MENÂKIB-I ŞEREFİYYE
| |
Cibrîl-i Emîn
Aleyhisselâm, emr-i Hakk üzere Risâletmeâb Aleyhisselâm Hazretlerine nâzil
olup, Mekke-i Mükerreme'den ayrılmak ve Medine’ye gitmek için emr-i İlâhî sâdır
olduğunu ve tebliğ için geldiğini Resûlullah’a arzetti. Ve bu hicret
dolayısıyla Cenâb-ı Hakk, gerek Risâletmeâb Hazretlerine ve gerekse ilâ yevm-ül
kıyam (kıyamete kadar)
gelecek bilumum efrâd-ı ümmetine ihsân edecek olduğu fezâil ve atâyây-ı
ilâhiyye’nin kâffesini ve hatta her bir fert için hâsıl olacak fazileti dahi
beyân buyurdu. Hicretle memur olduğu gecede Resûlü Ekrem Aleyhisselâm
Hazretlerine Cibrîl-i Emîn tekrar tekrar nâzil oldu. Resûlü Ekrem Aleyhisselâm
da, Cibrîl Aleyhisselâm’ın böyle tekrar tekrar nâzil olmasından mutlaka bir
Emr-i Hakk olacağını idrak etti.
O gecede Mekke'de, cin tâifeleri Resûl-ü Ekrem
Aleyhisselâm’a zarar ve ziyan vermek için toplandılar. Maksatları, fırsat
bulurlarsa Resûlü Ekrem Aleyhisselâm’ı helâk etmek idi. Bu cin tâifeleri de Harka’z -Zenâdil denilen tâifeden
olup, dokuz yüz bin kişi vardı. Ve yedi yüz bin kişi de Mâridler’den vardı. Beş yüz bin kişi de
Gaffâriyetler’den vardı. Bu cinlerin ekabirleri insan şekline girip
Kureyşilerin müşrikleriyle ve kâfirleriyle sık sık görüşüyor ve Resûlü Ekrem
Aleyhisselâm’ı Mekke'den tard-u ihraç (atmak, çıkarmak) için türlü türlü hileleri
öğretiyorlardı. Resûlü
Ekrem Aleyhisselâm’ın idamı veyahut nefyi (sürgün edilmesi), veyahut ölünceye kadar hapse atılması; bu üç fikir üzere
Kureyşiler’in ileri gelen takımlarını Daru’n -Nedve denilen şûrrethâneye
"şirret evi" toplamak tedbiri
de cin taifelerinin telkini ve ilhâmı ileydi. Cenâb-ı Hakk Teâlâ, Cibrîl Aleyhisselâm vasıtasıyla
Kureyşiler’in kararını ve cin tâifelerinin içtimâlarını bildirdi. Seyyid-i Kâinât
Aleyhisselâm Hazretlerinin kalbine biraz hüzün ve keder ârız oldu. Bu, kendi
vatanını terk ederek diyâr-ı gurbete gitmek icap ettiğinden veya kendi vücûd-u
saâdetlerine o küffâr-ı Kureyş’ten bir zarar dokunacak diye düşündüğünden de
değil; ancak ümmet-i merhûmenin (müslümanların)
halini düşünmekten ârız oldu. Ol gece Mekke'ye gelip toplanan cin tâifelerinin
adâveti, ilâ yevm-ül kıyam gelecek ümmetine karşı da dâim ve bâki olduğundan,
bu muzur ve kuvvetli mahlûkların şerrinden ümmetimi nasıl muhafaza edeceğim ve
bunlara karşı ümmetimin hali ne olacak diye tefekküre daldı. Cibrîl-i Emîn
Aleyhisselâm, Seyyid-i Kâinât’ın hüzün ve teessüfüne muttalî olunca dedi ki:
-“Yâ Muhammed! Cenâb-ı Hakk sana,
Ebu’l -Beşer Âdem Aleyhisselâm’a, Neciyyullah Nuh Aleyhisselâm’a, Halîlullah
İbrahim Âleyhisselâm’a, Kelîmullah Musa Aleyhisselâm’a, Rûhullah İsâ
Aleyhisselâm’a ihsân buyurulmamış olan husûsî inâyet ve meskeniyyeti ihsân buyurdu.
Neden mahsûn ve mükedder oluyorsun?” Resulü Ekrem Aleyhisselâm buyurdu ki:
-“Yâ Sefîr-ül A’zam! Benim düşüncem ve kederim şudur ki, ben dâr-ı
dünyadan intikal ettikten sonraki asırlarda dünyaya gelecek olan efrâd-ı
ümmetin halini düşünüyorum. Bu tâife-i cin ve bu düşmanlar, onlara tasallut
ederse, bunların şerrinden nasıl kurtulurlar.
Efrâd-ı ümmetimden çok kimseler, bunların adâvetinden çobansız kalan davar
gibi mahvolur ve helâk olur diye düşünüyorum. Yalnız kalan ümmetim bunların
şerrinden ne suretle halâs yolunu bulacaklar diye tefekkür ediyorum. Bu
düşmanlar ümmetimin üzerine saldırıp, efrâd-ı ümmetimi dâr-ül kerâmetten mahrum
edecek fitne ve fesâda sevkedecekler diye korkuyorum.”
O halde Resûl-ü Ekrem
Aleyhisselâm’ın üzerinde bulunan hüzün ve teessüf haline Cibril Aleyhisselâm da
mahzun oldu. Hatta bilcümle melekler de aynı
hale mâruz oldular. O hüzün ve teessüfle Cibril Aleyhisselâm, evâmir-i
ilâhiyyeyi telakkî etmek için durulacak olan makâm üzerinde Hakk Teâlâ
Hazretlerine Habib-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretlerinin halini arzetti. Biraz
sonra Resûlü Ekrem Aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve dedi ki:
-“Yâ Resûlullah! Cenâb-ı Hakk Teâlâ
Hazretleri sana ve senin refîk-i hâsın olan Sıddîk-ı Ekber'e selâm etti. İlâ
yevm-il kıyâm ümmetinizden olup, hücre-i suğrâ ve hücre-i kübrâ ile müşerref
olacak olan ricâlullah ve ekâbir ümmetinize de selâm etti. Sonra bana emretti.
İlâ yevm-ül kıyâm bi’set ve risâletinizi tasdik edip, ümmetliğe kabul
edeceğiniz bilcümle efrâd-ı ümmetinizi huzûrunuza davet etmek için, bu ümmet-i
merhûmenin içinden en zayıf olan ümmetinizi de, ve ümmetinize hâdim olacak
ricâl ümmetini de göstermek için emretti. Emr-i Hakk üzere Cibrîl Aleyhisselâm, bilcümle
efrâd-ı ümmetin zerrelerini davet ederek huzûr-u Resûlullah’a dizdi. Ve her
tâifeyi kendine mahsus makâm ve fazilet itibâriyle, derece derece olmak üzere
Resûlullah’a takdim ve arz etti. Resûlü Ekrem Aleyhisselâm, Sıddîk-ı Ekber ile
kalkıp beraberce, bir koyun sürüsünden, zayıf olan koyunlarını seçer gibi en
zayıf ümmetlerini tefrîk ettiler (ayırdılar). Sonra ekâbir ricâlullâh hazerâtından bir kaç zâtı davet ederek,
birer taife olarak taksim ve tevzî etti. Herkese, “Bu sana gösterdiğim
ümmetin haline ve işlerine bakacaksın” diye emir ve tavzîf buyurdu. Sonra
Cibrîl Aleyhisselâm, o ricâlullâh ve havâs ümmetten doksan dokuz zâtı,
Resûlullah Aleyhisselâm Hazretlerine takdim etti. Ve dedi ki:
-“Yâ Muhammed! Bunlar, Cenâb-ı
Hakk'ın, kırk bin enbiyâ ve mürselîn-i kirâm hazerâtına bağışlamış olduğu
rahmet ve inâyet (lütuf), kendilerine ihsân edilmiş
olan ricâlullah’tır. Ve havâs
ümmetinizdir. Ulu’l Azm hazerâtına muhsûs olan inâyetin faziletine de müşterek
olan ricâlullahtır. Bu inâyet, dâr-ı dünyaya gelip, orada ifâ edilecek cihad ve
vezâif-i ubûdiyyet üzere değildi. Sırf Mevhîbe-i İlâhiyye (Allah vergisi) olarak vücutlarına ruh nefh olunurken,
beraberinde bu inâyet de bunlara ihsân edilmiştir. Yâ Muhammed, bu sana gösterdiğim doksan dokuz
ricâlullahtan birisinin bir nefesi sayesinde, efrâd-ı ümmetiniz, o düşmanların
şerrinden yedi sene emîn olurlar. Ve onların şerrinden yedi sene
emîn olacak gâyret-i ilâhiyyeye (Allah uğrunda çaba gösterme kabiliyetine) mazhâr olurlar. Bu kuvve-i
kudsiyyeye mâlik olan ricâlullâh, ümmetinizin içinde bulunduğu için, o kadar
mahzun ve mükedder olmamanız gerekir. Cenâb-ı Hakk böylece sana arzetti."
Resulü Ekrem Aleyhisselâm’a, Cibrîl Aleyhisselâm’ın
tebşîrâtı üzerine teselli ve itmi’nân-ı kalb hâsıl oldu. Ümmetini, o
düşmanlarından kurtaracak hâdimlerin, ümmetin içinde bulunduğuna kanâat hâsıl
oldu. Cibrîl Aleyhisselâm dedi ki:
-“Yâ Muhammed! O ricâlullaha
mahsus olan yedi fazîlet vardır ki, başka evliyâ ve ricâlullaha nasip olmamıştır.”
BİRİNCİ
FAZÎLET : Cenâb-ı Hakk
onlara, kendilerini vücûde getirmezden mukaddem (önce), velâyet-i ulyâ (yüce
evliyalık) makâmını tevcîh ve ihsân buyurmuştur. Halbuki başka
evliyâlarına velâyet, hilkatten (yaratıldıktan) sonra ihsân
buyurulmuştur.
İKİNCİ
FAZÎLET : Cenâb-ı Hakk
onların zerreLrini halk ve icâd buyurduğu lâhzadan itibaren, Resûlü Ekrem
aleyhisselâm ile içtimâ ve mülâkât-ı beriyye (toplanıp karşılıklı
konuşma) hâsıl oluncaya kadar, Resûlullah aleyhisselâmın ümmetini
hatmederek duâ ve münâcaat ediyorlardı. Bu ricâlin zerre-i şeriflerinden sâdır
olan bir münâcaat üzere efrâd-ı ümmetten kırk bin kişi ehli saâdete ilhâk
ediliyordu.
ÜÇÜNCÜ
FAZÎLET: Cenâb-ı Hakk
zerrelerini halk ve icâd ettiği zamandan itibaren her gece yedi bin kere Kur-
ân-ı Kerîm’i hatmederlerdi. Hatm-i şeriflerini dinlemek Meleü’l -A’lâ nâm
makâm-ı mübârekde bulunan melâike-i kirâma kuvvet ve gıda idi.
DÖRDÜNCÜ
FAZÎLET: Kendileri
dâr-ı dünyaya teşriften itibâren her yirmi dört saatte semâdan nazil olacak
yirmi dört bin belâ ve mesâibe ve arzdan hâsıl olacak yirmi dört bin musîbetten
dahi ümmet-i Muhammed’in selâmeti için münâcaat ederler. Ve o münâcaat
sayesinde, o kadar belâlardan ümmeti-i Muhammed selâmet bulurlar. Husûsen
Haremeyn-i Şerifin (Mekke ve Medine) ahâlisine bundan başka
hizmette bulunurlar.
BEŞİNCİ
FAZÎLET: Kendilerine
karşı zerre miktarında olsun râbıta ve muhabbet eden ve dirhem kadar olsun
kendilerine hizmet eden efrâd-ı ümmete Resûlü Ekrem Hazretlerinin maiyyetinde
Bedir ve Uhud ve Hendek muhârebelerinde bulunan mücâhidin-i kirâma olan sevabı
ve fazîletini temine selâhiyettar olmaktır. Ve o fazîleti de, dâimî kalacak
fazîlet nevinden kılarlar.
ALTINCI
FAZÎLET: Yüz yirmi
dört bin enbiyâ-ı mürselîn-i kirâm hazerâtından, müddet-i ömür ve hayatlarında,
gerek kendi zâtlarına ait olsun, ve gerekse ümmet ve kavimleri hakkında olsun,
ne kadar münâcaat sâdır olmuşsa kâffesine (tümüne) vâkıf olurlar. Ve icâbında,
Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretlerine onların yaptıkları şekilde münâcaat eder ve o
yüz yirmi dört bin enbiyânın münâcaatını bir lâhzada hatmetmeğe muvaffak
olurlar. Halka nasîhata başladıkları zaman, bilcümle enbiyâların üzerine nazil
olan gayret, birden bire onlara nâzil olur.
YEDİNCİ
FAZÎLET: Her vakt-ül
imsakta ümmetin, birinci neferden başlayıp kâffesini zikreder. Ve her şahsın
ismini zikrederek, münâsip hidâyet ve saâdeti Cenâb-ı Hakk’tan niyâz ederler.
Bu ümmet-i merhumeyi bir saat zarfında hatmedip ikmâl ederler. Bu ekâbir
evliyâullah, münâcaata başladıkları zaman Cenâb-ı Hakk, kâfir ve müşriklerden
bile gadabı ref (kaldırır) ve tahfîf eder (hafifletir). Ve o münâcaat üzere
efrâd-ı ümmete Asr-ı Saâdeti’nde bulunup Resûl aleyhisselâma imân ve itbâ etmiş
kadar fazîlet hâsıl olur. Cibrîl-i Emîn aleyhisselâm diyor ki.
“Yâ Muhammed! Bu gece gibi, Harem-i
Şerîf, Harka’z -Zenâdil ve diğer tâife-i cinnin hücumlarına mâruz kaldığı
zamanda bu zikrettiğim ricâlullah, Medine-i Münevvere’de tesis edilecek olan
Mescid-ül Kubâ’da içtimâ ederler. Ve bilumum ümmet-i Muhammed ve ehl-i
imânın saâdet ve selâmeti için pek mukaddes hidamât (hizmetler) ifâ ederler. Bu ricâlullahın asrında
bulunup, bunlara itbâ ve muhabbete muvaffak olan efrâd-ı ümmetinize, TÛBÂ,
SÜMME TÛBÂ, SÜMME TÛBÂ (güzellik, iyilik, hoşluk; sonra iyilik, hoşluk;
sonra…) ve müjdeler olsun.”
Bu ‘TÛBÂ’
kelimesini, Cibrîl-i Emîn aleyhisselâm yüz yirmi dört bin kere tekrar buyurdu. Bu kadar çok
tekrar edilmesinin hikmet ve sebebini de zamanımızın ricâlullahından birisi
beyân buyuruyor:
“Bu
ricâlullâh-ül kerâmeye, itbâ etmeğe, emirlerine devam etmeğe ve hizmetine
muvaffak olan kimseye, yüz yirmi dört bin kere Cihâd-ı Ekber fazîletine muâdil
(eşit)
fazilet verilir.
Resûl-ü Ekrem aleyhisselâm
Hazretleri, bu ricâlullah hazerâtından kendi ümmetlerine ve husûsan
zuafâlarına (zayıflarına) hidemât-ı mukaddeseyi (mukaddes hizmetleri) müşâhede
buyurunca müsterih oldu. Ve Cenâb-ı Hakk’a hamd-ü senâlar etti.
O ricâllullahın zerre-i şerifleri
Resûl-ü Ekrem aleyhisselâma dediler ki:
“Yâ
Resûlallah, yâ Rahmeten li’l -Âlemîn-i Ersel- allah! Cenâb-ı Hakk bizi Âdem’den
vücûda ibrâz (meydana çıkardığı) ve ihraç buyurduğu lâhzadan itibâren
gerek zerrelerimizden ve ervâhımızdan (ruhlarımızdan), ve gerekse ecsâdımızla (vücudumuzla)
beraber ruhlarımızdan sâdır olacak bilcümle hidemâtın (hizmetlerin)
faziletini ümmetinize bağışladık. Kabul buyurunuz.”
Resûl-ü Ekrem aleyhisselâm son
derece memnûn oldu ve memnûniyyetini izhâr buyurdu ve bu hediyeyi de kabul
buyurdu. Cibrîl-i Emîn Aleyhisselâm dedi ki:
-“Yâ Resûlullah! Bu meclisin sonu, Hendek muhârebesinin
zuhûr ettiği günde olacaktır. Cibrîl-i Emîn Aleyhisselâm, Hendek muhârebesinin
hakîkat ve keyfiyet ve neticesini beyân ve arz buyurdu. Ve o gün nâzil olacak
inâyet-i ilâhîyyenin de hâkîkatını arz buyurdu. Hendek muharebesinden 3500 sene
evvelinden beri her gece ve gündüz elli bin melâike Hendek mevkini ziyâret
ediyorlardı. Bu ziyâret, o mevkîde Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm’a ve Sahâbe-i
Kirâm’a nâzil olacak inâyet-i ilâhiyenin hürmetine idi. Tâ ki o gün gelip
eshâb-ı kirâm üzerinde bulunan meşakkat son dereceye
vardığı zaman sahâbe-i kirâm dediler ki:
-"Ya Resûlullah! Cenâb-ı
Hakk’ın bize vaad buyurduğu nusret ve inayet, ne zaman olacak? Vakti zamanı gelmedi mi?” Ol saat
Hendek mevkiine o kadar seneden beri ziyârete gelen bilcümle melekler nâzil
oldular. Sonra nusret ve inâyete tahsis edilmiş olan beş bin melâike-i kirâm da
nâzil oldular. Sonra “er-ricâl-ul Müdebbirûn” nâmındaki, ricâl ümmetin zerre-i
şerifleri geldiler. Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm hendek kazarken, yed-i
saâdetleri (mübarek elleri) ile kazmayı bir kaya parçasına
vurunca kıvılcım çıktı. Resûl-ü
Ekrem Aleyhisselâm Selmân-ı Fârisi Hazretlerine buyurdu ki:
-“Yâ Selmân! Bak, benim kazma vurduğum yerde ne
göreceksin?” Selmân-ı Fârisî baktı ki, San’â şehrinin kapılarını gördü. Selmân
dedi ki:
-"Yâ Resûlullah! San’a’nın kapılarını gördüm.”
Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm buyurdu ki:
-“Yâ Selmân! Şu gördüğün kapıları ben açacağım. Ve onların
ihtiyâr ve mülkü benim olacak.” Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm, ikinci defa
vurduğunda yine Selmân-ı Fârisî baktı ve dedi ki:
-“Yâ Resûlullah! Şam şehrinin Dürbü’l -Meâlî denilen
kapılarını gördüm.”
-“Onlar da benim olacak, yâ Selmân” buyurdu. Üçüncü kere
Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm kazmayı Selmân-ı Fârisî’ye verdi ve:
-“Vur sen de yâ Selmân! Vurduğun yere bak ne göreceksin?”
buyurdu. Selmân bakınca:
-“Sekiz cennet ile kapılarını gördüm” dedi. Resûl-ü Ekrem
Aleyhisselâm buyurdu ki:
-“Yâ Selmân! Gördüğün sekiz cennetin ihtiyârını sana verip,
yedi sene zarfında benim ümmetimden istediğiniz kimseleri cennete idhâl için
Cenâb-ı Hakk sana izin verecektir. Bu sır sana mahsustur. İstersen Sıddık-ı
Ekber’e söylemeğe me’zunsun.”
Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm, Selmân-ı Fârisî ile görüşürken
“er-ricâl-ül Müdebbirûn”, huzûr-u Resûlullah'a geldi. Sahâbe-i kirâm’dan
birinci mertebede bulunan ve Resûlullah Aleyhisselâm’a karşı olan muhabbeti
cihetinden en büyük nasip Cenâb-ı Hakk tarafından kendisine ihsân edilen
Selman (r.a.), bu ricâlullahı görünce tahammül edemiyerek üzerine bir hal
geldi. Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm buyurdu ki:
-“Yâ Selmân! Cibrîl-i Emîn Aleyhisselâm, bu ricâl-i ümmetin
buraya geleceğini bana söylemişti. Senin kurbiyyet (yakınlığın)
ve bana karşı olan muhabbetin için bunları sana gösterdim.”
Selmân hz. ile, o ricâlullah hazerâtının aralarında teâruf (tanışma)
ve sohbet oldu. Cibrîl Aleyhisselâm, o ricâ! ümmetin hidemât-ı mukaddeselerini (mukaddes
hizmetlerini) zikir ve beyân etti. Ve dedi ki:
-“Yâ Resûlullah! Bu ricâlullahın senin ümmetine olacak
hizmet ve muâveneti (yardımları) Selmân-ı Fârisî’nin hizmetinden
büyüktür." Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm taaccüp etti (şaşırdı). Zirâ,
Selmân-ı Fârisî ileride zikredildiği veçhile yedi sene zarfında istediği kadar
ümmet-i Muhammed’in cennetten mahrum olanlarını, cennete idhal etmek için
selâhiyeti (yetkisi) olan bir zâttır. Bu çok büyük bir hizmettir.
“Bundan büyük hizmetler, bu ricâlullahtan sâdır olacaktır” diye Cibrîl
söylediğinde Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm, çok sevinerek taaccüp ve tahayyür
(hayret) etti. Cibrîl Aleyhisselâm dedi ki:
-“Yâ Muhammed! Biraz daha acîb ve garip bir şey
söyleyeceğim. Bu sana makâmını gösterdiğim Mescidü’l Kubâ’da, bu ricâllullah
içtimâ ettikleri zaman, bir lâhzada onlara itbâ ve hizmet nasip olan kimselere,
“eyyühe’l -cihad” nâzil olduğu lâhzadan itibaren, bütün gaza ve
mücâhedelerinize iştirâk eden sahâbelerinize olan fazilet verilecektir.”
Sıddîk-ı Ekber (r.a.), makâm-ı hilâfete geldiği zaman
Selmân-ı Fârisî’yi huzura davet ederek:
-“Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri, sana sekiz cennetin emir
ve iradesini teslim edecektir. Ve yedi sene mütemâdiyen; istediğin kadar
efrâdı-ı ümmeti, darü’l -kerâmete sevk edeceksin. O zaman bu cemaâtı unutma!”
diyerek çok kimsenin ismini yazıp kendisine verdi. Selman dedi ki:
-“Yâ Halîfe-i Resûlullah! Bu sırrı sana kim beyân etti ?”
Sıddîk-ı Ekber buyurdu ki:
-“Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm, Hendek
gününde sana söylerken ben de dinledim.” Sonra, Selmân-ı Fârisî, Sıddîk-ı Ekber’den telkin ve inâbe talep
etti. Sıddîk (radiyallâhü anh), Resûl Aleyhisselâmın kendisine telkin buyurduğu
veçhile telkin ve inâbe buyurdu. Radiyallâhuanhumâ ve rızkunallâhi Teâlâ
rü’yetihuma ve sohbetihumâ ve darü’l -kerâme. Âmin.
cilt. I, s. 166-177
Kaynak: MENÂKIB-I ŞEREFİYYE,
Şerâfeddin Hazretleri’nin Lisanından Yayına Hazırlayan- Hasan BURKAY,
ANKARA-1995
Not: Daha önce yazı konulmuştu. Tekrarı uygun görüldü. Bu hikmeti
duyacağınız başka bir yeri nadir bulabilirsiniz. İhramcızâde İsmail Hakkı
Mürşid-i
Kâmil Şeyh Şerâfeddin Bingöl kaddesellâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretlerine
hamdü senalar ederiz ki, bizi fazl ve inâyet-i ezeliyesi ile nimetlerin en
âlâsına ve efdal-i İlâhiyye’nin en azîzi olan iman ve İslam’la müşerref kıldı,
cümle enbiyâ-ı mürselîn hazerâtının büyüğü ve kıyametten sonra dahi Cenâb-ı
Hakk Teâlâ’nın,
-“Yâ Habîbim Muhammed, vazifeniz tamam oldu” hitâb-ı
İlâhîsi erişinceye kadar, şeriatın envâr ve fezâilinin bakî ve carî olduğu
Seyyid-i Kâinat aleyhi ekmelü’t-tahiyyat aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimizin
ümmetinden kılmıştır. Elhümdülillâhi Teâlâ.
Ve yine hamdü senalar olsun ki;
Mahkeme-i Kübrâ’da da Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin envâr-ı şeriat ve ba’si (gönderilişi)
bakî olup, o günden sonra yine 80 bin sene tamam oluncaya kadar şefaati
câridir. Şefaati carî oldukça ba’si dahi bakî olur. Yalnız Hakk Teâlâ 50 bin
sene sonra mezkûr hitabı kendisine karşı tevcîh buyuracaktır. O hitap tevcîh
oluncaya kadar, ümmetinin umuru ile iştigâl edecektir. Kelâmullâhi’l- ezelin
ahkâm, envâr ve âyâtı dahi, o zaman Cenâb-ı Hakk Hazretlerinin Zât-ı Akdes’ine
iade olunacaktır. Cennet ve cehennem ehli arasında da bir daha görüşmemek üzere
durum hâsıl olacaktır.
Rasülullâh aleyhisselâm, ümmetine ve
ümmetinin hidâyet bulması için ne kadar haristir ki, Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın
kendisine;
-“Yâ Habîbim Muhammed, vazifeniz tamam oldu” diye hitap
ettiği halde, daha 30 bin sene ümmetinin umuru ile iştigâl etmektedir.
Cümle
enbiyâ-ı mürselîn-i kiramdan Cenâb-ı Hakk, ahd-u mîsak alırken vâkî olan bir
muahede (antlaşma) zikrediyorum, şöyle ki;
Cenâb-ı Hakk bilcümle enbiyânın
ervahını yarattığında evvelâ Rasûlullâh aleyhisselâmı tasdik ettirdi. O gün
yevmü’l-incilâdır [1]ve hem de
yevmü’l-icâbe’dir.
Bu ahdi almak üzere Cenâb-ı Hakk
enbiyâ ve mürselîni davet ettiğinde; muahededen önce, Seyyidi Kâinat aleyhisselâm
dedi ki:
-“Yâ Rab, ahdü mîsakdan evvel ümmetimin efradından sâdır olacak küçük ve
büyük günahları ile o eshâbı seğâir (küçük) ve kebâir (büyük) olan ümmetimi
bana göstermenizi niyaz ederim.”
Cenâb-ı Hakk da büyük ve küçük
günahlarından bir tanesi kalmadan, ümmetinden sâdır olacak günahlar ile günah
sahiplerini gösterdi. Rasûlullâh aleyhisselâm üç kere o ümmet ile günahları
üzerine nazar buyurdu.
Sonra:
-“Yâ Rab, büyük ricâlullâhın
sulbüne girmeden (Hz. İsâ aleyhisselâm) ve dünyaya gelmeden nizâm-ı hilkatten
hariç kalan ve sıfat-ı İlâhiyyenizin tamamını iktisap eden (kazanmış) ve
evsâf-ı beşeriyyesine evsâf-ı İlâhiyye ve melekûtiyyesi galip olan bir hâdim-i (hizmetkârı) ümmetim için
bağışlayın” diye niyazda
bulundu.
Bu münâcaat
ruhların ahdinden öncedir. Zerrâtın uhûdu (ahitleşmesi), ervahın uhûdundan
binlerce sonradır. Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın tecelli-i ilâhiyyesi, ervâh-ı
enbiyâ-ı mürselîne oldu. Enbiyâ-ı mürselîn de bu tecelliyi aynen hakikat-ı
Muhammediye gibi müşahede ettiler. Cenâb-ı Hakk enbiyânın içinden bir ruhu davet ederek ona Seyyidi Kâinat
aleyhisselâmın ruhunu gösterdi ve buyurdu ki:
-“BU SENİN (RUH OLARAK) ASLINDIR VE
BABANDIR.”
Cenâb-ı Hakk o ruhu, sahibi olan
Nebiyy-i zîşânın ümmetine hadim kıldığını da beyân buyurdu. Efendimiz de:
-“Yâ Rab, bunu benim ümmetim için en muhtaç olduğu zamanda hadim kıl ki,
ümmetimin üzerinde cereyan eden envâ-ı fitne ve fesâd son dereceye vardığında
hadim olsun.”
Cenâb-ı Hakk da kabul buyurdu.
-“Yâ Habîbim Muhammed, yüz yirmi dört bin enbiyânın ümmetlerinin adedinde
senin ümmetini ihyaya ve irşada ve onları hidâyete sevk etmeğe selâhiyet ihsan
edeceğim. Arzu ettiğiniz zamanda, o selâhiyet-i tâmme ile beraber onu
ümmetinize hadim (hizmetkâr) kılarım.”
Cenâb-ı Hakk Rûhullâh İsâ
aleyhisselâma buyurdu ki:
-“Sen Nebiyy-i Mürselsin, benim kütübü ilâhiyyemden iki kitabın faziletini
duyacaksın.”
Hakk Teâlâ Hazretleri o makâm-ı
mahsûsta kendisine İncîl-i Şerîf ile Kur’ân-ı Azîmüşşânı tâlim buyurdu. Cenâb-ı
Hakk kendisine muallim oldu. Sonra kendisine dördüncü semâda bir makam gösterdi
ve buyurdu ki:
-“Bu makâm-ı dâvet’tir, ben seni dünyadan bu makama davet ederim. Kıyamete
kadar bu makamda kalacaksın. Burada bulunduğunuz müddetçe ikinci defa yere
davet edinceye kadar bu makamda Habîbim Muhammed aleyhisselâmın ümmetine hadim
olacaksın.”
Bu minval üzere cümle Enbiyâ-ı
mürselîn hazerâtından da ahd ve mîsak aldı.
İsâ aleyhisselâm 33 yaşında iken semâya ref
olunmuştur. O günden itibaren İsâ aleyhisselâmın âlem-i melekûtta ifa
edeceği vezâif-i ubûdiyyet, ümmeti Muhammed için istiğfar olacağı tesbîh ve
münâcaattan ibarettir. Cenâb-ı
Hakk Teâlâ’nın irâde- i ezeliyesi İsâ aleyhisselâmın ibrazına taalluk
buyurduğunda, İsâ aleyhisselâmın makamı olacak olan makâm-ı davete, 124 bin
enbiyâ ervahı ve 199 melâike taifesi imâm ve reisleri ile beraber davet olundu.
Bu melaikenin her bir taifesinin imâm ve reisleri ise, ümmeti Muhammed’in
enfâsı (yani nefesleri) adedindedir. Bu azîm ictimâya nazar edince bilcümle
enbiyâ ve mürselîn-i kiram taaccüp ettiler. Meleklerle teârüf [2] orada hâsıl
oldu. Cenâb-ı Hakk bu kadar
enbiya ve melâikey-i kiram beyninde Cibrîl-i Emîn’e:
-“YÂ CİBRÎL, BEN SENİ MERYEM BİNTİ İMRÂN’A GÖNDERİYORUM, ZUHÛRİYET ANINDA
MAHLÛKÂTIN EKMELİ VE EFDALİ OLAN HABÎBİM MUHAMMED’İN ŞEKLİ ÜZERİNE NAZİL
OLACAKSIN VE KENDİNİ BEŞER OLARAK GÖSTERECEKSİN. GÖSTERECEĞİN ŞEKİL VE SURETİ
HABÎBİMİN ŞEKLİ ÜZERE TEMSÎL EDERSİN.”. Cenâb-ı Hakk Seyyidi Kâinat aleyhisselâma hitaben:
-“Yâ Habîbim
buna râzımısın? Bu senin ümmetinin hadimi olan ve arzun veçhile ıslâh-ı beşere
girmeden, doğru dünyaya gelecek. Bu hadime asıl ve mebde hakkı olmaya razı
mısın?”
Rasûlullah Efendimiz:
-“Yâ
Rabbe’l-‘izze ve’l-Azame, emr-i irâde sizindir. Emrinize razıyım.” dedi.
O saatte Hakk Teâlâ, İsâ
aleyhisselâmın validesi Meryem aleyhisselâma vahiy ile Cibrîl-i Emîn’i
gönderdi:
-“Yâ Meryem, Cenâb-ı Hakk selâm
eder, buyuruyor ki: İrâde-i ezeliyem ile ben, üzerine bir rûh ref ediyorum. O
ruhu ref ederken eşref-i mahlûkâtım olan habîbim Muhammed aleyhisselâmın
hakikatini sana izhâr (gösterip) ve temsîl ederim. Ve o vâsıta ile ref olunarak
senden bir mevlûd zuhur ettirmek (yani bir çocuk dünyaya getirmeni) istiyorum.
Sen razı mısın?” Meryem
aleyhisselâm da:
-“Allah’ın emrine razıyım” diye cevap verdi. Cibrîl-i Emîn
hazreti Meryem’in rızâsını arz edince Cenâb-ı Hakk, o 199 melâike taifesine
emir buyurdu:
-“Meryem’i Beytullah denilen makama
celp ve dâvet ediniz.”
Bi-mûcibi emir, hazreti Meryem’i
Beytullâh’a getirdiler. Bilcümle enbiyâ ervahı dahi makâm-ı davetten nazar
ediyorlardı. Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın irâdesi ile Hazreti Meryem’e gönderilecek
olan Hakîkat- ı Muhammediyye’yi, enbiyâ hazerâtı müşahede edince, meleklerle
birlikte gayş ve sekrete düştüler. (hayret ve sarhoşluğa)
Bilcümle eczâ-i kâinat üzerine bir
zevk ve neş’e sirayet etti ki, Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın, kâinatı halk
buyurduğundan beri böyle bir zevk ve sürür hâsıl olmamıştı. Cenâb-ı Hakk 124
bin enbiyâ ve mürselîn ve 199 taife-i melâikenin huzurunda ve onların
şehâdetleri üzerine ve Rasûlullâh aleyhisselâm ile Meryem aleyhisselâmın
rızâları veçhile hükmü İİâhiyyesini itmâm ve infâz buyurdu. (tamamlandı ve
uygulandı) Bu hükmü ilâhiyyenin merasimi de âlem-i melekûtta icra olundu.
Bu
tecellî ve zuhurat üzere İsâ aleyhiselâmın ruhu hakîkatı Meryem aleyhisselâma
nefh olundu, İsâ aleyhisselâmda 3 hakikat birleşti.
Biri
İlâhî, diğeri Cibrîl aleyhisselâmın melekûtî hakîkatı ve üçüncüsü de Rasûlullâh
Efendimiz’in Hakîkatı Muhammediyyesidir.
İsâ
aleyhisselâm rahm-i mâderde (ana karnında) karar olduğu lahzadan itibaren
Hakîkatı Muhammediyye’nin 7’inci mertebedeki hulâsası ile terbiye oldu. Validesinin
rahminde karar olduğu lahzadan (andan) itibaren yine o, nutfe-i tâhire, ümmeti
Muhammed için istiğfar ederdi. Makâm-ı davette ve yevmi ahd’de kendisine
gösterilmiş olan bu ümmetin büyük ve küçük günahlarına tevbe ve istiğfarda
devam ediyordu. İşte bu derece mukaddes ve mükerrem olan ve Seyyidi Kâinât’ın
ümmetine hadim olan İsâ aleyhisselâma hâmile olduğunda, Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı
Kerîminde kendisine melâike vasıtasıyla:
-“Bismillah
yâ Meryem, innallahe’s-tafâke ve tahhereke ve’s-tafâke alâ nisâi’l-âlemîn “ [3] diye hitap
buyurmuştur. Bu kadar taltif ve tekrîmin aslı ve esbabı ise akl-ı ezeliyey-i
İlâhî ile Seyyid-i Kâinat aleyhisselamın zevcesi olduğundandır. Ve kendisine
hakîkat-ı Muhammediyye’nin zuhûriyyet ve şekli üzere Cibrîl-i Emîn aleyhisselâm
nazil olduğundandır. Ve Seyyidi Kâinat aleyhisselamın ümmetine en muhtaç
zamanda hadim olan İsâ aleyhisselamın validesi olduğundandır.
Yine
Mürşid-i Kâmil Şeyh Şerâfeddin Bingöl kaddesellâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
-“Eyyühe’l-ihvân
ve’l-ahbâb, İsâ aleyhisselamın bu umûmî hizmetinden, Rasûlü Ekremimizin arzu
buyurduğu zamandan biri de 1353 senesinin Rebîu’l- Evvel’in 7‘inci (20
Mayıs 1934 Çarşamba) gecesidir. Bu geceye tesadüf ile İsâ
aleyhisselamın hizmet-i mukaddeselerine nail ve mazhar olacak ümmetin içinde bizlerin
de dâhil olduğu muhakkaktır. Bu umûmî hizmetin meyânında husûsî hizmetler de
vardır. O husûsî hizmetlerden birisi de menâbiîn [4] (vekillik)
hakîkatından anlaşıldığı üzere hakkımızda ifâ edilecek olan hizmet-i
takdîsedir. Bu nîmetullâhı cümlenize tebşîr ediyorum. (Bu zuhuratın zahiri
manada yorumunu yapmak mümkün olmuyor.İkinci Dünya savaşının olgunlaştığı
zamanlara rastgelmesi pek manidar)
cilt. V, s. 5-11
Kaynak: MENÂKIB-I ŞEREFİYYE,
Şerâfeddin Hazretleri’nin Lisanından Yayına Hazırlayan- Hasan BURKAY,
ANKARA-1995
[1] İncila:
Cilâlanma. Parlama. * Görünme, belli olmak, açılma
[2] Tearüf:
Tanışmak. Birbirini tanımak. Birbirine tanış çıkmak.
[3] Âl-i İmrân,
42. “Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi,
dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu.”
[4] Menab:
Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri. (Bu
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder