Print Friendly and PDF

DÜNYADAN GÖÇEN ÇOCUKLARIMIZA SABIR

|


EVLADIN ÖLÜMÜNE SABIR
SORU: Küçük çocuğumuz öldü. Ana-baba olarak çok ağladık. Bize günah oldu mu?
CEVAP
Ağlamak merhametten ileri gelir. Ağlamak günah olmaz. Bağırıp çağırıp isyan etmek günahtır. Çocuğun ölmesi, malın elden çıkması, gözün kör, kulağın sağır olması, bir uzvun telef olması gibi, insanın isteği ile ilgisi olmayan musibetlere sabretmekten daha faziletli sabır yoktur. Sabredenlere verilen sevabın miktarını Allahü Teâlâ’dan başkası bilmez.
Musibetlere sabır, sıddıkların derecesidir. Bunun için Peygamber efendimiz şöyle dua ederdi:
(Ya Rabbi, bana öyle yakîn ver ki, musibetler bana kolay gelsin!) [Tirmizi]
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selemin oğlu İbrahim ölünce de, (Ya İbrahim, ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat, Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz) buyurmuştu.
(Bir çocuk ölünce, Allahü teâlâ, bildiği halde, meleklerine sorar:
- Kulumun çocuğunu aldınız, kalbinin meyvesini kopardınız. Peki kulum buna ne dedi?
- Ya Rabbi, hamd edip teslimiyet gösterdi.
- O kuluma Cennette bir ev yapıp, adını da, “Hamd evi” koyun!) [Tirmizi]
BUNLARI CENNETE GÖTÜRÜN
Kıyamette Allahü Teâlâ, müminlerin çocukları için, (Bunları Cennete götürün) buyurur. Melekler, çocukların Cennete girmesini söylerler.
Çocuklar, (Ana-babamız hani?) derler.
Melekler, (Onlar sizin gibi günahsız değildir. Görülecek hesapları var) derler.
Çocuklar ağlaşır, (Ana-babamızı almadan girmeyiz) derler. Cenab-ı Hakk, çocuklara buyurur ki:
(Ey yavrular, haydi gidin, ana-babanızı da alıp Cennete girin!) [Nesai]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Küçükken ölen çocuklar, ana-babaları ile karşılaşınca, ellerinden tutup, ana-babaları Cennete girinceye kadar, onlardan ayrılmazlar.) [Müslim]
(Hiçbir Müslüman yoktur ki, büluğa ermemiş bir çocuğu ölsün de, Allahü Teâlâ, bol rahmeti sebebiyle, onu Cennete koymasın.) [Buhari, Nesai]
 (Üç evladı ölmüş olan bir Müslüman ateşe girmez.) [Buhari, Müslim]
(Kimin bâlig olmamış üç evladı ölmüşse, bu çocuklar, onu ateşten koruyan bir kale olur, ölen evlat iki, hatta bir olsa da...) [Tirmizi]
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz, (Üç çocuğu ölen, Cennete girer) buyurdu. Oradakiler, (İki çocuğu ölen de mi?) diye sual edince, (İki çocuğu ölen de Cennete girer) buyurdu. (Ya bir çocuğu ölen?) diye tekrar sual edilince, buyurdu ki: (Allah’a yemin ederim ki, bir çocuk doğup hemen ölse, annesi sabredip sevabını Allahü teâlâdan beklerse, annesini Cennete götürür.) [Taberani]
Yine buyurdu ki:
(Alan da, veren de Allahü Teâlâ’dır. Çocuğu ölen o kadına taziyede bulunun. Sabretsin, ecrini görecektir.) [Müslim]
Musibete uğrayanı teselli etmelidir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuğu ölen kimseyi teselli edene Cennet hırkası verilir. Musibete uğrayanı teselli eden, onun sevabı kadar sevap kazanır.) [Tirmizi]
***
SORU: Çocuğum yok veya öldü diye fazla üzülmek uygun mu?
CEVAP: Hayır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü Teâlâ sevdiği kulu kendisine bağlar. Çoluk çocuğu ile meşgul etmez.) [Deylemi]
BELANIN GELİŞ SEBEPLERİ
SORU: Bazı hadis-i şeriflerde, Peygamberi sevenin, çeşitli musibetlere maruz kalacağı ve Ona düşmanlık edenin ise, mal ve evladının çok olacağı bildiriliyor. Bunların açıklaması nasıldır?
CEVAP: İnsanlara dert, bela, musibet birkaç bakımdan gelir:
1- Bunlardan biri işlediğimiz günahlar sebebiyledir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Belaların gelmesine sebep günah işlemektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen musibet, işlediğiniz [günahlar] yüzündendir.) [Şura 30]
(Sana gelen kötülük, kendindendir, [günahların yüzündendir.]) [Nisa 79]
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad 11]
2- Bela, hastalık ve musibetler, günahların kefareti [affolması] için gelir. Dünyada musibetlere maruz kalıp da güzelce sabreden kimse, ahirete günahsız gider.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her musibet, affedilecek bir günah için gelir.) [Ebu Nuaym]
(Mümine gelen her sıkıntı, günahlarına kefaret olur.) [Buhari]
(Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.) [Hakim]
İnsan kendisine gelen beladan hoşlanmaz. Halbuki günahları affolacak ve güzel sabrederse ahirette büyük nimetlere kavuşacaktır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
3- Cennette yüksek derecelere kavuşması için mümine musibet gelir. Bunun için Peygamberlere çok bela gelmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Nimete kavuşması için insana musibet gelir.) [Buhari]
(Musibet, kavuşulacak bir derece için gelir.) [Ebu Nuaym]
(Allahü teâlânın hayrını murad ettiği kul, belaya maruz kalır.) [Taberani]
(Kişi, hep sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helakı için kâfi gelirdi.) [İ.Asakir]
(Mümin, keler deliğine saklansa, ona, eza edecek biri musallat olur.) [Beyheki]
(Dünya, [Cennetteki nimetlerin yanında] mümine zindandır.) [Müslim]
(Allah’ı ve Resulünü seven, belaya [hazırlıklı olsun] zırh giysin!) [Beyheki]
(En şiddetli bela, Peygamberlere, velilere ve benzerlerine gelir.) [Tirmizi]
Demek ki belanın en şiddetlisi, Allahü Teâlâ’nın çok sevdiği kimselere geliyor. Belalara sabır, sıddıkların derecesidir. Peygamber efendimiz, kendisine gelecek musibetlere karşı dayanma gücü vermesi için Allahü Teâlâ’ya dua ederdi.
4- Bela, imtihan için de gelir. Bakalım kul, Allahü teâlânın gönderdiği belaya razı olacak mı, olmayacak mı? Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insan da bela ile imtihan olur.) [Taberani]
(Ya Rabbi, beni sevene, hayırlı mal ver! Bana düşmanlık edene de çok mal, çok evlat ver!) [İbni Asakir]
MAL VE EVLAT FİTNE Mİ?
Mal ve evlat kötü mü de böyle buyuruluyor? Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mallarınız ve çocuklarınız sizin için elbette bir fitnedir.) [Tegabün 15]
Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela, düşman ve daha başka manalara da gelir. Mal ve çocuklar hayırlı olmazsa bela olur, fitne olur.
İnsan, genel olarak malını iyi yolda kullanmaz. Bu bakımdan malı kendisi için düşman olmuş olur. Aslında mal, kılıç gibi bir nimettir. İyi kullanılmazsa sahibini keser. Evlat da, bir nimet iken, iyi terbiye edilmezse, ana-babaları ile birlikte Cehenneme gider. Nimet, düşman olmuş olur. Çoğunluk bu imtihanı kazanmadığı için, mala ve evlada fitne denilmiştir. Mesela, İskoçyalılar, genelde cimri oldukları için, her İskoçyalıya cimri gözü ile bakılır. Belki de içlerinde çok cömert olanları da vardır. Kayserililer, gözü açık olarak bilinir. (Okur-yazar değilim ama Kayseriliyim) denir. Kayseri’de gözü açık olmayan da vardır. Hüküm ekseriyete göre verilir. Peygamber efendimiz, (Zenginlerin ve kadınların çoğunu Cehennemde gördüm) buyurdu. Halbuki Cennete gidecek zenginler ve kadınlar da çoktur. (Ramuz)
(Sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar ederim) ve (Velud [doğurgan] kadınla evlenin) hadis-i şerifleri, evlenmeyi teşvik etmektedir. Gerekli İslami terbiye verilemediğinden gençler, namaz kılmamakta, dinden uzaklaşmakta, hatta bir kısmı dinsiz ve anarşist olmaktadır. Peygamber efendimiz elbette, böyle gençlikle övünmez. İbni Asakir’in bildirdiği (İki yüz yılından sonra en iyiniz, hanımı ve çocuğu olmayandır) hadis-i şerifi, ortam müsait olmayınca, çoluk çocuk sahibi olmamanın daha iyi olduğunu göstermektedir.
SORU: Küçük çocuklar da ölürken sıkıntı çeker mi?
CEVAP: Bir Müslümanın çocuğu, ölüm döşeğinde iken, 360 melek gelir, o masumun karşısında durup, (Ya masum, müjdeler olsun sana, bugün, ölmüş olan, âbâ ve ecdadını ve bütün komşularını, Hak teâlâdan dile) derler.
Melekler, başına bir şefaat tacı ile gayret ve kuvvet gömleğini giydirip, gözünün perdesini kaldırırlar. Perdeler kalkınca, tâ Hazret-i Âdem aleyhisselamdan beri, geçmiş ecdatlarını görür. Onların bazısı için hazırlanan azabı görünce, haykırıp titrer. Bunu bilmeyenler can çekişiyor zanneder.
Can alıcı melekler gelirler, (Ya masum, âlemlerin yaratıcısı sana selam söyleyip, “Ben onu yarattım, yine bana gelsin. O ruh emanetini ben verdim, yine bana versin. Onun karşılığında ona Cennet ve didar vereyim” buyurdu. Haydi yüzünü çevir, bak) dediklerinde, o masum da, bakar, melekleri görür. Sevinçten coşup titrer ve döşeğinde can vermeye atılır.
Yine o azap içindeki ecdatları gözüne erişince, yine canını vermek istemeyip, (Ey melekler! Allahü teâlâ, akraba ve ecdadımı bana bağışlasın) der. Allahü Teâlâ da, (İzzim hakkı için bağışladım) buyurur.
Melekler, (Ya masum, sana müjdeler olsun, Hak teâlâ, imanı olanların günahlarını bağışladı ve bütün dileklerini kabul eyledi) dediklerinde, masum sevinçli iken, masumun anası ve babası suretinde iki huri gelip, kollarını açarak, (Ey evladımız, bizimle gel, biz Cennette sensiz olamayız) derler.
Masumun eline bir Cennet meyvesi verirler. Masum, meyveyi koklarken Azrail aleyhisselam, kendi gibi, bir güzel masum olup, habersizce canını alır ve Cennete götürür.
Orada, yeşil bir sahra vardır. Masum, (Beni buraya niçin getirdiniz) diye sorar.
Melekler şöyle cevap verirler:
Kıyamet yeri vardır. Çok sıcaktır. Bu sahrada, 70 bin rahmet pınarı vardır. Resul-i ekremin havzının başında durup, nurdan bardakları görürsün.
Anan, baban kıyamet yerine geldiklerinde, bu bardakları su ile doldurup, onlara verirsin ve onları bırakma ki, Cehennem yoluna gitmesinler. Çünkü, senin duan, Hak katında makbuldür. Cuma geceleri, yeryüzüne inersin. O vakit Allahü teâlânın selamını, Müslümanlara ulaştırırsın.
Ne mutlu, çocuğu ölüp de, sabreden ana-babaya...
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1451
***
Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi.
Sonunda, "Ey Allah'ım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın" diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti.
O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, "Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar" dediler.
Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, "Allah’tan gelen başım gözüm üstüne" dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü.
***
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
Bir annenin çocuğu ölünce Allah Teâlâ meleklerine,
"Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?" der. Melekler,
"Evet" derler.
Cenâb-ı Hak, "Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?" der.
Melekler, "Evet" derler.
Allah Teâlâ, "Kulum ne dedi?" diye sorar.
Melekler, "Sana hamdetti. '‘Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz' dedi” derler.
O zaman Allah Teâlâ, "Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun"
buyurur.
Kaynak: Hazreti Mevlâna Celaleddin-i Rûmi kaddesellâhü sırrahu’l âlî- Mesnevi'de Geçen Hikayeler
KELÂM (İNANÇ VE İTİKADİ DURUM)
Dinî hayat açısından çocukların statüsü ve âhiretteki durumları konusunda İslâm âlimleri çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
Ebû Hanîfe’ye göre çocuklar her türlü yazının yazılabileceği boş bir levha gibi iman veya küfür niteliğinden soyutlanmış, ancak her birini kabul edebilecek bir tabiatta doğarlar. Mu‘tezile ile Mâtürîdiyye âlimlerinin çoğunluğuna ve bazı Eş‘ariyye kelâmcılarına göre ise her çocuk, mükellef olduğu anda yüce bir varlık tarafından yaratıldığını bilecek bir güce sahiptir, bu güce de akıl yürütme yeteneğinden ibarettir. Âhiretteki ilâhî mükâfat ve ceza doğuştan sahip olunan özelliklere değil dünyaya geldikten sonra benimsenen inançlara ve işlenen fiillere bağlıdır. Din de sonradan iradî bir seçimle benimsenir ve yaşanır. Başta Ahmed b. Hanbel ve İbn Teymiyye olmak üzere Selefiyye âlimlerinin çoğunluğu, her çocuğun müslüman olmasını gerektirecek bir yaratılışa sahip olduğunu kabul eder. Özellikle İbn Teymiyye’ye göre çocuklar Allah’ın varlığını, birliğini ve yegâne mâbud olduğunu bilme imkânı verecek yaratılışta olduklarından bir anlamda mârifetullah konusunda zaruri bilgiye de sahip kılınmışlardır. Çocuğun biyolojik yapısı, bünyesi için faydalı olan gıdalara karşı tabii bir temayül göstermesini sağladığı gibi ruhî yapısı da yaratıcısına inanmaya ve tapınmaya karşı onda hem etkili, hem de sürekli bir arzu meydana getirir. Eğer çocuk böyle bir yaratılışa sahip kılınmasaydı peygamberlerin daveti insanlarda ilgi uyandırmaz ve sonuçta peygamberler dinî tebliğlerinde başarısız olurlardı. Âdem neslinin bezm-i elestte, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusuna “evet” cevabını vermesi (el-A‘râf 7/172) ve Hz. Peygamber’in her insanın fıtrat üzere yaratıldığını bildirmesi de bu görüşü teyit eder.
İslâm âlimlerinin çoğunluğu çocukların dinî mükellefiyetlerinin bulunmadığını, ancak ergenlik dönemine girince bütün dinî görevleri yerine getirmekle yükümlü olduklarını kabul eder. Bu çağa girmemiş çocuklara uygulanacak dünya ahkâmı ebeveynlerinin dinine bağlıdır (Halîmî, I, 161). Mâtürîdiyye ile Mu‘tezile kelâmcılarına ve bazı Şiî âlimlerine göre ebeveynleri kâfir de olsa temyiz çağına gelen çocuklar Allah’a iman etmekle yükümlüdürler. Zira mümeyyiz olan çocuklar, akıl yürütmek suretiyle kendilerini ve kâinatı yaratan yüce bir varlığın bulunması gerektiği sonucuna varabilirler ve bu onların imanla mükellef tutulmaları için yeterlidir. Nitekim Hz. Peygamber temyiz çağına girmiş olan Hz. Ali kerremallâhü vecheyi İslâm’a davet etmiş, o da bu daveti kabul ederek müslüman olmuştur (İbn Abdüşşekûr, I, 153, 155; İbn Teymiyye, Derʿü teʾâruz, VIII, 428). Bu görüşü benimseyenlere göre mümeyyiz olan çocuklar yaptıkları ibadetler sayesinde uhrevî mükâfata nâil olurlarsa da ilâhî emir ve yasaklara muhalefetten dolayı âhirette cezalandırılmazlar. Eş‘ariyye âlimleriyle Hâricîler’e göre, ergenlik çağına girmemiş çocuklar için, iman etmek de dahil olmak üzere, hiçbir dinî mükellefiyet yoktur. Zira Hz. Peygamber çocukların sorumlu olmadığını açıkça bildirmiştir (Bağdâdî, s. 257).
Ergenlik çağına girmeden ölen müslüman çocuklarının âhiretteki durumları hakkında İslâm âlimleri arasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre ölen müslüman çocukları cennete gireceklerdir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de mümin atalarınınkinden farklı bir inanç benimsemeyen zürriyetlerin onlara ilhak edileceği bildirilmiş (et-Tûr 52/21), hadislerde de bulûğa ermeden ölen müslüman çocuklarının anne ve babalarına şefaat edecekleri belirtilmiştir (Müsned, V, 312-313; Buhârî, “Cenâʾiz”, 92). Hammâd b. Zeyd, İbnü’l-Mübârek, İshak b. Râhûye gibi ilk devir âlimleriyle Cebriyye’ye mensup bazı bilginler ise müslümanların bulûğa ermeden ölen çocuklarının âkıbeti hakkında bir hüküm vermemek gerektiğini düşünmüşlerdir. Zira bazı hadislerde bunların âkıbetlerini ancak Allah’ın bildiği ifade edilmiştir (Halîmî, I, 159-160; İbn Fûrek, s. 144).
1. Kâfir çocuklarının cennete gireceğini savunanların delilleri kısaca şöyledir: Kur’ân-ı Kerîm’de kimsenin başkasına ait günah yükünü taşımayacağı (Fâtır 35/18), herkese yaptığının karşılığının verileceği (el-Mü’min 40/17), peygamber göndermedikçe Allah’ın kullarına azap etmeyeceği (el-İsrâ 17/15) bildirilmiş, bazı hadislerde de kâfirlerin ölen çocuklarının cennete gireceği haber verilmiştir (İbn Hazm, IV, 135; İbn Kesîr, V, 54, 56). Ergenlik çağına girmeden önce ölen ve mükellef olmadıkları için tamamen günahsız olan bu çocukların sırf kâfir bir aile içinde doğmuş olmalarından ötürü azaba uğratılmaları mâkul değildir. Yüce Allah’ın mutlak adalet, hikmet ve rahmet sahibi oluşu, kâfirlerin ölen çocuklarının da müslümanların çocukları gibi cennete girmelerini gerektirir. Nitekim Hz. Peygamber’e nisbet edilen bazı rivayetlerde kâfir çocuklarının cennet ehlinin hizmetçileri olacakları ifade edilmiştir. Bu çocukların, ebeveynleri kâfir olduğu veya büyümüş olsalardı küfrü benimseyecekleri Allah tarafından bilindiği için cehenneme girecekleri yolundaki bir iddia, kendileri suçsuz oldukları halde başkasının günahı yüzünden cezalandırılacakları anlamına gelir ki bu hem açık naslara hem de ilâhî adalete aykırıdır (Kādî Abdülcebbâr, s. 378, 477-479; Halîmî, I, 157, 158; İbnü’l-Vezîr, s. 339). Mu‘tezile âlimlerinin tamamı, Buhârî, İbn Hazm, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, müfessir Kurtubî, Nevevî, İbn Hacer el-Askalânî gibi Sünnî âlimlerle bazı Şiî ve Hâricî âlimleri bu görüşü benimsemişlerdir.

2. Kâfir çocuklarının cehenneme gireceğini ileri sürenlerin delilleri de şöyle özetlenebilir: Kur’ân-ı Kerîm’de mümin çocuklarının babalarıyla birlikte cennete gireceği ifade edilmiştir (et-Tûr 52/21). Çocukların babalarına tâbi olduğunu belirten bu âyet, kâfir çocuklarının da dünya ahkâmında olduğu gibi âhirette de babalarıyla birlikte bulunacaklarına işaret eder. Ayrıca Hz. Nûh’un diliyle kâfirlerin ancak kendileri gibi fâcir ve kâfir çocuklar doğurduğu ifade edilmiştir (Nûh 71/26-27). Bazı hadislerde de kâfir çocuklarının babalarıyla birlikte cehennemde olacakları belirtilmiştir (İbn Kesîr, V, 56-57). Ayrıca İslâm âlimleri, çocukların dünya ahkâmında babalarına tâbi olmaları gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu durumda kâfir çocuklarının hükmen kâfir kabul edilmesi ve dünyada olduğu gibi âhirette de babalarının dinine göre muamele görmesi hem akla hem
de nakle uygundur (Eş‘arî, Makālât, s. 88, 100-101, 111; Halîmî, I, 157; Teftâzânî, V, 134-135). Hâricîler’den Ezârika’nın tamamı, Teftâzânî ile Devvânî gibi bazı Eş‘ariyye ve Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ gibi bazı Selefiyye âlimleri bu görüşü savunanlar arasında yer alır.
3. Kâfir çocuklarının âkıbeti hakkında hüküm vermeyip durumlarını Allah’ın bilgisine havale etmek gerekir. Çünkü ister müslüman ister kâfir aileden olsun, ölen çocukların âkıbetleri hakkında Kur’an’da açık bir hüküm yoktur. Hadislerde ise her iki zümre hakkında farklı açıklamalar bulunmaktadır. Bu naslar arasından, çocukların cennete mi yoksa cehenneme mi gireceğini sadece Allah’ın bildiğini ifade eden hadisi esas almak en doğru yoldur (Bağdâdî, s. 261; Beyhakī, s. 88-89, İbn Teymiyye, Mecmûʾu fetâvâ, XXIV, 372). Mâlik b. Enes, Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Beyhakī, İbn Teymiyye, Kādî Beyzâvî gibi Selefî ve Eş‘arî âlimleriyle bazı Hâricî ve Şiî âlimleri bu görüştedir.

4. Kâfirlerin çocukları âhirette arasât* meydanında imtihana tâbi tutulacaktır. Nitekim konuyla ilgili bazı hadislerde bu çocukların imtihana çekilecekleri haber verilmiştir (İbn Kesîr, V, 54). Buna göre âhirette bizzat Allah Teâlâ çocukların aklını kemale erdirdikten sonra tutuşturulan bir ateşe girmelerini emredecektir. İlâhî ilimde mümin (saîd) olarak bilinenler bu emre itaat edecekleri için cennete girecekler, buna karşılık kâfir (şakī) olarak bilinenler emre isyan ederek cehenneme atılacaklardır. İbn Kayyim el-Cevziyye bu görüşü tercih edenlerdendir (Beyhakī, s. 92; İbnü’l-Vezîr, s. 340-341). İbn Teymiyye, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin bu görüşü benimseyenlerden olduğunu söylerse de (Derʾü teʾâruz, VIII, 401) İbn Fûrek Eş‘arî’nin üçüncü şıkta belirtilen görüşü benimsediğini nakleder (Mücerred, s. 144). Ahmed İsâm el-Kâtib Beyhakī’nin, Muvaffak Ahmed Şükrî de İbn Teymiyye’nin dördüncü şıkta zikredilen görüşü savunduklarını iddia etmişlerdir (ʾAkīdetü’t-tevhîd, s. 267; Ehlü’l-fetre, s. 97). Ancak bu müelliflere ait eserlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre Beyhakī ve İbn Teymiyye üçüncü şıkta belirtilen görüşü tercih edenler arasındadır (el-İʾtikād, s. 91; Mecmûʾu fetâvâ, XXIV, 372).
Kâfirlerin ölen çocuklarının âhirette toprak haline geleceği veya iyi yahut kötü hiçbir amelleri bulunmadığından cennetle cehennem arasında bir yerde (berzah) kalacakları yolunda daha başka görüşler ileri sürülmüşse de âlimlerce bunlara itibar edilmemiştir (Ahmed İsâm el-Kâtib, s. 267).
Gerek bulûğ çağına ulaşmamış çocukların dinen mükellef sayılıp sayılmayacağı, gerekse bulûğ çağından önce ölen müslüman ve gayri müslim çocuklarının âhiretteki durumları hakkında genellikle mezhepler arasında farklı görüşlerin ortaya çıktığı, hatta aynı mezhebe mensup âlimlerin bile ortak bir görüşte birleşemedikleri görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın insanları muvahhid (hanîf) olarak yarattığı, O’nun yaratmasında bir değişikliğin olmayacağı belirtildiği (er-Rûm 30/30) ve sahih hadislerde de aynı hususun ifade edildiği (Müsned, IV, 24) dikkate alınarak doğan her çocuğun fıtrî bir imana sahip bulunduğunu söylemek mümkündür. Bezm-i elestte insanların rableri konusunda bilgilendirildiğini haber veren âyet de (el-A‘râf 7/172) bu görüşü desteklemektedir.
Mu‘tezile ve Mâtürîdiyye âlimlerinin, bir taraftan temyiz çağına giren her çocuğun iman etmekle mükellef olduğunu savunmaları, diğer taraftan kişinin cennete girmesini sağlayacak olan dinî davranışların iktisabî nitelik taşıması gerektiğini söylemeleri ve neticede hiçbir iktisabî ameli bulunmayan kâfir çocuklarının cennete girecekleri görüşünü benimsemeleri birbiriyle çelişmektedir. Bu bakımdan İslâm âlimlerinin, “Çocuklar mükellef değildir” tarzındaki düşüncelerine aykırı düşen bu görüş isabetli görünmemektedir.

Âlimlerin, ergenlik çağına girmeden ölen kâfir çocuklarının âhiretteki durumlarıyla ilgili olarak farklı görüşleri savunmaları, bu hususta çelişkili hükümler ihtiva eden rivayetlerden kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber’e nisbet edilen bu rivayetlerin bir kısmı zayıf, bir kısmı da uydurma kabul edilmiştir. Bazı âlimler bu rivayetler arasındaki çatışmayı gidermeye çalışırken bu tür hadislerin değişik zamanlarda söylendiği, hiç kimsenin başkasının sorumluluğunu taşımayacağını bildiren âyetin gelmesiyle bu hadislerin neshedildiği ve buna bağlı olarak Hz. Peygamber’in kâfir çocuklarının cennete gireceklerini ifade eden sözlerinin yürürlükte kaldığı şeklinde beyanlarda bulunmuşlardır (bk. Tecrid Tercemesi, IV, 593). Esasen bu hadisler “âhâd” mertebesinde bulunduğundan (bk. Miftâhu künûzi’s-sünne, “veled” md.) akaid alanında tek başına delil olarak kabul edilemez. Bunların içinden, ölen bütün çocukların cennete gireceğini ifade eden hadisler, muhtelif âyetlerde Allah’ın hiçbir kuluna zulmetmeyeceği, herkesin işlediği amellere göre karşılık bulacağı ve kimsenin başkasının günahından sorumlu tutulmayacağı şeklinde yer alan beyanlar da uygunluk arzetmektedir. Bu sebeple ebeveyni ister müslüman ister kâfir olsun, bulûğ çağına ermeden ölen bütün çocukların cennete gireceğini savunan görüşün tercih edilmesi daha isabetli görünmektedir.

Çocukların dinî durumları müstakil bazı risâlelere konu teşkil etmiştir. Birgivî’nin Ahvâlü etfâli’l-müslimîn’i (İstanbul 1274), Süyûtî’nin el-Ehâdîs fî etfâli’l-müslimîn’i (Süleymaniye Ktp., Antalya [Tekelioğlu], nr. 909) bunlardan bazılarıdır.
Yusuf Şevki Yavuz
TDV İslâm ansiklopedisi, cilt: 08; sayfa: 359-360

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar

Yorumlar