Print Friendly and PDF

Şarkılar

|

Ben Benim



ah benim


tepesi karlı yanardağ


ah benim


başı dumanlı etekleri çiçeklim


gözleri yaşlı, nehirleri çağlayan


heybetli, ruhu kırılganım


dışarıdan bakana azametli


görmesini bilene naif, narinim


benim gökyüzüm, samanyolum…


gökkuşağım.. bulutum…


yazımda yağmur... kışın meltemim…


çocuk kalbi, ruhu tüm evrenim…


görmesinler kimse de bilmesin..


yüreğini getirdim ellerime..


saklım.. gizlim.. mabedim…



 

Nedeni Kimden


 


yıllar geçti sensiz


sanma unutulmuş hayalinle


şarkı söyleyen küçük su


kuşlar ve böceklerle


sızan mavilikler ikimizindi


ancak…yarım işler


kalmış sözler ve sevdamız


sarp yollarda serseri


günah mı... olmaz


sevenlerin kalbi biz olunca


sonuna varmalıyız bir kucakla


sızımla aksınlar içim içe


ve sadece seninle


sürme çekili gözündeki yanmış toprak


bulurken şerefini


bende  bir yalnızlık  acısı koyma


...


saatler geçti


bildiğim halde...aradım


rüyalar ülkesinde


bir nefes kadar...yoksun


kendimi ne yapayım ki



yalnızlık ve   anlamsız korkular


soyuyorum kendi kendimi


kılık kılık bir sürüngenden


uçar umuduyla


hırsız  gezer köpekler kadar


kapına kadar gelemedim


kime konuşuyor


bu suskunluk


geç mi kaldık  diyorum…nedeni kimden




 

 


Gülağacı


 


Yarım asırlık içine dikilen çiçeklerle hayal diyarı cennet taklidi bir bahçe vardı.


Uzak gelen köşesinde bir gül fidanı ilgisizlikten ve gariplikten çok büyümüş bir ağaç gibi dallı saçaklı kalakalmıştı..


Şimdilerde mahir hayırseven bir bahçıvan bahçeye gelmiş, gezerken dikkatini bu gül ağacı çekmişti.


Ağaç gül olursa güzel ve hoş kokmaz mı?


Gülleri de alıcı idi…gel kopar beni…Ancak bir çürüme belirtisi gömülmüştü gövdesine ve bi taraftan  bir karınca sürüsü zafer yürüyüşü yapan ordu gibi harıl harıl dikkat çekiyordu.


Bitkiler için sancı çekmez diyorlar ama bu ağacın bazı gülleri kan gibi iç yangını, bir kısmında ise gönülçelen bembeyazlıkta idi. Aynı ağaçta bu kadar renk farklığı olmaz. Ve tepesinde ise, ayrıksı zannedeceğiniz bir sarıgül.


Hayırlı bahçıvan şaşkınlıkla  güle, “bu böyle olmaz seni biraz budamamız lazım…vakitsiz olsa bile acilen yapmalıyız…dedi.


Gülağacı da çok anlarda…hiç daha önceden budanma nedir bilmeyen hali ile…


Hayırseven dallarını incitmeden sever gibi kesti…Kestikçe gülağacının çürükleri daha çok meydana çıktı …kocaman muhteşem duran gülağacı kesile kesile bir saksıya dikilecek kadar küçüldü…


En sağlam kalan yeri tepedeki sarıgül idi.


Kırmızı gül ağacı gitmiş, sarıgül kalmıştı.


Şimdi o bahçede tek sarıgülü olan bir gülağacı var…


O mahir insanın eliyle tekrar hayata tutundu.


Diyordu ki, eğer o hayrıma gelen ve beni budamayan  olmasaydı…n’olurdu halim…


İlerideki çöp ocağına hep bakar…hiç olmaza bir yanım sağlam kaldı…dediğini duyar gibi olursunuz ayışığı gecelerinde...




 

 



Şarkı


 


hasta mı oldun


kötu değil ki


sonsuz bir güzellik için


arada bir


ne var ki


öyle değil mi


geç kalınmış bir şey mi var


boyut binlerce


sadece senindir


istediğin şeyler


günah ve sevap olmadan yaşamak


kapısını aç ve gir


oranın…tanrısı


kulu da aşkı da huzuru da sana ait


bir teksin ve sevgilin


kimsesizce


senin gerçeğin hayal dünyan


paylaşmana gerek yok


bir çaresi var… üzüntü


öyleyse üzme kendini


kim seni


ne kadar bilir


ben bile kaldım sona




 

ayımla sessiz kaldım


mavim su…gece lambası


bakışlarım derinde dalga dalga


sesler ayaklarımdan geliyor


ey su çek içine beni


ellerim tutuklu  yürüyüşümü almadın mı


 


sızımla kulaç atarken hayallerim


nedensiz miyim saatlerce


oturmuşum kıyında


 


kimsem artık… bilemiyorum


acı yanım da gecenin yorgunluğu


ay… ayaklarıma sarılmış


aklım almıyor


kalbim dinlerken


hangi dilden söylenir bu hikayeyi


 


cır cır böcekler


bende sevinç ve üzüntü   


karışmış geceme… içim acıyor


dost sesi yok…ay  var ama


düşen suya ışıkları  kalbimi kırıyor


 


gelirim dedi...  beklemiştim


her an ve  gecemde


şimdi…ağlatıyor


göz yaşlarım karanlıkta


havuzum olmuş kim bilir ki


 


ey masum lamba


titremek bizim kaderimiz


ay geldi diye beni yalnız bırakma


küçük suyumda bir başına


sanırım ki beni senin kadar seven hiç olmamış


varmış zannederek yaşamışım  


çok mu bana… istiyorsam kıymetlimi


yine de ben yalnızım burada


 


yeniden yaşamak için...yazabilirim


hissetmek ve anlamak kolay


ama yetmiyor mazideki kelimeler


öyle basit ki…


kimseye söylemediklerim  


ilk benden duydum demeliyim


benli dahi olmamalı gayem seni bulmaksa


 


gecem… şarkımı suda söyle


ben çok üzgünüm…


 


duy.. kalbimin ışığı


hep seninleydim


yine yaralarım kanayacak…olsun


ölmeden yaşayalım aşkımızı


suya yazacak bir an kadar


şimdi susma zamanı değil


 




 

Gerçek Aşkı Bilenler


oku…görünmeyenim


acılarla  yazdığım satırları


sızıyla kalbine damla damla akarken


kaybedemem seni… layıksın


sevgilerin en yücesine


kalbim  burada kalsın… hep yanında


istediğin sürece


hiçbir gizlimiz 


bizde yoksa…


artık daha iyi biliyor olmak


gönlümüze ferahlık versin.. .


ve dualarla...rabbim…


hiçbir zaman gösterme eksikliğini


gönlüm ancak seninle rahatlıyor


 


bilir… anlar ...sorunsuz


merak etmemeli...


bizi hiç üzmez aramızdaki söz


kendin olmalısın 


gönül ışığım…sen benimsin


gerçek aşkı bilenler…söylesin


canım şarkıma


 “seviyorum seni”




 

Günüm Işığı


 


mutluluk nasıl bir şey


bilmiyorum


ama sevdim mi severim


ter gibi… kokar olsun


gül de pis de


olsun derim


hatırlar mısın…


bir konuşmamız 


n’pacağım seninle dedinse


mutlu olacaksındı...


kim ben mi… bilmem ki nasıl


bakarlar


sevengül ve gülsever


bülbül hayran öter ikisine


bahçedem böyle bir cümleyi


gül ne… kim kurmuştu


güneşi doğsun


kara bulutlar çökmeden


son bir kez sarılmalı geceliğine


bir ay doğsun da sabahlar olmasın


uzun geceleri


aşıklar gündüz bilir…


görünmeyen ışıklarınla…


benim için…benim için sen doğmuştun…


geceyi de severim…günüm ışığını


bilmeni istedim…




 

Bitmesin Şarkılar


 


sesimi duyun


huzur var mı ölümden önce


hayattayken güçlüydü ama


gömülenler var sevenlerde


hepsi güzel… bir rüya


geçmiş değil gelecekleri de kayboldu


ey ateş


küllerinden masumca çık


parçalansın gölgeler


mecburen seçim yaptık


zamanı gelir ...bil ki  ölümden sonra


 


güç mü var


geceler güne dönerken


kanarken içimiz


düşler görsün


kızgın güneş budarken


sessiz bir yaz gecesi sabahında


 


ey şarkılar yenilenmeyin


dertlerim çok büyük


bilenim ve sonradan söyleyen


gider gibi benle


toprağımda bir gül biterse


kan döken namelerle


bülbüller uğrayıp şarkılar dilensin


her gün yeniden…yeniden


hayat yazsın baştaşı üstüne…tarihsiz


biz im ve bir  “. “




 

