Print Friendly and PDF

Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ

|


Hoş   hıraman   mîrevî   iy   cân-ı   can   bi   men   merov
 İy hayât-ı dûstan der bûstan bî men merov
Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun,
ey cânımın cânı.
Ey, dostların canına can katan,
gül bahçesine böyle bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme,
İstemem, ey ay, bensiz doğma,
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma.
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.
Sen benimle beraberken
hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel,
 İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
o dünyaya bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme,
 İstemem, ey dil, bensiz okuma,
İstemem, ey göz, bensiz görme.
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.
Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
gökyüzünde bensiz gitme, istemem.
Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün, bense senin dikeninim madem,
gül bahçesine bensiz gitme, istemem.
Senin gözün bende iken
ben senin çevgânın önündeyimdir.
Ne olur, öylece bak dur bana,
bırakıp gitme beni, istemem.
O güzelle berabersen, sen ey neşe,
istemem, sakın içme bensiz.
Hünkârın damına çıkarsan, ey bekçi,
sakın bensiz çıkma, istemem.
Bir şey yoksa bu yolda senden,
bitik bu yola düşenlerin hali.
Ben senin izindeyim,
ey izi görünmez dost,
bensiz gitme, istemem.
Ne yazık bu yola bilmeden,
rasgele girene!
Sen ey, gideceğim yolu bilen,
sen ey yolumun ışığı,
sen ey benim değneğim,
bensiz gitme, istemem.
Onlar sadece aşk diyorlar sana,
 oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
bensiz gitme, istemem.

Azm-i    reften    kerdeî    çun    ömr-i    şîrin    yâd    dâr
 Kerdeî esb-i cudâyî ragm-i mâ zin yâd dâr
Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.
Sana temiz dostlar, iyi dostlar,
bağdaş dostlar yeryüzünde de var,
gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen  her  gece  ay  değirmisini başına  yastık  edince  yollarda,
dizime yattığın geceleri, hatırla ama.
Sen ey, Hüsrev’i kendine kul,
Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.

Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.
Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili.
Bunu unutma, hatırla ama.

Biyâ  biyâ  ki  zi  hecret  ne  akl  mand-u  ne  din
Karâr u sabr bireftest zin dil-i miskîn
Ne aklım kaldı benim, ne dinim,
ne kararım kaldı benim,
ne sabrım,
gel ne olur, gel artık.
Ne gönlümün derdini sor bana,
ne sararan yüzümü sor bana,
ne içimin ateşini sor bana,
 gel gözünle gör, gel artık.
Sıcağınla pişmiş bir somun gibi o kıpkızıl,
al al yüzümü sorma.
Gene ekmek gibi bayatlayıp bayatlayıp,
gene ekmek gibi ufalana ufalana çaresiz,
dökülmüşüm yollara,
gel topla beni, gel artık.
Bir vakitler bir aynaydım,
yüzünden izler toplamadaydım,
şimdi buruştum,
şimdi sarardım,
 gel gör beni, gel artık.

Dere gibi akıyorum sağa sola,
 ayrılık her yanımda pusuda.
Sabahları yalvarırım yakarırım rüzgârların karşısında,
gel ne olur, gel artık.
Başın kille ıslaksa da,
ayağına diken batmışsa da,
durma gel Allah aşkına,
gel demeden kurtar beni.
Ey âşıklar peygamberi,
gönül ateşinde yanmışım
ben, boğulmuşum göz yaşına.
Git sor Allahın seversen:
Ne yol gösterir sevgili,
ne çare yazar bana?

Çi   bûyest   in   çi   bûyest   in   meger   on   yâr   miyâyed
Meger on yâr-ı gül-ruhsâr ezon gülzâr miyâyed
Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku.
Gül bahçesinden yoksa gelen o mu?
Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu?
Bu ne güzel koku böyle,
bu ne güzel koku.
O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor,
yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne?
Bu nasıl yüz böyle, bu nasıl ışık?
Bu nasıl ay böyle, bu nasıl güneş?
Mağaradan    çıktı, dağdan    iniyor,
o  yalnızlığın  adamı, o dost?

Boş yere arama şarap testisini sen.
Koklama onun ağzını sen boş yere.
Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu sen kendin gibi belleme.
Yolda o yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık yoksa ne çıkar?
Ne bundan güneşe bir leke olur,
ne ayın gösterişine zarar.
Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Bir kolayına getir onu bul.
Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Biz duvarda asılı duran resimleriz.
Bizi yapan ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız.
 Onun selvi boyu bir göründü mü,
bakarsın dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir, salındı, kendini bir gösterdi mi,
bakarsın kıyamet koptu gitti.
Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindedir o.
Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
Sustum artık ben, sustum artık.
Bu şiir utanıyor ondan. -

Âb    zenîd    râhrâ    hin    ki    nigâr    mîresed
Müjde dehîd bâgrâ bûy-ı behâr mîresed
Yollara sular dökün, bahçelere müjdeler edin,
bahar kokuları geliyor,
o geliyor, o.
Ay parçamız, sevgilimiz,
yârimiz geliyor.
Yol verin, açılın, savulun.
Beri durun, beri.
Yüzü apaydınlık, akpak,
bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak,
o geliyor, o.
Ay parçamız, sevgilimiz,
yârimiz geliyor.
Gökler yeryüzünü kapladı,
örttü bir anda.
Bir anda dört yanı misk gibi bir koku sardı.
Bir anda bir velvele,
bir kıyamet koptu cihanda.
O geliyor, o.
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Bir anda can geldi bağlara,
bağlar ışıdı.
Bir anda açıldı baktı bağlarda gözler.
Bir anda bizde ne gam kaldı,
ne dert kaldı, ne keder.
O geliyor, o.
Ay parçamız, sevgilimiz,
yârimiz geliyor.

Yayından fırladı ok.
Hedefe ha vardı, ha varacak.
Bahçeler selâma durdu.
Selviler ayağa kalktı.
Çayır çimen yollara düştü.
İşte konca, ata binmiş geliyor.
Biz ne duruyoruz,
o geliyor, o.
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin,
ey Şems, huyumuz sadece susmak olmuş bizim,
susmak.
Senin güzel gözlerinçin işte canım pusuda.
Rahatım kaçtı benim,
geceleri uykum kalmadı gitti ama,
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.

Şems    u    kamerem    âmed    sem'u    başaram    âmed
Von sîm-berem âmed von kân-ı zerem âmed
Güneşim, ayım geldi.
Gözüm, kulağım geldi.
 Gümüş bedenlim geldi.
 Altın madenim geldi.
Başımın sarhoşluğu geldi.
 Gözümün nuru geldi.
Başka bir şey dilediysen
işte o başka bir şeyim geldi.
Yolumu vuran geldi.
Tövbemi bozan geldi.
Gümüş bedenli güzel kapımdan
ansızın çıkageldi.
Ey eski dostum benim,
bak bugün dünden çok iyi.
 Dün ondan bir haber almıştım,
hemen de sarhoş olmuştum.
Dün gece onu mumla aramış durmuştum.
Bak bugün bir demet gül gibi yol uğrağıma geliverdi.

Şarap   içmeliyim   şarap,
şimşekler  saçmalı  aklım,
 bunun tam vakti.
Kuş olmalıyım, uçmalıyım,
kolum, kanadım geldi.
Bir anda aydınlık içinde dünya.
 Bir anda dünya sabahlar gibi.
İşte bağırmanın tam zamanı şimdi.
İşte kükremenin tam zamanı.
Benim koca arslanım geldi.

Âmed   but-i   meyhane      hâne   bered   mârâ
Binmûd behâr-ı nov tâ tâze kuned mârâ
İşte  meyhane  güzeli  geldi,
 bizi alacak, eve götürecek.
İşte  geldi  baharlar  içinde,
geldi  yüzümüz  gülsün  diye,
içimiz  açılsın,  ışısın  diye,
olalım diye genç ve taze.
İşte dağarcığını açtı.
İşte belini sıktı.
İşte yayını kurdu.
 İşte okunu yastı.
İşte yolumuzu vuracak.
İşte bizi yermek, yutmak için,
 bin dereden su getirecek,
bir nice düzenler kuracak.
Ama durma gene yürü sen,
gölge kesil onun ince boyuna.
Önünde ardında koş yuvarlan.

Sonunda taze bir fidan gibi
kökümüzden söküp çıkaracaksa da
bizi aldırma.
Mermer bir yürek varsa sende dostum, dayan!
Gene geldi işte gene geldi,
 İşte o uzun ömür geldi.
Sultanların şahı geldi.
Gizli hazine geldi.
Cihanın canı geldi.
İşte güneş koç burcuna geldi,
gülen yüzümüzü görmek için
yaradılış ağacının üstünde.

İmrûz   cemâl-i      sîmâ-yı   diğer   dâred
 İmrûz leb-î nûşet helvâ-yı diğer dâred
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında bir başka tad var,
boyunda bir başka yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.
Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
 Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
 dünyada bir başka gidiş.

Biz senin gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylânı.
Başka bir ovası var o ceylânın bugün iki cihandan da dışarı.
Seven  insanın  ayağı   yok, işte  ona  ölümsüzlük  kanadı.
Yukarlarda onunla uçar gider.
Gözlerinin denizinde onu arama. O inci bir başka denizde.
Bakarsın bugün sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin özünde başka yarınlar var.

Ey  hoşâ  seb  kez  visâl-i  yar  mârâ  dûş  bûd
Müşteri der tâli-u horşid der âgûş bûd
Ne güzel geceydi dün gece,
ne güzel geceydi:
Onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa,
talih kapısı ardına kadar açık,
 güneş kucağımızda.
Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
Şarap tasını her sunuşunda diyordu aklını başına al.
Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!

Bâz   turuş   şodi   meğer   yâr-ı   diğer   guzidei
Dest-i cefâ guşâdeî pây zi mâ keşîdeî
Gene ne oldu sana böyle birdenbire,
 neden gene suratın asık?
Yoksa bir başka dost mu buldun kendine?
Gene neden uzattın cefa elini,
neden ayağını bizden çekiverdin?
Ay parçam benim, sevgilim,
kötü şeyler söylemiş düşmanlar sana.
Yalancılık etmişler, kandırmışlar seni.
Dün gece içlendim, acındım, bir hal oldum.
Gözüme bir damla uyku girmedi.
Ey sıcak soluğum benim, kalk.
Ey dün gecem benim, geri gel.
Ne gördün, nasıl gördün, söyle.
Böyle çaresiz bırakma bizi.

Bir ayna almışsın eline, yüzüne bakıp duruyorsun.
 Perdemizin ardına girmişsin, yırtmışsın perdemizi.
Bir çıkar yol nasıl bulayım, bilmem ki,
seni gördüğüm günden bu yana
akıl mı kaldı bende, fikir mi kaldı sanki.
İşte gönül yurdunun kapısı ardına kadar açık.
İşte her yanda ayak izlerin senin.
Ne  diye  düşmanların  kapısına  koşarsın  hâlâ  anlamadım,
ne diye hâlâ onların evine girersin.
Bizim dudaklarımızı emdiğin günden bu yana
aklımda hep senin dudakların, ağzın.
Nerde senden bir söz açan görsem
hep onun ağzına bakar, biterim.
Onda senden bir şeyler görsem
aklıma kötü şeyler gelir,
sakın bu hırsız falan olmasın, derim,
derim, sen bunu nerden buldun,
sen bunu nerden aldın, derim.

Ey Rum ülkesinin övündüğü Şemseddin,
bir daha yüzünü çevirip bakmadın bize.
Artık şu dünyanın sensiz hiç tadı yok:
Dünyada her şey gözünü seninle açardı,
sen her şeyden olgun ve güzeldin.
Bize  Tebriz’den  bir  habercik  salarsan,
 sana kalk bu yana gel, kalk gel, derim,
kalk gel, derim, seni doğuran,
büyüten toprağa.

Eyyühel uşşâk âteş keşte çün istâreîm
Lâcerem raksan heme şeb gerd i on meh- pâreim
Ey âşıklar, gelin bakın, gelin bakın, ey iş erleri.
Gelin de bizi görün işte.
Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
ayın yöresinde bütün gece nasıl oynayıp dönmeye
koyulmuşuz.
Güneşimiz  gideli  ortaya  nasıl  çıkmışız  işte  bakın.
 Bakın  nasıl  anadan  doğma  çırılçıplak  olmuşuz,
nasıl başıboş olmuşuz bakın.
Ey âşıklar, gelin, gelin ey iş erleri,
şarabın en tatlısı burda işte bakın,
işte burda şarabın en iyisi,
işte burda yıllanmışı şarabın.

Tanyeri ağarınca her gün,
güzeller sultanımız çağırır,
haydi der,
 ey çaresizler der, gelin,
âşıklara derman olan biziz asıl,
âşıklara biziz asıl tek çare, der.
Turdağı o şarabı içti.
Körkandil sarhoş oldu.
Turdağı kendinden geçti.
Bizim elimizden ne gelir,
 biz demirden dağ değiliz ki!
Gökyüzünde, harman yerinde,
yanan yıldızlarız ama,
kesilsek dilim dilim,
bolünsek parça parça,
olsak arpa gibi, tane tane,
gene de söz açamayız sırdan yana,
veremeyiz ondan bir zerre bile.
Diyorlar aşk deli.
Ama biz zırdeliyiz.
Diyorlar kötülüğe götürür insanı insanın içi.
 Ama biz o iç’e emrederiz.
Tek bir aşka tutulmuşuz yani,
yani senin aşkına tutulmuşuz.
Sen bir kez daha şu yolculuktan dön gel, gel
Allah aşkına bir gör halimizi.

Der furûbend ki mâ âşık-ı in meykedeîm
 Derdih on bâde-i canrâ ki sebük-dil şudeîm
O kapıyı kapa.
Gayret kemerini kuşan.
Bize can şarabını sun.
Bu meyhaneye âşık kişileriz biz,
hem çok uzaklardan geliyoruz bak,
çok uzaklardan.
O kapıyı kapa,
gel sen asıl bizi gör, gör halimizi, acı.
Bir başka kapı aç, İşte na şurda,
bir gizli kapı.
Bir büyük sağrak bul getir bize.
Sonra doldur şarabı
eski dostluğumuzun şerefine.

O kapıyı kapa.
Gel bizi yıka, arıt.
Hani bir gün, bilmem unuttun mu,
 biz hepimiz uykudaydık.
Sen bir tekme atmıştın bize,
derken bir, bir daha.
Sıçramış uyanmıştık uykudan.
Oturup şarap içmiştik sonra.
Şarap başımıza vurmuştu.
O zaman olmuştu işte ne olduysa.
Denizleri  yüksük  gibi  gören  timsahlarız  artık,
tirit, mercimek, aş erleri değil.
Haydi   inadı   falan   bırak,
 inadı  bırak  da  kendine  gel,
bize şarap ver, şarap.

Goft yekî Hâce Senâî bimord
Merk-i çünan Hâce ne kârîst hord
Biri geldi, Hoca Senâi öldü dedi.
Yabana atılır bir er değildi ki, omuz silkelim.
Saman çöpü değildi ki, uçtu diyelim.
Su değildi ki, soğuktan dondu diyelim.
Tarak değildi ki, bir saç teli kırdı onu diyelim.
Buğday tanesi değildi ki, toprakta kayboldu diyelim.
O şu toprak yurtta bir altın gömüsüydü.
Bir arpaya sayardı iki cihanı.
Aldı topraktan yaratılan bedeni bir gün,
fırlattı toprağa attı.
Aldı götürdü akıl denen şeyi.

Yanlış lâf mı ediyoruz ne?
Kimsenin bilmediği bir can daha vardı,
bağışladı gitti o canı sevgiliye.
Saf şarap tortu koyvermişti.
 Safı tortunun üstüne çıkmıştı,
arınmıştı tortudan.
Günlerden bir gün, azizim,
yolda birbirlerine rastlamışlar,
birlikte yolculuk etmişlerdi,
bir Kürt, bir Maraga’lı, bir Rey’li,
bir de Rum ülkesinden biri.
Bir olur muydu atlas kumaşla kara çul?
Elbet yollar ayrıldı bir gün,
her biri kendi yurduna gitti.

Bang   mîzen   ey   münâdî   ber   ser-î   her   desteî
Hîç dîdîd ey müselmânan gulâmî cesteî
Nerde bir topluluk görürsen,
 tellâl, hiç durma, bağır:
Kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de,
tertemiz kokan bir kul gördünüz mü,
ay parçası bir yüzü var,
baştanbaşa fitne.
Savaş vakti
tez gider, de,
tellâl, barış vakti
uysal olur, de.

Nerde bir topluluk görürsen,
tellâl, hiç durma, sor:
İnce boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü,
 tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?
Sırtında bir al kaftan taşıyor.
Kucağında bir rebap,
elinde bir yay var, de, tellâl.
Çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de.
Nerde bir topluluk görürsen, tellâl,
 hiç durma, bağır:
Onun bağından
bir meyva devşiren var mı ey irfanlar, de,
onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı?
İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellâl,
çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim canımı ona gitti,
tellâl, verdim canımı ona gitti.

Bişnov    in    kıssa-i    bülhâne    emîr-î    asesan
Rindi ez halka-i mâ keşt derin kûy nihan
Kulağını ver, dinle, bak asesbaşı ne diyor:
Bu mahallede bizden bir gönül eri kayboldu,
diyor, derken ansızın biri yolda izini buldu, diyor.
Belirtilerini görün işte, diyor.
İşte al kanlar içinde bir elbise, diyor.
Ne zamandır onu aradık, yandık yakıldık.
Ne zamandır onu arayanlar her yanda dövündüler.
Ne üst kodular, ne baş.
Âşıkların kanı hiç eskimiyor, unutulmuyor.
Âşıkların kanı nasılsa hep öyle kalıyor.
Hep öyle taze, sıcak.

Bu eski bir kan davasıdır deme sakın.
Atma kulağının arkasına sen şu lâfı:
Kan bir kere eskidi mi kararır, kurur ama,
âşıkların kanı durmayacak, gönüllerden biteviye akacak.
Bu bucağa sığınan senin kanlı bakışındır.
O büyük sağrağı sunan senin nerkis gözlerin.
Sarhoşça gelen de onlar, gönüller çalan da onlar,
adamı canevinden vuran da onlar.
Ya o yok olunca sen çık ortaya,
ya da o kaybolan gönlü geri ver.
Ey gönül,
o şeker gibi gönülden bir parçacık yüz bulursan şükret haline.
Bütün âlem denizin bir damlasında erimiş gitmiş ama
bir sinek o şekerden sanki ne kadar yer?
Bir gün sen de böyle öldürülürsen sonsuzluğa erecek,
 hep diri kalacaksın, diri.
Böyle bir şehidin canından selâm Tebriz’e!

Dırîgâ   kez   miyan   iy   yâr   reftî
Be derd u hasret-i bisyâr reftî
Buradan bir nice acıyla, özlemle gittin,
sonra yalvardın yakardın amma
eline düşmüştün bir kere kaderin,
ne fayda sevgili, ne fayda.
Her yanda çareler aradın kendine,
olmadık şeyler yaptın her yanda.
Bulmadın bir çare, sonunda gittin,
ne fayda sevgili, ne fayda.
Kucağın güllerle doluydu senin,
ayın ondördü bir yüzün vardı.
Kopup halkasından dostlar meclisinin,
o aşağılık, o bayağı yere sen,
o karıncaların, yılanların yanına ne oldu,
nasıl oldu da gittin?

Nerde hani o cânım sözlerin şimdi?
Nerde hani o sırları çözen akıl?
Nerde hani gül bahçesine giden ayak?
Elimizi tutan el nerde hani?
Hoştun, güzeldin, eşin yoktu senin,
 insanları hemen elde ederdin.
Ama kalktın çıktın bir uzun yolculuğa,
insanları yiyen toprağa gittin.
Ağlaya inleye sen gittin ama,
gökler de arkandan durmadı ağladı.
Parça parça etti yüzünü ay.
Gönlüm arkandan kan bağladı.
Şimdi ne edeyim, kime sorayım seni?
 İyi insanlar arasında mısın orda?
Yani dostlar meclisinde mi?
Yoksa bir kenarda boynun bükük mü kaldın?
Öyle bir yere gittin ki bu sefer,
izinin tozu bile belli değil.
Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol!

Kadr-i   gam   ger   çeşm-i   şer   bigrîstî
Rûz u şebhâ tâ seher bigrîstî
Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
 gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı,
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.
Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.
Zaloğlu bu zulmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı, cellât,
yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.
Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu,
 gitti dostum benim,
şu dünya bir altüst olsa,
ağlasa yeri var,
öylesine topraklar altında kalmışım.

Kaynak: A .KADİR, Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ , DÖRDÜNCÜ BASKI, DÖRDÜNCÜ BASKI, Kasım 1966, İstanbul

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar