:
( İki
yıldız olup bakan kimse aralarında bir parmak kadar boşluk görür. Onda bulut
parçası gibi kirli bir beyazlık vardır, O ayın uğradığı aslan burnudur.) O,
şans, yumuşak ve talihsizlikle karışıktır. O yengeç burcunun başlangıcından
12,6/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında özellikle zehir, ilişki kesme
ve düşmanlık büyüsünü yap, tılsım yap, davet et, mesleğini icra etme,
ruhânîlerle ilgilenme, yeni elbise giyme. Elbise giyen kimsenin ateşle
yanmasından korkulur. O vakit yolculuk yap, kralların huzuruna çık, onların
ihtiyaçlarını gidermek için çalış, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki kur,
ek, biç, ama ürününü toplama, evlenme, köle, binek veya ticari mal satın alma,
o gün doğan kimse eğer erkek ise talihsiz, rızkı dardır. Eğer kız ise kötü
yaşantıh, erkekler nezdinde şanslı ve insanlar arasında beğenilen kimse olur.
Tarfe:
(Bir
yıldızdır ve onunla iki taraf kast edilir. Bu ikisi karşı karşıya duran iki
yıldızdır. Onlar aslanın iki gözüdür ve kendilerine Ay uğrar. Çünkü bu ikisi
ayın uğradığı aslanın iki gözüdür.) O, yengeç burcunun 12,6/7 derecelerinden
25,5/7 derecelerindedir. Sıvı, talihsiz ve yumuşaktır. Ay oraya uğradığında
özellikle ilişki kesme, düşmanlık ve şehvet bağlama büyüsü yap. O günde tılsım
yapma, mesleğini icra etme, ruhânîleri çağırma, asla hiçbir kimseyle ilgilenme.
Kim o gün yeni bir elbise giyerse bedeninde bir yaranın çıkmasından korkulur. O
gün kralların huzuruna çıkma, ileri gelenler ve kardeşlerle ilişki kurma,
evlenme, köle ve binek hayvanı satın alma. Bunları yapan kimsenin sonu iyi
olmaz, hasret ve pişmanlık getirir. Ekme, ürünü biçme ve toplama, düşmanlar o
gün eken ve toplayan kimsenin ürününü gasp ederler. O gün yolculuk yapma,
savaş. O gün düşmanıyla savaşa kalkışan ve onlara karışan zafere ulaşır. O gün
doğan kimse ister erkek ister kız olsun, talihsiz, kötü, ahlaksız ve kötü
yaşantıh ve insanlar tarafından yerilen bir kimse olur.
Cebhe:
(Ayın
menzillerindendir. Ona aslan burcunun alm da denir. O ayın 10. gecede
menzilinde olduğu dört yıldızdır.) Sıvı, sıcakla karışık, yarı şanslı bir kimsedir.
Yengeç burcunun 25,5/7 derecesinden aslan burcunun 8,4/7 derecesine kadardır. O
gün (karı kocayı) ayırma büyüsü yap, özellikle şehvet ve zehir bağını çöz,
tılsım yap, mesleğini icra etme, ruhânî varlıkları çağırma, ruhlarla ve
diğerleri ile ilgilenme, kralların huzuruna çık, onların ihtiyaçlarını gidermek
için çalış, ileri gelenlerle ve kardeşlerle ilişki kur, ek biç, fakat ürününü
toplama. Kim ürününü toplarsa hırsızlar onu veya parasını çalar. O gün evlen, o
sonu güzel bir gündür. O gün köle ve binek hayvanı satın al, yolculuğa çık,
savaşa başla. O zaman zafer ve esenlik vardır. Dedi ki; o gün doğan kişi erkek
ise kurnaz, hilekar ve düzenbaz olur. Eğer kız ise erkekler nezdinde şanslı,
şehvete düşkün, erkeklere hırslı olur.
Zübra:
(Ayın
menzillerindendir. Aslanın iki omzunda iki parlak yıldızdır. Ay oraya 12.
uğrar.) Ateşli, kuru ve şanstır. Aslan burcunun 8,4/7 derecesinden 21,3/7
derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında özellikle kralların ileri gelenlerin
gönlünü kazanma büyüsü yap. O gün tılsım yap, mesleğini icra et, davet et,
ruhlarla ilgilen, kralların huzuruna çık ve onların işlerinde çalış, kardeşler
ve ileri gelenlerle ilişki kur, ek, biç, ürününü topla, evlen, köle ve binek
hayvanı satın al, sevdiğin yeni elbiseleri giy, yolculuğa çık, savaş yap,
bütün işlere başla. Bunlar sonu güzel, ruhâniyete açık, sonucu iyi, arınma ve
bereketi tam olan işlerdir. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, çok
mutlu, namuslu, iyi, ebeveyni ve ailesi içinde uğurlu ve insanlar arasında
övülen kimse olur.
Sarfe:
(Ay’ın
menzillerindendir. Ay oraya 12. gecede iner. O, Zübra tarafında aslan kalbi
denilen parlak bir yıldızdır.) Ateş ve toprak karışımı bir cevherdir. Şansla
karışık bir şanssızlıktır. Aslan burcunun 21,3/7 derecesinden Başak burcunun 4
derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme ve ayırma
büyüsü yap, buhur ile tütsüle, tılsım yap, mesleğini icra etme, davette
bulunma, ruhânî ruhlarla ilgilenme, ekme, ürününü toplama, işlere başlama,
kralların huzuruna çıkma, onların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışma,
onlarla, ileri gelenlerle, kardeşlerle ilişki kurma. Evlenme, binek hayvanı ve
köle satın alma. Bunlar sonu iyi olmayan, ruhâniyete kapalı ve akıbetinden
korkulan işlerdir. O gün yeni elbise giyme. Kim yeni elbise giyerse sultan onu
döver. O gün düşmanların arasına gir, savaş, yolculuğa çık. O gün zafer ve
esenlik vardır. O gün doğan kimse eğer erkek ise kötü ruhlu, kurnaz ve halk
nezdinde makbul olur. Eğer kız ise tiksindirici, arsız, ve insanlar nezdinde
yerilen biri olur.
Avva:
(Ayın
menzillerinden biridir, beş ya da dört yıldızdan oluşur. O sanki bin
yazısı gibidir. Ona aslan kalçası denir. Soğuktan sonra doğduğu söylenmiş olup
soğuk savan diye adlandırılmıştır.) Topraklı, kuru, şans ve talihsizliğe
meyillidir. O, başak burcunun dört derecesinden 17,7 derecesine kadardır. Ay
onun menziline girdiğinde kadınlara yönelik muhabbet ve sevgi büyüleri yap.
İleri gelenler, kardeşler ve başkalarıyla buluş, tılsım yap, davette bulun,
ruhânîlerle ilgilen, ek, biç, ama ürününü toplama. Çünkü o gün kim ürününü
toplarsa sultan ona zarar vermek suretiyle taşkınlık yapar. O gün sanatını icra
etme, savaşma, düşmanlarla iç içe olma, kralların huzuruna çık, onların
işlerini yapmak için çalış, yeni elbise giy, köle satın al ve yolculuk yap. O
gün doğan kimse erkekse ailesine ve anne babasına karşı kötü, rızkı dar, serkeş
ve insanların kin beslediği birisi olur. Eğer kız ise erkekler tarafından
sevilen, şanslı, iffetli ve güzel huylu birisi olur.
Semmak:
(Başakçı
yıldızı ve Arkturus adında iki balıktır. Onlar iki parlak yıldız veya aslanın iki
ayağıdır.) Topraklı, kuru ve talihsizliktir. O, başak burcunun 17,1/7
derecesinden sonuna kadardır. O vakit âlemin sonuna inilir. Ruhânî ve
şanssızlıktır. Ay oraya uğradığında iki kişi arasında düşmanlık, tefrika ve
öldürücü zehir büyüleri ile zarar ve eziyet veren her şeyi yap. O gün tılsım
yapma, mesleğini icra etme, işlere başlama, ekip biçme, bina yapma, ürününü
toplama, kralların huzuruna çıkma kardeşler ve ileri gelenler ile görüşme,
evlenme, köle ve binek hayvanı satın alma. O gün tıraş olma, banyo yapma ve kıl
aldırma dışındaki işlerden kaçın ve yolculuk yapma. O gün doğan kimse ister kız
ister erkek olsun, uğursuz, rızkı dar, ahlaksız, gidişatı berbat ve yerilen
biri olur.
Gafr:
(Ay’ın
kendisinin menziline girdiği üç yıldızdır. Terazi burcundandır.) O, terazi
burcunun başından 12,6/7 derecesine kadardır. O rüzgârlıdır ve şanstır. Ay
oraya uğradığında sevgi, muhabbet ve duygu büyüleri yap, esiri sal, öldürücü
zehir sihrinin bağını çöz. O gün çalış, davet et, ruhânîlerle ilgilen, yolculuk
et, kralların huzuruna çık, kardeşler ve ileri gelenler ile görüş, evlen, köle
ve binek satın al. O gün ek, biç, mahsulünü topla, sevdiğin yeni elbiseleri
giyin, tüm işlerine başla. O gün doğan kimse, ister kız ister erkek olsun,
şanslı, mutlu ve anne babasına karşı saygılı, sevilen, salih ve edepli biri
olur.
Zübanî:
(Akrep
burcunun iki boynuzundaki iki parlak yıldızdır.) Rüzgârlı ve şanstır,
talihsizliğe meyillidir. O, terazi burcunun 12, 6/7 derecesinden 25, 5/7 derecesine
kadardır. Ay oraya uğradığında şehvet bağlama ve çözme büyüleri yap, öldürücü
zehir büyüsünü çöz, tılsım yap, davet et, ruhânîlerle ilgilenme, mesleğini icra
etme, ek, biç ama mahsulünü toplama. O gün kim mahsulünü toplarsa o kısa süre
içinde yok olup gider. O gün yolculuk yapma, kralların huzuruna çık, onlarla
irtibat kur ve yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyen kimseye yerdeki bir
canlıdan ona sara hastalığı ya da bir rahatsızlık bulaşır. O gün evlen, binek
hayvanı ve köle satın al, savaş işlerini yürüt ve düşmanın içine gir. Doğan çocuk
erkek ise mutlu, sevimli, ibadet eden ve itaatkâr birisi olur. Eğer kız ise
anne babasına asi, çirkef, günahkâr ve kötü gidişath birisi olur.
İklil:
(Ay’ın
bir menzilidir. Sırah dört yıldızdır.) Ateşle karışık ve rüzgârlıdır. O, terazi
burcunun 25,5/7 derecesinden Akrep burcunun 8,4/7 derecesinde kadardır. Ay
oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, iki kişiyi ayırma ve öldürücü zehir
büyüleri yap. Bunlardan her biri ilişkileri koparmaya ve zarar vermeye neden
olur. O gün mesleğini icra etme, tılsım yapma, ruhânîlerle ilgilenme, krallar,
kardeşler ve ileri gelenlerle birlikte olma, ekme, biçme, mahsulünü toplama,
yolculuk yapma, yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyen kimsenin yırtıcı
hayvanların saldırısına uğramasından korkulur. O gün evlenme, köle ve binek
satın alma, geçim ve ticaretle ilgili hiçbir işe başlama, savaşma. O gün doğan
kimse ister kız ister olsun, namuslu, sevimsiz, bozuk, çocuksuz ve mahrum biri
olur.
Kalp:
(Akrebin
kalbidir. Ayın menzillerinden biridir. Onun iki yanında iki yıldız vardır.
Parlak bir yıldızdır.) Sulu ve şanstır. O, akrep burcunun 8,4/7 derecesinden
21,3/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında muhabbet ve kalpleri sevgiyle
birleştirme büyüleri yap, esiri özgürlüğüne kavuştur, öldürücü zehir düğümünü
çöz, sanatını icra et, tılsım yap, davet et, ek, biç ve ürününü topla, bütün
işlerine başla, evlen, binek ve köle satın al, yeni elbise giyin. İşte bütün bu
işler sonuç olarak iyi ve övülen, akıbeti iyi, ruhâniyete açık, sonu güzel,
bereketli ve arı duru işlerdendir. O gün doğan çocuk ister kız ister erkek
olsun, mutlu, mübarek, iyi, sevilen, işi ve gidişi güzel olan ve namuslu bir
kimse olur.
Şevle:
(Ay’ın
uğradığı iki parlak yıldızdır. Ona akrep hummesi denir.) Ateşle karışık sulu,
talihsizlikle karışık şanstır. O, akrep burcunun 21,4/7 derecesinden yay
burcunun 4,1/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında şehvet ve öldürücü
zehir düğümü büyüleri yap, tılsım yap, mesleğini icra etme, davet et,
ruhânîlerle ilgilenme, yolculuğa çıkma, ek fakat mahsulünü toplama. Kim mahsulünü
toplarsa düşmanlar ve hırsızlar onu gasp eder. O gün kralların huzuruna çıkma
ve onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışma. Kardeşler ve ileri gelenler ile
görüş, evlenme, köle satın alma, yeni elbise giyme. Yeni elbise giyinen kimse
bitkin düşüren ateşli bir hastalığa tutulur. Hiçbir işe başlama. O gün doğan
kimse ister erkek ister kız olsun, anne babasına ve ailesine karşı saygısız,
onlara öfke duyan, insanlar tarafından yerilen, yaşantısı kötü ve namussuz biri
olur.
Neâim:
(Şekli
deve kuşu benzeyen bir Ay menzilidir. O adeta eğri bir yatak gibi sekiz
yıldızdan oluşur.) Ateşli şanstır. O, yay burcunun 4,2/7 derecesinden 17,1/7
derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında muhabbet ve sevgi bağları büyüsü yap,
esiri özgürlüğüne kavuştur, öldürücü zehirli düğümü çöz, tılsım yap, mesleğini
icra et, davet et, ruhânîlerle bağ kur, bütün işlerine başla, krallar ve ileri
gelenler ile görüş, yolculuğa çık, ek, mahsulü topla, evlen, köle ve binek
satın al. O gün savaş; çünkü o gün hem zafer hem selamet vardır. Yeni
elbiselerini giy. İşte bütün bunlar sonucu övülen, akıbeti güzel, ruhâniyete
açık, saflık ve bereket getiren şeylerdir. O gün doğan kimse ister erkek ister
kız olsun, mutlu, iyi, yaşantısı güzel ve namuslu olur.
Belde:
(Neaim
Sa’dü’z-zabih arasında yer alan ve Ay’ın uğradığı yıldızsız bir gök
parçasıdır). Ateşli ve şanssızlıktır. O, yay burcunun 17,2/7 derecesinden
başlar. Ay oraya uğradığında ilişkileri koparma, düşmanlık, iki kişi arasına
ayrılık sokma, öldürücü zehirler ve zarara, fesada neden olan her işle ilgili
büyüleri yap. O gün bunun dışında tılsım yapma. O günde mesleğini icra etme,
davet etme, ruhânîlerle bağ kurma, ekme, biçme, dikme, ölçme, yolculuk yapma,
krallar, ileri gelenler ve kardeşler ile yakınlık kurma, evlenme, binek ve köle
satın alma, yeni elbise giyme. O gün kim yeni elbise giyerse üzerinde sirayet
eden öldürücü bir yara çıkar. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun,
talihsiz, uğursuz ve anne veya babasını kaybeden biri olur. Ayrıca onun
terbiyesi eğitimi de kötü olur. Yine o eğitimi berbat, ahlaksız ve kötü
yaşantıh biri olur.
Sa'dü’z-zâbih:
(Kurbanı
kesen kişinin mutluluğu ve şansı anlamına gelir. Kuzeyden güneye dikey olarak
yükselen iki yıldızdır. Kuzey taraftaki diğerine bitişen küçük yıldıza zabih
denir. Araplar bu iki yıldızı Sa’dü'z-zabih olarak isimlendirmişlerdi. Çünkü
onu kurban ettikleri bir koyuna benzettiler. O Ay’ın uğradığı dört şanslı menzilden
biridir.) Topraklı ve talihsizliğe benzer. O, oğlak burcunun başından 12,6/7
derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında tılsımlar ve şehvet bağlama, öldürücü
zehir ve zarara sebep olan her türlü ilgi büyüleri yap, mesleğini icra etme,
davette bulunma, ruhânîlerle görüşme, krallar ve ileri gelenlerle görüşme ama
kardeşlerle görüş, ek ama ürününü toplama. O gün toplayanın ürünü elinden çıkıp
gider. O gün yolculuğa çıkma, yeni elbise giyme; çünkü o gün yeni elbise giyen
kimse düşmanı tarafından yaralanır. O gün ister erkek ister kız doğsun; erkek
ise kısmetli, konuşkan, yaşantısı güzel ve çalışması iyi biri; kız ise
erkeklerden yana şanslı, onlara düşkün, şehvetleri tahrik eden, namussuz ve
ahlaksız biri olur.
Sa‘dü
bula1: (Ay’ın menzillerindendir. Onlar
mecrasında birbirine eşit iki yıldızdır. Biri az ışıklı diğeri ise parlaktır.
Biri diğerini yutuyor gibi göründüğü için bu ismi almıştır. Doğuş zamanı
gecedir.) Topraklı ve talihsizliğe meyillidir. O, oğlak burcunun 12,6/7
derecesinden 25,5/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında ilişki kesme,
düşmanlık ve öldürücü zehir büyüleri yap, şehvetleri bağla ve serbest bırak,
tılsım yap, mesleğini icra etme, ruhlarla ilişki kurma, yolculuk yap,
kralların, ileri gelenlerin ve kardeşlerin huzuruna çık, ek, ürününü topla;
evlenme, köle ve binek hayvanı satın alma ve hoşuna giden yeni elbiselerini
giyin. O gün doğan kimse erkek ise kısmeti sınırlı, uğursuz, bozuk, arsız,
günahkâr, davranış ve yaşantısı kötü biri olur. Kız ise şanslı, iffetli,
saygın, şerefli, namuslu, yaşantısı güzel ve erkeklerden yana kısmetli biri
olur.
Sa‘dü’s-suûd:
Rüzgâr
ve toprak karışımlıdır, şanstır. O, oğlak burcunun 25,5/7 derecesinden
kova burcunun 8,4/7 derecesine kadardır. Ay oraya uğradığında muhabbet,
kalplerin birbirine sevgiyle bağlanması, esiri serbest bırakma büyüleri yap,
onları ve öldürücü zehir düğümlerini çöz. O gün tılsım yap, tüm işlerine başla,
davet et, ruhânîlerle bağ kur, krallar, ileri gelenler ve kardeşlerin huzuruna
çık, ek, mahsulünü topla, yeni elbiselerini giy, yolculuk et, evlen, köle ve
binek satın al. O gün doğan kimse ister erkek ister kız olsun, mutlu, şanslı,
namuslu, sevimli, yaşantısı ve çalışması güzel biri olur.
Sa‘dü’l-ahbiye:
Talihsizliktir
ve rüzgârlıdır. O, kova burcunun 8,4/7 derecesinden 21,3/7 derecesine
kadardır. Ay oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, iki kişiyi birbirinden
ayırma, öldüren zehirler, zarar ve fesada neden olan her türlü ilişkinin
büyülerini yap. O gün ekme, mahsulünü toplama, tılsım yapma, davet etme, kimseyle
ilgilenme, yolculuğa çıkma, krallar, ileri gelenler ve kardeşlerle iç içe olma,
sanatını icra etme, yeni elbise giyme. O gün yeni elbise giyenin elbisesi
çalınır. Evlenme, köle ve binek satın alma. O gün doğan kimse ister erkek ister
kız olsun, uğursuz ve talihsiz olur, babasını kaybeder, edepsiz olur, onu en
uzak kişiler yetiştirir, günahkâr, pis ve yaşantısı kötü biri olur.
Mukaddimu’d-delvi
(Kovanın başı): O, kova burcunun 21,3/7 derecesinden
balık burcunun 4,2/7 derecesine kadardır. O şanstır, rüzgârlıdır. Dedi ki; Ay
oraya uğradığında düşmanlık, ilişki kesme, şehvet bağlama ve öldürücü zehir
büyüleri ve tılsım yap, mesleğini icra etme, davet etme, şehvet düğümünü çöz,
ruhânîlerle ilişki kur, kralların ve ileri gelenlerin huzuruna çık, sevdiğin
yeni elbiseleri giyin, ek ama mahsulünü toplama. O gün kim mahsûl toplarsa,
sultan onu ağır vergiyle cezalandırır ve böylece ürünü veya parası yok olur. O
gün doğan kimse erkek ise uğursuz, kısmetsiz, bozuk, ahlâksız, pis karakterli,
kötü gidişath ve insanlar tarafından yerilen biri olur. Kız ise talihli, mutlu,
sevimli, namuslu ve erkeklerden yana şanslı olur.
Muahhiru’d-delvi
(Kovanın sonu): Sulu ve talihsizlikle karışık şanstır.
O, balık burcunun 4,2/7 derecesinden 17,1/7 derecesine kadardır. Dedi ki; Ay,
son kısım olan muahhiru’d-delvi menziline uğradığında düşmanlık, ilişkileri
koparma, şehvet bağlama ve öldürücü zehir büyüleri yap. O gün tılsım yap,
sanatını icra etme, davet etme, ruhânîler ile ilişki kur, kralların ve ileri
gelenlerin huzuruna çık, savaş yap, yolculuk et, ek ama ürününü toplama. O gün
kim ürün toplarsa ona sultanın zararı dokunur emeği boşa gider. Dedi ki: O gün
doğan kimse eğer erkek ise uğursuz, rızkı dar, bozuk, ahlaksız, kötü yaşantıh,
pis karakterli ve insanlar tarafından yerilen biri olur. Eğer kız ise şanslı,
mutlu, sevilen ve erkekler nezdinde şanslı biri olur.
Batn-ı
hût (balığın karnı): O, balık burcunun, 17,1/7
derecesinden sonuna kadardır. O, sulu ve şanstır. Ay oraya uğradığında
muhabbet, kalpleri sevgi ile birleştirme, esiri özgürlüğüne kavuşturma ve
öldürücü zehir düğümünü çözme büyüleri yap. O gün tılsım yap, mesleğini icra
et, davet et, ruhânîler ile ilişki kur, ek, biç, ürününü topla, yolculuk et,
krallar ve ileri gelenlerle görüş, evlen, köle ve binek satın al, işlere başla.
Bunlar sonu güzel, bereketli ve ruhâniyete açık şeylerdir. O gün doğan kimse
ister kız ister erkek olsun, mutlu, şanslı, temiz, övülen ve güzel yaşantıh
biri olur.
Kardeşim!
Sen bu felekî sırları, Hermetik[153]
yönetimleri ve İdrisî haberleri gerçekleştir. Onları kendin, kardeşlerin,
dinin ve dünyanın maslahatları için icra et. Onunla arkadaşlarına yakınlık
sağla. Onları anlayışının inceliği ve basiretinin açıklığı sayesinde düzenler
ve böylece iyilerin makamlarına ulaşabilirsin.
Hermes
dedi ki; bunlar, Ay’ın ruhânîlerinin bilge kişinin Kitabu'l-Mahzûnda (saklı
kitap) anlattığı bu işlerle döndüğü vakitlerdir. Aynı şekilde sordu: Büyü ve
tılsım yapmak için gece ve gündüzün hangi saatleri daha çok hoşuna gider? Dedi
ki; büyü yapmak için en çok hoşlandığım saatler, şafağın kaybolmasından güneşin
doğmasına kadar geçen vakitlerdir. Çünkü bu saatler ruhânîlerin ortalığı
kapladığı sakin saatlerdir. Ruhânîler güneşin doğması, ışıklarını yayması ve
yerdeki ruhânîlerin ve hareketlerinin dağılıp saçılmasıyla beraber gizlenip
saklanır ve sır olur. Güneş battığı, ışığı ve parıltısı kaybolduğu zaman
ruhânîler hareketleri ile yayılır ve onların faaliyetleri içine nüfuz ederler.
Hermes
dedi ki; Kitabu’l-Mahzûnda, büyülerin esrarı hakkında, yapan kişinin
yaptığı en iyi işin insanların gözlerinden, görüşlerinden, güneşin doğuşundan
ve ışıklarından gizleyerek yaptığı şey olduğunu fark ettim. Çünkü insanların
gözleri, onların ruhânîlerini çeker, büyü ruhlarının oraya girmesini engeller
ve Güneş’in ışıkları büyüyü geçersiz kılar, girme ve tamamlanma ruhâniyetini
uzaklaştırır.
Dedi
ki: Muhabbet, sevgi, ilişki kesme, şehvet bağlama ve çözme büyülerini Ay
menzillerinden bölünmüş, gece ve gündüzlere ait bir gecede yapman gerektiğini
bil. Tılsım, sanat, davet, ruhânîlerle ilişki kurma, zehir karıştırma, onları
bağlama ve çözme, ruhânî çiftlerle görüşme işlerini ister gece ister gündüz
yap. Bütün bu işlerde, parlak gözlere ve eziyet veren tasalara karşı uyanık ol.
Çünkü bu ikisi en küçük ve en büyük âlemin ruhâniyetini bozar, sınırlarını
ortadan kaldırır ve arazlarını değiştirir.
Dedi
ki; Kitabu’l-Mahzûnda, en büyük ve en küçükte anlatılan işlerden ona bakan
gözler dışında hiçbir şeyin bozukluğa şu üç şeyden daha yakın olmadığını gördüm.
Bu yüzden bilgeler bu üç şeyi gizlemeyi, sır olarak tutmayı ve ruhâniyete yeni
alışık, azimli, tam karakterli, arkadaşlığı güven veren, ilimlerin
artırılmasına yardım eden bir öğrenci dışında tüm insanlardan saklamayı
emrettiler.
Biz
bu safhada, üzerinde durman ve sihir duygusu altında kalman için, Ay’ın
menzilleri ve on iki burç dairesine geldik. Burası, 28 menzilin şekillendiği,
her menzilde Kıptî ve Rum aylarının ortaya çıktığı, Güneşin girdiği, gece ve
gündüzün uzadığı ve Güneşin girmesiyle gecelerin kısaldığı konumdur. Ey
kardeşim! Allah seni ve bizi kendinden bir ruh ile desteklesin! Ben senin
define gömme, kuyu kazma, nehir, bina, gemi, ev, evlendirme, kralların huzuruna
çıkma, ziraat, ağaç dikme, akar satın alma ve bunlarla sonuçlanan diğer işler
hariç, şeriatın vacip ve gerekli kılmadığı işleri yapmaktan Allah’a sığınmanı
isterim. Allah kardeşlerimizi -Allah kendilerini desteklesinbunlar dışındaki
işleri yapmaktan korumuştur. Bununla şefkat, bağlılık ve irtibat gibi işleri
kastediyorum. Bunu kardeşlerimize onu yapan kimselerin -ilimleri kuşatıcı
olacak şekildeçalışma şeklini bilmen ve bilgelerin insanların ihtiyaç duyduğu
din ve dünya işlerinden geri kalmadıklarını öğretmek için açıkladık. Ancak
onlar konuştular, iş yaptılar ve avam insanların hayret ettiği özel işler
sergilediler. Ayrıca onların Yüce Allah’ın şöyle buyurduğu gibi hiçbir şeyi boş
yere var etmediğini bilmeleri için [açıkladık]: “Biz gökleri, yeri ve ikisi
arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık, biz ancak gerçek olarak yaratırız”'1'1
Ey
kardeş! Bu hikmet ve sanatı düşündüğünde, bu sırra vakıf olduğunda, akılları
büyüleyen bu sihrin hakikatini kavradığında, şeyleri hakikatleriyle bildiğinde,
hangi insana nasıl büyü yapacağını öğrendiğinde, gafillere gizli kalan İlahî
işler senin için açık olduğunda, gaflet ve cehalet uykusundan uyan ve dünya ve
ahirette acil yararı ve ulaşan hayrı elde etmek için etkileyebildiğin gafilleri
de uyandır. Ey nazik ve merhametli kardeş! Allah seni seçilmiş iyilerin
makamlarına ulaştırsın ve seni, bizi ve tüm müminleri kendinden bir ruh ve
rahmetle desteklesin! Amin!
“İstitâs”
kitabının
yazarının belirttiği bu dairelerin sayısı 28 menzil olup biz onları onun bir
benzeri olan risâlede anlattık. Ayrıca biz, kastedilen şeylere yardımcı olan
bazı büyülerden bahsetmek istiyoruz. Biz bunları Hermes’in hikmetle üçlenen
kitabında bulamadık. O, Ay’ın taksim ve seyrinden sonra şöyle dedi: Yedi
yıldız, ruhâniyetleri ve 12 doğandaki seyri ile çeşitli yönetimlere ayrıldı.
Birinci kısmın iptal edilmediğini ve eksilmediğini, onun birinci kısımdaki asıl
olduğunu söyledi. Ancak bu yedi ruhânî, bölümlemeyle 12 kısma ayrıldı,
ruhâniyetleri onlara üstün
44.
Enbiyâ. 21/16.
geldi;
onları dakikalar, saniyeler, altılama, dörtleme, üçleme, karşılama ve bitişme
şeklinde ayırdı. Onları özellikle doğanlardaki (mevâlid) yönetimine ve
Ay menzilleri ve yolundaki bu eksik bölümlemeye ait ömür meyvelerine kattı.
Bundan dolayı Ay ikinci şanstır ve onun yolu yıldızların Ay menzillerindeki en
hızlı yoludur ve hızlı hareketiyle bütün yıldızların ruhâniyetine ulaşmada en
kudretlisidir.
O
aynı şeklide kitabında şunu da zikretti: Bu bölümleme bilgisine ihtiyaç duymayan
hiçbir bilge yoktur. Çünkü o, iş ve sanat icrasıyla ilgili esastır. Dedi ki:
Aynı şekilde ben küçük âlemden ve hareket eden hayvandan bu ruhânî organları
almakla gizli ilimlerin sırlarını buldum. O dedi ki; kan, akıcı olduğunda
hacamat(kan aldırma), yarma ve cerrahi yöntemleri ile en küçük âlemden alınır.
Baş ve duyudan alınması şanstır. Fakat hareketli hayvan kanının ancak
boğazlanırken boynundan alınması caizdir. Çünkü en küçük âlem cevherinin
bileşiminde yetkin tabiatlı ve 12 parçadaki yedi organda tam ruhâniyetlidir.
Diğer hareketli hayvanlar cevherde eksik bileşimlidir. Nefes, hayat bağı ve
ruhâniyeti kanallarındaki boyun kanından başkası caiz değildir. Bu sebeple,
kanı en küçük âlemden aldığın zaman, eğer onu yaş olarak kullanmak istersen,
onu bir şişeye yerleştir, sonra onu sıcak bir güneşe veya sütunlu duvarda
içinde ateş yanan bir eve as. Şişenin ağzını pamukla tıka. Cevheri durulup suyu
yükselene kadar onu bir gün boyunca o halde bırak. Güneşin yakıcı sıcağının ve
evde yanan ateşin hararetinin etkisiyle, onun tabiatı orada filizlenip çıkacaktır.
Bu bir gün veya gecenin tam 12 saati boyunca tamamlandığında onu kaldır,
yükselen suyu onun başına dök ve sakinleşen kısmını al. Onu yaş olarak
kullanmak istersen kullan. Onu kurutmak istersen gümüş bir kaba dök ve güneşe
koy. Sonra onu havadaki tozlardan meydana gelen bir örtüyle sıkıca kapat, gece
yumuşak ve sıcak bir yere koy ve daima bu şekilde uygula. Böylece soğur ve
katılaşır. Sonra onu kurut ve ihtiyaç duyuluncaya kadar ince bir şişede
muhafaza et.
Hareketli
hayvanların kanma böyle bir işlem yapmaya ihtiyaç duymazsın. Çünkü hareketli
hayvanın tabiatı tam ve yetkin değildir. Onun güneşte tutulmasına ve üste çıkan
suyunun tabiat cevherinin bozulmasından arındırılmasına gerek duyulmaz. Eğer
onu yaş kullanmak istersen bir bardağın içine koy ve sakinleşinceye kadar bir
saat beklet. Sonra onu kurut ve kullan. Eğer onu kuru olarak kullanmak istersen
ilk durumda gibi güneşte kurut. Sonra onu şişelere koy ve kullan. Fakat aldığın
boyun damarı kanı ilk damladan itibaren ihtiyacını alıncaya kadar akar. Sonra
onu yere dökülmeyecek şekilde bir şişe ve leğene koy.
Beyin:
En
küçük âlemden ve hareketli hayvandan beynini çıkarıp al. Beyni çevreleyen
“sinta” adlı ince deriyi, kafatasını, ona yapışık damarları ve “adida” adlı muhayyel
kurtçuğu at. Çünkü nefis bütün bunlardan acı çeker. Eğer onu yaş kullanmak
istersen kullan. Eğer kurutmak istersen onu bir şişeye yerleştir, kuruyuncaya
kadar örtülü soğuk bir yerde gölgeye koy, ihtiyaç duyuluncaya kadar temiz bir
şişede muhafaza et.
İlik/muhh:
Onu
kemiklerden ayırıp şişeye koyarsın. Eğer onu yaş kullanmak istersen kullan.
Kurutmak istersen onu kurumak üzere bir şişeye yay ve kapalı soğuk bir yerde
gölgeye koy ve istediğin zaman kullan.
Safra:
Eğer
onu yaş kullanmak istersen bir şişeye koy ve kullan. Kurutmak istersen
kuruyana kadar güneşin altına as ve kaldır. Eğer onu kullanmak istersen koy ve
safrayı o oyuğundan çıkar, onu kaplayan deriyi soyup at ve onu istediğin gibi
kullan.
İçyağı:
Böbreğin
yağını damarlarından ayırarak çıkar, bir tencerede erit, sonra eriyiği soğuması
ve iğrenç kokusunun gitmesi için su dolu bir şerbetin içine koy, sonra bir
şişeye kaldır ve istediğin zaman kullan.
İnfeha(ŞirdenZmaya)[154]: Onu
al ve kuruyana kadar gölgeye as. Onu yaş kullanma. Et, karaciğer, akciğer ve
diğer su hayvanlardan elde edilen şeyler de böyledir. Bunu ve tanıtılan diğer
şeyleri al. Ondan hiç kimseye yedirme. Eğer ondan bir parça almak istersen
derisini kurumadan önce at ve kalanını kullan.
Hermes
Kitabında dedi ki: Eğer sen yemekte bu karışımlardan birini bir kimseye yedirmek
istersen, bir tek insanın yiyeceği kadar yemek hazırla. Bunu onunla karıp
karıştır. Bu yiyecek, yapacağın bir tatlı, elinle kızartacağın bir et ya da içi
doldurulmuş yuvarlak ekmekler olabilir. Sonra ister et, ister yuvarlak ekmek
olsun, bu karışımı ateşte sıcak olarak eritinceye kadar o yiyeceğin üstüne
sürüp kapla. Eğer tatlı ise işlemi tamamlamadan önce, olgunlaşamaya
yaklaştığında ise ateşten kaldırmadan önce onunla karıştır. Ondan hakkında
sevgi, düşmanlık, zehir, şehvet ve boşama düğümü ve zehir çözme gibi diğer
ilişki büyüleri yapılan kimseden başkası İşlerin hepsini böyle yap.
Hermes
Kitabında dedi ki: Büyü yapan kişinin vehmini toplaması, azim ve niyetini
yaptığı işe hiçbir şaibe karışmayacak şekilde düzgün tutması gerekir. Çünkü bu
ruhâniyet onun niyet ve himmetinin doğruluğu sayesinde nüfuz eder ve güçlenir.
Eğer kapısından içeri şek şüphe girerse ruhânîler zayıflar, etkili olmaz ve nüfuz
edemez. Sevgi, şefkat ve muhabbet büyüsünü karıştırmak istersen onu azim ve
vehminin doğruluğuyla tedavi ederek de ki: “Bu, filanca oğlu falancanın
tabiatında bulunan sevginin, muhabbet ve şefkatle kaynaştırılmasıdır. Onun
sevgi kalbinde, bu karışımların ruhâniyetinin tabiatında ve gücünde duran
ruhâniyetini filan kadının oğlu falancaya doğru hareket ettirirsin. Onu sevgi
ve muhabbetle güçlü, sarsılmaz ve şiddetli bir şekilde ateşin hareket ve gücü,
rüzgârın yükseliş ve inişi gibi hareket ettirirsin.” Bunu o işi bitirinceye
kadar söylemeye devam edersin. İşi bitirince onu bakan gözlerden, güneşin
parlaklığı ve ışıklarından, insanların elleriyle dokunmasından ve koklamasından
ırak tut. Eğer onu kendi elinle yedirebilirsen yedir. Çünkü bu şekilde daha
etkili ve daha güçlü olur. Eğer bunu yapamazsan onu güvenilir bir sırdaşa götür.
Bunu ona, kendisi yedirinceye kadar koklamaması, bakmaması, güneşin altına
koymaması şartıyla sun. Eğer kendin için yapmak istersen tatmak ve tütsülenmek
istediğin konuda kendine bir isim ver. Eğer bütün insanlar tarafından sevilmek
veya tütsüsüyle tütsülenmek için karışımlardan biriyle yağlanmak istersen onu
avucunda yukarı kaldırarak veya tütsüyü ateşe atarak şöyle dersin: “İnsanların
gözlerine bağlanmış ve kalplerine yapışmış ruhâniyeti güneş ışınlarının en
büyük âlemin ışığını ve güçlerini çektiği gibi heybetle ve onun tuttuğu bu
ruhâniyet gücüyle kendime çektim. Nefsimi ve ruhâniyetimi tazim ve heybetle
tıpkı Güneş’in ışığının âlemin ışık ve güçlerinden yüksek olması gibi, onların
nefis ve ruhâniyetlerinden yüksek kıldım.” Eğer onu düşmanlık ve kişileri
birbirinden ayırmak için yapmak istersen şöyle söyle: “Falanca kadının oğlu
falan ile filanca kadının kızı filanın arasını ruhânî ruhların gücü ile açtım
ve onları birbirinden aydınlık ile karanlık gibi ayırdım. Aralarına su ile
ateş arasındaki düşmanlık gibi düşmanlık ve kin koydum.” Düğümü çözmek istersen
şöyle söyle: “Bu ruhânî ruhların gücü ile falanca kadının oğlu falan ile
filanca kadının kızı filan arasında bulunan ruhânî kopukluk ve ayrılığı çözdüm
ve kaldırdım; ona tıpkı aydınlığın karanlığa ve hayatın ölüme hâkim olduğu gibi
hâkim oldum.” Şehvet ve hareketlerini bağlamak istersen şöyle de: “Dağların ve
kayaların bağlanması gibi bu ruhânî ruhların gücüyle falanca kadının oğlu
falanın filanca kadının kızı filana karşı şehvet ruhâniyetini bağladım.” Eğer
bu düğümü çözmek istersen de ki: “Falanca kadının oğlu falandan filanca
kadının kızı filanın şehvet ruhâniyeti düğümünü tıpkı parlak Güneş’in âlemin
karanlığını ve karanlığın ruhlarını çözmesi gibi bu ruhânî ruhların gücü ile
çözdüm ve onu ateşin mumu, Güneş’in karı eritmesi gibi erittim.” Ruhların
iyiliği için bu büyülerden birini yapmak istediğinde şöyle de: “Güneşin
karanlığı, suyun ateşi ortadan kaldırması gibi ben de bu ruhânî ruhların
gücüyle falanca kadının oğlu filanın bedeninde gizli bulunan ruhâniyeti sildim
ve ortadan kaldırdım.” Eğer sürüngenlerin ve yırtıcı hayvanların şerrine
karşı bir tütsü veya başka bir şey yapmak istersen şöyle de: “Sürüngenler,
sinekler ve öldürücü yırtıcı hayvanların ruhâniyetini tıpkı aydınlığın
karanlığı ve kedinin fareyi def etmesi gibi bu ruhânî ruhların gücü ile def
edip uzaklaştırdım.”
Ne
zaman bu büyülerden birini yapmak istersen vehmini düzgün tut ve bu hususta
uyanık olmayı, sakınmayı, güzel çalışmayı, sebat ve nezaketi prensip edin.
Sakın ola ki beceriksizlik ve acele ile bir şey yapmaya kalkışma. Çünkü
beceriksizlik ve acele ile hareket etmek nezaket ve sebata aykırıdır. Bütün bu
konularda kendisiyle yapılacak işlerin manası hakkında söylenmesi gereken sözü
söyle. Çünkü sihir hakkındaki söz, gizli olan ruhâniyeti güçlendirir ve ona
nüfuz ettirir.
Onun
kitabında büyünün dört kısım olduğu zikredilir. Bir kısmı, belirli ölçülere
göre alınan doğru karışımlardır. Diğer kısmı, çaba, azim ve niyetin
doğruluğudur. Bir diğer kısmı, ruhâniyetini güçlendiren sözdür. Son kısmı ise
onu gözlerden, uzanan ellerden, Güneş’in parlaklık ve ışığından koruma ve
kollama kısmıdır.
Hermes
Dedi ki: Eğer insanların senin ve başkaları hakkında söylediklerini ortadan
kaldıracak bir şey istersen şöyle de: “Filan kadının oğlu falanı veya kendimi
aydınlatan ışığın örtüsüyle gizledim, tüm insanların benim ve onun aleyhinde
konuşan dillerini kesip kopardım, pis bakışlarını engellemek ve eziyet veren
dillerini koparmak için gözlerine ruhânî bir perde çektim.” Eğer bir insanın
maskesini düşürüp ayıbını ortaya çıkarmak istersen şöyle de: “Güneş ışınlarının
koyu sisleri ortadan kaldırması gibi bu ruhânî güçle filan kadının oğlu falanın
örtüsünü kaldırdım. Okçuların attıkları okların hedefine ulaşması gibi kusurunu
açığa çıkardım ve onu yerilen ruh vasıtasıyla dillerin ruhâniyetine hedef
yaptım.”
Kitabında
Hermes’e şöyle soru sorulduğu ve dediği anlatılır: Bu vahşi hayvanlar,
yırtıcılar, kuşlar ve sürüngenler nasıl yakalanıp avlanır? Kuşlara ulaşmak
halkın onları avlamadaki hilesi gibi bir hile ile olmaz mı?
Dedi
ki; evet, Kitab-ı Mahzunda (Saklı Kitap) gizli ilimlerin sırlarını
buldum.
Ona
dedi ki; evet, aynı şekilde sen de genel kullanıcı ruhâniyetinle gizli
ilimlerin sırlarını ve inceliklerini tıpkı Güneş ışınlarının âlemin ışığını ve
gücünü çekmesi gibi çekebilirsin. Sen gizli ilimleri ve ince sırları ancak
ruhâniyetinle çekerek düşünebilirsin.
Dedi
ki; ben sana sorduğun şeyleri ve hakikati açıklayacağım. Sana bu vahşi hayvanların,
yırtıcıların ve kuşların hikmetli bir hile ile nasıl yakalanacağını da anlatacağım.
Sen işini gizle, sana görünen kısımları sor, ben de cevap vereyim. Sana kapalı
gelen muğlak işlerde fikrimi ve düşüncemi belirteyim. İşlerin anahtarları,
sırların esrarı ve nedenleri benim elimdedir ve ben sana bunlarla ilgili hiçbir
şeyi gizlemeyeceğim. Eğer bu yırtıcıları, vahşi hayvanları ve kuşları
yakalamak, ruhâniyetlerine boyun eğdirmek, sana hiçbir eziyet etmeden, sana bir
kötülük dokunmadan veya yakalamakta zorlanmadan tabiatlarını arzulamak istersen
yedili yıldız bölümlemesinde bütün vahşi hayvanları yakalamanı sağlayacak dört
karışım yap: Birincisi ‘badimya’ diye isimlendirilen karışımdır. Onu bütün
yırtıcılar için yaparsın. İkincisine ‘sumûdya denir. Onu bütün vahşi hayvanlar
için yaparsın. Üçüncüsüne 'amudya’ denir ve onu bütün yabani kuşlar için
yaparsın. Dördüncüsüne ‘udya denir ve onu yerde gezen bütün sürüngenler için
yaparsın. Hepsi de bütün yırtıcı hayvanlara ait olan ‘badimya’nın sıfatıdır.
Atın kanından dört okka, sırtlanın yağından bir okka, yine sırtlanın beyninden
dört miskal, kuşun ödünden iki miskal, kara kedinin ödünden bir miskal, domuzun
yağından üç miskal, eşeğin beyninden dört miskal, karganın ödünden, kartalın
ödünden, akbabanın ödünden ve horozun ödünden birer miskal, tilkinin kanından
bir okka, tavşanın içyağından ve beyninden dörder miskal alınır. Sonra iki yağı
tencerede birleştirip ısınmak üzere ateşin üzerine koyarsın. Isınınca beyni
erimesi için üzerine atarsın, sonra onun üzerine erimesi için içyağını atarsın.
Ardından karışması için bütün ödleri yaş olarak onun üzerine at. Hepsi
birbirine karışınca öğütülmüş buruc/pirinçten dört miskal, ufalanmış yay
şeddinden -ki o billurdan yapılmış bir maddediron miskal, öğütülmüş yılan
derisinden iki miskal, sarı kibrit ve kırmızı arsenikten beşer miskal alırsın.
Hepsi ateşte karıştığı zaman onu yanma getir ve soğumaya terk et. Soğuduğu
zaman korunaklı cam bir kaba koy ve kaldır.
Koca
başlı aslan, fil, kurt, aslan, “arbeyan”, “ruman”, “arman” ve yedi yıldıza
uygun olarak bölümlenmiş diğer öldüren yırtıcılardan yedi tanesini almak
istersen, olabildiğince farklı renkte olan köpek yağından bir ntıl (2-3 kg)
al. Yaptığın bu karışımdan ona sür. İşte o badimyadır. Dört miskal kadardır.
Onu bir kaba yerleştirip erimesi için ateşin üzerine koyarsın. Sonra bunu onun
üzerine sür. Sonra badimyadan bir miskal alıp içinde kor olan bir mangala
koyarsın. Sonra bu yırtıcıların olduğu yere geçer, elinde içyağı bulunarak
miskal ile tütsü yapar ve şöyle dersin: “Ey yırtıcı hayvanlar, filanın
ruhâniyetini aldım, onun ismiyle bu ruhânî ruhların gücünü istedim ve onu bulut
rüzgârını sevk eder gibi kendime sevk ettim. Ey filan ve falanın bedeninde
gizli olan ruhânî, seni çağırıyorum. Onu aynen bu ruhânî ruhların gücüyle
adlandırırsın. Bana itaat ederek cevap ver ve boyun eğerek işini tam yap!” Sen
böyle tütsüleme yapın ve bu sözlerle konuştuğun zaman istediğin yırtıcı hayvan
fazla kalmaz, kendine hâkim olamaz ve üzerine atılarak onu yer. Onu yiyince
alçalır, boyun eğer ve sarhoş bir adam gibi olur. Böylece ruhâniyeti kaybolur.
Eğer
onu bir iple bağlamak istersen bağla ve onu doğru bir şekilde istediğin yere
götür.
İstersen
onu bir yerde kes ve vahşi hayvanlara ait sumudyanın bir niteliği olarak
istediğin organlarından al. Kara köpeğin kanından beş okka, domuzun beyninden
dört miskal, tavşanın içyağından bir okka, geyiğin safrasından ve içyağından
ikişer miskal, karganın beyninden dört miskal alırsın. Kan bir tencereye
konulup üzerine erimesi için içyağı, beyin ve safra atılır. Eriyip iyice
karıştığı zaman öğütülmüş geyik boynuzundan on miskal, ufalanmış yaban eşeği
toynağından bir miskal, suruc/ pirinç tanesinden beş miskal, fıtır, esalyun ve
sisalyun denilen dağ kerevizinden dörder miskal alınır, öğütülür, içine atılır
ve karıştırılır. Sonra da cam bir kaba konulup kaldırılır.
Eğer
vahşi hayvanlardan birini yakalamak istersen bir okka insan kanı al, onu bir
tencereye koy, hafif bir ateşte ısıt, sonra bu karışımdan ona erimek üzere dört
miskal kat. Eridiğinde yaş dağ kerevizi demetini al ve içinde kara safra
bulunan bu zehirli kanın içine yatır. Sonra içilmek üzere temiz bir kap içinde
kaldır. Sonra onu ve bir miskal samudyayı al ve içinde ateş koru bulunan
mangala koy. O vahşi hayvanların bulunduğu yere git, tütsüyü ateşe at, sonra da
aynıyla istediğin gibi yırtıcılar ve vahşi hayvanlar konusunda bahsettiğim ilk
sözleri söyle. Çok geçmeden o hayvan sana gelir. Yemesi için ona yanındaki
kerevizi at. Hayvan onu yiyince ruhâniyeti boyun eğer ve sana tam bir
teslimiyetle itaat eder. Bu durumda onu ister boğazla istersen dağa sür.
Uçan Kuşlara Ait Olan Umudya’nın Niteliği
Kartalın
kanından bir okka, akbabanın ve şahinin beyninden birer miskal, turna kuşunun
ve ördeğin yağından beşer miskal, baykuşun, gece kuşunun ve kuzgunun ödünden
birer miskal alınır. Kan, tencerede kaynatılır. Önce içyağı sonra beyin, ardından
öd karışacak şekilde üzerine atılır. Karışınca, öğütülmüş neyruc/pirinç ile
öğütülmüş çam kozalağından beşer miskal, susam, buğday ve kızıl hurma çekirdeğinden
birer miskal al, hepsini öğüt ve bu ilacın üzerine dök, sonra karıştır. Onu
birlikte karıştırdığında temiz bir cam kaba koy.
Eğer
kuş yakalamak istersen, soluk renkli susam ve dört miskal umudya al. Onu bir
ntıl hindiba suyunda erit. Susamı karışması için onun içine at. Sonra onu kurumak
üzere kaldır. Kuruyunca onu, bir miskal umudyayı ve bir ateş buhurdanını alıp
yakalamak istediğin kuşun yanına git. Onu tütsüle ve önceki sözlerle konuş.
Kuşa isim ver ki sana doğru gelsin. Geldiğinde yemlenmesi için susamı ona doğru
at. Böylece onun ruhâniyeti sana boyun eğer. Eğer keskin dişli kuşlardan ise
bir serçe alıp boğazla. Sonra onun tüylerini yol. Bir miskal umudya al, bir
kapta erit ve bu serçeyi onunla sıva. Onu yanında götür ve o hayvana doğru at.
Onu yiyince ruhâniyeti sana boyun eğer ve itaat eder. Bundan sonra onunla
istediğini yap.
Sürüngenlerin Umudya Sıfatı
Geyikten
birkaç okka kan, birer miskal beyin ve içyağı, iki miskal tavşan beyni, geyik
ve ehlileştirilmiş yaban eşeğinden yarımşar miskal infeha(şirden)/süt, birer
miskal öğütülmüş geyik boynuzu ve yaban eşeği boynuzu, bir miskal engerek yılanı
yağı alırsın. Bu kan bir tencereye koyulup kaynatılır ve üzerine hep birlikte
karışacak şekilde içyağı, beyin, süt ve boynuz atılır. Birbirine karışınca onu
temiz bir şişeye koyup kaldır. Eğer yerde kımıldayan sürüngenlerden birini
yakalamak istersen bir miktar kadın sütü alıp bakır bir kaba koy. Onun içinde
bu karışımdan iki miskal erit. Sonra onun bir miskalini ve buhurdanlığı alıp
engerek yılanı, kirpi ve varan gibi sürüngenlerin olduğu yere götür. Bu miskal
ile tütsüle. Önceki sözü orada da söyle. Aynı şekilde ona da bir isim ver. Çok
geçmeden sana çıkıp gelir. İçecek kabını içmesi için önüne koy İçtiği zaman
ruhâniyeti sana boyun eğecektir. Eğer akrep ve kertenkele gibi süt içen
sürüngenlerden değilse onu sana çıkıp gelmesi için yakala. Çünkü onun ruhâniyeti
kontrol altına alınmıştır, senden çekinmez.
Eğer
bir itirazcı karşı çıkar ve şöyle derse: Şeylerin özelliklerini bilen uzmanlar,
yılanların geyik boynuzundan aşırı derecede ürktüğü konusunda ittifak
halindedirler. Bizden biri evinde yılan olduğunu fark ederse yılanın çok
uzaklara kaçması için evini geyik boynuzu ile tütsüler. Sen sürüngenleri
avlamaya yarayan ilaçlar konusunda nasıl davranırsın? Dedi ki; bizim soğan ve
sarımsak kokusundan çok nefret ettiğimizi bilmez misin? Eğer tencerede baharatla
birlikte bulunursa ondan hoşlanırız. Aynı şekilde hardal ve biberden de tek
başına hoşlanmayız, ama pişirilince tat alırız.
Dedi
ki; bilgeye sordum ve şöyle dedim: Sen bu yırtıcı hayvanların bazılarında ve
organlarında kokularıyla eziyet eden ve öldüren zehirler bulunduğundan
bahsettin mi? Evet, dedi. Dedim ki; adam bu hayvanları yakalarken ondan nasıl
sakınabilir? Dedi ki; bu, sana anlattığım karışımlarla sağlanır. Dedim ki bunu
nasıl yapar? Dedi ki; istediği hususta kullanacağı karışımdan bir miktar alır.
Her şeyden önce başlar ve onun yarım miskalini yarım okka susam yağı ile
birlikte eritir. Ellerini, burnunu, ağzını ve yüzünü onunla bir saat ovar.
Ayaklarına da azcık sürer. Sonra sana anlattığım şeyi yapar. İşte bu, onun
korktuğu her çeşit zehirlenme olayına karşı bir muska/ korunma olur.
Öğrenci
dedi ki; bilgeye dedim: Ben o kitapta ruhânî güç ile birlikte ayrıca düşünmeyen
hayvanlara yapılan tütsü hakkında söylenen bu söz ile de karşılaştım. Aklı ve
anlayışı olmayan hayvanla konuşmanın anlamı nedir? İlk bilge, akıl ve anlayışın
birleşmesi için küçük âlemin büyüleri hakkında konuşmayı kesti. Öyleyse bu
akılsız hayvanın durumu hakkındaki görüş nedir? Bilge cevap verdi: Bu söz senin
bahsettiğin şey için söylenmedi. Akıl ve anlayış şeklinde ayrılmadı. Saklı
kitapta sana anlattığım yıldızların cevherlerinin senin insan adlı ilk
terkibinde birleşmiş olan ilk ruhâniyetten alınmış olduğunu gördüm. Çünkü o
ancak senin hareket ettirmenle gerçekleşir. İşte o söz de başkası değil, senin
için söylenmiştir. İşte bu âlimlerin sırlarındandır. Onu muhafaza et ve
başkasına söyleme. O büyük bir bozulmadır. Sana bildirdiğim şeylerin altında
büyük bir hazine vardır. Eğer onu anlamaya muvaffak olursan bil ki, o hayvan
veya küçük âlem için değil, senin içindir. Çünkü o ancak senin hareket
ettirmenle gerçekleşir. Bu söz başkası için değil, senin içindir. İşte bu,
bilenlerin sırlarındandır.
Bil
ki, sözün cevherleri ve ruhâniyeti bir araya gelmiş iki konudur. Küçük âleme
ait bedenlerde gizli olan ruhâniyet o ikisine boyun eğer. Onun zatındaki
rııhâniyet işitir ve düşünür. Bu sözün söylediğim şeyin anlamı hakkında
söylenmediğine delalet eden şeylerden biri de onun senin küçük âlem için
yaptığın büyüler hakkında insanın işitmediği ve görmediği şekilde konuşuyor
olmasıdır. Onu işitmeyen, görmeyen ve anlamayan kimsenin bedenine gizlenmiş
ruhâniyete bu karışımların ruhları ulaşır. Konuşma, onun düşünmediği,
anlamadığı ve görmediği şekildedir. Sonra bu onun içinde onun hakkında
oluşturduğu sevgi, kin, düğümleme, çözme vb. manasında hareket eder. Aynı
şekilde bu hareketli hayvanın içine gizlenmiş ruhâniyetine bu ruhlar senin
anlamadığın, düşünmediğin ve görmediğin şekilde ulaşır. Kendi ruhâniyetini
doğrular ve yaptıklarından şüphe duymazsan onu bu mekâna sevk edersin. Pis
ruhâniyetine boyun eğerek ona dua eder. Hareketli hayvan üzerinde yapılan bu
büyüler, küçük âlem üzerinde yapılan büyülerden daha ilginç değildir. Aksine bu
konuda küçük âlem, ihtiva ettikleri bakımından akıl, anlayış ve güçlerinin
bileşiminden daha ilginçtir. Her ne kadar küçük âlem, yapılan bu büyüleri iptal
etse ve onun anlaşılmasını kesse de o, bileşiminin tam, yaratılışının yetkin
olması sebebiyle buna daha uygundur. Nitekim küçük âleme büyü yaparsan ve o
bunu senden bilir ve kendisinin etkin olduğunu anlamazsa yaptığın iş boşa
gider, bunu bil.
Ona
dedim ki; bu konuda bu mana ile ilgili yapılmamış bir açıklama kaldı mı? Dedi
ki; bizim anlattıklarımız ancak denizden bir damla kadardır. Yıldızların
ruhâniyeti ilmi ve manaları, onları yapma vakitleri, elbiseleri ve tütsülerine
dair bilgi, her birisi için gerekli olan söz ve onların bilgisine vakıf olan
kimseler için açığa çıkan eylemlerde büyük bir ilginçlik vardır. Bu ilim
kapsamında olanların en azı, küçük âlemin, rüyasında kendisi açısından devam
eden şeyi yapabilmesidir. O itaat ederek ve senin kendisiyle ilgilendiğini ve
sana cömertçe verdiklerini büyük bir mutluluk kabul ettiğini görmeyi isteyerek
sana boyun eğer.
Ayrıca
ben Bahreyn’deki Eval adasında iken bu âlemin bazı acayip işlerine şahit oldum.
Orada Allah’ın ipine tutunmuş ve bu ilmi bilen bir adam vardı. Onu ziyaret
etmeye niyetlendim. Ülke halkından bir topluluğun onun yanına girdiklerini ve
kralın işlenmiş bir cinayet sebebiyle hapsettiği bir arkadaşlarıyla ilgili
dertlerini şikâyet ettiklerini gördüm. Dediler ki; biz meseleyi vezire, hacibe
ve kralın adamlarına arz ettik, fakat hiçbir fayda vermedi. Biz ona gücümüz
ölçüsünde rüşvet de teklif ettik ama kabul etmedi. Bize kralın onu kesinlikle
öldüreceğim dediğine dair bir haber ulaştı. Bunun üzerine o erdemli kişi,
başını öne eğip sustu, sonra başını kaldırarak şöyle dedi: Arkadaşınız bu
gecenin sonunda yanınızda olacak. Hadi gidin ve benim size söylediğimden hiç
kimseye bahsetmeyin. Topluluk onun yanından çıktı.
Ben
bunun üzerine şaka yollu ona dedim ki; sana kralın bu mahpusu geceleyin
salacağı vahiy ile mi bildirildi? Bana dedi ki; kesinlikle göreceksin! Ben
dedim ki; yarın salıvermesi mümkün değil mi? Bunun üzerine şöyle dedi: Eğer onu
bu gece serbest bırakmazsa artık altı küsur aya kadar salmaz. Bu topluluğun
bana bugün gelmesi bu mahpus için bir şans oldu.
O
başka bir konuya geçti ve ben de yanından çıktım. Ertesi gün olunca ben selam
vererek tekrar onun yanına vardım. Bir de ne göreyim, daha dün onun yanına
giden halk benden önce onun yanına varmışlar ve ona hapisteki kişinin
tahliyesinden ötürü teşekkür ediyorlar ve ona bu işi nasıl yaptığını
soruyorlardı. Onlara dedi ki; sizin yanıma geldiğiniz zamanki doğan, mahpus
arkadaşınızın bu gece serbest bırakılacağını gördü. Onlara işin iç yüzünü açıklamadı.
Hapis
ve zincirin bitkin düşürdüğü sarışın bir genç uşak gördüm. Şeyh gence gelip
dedi ki; şu adama kralın dün seni nasıl tahliye ettiğini anlat. Bende daha önce
mahpus olan gence döndüm. Dedi ki; ben yer altındaki bir zindana atılmış ve
demir zincire vurulmuş bir mahpustum. Dün gün bitiminde gardiyan beni tehdit
etmiş ve şöyle demişti: Kral, denizde yol kesen bir topluluğun kendisine
getirilmesini emretti. O onları bekliyor. Seni de onlarla birlikte asacak. Bu
bana Güneş’in sarardığı esnada söylendi. Gece boyu ağladım, gözümü hiç uyku
tutmadı. Ben bu haldeyken gecenin ilk yarısı geçti. Zindan kapısının şiddetli
bir hareketle açıldığını duydum. Korktum ve başımı Allah’tan yardım isteyerek
göğe doğru çevirdim. Bir de baktım ki hizmetçilerden bir grup orada. Onlardan
biri beni üzerimdeki zincirle taşıdı. Kralın huzuruna götürüldüm. O sırada
ayaktaydı. Beni görünce: “Onu yavaşça indirin.” dedi. Sonra üzerimdeki zincirin
çözülmesini emretti. Bana kendisi için hangi işi yapacağımı sordu ve
hizmetçileri arasına alınmamı emretti. Sonra benim için gözde adamlarına
yaptığı gibi cari bir maaş tayin etti. Beni kurtardı. İşte durumum bundan
ibarettir.
Kalktılar
ve onun yanından ayrıldılar. Şeyhe soruyu tekrar sordum ve ondan bu gencin
tahliyesi konusunda beni bilgilendirmesini istedim. Çünkü o onlara faydasız
gördüğü için gece onun niçin tahliye edildiğini söylememişti. Dedi ki: Bugün
bunu sana söylemem mümkün değil. Eğer yirmi sekiz gün sabredersen sana onu
bildireceğim. Ben de ona sabredeceğimi söyledim.
Günler
geçince ona tekrar sordum. Dedi ki; o gün gelen topluluk bana bu mahpusun
durumundan bahsetti. Onlar seçkin insanlar oldukları için onların işi beni de
ilgilendiriyordu. Ben onların bu mahpusun derdiyle dertlendiklerini gördüm.
Onlara dediğimi dedim. O gece iki saat geçtikten sonra onların yanından ayrıldım
ve Mars büyüsü yaptım. Bu büyü ile kral ve mahpusa yöneldim. Bunun üzerine
gördüğün gibi onu salıverdi.
Şeyhe
dedim ki; onu serbest bırakma sebebini bana öğretmeni istiyorum. Dedi ki; bunun
sebebi, kralın rüyasında kızıl tenli, mavi gözlü, kafası açık, başında bir saç
ve elinde kılıç bulunan bir adamın onun yanına gelerek şöyle demesidir: “Eğer
şu saatte falan oğlu filan mahpusu serbest bırakmazsan ve gece de gelirse,
kafanı bu kılıçla koparırım!” demesidir. İşte bu onun tahliyesine sebep oldu.
Bu büyüyü ben yaptım ve onun gözünde büyüttüm.
Bana
dedi ki: Bu şehirde olduğun müddetçe senden sakın kimse duymasın. Ona söz
verdim. Dedim ki: Mars’ın yaptığı büyü nedir? Şöyle dedi: Satürn’ün siyah
elbisesi, Jüpiter’in beyaz elbisesi, Mars’ın kırmızı elbisesi, Güneş’in sarı
elbisesi, Venüs’ün yeşil elbisesi, Merkür’ün rengârenk elbisesi, Ay’ın mavi
elbisesi vardır. Onların ayrıca sadece yaratıkların sırlarına vakıf olan
âlimlerin bildiği duman, tütsü ve bazı büyüleri yapmada ihtiyaç duyulan taç
benzeri daha başka şeyleri de vardır. Onu giyerse büyü yapan onu başına koyar.
Onun boynuna taktığı çatlak gerdanlıklar da vardır. Eğer büyü işi Satürn’e
aitse tacın dikenden, gerdanlığın kemik ve diğer malzemelerden olması gerekir.
Onlardan her birinin -anlatsam şaşkınlığını artıracakbaşkasının işine
yaramayan özel bir aleti vardır. Onları ancak yaratılmışların sırlarına ve yıldızların
ruhâniyetlerine vakıf olan âlimler bilirler. Ona dedim ki: Bu konuda aklıma bir
soru geldi. Onu içime doğan bir şüpheden dolayı değil, sırf soru olsun diye
soracağım. O değerli âlim bana dedi ki: Hadi sor! Ona dedim ki: Peygamberler
-onlara selam olsunbu sihir ilmine vakıf değiller mi? Tebessüm ederek bana
şöyle dedi: Ey zavallı miskin! Bu, peygamberlerin ilminin aksidir! Ona dedim
ki: Biz peygamberlerin, halkı çağırırken haksızlık ettiklerini, çok
yorulduklarını, talepte bulunduklarını, düşmanlarının elinden gizlice
kaçtıklarını işitmedik. Onlardan düşmanlarıyla olan ilişkisi öldürülecek
noktaya kadar ulaşanlar vardır. Keşke bu yüksek ilim kudretleri dâhilinde
olsaydı! Niçin düşmanlarına karşılık vermede muhtaç oldukları bu büyüleri
yapmıyorlar?
Bana
dedi ki: Ne güzel sordun! Fakat Yüce Allah peygamberleri -onlara selam
olsuninsanları kurtarmaları, onların ruhlarını şifa olacak ilahi bilgilerle
güzelleştirmeleri ve Yüce Allah’ın dediği gibi, ihtiyarî ilme davet etmeleri
için gönderdi: “Dinde zorlama yoktur”[155]
Herhalde pek çok insan din ile şeriatı birbirinden ayıramıyor.
Dine
zorlama yoktur. Kişi ona zorlanırsa onu kabule zorlananlar bundan bir fayda
elde edemezler. Çünkü o İlahî bir emirdir. Fakat dinin şeriatında zorlama
vardır. Çünkü o, gelenekle ilgili ve dünyevi bir emir ve kanundur. Dinin sebat
ve sürekliliği ancak onunla mümkündür. Bundan dolayı insanlar ona
zorlanmışlardır. O, dinin görünen yüzüdür. Fakat imandan ibaret olan dine
zorlanmazlar. Bu nedenle Yüce Allah şöyle buyurur: “Yoksa sen insanları iman
etmeleri için zorlayacak mısın?” Yine bundan dolayı Peygamber (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Ben insanlarla, onlar 'Allah’tan başka
ilah yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir’ diyinceye kadar savaşmakla
emrolundum. Eğer bunu söylerlerse onun hakkıyla olması dışında kanlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar. Onların hesapları Allah’a kalmıştır. Denildi
ki: Ya Resulallah, ‘Lailahe illallah’ diyen cennete girer mi? Dedi ki: Evet,
kim ihlâslı derse cennete girer. Denildi ki: Onun ihlâslı şekli nasıldır? Dinin
hadlerini bilmek ve haklarını eda etmek ile olur. Denildi ki: Ya Resulallah,
onun haklarını eda etmenin ve hadlerini bilmenin anlamı nedir? Buyurdu ki: Ben
ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır. Kim bu şehre girmek isterse kapısına
gelsin” Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem böylece onları ihtiyari
dine ve sevapları sevmeye sevk edecek aydınlatıcı açıklamalarda bulundu. Çünkü
İslam’a zorlamak şeriatta bilinen bir yöntemdir. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Bedeviler
'biz iman ettik dediler’. De ki siz henüz iman etmediniz, fakat Müslüman olduk
deyinizi’[156]
Peygamberler bu ilmi şu sebeplerden dolayı kullanmamışlardır: Birincisi; hangi
tür hileli ve tuzaklı sihir olursa olsun, peygamberler bunun için
gönderilmemiştir. İkincisi; eğer onlar bunu yapsalardı insanlar kendi
kurtuluşları için değil, hile için icabet ederlerdi. Bu durumda insanlar
nefislerin kurtuluşundan ibaret olan amacı kaçırmış olurlardı. Çünkü nefisler
oluş ve bozuluş âleminden kurtuldukları zaman aldatma ve hilelerin olduğu şey
ile arınamazlar. Bu ilmin faydaları dünyevi ilme mahsustur. Fakat peygamberler
-onlara selam olsunfelekler âleminden daha yüce olan ulvi bir âlemin
davetçileridirler. Bu sebeple de onu kullanmadılar.
Aynı
şekilde, onların Allah’ın kendilerini vahiy ve yakın meleklerle desteklemesine
ilaveten bir de bu beşerî hilelere ve felekî sihirlere başvurmaları caiz
değildir. Fakat bizim gibilerin bunları dünyamızın işlerini düzenlemek amacıyla
kullanması caizdir. Onlar için caiz değildir. Çünkü onlar, şereflerinde ve
yüksek makamlarında bizim muhtaç olduğumuz şeylere ihtiyaç duymazlar. Onlar
kendilerini beşere özgü fiillerden şiddetle uzaklaştırdıkları için onu ve kimya
sanatını bilmelerine rağmen onların dünyevî hallerinin kendileri için çok can
sıkıcı olduğunu görmüşlerdir. Bu haslet hakkında “Helali hesap, haramı azap
gerektirir.” denir. Bu sebeple şeriata uyan bir topluluk onların izinden
giderek zühde, dünyadan el etek çekmeye tutundular, kendilerini buna zorladılar
ve helal rızıkları kendilerine haram ettiler. İnsanların da onlar gibi
yapmaları ve kendilerine uymaları için böyle davrandılar. Yüce Allah şöyle
buyurdu: “İsrail’in kendisine yasakladıkları dışındaki her yiyecek
İsrailoğullarına helal kılındı’.’[157]
Bundan dolayı yapmadılar. Çünkü bütün bu haramlar, uzman ve şefkatli tabibin
bedenlerimizin dünyada belirli bir süre sağlıklı yaşaması için uymamızı emrettiği
diyet konumundadır. Peygamberler de -onlara selam olsunhasta nefislerin
doktorlarıdır. Nefisler bu cahillikleriyle tabiat kirlerinden arınmadıkça yüce
âlem için uygun değillerdir. Onlar nefisleri bilgisizliğe karşı şifa, kalıcı
suretlerine sağlık, bize şefkat ve merhamet olması için yasakladıkları bu
şeylerden korudular. Peygamberin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) dediği gibi,
Havza kadar kendisinden kopmaları imkânsız Kitapla birlikte uzamış ip olan
halife ve zürriyetleri bu konuda onların sünnetlerine tâbi oldular.
Peygamberlere uymak ve tâbi olmak için onların ilmi ve bilgisi ile hareket
etmediler. Bu, kısa bir cevaptır.
Birisi
ona şu soruyu sordu: İnsanların faydalanması için bu yüksek ilmi niçin
ayrıntıları ile açıklamadın?
Şöyle
cevap verdi: Eğer bunu yapsaydık zararı büyük olur, hükmü geçersiz olurdu. Biz
bu risâlemizde sadece küçük âlemle ilgili ruhâniyetlerin (büyü) işini
açıkladık. Bir de risâlenin liyakatsiz birinin eline düşmesinden korkarak
konuya sadece işaret etmekle yetindik. Aksi takdirde ekin ve nesil helak olur,
kadınlar bozulur, haramlar çiğnenirdi. Bundan dolayı onu üstü kapalı ve yabancı
kelimelerle anlattık. Ey kardeşim! Cevherin saf olur, pisliğinden güvende
olursan bu ilmin birazı sana açılır. Onu ancak satın aldığın gibi sat. Onu
çocuktan ve anne babadan senin aldığın gibi almaya uygun olmadıkça, cevherleri
senin cevherin gibi arınmadıkça ve sen onlara bir şey vermeden senin ulaştığın
seviyeye ulaşmadıkça uzak tut.
Kardeşim!
Bil ki, filozoflar bu hükmü sırf işlerini sağlamlaştırmak ve onları en iyi
şekilde yapmak için ortaya koydular. Onlar hiçbir işlerini uygun yerinin dışına
koymadılar, anlamsız bir iş yapmadılar, zararı faydasından daha yaygın olan
hiçbir şeyi kendiliklerinden ortaya koymadılar. Onlar bunu yapsalardı zaten
filozof olmazlardı. Hükmedenlerin en iyisi ve yaratanların en güzeli olan
yaratıcıları, var edicileri ve destekçileri nasıl olur da zarara, fesada ve
anlamsızlığa yol açacak bir şey yapabilir? O fesadı kastetmedi ve onu bize zarar
vermek için yaratmadı. “O, onların dediklerinden çok yüce ve uludur”[158]
Aziz Allah şöyle buyurur: “Biz göğü, yeri ve bunlar arasındakiler! oyun
olsun diye yaratmadık”[159] “Biz
onları sadece gerçek olarak yarattık”[160]
Bu
hikmeti düşündüğün, bu sanatı tefekkür ettiğin, bu sırrı bildiğin ve akılları
büyüleyen bu sihrin hakikatini gördüğün zaman şeyler bütün hakikatleriyle senin
için açıklığa kavuşur, insanları nasıl büyüleyeceğini ve kalplerin sana nasıl
yöneleceğini öğrenirsin, haberlerin sapıklar ve gafillerden uzak tutulması
sebebiyle onlardan gizli kalan şeyler senin için açık hale gelir.
Kardeşim!
Gaflet ve cehalet uykusundan uyan! Dünya ve din hususunda sürekli bir hayır ve
acil bir fayda sağlamak için gücünün yettiği gafilleri de uyar. Allah seni
seçilmiş iyilerin makamlarına ulaştırsın. Allah seni, bizi ve tüm mümin
kardeşlerimizi rahmeti ile başarılı kılsın! O merhametlilerin en
merhametlisidir.
İhvân-ı
Safa ve Hullân-ı Vefa Risalelerinin Elli ikinci Risalesi tamamlandı.
Böylece kitap da sona erdi.
Başında
da, sonunda da Allaha hamd olsun!
İhvân-ı
Safâ grubundan bir düşünürün şöyle dediği rivayet edilir: “Din hastaların,
felsefe ise sağlıklı insanların tedavisiyle ilgilenir. Peygamberler hastaları,
hastalıklarının artmaması, hatta onların bütünüyle iyileşmesi için tedavi
eder. Filozoflar ise herhangi bir hastalık bulaşmaması için, sağlıklı
insanların sağlığını korur.”
İhvân-ı
Safâ, onuncu yüzyılda ortaya çıkmış bir grubun adıdır. Ansiklopedi niteliğinde
52 risale yazarak, matematikten müziğe, felsefeden gökbilimine ve sihirden
aşka kadar pek çok konuyu şiirsel bir dille incelerler.
İslam
tarihinin toplumsal ve düşünsel yarılmalar yaşanan bir döneminde, aklın
rehberliğinde, kalbi arındırmaya ve insanı yükseltmeye gayret ederler. Hiçbir
bilime düşman olunmamalı, hiçbir kitaptan uzak durulmamalıdır onlara göre.
Öteki düşünce ve inançlara karşı hoşgörüye vurgu yaparlar. Kim oldukları
konusunda değişik teori ve söylentiler vardır. Etraflarındaki sır halesi bin
yıldır kalkmamıştır. Risâleler’i, üç “gizli imam”dan İkincisinin yazdığı iddia
edildiği gibi, İhvân-ı Safâ’yı İsmaililer’den Nusayriler’e ve Dürziler’e kadar
değişik yapılara atfedenler de olur.
Abbasi
halifesinin emriyle 1050 yılında İhvân-ı Safâ Risâleleri’nin (İbni Sina’nın
eserleriyle birlikte) bütün kütüphanelerden toplanarak yakıldığı bilinir. Ancak
Endülüslü düşünür Müslime, Doğu’ya seyahati sırasında risaleleri toplayarak,
yok olmaktan kurtarır.
“(Bu)
risaleler, cilâ, şifa, nur ve ışıktır. Hatta onlar ilaç olamamışsa, hastalık
gibidir. İyileştiremezse hasta eder, ıslah etmezse ifsat eder; kurtuluşa
erdirmezse helâk eder. Tedavi eder; ama bazen hasta da edebilir. Öldürür de,
diriltir de.”
Nihayet
Türkçe’ye çevrilen Risâleler beş cilt olarak yayımlanacaktır.
Bin
yıldır Doğu’dan Batı’ya geniş bir kültür ve düşün coğrafyasında önceleri
nefesi sonraları ise hayaletiyle dolaşan bu eser, şimdi okunup, arınmış
kalplerde yer edinmeyi bekler, yeniden.
[1] Çeviri: Doç.
Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
Öğretim Üyesi.
[2] Nemi, 27/59.
[3] Şaffât,
37/9-10.
[4] İnsanın sağ
ve solunda görevlendirip iyilik ve kötülükleri yazdığına inanılan melekler
[Ed.N]
[5] İnsanı
korumakla görevli melekler [Ed.N].
[6] Yûnus, 10/64.
[7] Saffât, 37/164.
[8] Saffât,
37/165-166.
[9] Yûnus, 10/5.
[10] Nahl, 16/40.
[11] Rûm, 30/27.
[12] Tâhâ, 20/50.
[13] Enbiyâ, 21/7
[14] İsrâ, 17/110.
[15] Âl-i İmrân
3/26.
[16] Mü’minûn,
23/91.
[17] Fâtır, 35/1,
24.
[18] Enfâl, 8/42.
[19] Rahman,
55/33.
[20] Hadîd, 57/25.
[21] Araf, 7/32.
[22] Kendisine
olağanüstü güçler atfedilen ve panzehir olarak kullanılan bir taştır.
[23] Abese,
80/11-16.
[24] Yâsın,
36/39-40.
[25] Nûr, 24/35.
[26] Müddessir,
74/31.
[27] Sâf,
37/164-166.
[28] Yasin, 36/40.
[29] Hadîd, 57/13.
' Bunların olumsuzluk içerisinde
bulunmaları ve olumsuz sıfatlar taşımaları sebebiyle kendilerine “sol ehli”
ifadesi kullanılmıştır, (y.h.n.)
[30] Yasin, 36/40.
[31] Enam, 6/18.
[32] Enbiyâ,
21/104.
[33] Fecr,
89/27-30.
[34] Şems,
91/7-10.
[35] Nahl, 16/111.
[36] Yûsuf, 12/53.
[37] Zümer, 39/42.
[38] Mu'min,
40/46.
[39] Enam, 6/93
[40] Araf, 7/37.
[41] Araf, 7/38.
[42] İnfitâr,
82/15-16.
[43] Ay
isimlerindendir.
[44] Bakara, 2/34.
[45] Bakara, 2/36.
[46] Bakara,
2/102.
[47] Bakara,
2/168.
[48] Bakara,
2/268.
[50] Nisa, 4/119.
[51] Nisa, 4/120.
[52] Enam, 6/68.
[53] En am, 6/71.
[54] Enam, 6/112.
[55] Enam, 6/130.
[56] Araf, 7/11.
[57] Araf, 7/27.
[58] Araf, 7/20.
[59] Araf, 7/27.
[60] Araf, 7/38.
[61] Araf, 7/179.
[62] Araf, 7/201.
[63] Enfâl, 8/48.
[64] İbrahim, 14/
22.
[65] Yûsuf,
12/100.
[66] Hicr, 15/27.
[67] Hicr, 15/31.
’ Hicr, 15/32. Metindeki ifadeler,
Hicr suresinde değil, Araf, 7/12’de yer almaktadır. Biz, Hicr suresindeki
ilgili ayetin mealini verdik, (ç.n.)
[68] Nahl, 16/98.
[69] İsrâ,
17/61-64.
[70] İsrâ, 17/88.
[71] Kehf, 18/50.
[72] Hac, 22/52.
[73] Furkân,
25/29.
[74] Nemi, 27/39.
[75] Kasas, 28/15.
[76] Sebe, 34/12.
[77] Sebe, 34/14.
[78] Sebe, 34/20.
[79] Saffât,
37/6-10.
[80] Saffât,
37/65.
[81] Sâd,
38/37-38.
[82] Sâd,
38/71-75.
[83] Fussilet, 41/
29.
[84] Ahkâf, 46/29.
[85] Zâriyât,
51/56-58.
[86] Rahman,
55/15.
[87] Rahman,
55/33.
[88] Mülk, 67/5.
[89] Cin,
72/1-2,5-6.
[90] Nas, 114/6.
[91] Çeviri:
Okutman İbrahim Türkoğlu, Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi.
[92] Hadîd, 57/12.
[93] İbrahim,
14/36.
[94] Nûr, 24/37.
[95] Fetih, 48/29.
' Yaşadığın süreçten sonra “Peygamber
ne kadar doğru söylemiş” demen için, (y.h.n.)
[96] Tevbe, 9/114.
[97] Mücâdele,
58/22.
[98] Ahzâb, 33/21.
[101] Duhâ, 93/4.
[102] Ayetler
sırasıyla şunlardır: Yasin, 36/38; Saffât, 37/164; Talak, 65/7.
[103] Çeviri: Doç.
Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
Öğretim Üyesi.
[104] Nemi, 27/59.
[105] Yasin, 36/38.
[106] Muminûn,
23/12-14.
[107] Hac, 22/5.
[108] Nahl, 16/78.
[109] Üksus:
Dallara yapışan ve yerde kökleri olmayan bir bitkidir.
[110] Zümer, 39/73.
[111] Âl-i İmrân,
3/31.
[112] Çeviri: Doç.
Dr. Murat Demirkol, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
Öğretim Üyesi.
[113] Nemi, 27/59.
[114] Hadid, 57/23.
[115] Bakara, 2/102.
[116] Ma ide,
5/110.
[117] Enam, 6/7.
[118] Araf,
7/109-116.
[119] Araf, 7/120.
[120] Araf, 7/132.
[121] Yûnus, 10/2.
[122] 10/Yûnus, 76.
[123] İsrâ, 17/47.
[124] İsrâ, 17/101.
[125] Tâhâ,
20/57-58.
[126] Tâhâ, 20/63.
[127] Tâhâ, 20/66.
[128] Tâhâ, 20/73.
[129] Âl-i İmrân
3/182.
[130] Senderus:
Ermenistan bölgelerinden getirilen, kehribara benzeyen ve ilaç yapımında
kullanılan, hatta kalitesini artırmak için mürekkebin içine katılan bir ağaç
veya maden zamkı.
[131] Yakıcı bir
taş olup kurşun vs.den elde edilir, çok ağırdır. Halk ona “merasenk” der.
[132] Tâhâ, 20/63.
[133] Araf,
7/111-112.
[134] Şu>arâ
26/48.
[135] Kamer, 54/2.
[136] İsrâ, 17/59.
[137] Enbiyâ, 21/7.
[138] Zümer,
39/17-18.
[139] Araf,
7/121-122.
[140] Nisa, 4/80.
[141] Vakıa, 56/76.
[142] Âl-i İmrân,
3/14.
[143] İnfitâr,
82/6.
[144] Zümer, 39/56.
[145] Bu cümlede
noksan kelime vardır.
[146] Şûra, 42/51.
[147] Kasas, 28/88.
[148] Sürme gibi
güzellikte kullanılan ve yüze parlaklık veren bir madde.
[149] Şu>arâ,
26/193, 194,195.
[150] Bakara,
2/260.
[151] Yûsuf,
12/103.
[152] Yâsin, 36/38.
[153] Hermese
nispetle böyle söylenir. Onun yıldız ilminde çok bilen bir kimse olduğu kabul
edilir. Yıldız bilimcilerdendir.
[154] İnfeha: Süt
emen bir oğlağın karnından çıkarılan sarı renkli bir madde. Yün içine sıkılır
ve peynir gibi yoğunlaşıp katılaşır.
[155] Bakara,
2/256.
[156] Hucurât,
49/14.
[158] İsrâ, 17/43.
[159] Enbiyâ,
21/16.
[160] Duhân, 44/39.
« Prev Post
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder