Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ
| |
Hoş hıraman
mîrevî iy cân-ı
can bi men
merov
İy hayât-ı dûstan der bûstan bî men merov
İy hayât-ı dûstan der bûstan bî men merov
Demek sen
böyle salına salına bensiz gidiyorsun,
ey cânımın
cânı.
Ey, dostların
canına can katan,
gül bahçesine
böyle bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey
gökkubbe, bensiz dönme,
İstemem, ey
ay, bensiz doğma,
İstemem, ey
yeryüzü, bensiz durma.
Bensiz geçme,
ey zaman, istemem.
Sen benimle
beraberken
hem bu dünya
güzel bana, hem o dünya güzel,
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
o dünyaya
bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey
dizgin, bensiz at sürme,
İstemem, ey dil, bensiz okuma,
İstemem, ey
göz, bensiz görme.
Bensiz uçup
gitme, ey ruh, istemem.
Senin
aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir
geceyim, sen bir aysın madem,
gökyüzünde
bensiz gitme, istemem.
Gül sayesinde
yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün,
bense senin dikeninim madem,
gül bahçesine
bensiz gitme, istemem.
Senin gözün
bende iken
ben senin
çevgânın önündeyimdir.
Ne olur,
öylece bak dur bana,
bırakıp gitme
beni, istemem.
O güzelle
berabersen, sen ey neşe,
istemem, sakın
içme bensiz.
Hünkârın
damına çıkarsan, ey bekçi,
sakın bensiz
çıkma, istemem.
Bir şey yoksa
bu yolda senden,
bitik bu yola
düşenlerin hali.
Ben senin
izindeyim,
ey izi
görünmez dost,
bensiz gitme,
istemem.
Ne yazık bu
yola bilmeden,
rasgele
girene!
Sen ey,
gideceğim yolu bilen,
sen ey yolumun
ışığı,
sen ey benim
değneğim,
bensiz gitme,
istemem.
Onlar sadece
aşk diyorlar sana,
oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey, hiç
kimsenin düşüne sığmayan dost,
bensiz gitme,
istemem.
Azm-i reften
kerdeî çun ömr-i
şîrin yâd dâr
Kerdeî esb-i cudâyî ragm-i mâ zin yâd dâr
Bir tatlı ömür
gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına
eyer vurdun inadına.
Ama bizi
unutma, hatırla ama.
Sana temiz
dostlar, iyi dostlar,
bağdaş dostlar
yeryüzünde de var,
gökyüzünde de
var.
Eski dostla
ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen her
gece ay değirmisini başına yastık
edince yollarda,
dizime
yattığın geceleri, hatırla ama.
Sen ey,
Hüsrev’i kendine kul,
Şirin gibi bir
nice güzeli esir eden,
aşkının
ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık dağını
delmede olduğumu, hatırla ama.
Bir deniz
kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk
ovasını görmüştün hani;
safran
dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma,
hatırla ama.
Ey Tebrizli
Şems,
dinim aşktır
benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim
senin yüzünle övünür, ey sevgili.
Bunu unutma,
hatırla ama.
Biyâ biyâ
ki zi hecret
ne akl mand-u
ne din
Karâr
u sabr bireftest zin dil-i miskîn
Ne aklım kaldı
benim, ne dinim,
ne kararım
kaldı benim,
ne sabrım,
gel ne olur,
gel artık.
Ne gönlümün
derdini sor bana,
ne sararan
yüzümü sor bana,
ne içimin
ateşini sor bana,
gel gözünle gör, gel artık.
Sıcağınla
pişmiş bir somun gibi o kıpkızıl,
al al yüzümü
sorma.
Gene ekmek
gibi bayatlayıp bayatlayıp,
gene ekmek
gibi ufalana ufalana çaresiz,
dökülmüşüm
yollara,
gel topla
beni, gel artık.
Bir vakitler
bir aynaydım,
yüzünden izler
toplamadaydım,
şimdi
buruştum,
şimdi
sarardım,
gel gör beni, gel artık.
Dere gibi
akıyorum sağa sola,
ayrılık her yanımda pusuda.
Sabahları
yalvarırım yakarırım rüzgârların karşısında,
gel ne olur,
gel artık.
Başın kille
ıslaksa da,
ayağına diken
batmışsa da,
durma gel
Allah aşkına,
gel demeden
kurtar beni.
Ey âşıklar peygamberi,
gönül ateşinde
yanmışım
ben,
boğulmuşum göz yaşına.
Git sor
Allahın seversen:
Ne yol
gösterir sevgili,
ne çare yazar
bana?
Çi bûyest
in çi bûyest
in meger on
yâr miyâyed
Meger
on yâr-ı gül-ruhsâr ezon gülzâr miyâyed
Bu ne güzel
koku böyle, bu ne güzel koku.
Gül
bahçesinden yoksa gelen o mu?
Gece mi bu
gelen, misk mi bu, amber mi bu?
Bu ne güzel
koku böyle,
bu ne güzel
koku.
O pazardan
tezcecik yoksa o mu geliyor,
yoksa
güzelimiz geri mi geliyor ne?
Bu nasıl yüz
böyle, bu nasıl ışık?
Bu nasıl ay
böyle, bu nasıl güneş?
Mağaradan mı
çıktı, dağdan mı iniyor,
o yalnızlığın
adamı, o dost?
Boş yere arama
şarap testisini sen.
Koklama onun
ağzını sen boş yere.
Şu
meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu
sen kendin gibi belleme.
Yolda o
yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık
yoksa ne çıkar?
Ne bundan
güneşe bir leke olur,
ne ayın
gösterişine zarar.
Bu gece uyuma
dostum, uyuma.
Bir kolayına
getir onu bul.
Sarhoşlar
meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
Bu gece uyuma
dostum, uyuma.
Biz duvarda
asılı duran resimleriz.
Bizi yapan
ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o
anda canlanıvermiş, kımıldanmışız.
Onun selvi boyu bir göründü mü,
bakarsın dünya
güllük gülistanlık.
Kalktı bir,
salındı, kendini bir gösterdi mi,
bakarsın
kıyamet koptu gitti.
Bakarsın
Calinus gibi hastalar ülkesindedir o.
Bakarsın
hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
Sustum artık
ben, sustum artık.
Bu şiir
utanıyor ondan. -
Âb zenîd
râhrâ hin
ki nigâr mîresed
Müjde
dehîd bâgrâ bûy-ı behâr mîresed
Yollara sular
dökün, bahçelere müjdeler edin,
bahar kokuları
geliyor,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz
geliyor.
Yol verin,
açılın, savulun.
Beri durun,
beri.
Yüzü
apaydınlık, akpak,
bastığı yeri
ardında gündüzler gibi bırakarak,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz
geliyor.
Gökler
yeryüzünü kapladı,
örttü bir
anda.
Bir anda dört
yanı misk gibi bir koku sardı.
Bir anda bir
velvele,
bir kıyamet
koptu cihanda.
O geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Bir anda can
geldi bağlara,
bağlar ışıdı.
Bir anda
açıldı baktı bağlarda gözler.
Bir anda bizde
ne gam kaldı,
ne dert kaldı,
ne keder.
O geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz geliyor.
Yayından
fırladı ok.
Hedefe ha
vardı, ha varacak.
Bahçeler
selâma durdu.
Selviler ayağa
kalktı.
Çayır çimen
yollara düştü.
İşte konca,
ata binmiş geliyor.
Biz ne
duruyoruz,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Sen bizim yöremize
gelirsen göreceksin,
ey Şems,
huyumuz sadece susmak olmuş bizim,
susmak.
Senin güzel
gözlerinçin işte canım pusuda.
Rahatım kaçtı
benim,
geceleri uykum
kalmadı gitti ama,
bak işte o
güzel günler yola çıkmış geliyor.
Şems u
kamerem âmed sem'u
başaram âmed
Von
sîm-berem âmed von kân-ı zerem âmed
Güneşim, ayım
geldi.
Gözüm, kulağım
geldi.
Gümüş bedenlim geldi.
Altın madenim geldi.
Başımın
sarhoşluğu geldi.
Gözümün nuru geldi.
Başka bir şey
dilediysen
işte o başka
bir şeyim geldi.
Yolumu vuran
geldi.
Tövbemi bozan
geldi.
Gümüş bedenli
güzel kapımdan
ansızın
çıkageldi.
Ey eski dostum
benim,
bak bugün
dünden çok iyi.
Dün ondan bir haber almıştım,
hemen de
sarhoş olmuştum.
Dün gece onu
mumla aramış durmuştum.
Bak bugün bir
demet gül gibi yol uğrağıma geliverdi.
Şarap içmeliyim
şarap,
şimşekler saçmalı
aklım,
bunun tam vakti.
Kuş olmalıyım,
uçmalıyım,
kolum, kanadım
geldi.
Bir anda
aydınlık içinde dünya.
Bir anda dünya sabahlar gibi.
İşte
bağırmanın tam zamanı şimdi.
İşte
kükremenin tam zamanı.
Benim koca
arslanım geldi.
Âmed but-i
meyhane tâ hâne
bered mârâ
Binmûd
behâr-ı nov tâ tâze kuned mârâ
İşte meyhane
güzeli geldi,
bizi alacak, eve götürecek.
İşte geldi
baharlar içinde,
geldi yüzümüz
gülsün diye,
içimiz açılsın,
ışısın diye,
olalım diye
genç ve taze.
İşte
dağarcığını açtı.
İşte belini
sıktı.
İşte yayını
kurdu.
İşte okunu yastı.
İşte yolumuzu
vuracak.
İşte bizi
yermek, yutmak için,
bin dereden su getirecek,
bir nice
düzenler kuracak.
Ama durma gene
yürü sen,
gölge kesil
onun ince boyuna.
Önünde ardında
koş yuvarlan.
Sonunda taze
bir fidan gibi
kökümüzden
söküp çıkaracaksa da
bizi aldırma.
Mermer bir
yürek varsa sende dostum, dayan!
Gene geldi
işte gene geldi,
İşte o uzun ömür geldi.
Sultanların
şahı geldi.
Gizli hazine
geldi.
Cihanın canı
geldi.
İşte güneş koç
burcuna geldi,
gülen yüzümüzü
görmek için
yaradılış
ağacının üstünde.
İmrûz cemâl-i
tü sîmâ-yı diğer
dâred
İmrûz leb-î nûşet helvâ-yı diğer dâred
Bugün yüzünde
bir başka güzellik var senin,
bugün
dudağında bir başka tad var,
boyunda bir
başka yücelik.
Bugün kırmızı
gülün bir başka daldan.
Ayın gökyüzüne
bugün sığmamış.
Göklere
benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka
kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş.
Biz senin
gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylânı.
Başka bir
ovası var o ceylânın bugün iki cihandan da dışarı.
Seven insanın
ayağı mı yok, işte
ona ölümsüzlük kanadı.
Yukarlarda
onunla uçar gider.
Gözlerinin
denizinde onu arama. O inci bir başka denizde.
Bakarsın bugün
sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin
özünde başka yarınlar var.
Ey hoşâ
seb kez visâl-i
yar mârâ dûş
bûd
Müşteri
der tâli-u horşid der âgûş bûd
Ne güzel
geceydi dün gece,
ne güzel
geceydi:
Onunla
sarmaşdolaş, dudak dudağa,
talih kapısı
ardına kadar açık,
güneş kucağımızda.
Ne güzel
geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
Şarap tasını
her sunuşunda diyordu aklını başına al.
Hani dün gece
aklın da tam sırasıydı ya!
Bâz turuş
şodi meğer yâr-ı
diğer guzidei
Dest-i
cefâ guşâdeî pây zi mâ keşîdeî
Gene ne oldu
sana böyle birdenbire,
neden gene suratın asık?
Yoksa bir
başka dost mu buldun kendine?
Gene neden
uzattın cefa elini,
neden ayağını
bizden çekiverdin?
Ay parçam
benim, sevgilim,
kötü şeyler
söylemiş düşmanlar sana.
Yalancılık
etmişler, kandırmışlar seni.
Dün gece
içlendim, acındım, bir hal oldum.
Gözüme bir
damla uyku girmedi.
Ey sıcak
soluğum benim, kalk.
Ey dün gecem
benim, geri gel.
Ne gördün,
nasıl gördün, söyle.
Böyle çaresiz
bırakma bizi.
Bir ayna
almışsın eline, yüzüne bakıp duruyorsun.
Perdemizin ardına girmişsin, yırtmışsın
perdemizi.
Bir çıkar yol
nasıl bulayım, bilmem ki,
seni gördüğüm
günden bu yana
akıl mı kaldı
bende, fikir mi kaldı sanki.
İşte gönül
yurdunun kapısı ardına kadar açık.
İşte her yanda
ayak izlerin senin.
Ne diye
düşmanların kapısına koşarsın
hâlâ anlamadım,
ne diye hâlâ
onların evine girersin.
Bizim
dudaklarımızı emdiğin günden bu yana
aklımda hep
senin dudakların, ağzın.
Nerde senden
bir söz açan görsem
hep onun
ağzına bakar, biterim.
Onda senden
bir şeyler görsem
aklıma kötü
şeyler gelir,
sakın bu
hırsız falan olmasın, derim,
derim, sen
bunu nerden buldun,
sen bunu
nerden aldın, derim.
Ey Rum
ülkesinin övündüğü Şemseddin,
bir daha
yüzünü çevirip bakmadın bize.
Artık şu
dünyanın sensiz hiç tadı yok:
Dünyada her
şey gözünü seninle açardı,
sen her şeyden
olgun ve güzeldin.
Bize Tebriz’den
bir habercik salarsan,
sana kalk bu yana gel, kalk gel, derim,
kalk gel,
derim, seni doğuran,
büyüten
toprağa.
Eyyühel
uşşâk âteş keşte çün istâreîm
Lâcerem
raksan heme şeb gerd i on meh- pâreim
Ey âşıklar,
gelin bakın, gelin bakın, ey iş erleri.
Gelin de bizi
görün işte.
Bakın nasıl
yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
ayın yöresinde
bütün gece nasıl oynayıp dönmeye
koyulmuşuz.
Güneşimiz gideli
ortaya nasıl çıkmışız
işte bakın.
Bakın
nasıl anadan doğma
çırılçıplak olmuşuz,
nasıl başıboş
olmuşuz bakın.
Ey âşıklar,
gelin, gelin ey iş erleri,
şarabın en
tatlısı burda işte bakın,
işte burda
şarabın en iyisi,
işte burda
yıllanmışı şarabın.
Tanyeri
ağarınca her gün,
güzeller
sultanımız çağırır,
haydi der,
ey çaresizler der, gelin,
âşıklara
derman olan biziz asıl,
âşıklara biziz
asıl tek çare, der.
Turdağı o
şarabı içti.
Körkandil
sarhoş oldu.
Turdağı
kendinden geçti.
Bizim
elimizden ne gelir,
biz demirden dağ değiliz ki!
Gökyüzünde,
harman yerinde,
yanan
yıldızlarız ama,
kesilsek dilim
dilim,
bolünsek parça
parça,
olsak arpa
gibi, tane tane,
gene de söz
açamayız sırdan yana,
veremeyiz
ondan bir zerre bile.
Diyorlar
aşk deli.
Ama biz
zırdeliyiz.
Diyorlar
kötülüğe götürür insanı insanın içi.
Ama biz o iç’e emrederiz.
Tek bir aşka
tutulmuşuz yani,
yani senin
aşkına tutulmuşuz.
Sen bir kez
daha şu yolculuktan dön gel, gel
Allah aşkına
bir gör halimizi.
Der
furûbend ki mâ âşık-ı in meykedeîm
Derdih on bâde-i canrâ ki sebük-dil şudeîm
O kapıyı kapa.
Gayret
kemerini kuşan.
Bize can
şarabını sun.
Bu meyhaneye
âşık kişileriz biz,
hem çok
uzaklardan geliyoruz bak,
çok
uzaklardan.
O kapıyı kapa,
gel sen asıl
bizi gör, gör halimizi, acı.
Bir başka kapı
aç, İşte na şurda,
bir gizli
kapı.
Bir büyük
sağrak bul getir bize.
Sonra doldur
şarabı
eski
dostluğumuzun şerefine.
O kapıyı kapa.
Gel bizi yıka,
arıt.
Hani bir gün,
bilmem unuttun mu,
biz hepimiz uykudaydık.
Sen bir tekme
atmıştın bize,
derken bir,
bir daha.
Sıçramış
uyanmıştık uykudan.
Oturup şarap
içmiştik sonra.
Şarap başımıza
vurmuştu.
O zaman
olmuştu işte ne olduysa.
Denizleri yüksük
gibi gören timsahlarız
artık,
tirit,
mercimek, aş erleri değil.
Haydi inadı
falan bırak,
inadı
bırak da kendine
gel,
bize şarap
ver, şarap.
Goft
yekî Hâce Senâî bimord
Merk-i
çünan Hâce ne kârîst hord
Biri geldi,
Hoca Senâi öldü dedi.
Yabana atılır
bir er değildi ki, omuz silkelim.
Saman çöpü
değildi ki, uçtu diyelim.
Su değildi ki,
soğuktan dondu diyelim.
Tarak değildi
ki, bir saç teli kırdı onu diyelim.
Buğday tanesi
değildi ki, toprakta kayboldu diyelim.
O şu toprak
yurtta bir altın gömüsüydü.
Bir arpaya
sayardı iki cihanı.
Aldı topraktan
yaratılan bedeni bir gün,
fırlattı
toprağa attı.
Aldı götürdü
akıl denen şeyi.
Yanlış lâf mı
ediyoruz ne?
Kimsenin
bilmediği bir can daha vardı,
bağışladı
gitti o canı sevgiliye.
Saf şarap
tortu koyvermişti.
Safı tortunun üstüne çıkmıştı,
arınmıştı
tortudan.
Günlerden bir
gün, azizim,
yolda
birbirlerine rastlamışlar,
birlikte
yolculuk etmişlerdi,
bir Kürt, bir
Maraga’lı, bir Rey’li,
bir de Rum
ülkesinden biri.
Bir olur muydu
atlas kumaşla kara çul?
Elbet yollar
ayrıldı bir gün,
her biri kendi
yurduna gitti.
Bang mîzen
ey münâdî ber
ser-î her desteî
Hîç
dîdîd ey müselmânan gulâmî cesteî
Nerde bir
topluluk görürsen,
tellâl, hiç durma, bağır:
Kaçan bir kul
gördünüz mü ey insanlar, de,
tertemiz kokan
bir kul gördünüz mü,
ay parçası bir
yüzü var,
baştanbaşa
fitne.
Savaş vakti
tez gider, de,
tellâl, barış
vakti
uysal olur,
de.
Nerde bir
topluluk görürsen,
tellâl, hiç
durma, sor:
İnce boylu,
güler yüzlü, tatlı sözlü,
tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?
Sırtında bir
al kaftan taşıyor.
Kucağında bir
rebap,
elinde bir yay
var, de, tellâl.
Çaldığı hep
güzel, hep sıcak havalar, de.
Nerde bir
topluluk görürsen, tellâl,
hiç durma, bağır:
Onun bağından
bir meyva
devşiren var mı ey irfanlar, de,
onun gül
bahçesinden bir demet gül deren var mı?
İş ki çıksın
bir habercik getirsin biri ondan bana, tellâl,
çıksın biri
ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim
canımı ona gitti,
tellâl, verdim
canımı ona gitti.
Bişnov in
kıssa-i bülhâne emîr-î
asesan
Rindi
ez halka-i mâ keşt derin kûy nihan
Kulağını ver,
dinle, bak asesbaşı ne diyor:
Bu mahallede
bizden bir gönül eri kayboldu,
diyor, derken
ansızın biri yolda izini buldu, diyor.
Belirtilerini
görün işte, diyor.
İşte al kanlar
içinde bir elbise, diyor.
Ne zamandır
onu aradık, yandık yakıldık.
Ne zamandır
onu arayanlar her yanda dövündüler.
Ne üst
kodular, ne baş.
Âşıkların kanı
hiç eskimiyor, unutulmuyor.
Âşıkların kanı
nasılsa hep öyle kalıyor.
Hep öyle taze,
sıcak.
Bu eski bir
kan davasıdır deme sakın.
Atma kulağının
arkasına sen şu lâfı:
Kan bir kere
eskidi mi kararır, kurur ama,
âşıkların kanı
durmayacak, gönüllerden biteviye akacak.
Bu bucağa
sığınan senin kanlı bakışındır.
O büyük
sağrağı sunan senin nerkis gözlerin.
Sarhoşça gelen
de onlar, gönüller çalan da onlar,
adamı canevinden
vuran da onlar.
Ya o yok
olunca sen çık ortaya,
ya da o
kaybolan gönlü geri ver.
Ey gönül,
o şeker gibi
gönülden bir parçacık yüz bulursan şükret haline.
Bütün âlem
denizin bir damlasında erimiş gitmiş ama
bir sinek o
şekerden sanki ne kadar yer?
Bir gün sen de
böyle öldürülürsen sonsuzluğa erecek,
hep diri kalacaksın, diri.
Böyle bir
şehidin canından selâm Tebriz’e!
Dırîgâ kez
miyan iy yâr
reftî
Be
derd u hasret-i bisyâr reftî
Buradan bir
nice acıyla, özlemle gittin,
sonra
yalvardın yakardın amma
eline
düşmüştün bir kere kaderin,
ne fayda
sevgili, ne fayda.
Her yanda
çareler aradın kendine,
olmadık şeyler
yaptın her yanda.
Bulmadın bir
çare, sonunda gittin,
ne fayda
sevgili, ne fayda.
Kucağın
güllerle doluydu senin,
ayın ondördü
bir yüzün vardı.
Kopup
halkasından dostlar meclisinin,
o aşağılık, o
bayağı yere sen,
o
karıncaların, yılanların yanına ne oldu,
nasıl oldu da
gittin?
Nerde hani o
cânım sözlerin şimdi?
Nerde hani o
sırları çözen akıl?
Nerde hani gül
bahçesine giden ayak?
Elimizi tutan
el nerde hani?
Hoştun,
güzeldin, eşin yoktu senin,
insanları hemen elde ederdin.
Ama kalktın
çıktın bir uzun yolculuğa,
insanları
yiyen toprağa gittin.
Ağlaya inleye
sen gittin ama,
gökler de
arkandan durmadı ağladı.
Parça parça
etti yüzünü ay.
Gönlüm
arkandan kan bağladı.
Şimdi ne
edeyim, kime sorayım seni?
İyi insanlar arasında mısın orda?
Yani dostlar
meclisinde mi?
Yoksa bir
kenarda boynun bükük mü kaldın?
Öyle bir yere
gittin ki bu sefer,
izinin tozu
bile belli değil.
Ne kadar da
kanlıymış gittiğin yol!
Kadr-i gam
ger çeşm-i şer
bigrîstî
Rûz
u şebhâ tâ seher bigrîstî
Göz gamın ne
olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu
acıyı duysaydı;
göz gece demez
gündüz demez ağlardı,
gökler
yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez
gündüz demez ağlardı,
padişah
bakardı ününe,
tacına,
tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez
gündüz demez ağlardı.
Gül bahçesi
güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş
avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi
bu özlemi görseydi;
gül bahçesi
hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş
uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi
öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.
Zaloğlu bu
zulmü görseydi,
ecel bu
çığlığı duysaydı,
cellâdın
yüreği olsaydı;
Zaloğlu
savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı
kendine ağlardı, cellât,
yüreği taş
olsa, ağlardı.
Kumru, başına
geleceği duysaydı,
tabut, içine
gireni bilseydi,
hayvanlarda
bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden
ayrılır ağlardı,
tabut omuzda
giderken ağlardı,
öküzler,
beygirler, kediler ağlardı.
Ölüm acılarını
gördü tatlı can,
koyuldu işte
böyle ağlamaya.
Olanlar oldu,
gitti dostum benim,
şu dünya bir
altüst olsa,
ağlasa yeri
var,
öylesine
topraklar altında kalmışım.
Kaynak: A .KADİR, Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ , DÖRDÜNCÜ BASKI,
DÖRDÜNCÜ BASKI, Kasım 1966, İstanbul
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder