Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ II
| |
Negoftemet merov
ancâ ki âşnât
menem
Derin
serâb-ı fenâ çeşme-î hayât menem
Oraya gitme
demedim mi sana,
seni yalnız
ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu
yokluk yurdunda hayat çeşmesi
ben’im?
Bir gün kızsan
bana, alsan başını,
yüz bin yıllık
yere gitsen,
dönüp
kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
Demedim mi şu
görünene razı olma,
demedim mi
sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,
onu süsleyen,
bezeyen
ben’im demedim mi?
Ben bir
denizim demedim mi sana?
Sen bir
balıksın demedim mi?
Demedim mi o
kuru yerlere gitme sakın,
senin duru
denizin
ben’im demedim
mi?
Kuşlar gibi
tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi
senin uçmanı sağlayan ben’im,
senin kolun
kanadın
ben’im demedim mi?
Demedim mi
yolunu vururlar senin,
demedim mi
soğuturlar seni.
Oysa senin
ateşin ben’im, sıcaklığın
ben’im demedim
mi?
Türlü şeyler
derler sana demedim mi?
Kötü huylar
edinirsin demedim mi?
Ölmezlik
kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni
kaybedersin demedim mi?
Söyle, bunları
sana
hep demedim
mi?
Dil çu
dâne mâ misâl-i
âsyâ
Âsyâ key dâned in gerdiş çirâ
Gönül buğday
tanesine benziyor, bizse değirmene.
Değirmen
nereden bilecek bu dönüşün sebebi ne?
Değirmen
taşına benziyor beden, düşünce ve kaygı, suyu.
Su kulak
kabarttı, dinledi,
taş başından
geçeni söyledi durdu.
Su der ki:
Değirmencidir
suyu ark’a döken, ona sor sen bu işi.
Ey ekmek
yiyen, der sana değirmenci,
ekmekçi
dediğin de kim oluyor bu değirmen bir dönmedi mi?
Başından
geçenler uzar gider, gelmez sonu bir türlü.
Yücelik
sayesinde bilgi değirmeni bir hayli tane övüttü.
Söylesin sana,
ona sor.
Tebrizli Şems,
devlet kuşu,
padişahın
kutluluk göğünde yücelere doğru
uçuyor da
uçuyor.
Ger nehusbî
şebekî can çi
şeved
Ver
nekûbî der-i hicran çi şeved
Bir gececik
uyuma, ne olur.
Ayrılık
kapısını çalma bir gececik.
Bir gececik
dostların gönlü olsun,
ne olur sabahı
et bir gececik.
Bir gececik
gözlerimiz seninle aydın olsun,
kör olsun
şeytan bir gececik.
Dünyayı güzel
kokular sarsın bütün.
Karanlıklardan
ışıklar aksın ovalara.
Sofrandakiler
dirilsin bir gececik.
Bir gececik
uyuma, ne olur.
Ayrılık
kapısını çalma bir gececik.
Bir gececik
ata bin, meydana gel.
Gönüller bir
gececik rahat olsun,
göğüsler
meydana dönsün bir gececik.
Yeniler
giyinelim biz kulların.
Musa gibi sen
bir sopa al eline.
Sopa bir anda
elinde yılan olsun.
Süleyman gibi
sen karıncaların yanına var.
Karıncalar bir
anda birer Süleyman olsun.
Ne olur, bir
gececik kapısını çalma ayrılığın.
Hezeyan ki
goft duşmen be
derûn-ı dil şinîdem
Pey-i
men tasavvurîrâ ki bikerd hem bidîdem
Düşman
saçmasapan lâflar eder,
duyar can
kulağım.
Benim için
kötü şeyler düşünür, görür can gözüm.
Üzerime
köpeğini salar, ısırır köpek ayağımı,
çok acılar
çekerim, çok acılar.
Köpek
değilim, onu ısıramam, ısırırım dudağımı.
Büyük
kişilerin sırlarına ortağım,
gene de na şu
kadar övünemem.
Bütün ayıplar
bende ama,
ne yapıp
yapmalı, ulaşmalı dostlara,
geride kalmayı
kendime yediremem.
Bâdâ mübarek
ber cihan sûr-u arûsîhâ-yı
mâ
Sûr-u
arûsîrâ Hudâ bibrîd ber bâlâ-yı mâ
Toy, düğün
kumaş oldu, ölçüldü biçildi.
Toy, düğün
elbise oldu uzun boya.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Şekere eş oldu
dudu kuşu, zühre eş oldu aya.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Bugün hayat
öylesine rahat.
Bugün yürekler
öylesine ferah.
Bugün insanlar
öylesine kardeş.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Ey şehrimizi
aydınlatan sultan,
güvey
oluyorsun bir güzele bu gece.
Ne de güzel
yürüyorsun mahallemizde salına salına,
ne de güzel
akıyorsun deremizde çağlaya çağlaya,
ey bizi
unutmayan, bizi arayan dost,
ey bizim
suyumuz, ırmağımız.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Dostlarım, gün
bugün,
oynayın,
raksedin, dönün.
Bir bölük halk
deniz gibi köpürüyor,
bir bölük halk
dalga dalga secdede.
Bir bölük halk
kılıç gibi savaşıyor,
bir bölük halk
kanımızı içmede.
İşte girdi
gerdeğe nesrinle gül,
işte astım
davulumu boynuma.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Mâ
der cihan muvâfakat-i kes nemîkûnîm
Mâ
hâne zîr-i künbed-i atlas nemîkûnîm
Bu dünyada ne
kimseye uymuşluğumuz var,
ne şu atlas
kubbe altında ev kurmuşluğumuz.
Biz susuz kalmışız,
içtikçe
içiyoruz.
Güzel bir
sarhoşluğumuz var,
güzel, hiç
doymayan.
Rahmet
denizinin dalgasıdır bu,
bir saman
çöpünden başka bir şey değildir bu
dalganın
üstünde düşman.
Aşağılık
kişinin peşine düşmemeyi şiar edindik biz.
Gönül
dalgasını bırakmamayı şiar edindik.
Şu yokluk
yurdunda Nuh ve Halil gibi,
ölmezlik denen
yerde aşk çardağı kurmak varken,
burnu büyük Âd
ve Samud gibi köşkler kurmamayı,
Kafdağı’nda avlanmak dururken
Gerkes gibi
leş avlamamayı,
iyi yürekli,
tertemiz
dostları bırakıp kahpeleri aldatan dev’e yönelmemeyi,
şu kapkara
toprağa
meyvası cefa
olan fidanı dikmemeyi,
kafiyeye de, şiire de önem vermemeyi,
bizden olmayan
şeylere pek aldırış etmemeyi şiar edindik.
Renc-i ter
dür ez tü
ey tü râhat-ı
canhâ-yı mâ
Çeşm-i
bed dûr ez tü ey tü dîde-î bînâ-yı mâ
Hastalıklar
senden uzak olsun,
ey
canlarımızın rahatı, ey gören gözümüz,
kem gözler
senden uzak olsun!
Bedenin sağlam
olsun, ay yüzlü güzel,
gölgen başımızdan eksik olmasın!
Gül bahçesine
benzeyen yüzün,
o gönül otlağımız,
ovamızın
yeşilliği, nasılsa hep öyle kalsın,
hep öyle taze,
yeşil.
Bizim canımıza
gelsin senin bedenine gelen ağrı.
Yâr merâ
çu uşturan bâz
mehâr mîkeşed
Uştur-i
mest-i hîşrâ der çi katâr mîkeşed
Sevgili tutmuş
yularımdan beni,
develer gibi
habire çeker.
Esrik devesini
böyle nereye götürür,
böyle hangi
katara?
Hem canımı
çiğnedi benim o,
hem bedenimi çiğnedi.
Gönlümü bağladı
benim o,
kırdı şişemi.
Ne iş
yaptırmaya götürür, bilmem,
nereye götürür beni.
Sevgili takar
beni oltasına,
atar karaya
balık gibi.
Sevgili kurar
gönlüme bir tuzak,
avcıdan yana
çeker sürür beni.
Bakarım tabiat
başlar büyük işine:
Bulutlar gelir
uzaktan katar katar,
küme küme. Bulutlar sular ovaları.
Bulutlar yürür
dağlara doğru.
Uyanır açar
gözlerini yeryüzü.
Gökler çalar
davulunu.
Dalların
gönlüne çeker gülün özü
en güzel
kokusunu baharın.
Tohumun gönlü
başlar vermeye tohum.
Ağaç durmadan
söyler, döker içini.
İy cihân-ı
âb u gil
tâ men turâ
bişnâhtem
Sad
hezârân mihnet u renc u belâ bişnâhtem
Seni bildim
bileli, ey balçık dünya,
başıma nice
belâlar geldi,
nice mihnet,
nice dert.
Seni sırf
belâdan ibaret gördüm,
seni sırf
mihnetten, dertten ibaret.
Isa’nın yurdu
değilsin sen,
yayıldığı
yersin eşeklerin.
Nerden tanıdım
seni bilmem ki,
nerden parçası
oldum bu yerin?
Bana vermedin
bir yudum tatlı su,
sofranı yaydın
yayalı.
Elimi ayağımı
bağladın gitti,
elimin
ayağımın farkına varalı.
Bırak da bir
ağaç gibi
yerin altından
çıkarıp ellerimi
sevgilinin
havasıyle sarmaşdolaş olayım,
uzayıp gideyim
bâri.
Ey çiçek,
dedim çiçeğe,
dedim, bu
küçük yaşta sen, neden ihtiyar oldun bu kadar,
dedim, nasıl oldu
bu böyle?
Çocukluktan
kurtuldum,
dedi çiçek,
sabah rüzgârını tanıyalı,
hep yukarlara
doğru çıkar yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.
Şunu da
söyledi çiçek:
Madem aslımı
tanıdım, madem yersizlik âlemi aslım,
artık bana tek
bir şey düşecek:
Yücelip aslıma
gitmek.
Sus yeter
artık,
var git
yokluğa haydi, yoklukta yok ol.
Git,
yokluklardan tanı yokluktan var olanı.
İy mutrıb
in gazel gû
kez yâr tevbe
kerdem
Ez
her gulî borîdem vez hâr tevbe kerdem
Ey çalgıcı,
şu gazeli oku:
Ben sevgiliden
geçtim, de.
Gülden,
dikenden geçtim,
tövbe ettim, de.
Bir gün
sarhoştum, bir gün şöyle böyle.
İkisinden de
yudum elimi.
Baktım na
buraya kadar tövbenin içindeyim,
dedim tövbelerime tövbe.
Bu köyün
şarapçısı hani nerde?
Çabuk şu
sağrağı doldursun.
Ar da neymiş,
namus da ne?
Körkütük
olmuşum, körkütük işte,
sıcağa, soğuğa
tövbe etmişim,
yaşa, kuruya
tövbe.
Gel çalgıcı,
gel,
ben yolumdan
çıkmışım bikere.
Sen bilirsin
yolunu,
al çalgıyı,
vur tele.
Gönlüm benim
paramparça.
Bir çare
derdime, bir çare.
Göster kendini,
çık ortaya,
gecemizi
aydınlat.
Çok karanlık,
çok.
Men on
şeb-i siyâhem kez
mâh hışm kerdem
Men
on gedâ-yı ürem kez şâh hışm kerdem
Aya
öfkelenmişim ben,
işte böyle
kapkaranlık bir gece olmuşum.
Padişaha kızmışım,
çırılçıplak
bir yoksul olmuşum.
Güzeller
sultanı gel demiş, evine çağırmış beni.
Ben bir yolunu
bulmuşum, yola baş kaldırmışım.
Sevgilim baş
çeker, naz ederse, gamlara atar,
kararsız korsa
beni, bir kez olsun ah demem, inad için.
Ah'a da
kızmışım ben.
Bir bakarsın
altınla aldatır beni o.
Bir bakarsın
şanla şerefle aldatır beni.
Oysa altın
falan istemiş değilim ondan,
Şanla şerefe hele çoktan boş vermişim.
Ben bir
demirim, mıknatıstan kaçıyorum.
Bir saman çöpüyüm ben,
mıknatıslara
yan çizmişim.
Ben öyle bir
zerreyim ki,
bütün âleme
isyan etmişim.
Havaya,
toprağa isyan etmişim.
Ateşe, suya
isyan etmişim.
Altı yöne
isyan etmişim.
Beş duyuya
isyan etmişim.
Hava, toprak,
ateş, su da neymiş ki,
altı yön de
neymiş,
beş duyu da ne.
Benim hiç bir
şey umurumda değil.
Çi rûz
bâşed-i k'in ism
u resm binverdîm
Miyân-ı
meclis-i con halka halka mîgerdîm
Ne zaman bu
addan sandan geçeceğiz,
ne zaman?
Can meclisinin
halkasına
ne zaman hep
birden
girip
oturacağız?
Dudağımıza bir
tek kadeh dokundurmadan
ne zaman
içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda
can şarabını,
ne zaman
içeceğiz, ne zaman?
Ne zaman
diyeceğiz can sâkisine,
uzat elini,
biz bu yana göçtük artık,
armağanlar
getirdik sana.
Ne zaman
diyeceğiz can sâkisine,
ne duruyorsun,
tutulduk bikere,
düştük ocağına
senin,
gurbet elde
üşüdük, donduk kaldık,
selâm ver,
hatırımızı sor,
kucakla, ısıt
bizi,
bize kırmızı
şarap sun.
Ne zaman bize
cevap verecek o, ne zaman?
Ne zaman
diyecek, nem varsa sizin,
buyurun, âfiyetler olsun?
İn
bül - aceb kender hazan şod âftâb ender hamel
Hûnem
be çûş âmed künun der hûn-ı hod raks-ül cemel
Pek acayip bir
şey bu:
Güz mevsiminde
olduğumuz halde birdenbire
güneş koç
burcuna girdi baktım.
Baktım
birdenbire ilkbahar oldu.
Birdenbire
kaynadı kanım.
Nerdeyse hani
bulanıp kanıma
bir deve gibi
köpürecek,
bir deve gibi
oynamaya başlayacağım.
Bir uzaklaşıp
bir yaklaşması kan dalgalarının.
Kendinden
geçmiş insanla dolu bir ova.
Ölümsüz, gözle
görülmez bir içki âlemi.
Baktım
birdenbire canlandı ölü. İhtiyarlar baktım genç oluverdi.
Baktım
bakırlar kesildi som altın. Daha iyisi geldi yerine,
daha güzeli
geldi baktım, şehrimizden ayrılanın.
İçki, eğlence,
tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş,
rahat, kendinde.
İçkiye doğru
koşmakta kimi.
Gürül gürül
süt ırmağı bir yanda,
bir yanda
gürül gürül bal nehri.
Pek acayip bir
şey bu:
Bir şehirde
padişah bir tane olurdu,
gökyüzünde ay
bir tane.
Bu şehir
padişahlarla dolu,
gökyüzü
aylarla, zuhallerle.
Sen haydi koş
var git hekimlere,
orda işiniz yok de sizin.
Orda ne
dermansızlık, ne dert var, de.
Orda ne gam,
ne kasavet var, de.
Orda ne kadı,
ne vali.
Ne bey, ne
beyin vergicisi.
Davalar,
düşmanlıklar,
kavgalar zaten
denizlerin üzerinde
hiç bir zaman
yürüyemedi.
Zan şâh
ki ûrâ heves-i
tabl-u alem nîst
Dîvâne
şüdem ber ser-i divâne kalem nîst
Kusuruma
bakmayın benim,
dostlar,
bağışlayın beni.
Ben davullara,
bayraklara aldırmayan
bir padişahın
yoluna düşmüşüm,
deli divane
olmuşum.
Çok uzaklardan
yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da
sayılamam hani, var olan bir şeyim ben.
Hadi ben
bensiz geleyim, sen sensiz gel.
Ne varsa şu
ırmağın içinde var, soyunalım iki can,
dalalım şu
ırmağa, hadi.
Bu kupkuru
yerde yakınmadan gayri ne gördük,
bu kupkuru
yerde ne gördük zulümden gayri.
Bu ırmakta ne
ölmek var bize,
bu ırmakta ne
gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak
iyilikten, cömertlikten ibaret.
Durma, çabuk
gel, gelmem deme.
Ne evet demek
yaraşır sana, ne hayır.
Senin sânına
sadece gelmek yaraşır,
dostum, senin sânına sadece gelmek yaraşır.
Endek endek
cem-i mestan mîresend
Endek
endek mey - perestan mîresend
Sarhoşlar
göründü.
Şaraba
tapanlar bir bir gelmeye başladılar.
Güzeller nazlı
nazlı yollara düştü.
Salına salına
gül bahçesinden gül yanaklılar geliyor.
Bir anda
hem var olan,
hem yok olan,
bir anda
değişen, yenilenen şu
dünyadan yoklar bir bir çekip gittiler.
Var olanlar
geliyor.
Eteklerini
altınla doldurmuşlar.
Som altın
kesilmişler.
Darda olanlara
verecekler.
Hastalar,
yorgunlar, arıklar
iyileşmişler,
kanlanmışlar, canlanmışlar,
aşk
yaylâsından geliyorlar.
İyi insanların
şarkıları ta yukarlardan aşağılara
güneşin
ışıkları gibi iniyor.
iyi insanlar
yağmur demiyor,
kar demiyor, ortalık kış kıyamet,
kolları
sıvamışlar,
taze yaz
meyveleri yetiştiriyorlar.
Ben sustum.
Sofra kuruldu.
Onlar bir gül
bahçesinden yola çıktı,
bir gül bahçesine
doğru.
Rov
çeşm-i canrâ berguşâ der bîdilan enderniger
Kovmî çü dil zîr u zeber kovmî çü con bî pâ vu
ser
Yürü, can
gözünü aç,
şu âşıklara
bir bak hele:
Nasıl
sarmaşdolaş,
gönül gibi bir
şey olmuşlar,
nasıl
gelmişler can gibi
elsiz, ayaksız
hale.
Bahçeden daha
güler yüzlü onlar,
gülden daha
güler yüzlü.
Bilgiden daha
doğru,
akıldan daha hünerli,
serviden daha
hür.
Ölmezlik
suyundan daha arı, duru.
Hep zerreler
gibi havadalar.
Güneş onlara
kaftan.
Balçığa ayak
basmışlar,
baş komuşlar
gönül dizine.
Kanların
üzerinden geçmişler,
kan
denizlerinin dalgaları arasından.
Etekleri gene
tertemiz;
bir şey
bulaşmamış eteklerine.
Diken
içindeler, ama gül gibiler.
Hapisteler,ama şarap gibiler.
Balçık içindeler, ama gönül gibiler.
Gece içindeler, ama sabah gibiler.
Sen onların
şarabını bir iç de gör:
Nasıl
birdenbire ferah olur,
aydınlanır
yüreğin,
birdenbire
nasıl unutulur her şey,
nasıl
birdenbire gözlerinin içi güler.
Bîşter
â bîşter çend ezin reh-zenî
Çun
tu menî men tuem çend tuyiyy u menî
Beri gel, daha
beri, daha beri.
Bu yol
vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu
savaş nereye dek?
Sen bensin
işte, ben senim işte.
Ne diye bu
direnme böyle, ne diye?
Ne diye
aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir
tek olgun kişiyiz, bir tek,
ne diye böyle
şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu
hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan
bakar, ne diye?
İkisi de senin
elin, ikisi de,
peki, kutlu
ne, kutsuz ne?
Topumuz bir
tek inciyiz, bir tek.
Başımız da
tek, aklımız da tek.
Ne diye iki
görür olup kalmışız
iki büklüm
gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire
gevele dur bakalım,
habire «usul
boylu birlik çam ağacı» de,
sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş
duyudan,
altı yönden varını yoğunu birliğe çek,
birliğe.
Kendine gel,
benlikten çık, uzak dur,
insanlara
karıl, insanlara,
insanlarla bir
ol.
İnsanlarla bir
oldun mu bir
madensin,
bir ulu
deniz.
Kendinde
kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Erkek arslan
dilediğini yapar, dilediğini.
Köpek köpekliğini ede durur,
köpekliğini.
Tertemiz can
canlığını işler, canlığını.
Beden de
bedenliğini yapar,
bedenliğini.
Ama sen canı
da bir bil, bedeni de,
yalnız sayıda
çoktur onlar, alabildiğine,
hani şu
bademler gibi, bademler gibi.
Ama hepsindeki
yağ bir.
Dünyada nice
diller var, nice diller,
ama hepsinde
de anlam bir.
Sen kapları,
testileri hele bir kır,
sular nasıl
bir yol tutar, gider.
Hele birliğe
ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl
koşar,
bunu canlara
iletir.
Çu
gulâm-ı âftâbem heme zâftâb gûyem
Ne
şebem ne şeb-perestem ki hadîs-i hâb gûyem
Mademki ben
güneşe kulum,
güneşten söz
açmalıyım size.
Mademki gece
değilim ben,
mademki
karanlıklara tapmıyorum,
düşten dem vurmak nafile.
Mademki tıpkı
güneşe benziyorum,
elimi eteğimi
çekmeliyim üzerinden ferah,
mâmur olan
yerin.
Mademki tıpkı
güneşe benziyorum,
doğmalıyım
ortasında harabelerin.
Gerçi bugün
bir kuru elmayım,
ama değerim
ağacımdan çok.
Gerçi
sarhoşum,
yıkılmışım ama
doğru lâf etmedeyim,
erkekçe
konuşmadayım.
Benim gönlümün
kokusu
yöresindeki
topraktan gelir.
Ben o
topraktan utanırım da
nedense bir
tek söz söyleyemem suya dair.
Güzel yüzünden
kaldır perdeni,
böyle konuşmayı yakıştırma bana.
Taş gibi
kaskatıysa senin kalbin,
bak benim
kalbim yanmış, ateş haline gelmiş.
Bir iyilik
eder, şişeyi alırsan eline,
bir de
bakacaksın ki kadehle
şarap bende
dile gelmiş.
İmrûz
menem Ahmed nî Ahmed-i pârîne
İmrûz menem anka nî murgak-î bâçîne
Bugün Ahmet
benim,
ama dünkü Ahmet değil.
Bugün anka
benim,
ama yemle
beslenen
kuşçağız değil.
Enelhak
kadehiyle
bir yudumcuk
içen sızdı
Tanrılık
şarabından.
Şişelerle,
küplerle içtim ben,
sızmadım, ben,
sultanların
aradığı sultan.
Ben hâcetler
kıblesiyim.
Gönlün
kıblesiyim ben.
Ben cuma
mescidi değilim,
insanlık mescidiyim
ben.
Ben saf
aynayım,
sırım
dökülmemiş,
paslanmamışım.
Ben kin dolu
bir gönül değilim,
Sinâ dağının
gönlüyüm ben.
Üzüm
sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum,
benim
sarhoşluğumun sonu yok.
Tarhana
çorbası içmem ben,
can yemeği
yerim,
içerim can
şerbeti.
İşte sararttı
seni
bir gümüş
bedenlinin özlemi.
Altın haline
geldin artık.
Sen altına
âşıksın,
altın benim
rengime âşık.
Gönlü saf
sûfiyim ben,
benim tekkem âlem,
medresem dünya
benim.
Değilim abalı
sûfilerden.
İster yakarış
eri ol sen,
meyhane eri
istersen,
bundan sanki
ne çıkar?
Yok
cumartesiymiş,
yok cumaymış,
bence ne farkı var?
Gerçeğin
tadını alan er ne altına aldırış eder,
ne kalender
tacına bakar.
Ne tasası
vardır, ne kini.
Ey Tebriz’li
hak Şems’i, yüzünü göstermeseydin sen,
yoksul, çaresiz kalırdı kulun; ne gönlü
olurdu, ne dini.
Zin dü
hezâran men-ü mâ
ey ecebâ mençimenem
Gûş binih arbederâ gûş menih ber dehenem
Şu insanlardan
hangisi ben’im?
Hele sen şu
kavgayı, gürültüyü dinle,
ağzıma, sözüme
kulak asma.
Hem sen beni
elden çıktı bil.
Yoluma kadeh
madeh koyayım da deme.
Önüme ne çıkarsa tuzla buz ederim.
Hem ben
tıpatıp sana benzerim.
Ağlarsan
ağlarım,
gülersen
gülerim.
Asıl sen
varsın ortada,
ben senin
elinde bir ayna.
Sen yeşillikte
bir ağaç, ben senin gölgen.
Ben senin
gölgen olduktan sonra hemen gider
kendime bir
dost ararım
kurmak için
yanında çadırımı,
ararım bir
taze gül fidanı.
Sonra sâkinin
kapısına varır,
vurur testimi
kırarım.
Sonra oturur
bardak bardak içerim
ciğerimden akan kanı.
Merâ
âşık çunan bâyed ki her bârî ki berhîzed
Kıyamethâ-yı
pur âteş zi her sûyî berengîzed
Benim
istediğim sevgili
şöyle bir
kımıldandı,
bir doğruldu,
bir silkindi mi kıyametler koparmalı dört
yanından,
ateşten
kıyametleri.
Benim
istediğim sevgili cehennem gibi olsun ama,
bir anda
kurutup, yok edip denizleri,
gene bir anda
bir dalgadan
bir deniz
çıkararak meydana unutturmalı cehennemi.
Benim
istediğim sevgili
elinde gökleri
bir mendil gibi dürmeli,
güneşi bir
kandil gibi tutup asmalıdır.
Timsah yüreği
gibi bir yürekle arslanlar gibi savaşmalıdır.
Ortada
kendinden başka kimse komadan girmeli cenge
kendi
kendisiyle bile.
Çıkınca yedinci
denizden,
yüztutunca Kaf
dağına o,
sermeli ardından
incileri toprağın kucağına o.
Sonra gönlün
yedi yüz perdesini birdenbire sıyırınca o,
gökler yerlere
dek eğilmeli.
Sonra sermeli
üzerimize incileri
Tebriz’li
Şemseddin’im gibi
hak şarabından
sarhoş olup.
Âh çi
bî reng-ü bî
nişan ki menem
Ki bibîned merâ çunan ki menem
Olduğum gibi
kim görebilir beni,
ne rengim var
benim, ne nişanım.
Benim de
bildiğim sırlar var,
diyeceksin
ama, hem o sırlarım ben,
hem o sırları
saklayanım.
Bu gönül ne
vakit durulacak, bilmem.
Ama şu anda
hiç kımıldamadan duran da benim,
yürüyüp giden
de ben.
Ben bir
denizim,
kendi varlığı
içinde taşan, uçsuz bucaksız,
alabildiğine
geniş,
kıyısız, hür
bir deniz.
İki dünya da
yok oldu gitti bende.
Artık ne bu
dünyadan sorsunlar beni,
ne o dünyadan.
Sen bizim
tıpkımızsın, dedim, ey can!
Amma yaptın,
dedi,
o da ne demek?
Şu gördüklerin
hep ben’im.
Yoksa, dedim,
sen o musun?
Hey, kendine gel, sus, dedi,
benim ne
olduğum, dedi, dile gelmez.
Öyleyse,
dedim, işte sana dilsiz,
dudaksız
konuşan biri,
yoklukta
ayaksız yürümedeyim,
gökteki ay
gibi,
işte sana
elsiz ayaksız durmadan koşan biri.
Böyle koşup
durmak, dedi bir ses,
senin nene
gerek.
Bak bana,
apaçık ortadayım da gene gizliyim.
Sen beni gör
asıl, beni!
Eşi bulunmaz
bir gizli maden olmuşum,
eşi bulunmaz
bir deniz olmuşum ben,
Tebrizli
Şems’i gördüm göreli.
Dey şud-u
behmen guzeşt fasl-ı
beharan resîd
Cilve-i
gülşen be bâg hemçu nigâran resîd
Geçti gitti
kara kış ayları.
Bahar geldi,
bahar.
Gül bahçesinde
cilve başladı.
Başladı gül
dalında kızıl güller açma çağı.
Kış perişan
etmişti bahçeyi.
Bir şeycikler
kalmamıştı bahçede.
Bir şeycikler
kalmamıştı ama,
güneşimiz koç
burcuna girdi gene,
gene gün doğdu sevişenlere,
geldi bol
parayla bağışı bol padişah.
Çiçeklerle
doldu ova.
Dağlardan
tatlı tatlı yel esti.
Yüreğini rahat
tut, hiç korkma,
dileğinin
olacağı gün erişti.
Onu en güzel
saracağın zaman, bu zaman.
Biyâyîd
biyâyîd ki gülzâr demîdest
Biyâyîd
biyâyîd ki dildâr resîdest
Gelin
kardeşler gelin, toprak yumuşadı,
bahçeler
yeşerdi, dünyamız aydınlık oldu.
Gelin
kardeşler gelin, gelin görün onu.
Zincirden
boşanır gibi çekti kılıcını,
tozu dumana
kattı, geldi girdi şehrimize.
Başladı bir uğultu,
bir ana baba
günü.
Duyun
kardeşler duyun.
Hiçbir şey
bizim değil, nemiz var nemiz yok onun.
Verin kardeşler verin.
Toprağımız
yumuşadı, gelin kardeşler gelin.
Dünyamız
aydınlandı, susun kardeşler susun.
Alın elinize
davulu, çalın kardeşler çalın.
Reftîm
bakıyyerâ bekaa bâd
Lâbud
bireved her on ki û zâd
Biz gittik,
kalanlar sağ olsun;
doğan, eninde
sonunda ölür.
Gökkubbede oturanlar iyi bilir,
damdan bir taş atıldı mı, düşer.
Hırsı bırak,
kendini boş yere harcama.
Şu toprak
altında çırak da bir, usta da.
Hiç naz etme,
a güzel,
bu mezarda ne
Şirinler var, ne Şirinler,
Ferhat gibi yok olup gittiler.
Direği yelden
yapı, a güzel, dayansa dayansa,
ne kadar dayanır.
Kötü idiysek,
geçtik gittik kötülüğümüzle, iyi idiysek, hayırla anın bizi.
Zamanının tek
eri olsan bile
bir gün
gidersin sen de tek tek gidenler gibi.
Yok olmayı
istemiyor musun,
iyi şeylerden evlâdın olsun.
İyiliklerin
bükülmüş ipliğidir kalan,
odur dünyaya
direk olanların canı.
Şu akıp giden
kum seline bak,
ne durması
var, ne dinlenmesi,
bak birdenbire
bir dünya nasıl bozulur,
nasıl atar bir başka dünyanın temelini.
Bu kupkuru
yerde ben Nuh’un gemisi.
Ömrümün sona
ermesi de Tûfan.
Girdik
susanlar arasına, yattık uyuduk.
Çığlığımız
sınırları aştıydı nasıl olsa.
Gene gel,
gene. Ne olursan ol,
ister kâfir
ol, ister ateşe tap, ister puta, ister yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz kere
bozmuş ol tövbeni.
Umutsuzluk
kapısı değil bu kapı; nasılsan öyle gel.
Tekmil
medreseler, minareler bir gün yıkılmayacaksa,
iman küfür
olmayacaksa bir gün,
küfür bir gün
imanın yerine geçmeyecekse,
işte o zaman
halimiz tamam:
Bir daha ne
kalenderliğin yolu yordamı bulunur,
ne de dünyamıza lâyık bir adam.
Müslümanlığın,
kâfirliğin dışında bir ova.
Uçsuz bucaksız
ovada sevdamız uzar gider.
Anlayan vardı
mı usulca başını kor.
Ne
Müslümanlığa yer var, ne kâfirliğe yer.
Ne vakit
olacak, ne vakit olacak, ne vakit olacak, ne
vakit?
Şarab olacak,
şarab olacak, şarab olacak, şarap.
Ben olacağım,
ben olacağım, ben olacağım, ben.
O olacak, o olacak,
o olacak, o.
Ne senden daha
güzel, daha parlak bir ay gördüm,
ne senden daha
erken uyanan bir sabah.
Ne senden daha
tatlı bir şeker gördüm,
ne senden daha yeşil, daha taze bir ağaç.
Her gün bir
yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir
yere konmak ne güzel.
Bulanmadan,
donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber
gitti, cancağzım,
ne kadar söz
varsa düne ait.
Şimdi yeni
şeyler söylemek lâzım.
Aşk kâfiriyiz
biz, Müslüman başka.
Ufacık
karıncayız biz, Süleyman başka.
Bizden sarı
bir yüz iste, ciğer parçası iste.
İpekli kumaş
satan bezirgân başka.
Birini
anacaksam
ne yapar yapar
seni anarım.
Ağzımı
açacaksam
senden bir
şeyler anlatmak içindir.
Keyfim
yerindeyse bil ki sebep sensin.
Bir hile
yapmak istediysem
senden
öğrenmişimdir, ne yapayım!
Alemin bal
şerbetinden bana ne?
İşte önümde
benim ayran tasım.
Ne malım
mülküm var, ne azığım.
Ben gene de
senin azığın olsun diye çalışırım,
senin başını
sokacak bir yerin olsun diye, senin bir dikili ağacın.
Ama hürriyeti
kulluğa taş çatlasa satmam!
Kaynak: A .KADİR, Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ , DÖRDÜNCÜ BASKI,
DÖRDÜNCÜ BASKI, Kasım 1966, İstanbul
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder