Aşktan yana
| |
“Rüzgar aşık olmasaydı, böyle esip
durmazdı. Bir yerde sebat kılardı.”[1]
“Görülen bir güzel, bizim gerçek sevgilimiz olsaydı, duygulu olan herkes
sevgilisine âşık olur, onu bırakmazdı. Ona vefalı olurdu.
Vefalı olmak, sevgiyi artırdığı halde, nasıl oluyor da suret, şekil vefayı
vefasızlığa çeviriyor?
Güneşin ışığı duvara vurur. Onu iğreti olarak aydınlatır.
Ey temiz yürekli saf kişi! Ne diye bir kerpice gönül verdin? Sen hiç
sönmeyen, nûru ebedî olan güzelliği, aslı ara.
O sevgili, bir vakit melek gibi güzel iken, şeytan gibi çirkinleşmiştir.
Çünkü o güzellik, onda iğreti olarak bulunuyordu.
Ondaki güzelliği, azar azar, yavaş yavaş aldılar. Nitekim bir fidan da,
azar azar, yavaş yavaş kurur, gider.” [2]
“Kul, sevilen varlık, Hakk'ın "Gel" emrine uyar, ölür gider. Aşık
da sevdiğini kaybettiği için ağlar, inler. Gül kokuşu, gül bahçesine gitti.
Aşık da diken ile kaldı.
O, fanî bir varlığa gönül verdiği için, isteğinden uzak düştü. Çalışması
boşa gitti, çok zahmet çekti. Ayağı da yaralandı.
Eğer, cüz' küll'e bağlıdır, ondan ayrılmaz dersen, diken ye, diken de güle
bağlıdır, beraberdir.
Cüz', küll'e her bakımdan bağlı olsaydı, peygamberler boş yere gönderilmiş
olurdu. Çünkü, peygamberler, insanları Hakk'a ulaştırmak, yani, cüz'ü küll'e
kavuşturmak için gelmişlerdir. Kul, Hakk ile bir vücud halinde olsaydı,
peygamberler kimi kime ulaştıracaktı?”[3]
“O vuslat, o kavuşma, ölümsüzlük içinde ölümsüzlük, varlık içinde
varlıktır. Fakat önceden o varlık, yokluk içinde tecellî eder.
Nûr arayan gölgeler, nûr zuhur edince yok olurlar.
Aşık başını verince, akıl kalır mı? Her şey helak olur, gider, ancak onun
hakîkati, zâtı kalır.
Hakk’ın zâtı huzûrunda, var da yok olur, yok da.. Yokluk da varlık. Zaten
şaşılacak şey de bu ya! Huzûrda
akıllar elden gider, kâlem de bu bahse gelince kırılır kalır.”[4]
“Küll'e doğru varan, külle ulaşan
cüz'ün bütün dikenleri birer gül olur.
Cenab-ı Hakkı yüceltmek, ta'zim etmek nasıl olur? Kendini hor, hakir bilmek
ki, kendini toprak gibi ayak altında çiğnetmeye layık görmekle olur.
Tevhid, Allah'ı bilmek nedir? Kendini Vahid'in, Bir'in önünde yakıp yok
etmektir.
Eğer gündüz gibi aydınlanmak, parlamak istiyorsan, geceye benzeyen, gece
gibi karanlık olan varlığını, benliğini yak.
Bakın kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında
erit, yok et.
Sen sıkı sıkıya, "Ben"e ve "Biz"e yapışmışsın. Yokluğa
ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın bütün bu bozuk düzen işler, bütün bu
perişanlıklar, bu yıkıntılar hep bu ikilikten meydana gelmededir.”[5]
“Cenâb-ı Hakk, has kuluna; "Ey kâmil insan! Kulluğun yüzünden bazen
sana sen' diye hitap ederim. Bazen de, senin yaratıcın olduğum, sende ilâhî
nefha bulduğum için, sana ben' diye seslenirim. Her ne dersem diyeyim, ben,
bütün kâinâtı aydınlatan vahdet güneşiyim." diye buyurdu.”[6]
“Çünkü onun maddi varlığı, bedeni balçıktan yaratılmıştır ama gönül
ateştendir, alevdendir. Her cins kendi cinsine meyleder.
Her yıldız göğün etrafında döner. Çünkü cins cinsi ile anlaşır, onunla safa
bulur huzura kavuşur.
Mıknatıs nasıl demiri çekerse, benlikten kurtulan, yok olan kişide yokluğa
kapılır, yokluğun çevresinde döner, dolaşır.”[7]
[1] Divan-ıKebir, C. I, s. 146
[2] Mesnevî, C.
II, s. 310
[3] Mesnevî, C.
I, s. 182
[4] Mesnevî, C.
II., s. 366
[5] Mesnevî, C.
II., s. 192
[6] Mesnevî, C. I, s. 141
[7] Divan-ı Kebir, C. I, s. 130
« Prev Post
Next Post »
Yorumlar
Yorum Gönder