Öyle mi…Dersin


 


ay… saklandın mı


üzgünlüğüm bakarken


karanlıklar duymuş sanki beni


nerdesin


kayıp zamanlarım


derman sızım


öyle mi dersin


dönüp gelmeyen yıllar


ordan oraya savurdu


bulam da…yok ki


hepimiz ve biz


 


de… şimdi ki sen olmazdın


ve veremezdi daha değerlisini


yorgunum tutukluyum


bağlarım…harap binam


yıkılır mı


biri tökezlememizi istiyor


bildikse… hep iyiliktir


yine de bir hatam  olmasın


korku yorum… çaresizce küçülürüm


ve bitiyor böylece her şey


hangi yaşanmışlık benzemez ki


sıkılmış uzüm suyuna… kimin tatlı kimin koruk


 


ay… çok güzelsin…inanıyorum


ezeli şarkımız


saflığımız ve sevmek


ne ki rüyalarım ve huzur… iki kelime


yanyana bile durmazken…


kaderim de


tanrının kaç yüzünü sevdim


sana layık olabilmek adına


şimdiyse eziliyorum… bu mu işte


yapma böyle sen..


her şeysin ve her şeyim ol…


kıymetsizim




 

Bir Alevin


sen üzgün…ben mutlu


mutsuzluğum…bu sorun


aciz kalmışım…ellerimle yollarım


gönlü dağlı sevdiğim…ben sevinme yurdunda


duramam ki


gülemiyorsa ağla


bakan donuk gözlerim…yum kimse bilmesin


yenir acılar


onsuzlar ahlar


şimdi yalnız bir başına


isterdi hep sevindiğin bir rüya görmeli


bir ateş ya da alevin parlayıp sönmesi gibi


an içinde ateşiyle yanacak kadar


dilinir kalp


göz kebabında


pişsin tuzlu yaşlarla


kimse biz olmak adına




 

Mevla’m gör bizi



haziran 21
Dünya gözümde Kerbeladır


kısa gecem uzandı


geç kalmış ağrıyan bedenimle


sen varsın yazmalıyım


umrumda değil…bir dünya olsalar


şükrüme şarkılar bile yetmez


meyhanede çağlayana


neden diyemem


geç geldi baharım


en iyisi bu mu olmalıydı


doyamadan…bakamadan


ve bir şeyler  değişmeyecekken


bastığın yerlere yüzümü süremezken



aklını başına  alsın…demişler



günahımsa… seni sevmek olsun


kaybolan yıllarımı kim getirecek


ey adı bende olan şarkım


kayıp zamanlar için yazılmış ahlarım


kan bürüyen gözlerim tekrar buldu ya seni


aramızda geçmeyenleri hiç değilse unutalım…


ve yaşayalım kaybolmadan  


kimselerin bilmediği şarkıları


bizim için söylesin kuşlar


elbet bir gün buluşacağız,


bu böyle yarım kalmayacak


benim gönlümde hâlâ o arzu,


sevgilim, ne zaman kavuşacağız/buluşacağız..


**************************


Şarkılar seni söyler


Dillerde nağme adın


Aşk gibi, sevda gibi


Huysuz ve tatlı kadın


En güzel günlerini


Demek bensiz yaşadın


**


Elbet bir gün buluşacağız,


Bu böyle yarım kalmayacak


 


İkimizinde saçları ak,


Öyle durup bakışacağız…


 


Belki bir deniz kenarında,


El ele mâziyi konuşacağız..


Benim içimde yanan ateş var,


Sevgilim, ne zaman buluşacağız..


 


 


 


Belki bir gemi güvertesinde,


Sen beni unutmuş için kupkuru..


Benim gönlümde hâlâ o arzu,


Sevgilim, ne zaman kavuşacağız/buluşacağız..




 

Küçük Çocuk Kalbinden Öperim



benimsin…


küçük çocuk kalbinden öperim



büyüdüğünü sanıyordum


ama sen…bil


kendimden de saklı kalmış çocuk kalbin


tutmuşsun yangınlarına su, bazen toprak


bazen rüzgar ve hava


büyümüş dediler ama için çocuk kalmış hala


şarkıyı unutmamak mıydı  büyümesin diye kalbin


tebessümlerden dökülen


ucu bucağı görünmeyen gökkuşağı


bağlarken her yanı tutundun


benimsin diye


 


yerim seni bırakmasın


kalbim çocuk kalsın


daldığı  rüyanın


o zarif öpücüğü


büyütmesin ve kurutmasın


iki gözlerimden kaynayan sular canıma aksın


olsun ya sarhoşum ayılmaktan korkarım


cennetinle kal


 


ey rüzgar çok esme


o büyümedi…kalbi  çocuk


dayanamaz da


sende bir bahane vurup savurma


gün eş  kalmalı


düşlüyor… hep tanrımı


sadece seninim…ölene dek


 


şimdi az sus duymasınlar…


ben sen… kalbi öp…bırakma


küçük çocuk kalbim


incitmeden bir su gibi


daima şarkısını söyler


çekinmeden




 

Ezeli Şarkıma


 


Gönül Şarkım,  Gözümün nuru…


Allah'a yakîn olan kulların himmetleri ve nazarları daima üzerimde olarak yazmaya başlıyorum.


Aşkını, muhabbetini ve hatta hasretini meşkettiğim, berrak gönlünle… gözümü, gönlümü aydınlattığım Hakk yolundaki kıymetini takdir edemediğim  ezeli şarkım!


Uzun ayrılık acısıyla yıllarımın kaybolduğu olan aşkımı bildirmek için kaleme sarıldım, onu öptüm,  seni anacak kelimeleri yazdığım kağıda leke gibi gördüğün sarartılarla, çok zaman  içimde boğulan satırlarla,  Ulu Dostumuzun rahmetine, aşkının sırrına, rızasına ve Cemâl'ine vesile kılsın…isterim


Öyle ki, aşkımı ifade eden kalemi tutan ellerimi, titreyen bedenimi Cenâb-ı Hakk, cehennemden,  kabirde çürümekten muhafaza eylesin. Çünkü yokluk acısını çok iyi biliyorum…birde dönüşü olmayan yokluk ise acılardan daha acı.


Bana ne dediler biliyor musun… seni andığım için daima,  Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem”Efendimiz'in saadetli elinden  kevser suyunu içerek O'na,  kavuşma vesilesine mazhar olacaksın dediler.


Işığımız hiç solmasın


Vefakâr, sâdık ve mahbubum, bir tanem…


Kelimelere sığmayacak sevgimi, sizin anlayışınıza,  bilginize ve kalbinize havale ediyorum…


'Yanarsam ben yanayım, ama onu  Allah için, bir kişiyi kurtarayım." Diye düşünmüşsün…söylediler.


Bunu düşünmen bile ulaşılmaz bir inanç ve ihlasın başka bir şeklidir.


Bilirsiniz...  ancak, insan insana hizmet eder. Hizmet aşkı hayvanda yoktur. Melek dahi emir aldığı için hizmet eder. Aşkla hizmet etmek Hz. İnsan'a ezeli şarkıma mahsustur.


Ne yazık ki…bu dünya.


Üzdü beni…hem de çok üzgünüm…burada bir an içinde dahi seninle aşkımızın meyvelerini deremedik…avuntumuz başka bir hayat olur mu… diye bakakaldığımız karışık hayallerimize dayanmak oldu.


Şimdi ise yakın zannettiğimiz uzaklardayız…bu hal bana çok acı veriyor…


Olmasaydı…ama olan olmuştur, olacakta olmuştur.


Cenâb-ı Hakk, elini tutamayan, nefesini koklayamayan, bastığı yere yüz süremeyen, hasretle kızarmış fakat ağlamasının yaşlarını içine akıtan bu biçaren niyaz eder ki…


Ezeli Şarkım!  Seni, nebilerin sırrına, erenlerin hizmetine, sâlihlerin devletine, velîlerin yollarına ve onların himmetlerine muhabbetle ısmarlıyorum. 


Bu satırlar, senin pâk sadrına, billur kalbine, erişilmez irfanına ve ferasetine havale ederken... beni anlayacağını umuyorum…


Cenâb-ı Hakk, dualarımızı ve niyazlarımızı, her ne kadar zelil olsak da razı olduğu ve dergâh-ı izzetinde kabul buyurduğu dualardan kılsın. 


 Efendim…




 

Bir Hikâye Ve Kalanı


 


Hepimizin bildiği meşhur bir hikâye vardır… Şöyle ki


Ağustos böceği, uzun yaz günlerinde saz çalar ve şarkı söylemiş. Hiç çalışmazmış, kış için hazırlık yapmazmış. Karınca tüm yaz boyunca gelecek soğuk yaz günleri için dişini tırnağına katarak çalışıp durmuş. Yazın sıcak günleri artık bitmiş, ve havalar soğumaya başlamış. Kış gelmiş. Artık ağustos böceği saz çalamıyor, şarkı söyleyemiyormuş. Çok üşümüş ve karnı acıkmış.


Ağustos böceği yazın eğlenirken küçük karınca bütün yaz boyunca bütün gün çalışıp kış için hazırlık yapmış. Ağustos böceğinin aklına karıncanın kışa hazırlık yaptığı ve gidip ondan yiyecek isterse ona yardım edeceği gelmiş.


Karıncanın yuvasına gelmiş. Karınca kapıyı açtığında karşısında soğuktan titremekte olan ağustos böceğini görmüş ve ona:


-” Ne istiyorsun ağustos böceği” demiş.


Ağustos böceği karıncaya:


-” Çok üşüyorum, hiç yiyeceğim yok karnım da çok aç bana yiyecek bir şeyler verir misin? Söz veriyorum ağustosta sana olan borcumu ödeyeceğim.” demiş.


Karınca:


-” Bütün yaz sen ne yaptın? Niye yiyecek bir şeyin yok? “ demiş. Ağustos böceği başını öne eğerek mahcup bir şekilde:


-” Ben bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledim.” deyince karınca çok sinirlenmiş.


-” Madem öyle bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledin şimdi de oyna biraz” demiş. Kapıyı ağustos böceğinin suratına kapatmış.


 


Buraya kadar bilinen kısmı, ancak kıssacılar bundan sonra geri kalanı nedense  anlatmazlar.


Onu ben anlatayım.


Karınca çok çalışmanın verdiği yorgunlukla ölüme doğru yelken açmış ve yatağında hasta yatıyordu. Sevdiği bir arkadaşı yanına ziyarete geldi.  Sohbet Ağustos böceğine bağlanınca…karınca bir ah çekmişti ki, yeraltında sanki deprem etkisi yapmıştı.


Arkadaşı dahi korkmuştu. Sonra karınca;


-”Beni şu gece yerinden bir güne çıkar, dedi. Takatsiz karınca gün yüzüne yuvadan çıktı. Sonra derin bir nefes alıp…havayı kokladı. Sonra antenlerini şöylece bir çevirdi sağa sola, ve:


-“ Ağustos Böceğinin sesi gelmiyor. Nerde? dediğinde, arkadaşı:


-“ Onun için kışın açlıktan ölmüş diyorlar.


Karıca yuvadaki içini yakan sesinden daha kuvvetli bir ah çekişi oldu. Gökyüzü şimşek çakmış gibi birden karardı ve yağmur yağmaya başladı. 


Arkadaşı “hadi bir yer sığınalım” dedikçe karınca ”yaşamak güzel değil, ölmek istiyorum” deyip durdu.


Gün yeniden güneşle güldü. Karınca:


-“Sana şunu anlatmadan gitmeyeceğim…dedi. Başını önüne eğip hikayenin kalanını anlattı.


-“Siz Ağustos böceğine kızmayın. O bir başkaydı. Biz  hırsımıza kendimzii kaptırdık ki, ne aşk bildik, ne sevgi, çalış çalış, kışa çalış, aç kalma, ölürsün…diye yiyecek toplamaktan  başka bir şey düşünmedik.. bir şarkı dinlemeye fırsat bulamazdık, tükenmiş iç dünyamızı ağustos böceğinin ezgileri de olmasa kurutmuştuk.. Onun musikisi aslında bir hayattı…


Onun en çok söylediği şarkı…


 


Güldürmedin benim yüzüm


Kurutmadın gözüm yaşın


Neyinden korkayım kışın


Yazın yağar kar başıma


 


-“Biz yazın onu dinleyerek sakin ve huzurlu çalışırken, o fazla umudundan dolayı rahattı. Ancak bu kış sert geçti…biliyorsun. Kapıma gelince hırsım ve cimriliğimden ondan az bir erzağı bile mahrum ettim…şimdi ise bende hastayım. Öleceğim. O aşkının teline dokunurken ben erzağın peşine ter döküyordum…


Ben ağlamayım da kimler ağlasın.


Bir yar sevmeyenin ömrü rahat olsa ne olur ki…keşke bende birini sevseydim de hayali ile ölseydim. Şimdi yalnız başıma gidiyorum…dedi…yere yığılıp kaldı.


Ağustos Böceği kışın, karıncada yazı görüp öldü…


Sonuçta ikisi de öldü.


 


Gel bir başın varsa yar yar de


Dünya umurunda olamasın


Sevda yeli esmeyen dağ başına


yıldırımlar düşsün…isterse olsun ulu


 


dediler.


Şimdi ikisi de bir yar eteğinde ebedi uykularındalar. Fakat Ağustos böceğinin şarkıları dillerde söylenip duruyor.


 


Karıncadan kim ne bilsin,


Varı ve derdi kışlık buğdaydı


Bense şarkılarını dinlerim


Aşık Ağustos Böceğinin


 




 

Kendime Şarkım


dostlar  


hastalığım kaldırılacak


halden çoktan kaldı


bari beni bırakın 


acımın meltemlerine


bendeydi bu eskiden


gömülmüş şarkımla


şimdi çıktıysa


arzum… acınır...acır depreşirken


sabâ rüzgârı hüküm sürse n’olur ki


ha mescid… ha meyhanede


yoksa mezbelelikteyim de


habersiz miyim


kim olduğum… ya da ne demek istediğim


çok mu önemli


şarkım var…olsun kime 


bilemeseniz de


yine siz dinleyince


hoş geldi




 

"Neden Yakın Kalpler Uzaklarda Oturuyor?"


 


Yıllarca hasretini çek…


Kaderin dönülmez yollarında istemsiz kal..


Sonra nedensiz tekrar eski şarkıyı söylemeye çalış


Olur mu böylesi…ne alınır ne satılır …


Biz mi kalmış.. sen mi ben


Bence hayatın en görülmesin yanı


çaresi var ölümde…elimizde mi, değil…


Neden yakın kalpler uzaklarda oturuyor




 

Uzun Geçen Kısa Gecem


gecem kısa der misin haziran 21


uykusuz dönerken gecen


 uzun ve parlak günüm


geç kalmadan ağrıyan bedenimle


senin için yazmalı


artık  varsın


umrumda değil bir dünya olsalar


şarkılarda anılanlar yetmez


şükrüme


çok ağladım meyhane kapısında


geç gelen baharım neden çok geç geldin


bu olmalı en iyisi


doyamadım …bakamadim


değişecek bir şey de yok


aklını başına  alsın demişler iyilerden o


bir günahım seni sevmek olsun


kaybolan yıllarım geri gelmeyecek


kalanında sana kurban


olmayayım da öleyim ister sen




 

Gün aydınlığım


 


inlerim sabaha kadar


hasta hayatımda


çektiklerim seni bulmak içinmiş


döngü tamamlanırsa


özgür olduğumuz yerde


öpmek seni koklamak ve sarılmak


doya doya sıcaklığında ağlamak istiyorum


 


tanrım… bu hayali bana çok görme


hasretim  yıllar ötesinden


kalbim onun şarkılarını söylemek için 


çöllerde susuz kaldı


savrulmak… ıslanmak yağmurlarında


göz yaşı dökmek


zoruma gitmiyor


 


seni de düşünüyorum


yalnızlıkla


tanrım olarak onsuzluğa


dayanamazdın değil mi


 


tir tir titreyen kalbimi


eline koy… belki sakinleşir


o benim  bitmeyen


 acım ve şarkım


 


gençliğim


küstüğüm hayatın sırrı


kendimden de kıskandığım


nefesim… bir uzun kelimemin 


bitmeyen melodisi


 


...


Benim… tanrım


sesim


ilki sen…sonu da sen


ben sen olamamalı




 

Uykular Günahsız Sığınağım


 


Genç, sabah erken kalkmış pencereden ufka doğru bakmıştı. Bir gecesi daha sessiz gitmiş gibi görünse de, başında ağrılar bırakan düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Uyku rahatlık değil, bir uzun seyahatten gelen, yükü ağır yolcu gibi bırakıyordu onu sabahlara.


Bu dünya düşümde gördüğüm gibi değil yine döndük mü başa, faydasızca.


İşte gün be bugün devam eden rüzgarlı yolda yalnız değiliz.


Onunda bir derdi  vardı…kimsesiz gibi anlatamazdı.


Yıllar yılı kanayan bir yarasına tülbent  koyan var mı ki, bir hayal gibi geçmişti. Mağara arkadaşları gibi üçyüz yıllık uyurgezerlikten uyanmıştı.


Ne saklandı ne desöylendi…içini kendine dahi anlatsa, çekinirdi. Sonunda gerçeği çatlak duvarda yetişen bir ot gibi boyun büktü. Büyürse başını koparırlar biliyordu. Başka bir yer demezler miydi. Baştan belli idi. Nereye varacağı meçhul…bir büyüme.


İçten yıkılmış genç, evin ihtiyarının yanına gitti.


“Ey ihtiyar! neden olanlar  ve olacaklar arasında kaldık ki”, dedi.


İhtiyar, zamanında çok konuşan biri imiş…şimdi ise konuşmadan eser kalmamış, birazda sağır haliyle, gence, üzgün üzgün baktı. Gözleri kızardı iki damla gözyaşı düştü. Eski hatıraları canlanmış bir insan gibi kalktı ve gitti. Genç daha bir şey söyleyemeden, ihtiyar hepsini dinlemiş gibi iki damla gözyaşıyla uzaklaştı.


Genç neydi ne oldu deyip düşüncelere daldı.


Çaresizlik içinde kıvranan genç ihtiyarın peşinden gitti. Gördü ki, ihtiyar odasında ağlıyor. Onu görünce sustu. Sonra “gel” dedi.


Genç yanına vardı.


-“Oğul dedi, sevmek güzel sevilmekte, ancak hayat her sevene vefalı olmuyor. Bazen yıllarca mezara gömdüğün sevgini, sanki bir sur düdüğü üflenir, onu tekrar diriltir. Neden unutulmuş sayfalar açılsın ki, dersin…Alışmıştın, kabullenmiştin. Nedenini kimse bilmez. Seni görünce benim geçmişim içimde kabardı. Çaresiz günlerimi hatırladım. Sonra mutluluğu bulmaya çalışırken başımı duvarlara sarhoş gibi dayadım.


Yeter, herşey biter belki dedim…ancak olmuyor ne yapsan olmuyor.


Ne çok şey sevdim ayrım yapmadan, taştan, kuştan, böcekten. Dinlisi, dinsiz demeden. Ancak olmuyor…Yine dönüyorsun ilk aşka. Başım, gözüm ve herşeyim dediğine…sancı çekerek gönlünü açıyorsun, şimdi o da biliyor, çok güzel diyorsun.


Sonrası ne? Kavuşamadığın, varamadığın bir güzel hayalden öteye gitmiyor. İçinde yangınlar  …yok olsun dediğin yasalar, esaret gibi çöküyor. Sende gördüğüm aynı şeyler, benden farksız.”


Genç,  “çözümü yok mu?” dedi. İhtiyar:


“Çözüm olmaz mı, var…en azından uykular  ve rüyalar. Dünya hayatına uyku demezler mi? Peygamberimiz çok  üzülmüştü hatırlarsan, sana bir rüya göstereceğiz dediğinde Refik-i A'lâsına miracta kavuşmuştu. En güzel şeylerden biri Allah Teâlâyı görmek değil mi, o zaman uykularını zayi etme..


Sevdiğini önce uykularında, dahası hayal dünyanda bulmaya çalış. O âlemde ne günah var ne de sevap, sadece sen ve sevdiğin var.


Sen kul ol sevdiğin ilah olsun kimse bir şey demez. Ancak bunu dünyana dış dünyana çıkarma seni anlayan da çıkmaz.” Dedi.


 Genç, “bu ikilem olmuyor mu?”, “ içini dışına çeviremediğimiz bir dünya”, “bence hoş değil” dedi


İhtiyar, “kırmaktan kırılmaktansa günahsızlık yurdunda gezmek daha iyi, hayatını yaşa…eğer sevdiğini bu dünyada göremezsen, öteki tarafta göremezsin. Duymadın mı, “Kör gelen kör gider.” Sevdiğini bu dünyada gör bil sev. Buluşmayı fiziki alem için düşünme olmayacaktır…çünkü şartlar zıtlara bağlanmış. Ancak hayal aleminde hiçbir engel yok…kaybetmeden sevdiğine sarıl içinde duy. Ben konuda ben korkak oldum şimdi kaybettiğim günlerim aklıma geliyorda acıdan kıvarnıyorum.”


Genç, “o bilecek mi?” İhtiyar, “onun bilmesini düşünme, sen düşünüyorsan  o da seninle aynı yerde olacaktır. Kalpden kalbe yol gider.”


Genç durup düşündü sonra, bunun ne faydası olur ki, insana.


İhtiyar anlamış gibi, “umudunu neden yitiriyorsun 300 yıl uyuyanlar bedenen uyudular. kalpleri nerelerde idi. “Gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz” buyurmadı mı, Yüce sevgili


Genç, “anlayamıyorum…anlayamıyorum” dedi…uzaklaştı gitti.


İhtiyar gözlerini kapadı olduğu yerde …


“Ey Rabbim! Bunların hepsi senden değil mi? birbirimize bizi aşık et, sonra da uzak tut, ne istedin bizden…hadi bende bu hal vardı derdim, bu gençte niye olsun ki…bize söylemediğin bir şey mi var?.


Cevap veren yok sanki duymuyor gibi, en iyi işiten olduğu halde…


İhtiyar eline bir kitap aldı içindeki sofralardan 11. yi tekrar açtı. Binlerce kez okumuştu bir daha okudu.


“Aşıklar iyiler sınıfındandır…korkak olurlar. Bu nedenle üzülmek yerine sevgiliyi buldunsa sev, sevilmeye çalış, bunun için yere, zamana bakma, korkma…hiç kimse karışmaz uykularına …hesapta soran olmaz.


Özgürlük güzeldir…gencim.”


Ali Emiri


 



 Notlar




İsra/60. “Hani sana, "Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'an'da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.”


Burada ifade edilen "rüya"dan maksat, Hz. Peygamberin Mîrac gecesindeki müşahedeleridir. Bu müşahedeler gece vakti meydana geldiği için rüya kelimesiyle anlatılmıştır. Kur'an'da lânetlenmiş bulunan ağaç da, cehennemdeki "zakkum" ağacıdır.





İsra, 72.  Bu dünyada kör olan, âhirette de kördür. Yolca da daha sapıktır o.





Buharî, Menakıp, 24; Müslim, Babu salati’l-leyl





ON BİRİNCİ SOFRA/ Niyazi-i Mısri


Bin altmış yedi senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu, fakat abidlerin azlığını, zahidlerin nadir olduğunu, ariflerin de yani ariflerden Allah'a yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların, asilerin ve kafirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah'ın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki: "Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir." Bunun sırrının, Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum.


 Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı.


 Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı: "Bu, dünyanın sırrıdır. " ötekine de: "Bu, ahiretin sırrıdır. " yazılı idi.


 Kapının hemen ardında güzel yüzlü, mütenasip endamlı, yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm.


 Bana dedi ki: "Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşeri elbiseyi, ve izafi varlığı (vücudu) at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak, Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın. " Çıkardım ve kapıdan içeri girdim.


 Bana nurani bir elbise giydirdi.


 Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım, kulağım, gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme, başka bir anlayışa, başka bir kulağa, göze ve yeteneklere değişti.


 Günüm,  "Arzın başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah'ın huzurunda duracağı gün" oldu.


 Ve: "O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır. " ayetinin manası meydana çıktı.


 Bildim ki Rabbımın bana giydirdiği elbise, Hakani varlıktır.


 Sonra o halimle yaratılmışlara baktım.


 Gördüm ki benim zannımda abid, zahid, veliyyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden uzaktır.


 Onunla Allah arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini temize çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah'a kötü zan taşımaktan, ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır.


 Halbuki kendisi iyi yaptığını sanıyor.


 Ve zannımda fasık, asi, riyakar, sapkın, bid'atçi, mülhid, zındık olanların çoğunu da Allah'a yakın, Allah'ın dostu, O'nun sevgilisi gördüm.


 Bunlar, kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulus, Allah'ı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah'a iyi zan besleme, herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah'a yaklaşmışlardı.


 Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah'a yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu, ve mahviyettir.


 Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.


 Sonra bana: "Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları benden başka kimse bilmez. " Kudsi Hadisinin sırrı açıldı.


 Allah Teala'nın örtüsüyle gayb kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez.


 Bunları, izafi varlığı atanlar bilirler.


 Peygamber Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edilmez. "


Sonra Hakkani vücudu giydim  ve öylece ikinci defa halka baktım.


 Bu defa bütün mahlukatı Yüce Allah'a yakın gördüm.


 Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.


 İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söylemiş:


"Bütün insanlar mevla sayılır;Çünkü Allah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar. "


Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir.


 İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi.


 Evvel ve ahir Allah'a hamdolsun.


 İrfan Sofraları


 


 


 




Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar