KENDİ CİNSİNDEN OLMAYANLARLA BİR KAFESE KAPATILMAK!
| |
“Eşini bulmak kanunu” insan hayatının her hususu için geçerlidir. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurdular ki
“Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur. Geriye
kalan yarısı içinde Allah’a Karşı gelmekten sakınsın.’’ (Heysemi, Mecme’u’z Zevaid, No: 7310; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa,
2/239)
Bir başka hadis-i şerifinde ise;
“Allah kime dindar bir kadınla/erkekle evlenmeyi nasip
ederse, ona bu şekilde dininin yarısında yardım etmiş olur. Geriye kalan
yarısında da Allah’a karşı gelmekten sakınsın” buyurmaktadır. (Suyuti, Camius Sağir,
2/932, No: 8730)
Evlilik ile hayatın kemale ermesi demek eşini bulmak demekle eşdeğerdedir. Eş durumu hayatın her cephesi
için de geçerlidir; eşiyle doyuma ermiş/huzur bulmuş kişi, başkalarına huy ve
seciyede olduğu gibi, ahlaki tepkimrde de sakin olup, saldırma eğilimi
ihtiyacını duymaz. İnsanda tepki eğilimini köstekleyen bir ters ahlâkı varsa,
o da uygun eşiyle negatif hale gelir..
Eşini bulmak ile buluştuğumuz
kişi/kişilik sayesinde sorunların çözümlenme yolu ve iyileştirme, eşlerin
olumsuzluk zırhında takılıp kalan aktif enerjilerini olumlu yönde özgürlüğe
kavuşturur. Bunun en dolaysız sonucu,
topluma aykırı, sapık olabilecek içtepilerin yoğunlaşmasından, toplumsal
bunalım ve ahlâkî baskıdan kurtulmayı başarılı kılar. Bu meyanda çocukluktan
kalma ve küçük yaştaki örselenmeler ile mutlu olmasını engelleyen
yasaklar/huylar/ durumlar uygun eş ile ortadan birer birer ortadan kalkar.
İnsanda gittikçe bu uyum ortamında artan oranda hayat enerjisini diğer
alanlarda da doğrusal dizgeye dönüştürür. Böylece, doğal gereksinimleri ile uyumlu, eşiyle yeniden
doğmuş gibi canlanır ya da ilk kez uyanır gibi, heyecan duymaya/duygusal olmaya
başlar.
Hastalanmış bir ruh halinin tam olarak
huzura ve doyuma erebilmesi, insanın eşini bulması ve bilinçaltındaki
itişlerini yok etmesi için kendisine uygun eşine rastlayışındaki talihi de,
genel varlığında insanı şaşırtacak kadar geniş bir değişikliğe sebep olur.
Eşiyle
duygusal/bedensel doyuma ermek, elverişliliğini kazanmış olanlar, durgunluk
çekenlere oranla, biricik eşiyle hayata pozitif bakabilirler. Ve bu insanların
birbiriyle olan sevgileri, ötekine ihtiyaç duymadan anti-ahlâkî kaygılardan
kurtulurlar.
İnsanın, eşiyle
yaşadığı zevkin ve yoğun doyumun yinelenmesi bedensel ve duygusal düzenlilik
ilkesine dayalıdır; bu ise, eşler arasında tam bir uyum kurulmasını gerektirir
ki, başta dediğimiz gibi eşini bulanlar için geçerlidir.
Bedensel/ruhsal,
boşalma/doyum, iç-güçleri bozulmuş kişilerde, bambaşkadır. Onlar kendi
kendine doymaya yönelmiş kişiler durumunda kalıp, hazlardan çok daha az zevk
aldıklarından, kısa ya da uzun bir süre
yalnızlığa mahkum yaşarlar. Yine, sevme/sevişme onlar için büyük bir
anlam taşımadığından, hayata karşı pek titiz de değildirler. Neticede ahlakî
ilişkilerinin kayıtsızlığı/duyarsızlıkları, egoist ve ekstern uçlarda yerleşip
bozuktur/sapıktır/bencildir.
Eşiyle
bedensel/ruhsal ilişkileri bozuk olan bu bireylerin hayatı yalnızlığa doğru
giderken sürekli bir hız kazanır. Onların hukukî bağlılıkları hayatî bir doyuma
değil, ahlâkî baskıyla arzularını/sevinçlerini bilinçaltına itmek mecburiyetine
doğru sürekli bir düşüş hissi de yaşarlar.
Hasta
olmuş/tükenmiş bir kişi kendine uygun bir eş buldu mu, farz edilen bir sinir
hastalığı belirtilerini yok ettiği gibi, çoğu kez şaşkınlıkla, yaşamını düzene
koyabilir, tepkilerini o güne dek yapamadığı bir kolaylıkla, hastalıklı olmayan
yollardan çözebildiğini mutlaka görürüz. Ve bütün bunları kaznırken, en doğal
biçimde hayattan zevk alma ilkesini de izlerler. Hasata olan ruhsal yapısında,
düşünce ve duygularında dile gelen tutum yalınlaşması, yaşayışlarındaki bir
sürü çatışmayı ortadan kaldırır; aynı zamanda, bugünkü bozuk görülen ahlâkî
düzene karşı eleştirici bir tutum dahi takınabilirler.
Şurası açık ki
insanın, ahlâki düzelme ilkesi bedensel/
duygusal düzeni bulma yoluyla birlikte oluşur.
İnsanda bulunan
her çeşit arzunun bilinçaltına itilmesinin veya bir arzudan vazgeçmesi ya da
onu şiddetle kınanması/değiştirmesi, içsel mekanizmalarının düzeni/içgüdüsel
yaşamın düzenliliği ile doğru orantıdadır. Bu ise insanın, bedenî olan yanlış
zevklerinden veya sapıklığa yönelen içgüdüsünden vazgeçmesi, ancak onun belirli
fedakarlıklar ve mecburi düzenlilik koşullarıyla olabilmektedir. Kişilik
çözümlemesi alanında yapılan deneyler, topluma aykırı bir içtepiden
vazgeçebilme ancak ruhî düzenlilik ile bağ kurulduğunda, başka bir deyişle,
vazgeçilmesi gereken içtepiye enerji sağlayacak bir bedenî olgunluk ile
başarılabileceğini tespit edilmiştir.
Düzenli aile ve
yaşam, eşler arasındaki bedenî uyum
doyum gerçekleştirilmesiyle kurulabilir. Bunun anlamı, yetişkin insanın çocuksu
ve hastalıklı arzuları, tam olarak uygun olan eşiyle doyuma/boşalmaya
erebildiği zaman bırakabileceğidir. Toplumun korunması gereken sapık ve
hastalıklı doyumlar/boşalmalar, gerçek ahlâkî doyumun/boşalmanın yerine konmuş
şeyler olmaktan çıkması,
doyum/boşalmanın bozulduğu ya da imkânsız kılındığı zamanlarda ortaya
çıkarlar. Bu saptama da
açıkça gösteriyor ki, genel anlamıyla doyumdan/boşalmadan ya da içgüdünün
kaldırılıp atılmasından söz edemeyiz, olsa olsa belli bir güdünün
doyurulması belli bir güdüden vazgeçilmesi konusunda adımların
temelini atabiliriz. Bu ise eşler arasında başlar.
Ruhçözümcü
iyileştirme bilimi, görevinin insanlara ahlâk öğütleri vermek değil,
bilinçaltına itilen arzuları su yüzüne çıkarmak olduğunu kabul ediyorsa, bir
tek doyumdan vazgeçilmesini isteyebilir: ele alınan yaşa ya da gelişme
evresine uymayan doyum. Bu yöntemle, insan kendi ahlakî bilincine vararak
vazgeçebilecektir; ama söz konusu vazgeçiş, arzulardan da yüz çevirmek
anlamına gelmez, çünkü insanın her değişik zamanı, bedenî ve ruhî enerjiyi yine
farklı boyut/durum/mekan/zamanlarda, boşalmak/tatmin olmak isteyecektir.
Bütün hastalıklı sevgiler/hazlar için şu
şey söylenebilir. Bir insan evliliğinde doyuma/boşalmaya eremiyorsa, bilinçsiz
olarak çocuksu olan içgüdüsü ve bedenî gereksinimlerine dönecektir. Ve bundan
da ancak ruhî hali başka bir çıkış kapısı bulduğu zaman vazgeçecektir. Doğaya
uygun bir yaşamın kurulması için çocukluktaki kazanılan arzuların/meyillerin
bırakılmasının bir önkoşul olduğu doğrudur; Sapık bir cinsellik ya da
hastalıklı katil benzeri içtepilerinden ancak bedensel açıdan gerçek içdoğasına
uygun bir eş ile yaşama kavuşabilirse belki kurtarılabilir. Demek ki değişim,
içgüdüden vazgeçmeyle içgüdüyü başıboş bırakma arasında değil, belli
güdülerin doyurulması/boşalması arasında olacaktır. Bunun çaresi söylediğimiz
gibi eşini bulmaktır.
Uyduruk bir
bilimsellikle gençlerin her türlü
içgüdülerine gem vurmalarının toplumsal ve zihinsel etkinliğin vazgeçilmez
koşulu olduğu öne sürülmektedir. Bu önerme, Freud’un «yüceltme» adıyla bilinen kuramına dayanmaktadır:
insanın toplumsal ve zihinsel verimliliğinin kaynağı, ilk ereğinden saptırılıp
daha «yüce» amaca yöneltilen aslında temel cinsel enerjimizdir. Soruyu en
somut biçimde ortaya koymak gerekirse: hangi cinsel etkinlikle
doyum, hangi cinsel güdüler yüceltilebilir, yüceltilmelidir?
Eşler arasındaki
ilişkinin uzun süre sevgiden yoksun kalması, duyusal zevki azalttığı gibi,
birlikte ruhî doyumu da azaltıyor. Duyusal zevklere düşkünlük hastalıklı
bir biçimde bilinçaltına itilmemişse, sevgisel elverişlilik ancak eşler
arasındaki gereksinimler yeterli ölçüde doyurulmuşsa gerçekleşebilir.
Bedeni ve ruhî
uyum/ doyum/boşalma tam sağlanabilseydi, evlilikler hiç değilse uzun bir süre
iyi olabilirdi: Ama bunun için ahlakî yaşama elverişli bir eğitim/terbiye gerekir.
Günümüzde bu tam verilemiyor. Ne yapmalı?
Bu hususun
ilkbaşında fedakarlık ve eşlerin birbirine olan yardımı olacaktır. Yardım
edebilmenin birinci şartı da sevgiyi kaybetmemektir. Aşk olmasa da sevgi
eşlerin olumlu düşünme çizgileriyle tekrar tekrar oluşturulabilir. Sevginin
kazanılma şartı eşinizin sevmesini beklemeden sizin ona sevgi beslemeyi
öğrenmenizdir.
Birisini zorla
nasıl sevebilirim, sorusuna karşılık gelecek cevap ise hepimizin yaratılışı,
aynı kaynaktan olduğunu bilmekteyiz.
Muhakkak iç âlemimizde eşimize karşı bir karşılık verecek/olacak bir
unsur bulunmaktadır.
Konuya birazda
tasavvufi açıklama getirecek olursak, bu konuda Ahmed Amiş kaddesellâhü
sırrahu’l azîz Efendimiz;
‘oğlum bu dünyada işini değil, eşini
bulan, rahat eder’ buyurdular.
Yine Hz.
Mevlâna Celâleddin Rumî kaddesellâhü
sırrahu’l azîz Efendimizde eşler/evlilik konusuna özel bir önem vermiştir.
“Nikâh,
“Lâhavle” okumaya benzer; oku, yani bir kadın nikâhla da şehvet, seni belâya düşürmesin.
Madem ki
yemeye-içmeye hırsın var, çabucak evlen; yoksa bil ki kedi gelir, yağlı kuyruğu
kapar .
Sıçrayan eşeğin
sırtına taş yükünü vur; o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle!”
**
“Eşlerin
birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak!
Ayakkabının bir
teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.
Kapı kanadının
biri küçük, diğeri büyük olur mu?
Ormandaki
aslana kurdun eş olduğunu hiç gördün mü?
Nikâhta iki
kişinin de birbirine denk olması lâzım. Yoksa iş bozulur, geçim kalmaz”
**
“Bir kadının
kocasını, yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eşi de koşa koşa
mutlaka onun yanına gelir.
Bu yapılan
işleri de eserleriyle çift yarattık. Bir amelde bulundun mu mutlaka eşi de
zuhur eder.
Birisi gelip
bir kadının kocasını esir ederek götürse karısı, kocasını araya araya
çıkagelir”
Hz. Mevlâna Celâleddin Rumî kaddesellâhü sırrahu’l azîz
Efendimiz yine can alıcı bir kıssa olan Hüdhüd ile Hz. Süleyman aleyhisselâm
arasında geçen vaka ile eşini bulma sırrını açığa vurur.
822. Peygamber
aleyhisselam “üç kişiye
acıyın : bir kavmin aşağı bir hale düşen yücesine, yoksullaşan zenginine,
cahillere oyuncak olan bilginine” dedi
Peygamber, canım
hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,
Hor hakir bir
hale gelen yüceye, yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan Mudar kabilesinin
arasına düşmüş saf ve temiz alime acıyın.
825. Peygamber dedi ki: Taş ve dağ bile olsanız bu
üç bölük halka merhamet edin.
Çünkü o,
başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul düştü, parasız
kaldı.
Üçüncüsü de,
alemde ahmak adamlar arasında belalara uğrayan alimdir.
Çünkü yücelikten
horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir.
Bedenden ayrılan
uzuv, ölür, yeni kesilmiş uzuv bir müddet oynar, oynar ama bu hareket sürüp
gitmez.
830. Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl
baş ağrısına eza ve cefaya uğrar.
Köpek gibi
bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne gezer.
Suçu olan tövbe
eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.
Bu,
Tanrı’nın has kulunun sıfatıdır, o da
dünya, hava ve heves ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür.
”İslam garip
başlar garip biter. Ne mutlu gariplere” denmiştir. Tanrı Peygamberi doğru söylemiştir.
Avcının biri,
bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı.
Ahır, öküzlerle,
eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.
835. Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi.
Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu.
Her öküz, her
eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu.
Ceylan, gah bir
yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu.
Kimi, zıddı ile
bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar.
Süleyman
da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse,
840. Ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir
azaba uğratırım demişti.
Ey
güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir
kafese kapatılmak!
Ey insan, bu
kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara tutulmuş.
Ruh, doğan
kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla baykuşlardan yaralanır.
Mesenevî-i Şerif, c.V, b.822-843
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder